27.BÖLÜM: ARKADA KALANLAR

217 14 0
                                    

Hepinize iyi okumalar canlarım.

*

Zamanın ilerlediğinin, yeni bir günün doğduğunun yegane kanıtı batan sonrasında ise doğan güneşti. Bugün de aynı şey olmuştu; önce güneş batmış, saatler sonra doğmuştu ve bir gün daha başlamıştı ama benim için yeniye dair hiçbir şey yoktu. Dün oturduğum masanın başındaydım, dün gördüğüm kendi karakalem çizimime bakıyordum, dün Çağan'ın getirdiği bardağı görüyordum ve yine onun söylediklerini duyumsuyordum. Bu kadar aynı haldeyken benim için yeni bir gün başlamış olamazdı, yeniye dair hiçbir izin olmadığı bu gün, sadece dünün devamı olabilirdi.

Düşüncelerimin altında düştüğünü hissettiğim başımı kaldırdım, pencereden gördüğüm gökyüzündeki güneş bana günün başlamaktan çok bitmek üzere olduğunu gösteriyordu. Artık zamanın ne bu kadar hızlı akmasına ne de bazen geçmiyormuş gibi durmasına değil, sadece bu kadar aynı şekilde akmasına şaşırıyordum. Saatler sonra benim daha benimseyemediğim bu gün de bitecekti ve değişen neydi? İçimden söküp atamadığım sıkıntımla birlikte derin bir nefes verdim, mutfaktan sesi gelen Çağan, hafta sonu olduğu için neyse ki bugün evdeydi. Dünkü konuşmamızdan sonra başka bir şey konuşamadan uzun bir süre çizimlerimize bakmış, ardından gidip beraber uymuştuk. Her ne kadar aynı yatakta olsak da aramızdaki bariz uzaklık içimde bir kırgınlık yaratmıştı, sabah uyandığımda onun çoktan kalkmış olduğunu ve yanımdaki boş tarafı görünce de o kırgınlığım, daha da belirginleşmişti.

Ondan duyduklarımı kabullenmiş olmak hala canımı sıkıyorken aklım çok başka bir ihtimali kurcalamaya başlamıştı. Acaba ben ona, her şeyi göze alarak duymayı istediklerini anlatsaydım o da bana sakladıklarını anlatır mıydı? Eğer böyle olursa benden gizlemeye sakladıklarının temel nedeni, sadece beni üzmemek ya da canımı sıkmamak olamazdı. Ben, ona her şeyi anlattıktan sonra ne hissedeceğime o kadar da önem vermeden kendisi de konuşmaya başlayacaktı. Bu ihtimale elbette ki itiraz eden yanım vardı ama mantıklı bulan yanım daha ağır basıyordu. İşin ucu yine kısasa giderken aklıma söyledikleri, beni sevdiği gerçeği düşüyor, çok geçmeden bilmediklerini hayatı boyunca merak edeceğini itiraf edişini anımsıyordum.

Bu hep böyle devam edebilir miydi? Yıllar sonra bir anda karşıma geçip bana yine geçmişin hesabını sorabilir miydi? Ben ona geçen onca zamandan sonra cevap verebilir miydim, versem bile bunun sonuçlarının ilk andaki etkiyi yaratmayacağına emin olabilir miydim? Bu, cevap bulmaya korktuğum sorular sırayla zihnimdeki yerini alırken derin bir nefes almaya çalıştım, bir an sonra duyduğum ayak sesleri Çağan'ın içeriye girdiğini anlamama neden olmuştu.

"Hala resmine mi bakıyorsun?" diye sordu ve televizyonun karşısındaki koltuğa oturdu. "Farkında olmadan şaheser mi yaratmışım yoksa?"

Karşılık veremedim, o oldukça normal duran ifadesine bakarken içimi bir şeylerin kemirmeye başladığını hissettim. Benim aksime onun için dün çoktan dünde kalmış gibiydi. Çağan, bana anlatmadıkları olduğu kadar anlatacakları olan bir adamdı, karakteri gereği benim gibi tam anlamıyla suskunluğa bürünmesini beklememem gerekiyordu ama bu olağan tutumunda da can sıkan bir taraf vardı. Olması gereken bu muydu? Sadece olumsuzluklara odaklanarak günlerimizi geçirmemiz daha mı anlamsız olurdu?

O zaman neden ona baktıkça içimi kemiren o his büyüyordu? Neden inatla söylediğine değil, bu olağan ifadesine değil, dünkü sıkıntılı halini anımsıyor ve benden bir şeyleri gizlediğini alelen kabul ettiği cümlelerini duyuyordum? Artık böyle mi olacaktı? Ona her baktığımda dün dediklerini anımsayacak, bilmediğim şeyleri mi merak edecektim? Bu kadar rahatsız edici bir duruma kendimi sokarsam Çağan'ın da dediği gibi geri dönüşü zor olan o yola girerdim, onun yaptığı gibi sadece bu ana odaklanmam gerekiyordu. Zihnim bana güler gibi önüme sabahtandır dört dönen kelimeleri yeniden serpiştirirken sıkıntılı bir nefes verdim.

MESELWhere stories live. Discover now