Rüzgâr Sokağı'nın Tuhaf Dövme...

By Savaniris

103K 7.6K 3.2K

Karanlık sokakların birinde, kenar köşede kalmış bir dövmeci, yıllardır saklanan bir sırrı korumaya çalışıyor... More

T a n ı t ı m
1|Dövmeci Dükkanı
2|Garip Şeyler Oluyor
3|Fabulasium
4|Yine ve Yeniden
6|Kaçış
7|Son Partisi
8|Yeni Birileri
9|Sürpriz
10|Zorlu Bir Görev
11|Değişim
12|Topaz Köy
13|Beklenmedik
14|Kötü Bir Sürpriz
15|Parlak
16|Tehlike Çanları
17|Kayıp
18|Mesaj
19|Şüphe
20|Küçük Bir İttifak
21|Acı
22|Gerçek Aynaları
23|Sandık
24|Yeni Sırlar
25|Tuhaf Bir Karşılaşma
26|Sargas Yıldız Geçidi
27|Prensesin Uykusu
28|Not
29|Arena
30|Yüzleşme
31|Büyük Bir Hata
32|Günlüğün Sırları
33|Ejderhanın İzinde
34|Sör Bukalemun'un Laneti
35|Kaosa Beş Kala
36|Mektup
37|Zor Bir Gece
38|Tehdit
39|Karanlık Ruhlar Evi
40|Kısa Bir Soluk
41|Korku
42|Hapsolmuş
43|Karanlık Ruh
44|Hesapta Olmayan Bir Plan
45|Kaçak
46|Ejderhayla Dans
47|Kara Kutuya Yolculuk
48|Hazırlık
49|Şatoya Dönüş I
50|Şatoya Dönüş II
51|Tavan Arası Sırları
52|İzciler'in İzinde
53|Karmaşa
54|Çınar Köşkü
55|Tören
56|Acı Bir Gerçek
57|Savaşın Ayak Sesleri
58|Savaş
59|Sonsuz
60|Son

5|Düşmanlarla Yemek

3.5K 241 31
By Savaniris

Keyifli okumalar!

     Alkın odadan ayrıldığında öfkemi yastıkları yumruklayarak kusup üzerimi değiştirmiştim. Aslında bunu niye yaptığımı hiç bilmiyordum. Gecelikle de inebilirdim. Bana dediklerinin hiçbirisini yapamazdı ve zaten benimle dalga geçmişti. Aptal.

Zümrüt renkli elbisem parıl parıl parlarken somurttum. Hiç alakam olmayan bir olayın içinde, alakam olmayan bir karakterle sıkışıp kalmıştım. Çaresizce buradan ayrılacağım anı bekliyordum. Kapı bir kez tıklatıldı. Bu bir 'hadi sallanma' uyarısıydı sanırım. Son kez aynada kendimi kontrol ettikten sonra ahşap kapıyı açtım. Alkın beni hızlıca süzdükten sonra başını sallayarak "Böyle daha iyi." dediğinde içimden ona kafa atmak gelmişti. Soğuk yüz ifademi koruyarak taş merdivenlerden aşağı inmeye başladım.

"Neden sessizsin? O geceliği giyemediğin için mi kızdın yoksa? Merak etme evlendiğimizde bol bol giyersin." dediğinde cevap vermeye gerek duymadım. Kendi kendine saçmalayabilirdi.

Daha inecek birçok basamak olduğunu bilerek umutsuz bir adım daha attığımda arkamdan güçlü bir rüzgâr esti. Ağzımdan çığlık kaçamadan hızla havalandım ve birkaç saniye sonra salonun girişine geldim. Ağzım hâlâ açıktı bu arada.

Alkın yanımda belirdiğinde ağzımı kapatarak eski yüz ifademe geri döndüm. "Ne bu şimdi? Şov mu yaptın bana?" diye sordum. Yeteneğimin olmadığını gözüme sokmaya çalışıyorsa hoş değildi.

Alkın bıyık altından gülerek "Hayır, sana öyle mi geldi? Sadece o kadar basamak inip yorulmanı istememiştim." diye cevap verdi. Biraz daha inandırıcı olmaya çalışmalıydı.

Kolunu kaldırıp dirseğini hafifçe büktü ve bana yaklaştı. "Hadi, şimdi bana müstakbel eşim olarak eşlik et." dediğinde koluna baktım. Buradan bir şekilde kurtulacaktım ama önce onun suyuna gitsem daha iyi olurdu. Tutup da beni zindana atmaya kalkarlarsa bir de oradaki fare ve böceklerle uğraşamazdım. Yavaşça koluna girdim ve dikleşerek derin bir nefes aldım. Herkes asaletimi görme şerefine erişmeliydi.

İşlemeli büyük kapı yavaşça ardına kadar açılırken önümde uzun ve aydınlık bir salon belirdi. Dikkatimi çeken ilk şey, tavandan büyük bir görkemle sarkan kristal avizelerdi. Çok güzel görünüyor olabilirlerdi ama şu an düşündüğüm şey güzelliklerinden çok uzaktaydı. Bir şey olur da başıma düşerse sağ kurtulma ihtimalim yüzde kaçtı acaba?

Alkın görkemli salona adım attığında ben de onunla birlikte ilerledim. Altın sarısı ve lacivertin uyumu aynalarla desteklenmiş, zaten büyük olan salonun daha da büyük görünmesi sağlanmıştı. Salonun ortasında uzun bir masa vardı ve masada dört kişi bulunuyordu. Bunlardan birinin büyük tacıyla kral olduğunu anlamıştım. Diğeri koyu kırmızı kabarık elbisesi ve yakut tacıyla kraliçe olmalıydı. Kralın yanında genç ve şık giyimli bir adam vardı. Gözüm kraliçenin yanındaki kişiye kaydığında şaşkınlıkla duraksadım. Siyahlar içindeki kişi Eris miydi yoksa bana mı öyle geliyordu? Evet, Eris'ti. Sanırım kaçmak istiyordum.

Alkın'ın başının bana doğru döndüğünü fark etsem de ona karşılık verememiştim çünkü şu an bana beni lanetleyecekmiş gibi bakan Eris'ten gözlerimi alamıyordum. Eris de benden gözlerini alamıyordu, ne hoş.

Masanın önünde durduğumuzda kral başıyla beni selamladı. "Hoş geldiniz Prenses Meira. Sonunda sizinle tanışma şerefine eriştik." dediğinde dudaklarım büküldü.

"Madem benimle tanışmak istiyordunuz, o zaman neden bunu doğrudan söylemek yerine beni bir ejderhayla kaçırmayı tercih ettiniz?" diye karşılık verdim. Alkın'ın kolundaki kaslar kasıldığında gerilmesini sağladığım için kendimle biraz da olsa gurur duydum.

Kral gülerken kraliçe rahatsızca yerinde kıpırdandı. Eris hâlâ beni öldürmek istiyor gibi görünüyordu. Masadaki dördüncü kişiyi tanımıyordum ama onun bakışları oldukça eğlendiğini gösteriyordu.

Kral eliyle bir sandalyeyi işaret etti. "Lütfen oturun ve bu tatsız konuyu geride bırakıp güzel bir yemek yiyelim. Bizi tanımıyorsunuz ama tanısanız aslında kötü niyetli kişiler olmadığımızı anlarsınız." dedi her haliyle kötü niyetli olduğunu belli ederken. Başa gelen çekilir diyerek Alkın'ın kolunu bıraktım ve sandalyeye oturdum. Alkın da karşıma oturduğunda çaprazımda kalan Eris'e kısa bir bakış attım. Sanırım şu an neden küçük depoda olmadığımı sorguluyordu.

Kral ve kraliçeyi biraz daha inceledim. Kraliçeyi gözüm bir yerlerden ısırıyordu ama çıkaramamıştım. Kralı ve diğer adamı ise daha önce hiç görmediğime emindim. Kral, kırklı yaşlarda mavi gözlü ve karizmatik sayılabilecek biriydi ama bakışları ya da tavırlarındaki bir şey beni itiyordu. Sinsi ya da iki yüzlü gibiydi sanki. Diğer genç adam geldiğimden beri bana bakıyordu. Kumral kısa saçları ve yeşil gözleriyle tatlı görünüyor olsa da bence bu masadaki herkes gibi o da kötüydü.

Kraliçe yavaşça bana döndü. "Önce kendimizi tanıtalım öyleyse. Ben Kraliçe Audra. Kral Alastair'in eşi ve Prens Dorian ile Prens Nealon'un annesiyim." derken eliyle önce kralı, sonra Alkın'ı ve sonra da tanımadığım kişiyi gösterdi. Eris'i göstererek " O da krallığımızın danışmanı ve cadısı Corvina." dedi. Tam cadı karakterine yakışan bir kişiydi ve bunu o garip portal da anlamış olmalıydı.

Herkese teker teker baktım. Memnun olduğumu mu söylemem gerekiyordu? Başımı sallayarak hafifçe gülümsemeye çalıştım ama ne kadar başardığım tartışılırdı. Önümüzdeki tabaklarda aniden yemek belirdiğinde korkuyla sıçradım. Alkın gülmemeye çalışarak başını öne eğerken Prens Nealon çekinmeden gülmüştü. Eris ise kibirli bir bakış atarak beni içinden ezmeye devam etti.

Burada ondan daha soyluydum ve bu bana garip bir şekilde çok iyi gelmişti. Prens Nealon çatal ve bıçağı eline alırken "Buralarda yenisiniz sanırım?" diye sordu. Sizli bizli konuşmalar bana aşırı yapay gelmeye başlamıştı. Herkes buranın sahte ve saçma bir yer olduğunu biliyordu. Niye kimse buna karşı çıkmıyor ve rolünü reddetmiyordu ki?

Sıkıntılı bir nefes alarak bıçağı tavuğa batırdım. Ardından "Evet, öyleyim." diye cevap verdim.

"Buraya alışmanız biraz zaman alacaktır. Eğer yardıma ihtiyacınız olursa hiç çekinmeden yanıma gelebilirsiniz." dediğinde Alkın'ın başı yavaşça ona döndü. Yüzündeki memnuniyetsiz ifadeye bir anlam veremeyerek Prens Nealon'a gülümsedim.

"Çok teşekkür ederim. Çok naziksiniz." diye karşılık verdim. Alkın'ın tuhaf bakışları bu sefer de beni bulmuştu. Başımı 'Ne?' anlamında salladım ama bir şey demeden yemeğine döndü.

Kral çatal ve bıçağını tabağına koyarak ellerini birbirine kavuşturdu. "Hemen anlaşabilmeniz ne kadar güzel. Buraya kısa zamanda ayak uydurabileceksiniz prenses. Siz buraya alışırken benim sizden tek bir isteğim olacak. Krallığınıza gitmeye çalışmayacak hatta oranın lafını bile etmeyeceksiniz. Siz bundan böyle bu sarayın bir ferdisiniz ve burada yaşayan kimse o krallıktan bahsedemez." dedi.

Gözlerimi devirmemek için zor duruyordum. Kendi krallığımı bir kez bile görmemiştim ki. Oradan nasıl bahsedecektim? Ayrıca niye ortada bir kan davası varmış gibi davranıyorlardı?

"Nedenini sorabilir miyim?" diye sordum.

Kral hafifçe gülümsedi. "Düşmanız. Nedeni bu." dedi. Çok açıklayıcı olmuştu gerçekten.

Kaşlarımı kaldırıp indirirken kraliçe bana döndü. "Yakında Prens Dorian ile evliliğiniz gerçekleşecek. Ejder Krallığı'nın prensesi olacaksınız. Bu büyük gün için hemen hazırlıklara başlayacağız. Yarın gelinliğiniz için ölçüleriniz alınacak. Ardından saray kurallarını öğrenmek için Corvina ile vakit geçireceksiniz. Bu sarayda kendini korumayı öğrenmek önemlidir, bu yüzden yakın dövüş dersine de başlayacaksınız. Günleriniz oldukça yoğun geçecek." dedi ama benim aklım tek bir yere takıldı. Eris ile vakit geçirmek mi? Asla. Buradan kaçmanın bir yolunu bulmalıydım.

"Neden bu kadar acele ediyorsunuz ki?" diye sordum. "Önce buraya alışsaydım?"

Kraliçe bana soğuk bir şekilde bakarken kral keyifle gülümsedi. "Çünkü en yakın zamanda bir varis doğurmanız gerekiyor." diye cevap verdikten sonra şeffaflaşmaya başladı. Aynı benim beynim gibi. Kral yavaşça yok olurken benim ağzım bir karış açık kalmıştı. Çocuk doğurmaktan mı bahsediyordu? Burada böyle şeyler olabiliyor muydu? Bu yaşta çocuk mu doğuracaktım?

Hâlâ şoktayken "Ben asla çocuk doğurmam." dedim ve ayağa kalkıp arkamı döndüm. Alkın "Prenses Meira!" diye seslense de umursamadan salonu terk ettim. Meira kadar başınıza taş düşsün.

Basamakları tırmanmaya başlarken sersem gibiydim. Her şey çok hızlı gerçekleşiyordu. Şoka girmekten yorulmuştum. Bir anda durdum. Niye odaya çıkıyordum ki? Bazen çok salaklaşabiliyorum. Arkamı hızla döndüğümde Alkın'la burun buruna geldim.

"Biraz geç kaldın güzelim." diyerek elini yukarı doğru uzattı. Üfleyerek basamakları tırmanmaya başladım.

"Şimdi de yapsana şovunu? Niye ışınlanmıyoruz yukarı?" diye sordum.

"Cezalısın da ondan. İzin almadan masadan kalktın. Kraliçe bundan hiç hoşlanmadı. Yarın elinden çekeceğin var." diye cevap verdi. Yarın burada olursam çekerdim tabii.

Uzun bir süre boyunca merdivenlerden tırmanırken bacaklarıma dolanan eteğime ayrı, arkamda beni takip eden Alkın'a ayrı sinir olmuştum. Odaya vardığımızda doğrudan kendimi yatağa attım. Buradan gidene kadar sadece uyumak istiyordum.

Alkın kapıyı arkasından kapattıktan sonra yanıma yaklaştı. "Bu düğün gerçekleşmek zorunda Meira. Yoksa gerçekten çok daha can sıkıcı olaylarla karşılaşırsın." dedi kollarını göğsünde kavuşturarak.

Yatakta gerinip yüzümü yumuşak yastığa yasladım. "Umrumda değil. Nasıl olsa buradan kurtulmanın bir yolunu bulacağım." diye karşılık verdim.

Alkın alayla "Nasıl olacakmış o? Bu şato ne kadar korunaklı biliyor musun sen?" diye sorduğunda gülümsedim.

"Şatodan bahseden kim? Ben komple bu dünyadan kurtulacağım." dedim. Alkın yatağın kenarına oturdu.

"Üzgünüm ama bu imkansız bir şey. Bu dünyadan asla kurtulamazsın, tabii gerçek dünyada ölmediğin sürece." dedi. Bu bir intihara teşvik sayılabilir miydi?

Hafifçe doğruldum. "Dövmemi sildirirsem her şey biter bence." diye karşılık verdim.

Alkın başını iki yana sallayarak "Hayır. O dövme bu dünyaya işlendi. Sildirmeye kalksan bile tekrar ortaya çıkacak ve sen buraya gelmeye devam edeceksin." dedi.

Yüzüm asıldı. Kendimi aniden çok umutsuz hissetmeye başlamıştım. Alkın hafifçe gülümseyerek "Aslında burası çok da kötü bir yer değil. Hatta masalları seviyorsan eğlenebilirsin bile." dedi. Masalları severdim ama gerçek olma ihtimalini düşünmediğim için severdim. Yoksa bence gayet korkutucuydular.

Merakla "Burası neden böyle? Yani masal evreni gibi?" diye sordum. Alkın derince iç çekti.

"Kitabın ön sözünü atladın değil mi?" diye sordu. Bakışlarımı kaçırarak "Hayır, sadece pek anlamadım. Özet geçersin belki." dedim.

"Anlaşılmayacak bir şey yoktu ki. Okulda kimya olimpiyatlarına hazırlanan birinin birkaç sayfa okumaktan kaçınması bana çok ilginç geliyor." dedi alayla. Baygın bakışlarımı gördüğünde ise gülerek "Ama tamam. Biraz özet geçeyim." dedi. İşte zafer böyle bir şey.

"Burası aslında bir cep evren. Burada başlarda sadece kaos varmış. İnsanların tarihin başlangıcından bu zamana kadar oluşturdukları yaşam biçimleri, kültürleri, efsaneleri bu evreni oluşturmaya başlamış. Tabii bu evren aynı zamanda maddesel dünyayla da bağlantılı. Dünyada kaybolan her şey bu bağ sayesinde burada beliriyor." dediğinde ilgiyle "Devam et." dedim.

Alkın 'uyanık seni' anlamında bir bakış atarken devam etti. "Bu evren yüzyıllar önce gökyüzü yıldız haritaları sayesinde keşfedilmiş. Yani ortaçağdaki gökbilimciler keşfetmişler ama ayrıntıları kitapta yer almıyor. Bu yüzden buraya nasıl geldikleri, gelmek için neden ve nasıl dövme kullandıkları henüz bilinmiyor. Sadece bu dövme tarikatının dünyadaki her kıtada olduğu ve her ülkenin bunu kullanabildiği biliniyor. Bu yüzden bu evren, evrenselliği temsil etsin diye herkes tarafından bilinen masal ve efsane ögeleriyle düzenlenmiş." diye bitirdiğinde hâlâ buranın saçmalık olduğunu düşünüyordum ama taşlar biraz daha yerine oturmuştu.

"Geri kalan detayları da bir zahmet sen okursun artık." dediğinde gülümsedim. Asla okumayacaktım.

"Sen de gizli inek çıktın bakıyorum. Okulda 'dersleri takmıyorum' havasıyla geziyorsun ama burada bayağı ineksin." diye dalga geçtim.

Alkın da gülümsedi. "Bence sen ne söylediğine dikkat et. Sonuçta esirimsin ve başına ne geleceğine ben karar vereceğim. Kendi sonunu kendin hazırlama." dedi ve arkasını dönerek odadan ayrıldı. Bir saniye sonra da kilit sesini duydum. Sadece inek demiştim, bu bir suç muydu?

Oflayarak kendimi tekrar yastığa doğru attım. Burada resmen insan hakları ihlali gerçekleşiyordu. Özgürlüğüme el konuluyordu. Bu evrende de mahkeme varsa bunu yargılamaları gerekmez miydi? 

"Buradan çıkmam gerekiyor." diye mırıldandım.

"Seni buradan çıkarabilirim." diyen ince bir ses duyduğumda yatakta korkuyla doğruldum.

"Kimsin sen? Neredesin?" diye sorduğumda ince ses "Aşağı bak." diye cevap verdi.

Yutkunarak aşağı baktığımda küçük bir farenin bana baktığını görerek gözlerimi kocaman açtım. Sanırım çığlık atacaktım.

"Sakın bağırma! Yoksa ejder prensi hemen buraya gelir. Onun kulakları çok hassastır, metrelerce yukarıda olsan da eğer bağırırsan seni hemen duyabilir." dedi telaşla.

Konuşan bir fare görmekten daha garip olan şey telaşlı bir konuşan fare görmekti çünkü bir oraya bir buraya giderken oldukça anormal görünüyordu.

"Buradan gerçekten çıkmak istiyor musun prenses?" diye sorduğunda başımı yavaşça aşağı yukarı salladım.

"O zaman söyleyeceklerimi iyi dinle. Yarın dövüş dersi için seni şatonun sınırındaki ormana götürecekler. Seni çalıştıran kişiye bu tozu üfle." dedi elindeki minicik keseyi bana uzatırken. "Hemen uykuya dalacak. Vakit kaybetmeden ormanın içine gir. Ağaç kabuklarındaki yosunların yönünü takip edersen sınırın diğer tarafına ulaşırsın." dedi.

Minik keseyi çekinerek elime alıp göz hizamda tuttum. "Bununla uyuyacağına emin misin?" diye sorduğumda başını hızla salladı.

"Evet hem de bir gün boyunca. Bu fırsatı iyi değerlendir. Ormanın çıkışında bir mağara göreceksin. O mağara girişinde seni biri bekliyor olacak." dedi ve hemen koşarak yatağın altına doğru gitti.

Elimdeki minik keseyi elbisemde uygun bir yere sıkıştırırken şeffaflaşmaya başladığımı görerek iç geçirdim. Yarın hareketli bir gün olacaktı.

Continue Reading

You'll Also Like

792K 70.2K 49
Çağla ve Ebru, izledikleri filmlerin ve okudukları kitapların etkisinde, kurt adam bulma umuduyla kendi ülkelerinden çok uzaklara giden, iki Türk kız...
136K 1.3K 35
Liseden yeni mezun köle ruhlu bir fetişist olan Emir, sonuçlarını asla tahmin edemeyeceği bir yola girer. Uğradığı şantaj sonucu hayatı Zehra adında...
1.7K 184 27
" Lavinia bizim şiirimizdi ve ben hala okuyorum onu. Gözyaşlarım eşliğinde dökülüyor sözcükler ağzımdan. Ona sesleniyorum bu defa ona diyorum ama gi...
971K 50.8K 82
#1 kurtadam 21.04.2020 #1 vampir 29.01.20 #3 macera 21.05.21 Annesinin ve babasının ayrılması üzerine Laura ne kadar babasına düşkün olsa da annesini...