10. BÖLÜM

79 13 0
                                    

Kısa bir süre sonra çok güzel bir restoranın önünde durduk. Sanırım içeride kimse yoktu, kapılar da kapalıydı.

"Mehmet," dedim. "Doğru yere geldiğimizden emin misin?"
  
"Eminim merak etme," dedi.
  
Kapalı olan kapının önüne geldiğimizde yarım dakikadan bile daha az bir süre sonra kapı açıldı. Her yer karanlıktı. Tutmuş olduğum Mehmet'in elini daha da sıktım. İçeri adım atar atmaz ışıklar yanmaya başladı. Kocaman restoranda sadece bir masa vardı. O da tam karşımızdaydı. Her yerde papatya demetleri vardı. Özelikle masanın üzerinde kocaman bir demet papatya vardı. Elimdeki papatyayı bir kenara bırakarak, "Mehmet," dedim. "Burası çok güzel."
  
Mehmet gülümseyerek bana bakıyordu. "Hepsi senin için," dedi.
  
Yüzümdeki gülümseme kendisini hiç kaybettirmek istemiyordu. Heyecanla etrafı süzerken Mehmet birden gelip önümde diz çöktü ve cebinden bir yüzük çıkardı.
  
"Galiba daha fazla dayanamayacağım," dedi. "Söylediğim sözümü tekrar ediyorum Tuğçe Soykır. Ben senin arayış içerisinde olacağım bir kaybediş olmanı istemiyorum. Ben senin artık Tuğçe Kalpsiz olmanı istiyorum. Benimle evlenir misin?"
  
Heyecandan bedenim tir tir titrerken gözüm bir anda kapının kenarında nefret dolu gözlerle bizi izleyen Adnan'a takıldı. Bir şey söylemeye çalışıyordu. Ben zaten ne diyeceğini biliyordum. Kaşlarını kaldırıp ağzını anlamam için hareket ettirme çabası içerisinde hayır demeye çalışıyordu. "Her şey biter," diyordu. Bunu kime hitaben söylediğini biliyordum. Mehmet yüzünde hâlâ tebessüm içeren bir ifadeyle bana baktı. Yüzümdeki tebessüm kaybolduğunda endişelenmişçesine ayağa kalktı.
  
"Tuğçe ne oldu?" dedi. "Bir cevap vermeyecek misin?"
  
Tutmuş olduğu elimi, elinin arasından çektim. Şaşkınlıkla bir bana bir de çektiğim elime baktı.
  
"Hayır," dedim. Sesim çok zor duyuluyordu.
  
"Ne?" dedi. "Anlamadım..."
  
"Hayır dedim Mehmet, istemiyorum." Dolmuş olan gözlerimi yere devirdim.
  
"Nasıl hayır Tuğçe? Ben inanmıyorum. Gözlerimin içine bak da söyle."
  
Kendimi sinirli göstermeye çalışarak, "Hayır işte," dedim. "Ben seni artık sevmiyorum."
  
Bu sözü ben nasıl söyleyebilmiştim? Nasıl kaldırabildim bilmiyorum. Ama bunların hepsi onun, Mehmet'in iyiliği içindi. Mehmet bana dolu gözlerle bakmaya devam ederken arkamı dönerek gittim. Mehmet yolun yarısında kolumdan tutarak yüzümü kendine doğru çevirdi.
  
"Her şey bitsin, her şey mahvolsun, herkes gitsin ama sen gitme Tuğçe. Sana yalvarırım bunu bana yapma," dedi titrek sesiyle.
  
O bu sözleri söylerken ben ağlamamak için gözyaşlarımla boğuşuyordum. İçimde gittikçe harlanan bu acı nasıl dinecekti bilmiyordum.
  
"Gideceğim Mehmet özür dilerim," dedim.
  
"Herkes bir gün gidecekse sevmenin ne önemi var?" dedi mahvolmuş derecede gözlerimin içine bakarken.

Mehmet'in bakışları bana nefes aldırmıyordu. Kalbim nefes almama izin vermiyordu.
  
"Yapma Mehmet." Bu sefer gözlerimden akan yaşlara engel olamadım.
  
"Ne yapmayayım Tuğçe? Niye her geçen gün beni kendine daha fazla âşık ettin o zaman? Niye beni kendine daha fazla bağladın? Sonunun böyle olacağını bile bile bunu bana nasıl yaptın? Nasıl yapabildin?"
  
Mehmet'in kolumu tutan elini elimle kaldırarak, "Unut beni," dedim.
  
"Peki sen, sen unutabilecek misin beni?" dedi.
 
Bu mümkün mü?
Seneler geçti. Gözlerini, sesini, seni silemedi hafızam. Beceremedi.
Becermesini istemedim.

Hiçbir şey demeden gözlerinin içine baktım. Sessizdim bilmeliydin, dedim gözlerimle. Bunu anladığını biliyordum. Ne kadar zor bir durumda olduğumu bildiğini biliyordum. Yalan söylediğimi, aslında benim onu ne kadar çok sevdiğimi bildiğini biliyordum. Bir anda Adnan kapıdan girerek içeri geldi. Kendinden emin bir şekilde görünen adımlarıyla bana doğru yürüdü. Elimi tutarak beni kendisine doğru çekti. Mehmet delirmiş gibi bir bana bir Adnan'a bir de Adnan'ın elimi tutan eline baktı.
  
"Senin burada ne işin var?" dedi yumruklarını sıkarak.
  
"Bir saat sonra beraber dünya evine gireceğim karımı almaya geldim. Bir sorun mu var?"
  
"Ne?" dedi Mehmet gözlerimin içine bakıp.
  
Adnan, "Doğru duydun," dedi. "Değil mi Tuğçe?"
  
Mehmet bakışlarını gözlerimden hiç ayırmadan, "Yapma," dedi. Gözleri doldu. "Sana yalvarırım böyle bir şey yapma."
  
Adnan elimden tuttuğu gibi beni sürüklermişçesine götürmeye çalışıyordu. Gözlerimi arkamda kalan Mehmet'ten hiç ayırmadım.
  
"Yalan söylüyorsun," dedi bağırarak. "Sen onu sevmiyorsun Tuğçe, ben gözlerinden anlıyorum o sana bir şey dedi... O seni tehdit etti. Bu yüzden gidiyorsun."
  
Önce Adnan'a baktım. Önüne baktığını gördüğüm an bakışlarımı tekrardan Mehmet'e yönelttim. Başımı salladım. Dudaklarımı oynatıp anlamasını istediğim bir şekilde sessizce evet, dedim.
  
"Biliyorum Tuğçe ben bu söylediklerimden adım kadar eminim," diye bağırdığı an Adnan yüzünü bana döndü.
  
"Hadi yürüsene," diye bağırdı. "Geç kaldık."
  
Arabaya biner binmez Mehmet'in de arabasına doğru yürüdüğünü gördüm. Bizi takip edeceğini adım kadar iyi biliyordum. Adnan bir nikah salonunun önünde durdu. İçeri girdiğimizde beni nikahın kıyılacağı masaya oturttu. Gözlerim dolu bir şekilde parmaklarımla oynuyordum. Yaklaşık beş dakika sonra nikah memuru geldi. Adnan nikah memurunun sorduğu soruya evet, dedi bağırarak. Salonda kimse yoktu fakat neden böyle bağırdığını bilmiyordum. Nikah memuru bu sefer sorusunu bana yönelttiğinde gözüm nikah salonunun dış kapısında bizi mahvolmuş bir şekilde izleyen Mehmet'e takıldı. Başını hayır anlamında sallıyordu. Onu gördüğümde gözümdeki yaşlar gözüme daha fazla hücum etti. Parmağımı tırnağımla âdeta etini kopartmak istermişçesine sıktım. Evet, dedim. Canım çok yanıyordu. Bugün Mehmet'in evlenme teklifine evet diyecekken, Adnan'la nikah masasında oturmuş onunla evlenmeye evet diyordum. Bu çok acı bir durumdu. Gözlerimi Mehmet'e değdirmemek için bakışlarımı bir o yana bir bu yana kaçırıyordum. Onun şu an ne hâlde olduğunu görmek istemiyordum. Ben onun bu hâlini görünce bu denli mahvoluyorken onun ne hâlde olduğunu hayal bile edemezdim. Düşündüm de Mehmet bunu bana yapsaydı inanın ki kendimin ne hâlde olacağını tahmin bile edemezdim. Gözlerim nikah salonunun kapısına tekrardan takıldığında Mehmet'in orada olmadığını gördüm, gitmişti. Belki de artık göremeyecektim onu. Bana aldığı elbiseyle ben nikah kıymıştım. Sırf elbisem kırmızı diye kırmızı renginden nefret etmeye başladım. Üzerimdeki elbiseye bakarken Adnan ayağa kalkıp beni kolumdan tutarak ayağa kaldırdı. Beni öpmek için bana eğildiği anda kendimi geriye doğru çektim.
  
"Ne yapıyorsun?" dedim. "Ne yaptığını zannediyorsun?"
  
"Tamam karıcığım sakin ol," dedi. "Hem bak evlendik, bu da nüfus cüzdanımız al sende kalsın."
  
Bana doğru uzattığı nüfus cüzdanını aldığım gibi yere attım. "Bana ne nüfus cüzdanından," dedim. "Al da başına çal."
  
Arkama bile bakmadan gidip arabaya bindim. Adnan peşimden gelerek arabaya bindi. Tek bir kelime bile etmeden eve kadar gittik, doğrusu Adnan'ın evine. Kapıdan içeri girdiğimiz sırada, "Ne kadar güzel olmuşsun," dedi.
  
Yüzüne alaycı bir bakış attım. "Senin için süslenmedim," dedim. "İster güzel olurum ister olmam bu seni zerre ilgilendirmez."
  
Gidip odanın dolabına bakınarak bir battaniye bir de yastık bularak salona geçtim. Işığı kapatarak koltuğa uzandım. Adnan şaşırmış bir şekilde bana bakıyordu. "Ne yapıyorsun?" dedi.
  
"Sence ne yapıyor olabilirim?" dedim. "Yatıyorum görmüyor musun? Kör müsün?"
  
"Burada mı yatacaksın?"
  
"Seninle yatacağımı zannetmedin herhâlde. Çünkü gerçekten komikleşirsin."
  
Hiçbir şey demeden odasına girdi. Yorganımı başımın üzerine kadar çekip uyumaya çalıştım. Sabaha kadar gözüme tek bir damla bile uyku girmemişti. Yerimden kalktım. Boynumdaki kolyenin tam başımın ucuna düştüğünü görünce tekrardan geri taktım. Mutfağa gidip bir bardak su içtim. Adnan evde yoktu. Koltuğun kenarına bıraktığı giysilerden hiç önemsemeden bulduğumu giydim. Telefonumun çaldığını duyar duymaz koşarak salona gittim. Mehmet arıyordu. Acaba açmalı mıydım? Ne olursa olsun sesini duymaya çok ihtiyacım vardı. En çok da adımı söylediğindeki ses tonunu özlemiştim.
  
Telefonu açıp, "Efendim Mehmet," dedim. Başım çok dönüyordu. Sonra ne oldu anlamadım. En son "Mehmet," dediğimi hatırlıyorum. Kendime geldiğimde hastanedeydim. Zor da olsa açtığım gözlerimden etrafıma bakmaya çalıştım. Yanı başımda Mehmet ve onun hemen yanında Adnan bulunuyordu. Adnan hâlinden oldukça memnun görünüyordu. Mehmet endişeden delirecekmiş gibi kıvranıyordu. Gözümü açtığımı ilk fark eden Mehmet olmuştu. Heyecanla bana doğru eğildi. Elimi tuttu. "İyi misin?" dedi.
  
Adnan bir anda Mehmet'in elini iterek, "Yavaş ol," dedi. "Ne oluyorsun? Farkındaysan elini tuttuğun kişi benim karım."
  
"Onun için hiç endişelenmediğin kişiye karım mı diyorsun? Utanmıyor musun?"
  
"Yok, neyden utanacağım? Bayılmış sadece bunun için mi endişeleneyim?"
  
"Sen onu bunu bırak da bence insani duygularını kaybettiğin için endişelen. Hırs için dönüştüğün kişiye bak. Beş paralık ederin yok. Zavallısın Adnan. İlerisi yok. Zavallısın."
  
Mehmet yüzüme son bir defa bakıp, "Kendine iyi bak," diyerek gitti.
  
Mehmet kapıdan çıktığı gibi doktor geldi. "Gayet iyisiniz Tuğçe Hanım," dedi. "Bebeğiniz de gayet iyi."
  
Adnan şaşkın bir şekilde yüzüme bakarak, "Bebek mi?" dedi.
  
"Tuğçe Hanım'ın eşi oluyorsunuz galiba. Evet aynen öyle bebek... Hem zaten eşiniz kısa bir süre önce hamile kalmış. Kendinize ve bebeğinize iyi bakın, stres de etmeyin. Taburcu olabilirsiniz," diyerek gitti.
  
Doktor odadan çıkar çıkmaz Adnan yatağın üzerindeki kolumu sıkarak kendisine doğru çekti.
  
"O çocuğun Mehmet'ten olduğunu biliyorum," dedi. "Bu hamilelik olayından Mehmet'in haberi olmayacak. Sırf benimle evlendiğin için bu çocuğa iyi bakacağım." Az bir duraksadı. "Biliyordun değil mi? Hamile olduğunu biliyordun."
  
"Evet biliyordum, bir sorun mu var?" dedim.
  
"Peki Mehmet, Mehmet de biliyor mu?"
  
"Bilmiyor," dedim sinirlenerek. "Rahatladın mı?"
  
"Bilmeyecek! Kalk hadi eve gidiyoruz." Tutmuş olduğu kolumu daha da sıkı tutarak beni yataktan çekti.
  
Beni resmen sürükleye sürükleye götürüp arabaya bindirdi.
  
"Kolumu acıtıyorsun," dedim kıvranarak.
  
"Merak etme bıraktığımda geçer," dedi.
  
Beraber eve geldik ve ben yüzüne bile bakmadan oturma odasına gidip kapıyı üzerime kilitledim. Peşimden gelerek kapıya kıracakmış gibi vurdu. Gidip kapıyı açtım.
  
"Ver telefonunu," dedi.
  
"Telefonumu alamazsın," dedim.
  
"Çok da güzel alırım," diyerek kazağımın cebindeki telefonu aldığı gibi götürdü. Hiçbir şey demedim. Desem ne değişecekti? Kapıyı tekrar kilitledim ve kanepenin üzerine uzanıp gözlerimi kapatarak uyudum.

BANA ÇOCUKLUĞUMU VERHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin