Preipolis

7.8K 569 54
                                    

"Sence burası ne olarak kullanılıyordu?" Güneşin biraz kendini göstermesiyle ruhu bulduğumuz yeri incelemeye başlamıştık.

Marcus kolonun birini incelerken cevapladı."Bilmiyorum ama çölde böyle bir yapı bulmak...bana biraz tuhaf geldi. Normal bir insan bu kadar sıcağa ne kadar süre dayanabilir?"

Gerçekten tuhaftı. Bizler sıcağa ve soğuğa daha dayanıklıydık, melezler ise yine bir derece. Bir insanın bu şartlarda yaşaması imkansızdı. Üstelik bu kolonlar çok eskiden kalmış gibi görünmüyordu. Marcus yapının öbür tarafına geçmişti. Yüksek sesle konuşmaya başladım."Tuhaf olan tek şey bu yapının burada olması değil. Çok eski değiller. Sanki bir güç tarafından harabeye çevrilmiş gibi."

Heyecanlı bir şekilde cevap verdi. "Sana buranın 50 sene öncesine kadar bir şehir olduğunu söylesem?"

"Ciddi olamazsın." Diyerek koşar adım yanına gittim. Yapının iç tarafında yarısı dökülmüş, sağlam kalan kısımlarının çoğu aşınmış ve rengi atmış bir mozaik vardı ama tüm bunlara rağmen üzerindeki yazı ve resim anlaşılır biçimdeydi.

"Preipolis. Safkanların Şehri."

Şaşkınlıkla Marcus'a döndüm. "Önceden safkanlar ebeveynlerinden ayrı mı yaşıyorlarmış?"

Mozaiğin üstündeki yarım şehir resmini göstererek "Belli ki öyleymiş. Hatta burası da muhtemelen adalet sarayı. Sadece üç tane kolon bulunuyor, biliyorsun tanrıların üç rakamına takıntısı var. Adaletle ilgili herhangi bir yapıda üç kolondan fazlası olmaz." Açıklamasını yaptı.

Bu daha önce hiç dikkat etmediğim bir ayrıntıydı. İç geçirerek "Sence neden bu hale gelmişler? Daha da önemlisi bu şehirde bulunup hala yaşayan birileri var mıdır?" Diye sordum.

Yamuk bir gülüş attıktan sonra cevapladı. "Bizden yaşlı olarak tek tanıdığım safkan Magnes'ti. O da kendisine sulandığı gerekçesiyle cadıların tanrıçası Hecate tarafından mıknatısa çevrildi."

"Neeee?!"

Verdiğim tepkiye küçük bir kahkaha atarak "Yaa işte. Bir tanrıçaya sulanmanın sonu." Diyerek dalga geçmeye devam etti.

Kahakasına gülümsemeyle karşılık verdim. "Bence konuyu değiştirmeliyiz umarım Hecate şu an bizi duymuyordur." Yüzü düştü. Yeniden içinde bulunduğumuz durumu hatırlamıştı.

Yola koyulduğumuz sırada "Acaba bizi ne bekliyor?" Diye mırıldandı. O bile bu sefer sonumuzu tahmin edemiyordu.

İçimdeki acımasız taraf baskın çıkarak gerçekleri olduğu gibi yüzüne çarptı. "Bu son aşama ve burdan ilerisine gidebilen yok." Az önce oluşan o acımasız his yerini korkuya ve gerginliğe bırakmıştı. "Korkuyorum." Bu kelime ilk defa bu kadar net dökülmüştü dudaklarımdan.

"Bu bizim finalimiz Shaila. Ares'i bir kenara bırak, bu ya bir sonun başlangıcı olacak ya da bizim sonumuzu getirecek." Mutsuz bir ifadeyle bana baktı. Kendini sakinleştirmeye çalışır gibi bir hali vardı.

"Sanırım güçlerimizi sonuna kadar kullanamayacağız." Zıt güçlere sahip olduğumuz gerçeği beni korkutuyordu. Kendimi yeni yeni keşfediyordum, eğer karşımıza çıkan şey bizi fazla zorlarsa -ki zorlayacak- orantısız güç kullanıp Marcus'a zarar verebilirdim.

Daha fazla bir şey konuşmadan yola devam ettik. İkimizde karamsar tablo çizip birbirimizi etkilemekten korkuyorduk. Ben yenilgiyi çabuk kabullenip korkan biriydim ama bu durumda Marcus bile umutsuzdu. Bir an nasıl öleceğimi düşünmeye başladım. Direk Tartarus'u boylar mıydım yoksa babam Hades'in Marcus'a yaptığı gibi beni kurtarır mıydı?
Sıkıntıyla nefes alarak düşüncelerden kurtulmak için dikkatimi yola ve neredeyse adımlarını sayan Marcus'a verdim. Suratında ciddi bir ifade vardı ama artık onu tanıdığım için bu ifadesi bana inandırıcı gelmiyordu çünkü simsiyah gözleri tüm duygularını ele veriyordu. Hayatımda hiç onunkiler kadar anlamlı bakan gözler görmemiştim. Eğer ki bu görevi ölmeden bitirebilirsek ona dair hafızamda kalacak en net şey gözleri olacaktı. Görevin sonunu düşününce içimi bir hüzün kapladı. Sadistçe gelebilir ama onun her zaman yanımda olmasına alışmıştım. Tüm bunlar bittiğinde yine mükemmel (!) hayatımda yalnız kalacaktım. Belki şans yüzüme gülerse senede bir defa görebilirdim.

Elysium'un Sırrı Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin