YARALI HAYALLER (+18)

By ElisyaRoyal

6.3M 273K 236K

Nüket Kozcu, kendi halinde üvey annesinin yaptıklarından hoşnutsuz bir üniversite öğrencisidir. Bir gece bara... More

YARALI HAYALLER / GİRİŞ
YH • 1 | KARŞILAŞMA
YH • 2 | DÜŞÜŞ
YH • 3 | UFAKLIK
YH • 4 | KÜTÜPHANE
YH • 5 | BENİMLE YAN
YH • 6 |CEHENNEMİN ANA KAPISI
YH • 8 | BEBEK
YH • 9 | TAKIM ELBİSELİ PİSLİK
YH • 10 | SARHOŞLUĞU DİLERKEN
YH • 11 | TUTKUNUN RENGİ
YH • 12 | KARMAŞIK DUYGULAR
YH • 13 | RUHU YAKAN KELİMELER
YH • 14 | FİLM GECESİ
YH • 15 | PLATONİK VAKA
YH • 16 | KIRIK KALP
YH • 17 | GÜL VE ŞARAP
YH • 18 | HODRİ MEYDAN
YH • 19 | ÖPÜCÜK
YH • 20 | KADER AĞLARI
YH • 21 | GÖLGELER
YH • 22 | UYANAN TUTKU
YH • 23 | HİÇ KİMSE
YH • 24 | YALANIN GÖLGESİ
YH • 25 | DUYGULARIN ÇIĞLIĞI
YH • 26 | SAHTE MASAL
YH • 27 | İLK ÖPÜCÜK
YH • 28 | KIRMIZI
YH • 29 | PARAMPARÇA
YH • 30 | CAMDAN KALP
YH • 31 | MEDCEZİR
YH • 32 | CENNETİN ATEŞİ
YH • 33 | GÜL KEFENİ
YH • 34 | YILDIZIN NABZI
YH • 35 | RUH İKİZİ
YH • 36 | İSİMSİZ KADINLAR
YH • 37 | HAYALLER VE UMUTLAR DEVRİLİRKEN
YH • 38 | 00.00'DA GELEN ZEHİRLİ KADEHLER
YH • 39 | GÜNLERİN KÖPÜĞÜ
YH • 40 | GÜZEL GEÇMİŞE ÇEKİLEN PERDE
YH • 41 | UĞULTULAR
YH • 42 | ALABORA
YH • 43 | HATA
YH • 44 | ANILAR MUMYALAŞSA
YH • 45 | GÖĞÜSTE TAŞINAN BOMBOŞ KALP
YH • 46 | "BAŞROL"
YH • 47 "DÜŞ ÖLÜMÜ"
YH • 48 | YANSIMALAR
YH • 49 | SIRTLAN
YH • 50 | YÜZLEŞİLEN KARANLIK
YH • 51 | YARALI YILDIZ
YH • 52 | PANDORA
YH • 53 | TEK BİR GECE

YH • 7 | UNUTMANIN KOZASI

158K 5.5K 3.5K
By ElisyaRoyal

Merhabalar;

Keyifli okumalar...

Bölüme gül ve kadeh 🥀🍷

Oy verip yorum yapmayı unutmayın ❤

7. BÖLÜM | UNUTMANIN KOZASI

Koku.

İki yönlü bir kokuydu duyumsadığım; bir yanıyla tanıdık, diğer yanıyla yabancı.

Bir nefesi içime çektiğimde, aslında o kokuyu içime çektim.

Gözlerimi zorlukla açtım, göz bebeğime dökülen gün ışığı yüzünden gerisin geri perde gibi örtüldü göz kapaklarım. Burnumun ucundaki bu koku yüzümün altında kalan yastıktan geliyordu, içime çektiğim nefesin ciğerimi kaplaması gibi yüzümü bir gülümseme kapladı. Ardından kendimde hissettiğim değişiklikler sıra sıra algıma düştü. Üzerime yükler gibi binmiş ağırlığın nedenini anlayamıyordum, vücudumun en hassas noktasına sızmayı becermiş keskin ağrının nedenini de. Hareket etmenin mümkün olmadığı hissi ise tüm benliğimi ele geçirmişti. Vücudum baştan aşağı çıplaktı, garipsedim ben asla güne çıplak uyananlardan biri değildim, bulunduğum ortam neresi olursa olsun veya ben hangi durumun içinde olursam olayım, bu böyle. Kıpırdandım, karnımda belli bir ağırlık vardı, tıpkı bedenim gibi çıplak ve sıcak olan bir ağırlık.

Ciğerime dağılan o güzel kokuya, çirkin bir korku saplandığında sert bir hareketle gözlerimi araladım.

Yüzüme dağılan gülümseme, yerde yarısı görünen kadeh gibi dudağımın eşiğinde kırılıp parçalara ayrıldı. Gözleri kocaman açıldı, nerde olduğumu bilmiyordum. Nefes alış verişim bir anda yükselmişti sanki kalbim birazdan çarpmayı bırakacaktı. Yavaşça arkamı dönüp yanımda kimin olduğuna bakmalıydım fakat bedenimi mi yoksa sadece başımı mı çevirmeliydim bir türlü karar veremedim. Hangisi beni daha az şoka uğratırdı? Gözlerimi sertçe kapatıp açtım, korkuyla oyalanacak zamanım yoktu. Göğsümün üzerine kadar çekilmiş örtüyü parmaklarımla sıkıp yavaşça arkama döndüm.

Neredeyse küçük dilimi yutacaktım.

Yanımda yatan bu adam, en yakın arkadaşımın abisiydi!

Beren'in abisi, Savaş Akduman.

Savaş Akduman!

Kapıldığım dehşet verici hisler yüzünden hemen önüme döndüm. Kalbimin atışları kaburgalarımı parçalayıp geçecek kadar şiddetliydi. "Saçmalık bu. Belki bilinçaltımın zeminine kurulu bir kâbusun içinde dolanıyor ruhum, bu kadar ileri gitmiş olamam," diye fısıldadım. Bir küveti ağzına kadar dolduran su gibi yüreğimi ağzına kadar dolduran korkuydu. "Kötü, çok kötü bir kâbus."

Gözlerimi açıp kapattım, artık gözlerimde kadeh gibi çatlayan bir acı vardı. Gerçek yerdeki cam parçaları gibi keskindi, gerçek örtünün altındaki bedenim gibi çırılçıplaktı. Elimi yavaşça çarşafın altına kaydırıp Savaş'ın belimdeki kolunu neredeyse nefes bile almadan karnımdan çekmeye çalışarak geriye doğru ittim, eli çıplak bacağıma değince elektrik akımına kapılmış gibi bir süre titredim. Bu el, bu dokunuş ruhumu cehennem ateşine attı; kavrulmaya başlamıştım.

Kendimi yatağın kenarına yavaş yavaş kaydırdım, yerimden aniden doğrulunca bacaklarımın arasında bir acı peydahlandı, boğazımı yırtacak güçlü çığlığı sızlayan dudağımı dişimin altına çekerek zorlukla bastırdım. Beyaz çarşaf bedenimden kayar gibi olunca, titreyen parmaklarımla göğsümün üzerine çektim. Ağır ağır nefes alıp verirken bütün uzuvlarım kalp gibi çarpıyordu, çırpınan kalbimse taze bir yara gibi kanıyordu.

Kontrollü hareket etmeliydim. Çarşafın bedenimi tamamen örttüğünden emin olunca yataktan zar zor kalktım ve içimde hızla büyüyen acıyla arkama dönüp bakma hatasına düştüm. Yataktaki kırmızı leke, beyaz bir sayfaya damlayarak dağılan mürekkep gibi gözlerimin yüzeyine damla damla düşüp dağıldı. Yatağın kenarında dün gece hiçbir şey yaşanmamış gibi uyuyan Savaş'ın görüntüsü bana o kadar ağır geldi ki hemen yüzümü çevirip önüme döndüm ama bu defa da yerdeki giysiler ve kırılmış kadehin görüntüsüyle karşılaştım.

Kenara yığılmış kırmızı mini elbisem, iç çamaşırlarım ve biri dik diğeri yatay duran stilettolarım sanki benimle alay ediyor, parçalanan hadehin büyük parçaları bana kahkaha atıyor, küçük parçaları ise sanki bana kıkırdıyordu.

Bu görüntü, bir ressamın paletindeki renklerden dökülen alayın tablosuydu âdeta.

Hissettiğim huzursuzluğun kanı damağıma yayıldığında, bal rengi gözlerime hayal kırıklığına saplanmış bir duygu oturdu. Bu duygu o kadar çok ve o kadar yoğundu ki gözlerim bu ağırlığı daha fazla taşıyamadı ve gözyaşları gözlerimin içini doldurdu. Savaş her an uyanabilirdi. Kendimi içinde bulduğum durum yeterince tuhaftı, bir de beni böyle görsün istemiyordum. Hatta bu evden ona göre görünmeden çıkıp gitmek istiyordum. Yerde ruhumdan dökülen parçalarmış gibi dağılan kıyafetlerimi ve ayakkabılarımı alıp banyoya girdim.

Kapıyı arkamdan örtüp kilitledim. Sırtımı ve başımı kapıya yasladım, aslında kafamı yaslamaya değil de o kapıya vurmaya ihtiyacım vardı fakat içerde uyuyan adam yüzünden buna cesaret edemedim. Bir süre gözlerimi mermer zemine dikip öylece kaldım, belki gerçeği kabullenmek için belki hiçbir şey yapmadan durmaya ihtiyaç duyduğum için. Dün gece ne olmuştu? Arkadaşlarımla birlikteydim, eğlendiğimi ve üst üste fondip yapıp durduğumu hatırlıyordum. Peki ya sonra? Sonrası yoktu. Kalpten sökülen hayati bir damar gibi hayati bir parça zihnimden sonsuza dek sökülmüştü sanki.

Savaş'la nasıl karşılaştığımızı, nasıl buraya geldiğimi ve sonunda nasıl birlikte olduğumuzu hatırlamıyorum.

Hatırlamaya çalışmak ama bir türlü hatırlayamamak iki bacağımın arasına saplanmış o ağrı gibi hızla büyüyordu. Derin bir nefesi içime çektiğimde dişlerim yavaşça birbirine çarptı, daha fazla bu şekilde kalarak burda oyalanamazdım. Banyonun içinde ilerleyip kenarda duran klozetin üzerine giysilerimi bıraktım. Önce külotu aldım, bacaklarımdan geçirmek için eğildiğim sırada kadınlığıma keskin bir sızı batınca ağzımdan kaçmak üzere olan bağrışı son anda dilimle kıvırıp boğazımın gerisine atıp yüzümü acıyla buruşturdum.

Kahretsin! Herkesin ilk gecesi böyle mi oluyordu?

Gözlerim buğulandı, gece yaşanan anları hatırlamıyordum bile. Bana dokunduğunda neler hissettiğimi, nasıl olup bittiğini tekini bile hatırlamıyordum. Beni zorladıysa veya zorla sahip olduysa... Düşüncelerim bana iğrenç bir yüz ifadesiyle bakarken bilek, kol ve açıkta olan vücudumu dikkatle kontrol baktım. Hayır, tenimde hiçbir zorlama izi yoktu. Hissettiğim huzursuz hislerin kanı pıhtılaşınca yaptığım işe geri döndüm. Her kızın özel olmasını istediği ânı, ben sarhoşluğum yüzünden kayıp bir anı gibi kaybetmiştim. Anıydı ama nasıl yaşadığımı bilmediğim bir anıydı.

Sütyenimin askılarını ağrıyan kollarımdan geçirirken, Savaş'ı düşündüm. Onu ilk gördüğüm o an... Onu ilk gördüğünüz anda bütün dikkatinizi kendinde hapseden bir aurası vardı. Ondan yayılan enerjiye tepkisiz kalamamıştım, bir girdaba kapılır gibi onun yoğun aurasına kapılmıştım. Fakat ben de her genç kız gibi onu sadece çekici bulmuştum, onunla yatmak falan istememiştim. O hâlde gece nasıl oldu da onunla yatacak duruma geldim?

Aklımı oynatmaya çok yaklaştım, gerçekten.

İçerden ufak bir ses duyunca panik haliyle düşüncelerimden çıkıp kırmızı sütyenimin kopçasını zar zor birleştirip kapattıktan sonra elbisemi üzerime geçirdim. Altında kalan saçlarımı yakamdan çıkarıp sırtıma serdim. Ayyakabılarımı da ayaklarıma geçirip arkamı döndüm, elimi yüzümü yıkamalıydım ama lavabonun üst hizasında ayna vardı, aynaya bakmadan bunu yapabilir miydim bilmiyorum.

Kendimi görmek istemiyorum.

Lavabonun önüne geldiğimde, musluğu açtım ve bir süre hiçbir şey yapmadan sadece suyun gürültülü akışını dinledim. Sonra elimi yüzümü dikkatle uzun uzun yıkadım, bu sırada başımı kaldırıp aynaya bakmamı haykıran bir istek akan suyla paralel çizgide içime akmaya başladı. Ve ben içimden yükselen o neşter keskinliği taşıyan isteğe daha fazla engel olamadım. Lavabonun beyaz kenarlarını sertçe kavradım ve kafamı yavaşça kaldırıp yüzüme baktım. Kalbimin içindeki acı gözyaşlarına tutunup ıslak yanaklarıma aktı.

Aynada gördüğüm bu kız dağılmıştı, içerdeki adamı görmeden kaçıp gitmek istiyordu.

Böyle olmamalıydı ama olmuştu. Üstelik burda kalamazdım, burası onundu, onun bölgesiydi. Musluğu titreyen parmaklarımla kapatıp kapıya doğru ilerledim, dağılmış benliğimi toplayabilmek için derin bir nefes aldım. Hislerim, göğsümün tarlasında boynunu bükmüş binlerce güldü. Nasıl hissedeceğimden emin bile değilken, şu an onunla yüz yüze gelmeye cesaretim dahi yoktu. Cesaretim idam mahkûmuydu, cesaretimin güçlü boynunu vuracak olan o cellat ise korkularımdı. Evet korkuyordum, çok korkuyordum hem de. Nasıl bir yol izleyeceğimi bilmiyorum.

Hatasının kurak çölünü bekaretinin kanıyla sulayan bir kız ne yapardı?

Kapının pürüzsüz kulpunu kavrayıp banyodan çıktım ve odaya girdim, çekinerek baktığım büyük yatak üzerinde fiziksel masumiyetimin kanını taşıması dışında bomboştu. Gitmiş miydi? Beren'in abisi hakkında söylediği şeyleri anımsadım: 'Kadınlarla günü birlik ilişkiler yaşar ve bir daha onların yüzüne bile bakmaz.' Bunları söylemişti bana. Ben de o kadınlardan biriydim artık; arkamda kimi bıraktım diye düşünmeyeceği, yüzüme bir daha asla bakmayacağı o kadınlardan biri olmuştum.

Ne yapsa, kendimi bundan daha fahişe hissettiremezdi bana.

Diğer yandan onunla karşılaşmadığım için mutlu olmalıydım belki. Burnumu çektim. Böylece dün gece sonsuza dek tarihin tozları arasına karışıp uçup gidecekti.

Odadan çıkıp üstüne boydan boya halı serilmiş uzun koridordan, yabancı bir evde bulunmanın huzursuzluğuyla temkinli ve ayak ucumda yürüyerek merdiven başına kadar yürüdüm. Endişenin dolandığı her adımım bir öncekinden çok daha ağırdı. Duraksadım, yukarıya çıkan merdivene göz attım ve aşağıya inen basamakları inmeye başladım. Merdivenin son basamağından zemine ilk adımı atınca kalbimde bir kımıldama, başımda bir dönme hissettim. Merdivenin tokmağını sıkıca kavradım.

Savaş Akduman, yarı çıplak bir şekilde mutfaktan çıkmıştı.

Hiçbir şey olmamış, en önemlisi beni hiç görmemiş gibi baskın adımlarla önümden geçip salona giderken ne yapacağımı, nasıl hissedeceğimi şaşırmış karmakarışık bir hâlde kıpırdamadan öylece dikildim. Savaş salondaki viski dolabının önünde durdu. Kendi kadehine içki doldurmaya başladı, kadehi dolduran ses zihnimde yankılandı; sanki o kadeh asla dolmayacak gibi geldi.

Parlayan kristal kadehini doldurduktan sonra, ancak en normal şartlar altında sorulabilecek o soruyu kayıtsızca sordu. Bana, "Sen de ister misin, bebeğim?" diye sordu.

Bebeğim? Bebeğim? Bebeğim?

Bu kelimenin rahatça solunuşu zihnimin sularında dalgalandı. Bana bebeğim mi demişti? Hiçbir şey olmamış gibi, sanki sevgilisiyle yatmış gibi. Acının uysallığı yerini öfkenin hırçınlığına bıraktı.

Savaş arkasını dönüp bal rengi gözlerimin içine yoğun kahverengi gözleriyle baktı ve dün gece bu adamla birlikte olmanın verdiği utanç yanaklarımın topraklarını bastı. "Sanırım istemiyorsun, bebeğim," dedi, adam sanki benim sinir sistemime oynuyordu. "Sen bilirsin."

Benim dünyam başıma yıkılmış gibi hissediyorken o neden böyle rahattı?

Bu gerçekle yüzleşmeye hazır olmasam da, "Afedersin ben..." Duraksadım, bir şey beni durmaya zorladı, belki yoğun kahve gözleriydi. "Ben buraya nasıl geldim?" diye sordum, harfleri ona taşıyan sesim zayıftı.

Savaş koltuğa ilerleyip oturdu, bir bacağını öbürünün üzerine attı. Aramızdaki mesafe çoktu, dün gece ne kadar yakınsak bugün o kadar uzak olmalıydık. Yanılıyor muyum bilmem, bana yakın durmaktan özellikle kaçındığını bilerek uzak durduğunu hissettim. Başına büyük bela aldığını falan düşünüyor olmalıydı, muhtemel her erkeğin hissedeceği gibi ama ilgisi yoktu, onu bir daha görmeyi düşünmüyordum.

Bana garip bir bakış atıp, "Nasıl geldiğini hatırlamıyor musun gerçekten?" diye bir soru yönelterek karşılık verdi. Sorduğum sorunun samimiyetine inanmamış mıydı? "Hatırlamaman üzücü olur, özellikle dün geceden sonra."

Son sözlerin ardından gözlerimin içine baskı yapan gözlerini çekti ve bakışları dudaklarımdan çeneme oradan elbisemin örttüğü göğüslerimde duraksayıp daha aşağılara nihayet bacaklarıma kaydı. Her noktama bakışıyla dokunduktan ve alev alev yaktıktan sonra aynı yoğun bakışlar bu defa hiçbir noktayı kaçırmadan yukarı tırmanmaya başladığında ruhum huzursuz bir hisle kamçılanmaya başlamıştı. Gözleri bana uzun gelen zaman diliminin sonunda öfkeli gözlerimde durduğunda yutkundum. Gözlerinin şöminesinde yanan şehvet alevi gün gece de var mıydı? Bana böyle mi bakmıştı?

Yakıp kül etmek ister gibiydi bakışları.

Bedenimi karınca sürüsü basmış gibi uyuştuğumu hissettim, olduğum yere yığılmamak için zor tutuyordum kendimi. "Hatırlamıyorum," dedim sert bir sesle. "Dün geceyi."

Bilinçli ama tümüyle kayıtsızlıkla dolu bakışları, onun hakkındaki düşüncelerimi zihnimde kurulu duran terazi kefelerinin kötü tarafına yığmama neden oluyordu.

Gözleri gözlerimi terk etmeden kadehinden bir yudum aldı. "Numara yapıyorsan," dedi Savaş. "Ucuz bir yöntem."

Ben esasında ne bütünüyle kötümser ne de hepten iyimser biriyim ama bu adamın sözleri sinirlerimin zavallı tellerine keman yayı gibi sürtündü. Onunla sakin sakin konuşmaya odaklanan tarafım tümüyle bozulup yere yığıldı. Böyle şüpheci ve imalı konuşan biriyle nasıl normal düzeyde konuşabilirdim ki, konuşacak ne vardı ki? Yaşadığım şey yetmezmiş gibi bir de onu gerçekten ikna etmeye mi uğraşacaktım? Bunu bekliyorsa hayır, yapmayacağım.

Buraya nasıl geldiğimi değil de nasıl çıkacağımı merak ediyordum artık.

Gözlerimi etrafta gezdirdim, salonun bir köşesinde bir çerçeve, o çerçevenin cam yüzeyinin ardına ilişmiş yakın arkadaşım Beren'in gülümseyen resmini gördüm. Savaş'la aralarındaki fiziki benzerlik ancak o zaman dikkatimi çekti. İkisinin de göz rengi ve bakışları birbirine benziyordu. Onun harici görüntülerinde benzer hiçbir taraf yoktu. Beren esmer güzeliydi, Savaş ise açık tenliydi; Beren annesinin teninden Savaş ise babasının teninden var olmuş gibiydi.

Fotoğraftan gözlerimi çekemedim. Beren'e ne diyecektim ben? Nasıl abinle birlikte oldum derim ona. Dün gece neler olup bittiğin biraz hatırlasam, kendimi suçsuz çıkaracak birkaç anıya tutunabilirdi ruhum.

Sonunda gözlerimi fotoğraftan ayırdım ve gözlerim arayışındaki gezintiye devam etti. Kapının nerde olduğunu araştırmak bile birinde ağlama dürtüsü oluşturur muydu? Bende oluşturuyordu, kendimi yalnız ve çok çaresiz hissettim. Sıktığım tokmağı zar zor bırakıp sağ tarafa bir iki adım attım, zeminde değil de bulutların üzerinde adım atıyordum sanki. Adımlarımdaki acemiliğin ben bile bu kadar farkındaysam hiçbir hareketimi gözünden kaçırmadan izleyen adam nasıl farkında olmasındı. Sokak kapısını gördüğüm an içime gergin bir rahatlama bıraktı. Başımı ince omzumun üzerinden ona çevirip, "Gidiyorum," dedim, ona aşağılayıcı bir bakış atarak, sokağa açılan kapıya ilerledim.

Savaş bana aniden birbirini tanıyan iki kişiymişiz gibi normal bir tonda, "Nüket," diye adımla seslenince şaşkınlığa kapılıp duraksadım.

Arkamı döndüğümde oturmakta olan Savaş'ın ayakta dikildiğini fark ettim. "Ne?"

Elindeki viski kadehini orta masaya bırakıp bana doğru uzun adımladı. "Konuşmamız gerekiyor." Önümde yıkılması güç dağlar gibi durdu. "Dün geceyi sen de ben de yok sayamayız."

"Sözlerime şüpheyle yaklaşıp inanmayan biriyle konuşacağımı mı sanıyorsun?"

Savaş sıkılgan bir nefes bıraktı havaya. "Pekâlâ afedersin, sözlerim biraz abartıya kaçmış olabilir," dedi, bir insan özre yakın bir şekilde konuştuğunda bile nasıl böyle hata yapmamış gibi küstah durabilirdi ki? "Çünkü dün gece sen çok farklıydın."

"Farklı?" dedim sorarcasına. "Hiçbir şey hatırlamayacak kadar sarhoş olmalıyım. Ne yaparak veya söyleyerek sana farklı bir görüntü çizdiysem, hepsi sarhoşluktan." Durdum, söylediklerimi ondan önce benim sindirmeye ihtiyacım vardı. "Asıl ben dün geceki değil, şimdi karşında gördüğün benim."

Savaş'ın gözlerinde bambaşka bir duygu belirip kayboldu, öyle aniydi ki ne olduğunu anlamadım bile. "İnanması güç olsa da söylediklerini dikkate alıyorum," dedi, sesi toktu. Eliyle koltukları gösterdi. "Oturup konuşalım."

"İstemiyorum," dedim titrek bir sesle. Sesimi düzelterek devam ettim. "Dün geceyi mi konuşacaksın? Sana söyledim, hiçbir şey hatırlamıyorum. Bazı şeyler hakkında endişe ediyorsan eğer, peşine takılmam."

Savaş tek kaşını kaldırdı. "Endişe etmek?" diye sordu, sesi benimle dalga geçiyordu. "Endişe etmiyorum."

Ona aldırmadan devam ettim. "İkimizde sarhoştuk, ayık olsak zaten..." Durdum ve tuhaf sayılacak bir ifadeye ona baktım, ne demem gerekiyordu? Yanaklarımı basan ateşi hissedebiliyordum. "Bu şey olmazdı."

Savaş başını yana, omzuna doğru yatırdı. "Sarhoş olan sendin, ben ayıktım," dedi, kendisinden emin ve hâlâ rahatlığını koruyan bir sesle. "Seninle isteyerek seviştim."

Sersemledim.

Dudaklarım hayretle açıldı, sonra tekrar kapandı. Savaş'ın da benim gibi sarhoş olduğunu düşünmüştüm. Saniyeler, teker teker ruhumla birlikte tükenirken, "Sarhoş birinden mi yararlandın?" diye sordum şaşkınlıkla.

"Evet, ne var bunda?" diye sordu, gözleri dudaklarıma kaydı, sonra tekrar gözlerime tırmandı. "Sarhoş olmasaydın da bu olacaktı."

Sözleri, ölü bedenleri dibine çekip üzerini örten mezar gibi beni ellerimden tutup içine çekti.

Bir an morgdaki bir ölü gibi donup kaldım. Ne demek sarhoş olmasaydın da bu olacaktı? Yaptığından ufak bir pişmanlık duymayan bu adamın rahatlığı, kendi yaptığım hataya çarpıyordu. Yani o istediği anda kollarına atlayacak ve teslim mi olacaktım ona? Basit bir kız olmama mı gönderme yapıyordu? Yoksa kendine olan güveni kaf dağını mı aşmıştı?

Ölümcül şüphe zihnimin kozasına yerleşti. "Sen ne dediğinin farkında mısın?"

Savaş'ın bakışlarındaki kahve tonu daha koyu bir hâl aldı. "Hiç olmadığı kadar," dedi tereddüt etmeden. "Birbirimizi gördüğümüz ilk anda aramızdaki çekimin farkındalığı beni olduğu kadar seni de etkisi altına almıştı, sen de hissettin bunu."

Cümleler, bir kanın akışında hissedilir miydi? Ben hissediyordum, çok hem de.

Sözleri, alkolün kanıma karışmasından daha hızlı bir şekilde kanıma karışıp beni sarhoş hissettirdi. Çekim hissetmiştim bu yanlış anlaşılmadan uzak bir doğruydu, fakat o çekimin tek kişilik dolayısıyla sadece benden yayıldığını düşünmüştüm. Savaş'ın böyle hissetmiş olabileceği aklıma bile gelmemişti, ikimiz de farklı ve bambaşka dünyaları olan iki ruhtuk. Beni hem korkutuyor hem dehşete düşürüyordu, ağlamamak için zor tutuyordum kendimi. Bir de benimle böyle şuursuzca dalga geçer gibi konuşması yok muydu deli ediyordu beni.

Dün gece olanlar ve yoğun sözleri o kadar büyüdü ki aklıma sığamadı, inanamadım; insan aklına sığdıramadığını inkâr ederdi ya hani, benimkisi de öyle bir inançsızlık. Yenemediğim şaşkınlık duygusuyla baktım ona, diğer yandan ondan uzaklaşmak gibi bir eylem gerçekleştirmiyor, gerçekleştiremiyordum.

Savaş, parmaklarını dudaklarıma, oradan çeneme, oradan göğüs kafesime götürdü. "Ayrıca dün gece..." Kulağıma yaklaştı, nefesi tenime döküldü. "Yalvarıyorum daha hızlı ol Savaş diyordun. Sana zorla sahip olmadım."

İçim yok edici bir öfkeyle dolup taştığında hissettiğim güçsüzlüğe rağmen avuçlarımı çıplak göğsüne yerleştirip Savaş'ı ittim; bu itiş çok zayıf olmasına rağmen yine de kendi iradesini benim arzuma bağlayıp bir adım geriledi. "Sarhoştum, aşağılık herif!" diye bağırdım. "Senin gibi biriyle daha fazla konuşmak istemiyorum."

Her şey normalmiş gibi sergilediği bu tavrı hak etmiyordum ben. Biraz bile incelikli değildi, nasıl korku içinde olduğumu da anlamıyordu. Gözlerim doldu. Savaş bal rengi harelerime karışan gözyaşlarını görünce şaşırdı. Yüzündeki kendinden emin ifade ilk defa o an sarsıldı, yerini ne yapacağını bilmeyen garip bir ifade aldı. O an anladım, beni gerçekten anlamıyordu. Nasıl karmakarışık bir ruh hâli içinde olduğumu da karamsar düşüncelerin içinde gezindiğimi de bilmiyordu.

Arkamı döndüğüm anda, Savaş bileğimi kavradı. "Konuşalım," dedi, sesi şimdi daha farklıydı. "Sana söyleyeceklerimi dinle, sonra nereye istersen gidersin."

Kararsız bir duraksamanın arkasından, bu fikirden vazgeçerek bileğimi onun güçlü ve sıcak parmaklarından kurtarıp, başımı hızla sağa sola salladım, "Hayır, kendimi iyi hissetmiyorum ben," dedim. "Konuşmak falan istemiyorum, sadece burdan gitmek istiyorum." Duraksadım. "Unutalım, gece olanları." Bu sözler hiçbir şey hatırlamayan benim için çok komikti ama o her şeyi en ince ayrıntısına kadar hatırlıyor olmalıydı. "Yaşanmamış gibi yok sayalım."

Ona, dün geceye, şimdiye arkamı dönüp kapıya doğru adımladım, Savaş sessizliği tercih etmişti. Burda durup beni anlamayan birinin söyleyeceği şeyleri uslu uslu dinlemeye niyetim yoktu. Sokak kapısını aralayrak çıkıp kapıyı arkamdan gürültüyle kapattım. Derin derin nefes alıp vermeye başladım. Yağmur ve toprak kokusunun üzerine bir yaprak gibi konduğu bu temiz oksijen bile, nefessizlik olarak dönüyordu bana.

Kasvetli, yağmurlu ve karanlık bir gündü, bekaretimi saçma bir şekilde kaybetmenin ertesi gününe uygun bir havaydı.

Gökyüzünden ince ince dökülen yağmur taneleri, toprağa hızla saplanan iğneler gibiydi. Bir balık burcu kızı olarak kendimi daha fazla tutamadım, aşılması mümkün görünmeyen sorunların üzerini gözyaşı ile örtenlerden biri de bendim. Görkemli, büyük bahçe kapısına doğru ilerlerken, yüzümü ıslatan yağmurların üzerinden gözyaşım da geçiyordu. Hangi duygularla bu eve gelmiştim bilmiyorum ama yıkılmış duygularla ayrılıyordum burdan. Bahçe kapısına ulaşınca, ıslak omzumda sıcak bir el hissettim. İrkilerek geriye döndüm, o elin varlığı yavaşça omzumdan kayıp yok oldu ama o elin verdiği tanıdık sıcaklık bir türlü yok olmadı.

Savaş Akduman, bir gecede benliğimi darmadağın eden adam.

Üzerine siyah bir kazak ve aynı renk ceket giymişti.

"Ne var, ne istiyorsun hâlâ benden?" diye bağırdım. Ağlayarak sorduğum sorular onu afallatmış görünüyordu, karşısında böyle ağlamak istemezdim ama yakalanmıştım. "Sana konuşmak istemediğimi söyledim."

Yağmur onun geniş omuzlarını hızla ıslattı, koyu renkli saçları alnına yapıştı. Gece hiç yaşanmamış olsaydı, ona farklı bakar farklı inceler, farklı görürdüm. Ben de sırılsıklam olmuştum, o kadar ki hislerim bile ıslanmış neredeyse yağmur gibi göğsümden aşağı dökülecek sandım. Kalbimse su alan kırık bir kayık gibi göğsüme doğru yan devrilmiş batıyordu sanki.

"Söyledin," diye onayladı beni, gözlerimin içine, gözlerimin en dibine bakıyordu. "Eve bırakayım seni, Nüket."

Adımı onun dudaklarından duymak tuhaftı, bana yardım etmek istemesi sırtıma saplı duran bıçaktı. Dişlerimi ağrıyana dek sıktım. Onun yanında ciğerime çektiğim her nefes kalbimi yakan ateşti. "Benden uzak dur, istemiyorum," dedim, panik hislerime bulaştı. "Senin yanında boğuluyorum, nefes alamıyorum."

"Tamam," dedi kabullenerek. Sesinde yabancı bir ifadeyle ekledi. "Ağlama ama."

Ağlanacak hâldeyim ama.

Burnumu çekip, ancak inatçı bir çocuğun yapacağı şekilde omzumu hayır anlamında kaldırıp indirdim, "Ağlayacağım," dedim ona istediğini vermek istemeyen hırçın bir duyguyla. Ben ağlarken o rahat olsun istemedim, ben üzülürken o yeni avlarına koşsun istemedim; vicdanı ağrıyan kalbim gibi sızlayıp ağrılar içinde kalsın istedim. "Çok ağlayacağım."

Bahçe kapısını geçeceğim kadar açıp hızlı adımlarla uzaklaştım ordan; bakışlarını sırtımda hissettim ama aldırmadım. Yol bomboştu. Yoldan geçen ne bir taksi ne de tek bir otobüs vardı. İstanbul'un hangi semtinde olduğumu bilmiyor olmama rağmen sağ tarafa doğru, yön duygusunu kaybetmiş biri gibi yürüdüm. Hıçkıra hıçkıra ağlayarak, arada gözlerimi silerek sadece yürüdüm. Yürümek ağır gelince durdum. Başımı yavaşça yukarı kaldırdım, damla damla yüzüme düşen yağmurların ilk defa ölmüş hayallerimin cesetlerini tenimden söküp temizlediğini hissettim.

Yağmur damlaları ağrıyan gözlerimin içine kendinden daha büyük ağrı damlaları bırakınca kaldırdığım başımı indirip yoluma devam ettim.

Yağan yağmuru üzerinde toplayan elbisemin etek uçlarından sular damlarken, ıslak sarı kızıl saçlarım sırtımda ağırlaştı. Ayaklarım beni bomboş görünen otobüs durağına kadar getirdiğinde oturağa oturdum ve herhangi bir aracın geçmesini bekledim. Parmaklarım oturağın ahşap uçlarını avuçlarımda iz bırakacak şekilde sertçe kavradı. Ne olacaktı şimdi? Başıma gelen bu olaya nasıl alışacaktım? Uğradığım şey fiziksel tecavüz değildi ama yine de kendimi garip hissediyordum.

Yolun diğer tarafından boş bir taksi gelince durdurup yolcu koltuğuna geçtim. Başka zaman olsa belki üşürdüm ama şu an hiç üşümüyordum. Ancak on dakika sonra çantamın yanımda olmadığını, onun evinde kaldığını fark edebildim; telefonum, kimliğim, her şeyim orda kalmıştı. Keşke tek kalan bunlar olsa iyiydi, masumiyetim de orda kalmıştı. Taksi şoförüne durup geriye dönmesini söylemedim, oraya tekrar dönüp tekrar onun yüzünü görmeye, sesini duymaya cesaretim yoktu. İçinde kişisel eşyalarımın bulunduğu çantam hakkında ne yapacağıma daha sonra karar vermek üzere erteleyip camdan dışarıyı izledim.

Kimi tamamen suçlu yapacaktım ki, kendi hatamdı. Kendimden geçecek kadar sarhoş olmak da neyin nesiydi? Kime güvenip kendimi bu kadar dağıtmıştım ki? Barlarda böyle şeylerin olağan olduğunu bile bile...

Taksi evimin önünde durduğunda, "Birkaç dakika bekler misiniz?" diye sordum. "Ben hemen parayı alıp getireceğim, cüzdanımı diğer evde unutmuşum."

Taksicinin suratı asıldı fakat bir şey demeden aksice başıyla onayladı.

Anahtarlarım da çantamda kaldığı için kapıyı çaldım, açan olmadı. Harika evde kimse yoktu. Büyük saksının altındaki anahtarı çıkarıp kapıyı açtım. Direkt kendi odama çıkıp birikmiş paramdan aldım ve taksiciye verdim. Adam öyle bir gaza bastı ki, neredeyse trip attığını düşünecektim bana.

Kendi kendime kısık bir sesle, "Alt tarafı birkaç dakika bekledin, triplere bak ya!" diye homurdandım.

Başımı salladım. Adamın arkasından, onunla kavga ettiğime göre akıl sağlığımı da yavaştan kaybediyordum galiba. Kendi kendime söverek tekrar eve girdim. Bacak arama demir atan keskin ağrı hâlâ varlığını hissettirmeye devam ediyordu. Odamdaki banyoya girdim, dün gecenin sebebi kıyafetlermiş gibi davranarak yırtarcasına çıkardım. Duşun altına girip bedenimi nefretle yıkamaya başladığımda içimden konuşmaya başlamıştım.

Bir de o Savaş'tan hoşlanmıştım, ne aptalım ama.

Bedenimi yıkadıkça, dün gecenin kalıntılarının suyla beraber gitmesini umdum.

Onula bir daha karşılaşmayacağım.

Zihnimi unutmanın kozasına yatırdım.

Unut.

O mekânı.

Görüntüleri.

Dün geceyi.

Bedenine dokunmasını.

Savaş Akduman'ı.

Her şeyi.

Unut.

🍷

Instagram & Twitter; ElisyaRoyal

Bir bölümün daha sonuna geldik. 💁‍♀

Şimdi Savaş ve Nüket beraber oldu. Sizce o gecenin arka planında çok başka şeyler olabilir mi?

Önyargılı mı okudun, yoksa objektif mi okudun bölümü?

Savaş Akduman, kendinin farkında güçlü bir karakter. Bir kadının sarhoşluğundan yararlanmaya ihtiyacı var mıydı sizce?

İhtiyacı yoksa eğer, o gece ne olmuş olabilir sizce? Biraz beyin fırtınası....

Objektif bir gözle iki karakteri de inceleyecek olursan Nüket'in hatası neydi, Savaş'ın hatası neydi?

Continue Reading

You'll Also Like

167K 9.3K 58
"Seni istiyorum..." diye fısıldadı dudaklarını dudaklarıma değdirip geri çekilirken. "Acılarını, yaralarını, yorgunluklarını, mutluluklarını... hepsi...
265K 17.2K 22
17 Yıl sonra gerçekleri öğrenen Bade, yıllardır onu arayan abilerine giderse. Azıcık dram. Bolca eğlence. Bolca aksiyon. Bir tutam da kaos. Daha...
Renklerin Katili By görkem

Mystery / Thriller

74.9K 5.7K 34
WATTY 2017 Büyük Buluşlar Kazananı Makas darbelerini ihtişamla gezdiriyor kurbanının bedeninde. Önce ruhunu bedenine bağlayan ilmekleri kesiyor teker...
1M 17.6K 28
☬ "Bir insanın kanı kırmızıdır ama bir ruhun kanı siyahtır." Katil bir kadının hikayesi... ☬ "... 7 Benden önce her şey sonsuzdu; sonsuza dek...