Düşünce Mahkumları

By Destvd

1.5M 67.3K 12.6K

Dünyadaki en tehlikeli yer zihin, en ölümcül zehir ise düşünceydi. Her an düşüncelere esir olanlardı onlar. O... More

♤Düşünce Mahkumları♤
1♣Ömer (Sansar)
2♣Atlas (Altın Mızrak)
3♣Selim (Hokkabaz)
4♣Sena (Havuç Kafa)
5♣Vuslat (Renk)
6♣Atlas
7♣Selim
8♣Vuslat
9♣Sansar
10♣Selin (Matematik)
11♣Alparslan Gündoğdu
12♣Sansar
13♣Sansar
14♣Vuslat
15♣Selin
16♣Vuslat
17♣Sansar
18♣Selin
19♣Sansar
20♣Atlas
21♣Sena
22♣Selin
23♣Atlas
24♣Sansar
25♣Vuslat
26♣Sena
27♣Vuslat
28♣Vuslat
29♣Sansar
30 Ara Final Part 1♣Vuslat
30 Ara Final Part 2♣Selim
31♧Selin
32♧Atlas
33♧Doruk
34♧Atlas
35♧Vuslat
36♧Vuslat
37♧Atlas
38 ♧ Sansar
39 ♧ Doruk
40 ♧ Atlas
41♧Vuslat
42 ♧ Atlas
43 ♧ Atlas
44 ♧ Doruk
45 ♧ Sena
46 ♧ Doruk
47 - Karanlık
48 - Aydınlık
49 - Balo
50 I Dost
51 I Hain
52 I Gerçeğin İki Yüzü
53 I Plana Sadık Kal
54 I Operasyon
55 I Kan ve Kar
56 I Uyumak Yok
58 I Öfke ve Acı
59 | Paramparça

57 I İnsan ve Nisyan

761 60 62
By Destvd

Bölüm 57: "İnsan ve Nisyan"


Atlas

 Oturduğum bu saçma hastane bankının üzerinden, aramızdaki mesafeye rağmen ameliyathanenin soğukluğunu tenimde gezinen bir bıçak kadar diri hissediyordum. Omuzlarım çökmüştü ve kollarımla dizlerime yaslanmış öylece duruyordum. Şu an etrafımda dönüp duran koşuşturmacalar, gelgitler, telaşlı mırıldanışlar, yakarışlar ve derinden derine edilen dualar... Her biri gerçekliğini yitiriyor ve beni o soğuklukla baş başa bırakıyordu.

 Vuslat o soğukluğun içindeydi.

 Bire bir içinde.

 Kan kaybetmişti. Vuslat'ın kanı, çocukluğumdan beri peşimi bırakmamış korkumun üzerinde damla damlaydı. Annemin son nefeslerini dinlerken izlediğim kar, bu gece Vuslat'ın kanıyla ıslanmıştı. O yakıcı sıcaklığı tenimde duyuyordum hala.

 "İyi olacak, iyi olacak..." Yanımda oturan Sena'nın sesi öyle uzaktan geliyordu ki şu an olduğum yerde gerçekten de olmadığımı yeni anlıyordum.

 Sansar'ı gerimizde bırakmıştık. Gerimizde.

 Birden ayağa fırladım. Boğazımdaki düğümü söküp atmak ister gibi elimle üzerimdeki kamuflaj montun yakasını çekiştiriyordum. Kulağımda uğultulu bir ses vardı. Bu sesin kendi nefesim olduğunu yeni anlıyordum.

 "Atlas! Atlas, sakin ol! Atlas!" Sena görüş alanıma zorlukla girdi. Beni tutmaya çalışıyordu ama ben bir sağa bir sola gidip gelmemi durduramıyordum. "Sakin ol!"

 "Boğuluyorum." Sesim kesik kesikti. "Boğuluyorum Sena."

 Üzerimdeki montu tek hamlede, sert bir şekilde çıkarıp yere fırlattım. Elim hala beyaz kazağımın yakasındaydı. Bir şeyler yırtmak, parçalamak, yıkıp dağıtmak istiyordum.

 Sena da ağlamaktan kızarmış gözleriyle gözlerimin içine baktı. Hüküm verici bir sesle "Sakin ol, tamam mı? Sakin ol." Hareket etmeyi kesip durdum. Nefes nefese kalmıştım. "Şimdi kendini kaybedemezsin. Şimdi olmaz Atlas. Vuslat'ın sana ihtiyacı var."

 Ağlıyordum. Usulca hastanenin zeminine çömeldim. Duvar sırtımı sıvazlamıştı. Ellerimi yüzüme bastırdım. Vuslat'a bir şey olursa yaşayamazdım.

 Sena da benimle beraber yere oturdu. "Selim'in de sana ihtiyacı var."

 Selim'in yaşadığını hatırlayınca gülmeye benzer bir ses çıkardım. Gözlerindeki ürkeklik öyle derindi ki yeniden görmüş gibi irkildim. Doruk, planladığımız gibi Selim ve Asya'yı yazlığa götürmüştü. O ikisi, kim bilir neler yaşamıştı.

 Sena da ağlıyordu. Ama öyle sessizdi ki, mermer kadar güçlü duruşuna hayran olmamak elde değildi. "Benim, benim de sana ihtiyacım var. Tek başıma olanlarla baş edemem." Yüzümdeki yaşları silmeye çalıştım. Sena'nın sesi boğuklaştı. "Sansar'ın," derken hıçkırdı. "Sansar'ın da sana ihtiyacı var."

 Ellerimi başıma bastırdım. "Yapamıyorum, yapamıyorum. Kendimi bir türlü affedemiyorum. Her şeyi yutarım Sena. Vuslat'ı koruyamamış olmamı bile yutarım ama Sansar'ı geride bırakmış olmamı..." Nefes almaya çalıştım. "Kahretsin!"

 "Başka türlüsü mümkün değildi," dedi ama içten içe beni suçluyor mu diye merak ettim. "Onu kurtaracağız ama değil mi? Onu oradan çıkarmamız lazım. Bunu yapacağız değil mi?" 

 Kaşlarım çatıldı. Şu an öyle kontrolsüzdüm ki sinirlenmemi engelleyemedim. "Tabii ki," dedim neredeyse bağıracakmışım gibi. "Ne pahasına olursa olsun. Onu oradan çıkaracağım."

Sansar

 Boğazımdaki çirkin kaşıntıyı atmak için öksürdüm. Vücudumda tuhaf bir uyuşukluk vardı. Gözlerimi araladım ama yataktan kalkmak için bacaklarım fazla güçsüzdü. Öylece bekleyip güç toplamaya çalıştım.

 Sağ elimdeki sızı, Gümüşpala'nın yüzünün ortasına yerleştirdiğim yumruğu hatırlattı. Güldüm. Bundan daha sık yapmak istiyordum. Onu her gördüğümde yumruklamak ve bundan delice haz almak istiyordum. İşin iyi yanı, artık beni bunu yapmamam için tutan hiçbir şey yoktu. Madem Gümüş'te mahsur kalmış durumdaydım, o aşağılık herifi her gördüğümde bir şekilde ona yaklaşıp yüzünün ortasına geçirebilirdim.

 "Vay anasını," diye homurdandım. Neredeyse tüm bu yaşananlar yaşanmamış gibi mutlu olmuştum.

 Aklımın bir ucunda sürekli Vuslat'ın nasıl olduğu vardı. Sağ salim dönüp dönemediklerini merak ediyordum. Selim'in eskisi gibi olup olamayacağını, Sena'yı, Atlas'ın herkesi nasıl koruyacağını, her şeyi merak ediyordum.

 Yatakta usulca doğruldum. Bakışlarımı odanın her bir noktasında acele etmeden gezdirdim. Ellerimle destek alıp yataktan kalkmaya yeltendim ama yapamadım. Ayak bileğimden beni yatağa çeken şeye, kelepçeye baktım. "Şerefsizler," diye homurdandım. Ne yani bütün gün yatakta bana ne yapacaklarını mı bekleyecektim?

 "Adisiniz lan siz!" diye bağırdım kapıya doğru. Sesimin duyulup duyulmadığını bile bilmiyordum. Ama bağırıp çağırmak boş boş oturmaktan daha mantıklı geliyordu. "Adamsanız çözün lan beni! Sıkıysa karşıma çıkın! Yemiyor mu lan?"

 Bağırışıma hiçbir karşılık alamadım. Nedense bağırmayı da sevmiştim şu an. En azından kafamda onlarla ilgili kurduğum planları haykırarak sinirimi bir nebze de olsa atabilirdim.

 "Bu krallığı yıkmazsam bana da Sansar demesinler."

Doruk

 Bir yandan telefonu kulağıma dayamış öbür yandan da şömineye odun taşımaya devam ediyordum. Koca evi ısıtmak tahminimden daha zor olmuştu. Telefon üçüncü çalışında açıldı.

 "Bir gelişme var mı?"

 "Hayır, bekliyoruz." Dedi Sena. Telefondaki sesi hala ağlamaklı geliyordu. "Çok kan kaybetmiş. Ameliyatta hala."

 "İyi olacak inşallah." Atlas'ı da sormak istedim ama neyi nasıl sormalıydım hiçbir fikrim yoktu. "Haberdar et beni," diyebildim sadece.

 Telefonu kapatıp sehpanın üzerine bırakırken stresle dudağımı dişliyordum. Sansar'ın geride kalışına hala inanamıyordum. Aramızdan hiç kimsenin geride kalmasını istemezdim, hele de artık her biri benim için bu kadar anlam taşıyorken ama Sansar denen o manyak herifin kendini sevdiremeyerek sevdirme gibi saçma bir özelliği vardı.

 Bana kalırsa Atlas'la aralarındaki güçlü bağ da buradan geliyordu. İkisi de hiç tekin değildi.

 Kafamda Gümüş'ten sonra Asya'yı da alıp Gümüşpala'dan olabildiğince uzağa kaçma fikri varken şimdi durumlar öyle bir hal almıştı ki ne yapacağımı bilmiyordum. Şimdi nasıl bir yol çizecektik, onu nasıl, ne şekilde çıkaracaktık o delikten ya da tüm bu planların içinde Asya ve ben olacak mıydım ondan bile emin değildim. Emin olduğum tek şey eğer o delikte ben olsaydım Sansar denilen bu manyağın beni kurtarmak için homurdana homurdana da olsa her şeyi yapabilecek olduğuydu.

 Şömineden gelen hafif cızırtıları dinlerken Asya'yı bulduğum haldeki durumunu hatırladım. Canım sıkılmış gibi derin bir şekilde nefes aldım.

 Üst kata çıkıp Asya'nın uyuduğu odaya yaklaştım usulca. Hareketlerim öyle sessizdi ki olur da ufacık bir ses çıkarır da Asya ya da Selim'i korkutursam diye ödüm kopuyordu. Kapıyı tıklatıp tıklatmama konusunda kararsız kaldım. Sadece iyi olup olmadığını merak ediyordum. Usulca kapı kolunu indirip odaya baktım.

 Yatak boştu. "Asya?"

 Ani bir hareketle odaya daldım. Yatakta top haline getirilmiş battaniyeye ve camdan aşağıya sarkmış Asya'ya şaşkınlıkla baktım. "Asya, dur, napıyorsun! Düşüceksin."

 Hızlı adımlarla yanına gidip onu omuzlarından sıkıca tuttum. Öyle şuursuzca duruyordu ki sanki aşağıya düşse bunun farkında olmazmış gibiydi. Korkuyla irkildim. Onu geriye çekerken omuzlarının üzerinden bana bakıp güldü.

 "Doruk?"

 Onu yatağa oturtup camı kapattım. Dışarıdaki buz gibi soğuk odaya dolmuştu. Perdeleri sıkı sıkı kapatmamı izlerken "Rüzgârı yüzümde hissetmeyi özlemişim," dedi. Ciddi olup olmadığını anlamak için ona baktım.

"Sadece hava almak için mi? Yani, o yüzden mi..." Boğazım kurumuş gibi kesik kesik konuşuyordum. "Allah'ım, Asya!" Rahatlamış gibiydim ama bir yandan da az önceki anın şokunu yaşıyordum. "Aşağıya düşecek gibiydin. Korkuttun beni!"

 Yine güldü. Bu sefer direkt gözlerimin içine bakıyordu. Mutlu gibiydi. Ya da ben onun nasıl hissettiğini anlayamayacak kadar şaşkındım.

 "Bir daha böyle yapma," diyebildim sonunda. "Hava almak istediğin zaman bana söyle birlikte bakarız camdan, olur mu?"

 Cevap vermedi. Üzerinde kızların daha önceden Asya için ayarladığı gri eşofmanlar vardı. Uzamış ve birbirine karışmış sarı saçları kapüşonunun üzerine dökülmüştü. Onu odada tek bırakamayacağımı anlayıp "Hadi gel," dedim gülümsemeye çalışarak. "Birlikte şömineyi izleyelim. Sen seversin hem. Bir şeyler de atıştırırız."

 Yine cevap alamadım. Ya da cevaba benzer bir baş sallama hareketi. Yerinden kalkmak için yeltenmeyince usulca ona doğru yaklaşıp onu kucağıma aldım. Hareketsizce bekledi. Sanki hem çok şey düşünüyor hem de hiçbir şey düşünmüyordu.

 Odadan çıkıp merdivenlere yönelmeden önce Selim'in kaldığı odanın kapısını araladım. Yatakta sırtı dönük bir şekilde yatan bedene baktım. Kapıyı kapatmamak en güvenlisi olacaktı. Asya gibi onun da kontrol dışı bir saçmalık yapmasından korkmuştum.

 Aşağıda şöminenin karşısındaki koltuğa Asya'yı bırakırken belki uzanır diye sırtına yastık koydum ama arkasına yaslanmamıştı. Mutfakta ikisi için daha önceden hazırladığım sandviçlerinden birini tabağa koyup Asya'ya getirdiğimde o şömineyi izliyordu. Tabağı yavaşça önüne, sehpaya bıraktım. Kendini aç hissettiğinde uzanıp yemesini bekliyordum.

 Telefonum çalınca irkildi.

 Bu tepkisi bile bana anlamlı geliyordu. Ara ara zihni daha uzak oluyordu içinde bulunduğu ortamdan. Şimdiyse bir sese tepki vermişti. Bu bile onun için umutlanmama yetti.

 Uzanıp telefonu alırken ekrandaki ismi görünce ne yapacağımı bilememişim gibi birkaç saniye afalladım. Şu an böyle baskı altında onun sesini duymaya hazır değildim. Kaçış yoktu.

 "Doruk?" Selin'in sesi meraklı geliyordu. "Hiçbiriniz aramadı beni. Delirecektim. Vuslat işimiz bitince seni ararız demişti. Ters giden bir şeyler mi var?"

 Nerden başlayacağımı bilmiyordum. "Biraz aksilikler oldu." Ne diyeceğimi düşünerek yavaş yavaş konuşuyordum.

 "N'oldu? Birine bir şey mi oldu?"

 Bu mevzuya böyle bodoslama dalamazdım. Selin için bu çok hassas bir konuydu. Nasıl ve ne şekilde söylememiz gerekiyordu bilemiyordum ama telefonda olacak şey de değildi. "Asya'yı kurtardık," diyebildim. Devamını söylemek sanırım artık bana düşmüyordu.

 "Çok çok sevindim Doruk," dedi. Gerçekten de sevinci sesinden hissediliyordu. "İyi mi peki?"

 Bakışlarım şömineyi izleyen Asya'ya kaydı. "İyi," dedim sadece. Ama bu cevaptan ben de emin değildim.

 "Siz iyi misiniz peki?"

 "Bir iki problem var ama," dedim. Sevdiğin birine yalan söylemek zordu gerçekten. "Halledeceğiz inşallah."

 Ne diyeceğini bilmiyormuş gibi durdu. Ben de durdum. Selim'in üst kattaki varlığı çekiç gibi vuruyordu zihnime, Selin'in henüz onun hayatta olduğunu bilmeyişi ve diğer her şey... Öyle keskin hissediyordum ki sanki şu an benim için yutkunmak bile mümkün değildi. Nihayet "Sende durumlar nasıl?" diye sorabildim.

 Arakadan çeşme sesi geldi. "Şu anlık iyi," dedi. "Sadece Ali Abi çok soru soruyor. O kadar."

 "Anladım," dedim. "Merak etme, yakında Atlas duruma el atar."

 "Ben de öyle umuyorum. Kendimi Ali Abi'ye karşı kötü hissetmeye başladım." Gerçekten de bu görev hiç onluk bir şey değildi. Zorlandığını hissedebiliyordum. Ama hepimiz Gümüş'te olacağımız için Ali Abi'ye bekçi olarak bırakabileceğimiz en mantıklı kişi oydu. "Bu arada uçağım yarın. Atlas biliyordu ama bu telaşede unuttuysa diye bir hatırlatır mısın ona da? İşi bitince beni arasın."

Yutkundum. Zorlukla. Atlas'ın onun gitmemesi için her şeyi yapacağını adım kadar iyi biliyordum. Çoktan bir şeyler yapmış olmalıydı. "Tamam," dedim en ufak bir duygu kırıntısı barındırmayan sesimle. Artık kendimi dizginlemek değil, kendimi unutmam gerekiyordu. "Söylerim, merak etme."

Selin

 Çaydanlığın altını yakmak üzereyken "Gerçekten mi?" diye sordu Ali Abi arkamdan. Mutfağa geldiğini yeni fark ediyordum. "Çay demlemeyi bilmiyor musun kızım?"

 "Önce su koymuyor muyuz?" diye sordum şaşkınca. Ali Abi sabah kendine geldiğinden beri aramızda geçen tek sıcak konuşma buydu. Evdeki tüm iletişim kurabileceği aletlerin bağlantısının kesildiği ve üstüne üstlük eve kilitlenip de başına bekçi gibi beni diktiklerini öğrendiğinde ilk an çok şaşırmış sonra da çok kızmıştı. Sabahtan beri sorduğu milyon tane soruya abuk sabuk bir sürü cevap vermiştim.

 İşin aslı ben de tam olarak ne olup bittiğini bilmiyordum.

 "Altındaki su kaynayınca demliğe alttan su koyacaksın ki demlensin."

 Hem utanmış gibi hem de düştüğüm durumun komikliğinin farkındaymış gibi Ali Abi'ye bakınca o da zoraki de olsa güldü. "İyi madem, sen geç içeri ben demleyip geliyorum."

 Tezgâha bıraktığım telefonumu da alıp odaya geçmek için tam yanından geçecekken "Atlas'tan bir haber var mı?" diye sordu. "Telefonla konuştuğunu duydum."

 Ne diyeceğimi bilmiyormuşum gibi kısa bir an durdum. "İyiymiş," dedim sadece. Gerçekten gerçek anlamda hiçbir sorunun cevabını tam olarak bilmiyordum. "Yakında yanınıza gelir dedi Doruk."

 Sessizce başını salladı. Ama öyle üzgün duruyordu ki eğer yanında ben olmasaydım bir kenara çöküp ağlayacak gibiydi. Atlas'ı hayal kırıklığına uğrattığını biliyordu ama kendisini yaptıkları plan için bir tehdit görmeleri ve onu eve hapsetmeleri ağırına gitmiş olmalıydı. Onu utandırmamak için ben de mutfaktan çıkıp odaya geçtim.

 Ali Abi'nin her ne yaptıysa kötü bir niyetle yapmadığına adım kadar emindim ama bir yandan da onu kilitleyecek kadar önlem alıyorlarsa bizim çocuklarında bir bildiği olmalıydı. Mesaj sesini duyunca irkilip ekran kilidini açtım. Babamdandı.

"Biletleri iptal ettim. Okulunla da görüştüm. Bu dönemi de Türkiye'de tamamlayacaksın."

 Anlam verememiş gibi ekrana baktım. Babam beni buradan alıp götürme konusunda o kadar kesin konuşuyordu ki bu hızlı ve beklenmedik değişimde mutlaka bir iş olmalıydı. Atlas'ın bizim eve gelip babamla konuştuğu ve ona bir şey verdiği o geceyi hatırladım. O kadar uzun zamandır etrafımdaki kimseye neyin ne olduğunu sormuyordum ki, kim bilir nasıl bir yol bulmuştu Atlas. Sormaya ve öğrenmeye dair hevesim de yoktu aslında. Selim'den beri ilk defa bir şeyin nedenini merak ettim. Bu duyguyu öyle uzun zamandır duymuyordum ki kısa bir anlığına da olsa acımı unutmamın mümkün olduğunu hissettim. Ama yine de buna hazır değildim.

 Mesaja cevap vermeden telefonu koltuğa bırakırken mutfaktan duyulan hıçkırık seslerini bir süre hareketsizce dinledim. Asla, hiçbir konuda, sevdiğim birini böylesine hayal kırıklığına uğratmamak ve bu duruma düşmemek için her şeyimi verirdim.

Atlas

 Ameliyat bittiğinde neredeyse öğlen olmuştu. Oturduğum yerden nasıl kalkıp da doktorun yanına koştuğumu hatırlamıyorum. Ama doktorun anlattıklarını dinlerken ne dediğinden emin olamıyormuşum gibi tekrar tekrar soruyordum.

 "Nasıl yani? Bundan, bundan sonra ne olacak? Ne demek istiyorsunuz?"

 "Bakın, kurşun gerçekten çok komplike bir defekt oluşturmuş eklemde. Ağır bir zedelenme söz konusu. Şu an için endişe edilecek bir durum yok ama ne yazık ki bu defekti sadece bir ameliyatla düzeltmemiz mümkün değil."

 "Nasıl yani? Tekrar mı ameliyata alacaksınız?"

 "Şu an değil. Ama ileriki durumlarda böyle bir şey söz konusu olabilir. Tabii ki tedavisi düzenli bir şekilde devam edecek hastamızın ama ne yazık ki kalıcı bir kusur oluşabilir."

 "N-nasıl bir kusur?"

 "Tabii ki hastanın toparlama gücüne ve tedaviye yanıtına da bağlı ama dizin yine eskisi gibi olmasını beklemek çok doğru olmaz. Kendimizi hafif de olsa yürüme zorluklarına alıştırmamızda fayda var."

 Söylediklerini daha yeni anlıyordum, ya da belki anladığımı sanıyordum. Belki Vuslat'ı ilk kez ayakta gördüğümde başında ameliyat bonesi olan bu doktorun aslında neler zırvaladığını o zamana kadar hiç anlamadığımı anlayacaktım. Belki Vuslat yürürken her topalladığında ben o ana kadar her şeyin öylesine anlamsız olduğunu yeni keşfedecektim. Attığı her adımda ben yeni bir şey anlayacaktım. Her adımı bizim için bir iz olacaktı. O geceye ve o insanlara dair Vuslat'ın sızısını duyduğu bir iz. Ben o her zorlandığında bir tık da olsa o zorluğu ondan alabilmek için koluna girecektim. Birbirimize bakacaktık. Bu zorluğu defetmek için uğraşacaktık. Unutmak için uğraşacaktık.

 O zaman belki insan ve nisyan arasındaki uyumu hatırlayacaktık.

 "Onu görebilecek miyim?"

 "Kendine gelene kadar yoğun bakımda misafirimiz olsun. Odaya aldığımız zaman görebilirsiniz."

 Doktorun fazla anlayışlı gelen sesini dinlerken adamın yüzüne boşluğa bakar gibi baktım. Ne diyecektim, ne isteyecektim ondan? Öyle afallamıştım ki öylece kalakaldım.

 "Odaya alındığında ifade için memur arkadaşlar onu da ziyaret edecek. Geçmiş olsun tekrardan."

 "Sağolun," dedi Sena benim yerime. Sonra o da yavaşça koridordaki hastane bankına oturdu. Şaşkınlıktan ne yapacağını bilemezmiş gibi yüzünü kapattı. Ağlamaya başlamıştı.

Sansar

 Odada saat olmadığı için günün hangi zaman diliminde olduğumuzu bilmesem de tahminimce öğleni geçmiştik. Pencerede bana uzak sayılırdı. Zaten hapsedilmiş biri olarak dışarıya bakmaya tahammülüm de yoktu. Artık bağırmayı kesmiştim. Üstelik ayak bileğimdeki kelepçenin varlığı da ilkinki kadar rahatsız etmiyordu beni.

 Ama hemen hemen her şeyin beyaz ya da açık mavi olduğu bu odada böylece beklemek bir süre sonra beni delirtirdi. O yüzden içimdeki öfkeyi kaybetmemeliydim. Şu an beni diri tutacak az şeyden biriydi bu.

 Üstelik insanın sessizlikle baş başa kalması kendi içinde yeni yeni yerler keşfetmesine neden oluyordu. İçime hapsedilmiş yeşillikler vardı mesela, güzel bir gülüş ve durdurulamaz bir tufan. Sonsuza kadar içimde kalabilirdim de aslında. Yalan yok, gıkım çıkmazdı bu duruma.

 Odanın kapısı otomatik bir 'klik' sesiyle açıldığında mavi görevli kıyafetli bir kadın kapıda belirdi. Elindeki tepsiyi, temkinli adımlarla bana doğru yaklaşıp komodine bıraktı. Tepsideki şişeden komodinin üzerindeki plastik bardağa su doldururken "Kahvaltıdan muaftın bugün," dedi. Sesi tuhaf derecede otomatik geliyordu. "Eğer bana da saldırmaya kalkarsan ya da bir kez daha ihtar almana sebep olacak bir şey yaparsan diğer öğünlerinden de mahrum kalırsın."

Hasiktir! Benim gerçekten bana yemek getiren görevli ve savunmasız bir kadına zarar vermeye kalkacağımı mı düşünüyorlardı? Çok yanlış bir izlenim bırakmıştım bu şerefsizler üzerinde. Neyse ki umrumda değillerdi.

"Ne yani beni günde üç öğünle beslememekle mi tehdit ediyorsunuz?" diye sordum ama sorarken gülmeye başlamıştım. Kadın yine temkinli adımlarla yataktan uzaklaşırken bana şaşkınlıkla karışık bir merakla baktı. "Yemişim sizin kahvaltınızı! Oruç tutan adamım ben kahvaltısızlık mı koyacak bana."

Kadın bir şey demeden kapıya yöneldi. "Bari bir örtü bez verseydiniz, yatakta yiyeceğim ben yemeği? Aloo! Kırık olacak, çarpılacağız sizin yüzünüzden!"

Destvd

Continue Reading

You'll Also Like

TUTSAK By Elsa

Mystery / Thriller

61.2K 2.2K 35
"Ben; kışı yaşadığım bir akşam beni yakan rüzgarı da çok iyi tanıyorum, bir cehennem akşamı beni üşüten alevleri de"
7.2K 1.2K 18
"Yayınımızı bir son dakika haberi ile bölüyoruz sayın seyirciler. Son üç yılda adından çokça bahsettiren, bilinen 172 cinayet işleyen Lehep şimdi de...
AHZA |gay| By 🦩

Mystery / Thriller

116K 6.1K 32
"Ehline denk gelmeyen her şey ziyan olur. Can da, inci mercan da..."
367K 11.7K 38
Bebeğine bakamayacağını düşünen bir anne bebeği gizlice babasına bırakıp kaçarsa? Bir kapı zili ile hayatı alt üst olan bir mafya ? Sizce bu ikisini...