Rüzgâr Sokağı'nın Tuhaf Dövme...

By Savaniris

103K 7.6K 3.2K

Karanlık sokakların birinde, kenar köşede kalmış bir dövmeci, yıllardır saklanan bir sırrı korumaya çalışıyor... More

T a n ı t ı m
1|Dövmeci Dükkanı
2|Garip Şeyler Oluyor
3|Fabulasium
4|Yine ve Yeniden
5|Düşmanlarla Yemek
6|Kaçış
7|Son Partisi
8|Yeni Birileri
9|Sürpriz
10|Zorlu Bir Görev
12|Topaz Köy
13|Beklenmedik
14|Kötü Bir Sürpriz
15|Parlak
16|Tehlike Çanları
17|Kayıp
18|Mesaj
19|Şüphe
20|Küçük Bir İttifak
21|Acı
22|Gerçek Aynaları
23|Sandık
24|Yeni Sırlar
25|Tuhaf Bir Karşılaşma
26|Sargas Yıldız Geçidi
27|Prensesin Uykusu
28|Not
29|Arena
30|Yüzleşme
31|Büyük Bir Hata
32|Günlüğün Sırları
33|Ejderhanın İzinde
34|Sör Bukalemun'un Laneti
35|Kaosa Beş Kala
36|Mektup
37|Zor Bir Gece
38|Tehdit
39|Karanlık Ruhlar Evi
40|Kısa Bir Soluk
41|Korku
42|Hapsolmuş
43|Karanlık Ruh
44|Hesapta Olmayan Bir Plan
45|Kaçak
46|Ejderhayla Dans
47|Kara Kutuya Yolculuk
48|Hazırlık
49|Şatoya Dönüş I
50|Şatoya Dönüş II
51|Tavan Arası Sırları
52|İzciler'in İzinde
53|Karmaşa
54|Çınar Köşkü
55|Tören
56|Acı Bir Gerçek
57|Savaşın Ayak Sesleri
58|Savaş
59|Sonsuz
60|Son

11|Değişim

1.8K 156 9
By Savaniris

Oylarınız için teşekkür ederim. Yorumlarınızı bekliyorum :)

Keyifli okumalar!

     Hayat sürprizlerle doluydu ama ben şu sıralar hayatın sadece kötü sürprizleriyle karşılaşıyordum. Büyücü'nün benden öldürmemi istediği kişi Yaprak'ın annesiydi ve benim bunu yapmam imkansızdı.

Neden bu evrende sürekli tanıdığım kişilerle karşılaşıyordum? Burada daha önce görmediğim sadece dört kişi tanımıştım: Kral, Kraliçe, Prens Nealon ve bana dövüş dersi vermesi gereken ama benim yüzümden veremeyen asker Kaira.

Sıkıntılı bir nefes alırken bıkkınlıkla sırtımı ağaca yasladım. Yekta, Su Perisi Kraliçesi'nin Yaprak'ın annesi olduğunu biliyor muydu? Bilseydi böyle bir şey istemezdi herhalde fakat daha önce hiç ilgisi olmadığı birini neden öldürmemi istesin ki?

Boğazımda oluşmaya başlayan düğümü geçirmek için yutkunmaya çalıştım. Bu işten kurtulmamın bir yolu olmalıydı. Belki de önce kraliçeyle konuşarak durumun aslını anlamam gerekiyordu.

Ellerimi altın işlemeli mor eteğime koyarak hafifçe kaldırdım ve önümdeki küçük çalının üzerinden geçip saklandığım ağacın arkasından çıktım. Kraliçenin beni gördüğü zaman vereceği tepkiyi merak ediyordum. Herhalde o da benim gibi şaşırırdı.

Yavaş adımlarla nehrin kıyısına yaklaşırken terleyen ellerimi eteğime sildim. Kraliçe tahtında tüm zarafetiyle oturuyor, altında zıplayan mavi balıklarla konuşuyordu. Nehrin kenarında durduğumda eteğimin iki yanından tutarak hafifçe eğildim. "Kraliçem."

Su Perisi Kraliçesi'nin parlak gözleri üzerime çevrildiğinde ifadesizce bana baktı. Kaşlarımı hafifçe çattım. Beni tanımış gibi görünmüyordu. Tahtından yavaşça kalkıp "Buraya neden geldin?" diye sordu.

Beni gerçekten tanımamış mıydı yoksa rol mü yapıyordu? Belki de tanıdığını göstermemesi gerekiyordu. Peki Toprak'a bağırdığım için bana sinirli olabilir miydi?

Heyecanla titrek bir nefes aldım. "Ben size bir şey sormak istiyorum." diye cevap verdim.

Kraliçe suyun üzerinde süzülerek yürürken tam karşımda durdu. Meltem Teyze dünyada da güzel bir kadındı ama burada gerçekten büyüleyici görünüyordu. Su yeşili uzun elbisesinin üzerindeki kristaller ona ayrı bir parıltı katıyor, başındaki kristal taç tanrıça gibi görünmesini sağlıyordu. Bakışlarım yüzüne çevrildiğinde fark ettiğim bir detayla kaşlarım hafifçe çatıldı. Cildi saydam gibiydi ve cildinin altında kırmızımsı bir katman vardı.

Güneş ışığı mı böyle gösteriyordu? Gökyüzüne baktım. Güneş, çevredeki ağaçlardan dolayı tam olarak buraya ulaşamıyordu.

Cildini çözümlemeye çalışırken o da beni inceleyerek bana doğru yaklaştı. "Ne sormak istiyorsun?"

Yaklaşık iki metre uzağımda durduğunda fark ettiğim şeyle irkildim. Saydam teninin altındaki kırmızı katman kas ve kemikti ama kafatası şekli insana benzemiyordu.

Su Perisi Kraliçesi, Meltem Teyze değildi. O bir canavardı.

Kalp atışlarım hızlanırken nefes almaya çalıştım. Büyük ihtimalle Yekta, kraliçenin aslında canavar olduğunu biliyordu ama anlamadığım bir şey vardı. Yaprak bunu görmemiş miydi?

"Ben...şey..." diye başlasam da ne diyeceğimi bilemiyordum. Aslında bir şey demeyecektim de.

Bu canavarı öldürmem gerekiyordu çünkü bu canavar, Dünya'da artık olmayan bir şeyin yerini alıyor olmalıydı. Şimdi asıl soruna gelmiştim: Canavarı nasıl öldürecektim?

Onu incelemeye devam etsem de zayıf noktası olduğunu belirten herhangi bir işarete rastlayamamıştım. Bu yüzden kullanmam gereken silahı da bilemiyordum. Su perisi kılığındaki bir canavar ne ile öldürülebilirdi ki?

Canavar güldü. "Yoksa sen de şu kuraklık çeken krallıklardan gelen biri misin? Yine benden kendi hatanızı telafi etmemi isteyeceksin değil mi?" diye sordu.

Burada da kuraklık olduğunu bilmiyordum ve şu an umrumda da değildi fakat bu bilgiyi onu oyalamak için kullanmamda sakınca yoktu. "Evet...evet ne yazık ki krallığımda çok kötü bir kuraklık baş gösterdi ve yardımınıza ihtiyacım var, majesteleri." Hareketlerini izlemeye başladım. Suyun üzerinde zarifçe süzülürken bıraktığı desenleri inceledim. Suya yansıyan güneşten özellikle kaçınıyor gibiydi. Daha çok ağaçların gölgelerinin altında ilerliyordu.

Güneşin parça parça düştüğü yüzeylerin arasında kayarak gezinen Meltem Teyze suratlı canavar alay dolu bir ses çıkardı. "Ah şu insanlar! Her şeyi mahvedersiniz ama zora düşünce doğadan yardım beklersiniz." diye karşılık verdiğinde ona hak vermeden edemedim. Doğru söylüyordu.

Fazla zamanım kalmamıştı. Yaprak her an buraya gelebilirdi ve benim, o gelmeden bu işi bitirmem gerekiyordu. Canavar, narin ellerinden birini kolyesine götürüp parmaklarıyla mavi renkli taşı okşadığında yüzündeki şeffaflık hafifçe kayboldu.

Sanırım aradığım çözümü bulmuştum. Kolyenin yokluğu ve güneş ışınları benim silahım olacaktı. Onu bir şekilde güneşe çekmem ve kolyesini ele geçirmem gerekiyordu. Bunu nasıl bir silahla başarabilirdim?

Silahımı seçmeden önce çevreyi hızlıca taradım. Kraliçeye biraz daha yaklaşmam gerektiğini fark ederek nehrin ortasına düşmüş ve bir köprü görevi gören ağacın üzerine dikkatle çıktım. "Aslında kraliçem, sizden bir dileğim daha var. Bana suyu anlatmanızı istiyorum. Eğer suyu anlayabilirsem belki de bu kuraklığa kendim çözüm bulabilirim." dedim dikkatini üzerime çekerek. Bana biraz daha yaklaşmalıydı.

Kraliçe kılıklı canavar duraksadı ve yüzünü bana çevirdi. Bu söylediğim ilgisini çekmiş olmalıydı. "Suyu anlamak...Söylendiği kadar basit değil. Onu anlayabilmek için onun bir parçası haline gelmelisin." dediğinde gözlerimi devirmemek için kendimi zor tuttum. Şu anki tek derdim canavarı öldürüp buradan toz olmaktı. Suyun felsefesi bana yardım etmeyecekse onu anlamama gerek yoktu.

Sıkıldığımı gizlemek için yüzüme heyecanlı bir ifade kondurmaya çalıştım. "Nasıl suyun bir parçası olabilirim?" diye sorduğumda canavar tam da istediğim gibi bana yaklaşmaya başladı. Bu sırada iki elimi arkama doğru götürüp avucuma aldığım kesenin ağzını araladım ve sağ elimi kesenin içine soktum. Soğuk toz parmaklarıma bulanırken elimi keseden çıkarıp zihnime küçük sivri bir ok görüntüsü getirdim. Küçük ok elimde oluştuğu anda derin bir nefes alarak canavarın daha da yaklaşmasını bekledim. Tek bir şansım vardı.

Canavar güneşli bölgeye adım atıp birkaç metre uzağımda durdu. Böylece yüzü tekrar saydamlaşmaya başladı. Birinci adım tamamlanmıştı, sıra ikinci adımdaydı.

"Önce bu kutsal suya kendini kabul ettirmen gerek." diyerek eliyle berrak nehri gösterdi. "Dediğin gibi suyu gerçekten anlamak istiyorsan su sana inanır ve seni kendine ait kılar."

Başımı salladım. "Tamam, bunu nasıl yapacağım?" diye sordum.

Canavar biraz daha yaklaştı. "Ben, suyun elçisi olarak sana yardımcı olacağım." dedi. Bence canavar da beni kandırmaya çalışıyordu. Hangimiz hızlı davranırsak o kazanacaktı. Canavar bir metre yakınıma geldiğinde elimdeki oku sıkıca kavradım ve kolyesine fırlatmak için hazırlandım fakat duyduğum çığlıkla dikkatim dağıldı.

"Anne! Dikkat et!" Bağıran kişi Yaprak'tı ve her şeyi mahvedecekti.

Canavarın bakışları Yaprak'a döndüğü için kendimi hızlıca toparladım ve vakit kaybetmeden elimdeki küçük oku canavarın kolyesine fırlattım. Önce hiçbir şey olmadı fakat kısa süre sonra Meltem Teyze'nin görüntüsü akmaya, canavarın şekli yamulmaya başladı. Çıkardığı sesler bir çivinin yazı tahtasına sürtülme sesi gibi olduğundan yüzümü buruşturarak elimi kulaklarıma götürdüm.

Bu hareketim, kütüğün üstünde zar zor dengede durmaya çalışan ben için pek de iyi olmamıştı. Canavarın öfkeli ve acı dolu hareketleri kontrolsüzce artarken kolu sertçe bana çarptı ve dengemi daha fazla koruyamayarak sırt üstü suya çakıldım. Çığlıklarım nehrin baloncukları tarafından yutulduğunda yüzeye çıkmak için hareket ettim. Başımı sudan dışarı çıkardığımda ise buna pişman oldum çünkü canavar hızla üzerime atlayarak beni boğmaya başladı.

Beni öldürebilir miydi bilmiyordum ama belki de çırpınmayıp ona bir şans vermeliydim. Böylece belki  bu evrenden kurtulabilirdim.

Canavarın koca çarpık elleri boğazımı bulurken son kez nefes almayı denedim. İstesem de onu kendimden uzaklaştıramayacağım kadar güçlüydü fakat o da acı çekiyordu. Güneş ışınları onu hâlâ yakıyordu ve nehrin soğuk suyu bile buna engel olamıyordu. Yavaş yavaş parçalara ayrılmaya başlamıştı. Tabii o yok olana kadar ben çoktan son nefesimi vermiş olurdum. En azından giderken bir görevi yerine getirmiş olacaktım.

Sabırsızlıkla kendi dünyama gitmeyi beklerken canavar aniden üstümden çekildi. Beni öldürmekten vazgeçmiş olabilir miydi? Sanmıyorum. Belki gücü tükenmişti. Göz kapaklarım yavaşça kapanırken dibe doğru çekilmeye başladım. Beni bırakmasının sebebi her neyse kurtulmama yetmeyecekti.

<<<•>>>

Ciğerlerimde hissettiğim garip baskıyla öksürmeye başladım. Beynimin içinde koca bir karanlık vardı. En son hatırladığım şey, bana yapışmış bir canavarla suyun dibini boylayışımdı. Gözlerimi zorlukla açarken gözüme sinsice giren güneşten dolayı acıyla yüzümü buruşturdum. O korkunç evrenden sonunda kurtulmuş olabilir miydim?

Öksürüklerim devam ederken yattığım yerden doğruldum. Yine o nehir kenarındaydım ve bu sefer yanımda nefes nefese kalmış bir Yaprak vardı. Saçları ve kıyafeti ıslaktı. Bakışlarımı kendi kıyafetlerime çevirdim. Islaklıktan dolayı bir ton koyulaşan kıyafetim üzerimde ağırlık yapmaya ve beni üşütmeye başlamıştı. Beni boğulmaktan kurtaran kişi Yaprak olmalıydı.

Başımı tekrar ona çevirdim ve boğazımı temizledim. "Teşekkür ederim." dedim kısık bir sesle.

Yaprak başını hafifçe salladı. "Önemli değil." diye karşılık verirken bakışları donuk bir şekilde nehrin üzerinde geziniyordu.

"Yaprak-" diye başladığımda omzumda hissettiğim yakıcı acıyla nefesimi içime çektim.

"Kyra." dedi Yaprak. Sesi de bakışları gibi donuktu.

"Kyra, o annen değildi. Olsaydı asla böyle bir şey yapmazdım. Aklımdan bile geçirmezdim."

"Biliyorum." dedi Yaprak. "Sadece öfkeliyim. Bunu nasıl göremedim, bilmiyorum." Derin bir nefes aldı ve bakışlarını bana çevirdi. "O biliyordu, değil mi? Büyücü." diye sordu.

Başımı yavaşça salladım. "Emin değilim ama bence biliyordu." dedim.

"Beni kullandı. Yanında durayım diye beni onunla tehdit etti. Bunu ona ödeteceğim." dedi hırsla. Anlaşılan büyük bir çatışma yaşanacaktı. Bence Yaprak, kendi dünyamızdaki hırsını da burada çıkaracaktı.

Yerden destek alarak ayağa kalkıp elini bana uzattı. Elini tutup kalktığımda nehre baktım. "Kesin öldü değil mi?"

Yaprak'ın ağzı hafifçe gerildi. Galiba gülümsemeye çalışıyordu. "Merak etme, öldü. Başardın." dedi ve elimi bırakarak suyun içine adım attı. "Hadi gidelim buradan. Sabırsızlıkla seni bekliyordur kesin."

Bahsettiği kişi büyük ihtimalle Büyücü'ydü, bu yüzden kim olduğunu sormadım. Yaprak gibi suyun içine adım attığımda Yaprak avuçlarına nehir suyunu doldurdu ve başımdan aşağı dökmeye başladı. Akmaya başladığımı hissettiğim anda görüntü değişmeye başladı ve kendimi tekrar Büyücü'nün kulübesindeki karanlık odada buldum.

Kısa süre içinde Yaprak da odada belirmişti. Şömineli odaya doğru gitmek için adım attığımda duyduğum mırıltılarla yerimde durdum. Kapıya biraz yaklaşıp kulak kabarttığımda sesler netleşmeye başlamıştı.

"Bana yardım etmezsen günün birinde buna pişman olursun Büyücü." Kalbim hızlanırken korkuyla yutkundum. Bu, Alkın'dı. Prens Dorian beni bulmaya gelmişti ve bunu başarmak üzereydi.

"Ben böyle iş yapmıyorum, bunu bilmiyor musun? Beni tehditlerinle korkutamazsın Ejder Prensi. Bana verebilecek değerli bir şeyin yoksa sana yardım etmem için hiçbir sebebim yok." dedi Yekta.

"İstediğin kadar altın veririm ya da belki daha iyi bir ev? Ne istediğini söyle senin olsun. Yeter ki bul onu bana."

Yekta iç çekti. "Ne altın istiyorum ne de yeni bir ev. Üzgünüm, sana yardım edemem prens. Ne yazık ki Prenses Meira benimle daha kârlı bir anlaşma yaptı. Ona ihanet edemem." dediğinde başımı çevirerek Yaprak'a baktım. Dişlerini sıkmış, kapıya odakladığı öfke dolu bakışlarıyla Yekta'yı dinliyordu.

Alkın öfkeyle "O zaman kendini kollasan iyi olur. Yakın zamanda kapını küçük belalar çalabilir." dedi. Ardından kapının çarpma sesi duyuldu.

Yaprak arkamdan fırlayarak hızla içeri girdi. "O küçük belalardan biri de benim!" diye bağırdı.

Tereddütle Yaprak'ın ardından şömineli odaya girdim. Yekta'nın ifadesiz bakışları, beni gördüğünde merakla yer değiştirdi. Canavarı öldürüp öldürmediğimi merak ediyordu.

"Onu öldürdüm." dedim.

Yekta "Biliyorum. Nasıl yaptığını merak ediyorum." diye karşılık verdi. Bunu anlatamayacak kadar yorgundum ama kısaca özetledim.

"Önce canavar olduğunu anlayamadım. Bu yüzden vazgeçecektim ama sonra canavar güneşe çıkınca fark ettim. Cildinin altında canavarın kasları görünüyordu." derken belimdeki küçük keseyi çıkarıp ona uzattım. "Sadece tek bir silah kullandım. İçinde hâlâ toz var."

Yekta keseyi almadı. "Hediyem olsun. İhtiyacın olabilir."

Keseyi tekrar belime yerleştirirken Yaprak aniden Yekta'nın üzerine atıldı. "Bana yaptıklarının hesabını vereceksin pislik herif!" diye bağırdığında Yekta elini kaldırıp Yaprak'ın hareketlerini durdurdu.

"Seninle sonra uzun uzun konuşacağız tatlı perim ama önce yapmam gereken bir şey var. Biraz daha beklemen gerekecek." dedikten sonra Yaprak'ın taş kesilmiş bedenine dokundu ve Yaprak su gibi akmaya başladı. Yekta küçük cam şişeyi zemine yakın tutup sıvı Yaprak'ı şişeye doldurduğunda ağzım şaşkınlıkla açık kalmıştı.

"Ne yaptın ona?" diye sordum şokla.

"Merak etme, ona zarar vermedim. Asla vermem. Sadece biraz sakinleşmesi gerekiyor, ben de ona bunun için imkan tanıyorum. Neyse biz asıl konumuza dönelim." dedikten sonra çeşitli cam şişelerle dolu rafa ilerleyerek gözleriyle ve elleriyle bir şey aramaya başladı. "Görevini yerine getirdiğin için benden istediğin şeyin ücretini ödemiş oldun. Ejder Prensi'nden saklanmana yardım edeceğim. Bu arada biraz önce buradaydı, biliyorsun. Sen gelmeden önce biraz konuştuk. Kokunu buraya kadar takip etmiş ama buradan hiç çıkmadığın için bundan sonrası tamamen zekasına kalmış olacak."

Yekta eline birkaç şişe alırken ben de odada göz gezdirdim. Aklıma korumam geldiğinde "Felix nerede?" diye sordum. Artık onun beni değil de benim onu koruduğumu düşünmeye başlamıştım.

"Daha gelmedi ama ben sana vereceğim şeyleri hazırlayana kadar gelmiş olur. Sen de o sırada sıcak bir şeyler iç istersen." diyerek başıyla şöminede asılı olan demliği gösterdi.

Daha önce hazırlamış olduğu iksiri raftan alarak diğer küçük şişelerin bulunduğu deri çantanın yanına koyarken ben de şöminenin yanına gidip ateşin üzerinde asılı duran demliği elime aldım. Sehpa niyetiyle kullanılan kütüğün üstündeki küçük porselen fincana demliğin içindeki sıvıyı doldurduğumda ısınmaya başladığımı hissetmiştim.

Çeşitli çiçek tatlarının harmanlandığı çayı içerken odanın ortasında Egehan'ın siyah asker kıyafetleri içindeki görüntüsü belirmeye başladı. Neden bu kadar geç geldiğini merak ediyordum ama bu onun değil, kapının kararıydı.

Egehan beni görür görmez "Meira! Buradasın, çok şükür! Oraya gitmen aptallık olurdu zaten." dediğinde gözlerimi devirdim.

"Bana aptal dediğin için en kısa sürede cezalandırılmanı sağlayacağım." dedim. Yekta gülerken Egehan'ın kafası karışmıştı.

"Ne demek istiyorsun?" diye sordu.

"Sen giderken ben dönüyordum demek istiyorum. Oraya gittim ve kraliçeyi öldürdüm." dedim ifadesiz bir sesle. Böyle söyleyince sanki markete ekmek almaya gidip gelmişim gibi oluyordu.

"Ne? Öldürdün mü? Ve şu an bunalımda değilsin?" diye sordu şaşkınlıkla.

"Neden bunalımda olayım?"

"Ah, önemli bir şey değil aslında. Sadece biraz katil oldun o kadar." diye dalga geçtiğinde güldüm. Aslında haklıydı. Canavar da olsa bir canlıyı öldürmüştüm ve bu hoş değildi ama eğer gerçekten dünyaya küçük de olsa bir katkım oluyorsa bunu bir şekilde görmezden gelmeye çalışabilirdim.

"O bir canavardı. Gerçek bir insan değildi ve onu öldürmek görevlerimden biriydi." dedim. Daha fazla uzatmaya halim yoktu.

Egehan dudaklarını büzdü. "Beni şaşırtmaya devam ediyorsunuz majesteleri." dedi.

"Keşke sen de beni biraz şaşırtsan. Ne bileyim, sen de bir canavar öldür ya da beni o kaçık ejderhadan korumak için dövüş. Sen mi beni koruyorsun yoksa ben mi seni koruyorum belli değil." diye karşılık verdim.

Egehan elini kalbine götürerek "Beni kırıyorsunuz prensesim." dedi.

Yekta içi dolu olan deri çantayla bize döndüğünde "Evet, bitti. İstediğiniz iksir dışında birkaç şey daha koydum. Gerekli olabilir. Yanında bir kullanma kılavuzu da var." diyerek çantayı Egehan'a uzattı.

Canavarı öldürmeden önce hazırladığı iksir şişesini ise bana uzattı. "İç bunu. Kokun dahil tüm görünüşün değişecek ve yeni bir kimliğe sahip olacaksın." dedi.

Küçük şişenin kapağını açtım. "Peki Felix de içecek mi? Ona da ayırayım mı?" diye sordum. Yekta elindeki başka bir şişeyi Egehan'a fırlatarak "Onunki burada." diye cevap verdi.

Başımı sallayarak derin bir nefes aldım ve şişeyi kafama diktim. Garip tadı olan sıvı boğazımı yakarken yüzümü buruşturdum. Tenimde küçük karıncalanmalar başlamıştı. Saçlarım kısalmaya başlayıp renk değiştirirken kulaklarımın uzadığını hissediyordum. Vücudumun çeşitli yerlerinde baskılar hissetmeye başlamıştım.

Değişim bir süre daha devam etti ve hissettiğim baskılar sonlandı. Her şey tamamlanmış olmalıydı. Bakışlarımı Egehan ve Yekta'ya çevirdim. Yekta ifadesizce bakarken Egehan'ın ağzı beş karış açıktı ve bu durum biraz korkmama neden olmuştu. Yekta elini kaldırıp kulübenin yere uzanan penceredeki camına doğru tuttuğunda cam, saydamlığını yitirerek yavaşça aynaya dönüştü.

Küçük adımlarla aynaya yürürken yürüyüşümün bile değiştiğini hissediyordum. Biraz daha kıvırarak yürüyor gibiydim. Derin bir nefes alıp gözlerimi aynaya çevirdim ve çığlık attım.

Bu gördüğüm bir canavar olmalıydı. İnsanlar bu görüntümle beni avlamaya çalışabilirlerdi ve onlara hak verirdim.

Cildim tuhaf bir deri yapısına sahip lila rengindeydi. Bu deri bir bukalemun ya da timsah derisi olabilirdi ama çok şükür onlardan daha inceydi. Gözlerimin olması gereken yerde iki parlak ışık yer alıyordu. Neyse belki karanlıkta fener görevi görürler diye kendimi avutmaya çalıştım ama korkunçtu. Saçlarım cildimden iki ton daha koyu bir mordu. Omuz hizasının biraz altında bitiyordu ve aralarından iki uzun kulak çıkıyordu. Başımın üstünde ağaç kökleri gibi uzanan bir taç vardı fakat başımdan çıkan boynuzlar gibi görünüyorlardı. Tırnaklarım protez tırnak takmışım gibi uzun ve keskindi. Üzerimde koyu yeşil deri bir pantolon, bir ton açık yeşil kaftana benzer bir kıyafet ve altında deri çizmeler vardı.

"O kadar da korkunç değil." dedi Yekta. Bu görüntünün içinde olan o değildi tabii.

"İnsanlar beni öldürecek. Canavara benziyorum." diye inledim. "Beni normal bir köylü kılığına sokamaz mıydın?"

Yekta başını iki yana sallayarak "Hayır. Ejder Prensi bunu bekliyor. Bu yüzden seni insanların içinde arayacak ama sen o zamana kadar ondan uzaklaşmış olacaksın." dedi. "Ayrıca bu evrende türlü türlü yaratık var ve hepsi de birlikte yaşıyor. Kimse seni öldürmeyecek. Onlara garip gelmeyeceksin bile."

Bundan hiç emin olmasam da yapacak bir şey yoktu. Sıkıntıyla derin bir nefes alıp verdim. "Sırada ne var?"

Egehan da iksiri hızla içti. Yüzünü buruştururken "Önce köye gideceğiz. Oradan da rüzgâr nereye eserse." diye cevap verdi.

Rüzgârın iyi ve güvenli yerlere doğru esmesini ve bizi o takıntılı ejderhadan korumasını diledim. Fakat umarım o rüzgâr bir gün fırtınaya dönüşmez ve hepimizi yutmazdı.

Continue Reading

You'll Also Like

30.5K 2.4K 24
Genç kız kaymaya devam etti. Üşüyordu ama bunu sorun etmiyordu. Üşümek istiyordu. Ayağının altındaki kaygan zemin, ona iyi geliyordu. Fakat bu sefer...
1.7K 184 27
" Lavinia bizim şiirimizdi ve ben hala okuyorum onu. Gözyaşlarım eşliğinde dökülüyor sözcükler ağzımdan. Ona sesleniyorum bu defa ona diyorum ama gi...
301K 19.9K 60
'' O benim çocuğum mu? '' '' Hayır kendi kendime yaptım. ''
437K 31.1K 62
Ansızın anne olmak zorunda kalmış genç bir kız.. Aile kavramı eksik olan birisi ne kadar anne olabilir, doğurmadığı bir çocuğa annelik yapabilir mi...