8.BÖLÜM

83 13 0
                                    

Elimde bulunan telefonu yatağın üzerine geri attığım anda telefonumun tekrardan titrediğini fark ettim. Mesaj yine Mehmet'tendi. Ve yine aynı mesajdı, "Sen bana âşıksın Tuğçe Soykır..."
  
Mesaj atmaktan bile üşeniyordum. Durduğum yerde bağırarak, "Sana âşık falan değilim Mehmet Kalpsiz," dedim. Görünüşe bakılırsa sesimi duymuştu.
  
"İstediğin kadar inkâr et," dedi. Resmen kahkaha atıp devam etti. "Sen bana âşıksın."
  
Hiçbir şey demedim, diyemedim doğrusu. Hani derler ya, "Âşık olduğunu ancak sana bunu başkası söylediğinde fark edersin." Bu söz doğruluk değeri taşıyor muydu açıkçası bilmiyordum. Sebebini bilmiyordum, onu görmediğimde bile hep bir bahane bulup yüzünü görmek istiyordum, sesini duymak istiyordum. Bakışları yüzüme değdiğinde kıpkırmızı oluyordum, kalbimin hızlı atmasına engel olamıyordum. Yaptığı şey yüzünden resmen rezil olmuştum. Ama bunu ona ben de yapacaktım. Evet ya, bunu ona ben de yapacaktım. Bakalım rezil olmak ne demekmiş görsün.

Odadan çıkar çıkmaz hızlı adımlarla masada oturan Mehmet'e doğru gittim. Beni görür görmez yüzünde biraz şaşkın biraz da tebessüm içeren bir ifade belirdi. Öncelikle onunla biraz konuşmalı sonra ise bir anda bana yaptığının aynısını yapmalıydım. Yanındaki sandalyeye tekrardan oturdum. Bana soru dolu gözlerle bakıyordu.
  
"N'oldu? Bir diyeceğin mi var?" dedi.
  
"Yok," dedim. "Ne diyeceğim olacak ki? Odada canım sıkıldı ben de buraya geldim. Rahatsız ediyorsam gidebilirim."
  
"Hayır, rahatsız etmiyorsun. Burada kal. Biliyor musun, ben az önce bir şey fark ettim."
  
"Ne fark ettin?"
  
Derin bir nefes aldı. Aldığı nefesi geri vererek, "Ne kadar bağırırsan bağır sesini duymak isteyen duyar," dedi.
  
"Hayır," dedim. "Tam tersine, ne kadar bağırırsan bağır sesini duyurmak istediğin duyar."
  
"Ama duyuramıyorum," dedi gözlerini kaçırıp.
  
"Neyi duyuramıyorsun?"
  
"Ben..." Duraksadı. "Ya da boş ver, bir önemi yok zaten."
  
Tam zamanı olduğunu düşünüp elimi masanın üstünde duran elinin üstüne koydum. Yere devirmiş olduğu bakışlarıyla önce elinin üstüne koyduğum elime sonra yüzüme baktı. Gözlerimi gözlerinden hiç ayırmadım. O da gözlerini gözlerimden hiç ayırmadı. O kadar heyecanlanmıştım ki resmen dilim tutulmuştu. Konuşamıyordum. Tek odağım gözleri olmuştu, bana hayranlık besliyormuş gibi bakan gözleri...
  
"Sen..." dedim. Daha sözümü tamamlamamışken, "Ben..." dedi. "Ben senden çok etkileniyorum."
  
O kadar şaşırmıştım ki ne diyeceğimi bilmiyordum.
  
"Bu kadar kısa bir sürede böyle hissetmem doğru mu bilmiyorum ama seni gördüğüm ilk an, o gece aklımdan sadece bir cümle geçmişti, benimle evlen... Gözlerine ilk baktığım an bu cümle beynimde yankılanmaya başladı. Neden böyle bir şey düşündüm ya da bunu bana ne düşündürdü inan hiç bilmiyorum," dedi gözlerime hayranlıkla bakarken. Bir müddet sonra tamamladığını sandığım sözüne devam etti. "Bazen çok düşünmenin sonu felakettir. Benimle evlen Tuğçe Soykır. Ağlarsak beraber ağlayalım gülersek beraber gülelim. Ben senin arayış içerisinde olacağım bir kaybediş olmanı istemiyorum. Seni kaybetmek istemiyorum Tuğçe Soykır."
  
Benden bir cevap bekleyen gözlerini bir an olsun yüzümden ayırmıyordu.
  
"Ciddi misin sen?" dedim şaşkın bir ifadeyle.
  
Başıyla onayladı. Birkaç dakika hiçbir şey dememem üzerine endişeli ama endişesini belli etmeyen bir tavırla, "Neden sustun? Hayır mı?" dedi.
  
Endişesi üzerine, "Hayır değil," dedim.
  
"Neden sustun peki? Yine saçmaladım ben değil mi? Özür dilerim Tuğçe. Seni rahatsız ettim," dedi.
  
"Yok, hayır. Bilmiyorum... Ben böyle bir şey beklemiyordum. Ama şu an çok farklı hissediyorum, ya da hissettiğimi sanıyorum."
  
"Aşk nedir biliyor musun?" dedi. "Aşka inanmayanlar aşk tarafından kırgın olanlardır. Ama aşka inananlar gerçek aşkı bulmuş olanlardır. Aslında mesele aşk değildir. Asıl mesele sevdiğin kişidir. Eğer ki sevdiğin kişi seni aşka inandırmışsa sana göre aşk vardır. Yok eğer inandırmamışsa sana göre aşk yoktur. Aşk sevdiğin kişidir. Bu ise aşkın seni aşka inandırıp inandırmayacağına bağlı, yani sevdiğin kişinin. Ve bundan emin ol, aşkın seni aşka inandıracak."
  
"Sen gerçek misin?" dedim gözlerim dolu bir şekilde.
  
Gülümsedi. Başını sallayıp, "Evet ben gerçeğim," dedi.
  
"Sen beni oradan kurtardın. Beni, başka bir hayatın olabileceğine inandırdın. Mehmet, ben yaşamıyordum. Sen nefes almamı sağladın."
  
"Belki de bunları söylemem seni tedirgin etti Tuğçe. Ama harbi ya seni gördüğüm anda senden etkilendim. Ben seni kaybedemezdim. Soyadım biraz değil hatta baya iyi değil ama kalpsiz değilim yani."
  
Yüzünde kocaman bir gülümseme oluştu. O güldü, ben de güldüm.
  
"Hayatımda ilk defa bu kadar rahat ve huzurlu hissediyorum. İlk defa gülmek geliyor içimden. Bunun için de teşekkür ederim," dedim.
  
"Ben varken seni kimse üzemez," dedi. "Senin gülmen için herkesi ağlatabilirim. Ama eğer ki sen ağlarsan o zaman kendim dâhil herkesi mahvederim."
  
Günler, haftalar ve hatta aylar birbirini kovalarken aradan iki ay geçmişti. Bir gün kahvaltı yaparken kapı çaldı. Mehmet kapıyı açmak için yerinden kalktı. Peşinden gittim, yüzümde kocaman bir gülümseme vardı. Mehmet kapıyı açar açmaz şaşkınlıkla olduğum yerde kalakaldım. Karşımda annem ve babam duruyordu ve babamın yüzünde yine her zamanki gibi o korkunç ifade yer alıyordu. Önce Mehmet'e değen bakışları bir anda yüzümü buldu. İzin almadan sinirli bir şekilde içeri girip bana doğru geldi. Korkuyordum, bu korkunç ifade bana hatırlamak istemediğim anılarımı hatırlatıyordu. Tokat atmak için elini kaldırdı. Korkudan başımı iki elimin arasına aldım. Çok kısa bir süre öylece bekledim. Korkuyla başımı kaldırdım. Kaldırmamla babamın bana tokat atmak için kaldırdığı eli Mehmet'in tuttuğunu gördüm. Mehmet sinirliydi. Babamın alnındaki derin çizgiler kendisini belli etmişti. Annem yine her zamanki gibi uzak durmuş bize bakıyordu. Bu tablo beni korkutmaya yetmişti. Her an ne olacağı belli olmazdı. Babam, Mehmet'in elini bırakması için kıvranırken sinirli bir şekilde bana bakıyordu. Mehmet'in babamın elini tuttuğu eline dokundum. "Bırak gitsinler," dedim. Mehmet bir an bile düşünmeden sıktığı eli hızlı bir şekilde bıraktı.
  
Babam kolumu tutarak, "Yürü," dedi bağırarak. "Hadi gidiyoruz!"
  
Önce babamın kolumu tuttuğu eline sonra ise Mehmet'e baktım. Gözlerimden gelen gözyaşı seline engel olamadım. Mehmet, babamın kolumu tuttuğu elini tutarak âdeta kıracakmış gibi sıkıp geriye attı.
  
"Bu kızı bir daha ağlatmana izin vermeyeceğim," diye bağırdı.
  
"Şuna bak hele," dedi babam alaylı bir ses tonuyla. "Sen kimsin?"
  
"Kim olduğum seni ilgilendirir mi?"
  
"Beni ilgilendirmiyorsa kızımı da ilgilendirmez. Tuğçe yürü hadi gidiyoruz."
  
Mehmet sinirlenerek, "Tuğçe'yi hiçbir yere götüremezsin!" dedi.
  
Babam Mehmet'e doğru yaklaştı. "Benim kızım neden seni bu kadar ilgilendiriyor?" dedi.
  
"Çünkü kızını seviyorum. Hatta kızın da beni seviyor."
  
"Benim kızım kimseyi sevemez!"
  
Mehmet daha çok sinirlenerek beni elimden tuttuğu gibi yanına çekti. "Neden sevemezmiş?" dedi. "Herkesi kendin gibi görmekten vazgeç. Kimse senin gibi sevgisiz değil. Bu arada her gün dövdüğün kişiye utanmadan bir de kızım mı diyorsun? Ne hakla? Baba mısın sen? Söyler misin bana baba mısın sen? Tuğçe bir daha senin yüzünden ağlamayacak, onu ağlatamayacaksın. Bu sana son sözümdür. Şimdi çık git evimden, hemen!"
  
Mehmet'in yanımda olduğunu bildiğim için o kadar rahattım ki... Hatta bazen kendi kendime iyi ki de o gün o evden atılmışım diyorum. İyi ki de Mehmet beni görmüş. Mehmet tutmakta olduğu elimi daha da sıkı tutup yüzüme baktı. Gülümsedi, hem de böyle bir anda.
  
Bana, "Gülümsediğimde seni de gülümserken görmek istiyorum," demişti. O gülümsedi ve ben yine gülümsedim. Babam sinirden kıpkırmızı olmuş bir şekilde bir bana bir Mehmet'e baktı. Mehmet kapıyı gösterip, "Buyurun," dedi. "Dışarı alalım sizi."
  
Babam ağır adımlarla dışarı çıktı. Mehmet arkasından kapıyı kapattı. Tutmuş olduğu elimi öperek, "Sana, ben varken seni kimse ağlatamaz, demiştim. Ağlatamaz işte bu kadar."
  
Beraber yarım bıraktığımız kahvaltıyı yaptıktan sonra Mehmet odasına gidip giyinerek geldi. Üzerindeki siyah ceketi, siyah pantolonu, beyaz tişörtü ve havaya kaldırmış olduğu saçlarıyla oldukça çekici görünüyordu. Mehmet'ten gözlerimi alamıyorken, "Sen hâlâ hazır değil misin?" dedi.
  
"Neye?" dedim.
  
"Bugün benimle birlikte şirkete geleceksin ya..."
  
"Kim demiş? Ben mi geleceğim?"
  
"Burada başka birisi var mı? Tabii ki de sen. İtiraz falan istemiyorum. Hadi hazırlan arabada seni bekliyor olacağım."
  
Hiçbir şey dememe izin vermeden gitti. Mecburen yerimden kalktım. Hazırlanarak dışarı çıktım. Arabaya bindim. Şirkete geldiğimizde Mehmet kapının önünde duraksayıp, "Şirkette sakın gülme," dedi.
  
"Neden?"
  
"Şimdi birisi falan âşık olur uğraştırma bizi," dedi gülümseyerek. Gülümseyerek başımı yere eğdim. Elimi sımsıkı tuttu. Beraber şirketin kapısından içeri girdik. Bütün gözler üzerimizdeydi.
  
"Kıza bak... Mehmet Bey geldi. Kız da güzelmiş... Patron geldi toplanın." Havada uçuşan bu konuşmaları duymamak için sağır olmak gerekliydi sanırım. Ben utançtan başımı yerden kaldıramıyorken Mehmet gayet kararlı bir edayla adımlarını ağır ağır atıyordu. Beraber Mehmet'in odasın geçtik. Şu an kendime sorduğum tek soru, "Benim burada ne işim var?" Dayanamayıp koltuğuna oturmuş elindeki saate bakan Mehmet'e bakışlarımı yönelttim. "Benim burada ne işim var?" dedim.
  
"Senin yerin benim yanım," dedi. "Ne yani ben burada sen benden uzak... Olur mu yani?" Az bir sustu. "Gözlerimi gözlerinden mahrum bırakamazsın."
  
Neden olduğunu anlamadan yüzüme kocaman bir gülümseme yerleşti. Sondaki sözünde öyle güzel yüzüme baktı ki... O bakış için nelerimi vermezdim ki, inanın kendimden bile vazgeçerdim. Evet, biliyorum sondaki cümlem çok abartılı oldu ama sevgi çok başka bir şey. Sevilmek, sevmek için kendinizden bile vazgeçersiniz. Hatta beni en iyi sevilmemiş, sevgi görmemiş insanlar anlayabilir. Bu kadar sevgi omuzlarımıza ağır gelir, bu borcun altında kalmış gibi hissederiz ve bunun için her şeyden vazgeçeriz, kendimizden bile. Gözlerimle etrafıma bakınırken birden Adnan odaya geldi. Elinde birkaç dosya bulunuyordu. Beni gördüğünde dudağının kenarını ısırıp gülmeye başladı.
  
"Tuğçe Hanım," dedi. "Sizi buralarda görmek ne hoş."
  
"Ya ya ne demezsiniz," dedim.
  
Bakışlarımı yere devirdiğimde Mehmet'in Adnan'a sinirle baktığını seziyor gibiydim. Mehmet, bakışlarını Adnan'dan ayırmadan, "Tuğçe, sevgilim önündeki dosyaları uzatır mısın?" dedi.
  
"Sevgilim mi?" Adnan afallamış bir şekilde bir bana bir Mehmet'e baktı. Mehmet yüzünde yavaştan oluşan gülümsemeyle oldukça hâlinden memnun görünüyordu.
  
"Evet, sevgilim. Bir sorun mu var Adnan?"
  
"Yok, sorun yok da Tuğçe ismine başaran soyadı daha çok yakışır. Tuğçe Başaran... Harika olmaz mı?"
  
Mehmet sinirden yumruk yaptığı elini kalkıp Adnan'ın yüzünde patlatmak için saniyeleri sayıyor gibiydi.
  
"Ne oldu Mehmet? Yoksa hoşuna gitmedi mi? Bence Tuğçe'nin ismine çok yakıştı. Değil mi Tuğçe?"
 
Adnan rahatsız eden bakışlarını bana yönelttiğinde şu an oluşacak manzarayı gözümde canlandırmamak için aklımı başka şeylerle meşgul etme çabası içerisindeydim. Mehmet'in sinirden alnının kenarında oluşan damarların hiç kaybolmaya niyetleri yoktu. Yerinden kalktığı gibi Adnan'ı kolundan sertçe tutup sürükleye sürükleye odadan çıkardı. Peşlerinden koşarak gittim. Bütün gözler üzerimizdeydi. Mehmet sıkıca tuttuğu kolu kırmak için yemin etmiş gibiydi. Adnan'ı sürükleye sürükleye götürüp şirketin kapısından dışarı attı.
  
"Yakışır diyorsun yani öyle mi? Al sana bu yakışır. Kovuyorum seni, bir daha şirkette olmak üzere seni buranın etrafında görmeyeceğim. Bu sana son sözümdür."
  
Adnan hâlinden gayet memnun bir şekilde sırıtmaya devam ediyordu. Rahatsız edici bakışları yine yüzümü buldu.
  
"Sen benim soyadımı alacaksın Tuğçe Soykır. Sen Tuğçe Başaran olacaksın," der demez Mehmet yumruk yaptığı elini Adnan'ın yüzünde patlattı. Bütün şirket dışarıda olanları hayret içerisinde izlerken bana değmeyen göz yoktu.
  
"Bak sana son defa söylüyorum Adnan, elimden bir kaza çıkmadan yürü git buradan."
  
Daha fazla olay çıkmasına engel olabilmek için koşar adımlarla kendimi Mehmet'in yanında buldum.
  
"Tamam," dedim. "Bırak ne hâli varsa görsün. Gidelim buradan, lütfen..."
  
Beni inceleyen gözleri yavaşça süzdüm. Mehmet elimden tuttu. Tamam der gibi başını salladı.
  
"Asena," diye bağırdı. "Masamın üstünde çantam olmalı, getirir misin?"
  
Yaklaşık beş dakika sonra Asena denilen kişi elinde Mehmet'in çantasıyla geri geldi. Mehmet çantasını alır almaz bana bakarak, "Hadi," dedi. "Gidelim."
  
İkimiz de buradan hemen uzaklaşma çabasıyla hızlı bir şekilde arabaya doğru gittik. Arabaya bindiğimizde hâlâ arkamızdaki bakışların üzerimizden çekilmeye hiç niyetleri yok gibiydi. Yolda hiç konuşmadan eve geldik. Mehmet dış kapıyı kapatırken yüzüme bakıp, "Böyle bir tatsızlık olmasını istemezdim," dedi.
  
"Sorun değil," dedim gülümseyerek.
  
"Benim yarına kadar halletmem gereken birkaç dosya var, sunuma tamamen hazır olmam lazım. Bir şeye ihtiyacın olursa eğer ben çalışma odamdayım."
  
"Peki, tamam."
  
Mehmet ağır adımlarla yavaş yavaş ilerlerken, odasına girene kadar bakışlarımı ondan çekmedim. Odasına girdiğinde bir bardak su içip ben de odama gittim. Yatağıma uzanarak bugün yaşanan tatsız olayları düşündüm. Düşündüm de Mehmet'in hayatına girdiğimden beri hiçbir işi yolunda gitmiyor, doğru düzgün çalışamıyor. Geçen gün onlar için çok önemli olan ihaleyi de kaybetmişler, son bir şans verilmiş yarına kadar sunumu eksiksiz olarak tamamlaması lazım. Yoksa bu sefer gerçekten kaybedecekler. Bir annem, bir babam ikide bir buraya gelip rahatsız ediyorlar. Adnan desen o zaten hiç çözülemeyecek bir sorun... Keşke hiç karşılaşmasaydık dediğim anlar da olmuyor değil, sonra sadece ama sadece gülüşü aklıma geliyor, iyi ki de karşılaşmışız diye düşüncemi değiştiremeden edemiyorum. Çünkü gülüşü çok güzel. Hem de hayal edemeyeceğiniz kadar...
  
Masanın üzerine bıraktığım telefonumu elime aldım. Mehmet'e mesaj atmak istiyordum.
  
"Özür dilerim..." yazdım.
  
Anında cevap verdi.
  
"Mehmet: Neden?"
  
"Düşündüm de ben sana hiç iyi gelmemişim."
  
"Mehmet: Sen bana geldin ya... Bu iyi bir geliş olmuş mu ya da olmamış mı beni zerre alakadar etmez artık. Sen iyi ki ama iyi ki geldin, ve iyi ki bana geldin."
  
Yazdığı her kelimeye kalbimi bırakabilirdim, hem de hiç düşünmeden. Ya ne ara ben ona bu kadar âşık oldum? Ne ara ben ona bu kadar bağlandım? Bilmiyorum. Seviyorum, anlatamıyorum. Sadece hissediyorum, her şeyi unutsam bile hissettiğimi unutmamak için hissediyorum.
  
"Mehmet: Ve Mehmet Tuğçe'ye yeniden âşık olur..."

Mehmet'in attığı bu mesaja bakarken gözlerim dolmuştu. Yemin ederim çok güzeldi, bu his hissetmeyenin anlamayacağı kadar güzeldi. Parmaklarım titreye titreye yazdığım mesajı Mehmet'e attım.
  
"Ve Tuğçe Mehmet'e yeniden âşık olur..."

Mutluluktan gözlerimden yaşlar gelirken attığı bir diğer mesaj daha da mutlu olmama sebebiyet verdi.
  
"Mehmet: Ve iyi ki de oldun, iyi ki de oldum."
  
Ellerimin titremesine mani olamadan, "Mehmet," yazdım. "Benim sana söylemem gereken çok güzel bir haber var ama şimdi söylemeyeceğim."
  
"Mehmet: Ne zaman söyleyeceksin? Söyle hadi. Bir kalbim var benim, heyecanlandırma beni." Mesajı o kadar hızlı atmıştı ki, sanırım çok heyecanlanmıştı.
  
"Zamanını bekliyorum," yazdım. "Sabırlı ol biraz."
  
"Mehmet: İstemeniz yeterli Tuğçe Hanım. Sabırlı oluruz o zaman."
  
Aldığım nefesi geri verirken telefonumu masanın üzerine geri bıraktım. Telefonumun tekrardan titrediğini fark ettiğimde heyecanla masanın üzerinden geri aldım. Mesaj Mehmet'ten değildi. Bilinmeyen bir numaradandı. Mesajda, "Ben Adnan, bir bahane bulup şirketin yanındaki kafeye gel. Seni bekliyor olacağım. Konuşacaklarımız var. Gelmezsen eğer neler olacağını tahmin bile edemezsin," yazıyordu.
  
Adnan mı? Bana ne diyecekti ki? Oraya gitmek zorunda değildim ama gitmesem olacakları tahmin bile edemezsin diyordu. Telefonumu çantama koydum. Gidip Mehmet'in çalıştığı odanın kapısını tıklatıp içeri girdim. Mehmet beni görür görmez gülümsedi. Her zaman dediğim gibi, o gülümsedi ben de gülümsedim.
  
"Mehmet ben çıkıyorum," dedim.
  
"Nereye?" dedi.
  
"Şey... Halletmem gereken birkaç işim var da onun için."
  
"Ne işi Tuğçe? Söyle beraber halledelim."
  
"Yok, sen gelme hemen gidip geleceğim zaten."
  
"Peki o zaman. Seni bekliyor olacağım."
  
Kapıyı yavaşça kapatıp hızlı hızlı kafeye doğru yol aldım. Kafeye geldiğimde gözümle masaları kontrol ettim. Adnan'ı görür görmez hiç oturmadan, "Ne diyeceğin var?" dedim. "Gitmem lazım."
  
"Neden? Ne acelen var? Mehmet mi bekliyor yoksa? O daha çok bekler," dedi.
  
"Ne söyleyeceksen çabuk söyle Adnan!"
  
"Adımı ağzından duymak çok hoş, Tuğçe Başaran."
  
Elimde olmadan çok fazla sinirlendim. Elimi masaya vurarak, "Ne başaranı?" dedim. "Sınırını aşıyorsun. Ben Tuğçe Soykır."
  
"Tuğçe Soykır olduğunu biliyorum," dedi. "Ama şimdilik."
  
"Evet, haklısın şimdilik. Çünkü ben Tuğçe Kalpsiz olacağım."
  
Yüzünde yavaştan kendini belli eden o korkunç ifade belirdi. Eliyle kolumu sıkarak kulağıma doğru eğildi.
  
"Sen Tuğçe Başaran olacaksın," dedi. "Hem de üç gün sonra. Mehmet Kalpsiz diye birisi yok, adına aşk dediğiniz oyunu bitirin artık. Sana sadece üç gün müddet var. Ne yap et bu oyunu boz. Mehmet benim en yakın arkadaşım olabilir ama eğer ki istediklerim olmazsa Mehmet de olmaz. Anlıyor musun beni? Mehmet diye birisi ortada kalmaz. Bu sana olan son sözümdür. Şimdi kalk git o Mehmet'in yanına ve bu oyunu boz. Üçüncü günün sonunda Tuğçe Başaran olmazsan eğer Tuğçe Kalpsiz de olamazsın. Çünkü o soyadı taşıyan kimse ortada kalmaz."
  
Sıkmış olduğu kolumu hunharca geriye doğru atıp yerinden doğruldu. Korkunç bakışları yüzüme değdiği an yavaş yavaş uzaklaşmaya başladı. Karışık duygular içerisinde kıvranırken gözümden akan yaşlara mani olamadım. Bir insanın özgürlüğü başkalarının emellerine karşın ellerinden alınamazdı. Ben Mehmet'i çok seviyordum, ben Mehmet'e çok âşıktım. Ne diyecektim ki ben ona? Bilmiyordum, hiçbir şey bilmiyordum. Tam her şey bitti artık mutluyum derken yine derin ve sonu olmayan bir karanlığa mı gömülecektim? Yine karanlığımda yanlızlığımla baş başa mı kalacaktım? Hayır, ben bunu istemiyordum. Ben iki ay önceki eski bene tekrardan hapsolmak istemiyordum. Ben tekrardan yalnızlığımla boğuşmak istemiyordum. Bu yükleri omzumdan yeni atmışken tekrardan sırtlanmak istemiyordum. Ben hiçbir şey istemiyordum. Mehmet'i çok seviyordum. Ben Tuğçe Başaran değil Tuğçe Kalpsiz olmak istiyordum. Tuğçe kalpsiz olamasam da Tuğçe Soykır olarak kalmak istiyordum. Ben o ürkütücü insanla evlenmek istemiyordum. Adnan'ı gördüğümde nedense babamı hatırlıyorum. Bana babamı anımsatıyor. O nefes alışverişi, sinirlendiğinde yüzünde oluşan o ürkütücü hâl babamın tıpkısıydı. Başımı eğmiş parmaklarımla oynarken telefonum çalmaya başladı. Arayan Mehmet'ti. Telefonu açarak, "Efendim Mehmet," dedim.
  
"Ağlıyor musun sen?" dedi. Sesi çok endişeli geliyordu.
  
"Hayır ağlamıyorum."
  
"Neredesin sen? Söyle hemen gelip alacağım seni."
  
"Yok yok ben geliyorum zaten."
  
"Tamam, seni bekliyorum haberin olsun."
  
Telefonu kapattım ve hıçkırıklar içerisinde ağlamaya başladım. Ben Mehmet'e ne diyecektim? Ben onu bu kadar seviyorken gözlerinin içine bakıp nasıl, seni artık sevmiyorum diyebelecektim? Ben Mehmet'e kıyamıyorken ona bunu nasıl diyebilirdim? Çıkılması zor bir durumdaydım. Hayatım eski günlerine doğru yavaştan yol alıyordu. Ve ben bu yolun yolcusu olarak bu yolu yürümek istemiyordum.

BANA ÇOCUKLUĞUMU VERWhere stories live. Discover now