Tuzak

7.6K 523 28
                                    

Mor renkte yanan meşalelerin aydınlattığı yer yer geniş yer yer daralan koridorlarda yürümeye başlayalı uzun bir zaman olmuştu. Hiç bir sonuca varmadan yürüyor olmamıza rağmen devasa Hades şeklindeki lav şelalesini geride bıraktığımız için mutluydum.

Marcus zihnimi okuyabiliyormuş gibi söylenmeye başladı. "Lavdan nefret ediyorum. Ares'in sembolü lavken babamında lav kullanmasından daha çok nefret ediyorum."

Zemindeki  kül rengi taşların tam ortasına basmaya çalışıp bir nevi kendi kendime eğlenirken söylenmesine karşılık olarak "Sonuçta biri gaddar bir savaş tanrısı diğeri ölülerin tanrısı." Dedim.

Onun gözünde şu an amaçsızca zıpladığım için tuhaf tuhaf bakarak önüne döndü.

"Ne kadar eğlendiğimi bilmiyorsun tabii."

Bir kaç dakika süren sessizliğin ardından "Lav, gaddar bir savaş tanrısı ve ölülerin tanrısı arasında nasıl bir ilişki kurabildiğini gerçekten merak ediyorum." Diyebildi. Bu sırada diğerlerinden daha büyük görünen bir meşalenin yanına yaklaşmış, alevi inceliyordu.

Yanına yaklaşırken sakin bir sesle "Çok basit." Dedim. "Lav Ares'in sembolü olabilir ama aynı zamanda en acılı ölüm şekillerinden biri yanarak ölmektir."

Ellerini havaya kaldırarak teslim oluyormuş gibi durdu. "Pes."

Gülerek önüme döndüm. Yeniden koşar adım yürümeye başlamıştık. Yeraltına girdiğimiz için göğsümdeki ağrı gittikçe artıyordu ama neyseki burada Hades olmadığından şatodaki kadar kötüleşmiyordum.

"İleride tahta bir kapı var." Sessizliği bozan Marcus olmuştu.

Telaşlanmamaya çalışarak adımlarımı biraz daha hızlandırdım. Aynı ölçüde nefes alışverişlerimde hızlanmıştı.

Sonunda Marcus kolumdan tutarak beni durdurdu. "Neyin var? İyi görünmüyorsun."

Buranın bana yeraltına kaçırıldığım günü ve yeraltında kaldığım süre boyunca gördüğüm sayısız kabusu hatırlattığından bahsetmeyecektim. "Kapalı alanlar beni geriyor." Şeklinde bir bahane uydurarak kolumu kurtardım.

Çok geçmeden tahta kapıya vardık. Bu kapı ortamın dokusuna fazlasıyla zıt görünüyordu. Marcus'un tereddüt dolu bakışlarıyla göz göze geldim. Beklemediğim bir anda omuz atarak kapıyı açtı.

Temkinli adımlarla odaya girdik. İçerisi sakin görünüyordu. Hatta kalp atışlarımı duyabilecek kadar da sessizdi. Bu kısımdan sonra tapınağın mermerimsi yapısı yerini lav duvarlarını çerçeveleyen demir korkuluklara bırakıyordu. Tam karşıda birinin alevi harladığını belli eden demir bir kol, hemen yanında yerde boylu boyunca uzanan kütükler vardı. Odanın tam ortasına uzaktan içinde ne olduğunu tam kestiremediğim ufak bir havuz yerleştirilmişti.
Marcus'un eliyle verdiği işaretle birlikte havuza doğru yaklaştık.
Daha önce lav göletinde olduğu gibi bu havuzunda üstünde ufak kabarcıklar oluşuyordu ama tuhaf olan bir şey vardı.

Garip bulduğum şeyi Marcus'la paylaşmaya karar verdim."Tuhaf. Lav gibi görünmesine rağmen bir lav kadar sıcak değil."

Kendisine de tuhaf gelmiş olacakki benim dile getirmemden güç alarak elini turuncu renkli sıvıya daldırma kararı aldı. Önce korkarak bir parmağını suya soktuktan sonra yavaşça elini ve kolunu suya soktu.

Sakince bana seslendi. "Shaila."

"Efendim?"

Elini suyun içinde bir tur attırdıktan sonra sudan çıkarmadan "Seni korkutmak istemem ama galiba bunun ne olduğunu biliyorum." Dedi.

Elysium'un Sırrı Where stories live. Discover now