MESEL

Por Dilopervinova_

18K 1.2K 85

İbret alınacak bir söz ya da hikaye. "Seninle değil, senin için mücadele ediyorum," isyan dolu sesi dişleri... Más

1.BÖLÜM: YIL DÖNÜMÜ
2.BÖLÜM: DUVAK
3.BÖLÜM: İLK TANIŞMA
5.BÖLÜM: DOĞRU KİŞİ
6.BÖLÜM: FARKINDALIKLAR
7.BÖLÜM: DIŞARIDAN BAKILDIĞINDA
8.BÖLÜM: BAŞKA YOL YOK
9.BÖLÜM: ZAMAN
10. BÖLÜM: GÖLGESİ ALTINDA
11.BÖLÜM: KARŞILIKLI İTİRAFLAR
12.BÖLÜM: ACI YÜZLEŞME
13.BÖLÜM: BEDELİ VAR
14.BÖLÜM: LOTUS ÇİÇEĞİ
15.BÖLÜM: SENİN BEN OLDUĞUNU BİLİRİM
16.BÖLÜM: FARKLI PENCERELER
17. BÖLÜM: AMA DİLEYEBİLİRİM
18.BÖLÜM: BENİ DUYMUYORSUN
19.BÖLÜM: BENİM SEVEMEYECEĞİM BİRİ
20.BÖLÜM: İKİ BEDEN TEK RUH
21. BÖLÜM: DOĞRU VE YANLIŞ
22.BÖLÜM: GİTMEK Mİ KALMAK MI
23.BÖLÜM: CEVAPSIZ SORULAR
24.BÖLÜM: YENİ HAYATLAR
25.BÖLÜM: KÖTÜNÜN BULAŞTIĞI İYİ
26.BÖLÜM: KARŞILIKLI SUSKUNLUKLAR
27.BÖLÜM: ARKADA KALANLAR
28.BÖLÜM: BAZI ŞEYLER DİLE GELMEZ
29.BÖLÜM: SON PİŞMANLIKLAR
30.BÖLÜM: ARTIK VARDI
YENİ KURGUM: ISTAKOZ

4.BÖLÜM: HEDİYE

988 80 7
Por Dilopervinova_

Ağrıyan gözlerimi ağır ağır kırpmaya devam ederken, doğan güneşi izliyordum. Kucağımda duran ellerim buz kesmişti, tam tersi şekilde sanki izlediğim güneş içimde doğuyormuş gibi yakıcı bir sıcaklık hissediyordum. Gece boyunca gözüme uyku girmediği için pencereye doğru çevirdiğim tekli koltukta oturmuştum ve salonda sabahlamıştım.

Zihnimde öyle bir sessizlik hakimdi ki buna pek alışık olmadığım için yadırgıyordum. Tek başıma kaldığım her anda yaşadıklarımı sorgulayan ben, şu anda boş bir tahtayı andıran zihnimle baş başa oturmuş, sadece dışarıyı izliyordum.

Belki de artık sorgulayacak tek bir şeyim dahi kalmamıştı? Farkında olmadan her şeyi tüketmiştim ve belki de geriye sadece derin bir sessizliğin hakimiyet sürdüğü boş bir zihin bırakmıştım?

Bu olası durum beni içten içe rahatsız etti çünkü bu ben değildim. Ben, yaşadığım hatta yaşama ihtimalim olan şeyleri bile sürekli düşünür, ne olduğunu ya da ne olacağını merak içinde hep sorgulardım. Şimdi neden bunu yapamıyordum?

Oturduğum yerde kıpırdanırken güneş artık gökyüzündeki yerini iyice belli etmeye başlamıştı. Nasıl ki güneş bir gün bile doğmaktan vazgeçmiyorsa ben de olduğum kişiden vazgeçemezdim. Kendimi bu şekilde sessizliğe bırakarak sadece kendime zarar verirdim, biliyordum.

Üşüyen ellerimi yüzüme götürüp gözlerimi ovdum. Bu karamsarlığımın nedeni neydi, onu bile bilmiyordum ama üzerimde kaldıramayacak kadar ağır bir yük varmış gibi hissediyordum. Dün geceden beri hissettiğim, o olduğum yere sığamama hissi hala yakamı bırakmamıştı ve ben bu boğucu histen bir an önce kurtulmak istiyordum. Ellerimi yüzümden çekip yeniden kucağıma koydum ve sokağa dökülmeye başlayan insanlara bakınmaya başladım. Bu şekilde ne kadar zaman geçirdim bilemezken gün artık tamamen doğmuş, insanlar kalabalık oluşturacak şekilde kendisi sokağa atmıştı.

"Arya?"

Beklemediğim bu ses korkmama sebep olsa da kıpırdamadım. Nejat, bastığı yerlerde gürültü çıkaran birkaç adım atarak bana doğru yaklaştı ve neyse ki yüzünü göremeyeceğim bir yerde, arkamda durdu.

"Ne yapıyorsun burada?"

"Oturuyorum," dizlerimi kendime doğru çektiğim sırada içimde hissettiğim o sıcaklıktan artık eser kalmamıştı.

"Gece yatmadın mı?"

"Yattım," diye yalan söylemek zorunda kaldım çünkü sorularına maruz kalmak istemiyordum. "Ama çok erken uyandım."

Nejat bir şey demedi. Arkamda, ses çıkarmadan dururken ne yaptığını merak ettim ama bu çok kısa sürmüştü, Nejat sesli bir şekilde soluklandı.

"Benim hemen çıkmam lazım, kahvaltı etmeyeceğim."

" Tamam,"

Nejat yeniden sessizliğe büründü, ardından hoşnutsuzluğunu anlatmak ister gibi sert adımlarla salondan çıkarak beni yalnız bıraktı. Onun merdivenlerden tamamen indiğini duyduktan sonra bacaklarımı indirdim ve ayağa kalktım. Dalgın adımlarla ilerledim, salonun kapısından çıkacağım an içeriye giren Zehra'yla çarpıştık.

"Affedersiniz!" dedi elinde dikdörtgen bir tepsi taşıyan Zehra. "Göremedim sizi."

"Ben de fark edemedim, kusura bakma," dedim ve yanından geçip salondan çıktım. "Bu arada kahvaltı hazırlama Zehra, Nejat Bey çıktı, ben de etmeyeceğim."

"Tabi," dedi Zehra ve geldiği merdivenleri tekrardan indi.

Ben de odaya girdim, direkt olarak yatağın sol tarafına düşen ebeveyn banyosuna girdim ve üstümdekileri çıkarak hızlı bir duş aldım. Duşun ardından kendimi biraz daha iyi hissederken üstümde beyaz renk bornozumla banyodan çıktım ve dolabıma yöneldim. Kıyafetlerime bakınırken havanın güneşli olduğu geldi aklıma, belki biraz yürüyüş yapmak daha da iyi gelebilirdi. Dolabımın sağ tarafına yöneldim ve gri renkte bir kapüşonlu, altıma ise siyah renkte bir tayt çıkardım. Bornozumu çıkararak üstüme kıyafetlerimi giydim, ardından tekrardan banyoya giderek ıslak saçlarımı kuruttum ve aynanın yanındaki dolapta bulunan lastikli tokamla saçımı atkuyruğu yaptım. Yeniden odaya girdiğimde kendimi bir nebze olsun daha enerjik hissettiğimi fark ettim. Bu enerjiyi kaybetmemek adına önce çoraplarımı sonra ayakkabılarımı giydim, ardından şişme yeleğimi ve telefonumu da alarak odadan çıktım.

Merdivenleri aşıp evden tamamen çıktıktan sonra yolun karşısına geçtim ve sahil yolu boyunca ellerim cebimde adımlamaya başladım. İlerledikçe benim gibi yürüyüşe çıkmış birçok insanla karşılaştım. Belki ben onlara göre daha yavaş ve daha temposuz yürüyordum ama umursamadım, yol boyunca denizi izlemeye devam ederek yürüdüm.

Evdeyken hissettiğim o enerjimi yavaş yavaş kaybettiğimi fark ediyordum. Sıkıntılı bir nefes verdiğimde neden kendimi böylesine hüzünlü hissettiğimi bir türlü anlayamıyordum. Belki bu hüzün de değildi, adını koyamadığım garip bir his vardı içimde ve bu sanki bedenime sığmayarak dışarıya taşmak istiyordu.

Ceplerimdeki ellerimi yumruk yaparak önüme odaklandım. Şu yolu sonsuza kadar yürüyebilmeyi ve yolun sonunun hiç bilmediğim ve asla geriye dönemeyeceğim bir yere çıkmasını diledim. Bu dileğimi sanki gerçekleşmesi mümkünmüş gibi kafamda şekillendirmeye başladım ve tahmin edemeyeceğim dakikalar boyunca artık ayaklarımın ağrıdığını hissettiğim ana kadar devam ettirdim. Az da olsa hızlanan nefesim dinlenmem gerektiğini hatırlattı bana, o yüzden sahile konulmuş bankalardan birine oturdum ve nefesimi kontrol altına almaya çalıştım.

Cebimden telefonumu çıkarıp ekrana baktım, bir saatten fazla zamandır yürüdüğümü fark edince şaşkınlıkla geldiğim yöne doğru baktım ve ucu bucağı gözükmeyen yolda evden çok uzağa geldiğimi anladım. Bir anda oldukça yorgun ve aç hissettim kendimi, tekrar eve nasıl yürüyecektim? Yanıma para almadığıma inanamayarak arkama yasladım. Geri dönüşü düşünmeyi sonraya bırakarak sadece dinlenmeye çalıştım, derken çok geçmeden telefonum çalmaya başladığı için yeniden cebimden çıkarak ekrana baktım. Bu tanımadığım numara kaşlarımı çatmama sebep olurken ısrarla çalan telefonumu dayanamayarak açtım.

"Efendim?" dedim belirsiz bir sesle.

"Merhabalar efendim," dedi duymayı asla beklemediğim tanıdık bir ses, alayla gülüyordu. "Ben Çağan,"

"Çağan?" şaşkınlığım adeta dalgalar halinde tüm benliğime vuruyordu. "Sen numaramı nereden buldun?"

"Uzun bir araştırma sonucunda elde edebildim,"

"Araştırma mı?"

"Tamam, Arzu'dan aldım," dedi sanki bir itirafta bulunurmuş gibi hızlıca. "Rahatsız etmedim değil mi?"

"Hayır," dedim hemen. "Sadece şaşırdım,"

"Kusura bakma, Arzu'dan almaktan başka seçeneğim yoktu,"

"Önemli değil," oturduğum yerde dikleştiğimde içimdeki merak boğazımı kurutmuştu. "Bir sorun mu var?"

"Hayır," dedi ve hemen ardından bir kapının açılma sesi geldi. Neredeydi acaba? "Ben, senden bir iyilik istemek için aramıştım,"

"Nasıl bir iyilik?" engel olamadığım bir heyecan içimde canlandı, yine engel olamadığım bir gülümseme dudaklarımda belirmişti.

"Bugün görüşebilir miyiz, o zaman bahsederim,"

"Bugün mü?" diye sordum ama Çağan'dan ziyade bu soru kendimeydi. Oldukça meraklandırmıştı Çağan beni, istediği iyilik neydi öğrenmeyi çok istiyordum. Ayrıca ona yardımımın dokunacağı fikri de bana iyi hissettirmişti, o yüzden sanki görebiliyormuş gibi kafamı olumlu şekilde salladım.

"Olur,"

"Harika. Uygunsan hemen çıkabilir misin?"

Başımı eğip kılığıma baktım. Bu halde onunla görüşmem uygun olur muydu? Eve gidip üstümü değiştirmeyi düşündüm ama param olmadığı için eve yürüyerek dönmem gerekecekti ki düşünürken bile yorulmaya başlamıştım. Çağan'ın da acelesi olmalıydı ki hemen çıkabilir misin diye soruyordu, şimdi saatler sonrasında çıkmayı teklif etmem uygun kaçmayabilirdi. O yüzden kılığımı umursamayarak kabul etme kararı verdim.

"Aslında ben zaten dışarıdayım, yalnız beni almaya gelebilir misin?"

"Olur tabi," dedi, sesinin derinlerinde nedenini çözemediğim şaşkınlık kırıntıları hakimdi. "Konum atman yeterli olur,"

"Tamam, görüşürüz,"

Telefonu kapattığımda ellerimin birdenbire buz kestiğini fark ettim ve bu kesinlikle havadan dolayı değildi, zira oldukça sıcak bir gündü. Yumruk şekline soktuğum ellerimi kucağıma koyduğum anda tanıdık bir his göğsümdeki yerini almıştı. Sanki bir kuşun kanadı orada çırpınıyormuş gibi hissettiğim bu hareketlilik normal miydi değil miydi bilmiyordum ama oldukça belirgin bir histi.

Heyecan yapmam normal diye düşündüm, sonuç olarak bugün Çağan'ın arayıp da benden bir şey isteyeceğini tahmin edemezdim. Bu beklenmedik durumun ben de heyecan yaratması normaldi kesinlikle. Oturduğum yerde sağ bacağımı titretmeye başlattığımda Çağan'a konumu göndermediğim aklıma geldi, hızla telefonumu aldım ve numarasına konumumu attım. Bir an Çağan'ı rehberime kayıt edip etmeme arasında kalsam da sonradan kayıt etmemin daha mantıklı olacağına karar verdim. Sonuçta tanıdığım biriydi ve bir iletişimimiz vardı. Ayrıca Çağan bir iyilik istemek için beni arayabildiğine göre tahmin ettiğimden daha fazla bir samimiyet vardı aramızda.

"Neden beni aradı?" diye sordum kendi kendime. Yardım isteyecek başka birileri illa ki olmalıydı hayatında, neden daha birkaç gündür tanıştığı beni aramıştı? 

Bu soruya bir yanıtım yoktu, belki böyle bir soruya gerek de yoktu? Kendine göre elbette mantıklı bir açıklaması vardı, bunu sorgulamamın bir anlamı olamazdı. Hem itiraf etmek gerekirse benden yardım istemesine bir yanım memnundu.

Aklıma birlikte yaptığımız test sürüşü ve ardından içtiğimiz kahve geldi. Düşündüğümde onunla birlikte zaman geçirmek güzeldi, eğlenceli ve konuşkan birisi olduğu için zaman yanında su gibi akıp geçiyordu. Böylesine karanlık hislerle başladığım günüme bir nebze de olsun ışık gireceği için memnun bir şekilde dönüp arkamdaki yolu kontrol ettim ama tabi ki de henüz gelen yoktu.

Bu şekilde kaç dakika geçti bilmezken telefonuma bir bildirim geldi, açtığım ekranda Çağan'dan mesaj geldiğini gördüm.

Attığın konumdaydım, yola doğru yaklaşırsan seni daha rahat görebilirim.

Ondan mesaj gelmesinin garipliğine kapılarak saniyeler boyunca ekrana baktım. Ardından bu anın garip geldiğini hissetmeye başladığım için onu onaylayan kısa bir mesaj attım ve ayağa kalkarak yolun kenarında durmaya başladım. Bir elimle alnıma düşen saçlarımı geriye atarken gözlerim yoldaydı. Hangi model bir arabası olduğunu bilmiyordum ama kenara yaklaşan araçtan o olduğunu anlayabilirdim. Neyse ki çok geçmeden oldukça büyük, siyah renk lüks bir araç sinyal vererek benim olduğum tarafa yaklaştı, kısa sürede tam önümde durdu. Gözlerimi bu güzel araçtan alamazken cam aşağıya indi ve beklemediğim bir anda Çağan'ın yüzünü gördüm.

"Gelsene," dedi Çağan o tanıdığım gülümsemesiyle birlikte. Aracın içinde eğilmiş, bana bakarken birden hareket edemedim ve kaldırımın kenarında onu izlemeye devam ettim.

Giymiş olduğu lacivert gömleğinin üstündeki ceketi de aynı renkteydi,  demek ki ortak sevdiğimiz bir renk vardı. Nedensizce bu bilgiyi hafızama not ederken Çağan'ın kaşları çatıldı, bu beni kendime getiren bir hareket olmuştu. Hızla adım attım ve aracın oldukça büyük kapısını açarak koltuğuna oturdum.

"Günaydın," dedi Çağan ben emniyet kemerimi takarken garip bir sesle. " Ya da tünaydın?"

"Daha on ikiye beş dakika var," dedim ve telefonumu cebime koyup ona doğru döndüm. "O yüzden günaydın."

Çağan yamuk bir şekilde gülerek başını salladı ve aracını çalıştırdı, birlikte yola çıkarken ben de onun gibi gülümsüyordum.

"Koşuyordun sanırım?"  Çağan'ın bakışları kıyafetimde geziniyordu.

"Hayır," zaten kulağımın arkasında olan saçımın parmaklarımla üstünden geçtim. "Biraz yürüdüm sadece,"

"Hava çok güzel, iyi yapmışsın,"

"Sen işte miydin?"

"Evet," dedi, aslında üstündeki takımdan da belli oluyordu. Onu hep takım elbise içinde gördüğümü anımsayınca günlük kıyafetler içinde nasıl göründüğünü merak etmeye başladım. " Bu arada beni kırmayıp geldiğin için teşekkür ederim."

"Rica ederim," biraz daha ona doğru döndüm. "Ne için buluştuk peki?"

"Söyleyeceğim ama önce birlikte kahvaltı yapalım mı?" diye sordu, böyle bir teklifi beklemediğim için şaşkınlık içinde ona bakmakla kaldım. "Tabi eğer sen yapmadıysan?"

"Yapmadım," dedim, aslında acıktığımın farkındaydım ama Çağan'la birlikte kahvaltı yapma fikri beklenmekti.

"Tamam, kahvaltı sırasında konuşuruz," dedi bana bakarken, ona hayır demeye razı olmayan gönlüm yüzünden kafamı yavaşça salladım ve onu onayladım. Çağan'ın memnuniyeti yüzünden belli oluyordu.

Zihnimde birden fazla soru dolanmaya başladığı için önüme döndüm. Neden diye başlıyordu bütün sorularım ama bir yanım hala bu soruların anlamsız olduğunu söylüyordu. Belli ki benden isteyeceği iyiliğin karşılığını vermeye çalışıyordu, bu da gayet anlaşılabilirdi. Hem Çağan'ın yabancı biri olmadığı gerçeğini artık aklıma iyice kazımam gerekiyordu, her söylediği ya da istediği şeye bu kadar neden aramayı bırakmalıydım. Kaldı ki akla mantığa uymayan tek bir söz dahi etmemişti, dolayısıyla düşünmeyi bırakmalı ve bu ana odaklanmalıydım.

Yeniden ona döndüm ve yola odaklandığın gördüm. Normalde iki kişi arasında bir sessizlik oluştuğu zaman bu genellikle kişilere rahatsızlık verirdi ve oluşan sessizlik hemen bozulmaya çalışılırdı. Ben nedense bu sessizliği sevmiştim, rahatsızlık bir yana garip bir şekilde huzurlu bir yanı bile var diyebilirdim.

Sanırım aynı şey Çağan için de geçerliydi çünkü oldukça rahat gözüken bir ifadede aracını kullanıyordu. Aslında bir yanım onunla konuşmak, belki hakkında bir şeyler öğrenmek istiyordu ama onu rahatsız etmekten de çekiniyordum. Belki sorulardan hoşlanan biri değildi?

"Neye bakıyorsun?" dedi bir anda Çağan, bu beklemediğim sorusu beynimde yankılanmıştı. "Bir şey mi var?"

Bana baktığı sırada gözlerine hakim olan ifadesine bir isim bulmakta zorlandım. İmalı bir bakış mıydı o, yoksa eğleniyor muydu bu andan?

"Bir şey yok," dedim hala çözemediğim gözlerinin içine bakarken. "Öyle izliyordum sadece,"

"Anladım," dedi ama ne anladığını ben anlayamamıştım. "Sürekli böyle yürüyüşe çıkar mısın?" aniden konuyu değiştirmesinden dolayı başta ağzımın içinden gevelesem de sonunda konuşabildim.

"Evet, yürümek bana iyi geliyor,"

"Öyle mi, bana da iyi gelir mi acaba?"

"İyi gelmesini gerektiren bir nedenin mi var?"

"Bilmem," dedi, sesi de yüzü gibi bir belirsizlik içindeydi. "Bunun için bir nedene mi ihtiyacım var?"

"Olması gerekir," dedim omuzlarımı silkerken. "Ben iyi hissetmediğim anlarda kendimi dışarıya atar, yol boyunca yürümeye başlarım."

"Bunun sonunda gerçekten kendini iyi hissediyor musun peki?" diye sordu, bakışlarındaki merak dikkatimi çekmişti. Hakkımda bir şeyleri bilmek istemesi anlamsız bir şekilde hoşuma gitse de bunu ona belli etmemeye çalıştım.

"Genellikle," dedim doğruyu söyleyerek. Her zaman işe yaramıyordu çünkü bazen öyle olaylar yaşıyordum ki dünyayı baştan sona dolaşsam bile iyi hissedemeyeceğimi biliyordum.

"Bunu denesem iyi olacak," Çağan'ın bu konu gerçekten de dikkatini çekmişti. O çatılan kaşlarına bir anlam veremesem de takılmamaya çalıştım.

"Kesinlikle denemelisin," dedim ve güldüm. Çağan da anlık bir duraksama sonunda benimle birlikte güldü ve bu muhabbetimiz dakikalarca devam etti, bizi durduran şey mekana gelmek olmuştu.

Neredeyse aynı andan araçtan indik ve birlikte dışı beyaz renkle kaplı, daha önce de geldiğim binaya girdik. Kapıda bizi karşılayan görevliyle birlikte ahşap merdivenleri çıktık ve bir metre kadar ilerideki cam kapıdan çıkarak terasa girdik. Yine camdan yapılma korkuluğun yanındaki masaya oturduktan sonra garson yanımızda belirdi.

"Hoş geldiniz efendim, menüyü görmek ister misiniz?"

"Gerek yok," dedi Çağan. "Biz kahvaltı tabağı alalım, bir de filtre kahve,"

"Tabi efendim,"

Garson arkasını dönerek uzaklaştı. Bizim haricimizde diğer dolu olan masalara bakındığım anda tanıdık bir yüz görmemeyi dilerken buldum kendimi, neyse ki buradaki hiç kimseyi tanımıyordum. Rahatlayarak önüme döndüm.

"Sevdiğin bir yere geldik umarım?"

"Evet, sevdiğim bir mekan," buraya daha önce annemle çok gelmişliğim vardı ama ilk defa kahvaltıya geliyordum. "Neden buluşmak istediğini söyleyecek misin?"

"Tabi," dedi bana biraz zorlanıyormuş gibi gelen bir kararlılıkla, kollarını masaya koyarak öne doğru eğildi. "Sana belki saçma gelecek ama birine hediye alma konusunda yardım etmeni isteyecektim,"

"Neden saçma olsun?" bu sıkıntılı yüz ifadesi bana oldukça çocuksu geldiği için kendime engel olamayarak gülümsedim. Çağan'ın gözleri dudaklarıma kaymıştı. "Kim için alacaksın?"

"Kız arkadaşıma," dedi, sanki yüzüme doğru beklenmedik bir hamle yemişim gibi birden irkildim. "Hediye alma konusunda becerikli biri değilim ama doğum günü olduğu için bir şeyler almam lazım."

"Tabi," derken tam olarak ne olduğunu çözemediğim bir his yakama yapışmıştı.

Şaşırmış mıydım? Ama bundan şaşıracak hiçbir şey yoktu, Çağan'ın bir kız arkadaşı olması dünyanın en normal durumuydu. Kendime hakim olamayarak oturuşumu düzelttiğimde Çağan dikkatle yüzümün her ayrıntısında gözlerini gezdiriyordu.

"O zaman birlikte hediye bakmaya gidecek miyiz?"

"Evet," dedim ama bu kısa cevaplarım canımı sıktığı için devam ettim: "Ne gibi bir şey düşünüyorsun peki?"

"Belli bir fikrim yok," deyip arkasına yaslandığı sırada garson tarafında siparişlerimiz gelmişti. Kahvaltılıklar hızlı bir şekilde masaya dizildikten sonra önümüze boş tabak, çatal ve bıçak bırakıldı ardından da kahvelerimiz geldi. Çağan pres makinesini alarak bardağımı doldurmaya başladığı için ona teşekkür maiyetinde gülümsedim.

"Başka bir arzunuz var mı?"

"Hayır, teşekkürler," dedim garsona, yamuk duran bıçağı düzeltirken bizi yeniden yalnız bıraktı. "Teşekkürler Çağan."

Kahvemden bir yudum alırken Çağan kendi fincanını doldurmakla meşguldü. Ellerine baktım, parmaklarının şekli birden gözüme çok hoş geldi, hatta öyle ki bu görüntüyü beyaz bir kağıt üzerine çizilmiş halini hayal ettim. Hatlarını karakalemle kağıda aktardığımda ortaya çok güzel bir sonuç çıkacağına emindim.

"Fikrim yok derken ciddi misin?" diye sordum Çağan'a, baktığım yüzü gayet ciddi olduğunu anlamama yetmişti. "Kız arkadaşının nelerden hoşlandığını bilmiyor musun?"

"Sevil'in nelerden hoşlandığını biliyorum ama gerçekten beğeneceği bir şeyi nasıl bulacağımı bilmiyorum," birden yüzünde memnuniyetsiz bir ifade belirdi. Adının Sevil olduğunu öğrendiğim kız arkadaşından bahsederken böyle bir ifadeye bürünmesini garipsediğimi söyleyebilirdim.

"Birine hediye alınamaması durumunu pek anlayamıyorum," dedim, Çağan kaşlarını çatarak devam etmemi ister gibi sessiz kaldı. "Yani sonuçta kişinin neyi seveceğini ya da neyi sevmeyeceğini biliyorsundur, bu doğrultuda gördüğün her şeyde ona uygun hediyeyi hemen seçmen gerekir."

"Hızlıca karar verebilen biri değilim," diye açıklandı kendini. "Ayrıca pek sık hediye alan biri de değilim."

"Neden?" diye sordum, bu meraklı tavrım Çağan'ı biraz şaşırtmıştı. "Sevmiyor musun böyle olayları?"

"Sevmemekten değil," sanki duyduklarıma ne tepki vereceğimi kaçırmak istemiyormuş gibi dikkat kesilmişti. "Bakma hediye derdine düştüğüme, aslında belirli günler için bir şey alınmasının zorunlu kılınmış olmasından hoşlanmıyorum."

"Ama bazı özel günler insanların harekete geçmesinde itici güç olabiliyor,"

"Olmaması lazım, birine canım istediği zaman bir şeyler alıp vermem normal olmalı ama değil. İlla özel gün adı altında bir gün olacak, aksi takdirde insanlar sadece neden o hediyeyi o anda verdiğini sorgulamaya başlıyor. İşte ben de bundan hoşlanmıyorum."

"Bilemiyorum," diyerek kararsızlığımı dile getirdim, dediklerini sorgularken bir an sonra aklıma düşen bir fikirle masanın üstündeki peçeteyi aldım. Çağan'ın meraklı bakışları üstümdeyken peçeteye bildiğim tek origami olan çiçek şeklini verdim ve tereddüt etmeye fırsat bırakmadan bunu Çağan'a uzattım.

"Al o zaman, bu benden sana hiçbir özel gün olmamasına rağmen verdiğim bir hediye olsun."

Çağan'ın yaşadığı şaşkınlık hem gözlerine hem de yüzüne yansımıştı. Bakışları, elimdeki çiçekte asılı kalırken tereddüt hissi artık görmezden gelemeyeceğim bir seviyeye çıkmıştı. Neyse ki saniyeler sonra yeniden bana baktı, onu böyle ciddi bir ifadede görmeyi beklemiyordum.

"Bu," dedi, kısa bir an ne yapacağını bilmiyormuş gibi bocalasa da ardından elimdeki peçeteden yapılma çiçeği almak için uzandı. "Gerçekten beklenmedik bir hediye oldu."

"Belki de haklısın," deyip arkama yaslandım. "Özel bir günün zorlamasıyla değil de böyle ansızın verilen bir hediye daha anlamlı olabilirmiş,"

"Belki," dedi Çağan ama sanki ne dediğinden pek de emin değilmiş gibi gözüküyordu. Onda böylesine bir şaşkınlık yarattığıma sevinen yanım ayakta beni alkışlıyordu. "Açıkçası bir kadından çiçek aldığım ilk an,"

O güldü, ben de güldüm.

"Bir ilk için daha güzelini hak ediyorsun,"

Bakışları verdiğim çiçekte olan Çağan dediğimi duysa da öylece kaldı. Bu büründüğü sessizliğin nedenini bilmeyi istedim ama bunun imkânsız olduğunu biliyordum. Belki öğrenmeye değecek bir şey bile yoktu? Belki bu takılı kalmış bakışlarının bir anlamı bile yoktu? Birden çok ufak bir pişmanlık hissinin içimde uyandığını hissettim.

"Hatırlatacağı bu an bile yeterli," dedi sonunda, yeniden gözlerimiz birleştiği için sevindim.

Gülümsediğimde o küçük pişmanlık hissi tamamen kayboldu, içimde bir haraketlilik hissederken hala tebessüm ediyordum. Bu plansız gerçekleşmiş anın güzelliğini ben de unutmayacağıma emindim.

"Neyse," dedi Çağan, sanki takılı kaldığı bir şeyden kurtulmak istermiş gibi başını belli belirsiz sallamıştı. "Kahven soğuyacak,"

Kahvemden bir yudum aldığımda içimdeki o hareketlilik hala devam ediyordu. Çağan, ona verdiğim çiçeği tabağının yanına bıraktı ve kahvaltısına başladı, ben de tabağımı kahvaltılıklarla doldurmaya başlarken Çağan'ın bakışlarının belirli aralıklarla bıraktığı çiçeğe takıldığını fark ettim. Gülümsediğimi görmesini istemediğim için başımı önüme eğdim ve peynirden küçük bir lokma aldım.

"Resim kursu verdiğin doğru mu?" diye sordu sessizce geçen birkaç dakika sonunda, ona baktığımda şaşırdığımı anlamış olacak ki hemen ekledi: "Ablam söylemişti,"

"Evet, çocuklara kurs veriyorum,"

"Neden sadece çocuklar?"

"Çünkü evde kurs veriyorum, yetişkin insanları ağırlayabilecek kadar büyük bir atölyem yok,"

"İster miydin peki?"

"İsterdim tabi," duraksadım, uzun zamandır bu arzumu dile getirmediğimi fark etmiştim. "Zaten bu istediğim doğrultusunda Güzel Sanatlar bölümünü okudum,"

"Hangi üniversite?" diye sordu, gözlerinde ufak bir heyecan kırıntısı belirmişti. "Belki aynı okulun mezunuyuzdur?"

"Mimar Sinan'da okudum ben," dedim ve engelleyemediğim bir burukluk doğdu içime. "Ama mezun olamadım,"

"Neden?" Çağan'ın sorgulayan ifadesine çatılan kaşları eşlik etmişti. Neden mezun olamadığımın oldukça uzun ve kesinlikle hatırlamak istemediğim bir hikayesi vardı, o yüzden bunu Çağan'a anlatamayacağımı biliyordum.

"Bazı ailevi nedenlerden dolayı," diye geçiştirdim, Çağan konu hakkında konuşmak istemediğimi hemen anladı. "Sen peki, hangi okuldan mezunsun?"

"Boğaziçi, işletme bölümü,"

"Güzel bir üniversite, lisedeyken tanıtım amacıyla okula götürmüşlerdi,"

"Öyledir," dediğinde yüzünde kısa süren bir gurur ifadesi belirmişti. "Hiç gitmedim ama eminim Mimar Sinan da öyledir,"

"Öyle," dedim, engel olamadığım bir özlem duygusuyla derin bir nefes alıp verdim.

Sadece iki yıl okumuş olmama rağmen en güzel anılarımın okurken geçirdiğim zamanlara ait olduğunu biliyordum. Buruk bir şekilde gülümserken, okulu babam yüzünde bıraktığım gerçeği adeta bir ele dönüştü ve boğazıma yapıştı. Aradan kaç yıl geçerse geçsin bana yapılan bu haksızlığı hiçbir zaman unutmayacağımı biliyordum.

Beni adeta kendi yaşantısının devamını getirmem umuduyla büyütmüş olan babam, benim asla böyle bir istek içinde olmadığımı fark edince aklını kaçıracak noktaya gelmişti. Hatta öyle ki kendi içinde bunu bir hırs haline bile dönüştürmüştü ve bir gün karşıma geçerek, istesen de istemesen de benim dediklerimi yapmak zorundasın diyebilecek kadar gözünü karartmıştı. Nitekim öyle de olmuştu, istemeyerek okulu yarıda bırakmıştım yine istemeyerek Nejat'la evlenmiştim. Bir anda hissettiğim burukluk bana o kadar ağır geldi ki kendime hakim olamayarak acı dolu bir şekilde gülümsedim. Böyle bir geçmişe sahip olmayı asla hak etmemiştim.

"Arya?" diye seslendi Çağan, ona bakmasam da başını eğerek yüzümü görmeye çalıştığını hissetmiştim. "Bir şey mi oldu?"

"Yok," dedim ve düşüncelerimin pençesinden kurtulmaya çalışır gibi başımı iki yana salladım. "Aklıma bir şey geldi sadece,"

Çağan, sessiz kaldı ama kısılan gözleri aklında düşünceler dolaştığının kanıtıydı. Verdiğim tepkiden dolayı pişmanlık hissettim çünkü Çağan kendisi yüzünden olduğunu düşünüyor olabilirdi. Oturuşumu düzelterek sorun olmadığını belli etmek istercesine gülümsedim ama Çağan'ın ifadesi değişmemişti.

"Biraz daha burada oyalanırsak hediye bakmaya zamanımız kalmayacak," dedim konuyu değiştirebilmek amacıyla, Çağan yavaşça başını sallamaktan başka bir şey demedi. Onda böyle bir ruh hali yarattığım içim kendimi kötü hissettim, Çağan gibi önüme döndüm ama artık aç değildim. Sadece kahvemi içtim ve sessizlik içinde geçirdiğimiz birkaç dakika sonunda Çağan boş bardağını masaya koydu.

"Kalkalım mı?"

"Olur," dedim, Çağan masaya gelen garsona hesabı ödedikten sonra ayağa kalktı. Biraz ileride onu beklerken Çağan'ın ona verdiğim çiçeği masada unutmayarak almasına memnun olmuştum.

Yanıma geldi ve birlikte merdivenlerden inerek dışarı çıktık. Arabaya yeniden bindik ve zaten çok uzakta olamayan hediye dükkanlarıyla dolu caddeye kısa sürede geldik. Çağan arabasını uygun bir yere park ettikten sonra arabadan indim.

"Bu tarafa gidelim, dükkanlar burada daha çok,"

"Sık sık geliyorsun buralara herhalde?" diye soran Çağan'la birlikte yan yana bir şekilde yolda yürümeye başlamışdık. Sonunda o durgun halinden kurtulduğunu gördüğüme oldukça sevinmiştim.

"Güzel dükkanlar var, hediye almak için çok ideal,"

"Sen, birine hediye vermeyi mi daha çok seviyorsun yoksa birinden hediye almayı mı?"

"Bilmem," dediğimde şaşkınlıkla gülüyordum, bu sorusu beni gafil avlamıştı. "Yani birine hediye vermeyi sanırım?"

"Neden?" diye sordu, bu soruları bana kendimi oldukça garip hissettiriyordu. Acaba gerçekten hakkımda bir şeyler mi öğrenmek istiyordu yoksa amacı sadece muhabbet döndürmek miydi? Kararsızlık içinde ona baksam da Çağan oldukça meraklı bir hal içindeydi.

"Hediye vermek daha çok hoşuma gidiyor, tek nedeni bu." Diye yanıtladım. Çağan'ın dudağı aşağıya büküldüğünde bir şeyleri sorgulamaya başlamıştı.

"Bence hediye vermeyi sevmenin nedeni daha başka," Çağan iki eli ceketinin cebinde, bana bakarak yürürken yüzünde her zamanki gibi o güleç ifadesi hakimdi. Hakkımda bir varsayımda bulunacak olması kulaklarımı dört açmama neden olmuştu. "Sen, karşındakine bir şeyler veriyor olabilirsin ama aslında onda yarattığın mutluluğu kendine hediye olarak almış oluyorsun. Yani, hem kendine hem de karşındakine istediğini vereceğini bildiğin için hediye vermeyi daha çok seviyorsun,"

Bu varsayımı karşısında hemen cevap veremedim. Haklı olabilirdi çünkü gerçekten de birilerinde mutluluğa sebebiyet vermek bana çok iyi hissettiriyordu. Belki gerçekten de farkında olmadan aslında kendime hediye veriyordum? Bu bakış açısı zihnimde derin bir tartışma konusuna sebep olabilirdi ama şu anda uygun bir zaman değildi. Benden bir cevap beklediğini bildiğim Çağan'a dudaklarımı büzerek baktım, Çağan bu beklenmedik tepkime karşılık başını arkaya düşürerek kısa bir şekilde güldü.

"Yanıldım sanırım?"

"Yok, sadece hemen kabul edemeyeceğim bir tahmin oldu," dedim gerçeği ondan saklama gereği duymadığım için. "Yine de farklı bir bakış açısı,"

"Sadece bir izlenim," dedi Çağan ve bakışları omzumun arkasında bir yere takıldı. "Şuraya girelim mi?"

Gösterdiği yere dönüp baktıktan sonra onu onayladım ve duvarı yeşil renkte boyalı olan dükkana girdik. Çok büyük olmayan dükkanın duvarları boylu boyunca raflarla donatılmıştı ve eşyalarla doluydu. Birkaç kişinin daha bulunduğu mekanda sola doğru giderek irili ufaklı olan hediyelere bakınmaya başladık.

"Hala ne gibi şeylerden hoşlandığını söylemedin?" dedim raflarda göz gezdirirken. "Yani ona daha önce ne aldığını hatırlıyorsundur herhalde?"

"Geçen doğum gününde istediği bir çantayı almıştım," dedi, o da raflara bakınıyordu. "Erkek arkadaşı olacak adam gösterişli bir kolye aldığını söyledi, ben de kolye haricinde gösterişli bir şeyler alabilirim,"

"Erkek arkadaşı mı?" ağzımdan hızla çıkan sorum kısa süre sonra mahcubiyetle dolmama neden oldu. Çağan da bunu beklemiyor olacak ki anlamayan gözlerle bana baktı. "Yani sen kız arkadaşım deyince ben senin sevgilin sanmıştım, o yüzden şaşırdım." Çağan bu açıklamam karşısında başını öne eğerek güldü, utanç içinde dudaklarımı birbirine bastırdım.

"Kız arkadaşım dediğim için yanlış anlaman normal," açıklama yapması daha da utanmama sebep oluyordu. "Sevil, benim en yakın arkadaşımın kız arkadaşı,"

"Anladım," dedim yine hızlıca. "Dediğim gibi ben yanış anlamışım," sıcakladığımı hissederken elimle saçımın üstünde geçtim. "Çıkalım mı buradan, pek bir şey yok sanki?"

"Tamam," dedi ve birlikten dükkandan çıktık. Ben hala sorduğum soruya inanmazken birkaç metre sonunda yeni bir dükkana daha girdik. Geçen seferkine göre daha büyük ve geniş olan dükkanın hem duvarlarında hem de zemininde, bir metre yükseklikte ahşap rafları bulunuyordu. Bir kütüphaneyi andıran dükkanda sağımdaki duvarda kitaplarla dolu olan rafın haricinde geri kalanı hep süs eşyaları ve daha birçok hediyelik eşyayla doldurulmuştu.

"Burada bir şey bulabiliriz," dedi Çağan, bakışları ilerdeki bir rafa takılmıştı. "Ayrılarak bakalım, daha hızlı olmamızı sağlar,"

Cevabımı beklemeden hızla baktığı rafa doğru ilerleyince ben de kitaplarla dolu rafı es geçip aradaki raflara doğru ilerledim. Çağan'dan sadece gösterişi sevdiğini öğrendiğim Sevil'e hediye bakarken birden bu anın garipliğini içimde yeniden hissettim. Yine, neden beni aradı düşüncesi beynimde dönmeye başlamışken tam anlamıyla buna bir cevap bulamıyordum. Geçer sefer hediye olarak çanta aldığını söylemişti, onu kendi kendine mi almıştı? Yardım eden biri varsa eğer bu sefer neden o kişiyi değil de beni aramıştı?

Bu sorular git gide çoğalırken raflar arasında gezinmeye devam ettim. Bana oldukça hoş gelen birçok parça görmüştüm ama bunlar oldukça sade şeylerdi. Soluma dönerek ilerlemeye devam ettim, birden Çağan'ı bir metre ötemdeki bir rafın orada durmuş olduğunu gördüm. Elinde tuttuğu şeyin minyatür bir araba olduğunu fark edince ona doğru yaklaştım.

"Arkadaşın oyuncak arabalardan mı hoşlanıyor?"

Geldiğimin farkında olmayan Çağan sorum karşısında irkilmişti. Bir elindeki arabaya bir bana bakarken açıklamasını bekliyordum.

"Evet," dedi ve hızla elindekini yerine bıraktı.

"Tamam, bunu alalım o zaman?"

"Yok canım," bu teklifim kabulü imkansızmış gibi başını iki yana sallıyordu. "Sever dedim ama o kadar da düşkünü değil,"

"O arabaya kendin için bakıyordun, değil mi?" Çağan ilk başta inkar edecek gibi olsa da sonunda pes etti.

"Evet Sherlock, yakaladın beni," kolumu tutarak oradan uzaklaşmamızı sağladığında bu kabullenişi bana komik gelmişti.

"Arkadaşının evi için bir şeyler alabilir miyiz, illa kişisel bir eşya olmak zorunda mı?"

"Fark etmez, beğendiğin bir şey mi var?"

"Yok, sormak istedim sadece,"

Birlikte bakınmaya devam ederken bir iki şeyi beğenmiştik ama ne olur olmaz diye bakınmaya devam ettik, bir ara Çağan'ın yanımdan ayrıldığını fark etsem de dönüp bakmadım çünkü biraz ilerimde duran kutu oldukça dikkatimi çekmişti. Yanına vardığımda seramikten yapılma kutuyu iki elimle tutarak kaldırdım, üstünde oldukça renkli bir baskısı vardı.

Bu, sanki bir bütünün parçasıymış gibi geldiği için bana kapağından başlayıp alt kısmına kadar dikkatle inceledim ve tanıdık bir tablonun baskısı olduğunu anladım. İnanılmaz derecede güzel olan bu seramik kutuya hayranlık içinde saniyelerce bakmaya devam ettim, en sonunda oldukça uygun bir hediye olduğuna karar kıldım ve elimden bırakmayarak Çağan'a bakınmaya başladım. Biraz ilerledikten sonra Çağan'ı yine minyatür arabaların bulunduğu rafın orada örünce kendimi tutmayarak güldüm ve yanına doğru gittim.

"Kaçak," diye seslendim, sanki adını biliyormuş gibi hızlıca bana döndü. "Baksana, ben bunu çok beğendim, eğer evine uygunsa güzel bir hediye olur,"

Çağan elimdeki kutuya bakındı, dudaklarını beğendiğini belli edecek şekilde bükülüce sevinmiştim.

"Güzelmiş gerçekten, evine de uyum sağlar,"

"Tamam, alalım o zaman?"

"Tamam," dedi ve birlikte kitapların oraya konumlandırılmış kasaya doğru gittik. Çağan hediyenin ücretini ödedikten sonra kasiyer kız hediyeyi güzel bir kutuya koydu ve bana uzattı, bir an duraksasam da sonra kutuyu kasiyerden aldım. Dükkandan çıktığımızda havanın iyice soğuduğunu fark etmiştim, öyle ki sabahki güneşten eser bile kalmamıştı.

"Bana ver," dedi Çağan hediye paketini kast ederek, başımı sallayıp ona uzattığım sırada Çağan da ellerini uzattı ve ufak bir temasla birlikte hediye Çağan'a geçmişti.

"Üşüdün mü?" diye soran Çağan'la birlikte geldiğimiz yolu geri yürüyorduk. "Ellerin buz gibi olmuş,"

"Biraz ama benim ellerim zaten hep soğuktur," nedenini bilmediğim bir utangaçlık içinde yutkundum.

"Bir hastalık yüzünden mi?" Kaşları hızla çatılan Çağan dikkatle bana bakıyordu.

"Evet, anemi hastasıyım,"

"Dikkat edilmesi gerektiğini duymuştum," Çağan, yine o ciddi ifadesine bürünmüştü.

"Öyle ama benimki çok ileri bir seviyede değil,"

"Sevindim," dedi ve ekledi. "Biraz hızlı gidelim de arabada ısın, hava soğumuş gerçekten,"

Başımı salladım ve hızlı adımlarla aracı park ettiğimiz yere geldik. Çağan, hediye paketini arka tarafa bıraktıktan sonra park ücretini ödeyip arabasındaki yerini aldı ve hemen çalıştırarak klimayı açtı.

"Yordum mu seni?" Bana yandan bakışlar atarken eğlendiği bir şey varmış gibi gülümsüyordu.

"Hayır, iyiyim ben,"

"Teşekkür ederim Arya, bu iyiliğini unutmayacağım."

"Rica ederim, hediye bulabildiğimize sevindim."

"Ben de," dedi ve bana yandan bir bakış attı. "Sana bir teşekkür yemeği borçlandım,"

"Gerek yok ama istiyorsan bugünkü kahvaltıyı sayabilirsin," her ne kadar rahat gözüksem de teklifi beni heyecanlandırmıştı.

"Onu sayma çünkü o öylesine bir davetti," yüzünde itiraz istemeyen bir ifade belirmişti. "O kadar uğraştın benim için, karşılığını vermek zorunda hissediyorum kendimi,"

"Benim için keyifli bir gündü, yine de sen bilirsin," diyerek onayladım ısrarlı bakışlarına dayanamayarak, içimde onu kırmak istemeyen tarafa engel olamıyordum.

"Tamam, sözümü en kısa zamanda yerine getireceğim,"

"Peki," dedim, bu andan sonra aramızda bir sessizlik oluştu. Çağan araba sürmeye odaklanmış olsa da bir şeyler düşündüğünü hissedebiliyordum çünkü ben de şu anda düşünceler içerisindeydim.

Acaba beni yemeğe davet etmesindeki tek sebep bana karşı borçlandığını hissetmesi miydi? Oysaki ben, sabah birlikte yaptığımız kahvaltının amacının zaten bu olduğunu sanıyorum, eğer değilse o zaman o kahvaltının nedeni neydi? Neden benimle buluşmadan önce yapmamıştı da buluşunca benimle birlikte kahvaltı yapmayı istemişti? Belki de bir anda acıktığını hissetmişti, sonuçta bu çok da imkansız bir durum değildi.

O zaman bu, beni yemeğe davet etmesinin de cevabını vermiş oluyordu: Tek amacı hissettiği borç duygusundan kurtulmaktı.

Bu cevap elbette ki çok mantıklıydı ama sanki derinlerimde bir yerde bu cevaptan tatmin olmayan bir yanım vardı. Ne duymak istiyordu, bilmiyordum ama başka bir cevabı arzuluyor olmak bile çok anlamsızdı. Çağan'ın nezaketten başka bir amacı olamazdı.

Peki, diye bir ses yükseldi zihnimde, senin onunla her görüşmeyi kabul etmende ki amaç neydi?

Bu soru tüm benliğimde yankılandı, öyle ki ortada sorgulanacak başka hiçbir soruyu dahi bırakmadı. Benim amacım neydi? Neden günlerdir Çağan'ı görüyordum? Neden onu görmemi gerektirecek durumları kabul ediyordum?

Nedenlerin daha da uzadığı sorular içimde patlarken cevaplarımın karşı savunmaya geçmesi biraz zaman almıştı. Bir hizaya sokmaya çalıştığım cümlelerimin geçerli bir cevap vermesini umdum. Çağan'la günlerdir görüşmem için belli başlı nedenler ortaya çıkmıştı elbette, bunları zaten biliyordum. Onunla bugünde sonra da görüşmek için bir plan içerisine girmemin nedeni ise bana karşı kendisini borçlu hissetmemesini sağlamaktı... Birden tüm düşüncelerim duraksadı ve ortaya yeni bir soru çıktı.

Neden Çağan'ın ne hissedeceğini umursuyordum?

"Seni direkt eve bırakıyorum, değil mi?" Çağan'ın sesi düşünlerimin arasına bir ok gibi saplandı ve onları parçaladı. "Arya?"

"Evet," dedim ama bir anda bu cevaba pişman oldum. Telefonumu cebimden çıkartarak saate baktım, daha dörde doğru geldiğini fark edince derin bir nefes alarak yeniden cebime koydum.

"Tamam," dedi ve bana baktı. "Bir şey mi var, dalgınlaştın?"

"Yok bir şey," dedim ve yutkundum. "Sevil'in hediyeyi beğenip beğenmeyeceğini düşünüyordum."

"Sevil beğenir," dediğinde Sevil adını imalı bir şekilde vurgulamıştı. "Beğenmese bile kimseyi kırmamak için bunu dile getirmez,"

"Aslında hepimizin yaptığı da bu, zaten kim aldığı hediyeyi beğenmediğini kolaylıkla söyleyebilir ki?"

"Haklı olabilirsin," diyerek başını sallasa da bir kararsızlık içinde olduğu belli oluyordu.

"Sen yine de beni haberdar et, merak ederim,"

"Merak etme," birden yamuk bir gülümseme sundu. "Mutlaka haberin olacak,"

O önüne dönünce ben de döndüm ve aklımda birden fazla şeyi kurcalarken sessizlik içinde ilerlemeye devam ettik. Trafikten dolayı ancak bir saat sonra Çağan'ın beni aldığı sahil yoluna gelebilmiştik.

"Daha gitmem gerekiyor mu?"

"Evet, birkaç metre ileride oturuyorum," dedim, Çağan beni onaylayarak sola doğru kırdı. Dediğim gibi biraz daha ilerledikten sonra ona evi gösterdim, Çağan kapının ilerisine gelerek durdu.

"Teşekkür ederim getirdiğin için,"

"Rica ederim," dediğinde bana dönük duruyordu. "Asıl ben teşekkür ederim bana zaman ayırdığın için,"

"Güzel bir gündü," dedim omuzlarımı kaldırarak, gerçekten de bugünü onunla geçirdiğime memnundum.

"Verdiğim sözü tutacağım," deyip yemeği hatırlattı.

"Tamam," kapıyı açmak için hamle yaptım. "Tekrar sağ ol getirdiğin için, görüşürüz,"

"Görüşürüz," dedi, kapımı açarak araban indim ve kapıyı kapatmadan önce Çağan'a son kez el salladım.

Çağan'dan da aynı karşılık geldikten sonra arabanın önünden dolandım, bakışlarının hala bende olduğunu hissediyordum ama karşılık vermeden yürümeye devam ettim ve demir kapıyı anahtarımla açarak içeriye girdim. Bahçeye doğru birkaç adım attıktan sonra Çağan'ın arabasının sesi geldi, saniyeler sonra ise o sesten eser kalmadı. Kendimi oldukça iyi hissetmeme rağmen içimde ufak da olsa beliren hayal kırıklığına anlam veremediğim için onu göz ardı etmeye çalıştım ve Zehra tarafından açılmış olan kapıdan içeriye girerek hemen yukarıya çıktım.

Neyse ki Nejat daha gelmemişti, o yüzden rahatlıkla odaya girdim ve telefonumu yatağın üstüne atarak üstümü değiştirmek için dolabıma yöneldim. Tek tek kıyafetlerime bakarken dudaklarımın yukarıya doğru kıvrık durduğunu fark ediyordum ama sanki ne yaparsam yapayım buna engel olamıyordum. Omuzlarımı silkerek dolabıma bakınmaya devam ettiğim sırada telefonum çalmaya başladı. Hızla yatağa yönelip elime aldım, ekranda Nejat'ın adını görmem öylece kalmama neden oldu.

Telefon ısrarla çalmaya ve Nejat adı ısrarla erkanda yazmaya devam ederken artık az önceki gülümsememden eser kalmamıştı. Bir endişe duygusu içimde doğmaya başladı ve bu birden bedenimi hareketsizleştirerek telefona cevap vermeme engel oldu. Nitekim biraz sonra telefonum çalmaktan vazgeçti, tam nefes vereceğim sırada yeniden çalmaya başladı. Bu mümkün değildi biliyordum ama sanki az öncekine göre daha gürültülü çalıyordu, sanki Nejat'ın kızgınlığı çalan müziği bile yansımıştı. Yutkunarak kendime gelmeye çalıştım ve bangır bangır bağıran telefonumu açarak yavaşça kulağıma götürdüm.

"Arya," dedi beklediğim gibi kızgınlıkla. "Neden bakmıyorsun telefona?"

"Banyodaydım," diye bir yalan söyledim. "Ne oldu?"

Nejat sakinleşmek istermiş gibi soluk alıp verdi. "Bak şimdi, hemen hazırlan ve Ulus Yirmi Dokuza gel,"

"Ulusa mı?" dedim kaşlarımı çatarak. "Neden?"

"İş yemeği var Arya," dediğinde bu kadar bıkkınlık içinde olmasının nedeninin sadece ben olup olmadığını merak etmiştim. "Firma sahipleri eşleriyle birlikte geleceklermiş, o yüzden senin de gelmen gerekiyor,"

Bu istediğine inanamayarak yatağın üstüne oturdum. Nereden çıkmıştı bu iş yemeği şimdi? Kaldı ki gelmek istediğimi bile sormadan neden böyle emri vaki yapıyordu? Birden kızgınlıkla dudaklarımı yaladım, zaten oldukça yorucu bir gün geçirmiştim.

"Arya?" dediğinde sesi yükselmeye başlamıştı. "Haydi, neyi düşünüyorsun?"

Birçok şeyi diye geçirdim içimden ama bunu elbette ona söylemedim. Gelmek istemiyorum demek Nejat'ın bitmek bilmeyen konuşmasına maruz kalmak demekti.

"Tamam, saat kaçta?"

"Altıda mekanda ol,"

"Sen eve gelmeyecek misin?"

"Hayır, direkt işten geçeceğim."

"İyi" dedim, Nejat sessiz kaldı ve ne sonunda bir şey demeden yüzüme kapattı.

Telefonumu yatağa bırakarak sırt üstü uzandım ve beyaz tavana bakmaya başladım. Her ne kadar Nejat'ın bu emri vakisi canımı sıkmış olsa da kendimi o kadar da kötü hissetmiyordum. Sanırım bunun nedeni bugün gerçekten de iyi bir gün geçirmiş olmamdı? Geçen sefer de fark ettiğim gibi güne iyi başlanıldığı zaman ardından gelen olumsuzluklara kolayca görmezden gelinebiliyordu. İçimde hala bir hareketlilik hakimken aklım Çağan'la birlikte geçirdiğim her anı yeniden kurcalamaya başlamıştı.

Kahvaltıda konuştuklarımızı, verdiğim çiçeği masada bırakmayışı... İki elime yüzümü kapattığımda ona verdiğim hediyeye karşılık bir mahcupluk hissiyle yeniden dolmuştum ama bu rahatsızlık veren bir his değildi, aksine kendi halime gülmeme neden olmuştu.

Ellerimi yüzümden çekip iki yanıma koyduğumda fark ediyordum ki uzun zamandan beri ilk defa böylesine içten bir şekilde gülümsüyordum. Aslında bakıldığında böylesi pozitif hislerle dolu olmayalı da çok olmuştu, bu yatakta uzanıyorken kendimi bu kadar iyi hissetmem de ilk defaydı ve sanırım en çok dikkatimi çeken de buydu. Bu yatağa her girdiğimde değil olumlu bir düşünce ya da his içinde olmak adeta zorla sürükleniyormuşum gibi hissetmiştim hep, şimdi içinde oluğum bu hisler benim için çok değişikti.

Bunun nedenini sorgulamak istedim ama sanki bunu sorgulamak bile içinde olduğum bu iyi anı bozacaktı. Belki de bazı şeylerin sorgulanmaması gerekiyordu, belki neden dediğin an o büyü bozuluyordu? Bu düşünceme sığınarak sorgulamayı başka bir zamana ayırdım sadece bugüne ve hislerime odaklanmaya çalıştım.

Saatler sonunda aynadaki yansımama baktığımda tam anlamıyla hazırdım. Giydiğim siyah renk, ipek kumaş elbise bedenime tam oturmuş ve hemen dizlerimin üstümde bitmişti. İki yanında da bulunan büzgüsü ve kare şeklindeki sırt dekoltesi elbiseyi sevmeme sebep olmuştu. Düzleştirdiğim saçlarımı geriye attım, ruj sürmediğim dudaklarıma kararsız bir şekilde baksam da ardından boş bırakmakta karar kıldım. Ten rengi topuklu ayakkabımı giyip yine ona yakın renkte olan küçük çantamı ve dizime kadar uzanan paltomu alarak odadan çıktım.

"Çıkıyor musunuz efendim?" diye sordu koridorda karşılaştığım Zehra, akşam evde olmayacağımızı ona haber vermediğimi daha yeni fark ediyordum.

"Evet, kusura bakma sana haber vermeyi unutmuşum, hazırlık yapmamıştın umarım?"

"Hayır, sofrayı kurmak için çıkmıştım sadece,"

"Anladım, hazırlamana gerek kalmadı,"

"Nasıl istersiniz," dedi Zehra, iri dişleri sayesinde her zaman ağız dolusu bir gülümseme sunmuş oluyordu. "Geçireyim sizi,"

Birlikte merdivenlerden indik, Zehra'nın açtığı kapıdan çıktım ve merdivenleri hızlıca indim. Garajdaki arabama binerek evden hızlıca çıktım ve yolun da boş olması sayesinde tahminimden daha kısa bir sürede mekana vardım. Arabamdan inerek anahtarı valeye bıraktım ve görkemli binadan içeriye girdim. Biraz ilerledikten sonra ana mekanın girişinde duran görevliye paltomu bıraktım ve içeriye girdim.

"Hoş geldiniz Arya Hanım," dedi oldukça şık bir takım içinde olan garson. "Eşinizin olduğu masaya kadar size eşlik edeyim."

Onu onayladım, geniş ve kalabalık mekanda birlikte ilerlemeye başladık. Basık tavanda yanan sarı ve beyaz ışıklar mekana güzel bir loşluk katmıştı, tamamıyla cam duvardan oluşan bu yerin sahip olduğu harika boğaz manzarası bile mekana gelmek için yeterliydi. Hayranlık içinde manzaraya bakınırken garsonun durduğunu hissedince ona doğru döndüm.

"Burası efendim," dedi eliyle bir metre ilerimdeki masayı göstererek, garsona teşekkür edip tek başıma ilerlemeye devam ettim. Masaya vardığımda başı önüne eğik olan Nejat beni fark etmemişti.

"İyi akşamlar," dedim, Nejat irkilerek bana bakınca dalgın olduğunu anlamıştım. "Kimse gelmemiş daha?"

"Gelirler birazdan," Nejat'ın bakışları üzerimde geziniyordu. "Güzel görünüyorsun,"

"Teşekkürler," dedim ve yuvarlak masada Nejat'ın yanındaki sandalyeye oturdum.

Çantamı masaya bıraktığımda Nejat'ın bakışlarının hala bende olduğunu fark etmiştim, ben ise masada duran ama eliyle tuttuğu içi viski dolu bardağına bakınıyordum.

"Nerelerdeydin bugün?" diye sordu Nejat, sanki ona bakmamı söylemiş gibi aniden yüzüne baktım. Bu tepkimi o da beklemiyor olacak ki şaşırdı.

"Evdeydim," dedim ve yutkundum. Nejat'a Çağan ile dışarıda olduğumu söyleyebilir miydim? Bu söylenemeyecek bir durum değildi ama Nejat'ın bir matruşka gibi çoğalacak olan sorularına maruz kalmak istemiyordum. Biliyordum ki a'dan z'ye her şeyi öğrenmek isteyecekti ve emindim ki bu konuyu mutlaka Çağan'a da açacaktı.

Çağan ile bu konu hakkında konuştuklarını hayal dahi etmek istemediğim için gözlerimin önüne gelmeye niyetlenen görüntüleri başımı sallayarak kovaladım.

"İyi," dedi Nejat, beni konuşmaya devam etmek zorunda bırakmadığı için sevinmiştim. "Bir şey içer misin?"

"Yemekten sonra," dedim çünkü içki içemeyerek kadar aç hissediyordum kendimi.

"Sen bilirsin," dedi Nejat ve içkisinden yudumlaya başladığı sırada sonunda bana olan ilgisi bitmişti. Arkama yaslanmış manzaranın tadını çıkarırken kulaklarım mekanda çalan klasik müzikteydi. Kendimi bu güzel anın büyüsüne kaptırmışken Nejat'ın hareketlendiğini fark ettim.

"Geldiler,"

Ayağa kalkmış olan Nejat'ın baktığı yere döndüğümde iki çiftin bize doğru geldiğini gördüm. Ben de ayağa kalktım ve kısa sürede yanımıza gelen konuklarla tek tek selamlaştım. Hayatımda ilk kez karşılaştığım bu insanlarla aynı masaya oturduğumda gerildiğimi hissetmiştim. Oldukça ciddi bir ifadeye sahip olan, adlarının Cengiz ve Mehmet olduğunu öğrendiğim adamlar yine oldukça şık takımlar içindeydiler. Aynı şıklık eşlerinde de vardı. Öyle güzel abiye giymiş ve öyle ihtişamlı takılar takmışlardı ki üzerimdeki elbise yanlarında bir gecelik gibi kalmıştı.

"Nasılınız Nejat?" diye sordu Cengiz oldukça vakur bir sesle.

"İyiyim," Nejat, az önceki haline göre oldukça pozitif bir havaya bürünmüştü. "Siz de öyle görünüyorsunuz,"

"Teşekkürler," dedi ve yine aynı vakur edada gülümsedi. Nejat'tan birkaç yaş büyük olduğu belli olan adam, beyazlaşmış saçları ve daha yeni tıraş olduğu belli olan kusursuz cildiyle oldukça karizmatik bir görünüşe sahipti. "Bu yemek organizasyonunu iyi ki akıl etmişiz,"

"Evet," diye katıldı Mehmet, Cengiz'in hemen sağında oturuyordu. "Bu mekana da uzun süredir gelmemiştim, bir değişiklik oldu benim için,"

"Beğenmenize sevindim," dedi Nejat, öyle içten gülümsüyordu ki bu adamları gerçekten sevip sevemediğini sorgulamaya başladım. "İsterseniz siparişlerimizi verelerim, sonrasında başlarız?"

"Tabi," dedi Cengiz ve ardından masaya gelen garson siparişlerimizi alarak yanımızdan ayrıldı. Nejat, Cengiz ve Mehmet yemeklerin gelmesini beklemeden ufaktan da olsa iş hakkında konuşmaya başlamışlardı. Yeni bir inşaat yapımı üzerine dönen muhabbete ilgimi hemen kaybettim ve bakışlarımı onlardan aldım.

"Bugün çok iyi görünüyorsun hayatım," dedi sol yanımda oturmuş olan Aslı, bu Cengiz'in eşiydi. "En son seni yıldönümü kutlamanızda görmüştüm, o gün pek de iyi değil gibiydin?"

"Öyle mi?" dedim yapay bir şaşkınlıkla, kutlama nereden aklına gelmişti bilmiyordum. "Bir şeyim yoktu aslında,"

"Ben yanlış anladım herhalde," dedi ve gülümsedi ama o gülümsemesi asla iyi niyet barındırmıyordu. Tepeden topladığı sarı saçları, yüzündeki kusursuz derecede görünen yoğun makyajı ve bakışlarındaki o kendinden emin tavırları bir anda kendimi ondan geriye doğru çekmeme neden olmuştu.

Neyse ki ilgisi daha fazla üzerimde durmadı, arasında bir samimiyet olduğu belli olan Aylin'e yöneldi ve onunla bir muhabbet içine girdi. Dakikalar sonrasında yeniden gelen garson önümüze siparişlerimizi bıraktıktan sonra tek tek bardaklarımıza şarap doldurmaya başladı. Dolan kadehimi hemen elime aldım ve büyük bir yudum aldım. Buraya ilk geldiğimdeki o açılık hissinden pek eser kalmamıştı.

Nejat, geçen saatler sonunda artık tamamen iş konusuna dalmıştı, Aslı ve Aylin ise çok daha başka bir muhabbet içindeydi. Oturduğum yerde, içime çöken sıkıntıyla birlikte içkimi yudumlarken neden burada olduğumu sorguluyordum. Varlığım belli bile olmadığı için hiç gelmemiş olsaydım en azından böyle bir sıkıntı içinde boğuluyor olmazdım.

Birden Nejat'a kızdım, ne diye çağırmıştı ki beni buraya? Hiçbir şey yaptığım ya da söylediğim bile yoktu! Kızgınlıkla ona baktığımda halinden oldukça memnun görünüyordu hatta öyle keyiflenmişti ki resmen kahkahalarla gülüyordu

Bu hali bana oldukça yabancı geldi çünkü Nejat'ı ya asık bir suratla görmeye ya da hiçbir duygu barındırmayan ifadesiz suratıyla görmeye alışıktım. Onun da sevdiği ortamlar buydu, kendisini iyi hissettiği insanlar bunlardı demek ki?

Tıpkı benim gibi Nejat da ev haricinde her yerde mutlu görünebiliyordu. İkimiz baş başa olduğumuz zaman sanki kanlarımız çekilmiş gibi tek bir mimik dahi sergilemeden sadece vakit öldürüyorduk ki konuştuğumuzda da ya kavga ediyorduk ya da Nejat bir şeylere söyleniyordu. Böylesine birbirimize hiçbir şey katmadığımız hatta belki de birçok şeyi alıp götürdüğümüz iki insanken bir de üstüne evli olmamız hala kulağa çok saçma geliyordu.

Ne Nejat'ın benimle ne de benim onunla tek bir ortak noktamız bile yoktu ve biz bu şekilde beş yılı beraber geçirmiştik. Dile kolay gelen bu beş yılda neler yaşadığımızı çok iyi biliyordum ve ne zaman bu farkındalığa varsam içimde hep aynı korku baş gösteriyordu: Bir beş yılı daha aynı şekilde, bu adamla mı geçirecektim? Bu sorunun bir cevabı olmaması içimdeki korkuya adeta boyut attırıyordu.

İtiraf etmeliydim ki evlendiğim ilk andan beri Nejat'la yollarımızın ne zaman ayrılacağı düşüncesi içerisindeydim ancak bugün beş yıl geçmiş olmasına rağmen bile hala aynı şeyi düşünüyordum ve fark ediyordum ki, ben düşünürken zaman hızla akıp geçmeye devam ediyordu. Ya bir beş yıl daha geçtikten sonra hala oturduğum yerde aynı şeyi düşünüyor olursam? Ya Nejat'la yollarım hiçbir zaman ayrılmamış olursa, o zaman ne yapacaktım?

Kara bir deliği andıran geleceğim, korkumu besledi ve birden içime sığamayacak kadar büyüyen korkum adeta boğazıma kadar gelerek oradan da dışarıya çıkmaya niyetlendi. Art arda yutkunduğumda düşüncelerim midemi bulandırmıştı. Sakinleşmek adına içkimden birkaç yudumu peş peşe aldım ama boğazımdan geçen içkinin hiçbir faydası olmamıştı.

"Arya?" diyen Nejat korku içinde ona dönmeme sebep oldu. "Tatlı menüsü ister misin?"

"Hayır," dedim benden cevap bekleyen garsona doğru. "Rica etsem içkimi yeniler misiniz?"

"Tabi," dedi garson ve yanımdan uzaklaştı.

"Hızlı gidiyorsun," diyen Nejat bana doğru eğilmişti, sanki dediklerinin duyulmasını istemiyormuş gibi fısıldıyordu. "Daha buradayız Arya,"

"İyiyim ben," dedim ve ondan uzaklaşarak garsonun bardağa içki doldurmasını izledim.

Kırmızı şaraptan yeni bir yudum daha aldığımda o mide bulantısı hala karnımı kaynatıyordu. Düşüncelerimin ucunun kaçtığının farkındaydım ama odaklanacak başka bir şey bulamıyordum. Derin bir nefes alarak manzaraya odaklanmaya çalıştım. Yanan ışıkların boğazda oluşturduğu güzel manzaranın içimde de bir güzellik uyandırmasını umdum...

Yeniden kadehi dudaklarıma götürdüğümde bir halatın ucuna bağlanmış gibi olan düşüncelerim tarafından istemediğim bir yere doğru çekiliyordum. Bir kuyu gibi beni içine çekmeye çalışan gelecek korkusuna boyun eğmemek istiyordum. Daha gerçekleşip gerçekleşmeyeceği belli bile olmayan bir düşünce uğruna kendimi bu kadar hırpalamamalıydım ama karnımda hissettiğim baskı, sanki gerçekleri konuşmam için beni zorluyordu.

Bir yanım, değil beş yıl on beş yıl geçse dahi Nejat'tan kurtulamayacağımı söylüyordu ki bu ihtimal bile kalbime ağrı girmesine neden oluyordu. Oturduğum yerde dikleşmeye çalıştığım sırada nefesimin kesilmeye başladığına yemin edebilirdim.

Saçmaladığımı haykıran diğer yanıma kulak kabartmaya çalıştım. İstemediğim bir geleceği yaşamak zorunda değildim... Bu düşüncem bana gülerek, geçmişten bir anıyı adeta kanıt gibi önüme serdi; Yirmi yaşındaki halim de aynen bu düşünce içerisindeydi. Şimdi ise yirmi beş yaşımdaki bana dönüp baktığımda hala hayatımın pek de istediğim gibi gitmediğine şahit oluyordum.

Birde geçmişle şimdiki zamanın hatta yetmezmiş gibi bir de gelecek zamanın kaygısı, düşüncelerimle içe içe girdi ve adeta orada bir hortum oluşturdu. Elimdeki bardağı masaya bıraktığım gibi ayağa kalktım ve bana baktığını görsem de Nejat'a bir şey diyemeden masadan ayrıldım. Bastığım zemini hissetmediğime yemin edebilirdim, dengesiz bir yolda yürüyormuş gibi sallandığımı hissederken bir elimi ağrıyan göğsüme koydum ve hızlı adımlarla lavabonun olduğu koridora doğru gittim. Baktığım yerler adeta gözlerimin önünden kayarken hızlıca lavabonun kapısın açtım ve içeriye girer girmez dizlerimin üstüne çökerek ellerimle yüzümü kapattım. Her nefes aldığımda üstünde bir taş varmış gibi güçlükle hareket eden göğsüm, bunu engelliyordu.

Umursamayarak burnumdan nefes alıp ağzımdan vermeye çalıştım. Daha önce de böyle anları çok yaşadığım için ne yapmam gerektiğini iyi biliyordum. Ellerimi yüzümden çekip başımı arkaya attım ve gözlerimi kapatarak güzel bir şeyler düşünmeye çalıştım. İlk aklıma düşen şey öğrencilerim oldu, onlarla birlikte geçirdiğim eğlenceli zamanlar... Yutkundum ve gözlerimi daha sıkı yumarak nefes almaya devam ettim. Alnımdan ter aktığını hissederken ellerim buz kesmişti. Yumruk şeklindeki ellerimi dizlerime koydum ve tam bu anda zifiri karanlığın içindeki hayal dünyamda Çağan belirdi.

Hiç duraksamadan birlikte hız sürüşü yaptığımız o adrenalin dolu an geldi aklıma, ardından birlikte kahve içerken adının anlamı öğrendiğim o eğlenceli anla devam etti... Engel olamadığım bir gülümseme dudaklarımda belirirken, birlikte hediye almak için gittiğimiz dükkanda bir çocuk ilgisiyle baktığı o minyatür arabalara olan sevgisini düşünüyordum. Aslında farkında olmadan Çağan hakkında bir şey daha öğrenmiş olduğumu fark ettim.

Olur da bir gün benim ona bir şey almam gerekirse arabalara olan sevgisini göz önünde bulundurabilirdim. Kendi kendime başımı salladığımı fark ettiğim an gözlerimi açtım ve sanki olduğum yeri yeni fark ediyormuşum gibi etrafıma bakınmaya başladım. Göğsümdeki o ağırlık hissi artık daha dayanılabilir bir boyuttaydı ve nefesim biraz daha düzelmişti. Yutkundum ve biraz daha böyle kalmaya karar verdiğim an sol tarafımda duran kapı açıldı.

"Hanımefendi?" dedi tanımadığım bir kadın, şaşkınlık ve korku içinde bana doğru eğildi. "İyi misiniz?"

"Evet," dedim ve ayaklanmak için hamle yaptığımda kadın kolumu tuttu ve kalkmama yardım etti. "Teşekkürler,"

"Yüzünüzü yıkayın isterseniz, solgun görünüyorsunuz,"

Aynaya baktığımda gerçekten benzimin attığını gördüm. Kadının tavsiyesine uyarak altın rengindeki musluğu açtım ve akan suyun altına ellerimi koydum, birkaç saniye suyun serinliğini hissettikten sonra ardından eğilerek yüzümün de hissetmesini sağladım.

"Biraz daha iyi misiniz?"

"Evet," doğrulduğum ve kadının bana peçete uzattığını gördüm, gülümseyerek peçeteyi ondan alıp yüzümü kuruladım.

"İçeride bir tanıdığınız varsa haber verebilirim,"

"Yok, tekim," diye yalan söyledim. Kadın anlayışı bir şekilde başını salladı ve yüzüme bakmaya devam ederken iyi olduğumu belli etmek istercesine gülümsedim ve duruşumu dikleştirdim.

Kadın neyse ki iyi olduğuma ikna oldu ve bana iyi akşamlar diledikten sonra arkasını dönerek kabinlerden birine girdi. Yeniden aynadan kendime baktım ve az da olsa bozulan makyajımı peçeteyle düzeltmeye çalıştım, en sonunda iyi göründüğüme karar vererek peçeteyi çöp kutusuna attım ve hızla lavabodan ayrıldım. İyice sakinleştiğimin farkındaydım ama sanki bu sefer de bacaklarımda bir derman kalmamış gibiydi, adeta zorla yürüyordum. Geçtiğim masalardaki insanlar bana bakıyormuş gibi hissetsem de aldırmayarak yürüdüm ve kendi masama vardım, misafirlerin ayaklandığını görmek bana daha iyi hissettirmişti.

"Arya Hanım," dedi Cengiz beni görür görmez. "Birden kalktınız, iyisiniz umarım?"

"Kusura bakmayın, midem kötü olduğu için aniden kalkmak zorunda kaldım,"

"Geçmiş olsun," dedi ve Nejat'a yönelerek el sıkıştılar. Aslı ve Aylin'in imalı bakışlar eşliğinde ettikleri geçmiş olsun dileklerini kabul ettim ve ben yerime otururken, Nejat mekanın kapısına kadar onlara eşlik etmek için gitti. Ellerimle yüzümü sıvazladım ve geriye yaslanarak hala dolu olan bardağımı elime alıp içmeye devam ettim.

"İçme," dedi geldiğinin farkına varamadığım Nejat, sandalyesine oturduğu gibi bardağı elimden almıştı. "Ne oldu az önce?"

"Bir şey olmadı,"

"Öylesine bir kabalıktı yani?" Nejat benden duyduğu cevabın memnuniyetsizliği içindeydi. "İnsanlara ne diyeceğimi bilemedim,"

"Midem bulandı," onu ikna edecek tek yalan buydu sanırım. "Bir anda geldi Nejat, açıklama yapacak durumda değildim."

"İçkidendir, sana yavaş git demiştim." Arkasına yaslandığında bu kızgınlığının tek nedeni ben değil gibiydim. "Zaten Cengiz'in bitmek bilmeyen istekleri yüzünden canım burnumda!"

"Bari burada söylenme," diye bir ses girdi aramıza, hızla arkamı döndüm ve Nejat'ın arkasında duran tanıdık bir yüz gördüm. "Ne aksi adamsın sen?"

"İnan?" diyen Nejat en az benim kadar şaşkındı. "Nerden çıktın oğlum sen?"

"Terastan," dedi İnan ve elini Nejat'ın omzuna koydu. "Asıl siz nereden çıktınız?"

"Sorma," dedi ve ayağa kalkarak arkadaşıyla kısaca sarıldı. "Otursana?"

"Bizimkiler terasta, asıl siz gelin," dedi, Nejat bana sormadan İnan'ı onayladığı için çantamı alarak ayağa kalktım.

"Sen nasılsın Arya?"

"İyiyim," dedim, esprili bir mizaca sahip olduğunu bildiğim bu adama ben de nazik bir gülümseme sundum. "Sen nasılsın?"

"Sizi gördüm daha iyi oldum," dedi ve Nejat'la ikisi önde ben ise bir adım arkalarında terasa çıktık. Onları takip ederken havanın serinliği tenimi ısırdığı için kollarımı kendime sardım.

"İyi akşamlar," dedi Nejat, sanki az önce canının burnunda olduğunu söyleyen o değilmiş gibi oldukça neşeli çıkmıştı sesi. "Ne işin var senin bu soğukta dışarıda Selin?"

"Siz nereden çıktınız?" diye soran ses Selin'e ait olmalıydı. İnan ve Nejat önümden çekildikleri an baktığım tarafta Selin'i görmeyi bekliyordum ama yanında oturan Çağan'la karşılaşmak, adeta bir tokat etkisi yaratmıştı yüzümde.

Olduğum yerde ona bakakalırken göz göze geldiğim Çağan da aynı şaşkınlık içindeydi. O, gözlerini bir an olsun kırpmadan bana bakarken, ben içime doğan endişe duygusunun onda da doğup doğmadığını merak ediyordum.

"Arya, otursana Hayatım,"

Oturmam için sandalyeyi çeken Nejat'a kısa bir bakış attıktan sonra yavaşça yerime oturdum. Kalp atışımın hızlandığının farkındaydım. Çağan'ı bugün ikinci kez hem de böyle bir şekilde gördüğüme inanamıyordum ama kalbimin çarpasındaki neden bu değildi. Çağan, bugün sabah benimle birlikte olduğunu birine anlatmış olabilir miydi? Bu konunun şu anda masada açılma ihtimali var mıydı bilmiyordum ama ihtimali bile endişeme endişe katmaya yetmişti.

"Nasılsın Aryacığım?" diye soran Selin'e döndüm, o iri gözleri üstümdeydi. "Seni görmeyeli uzun zaman oldu,"

"İyiyim," dedim ama ses tonum bile bunun aksini bağırır gibiydi. "Sen nasılsın?"

"Ay neşem yerindeydi, sizi görünce daha da şenlendim!" dedi gür bir sesle ve hemen ardından neşeli bir kahkaha patlattı. "Siz baş başa yemeğe mi çıkmıştınız canım?"

"Hayır," diye araya girdi Nejat benden bir cevap gelmeyeceğini anlayınca. "İş yemeğiydi."

"Bu saatte ne işi?" diye söylenen Selin karşısında oturan İnan'a döndü. "Bak benim kocama, akşam olduğu an tek odak noktası ben olurum,"

"Tabi ki sen olacaksın karıcığım," İnan, karısının eline bir öpücük kondurdu. Bu hallerinde garip bir sevimlilik olduğunu inkar edemezdim.

"Allah bozmasın," dedi Nejat söylenircesine bir tonlamayla. "Sen nasılsın Çağan?"

"İyiyim," Çağan'ın sesi adeta kulaklarımda patlamıştı. "Seni sormalı?"

"İdare eder," Nejat'ın sesindeki sıkıntı belirgindi. "İş güç işte, uğraşıyoruz,"

"Bırak şimdi işi gücü," diye araya girdi Selin. "Sen, Arya ile tanışıyordun, değil mi ablacığım?"

"Evet ," Çağan'ın bana baktığını hissedince ben de ona döndüm ve tekrardan göz göze geldik. Onda görmeye alışık olduğum o güleç ifadesinden eser yoktu, hatta biraz gergin olduğu bile anlaşılıyordu. Bunun nedenini merak ettim. Acaba biz gelmeden önce mi bir şey mi olmuştu yoksa Çağan da benimle aynı şeylere endişelendiği için mi gergindi?

"Sizin galeriden araba aldık ya, orada üstün körü tanışmışlardı," diyerek hatırlattı Nejat.

Bu cümle ikimizin de aynı anda yutkunmasına sebep olmuştu. Çağan'la o günden sonra da görüştüğümü Nejat'a anlatmadığım ortaya çıktığı için utanç içinde yandığımı hissettim. Bunu neden Nejat'a söyleyemediğimi ben biliyordum ama bunu bilemeyen Çağan, şu anda ne düşünüyordu? İnsan neden kocasına tüm gerçekleri anlatmazdı?

Ne düşündüğüne dair tek bir ipucu göstermeyen Çağan, sonunda bakışlarını benden alarak içki dolu bardağını eline aldı ve yudumladı. O kadar sakin ve doğal davranıyordu ki sanki konuşulanları duymuyor ya da umursamıyordu.

"Evet, hatırladım," dedi Selin. "Kardeşim olduğunu biliyorsun o zaman?"

"Biliyorum," dediğimde sesim oldukça düşük çıkmıştı.

"Çağan'ın kardeşin olduğunu sağır sultan bile biliyor, merak etme karıcığım," İnan bıyık altından güldü.

"Bilecekler tabi," Selin gururla kardeşine baktı. "Bir tanem o benim,"

"Başlama yine," İnan, adeta Çağan'ın duygularına tercüman olmuştu. "Çocuk nerden geldim diyecek şimdi,"

"Bunlara da sevgi göstermeye gelmiyor," Selin üstündeki şalını savurarak omzuna atınca yeniden üşüdüğümü hissettim ve elimi koluma koyarak ısıtmaya çalıştım.

"Üşüdün sanırım?" hızla Çağan'a döndüm, onun tuttuğum koluma bakındığını gördüm. "Sana da şal isteyelim mi?"

"Olur," dedim ve yanımda oturan Nejat'ın kaşlarının çatıldığını fark etsem de görmezden geldim.

"Üşüdün mü?" diye sordu bu sefer de Nejat, sanki bu imkansız bir şeymiş gibi sesi şaşkındı.

"Evet," dediğim sırada Çağan yanına gelen garsondan şal getirmesini rica etti, teşekkür amacıyla ona gülümsedim ama Çağan sadece başını sallamakla kaldı.

Neden bu kadar garip davranıyordu? Belki de bu onun normal davranışıydı? Sonuçta onu ne kadar iyi tanıyordum ki karakter analizinde bulunabiliyordum?

"Buyurun efendim," döndüm ve garson tarafından uzatılan siyah renk şalı alarak omuzlarımın üstüne attım.

"Menüyü yeniden getirme mi ister misiz?"

"Gerek yok, ben viski alacağım," dedi Nejat ve İnan da onu onayladı.

"Biz de şarapla devam edelim mi?" diye sordu Selin, cevap vermek için ağzımı açtım ama Nejat lafımı ağzıma tıkayarak araya girdi.

"Arya'nın midesi kötü, içmese daha iyi,"

Çağan'ın bana baktığını fark ettiğim için araya girmem biraz zaman almıştı.

"İyiyim ben, bir kadeh alırım,"

"Siz efendim?"

"Ben böyle iyiyim," dedi Çağan dolu bardağını göstererek, garson onu onayladı ve yanımızdan ayrıldı.

" E, Aryacığım, görmeyeli sen neler yapıyorsun?" diye sordu Selin, bir muhabbet içine girmeye çalıştığı belliydi ama ben pek de konuşma havasında değildim.

"Verdiğim resim kursu devam ediyor," üstümdeki şalı çekiştirdim.

"Böyle bir yeteneğinin olması ne güzel," dedi, gerçekten de beni takdir ediyor gibiydi. "Şahsen ben de böyle bir becerim olsun isterdim."

"Sen de ders al istersen?" dedi Nejat, açık açık Selin'le dalga geçiyordu. "Tabi Van Gogh bile kalkıp gelse sana yardımcı olamaz, orası ayrı."

İnan, bu şakaya güldüğünü belli etmemek için bardağını dudağının önüne götürdü ama çok geç kalmıştı çünkü hepimiz görmüştük.

"Bir kere," diye kendisini savunmaya geçti Selin. "Ben istesem çok da güzel resim çizerim."

"Hayatım, yapma lütfen."

"Ne?" Selin söylediğine inanılmamasının şokundaydı. "Bak beni bilirsiniz, inat edersem her şeyi yaparım."

"Ona ne şüphe," dedi İnan, gerçekten de bundan şüphe duymuyor gibiydi. "Ama esas olan doğuştan gelen bir yeteneğe sahip olabilmek,"

"Neden, yetenek illa doğuştan mı olmak zorunda?"

"Elbette," dedi Nejat kesin bir sesle. "Sonradan kazanılan bir şey olamaz, eğer olsaydı yeteneğin bugünkü kadar bir ehemmiyeti kalmazdı."

"Bence illa doğuştan olmasına gerek yok," dedi Selin ama sesi artık o kadar da emin değildi. "Neyse canım, aramızda tek çizim yeteneği olan Arya olsun, yeterli bizim için,"

"Eserlerini göstereceğin bir sergi düzenlemeyi düşünüyor musun?" diye sordu İnan, bu soru içimde uyuyan birçok arzunun uyanması için dürtmüştü adeta. Bir resim sergisi yapmak elbette ki en büyük hayalimdi ama zaman, bu hayalimin de körelmesi için elinden geleni ardına koymamıştı.

"Daha çok genç," diyerek araya girdi Nejat, kaşlarımı çatarak ona döndüğümde oldukça rahat bir tavırdaydı. "Her şeyin bir zamanı var,"

"Canım genç olmasıyla serginin ne alakası var?" İnan bile arkadaşının bu tutumu karşısında şaşkındı. "Güzel Sanatlar mezunu olduğunu sen söylemiştin,"

Nejat'ın, hakkımda arkadaşlarının yanında konuşması oldukça garip gelmişti bana. Konu nasıl olmuştu da benim nereden mezun olduğuma gelmişti, ayrıca mezun olmadığımı bildiği halde neden yalan söylediğini de merak etmiştim ama şu anda meraktan çok kızgınlığım ağır basıyordu. Benim adıma neden cevap verdiğini bilmediğim Nejat'ın bu kayıtsız ifadesi canımı çok sıkmıştı.

"Var tabi. Yeteneği olabilir ama henüz bir tecrübesi yok, ilk sergisinde başarısızlık elde edeceğine eminim."

Tam bu sırada garson içkilerimizi getirdiği için kimse konuşmadı, Nejat'a hakkımda tek bir söz dahi söylememesini ima eden bakışlar atıyordum ama o sanki inatla beni görmezden gelmeye çalışıyordu.

"Tecrübe edinmesi için denemesi gerekiyor," dedi Çağan masada yeniden biz bize kaldığımızda. "İlk sergisinde başarısızlık elde etse bile bu ona, senin de eksiliğini gördüğün, bir tecrübe kazandırır sadece."

"Başarısız olacağını bile bile neden böyle bir girişimde bulunsun?" Nejat'ın bakışları artık Çağan'daydı ve artık o kadar da kayıtsız görünmüyordu. "Üstelik bu büyük bir hayal kırıklığını da peşinde getirir."

"Başarısız olacağına nasıl bu kadar emin olabiliyorsun?" diye sordu Çağan, o da tek bir an olsun bakışlarını kaçırmazken masada rahatsızlık veren bir sessizlik oluştu.

"Bir dakika," diyerek araya girdi İnan, ortamdaki gerginliği tek fark eden ben değildim. "Kimse ne olacağına dair net bir şey söyleyemez, dolayısıyla ihtimalleri tartışmamıza gerek yok,"

Nejat, Çağan'dan bakışlarını bir süre daha çekmedi, en sonunda arkasına yaslandığında yüzünde dümdüz bir ifade hakimdi.

"Soruya da Arya haricinde herkes cevap verdi," diye sitemde bulundu Selin, bana baktığını fark edince hala benden bir yanıt beklediğini anladım.

"İnan haklı, ne olacağına dair net bir cevap vermek imkansız," ortaya attım bu yuvarlak cevap Selin'i tatmin etmese de yapabileceğim bir şey yoktu, şu anda hayallerimi dile getirmeyi kesinlikle istemiyordum. Zaten Nejat'ın hakkımdaki düşüncesini öğrenmek her ne kadar kabullenmesi zoruma gitse de içimde bir şeyleri kırmıştı.

Bana karşı bu kadar inançsız olmasının nedeni neydi? Nasıl başarısızlığımdan bu kadar emin olabiliyordu? Kaldı ki böyle bir şeye inanıyorsa bile bu kadar insan içinde bunu dile getirmek zorunda mıydı? Sadece sussaydı ve ben cevaplasaydım en azından kendimi bu kadar kırgın hissetmemiş olurdum.

Engel olamadığım bir üzüntü hissedince kendime kızdım. Nejat'ın dediklerini takmamayı öğreneli yıllar olmuştu, onun hala üzerimde bir etki bırakmasına müsaade edemezdim. Önümdeki bardağımı alarak içkimden büyük yudumlar aldım ve sanki hıncımı ondan almak istiyormuşum gibi üstümdeki şalı çekiştirmeye başladım.

Gecenin devamında Nejat, İnan ve Selin üçlüsü sonunda kendi arlarında bir muhabbet haline girdiler. Masada bir tek sessizce içkisi yudumlayan ben ve Çağan'dık. Ben, neden sıkıntı içinde olduğumu ve sessizliğimin nedenini de bu olduğunu biliyordum ama Çağan neden benim gibi görünüyordu? Şu anda ne hissettiğini öğrenmek için her şeyimi verebilirdim.

Gözleri masada bir noktaya takılı olan Çağan'ın bir şeyleri düşündüğü belliydi ama bunlar neydi tahmin bile edemiyordum. Belki de sadece sıkılmıştı, diye düşündüm. Sonuçta o kadar da eğlenceli bir ortam değildi ve bunalmış olabilirdi. İçten içte bu halinin nedeninin ben yüzümden olduğunu umdum ama bu düşünceyi anında def etmeye çalıştım. Neden benim yüzümden böyle bir sıkıntı içinde olsundu ki?

"O zaman bakın, hepinize söylüyorum," dedi Selin yüksek bir sesle. "Haftaya bize geliyorsunuz ve birlikte güzel bir akşam yemeği yiyoruz,"

"Harika bir fikir," diye onayladı İnan karısını.

"Evimize hiç gelmemiştin, değil mi Aryacığım?"

"Evet," dedim Selin'e mahcup bir şekilde. Nejat birkaç kere Selin'in beni davet ettiğini söylemişti ama usulen bile olsa gitmeyi istemediğim için hiçbir teklifini kabul etmemiştim.

"Tamam, o zaman bu sefer kesin geliyorsun," Selin de önceki bütün tekliflerini reddettiğimin farkında olduğu için sesinde ima vardı.

"Tabi," dedim bir kaçış yolu olmadığı için ama düşüncesi bile canımı sıkmaya yetmişti.

"Sen de gelirsin değil mi ablacığım?"

"Tabi," dedi Çağan benim gibi, içkisinden büyük bir yudum daha alıp boş bardağı masaya koydu.

Aynı şeyi ben de yaptığımda boğazım biraz yanmıştı ama umursamamıştım. Selin hangi gün geleceğimizi Nejat'la konuşurken masadaki şişeye uzandım ve tam o sırada Çağan'ın bana baktığı hissettiğim için göz ucuyla ona baktım. Göz göze geldiğimiz bu anda öylece kalırken, tek bir tanıdık ifade göstermesini umdum ama Çağan bugün farklı görünmeye yemin etmiş gibiydi. Bakışlarımı ondan alıp doğruldum ve bardağımı doldurarak içkimi bu sefer daha hızlı bitirdim. Yeniden boşalan bardağımı doldurdum ve yine aynı hızda bitirdim. Beynime vuran şarabın tadı bedenimin gevşemesine neden olmuştu, artık o kadar da üşümüyordum.

"Kalkalım mı artık, malum yarın iş var?" dedi İnan, onu onaylayarak yerimizden kalktık. Ayağa kalktığım an sersemlediğimi fark edince masaya tutundum ve hemen etrafıma bakındım ama neyse ki kimse görmemişti. Sarhoş değildim herhalde ama kontrolümün pek de elimde olduğu söylenemezdi. Masadaki çantamı alıp şalı sandalyenin üstüne bıraktım ve önüme döndüm. Nejat ve Selinlerin bir metre ilerimde olduklarını fark edince onlara yetişmek adına hızlanmak istedim ama beynim bu hıza izin vermiyordu. Dudaklarımı yalayarak sakince yürümeye çalıştım.

"İyi misin?" diye soran Çağan adeta ödümü koparmıştı.

"Sen yanımda mıydın?" cümlem ağzımdan oldukça yayılarak çıkmıştı. Bu halim kaşlarımın çatılmasına sebep olurken Çağan ile birlikte yan yana yürümeye başlamıştık.

"Evet, beni göremeyecek kadar sarhoş musun?" dedi alayla bezeli bir sesle.

"Ben sarhoş değilim," diye karşı çıktım, sesim umduğumdan daha yüksek tondaydı. "Ayrıca sen neden önde onlarla birlikte yürümüyorsun?"

"Çünkü sen arkadasın," dedi ve sonunda sabahtandır görmeyi arzuladığım o gülümsemesini bana verdi.

İçimde çiçekler açtığına yemin edebilirdim, bir anda kendimi o kadar iyi hissettim ki ben de onunla birlikte gülümsedim.

"Daha önce," dedim biraz ona doğru yaklaşarak, sesime kattığım gizem Çağan'ın meraklandırmıştı. "Sana hiç, ne kadar güzel güldüğünü söyleyen olmuş muydu?"

Çağan'ın yüzünde öyle saf bir şaşkınlık belirdi ki sorumun cevabını almış oldum. Nedense ona bunu söyleyen ilk kişi olmanın sevincini yaşadım ve çıkış kapısına vardığımızı fark edince önüme döndüm. Resepsiyondaki paltomu alırken Nejat'ın gözleri üstümdeydi. Herkes ceketini alınca birlikte dışarıya çıktık ve bizi bekleyen arabalarımızın yanında durduk.

"Güzel bir geceydi," dedi İnan, eli Selin'in belindeydi. "Seni gördüğüme sevindim Arya,"

"Ben de," dedim ve elimi arabaya koyarak oradan destek aldım.

"Haftaya görüşürüz," dedi Nejat ve arkadaşlarına el sallayarak arabaya bindi. Selin ve İnan da binince arabası arakada olan ve çoktan yerini almış olan Çağan'a baktım, yüzüne vuran ışık sayesinde onun da bana baktığı fark edilebiliyordu. Birden güldüm ve ona el sallayarak tepkisini beklemeden arabaya bindim, valenin kapattığı kapıya hızla kafamı dayadım.

Yanımda oturan Nejat'la sessizlik içinde giderken şakaklarıma girmiş ağrıyla birlikte kapanmaya başlayan gözlerimle geceyi düşünüyordum. Aslında komple bugünü düşünüyordum; Çağan'ı ikinci kez görmüş olmamı, onun neden gece boyunca sessiz kaldığını, neden sadece çıkışta yan yana giderken kısa bir anlığına bile olsa tanıdığım Çağan'a dönüştüğünü... Onun hakkında nedenlere boğulduğum ilk an değildi bu ama beynim tam olarak odaklanamadığı için gerekli cevapları kedime veremiyordum.

Akan yolu izlemeye karar verdim ve ancak eve geldiğimizde başımı kaldırdım. İçeriye girdikten sonra duran arabadan indim, yavaş adımlarla merdivenlere yöneldim. Nejat benden önce çıktığı için kapıyı açmıştı, yanında geçtikten sonra o da girdi ve kapıyı kapattı. Birlikte merdivenleri çıkarken Nejat'ın bana baktığını sezebiliyordum, o yüzden tavırlarımı son derece normal tutmaya gayret ettim. Şimdi içkinin beni çarptığını fark ederse bu konu hakkında sabaha kadar konuşurdu, o yüzden dik bir şekilde yürümeye gayret ettim ve odanın kapısını açarak içeriye girdim, girer girmez paltomu çıkararak yatağa bıraktım.

"Yorgun musun?" diye sordu Nejat ben dolaptan geceliğimi aldığım sırada. Kısa bir an duraksasam da ardından dolabın kapağını kapatarak ona doğru döndüm.

"Evet," dedim gerçekten de öyle hissederken. "Neden?"

"Bugün biraz gariptin," dedi, çıkardığı kravatını elinde tutuyordu. "Bir şey mi var?"

"Ne olabilir?" düzgün konuşmak için kendimi zorluyordum ama beynim sanki uyuşmaya başlamıştı ve peşinden sözcüklerimi de sürüklüyordu.

"Bilmiyorum, sana soruyorum ben de?"

"Ne duymak istiyorsun bilmiyorum ama bir şey yok," dedim, normalde kısaca bir şey yok deyip geçerdim ama içimde ona karşı hala bir kızgınlık vardı ve bu da beni dürtüyordu.

"Ne duymak isteyebilirim?" kravatını yatağa atıp kollarını önünde bağladı. Konunun uzayacağını fark edince ben de elimdeki geceliği yatağın ucundaki bencin üstüne bıraktım.

"Bir sorun olduğunu sezen sensin, demek ki farkında olduğun bir şeyler var?"

"Bana mı kızgınsın?" diye soruma soruyla cevap verirken alaycı bir gülümseme belirdi dudaklarında. "Şu İnan'ın sorduğu sergi mevzusu yüzünden?"

"Hakkımda ne düşündüğünü umursadığımı mı sanıyorsun?" diyerek ben de ona bir soru yönelttim. Nejat bu beklemediği itirafım karşısında o alaycı tavrından hemen kurtuldu ve tanıdık bir ciddiyete büründü.

"Seni boş yere övseydim hoşuna giderdi,"

"Gitmezdi," dedim net bir sesle. "Hakkımda hiçbir şey söylememen sadece hoşuma giderdi,"

"Çağan'ın söylediklerinden dolayı memnun olmadın mı yani?" deyip yeniden o alaycı ifadesine bürünmeye çalıştı ama başarılı olamadı. "Cevap ver,"

Çağan'ın ya da herhangi birinin söylediğini umursardım ama seninkini değil, demek istesem de içimde bir şey konuşmama engel oluyordu. Bana beklentiyle bakan Nejat'ın amacı Çağan'a duyduğu kızgınlığını benden çıkartmayı istemesiydi ama buna izin vermeyecektim. O yüzden her zamanki silahımı kullanarak sustum, bu Nejat'ı daha da kızdırmıştı.

"Sana yalan söylemediğim için mi bana böyle bakıyorsun?" dedi, artık önünde bağlı olmayan eli havada sallanıyordu. "Başaralı olamayacağını açıkça söylediğim için mi?"

Ona nasıl baktığıma dair tek bir fikrim yoktu, tıpkı neden böylesine birden delirdiğine olmadığı gibi. Benden ne duymak istiyordu, neden durup durup bu gece tartışma çıkarmak istiyordu onu da anlamış değildim ama ona tepki vermemekte kararlıydım.

"Başaramazsın." dedi Nejat, yüzü kırmızıya doğru dönerken gözleri kızgınlıkla büyümüştü. "O da başaramayacağını biliyordu ama sırf gözüne girmek için aksini söyledi."

Bütün bu anlamsız kızgınlığı onunla aynı fikri savunmadığı için Çağan'a mıydı? Birden inanamayarak güldüm, Nejat bunu fark edince dişlerini sıktı ve olduğu yerde bana parmağını kaldırdı.

"Bunu sen de biliyorsun!" dedi, hala benden kendi düşüncesini onaylamamı istiyordu. " Hatta bildiğin için susuyorsun!"

Bu gözü dönmüş, kendi düşüncesinin aksini bile duymaya tahammülü olamayan adama acıyarak baktım. Nasıl bir öfkeydi bu, nasıl bir egoydu? Birilerinin benim hakkımda olumlu şeyler söylemesine bile bu kadar tahammülsüz olmasının inanamayarak başımı iki yana salladım.

"İnsanların hakkımda iyi bir şeyler düşünmesinden bu kadar korkma." dedim kendime hakim olamayarak, sesim hiç olmadığı kadar ifadesizdi. "Bir gün bir şeyleri yapabildiğime şahit olursun diye şimdiden bu kadar endişelenme,"

"Endişelendiğimi mi sanıyorsun?" işte şimdi saf bir alaycılık hakimdi hem gözlerinde hem de sesinde. "Sana dair hiçbir endişem yok,"

"O yüzden mi bu kadar çılgına döndün?"

"Seninle alakası yok!"

"Neyle alakası var o zaman?" bir anda bağırmam hem kendimi hem de Nejat'ı şaşırtmıştı. "Neye bu kızgınlığın, kime?"

Nejat, dili tutulmuş gibi birkaç saniye boyunca bana bakakaldı, sıklaşan nefesimle gözlerimi kırpmadan ona bakıyordum.

"Ben..." dedi Nejat ama cümlenin devamı gelmedi. Ağzının içinde bir şeyler gevelese de en sonunda hiçbir şey söylemeyerek bana delici bir bakış attı ve arkasını dönüp kapıyı çarparak odadan çıktı.

Adeta yanan alnıma avucumu bastırdım ve orada öylece durdum. Zaten ağrıyan başım iyice dayanılmaz bir boyuta geldiği için yatağa doğru ilerledim ve oturdum.

Yanan ışığa rağmen hissettiğim karanlığın ortasında öylece oturmuş dururken tüm düşüncelerim ve hislerim beni terk etmeye başladı, yeniden üşümeye başladığımı hissetsem de aldırmadım ve sırt üstü yatağa uzandım.

Gözlerimin dolduğunu uzandığım an şakağımdan süzülen yaşla fark ettim. Hiç düşünmeden kendimi serbest bıraktım ve odadaki sessizliği kendi sesimle bozarak, neye olduğunu bilmeden sadece büyük bir boşluk içinde ağlamaya başladım.

*
Oy ve yorumlarınız için teşekkür ederim!!

Seguir leyendo

También te gustarán

458K 11.8K 21
Kitap satılan her yerde.
59.6K 3.6K 67
Mavinin ASKI Mavi Eroğlu yakın arkadaşı Murat'ın dibe batmış tekstil firmasını ayağa kaldırmak için İstanbul'a gelir. Kader ağlarını Mavi'nin hayat...
949K 56.3K 73
"Hiç bir aile karesinde yerim yokmuş ki benim" Ben Buse. Buse Yalın olarak doğmuştum ve şimdi Buse Gamzeli olarak ölecektim. Bu ruhu ölmüş, bedeni ya...
1K 208 6
"Siz," dedi genç kızın üstünü baştan ayağa süzerek. Gördüklerinden pek de memnun olmamış gibiydi. "Hep böyle mi giyinirsiniz?" Nilay şaşkınlıkla gözl...