BÖLÜM 8: GÖKYÜZÜ ÜSTÜMÜZE DÜŞTÜ

1.4K 161 11
                                    

Ölümü ne olarak tanımlarsınız?

Peki ya birisinin ölümüne sebep olmak ne kadar kötü bir şeydir?

Daha önce ölecek olduğumdan ölümü soğukluk olarak tanımlıyorum ben. Bir daha hiç ısınamayacak, güneş görmeyecek... Çünkü toprağın altında bize tek eşlik eden şey soğuktu. Rüzgâr üzerime atarken kumları, her bir tanesinin soğukluğunu uyanırken bedenimde hissetmeye başlamıştım. Nereden geliyor bu soğukluk? Neden bu kadar buz gibiyim diye düşündüm başta. Sonra öğrendim öldüğümü. Ölünce kalp atışlarından sonra bedeninin sıcaklığı seni terk etmeye başlıyordu. Sonra ise konulduğun yer toprağın birkaç metre altı oluyordu. Hak ettiğim yer tam da orasıydı işte.

Usulca ölmeyi bile beceremezken hayatımda birisini daha kaybetmiştim. Ne kadar acınası bir haldeyim değil mi? Ölmeyip, ölümlere sebep olmaya devam ediyorum. Kaç kişi daha benim yüzümden hayatını kaybetmek zorunda? Gidenler zaten yeterince acı vermişken, acıları yeni yeni geçerken bir yenisini daha kaldırmak en ağır imtihandı benim için. Bu kadar sabırlı değildim ben. Güçlü de olmak zorunda değilim. Ben sadece küçük bir kızdım. Zihin çökerten olmanın yükünü kaldıramayacak kadar küçük bir kızdım ben.

Güçlerim olduğu için ilk kez şükretmiştim. İlk kez gerçekten işe yarayacaklarını düşünmüştüm. Evet, kabul ediyorum yaradı da. Beni annemin ölüm haberine götürdü. Bilseydim bu haberi alacağımı bu işe kalkışmayı en başta reddederdim. Keşke onu ömrüm boyunca yaşıyor sansaydım. Günlerim onu her gün merak ederek geçseydi. Ona gitmeyi düşünerek geçseydi. Ama artık her şey için çok geç kalınmıştı.

Keşke hiç var olmasaydım. Benim için iyi ki varsın, iyi ki hayatımızdasın demiş olmasalardı. Belki o zaman onları bu kadar sevmezdim. Güçlerime bir lanet değil de bir armağan gibi bakmış olmasaydık bunların hiçbiri olmazdı. Yani ben hiç doğmamış olsaydım bütün bunlar olmuş olmayacaktı. Artık bu güçlere ihtiyacım yoktu. Ben bir zihin çökerten olmak istemiyordum. Hayır, ben aslında yaşamak istemiyordum.

Her şeyin daha iyiye gittiğini düşünerek bazen ne kadar büyük bir aptallık ettiğimi unutuyorum. Bu yüzden bundan sonrası iyiye gitmemeliydi. Artık pembe düşlerime tutunmak yoktu. Artık bir zihin çökerten yoktu. Çünkü ben şimdi kendimi buraya hapsetmek üzereyim. Pişmanlığımı da vicdan azabımı da korkumu da yanıma alarak kendimi zihnime hapsedecektim. İşte böylece huzura kavuşmuş olacaktım. Çünkü ben en başında ölmeliydim.

Saf beyazlığın içerisinde sıcak gözyaşlarım yanaklarımdan aşağı hiç kurumayacakmış gibi akmaya devam ederken gözlerimi sıkıca kapattım. Beyazlık üzerimde duran bir kefen gibiydi tıpkı. Burası benim mezarımdı işte. Burada uyursam gerçekte uyanamayacağımı düşündüm ve gözlerimi daha da sıkı kapattım. İçimden Rüzgâr ve Aras'tan özür diledim. Onlar ben yokken daha iyi olacaklardı. Olmalılardı.

Artık kimsenin beni korumasına gerek kalmayacaktı. Kimse sabahları erkenden kalkıp benim koruyucu olmama yardım etmek zorunda değildi. Kimse benim dertlerimi omuzlarına almayacaktı. Bunu en başında yapmam gerekirdi.

O gün öldüğüm zaman neden hayata döndüğümü anlamamıştım zaten. Şefin yaptığı bir mucize olduğunu düşünüyorduk. Fakat şimdi bu düşünce bile çok saçma geliyordu. Çünkü onun böyle bir şey yapması imkânsızdı. Ama bunun ne önemi var ki? Şimdi gerçekten ölüyordum, önemli olan buydu.

RÜZGÂR

"Sence daha ne kadar böyle kalacak?" Aras'ın sesiyle irkildim. "Hey, uyuyor muydun?" Omzuma elini koydu. Hala Minel'in elini sıkıca tuttuğumu fark ettim. İçimin geçtiğini bile anlamamıştım.

"Sanırım..." Uyumamalıydım. Minel her an kendine gelebilirdi.

"İyi misin? Kahve ister misin?" Aras arkamda duruyordu. Fakat bunları söylerken elini omzumdan çelip karşıma geçti. Benden dinç görünmesini kıskanmıştım.

ZİHİN ÇÖKERTEN | Tamamlandı|Where stories live. Discover now