İSYAN ÇİÇEĞİ

By karakalem82

3.8M 200K 139K

Fırat bencildi, İsyan Çiçeği asiydi, lakin kaderleri bir yazılmıştı. İkisi birbirine aitti, ayrılık ölüm geti... More

Merhaba
1. Bölüm
2. Bölüm
3. Bölüm
4. Bölüm
5. Bölüm
6. Bölüm
7. Bölüm
8. Bölüm
9. Bölüm
10. Bölüm
11. Bölüm
12. Bölüm
13. Bölüm
14.Bölüm
15. Bölüm
16. Bölüm
17. Bölüm
18. Bölüm
19. Bölüm
20. Bölüm
21.Bölüm
22. Bölüm
23. Bölüm
24. Bölüm
25. Bölüm
26. Bölüm
27. Bölüm
28. Bölüm
29. Bölüm
30. Bölüm
31. Bölüm
32. Bölüm
33. Bölüm
34. Bölüm
35. Bölüm
36. Bölüm
37. Bölüm
38. Bölüm
39. Bölüm
40. Bölüm
41. Bölüm
42. Bölüm
43. Bölüm
44. Bölüm
45. Bölüm
46. Bölüm
47. Bölüm
48. Bölüm
49. Bölüm
50. Bölüm
51. Bölüm
DUYURU
52. Bölüm
53. Bölüm
54. Bölüm
55. Bölüm
56. Bölüm
57. Bölüm
58. Bölüm
59. Bölüm
60. Bölüm
62. Bölüm
63. Bölüm
64. Bölüm
65. Bölüm
66. Bölüm
67. Bölüm
68. Bölüm
69. Bölüm
70. Bölüm
71. Bölüm
72. Bölüm
73. Bölüm
74. Bölüm
75. Bölüm
76. Bölüm
77. Bölüm
78. Bölüm
79. Bölüm
80. Bölüm
81. Bölüm
82. Bölüm
83. Bölüm
84. Bölüm
85. Bölüm
86. Bölüm
87. Bölüm
88. Bölüm
89. Bölüm
90. Bölüm
91. Bölüm
92. Bölüm
93. Bölüm
94. Bölüm
95. Bölüm

61. Bölüm

39.6K 2.1K 2.3K
By karakalem82





Merhaba okurcanlar♥️

Bölüme geçmeden önce Azerbaycanlı okurlarıma kucak dolusu sevgilerimi göndermek istiyorum. Sabina, Nermin, Hayal, Türkan ve henüz tanışmadığım canım okurlarım; sizi çok seviyorum❣️Aklımız, kalbimiz, gönlümüz sizinle🙏🏻Umarım bu zulüm bir an önce son bulur😔

Bir de teşekkürüm var tüm okurcanlarıma. İsyan Çiçeğim bugün 1M okunma sayısına ulaştı😍 Elbette sizlerin sayesinde. Sağ olun, var olun🙏🏻Hep birlikte nice milyonlara inşallah♥️



Eylem

Bulutların arasından süzülen yalancı güneşle birlikte gecenin matemi alacakaranlığa evrilirken üzerimdeki battaniyeye biraz daha sarıldım. Savaştan çıkmış gibiydim. Çıkamamış ya da. Kolum, bacağım savaş meydanında kalmıştı sanki, bir türlü toparlanamıyordum. Toparlanabileceğimi de sanmıyordum. Yavuz'dan öğrendiğim kadarıyla Fuat Amca'nın durumu şimdilik iyiydi. Krizin sebebini öğrenebilmek için birkaç gün içinde anjiyo yapılacak, o süre zarfında da hastanede kalacaktı. Sema Teyze hastaneden ayrılamadığı için Selim'e göz kulak olma görevi de Yavuz'a düşmüştü fakat o cepheden henüz yeni bir haber yoktu. Fırat'a sormamıştım. Soramamıştım. Ettiğim onca laftan sonra Selim'den bahsetmek midemi bulandırıyordu. İsmini zikredersem intikam hırsıyla savurduğum tüm yalanlar gerçeğe dönüşecekmiş gibi hissediyordum.

Çekip gidebileceğimden o kadar emindim ki, hatırlamaktan dahi utanç duyduğum saçma sapan imalarda bulunmuş, onunla da yetinmeyip ağza alınmayacak cümleler kurmuştum. Pişman mıydım bilmiyorum fakat bana o cümleleri kurduran acizliğimden de, beni tekrar gözlerine bakmak zorunda bırakan Fırat'tan da nefret ediyordum.

Kulağıma dolan adım sesleriyle birlikte gözlerimi kapattım. Birkaç lokma yemek yedikten sonra duş alıp salondaki koltuğa kıvrılmıştım fakat kalbimdeki ağrı nedeniyle saatlerdir uykuya dalamıyordum. Adım sesleri durduğunda daha çok kıvrıldım battaniyenin içinde. Saçlarımda gezindi önce parmakları. Tüm huysuzluklarıma rağmen büyük bir sabırla kuruttuğu saçlarımı özenle okşadıktan sonra şakağıma uzun bir öpücük bıraktı. O kadar sıcaktı ki dudakları, üşüdüğümü fark ettim. Soğuktu ev, kombiyi kısmıştı yine sanırım.

Ayak ucuma oturduğunu hissettiğimde rahat bir nefes aldım. Ne bugün ne de yarın birlikte uyumayacaktık, benim yerim bu koltuktu bundan böyle. Battaniyenin altından ayağıma ulaştı sonra eli. Çorabımı çıkardı hep yaptığı gibi. Buz kütlesine dönen ayağımı avucunun içine hapsedip bileğime sıcak bir öpücük bıraktı. Ayak bileğime olan zaafı akıl sınırlarımı zorlayacak raddedeydi fakat şu an bunu düşünmenin ne yeri ne de zamanıydı.

Sünger Bob dövmemin üzerinde hissettim sonra dudaklarını. Nefes alabilmem giderek zorlaşıyordu. Diğer çorabımı da çıkardıktan sonra iki ayağımı birden kucağına yerleştirdi ve her daim sıcak olan elleri, usul usul ayaklarımda gezinmeye başladı. Parmak uçlarımdan bedenime doğru yayılan sıcaklık uykuyu da beraberinde getiriyor, ne kadar istesem de karşı koyacak gücü bulamıyordum. Geri zekalı bedenim de bu durumdan hiç rahatsız değildi üstelik. Bırak rahatsız olmayı, kaskatı kesilen kaslarımın anbean çözüldüğünü hissediyordum. Ve tanıdık bir teslimiyet hissiyle kucaklandığımı. Ve o hisse karşı koyamayacak kadar yorgun olduğumu... ve yaşadığım her şeyin bana müstahak olduğunu...

***

Omzumu ele geçiren ağrı boynumu da rahatsız etmeye başlayınca sırt üstü yatıp huzursuzca homurdandım. Gözlerim açılmamak için direniyordu fakat koltuk o kadar rahatsızdı ki, her yerim tutulmuştu. İçime içime homurdanmaya devam ederken göz kapaklarıma tecavüz eden ışıktan kurtulabilmek adına battaniyeyi kafama çektim. Uyanmak istemiyordum.

Karnımın üzerine hissettiğim hareketlilikle gözlerim aniden açıldı. Battaniyeyi hafifçe yukarı kaldırarak çıplak göbeğimdeki kıpırtıların nedenini çözmeye çalıştım. Elim karnımın üzerindeydi. Fırat elimi avucuna hapsetmiş, baş parmağıyla elimin üzerinde daireler çiziyordu. Ayaklarım da hâlâ kucağındaydı.

Herhangi bir tepki vermeden battaniyeyi yavaşça yüzümden çektim. Uyuyordu Fırat. Başını geriye doğru yaslayıp, ayaklarını sehpaya uzatmıştı. Elimi hızla çekip doğruldum ve ayaklarımı koltuktan sarkıttım. Uyandı tabii.

Uykulu sesiyle "Uyandın mı?" diye sorduğunda ters ters gözlerine baktım "Yok uyanmadım. Koltuk o kadar rahat ki, montumu giyip tekrar yatacağım, doyamadım yatmalara." Hırsla ayağa kalkarken battaniyeyi kucağına savurdum "Hayır kombiyi açmıyorsun, çoraplarımı neden çıkarıyorsun? Dondum senin cimriliğin yüzünden!"

Ayaklarımı yere vura vura kapıya yöneldiğimde arkamdan seslendi "Sana da günaydın."

Çok ararsın o 'Günaydın'ı.

Salonun hemen yanındaki banyoda elimi yüzümü yıkadıktan sonra yatak odasına geçtim ve kapıyı kilitledim. Mahremiyet önemliydi benim için.

Giyinme odasındaki askılardan beyaz, boy friend kot pantolonumu ve salaş, tek omzumu açıkta bırakan siyah kazağımı aldım ve üzerimi giyinip güzel de bir makyaj yaptım. Hiç acele etmedim, vakit sınırlamam yoktu. Saçlarımı dağınık bir at kuyruğu yaptım sonra, bilekliklerimi taktım. Biraz uzun sürmüştü bileklik takma aşaması fakat umursamadım. Pantolonumun paçaları bileklerimi açıkta bıraktığı için kırmızı Minnie Mouse çoraplarımı giydim ve siyah beyaz Cat botlarımla tamamladım kombinimi. Hazırdım.

Kilidi açıp doğrudan mutfağa yöneldim. Hazırlanmam yaklaşık bir saat sürmüştü ve o süre zarfında Fırat üç kez kapıyı tıklatmıştı. 'Giyiniyorum' demiştim mesafeli bir tonda. Sessiz kalmıştı her defasında. Kahvaltı hazırlıyordu şimdi de. Geldiğimi fark edince kahve makinesini çalıştırdı. Mis gibi simit kokuyordu mutfak.

Telefonumu alıp cam kenarındaki sandalyeye oturdum. Sosyal mesafe de önemliydi benim için.

Bir sigara yaktım ve Yavuz'u aradım ilk olarak. Bakışlarım gri bulutlarla gölgelenmiş şehrin üzerinde geziniyordu. Yavuz telefonu açar açmaz "Çıktı mı?" diye sordum sabırsız bir şekilde.

"Sana da günaydın" dedi gülerek.

"Ne günaydın meraklısıymışsınız arkadaş!" diye söylendim sinirle "Her şeyimiz tamam bir günaydınımız eksik çünkü. O kadar tamam ki yani, onu da söyledik mi başımız göğe erecek diye korkuyorum!"

Ben öfkeyle saydırırken Fırat parmaklarımın arasındaki sigarayı alıp kül tablasında söndürdü. Gözlerimi ardına kadar açıp "Ne yapıyorsun sen ya?!" diye bağırdım fakat aldırmadı, sigara paketini de alıp mutfaktan çıktı.

"Eylem ne oluyor?" dedi Yavuz telefonun diğer ucundan "Ne bu öfke, ne bu agresif tavırlar? Karabatak gibi bir görünüp bir kayboluyorsun, ne zaman görsem her yanın yara bere içinde. Neler oluyor Eylem?"

Hesap sorar gibi değil de yardımcı olmak ister gibiydi ses tonu. Abimin göremediği, görüp de kafasını çevirdiği her şey için Yavuz gerçekten endişeleniyordu.

"Çıktı mı Selim?" diye geçiştirdim sorularını "Fuat Amca nasıl, Sema Teyze ne durumda?"

Sıkıntılı bir soluk verdi "Avukat bir saate bırakırlar dedi, ben çıktım eve gidiyorum şimdi. Stüdyoya gitmem gerekiyordu, kalamadım. Sema Teyze karakoldaydı en son. Durumu hiç iyi değil, perişan halde."

Sıkıntılı bir nefes de ben verdim "Tamam kapat hadi, görüşürüz sonra."

"Eylem..." demesine fırsat vermeden kapattım telefonu. Fırat kahve kupalarını masaya bırakıyordu. Sandalyesine oturduğunda "Nasıl çıkabiliyor öyle elini kolunu sallaya sallaya?" diye sordum "Bu kadar kolay mı?"

"Kolay değil" dedi ekmeğe uzanırken.

"Yani?"

"Kolay değil ama ben istersem çıkar."

Egon batsın.

"Bırak artistliği" dedim alaycı bir tavırla "ihbar var sonuçta. Bülent'in kardeşi ihbar etmiş hem de. Şaka yaptım mı diyor sonradan, nasıl oluyor?"

Ekmeğine bal sürmeye ara verip gözlerini gözlerime dikti "Ne duymak istiyorsun Eylem?"

Geriye doğru yaslanarak tek kaşımı havaya kaldırdım. "Ne kadar güçlü olduğunu belki? Sınırlarını? Ben mesela birini öldürsem, çıkarabilir misin beni kodesten?"

Kafasının içindeki tilkilerin gözleri parlarken dudağının bir kenarı yukarı doğru kıvrıldı. "Çıkarabilirim."

"Bunu öğrendiğim iyi oldu."

Ekmeği tabağına bırakıp geriye doğru yaslandı o da "Yalnız ufak bir problem var. Diyelim ki öldürdün... ki o kişi ben olacağım muhtemelen. Öteki taraftan seni kurtarabilir miyim, çok emin değilim."

Öne doğru eğilerek masanın diğer ucundaki kahveme uzandım "Onu ben bir şekilde halledeceğim, sen merak etme."

Bileğimi tutup kahveyi almama engel oldu. "Geç otur şuraya, doğru düzgün kahvaltını yap!"

Yanındaki sandalyeyi kastediyordu. Pek tabii oturmayacaktım.

Dişlerimi sıkıp tiksinircesine gözlerine baktım "Bırak kolumu!" Bıraktı. Sandalyemi geriye doğru ittirerek ayağa kalktım "Eline koluna hakim ol, aynı odaya girdiğime pişman etme beni!"

Delici bakışlarına aldırmadan mutfaktan çıktım. Bir şeylere boyun eğmiş olmam o şeyleri burnundan getirmeyeceğim anlamına gelmiyordu. Gururumu hiç ederek beni mecbur bıraktığı evlilik, ikimizin de cehennemi olacaktı. Ta ki ben bir yolunu bulup gidene kadar.

Salondan çantamı alıp dışarı çıkmak üzere kapıya yöneldim. Önce Sema Teyze'yi görecek, sonra da ne istiyorsam onu yapacaktım. Benim bir hayatım vardı. Olmak zorundaydı.

Mutfak kapısının önünde karşıma dikildi. Elleri ceplerinde, sorgulayıcı bakışları gözlerimdeydi.

"Sema Teyze'yi göreceğim" dedim kati bir tonda "sonra da şirkete geçeceğim."

Bir şirketim vardı evet.

İtiraz etmedi. "Kahvaltını yap, ben bırakırım seni. Çıkışta da alırım, köşke gideceğiz."

Sahte bir üzüntüyle dudaklarımı büzdüm "Akşam Ceren'le buluşacağım üzgünüm. Özürlerimi iletirsin Saadet Hanım'a."

Yanaklarını şişiren bir nefes verdi. Ne kadar tahammülsüz bir adam olduğunu bildiğim için içinden saydırdığı küfürleri de duyabiliyordum.

"Bak..." dedi sabır dilenircesine "ne yapmaya çalıştığının farkındayım fakat bu tavırların seni yormaktan başka bir halta yaramayacak. Sen de biliyorsun ki o kahvaltıyı yapacaksın, o köşke de geleceksin." Başını omzuna doğru yatırıp makul bir tonda devam etti "Biz evleniyoruz Eylem. Bunu ne kadar çabuk kabul edersen, o kadar kolay olur senin açından."

Histerik bir gülüş döküldü dudaklarımdan. Ruh hastası, manyak herif resmen dalga geçiyordu benimle. Son derece ciddiydi bir de üstelik. Büyük bir ciddiyetle dalga geçiyordu. Ben de bunun hesabını sorardım elbet.

Kollarımı göğsümde birleştirip başımı aşağı yukarı salladım ve "Haklısın sevgilim" dedim yapmacık bir gülüşle "Babaannene bu müjdeli haberi birlikte vermeliyiz."

Bu evliliğe engel olabilecek tek kişi Saadet Çakır'dı fikrimce.

***

Köşkün iki kanatlı demir kapısından içeri girerken Fırat kravatını arka koltuğa fırlatıp gömleğinin üstten iki düğmesini daha açtı. Çok yorgun görünüyordu. Sabah beni Fuat Amca'nın yattığı hastaneye bıraktıktan sonra holdinge gitmişti. Mustafa ve dört korumayı başıma dikerek tabii.

Sema Teyze'yle yarım saat kadar görüşüp çıkmıştım hastaneden. Selim'in evde olduğunu öğrenince özellikle eve değil hastaneye gitmiştim, Selim'i görmek istemiyordum. Oradan şirkete geçmiştim kafamı dağıtabilmek adına. Pek mümkün olmamıştı ne yazık ki. Öylesine karışmıştı ki işler, değil dağıtmak Arap saçına dönmüştü kafam akşama kadar. Yasemin'den öğrendiğim kadarıyla Levent Bey günlerdir şirkete uğramıyordu. Bu durumu birkaç kez mail yoluyla bana bildirdiğini ve hatta defalarca kez telefonla aradığını söylüyordu Yasemin. Ulaşamamıştı. O süre zarfında da tüm sevkiyatlar aksamış, siparişlerin çoğu iptal olmuş ve en önemlisi de şirketin güvenilirliği büyük ölçüde zarar görmüştü. Kısa vadede ödeyeceğimiz tazminatlar kazancımızın çok çok üzerindeydi.

Fırat'ın "Eylem!" diyen sesiyle kendime geldim. Köşkün bahçesindeydik. Yüzüne baktığımda 'Hayırdır?' dercesine başını salladı.

"Şey..." dedim tereddütle. Fırat'tan yardım isteyecek değildim elbette fakat tek başıma şirketi kurtarmam mümkün değildi. İsteyecektim mecbur. Bir işe yarasındı hiç olmazsa.

"Şirkette işler raydan çıkmış" diye devam ettim "Levent Bey ortalarda yokmuş günlerdir. Ben de evlilik hazırlığındayım malum, pek ilgilenemedim bu aralar."

Dirseğini kapıya dayayıp elini alnında gezdirdi. Hofladı bir de üstüne. Az da olsa sinirlenmişti. 'Devam et' dercesine gözlerime baktı sonra.

"Her neyse işte, batıyoruz sanırım ve ben ne yapacağımı bilmiyorum. Pek anlamıyorum ben bu şirket yönetmeciliklerden. Yıllardır Fuat Amca ilgileniyordu her şeyle, benim de işime geliyordu açıkçası. İmza yetkisi bile ondaydı biliyorsun."

Bakışlarını ön camdan dışarıya çevirip parmaklarını sakallarında gezdirdi. 'Düşünen Fırat' hareketiydi bu. Zihnindeki çarklar dönmeye başladığında eli sakallarına uzanıyor, gözleri boşluğa dalıyordu.

Kısa bir süre düşündükten sonra "Öncelikle bizim holdingin çalıştığı danışmanlık şirketiyle bir görüşelim" dedi gözlerime bakıp "güvenilir bir de Ceo yönlendiririz bizim şirketlerden, önce bir durum tespiti yapar sonrasında da uzun vadeli bir çalışma planı oluştururlar. Kısa vadedeki ödemeleri ben finanse edebilirim ancak kalıcı bir çözüm bulmak gerek, bu şekilde olmaz. Şu Levent denen adamla da bir tanışalım bakalım, derdi neymiş bir anlayalım."

Fazlasıyla makul bulduğum çözüm önerisine burun kıvırdım mecburen "Para istemedim senden. Sadece fikrini almak istemiştim."

Küstah bir tebessüm yayıldı yüzüne "Kendi şirketime yatırım yapmak için sizden müsaade isteyecek değilim Eylem Hanım. Zat-ı alinize saygım sonsuz fakat iş söz konusu olduğunda izin talep etmek prensiplerime aykırı, üzgünüm."

Şeytan diyor kır ağzını burnunu, görsün prensibi!

Öfkemi yutkunup meydan okurcasına gözlerine baktım "Siz de haklısınız tabii Fırat Bey de, tehdit ve şantaj zoruyla evlenmek de benim prensiplerime aykırı, onu ne yapacağız?"

Gülmemek için alt dudağını ısırdı fakat alenen gülüyordu. Geri zekalı.

"Komik olan ne pardon?" dedim gözlerimi kısıp "Prensip sahibi olmam zorunuza mı gitti acaba, ne bu ciddiyetsizlik?"

Elini boynuma yerleştirip başımı zorla kendine doğru çekti ve dudaklarıma minik bir öpücük kondurdu "Senin ben prensibini seveyim..." Hâlâ gülüyordu.

Kesin bipolardı manyak, beni de çıldırtacaktı en sonunda.

"Sevdin zaten!" dedim omuzlarından ittirip "Böyle evire çevire sevdin hem de, bir anasını sevmediğin kaldı."

Gözleri şaşkınlıkla açılırken dilini damağına vurarak cık-cıkladı. "Bak bak, laflara bak!" Hâlâ gülüyordu pislik. Yalandan kaşlarını çatıp bakışlarını dudaklarımla gözlerim arasında gezdirdi sonra "Acı biberler sürerim bak diline dudaklarına, düzgün konuş!"

'Ya ya sürersin' dercesine başımı salladım. "Zamanında sürmediğin biberler bu defa seni tırmalar yalnız. Maymun gözünü açtı haberin olsun. Eski Eylem'i çok ararsın sen!"

Sinir yüklü bir soluk verdi "Olmadı keseriz artık. Diyardan gidecek halimiz yok!"

"Sen bana deve mi diyorsun?"

"Ben sana küfür etmek yok diyorum. Dilinin ayarını da sevdirtme bana gece gece, akıllı ol!"

Cevap vermeme fırsat vermeden dışarı çıktı ve aracın ön tarafından dolanıp kapımı açtı. Elini aracın tavanına yerleştirip içeri doğru eğildi sonra. Gözlerini gözlerimin en içindeydi. Hipnoz etkisi yaratan bakışlarına karşılık gardımı aldım hemen. "Küfür etmek için sizden müsaade isteyecek değilim Fırat Bey. Zat-ı alinize saygım sonsuz fakat herhangi bir konuda izin almak prensiplerime aykırı maalesef, üzgünüm!"

Dişlerini ortaya seren bir tebessüm yerleşti dudaklarına. En sevdiğim gülüşüydü. Gözlerimi kaçırmak istedim fakat yapamadım. Üzerime doğru iyice eğilerek yüzüme düşen saç tutamını kulağımın arkasına iliştirdi. Parmaklarının tersiyle yüzümden boynuma doğru yol çizerek kulağıma doğru yaklaştı sonra. Boynumdaki sızı beynimi uyuşturdu. Manyak olacaktım bu gidişle, çok yakındık. Sıcak nefesi boynumdaki sızıya tuz basarken "Ateşle oynuyorsun..." dedi tehditkâr bir tınıda "yapma!"

Ah bir ateş basıyordu fena halde fakat o ateşe teslim olmayacaktım.

Omzundan ittirerek "Yaparım..." dedim titrek bir sesle "sen bana karışamazsın!"

Kaşlarını yukarı doğru kaldırıp başını iki yana salladı "O iş öyle olmuyor maalesef." Elini boynuma yerleştirdi sonra. Başparmağı alt dudağımda gezindi usulca. Siyahın en koyu tonuna bürünen gözleri, gözlerimin canına okuyordu. "Sen her küfür ettiğinde..." dedi olanca ciddiyetiyle "dudakların alev alıyor sanki..." sesli bir şekilde yutkundu "ve benim içimde bir yangın başlıyor." Alt dudağını dişlerinin arasına alıp sessiz bir nefes verdi sonra "O yangına çare olamayacaksan eğer, o ateşi yakma!"

Ateş, yangın, dudak, alev, küfür... mental olarak çökmüştüm.

Algılarımla oynuyordu resmen geri zekalı!

Pilavdan dönenin kaşığı kırılsın!

Kırılmasa mı acaba?

Çenemi yukarı doğru kaldırıp doğrudan gözlerinin içine baktım ve içimdeki şeytana teslim oldum "Senin ben yalanını sikeyim!"

Görsel bir şölen yaşandı gözlerinde. Dudaklarımdan dökülen kıvılcımlar kömür karası gözlerine düşer düşmez amansız bir yangın başladı arzu dolu bakışlarında. Karşı koymam mümkün değildi, tutuştuk beraber. On belki yirmi saniye sonra yutkunmayı başarabildiğimde dudaklarımı dilimle ıslatma gereği hissettim. Yazık ki, nafile bir çabaydı; küfürbaz dudaklarımı hedef alan göz bebeklerindeki alevler dudaklarımdan yükseliyordu sanki, anbean çölleşiyordum. Olması gereken kesinlikle bu değildi, bu terslikte bir iş vardı.

Kolumdan tutarak dışarı çekti beni. Kapıyı kapattı sonra. Gözleri gözlerimdeydi. Sırtımı kapıya yaslayıp bedenini de bedenime yasladı. Ellerini başımın iki yanından aracın tavanına sabitlemişti. Üzerinde sadece gömlek olması çok saçmaydı. Kışın ortasındaydık.

İçindeki vahşi kaplanın alevlerin içinden dudaklarıma doğru hareketlendiğini fark ettiğimde "Fı- Fırat..." diye kekeledim. Öpüşmememiz için onlarca sebep varken, sırf küfür ettim diye öpüşmemiz çok saçmaydı.

Gözlerini dudaklarımdan çekmeden "Çok geç..." diye mırıldandı.

Sonunda ellerim dillerim yanacaktı.

Avuçlarımı göğsüne yerleştirerek tüm gücümle ittirdim. Daha çok yaklaştı. Range Rover'la bedeni arasında sıkışmıştım. Bu da çok saçmaydı, bir an önce bu sıkışıklığa bir son vermem gerekiyordu.

"Fırat lütfen..." dedim uyarı dolu bir tonda "Alzheimer falan mı oldun bilmiyorum fakat bir an önce kendine gelmezsen yakın geçmişte yaşadıklarımızı özet geçmek zorunda kalacağım."

Yüzünü yüzüme iyice yaklaştırıp sıcak nefesini kulağıma zerk etti "Yakın geçmişi sikeyim!"

Ellerimin göğsündeki baskısını arttırıp "Fırat!" dedim dişlerimin arasından. Burnunu olanca yavaşlığıyla yanağımda gezdirdi "Hımmm?"

"Seninle evleniyor olmam beni öpebileceğin anlamına gelmiyor, geri bas!"

Dudakları dudaklarıma değdi. Öylesine gibi. Nefesi dudaklarımın arasındaki boşluktan içeri süzülürken boğazından bir inilti yükseldi "Öpmezsem ölecekmişim gibi ama..."

Ölecektim.

En iyisi tokat atmaktı.

Elimi güç bela aramızdan kurtarıp yukarı doğru kaldırmıştım ki "Kıymetli torunun bahçeye kız atmış Saadet Sultan!" diye bağırdı Arda "İkinci aşamada şu an ama pozisyon ofsayt gibi. Kız da böyle çapulcu gibi bir şey, gol olmadan maçı bitir derim."

Fırat sinir yüklü bir nefes verip geri çekildikten sonra bakışlarımız aynı anda köşkün girişine çevrildi. Arda gereksizi verandaya çıktığı için bulunduğumuz noktayı aydınlatan sensörlü ışık yanmış, ayan beyan ortaya dökülmüştük. Saadet Hanım da koşa koşa gelmişti pozisyonu kaçırmamak için. Ve tabii Sedef Hanım da. Kadro tamamdı.

Fırat elimi tuttu hiçbir şey olmamış gibi ve hızlı adımlarla merdivene yöneldi. Ben o kadar sakin kalamıyordum maalesef; her öpüştüğümüzde bunların böyle koştura koştura gelmesi hiç hoş değildi.

Biz basamakları tırmanırken Saadet Hanım havalı bir dönüş yaparak içeri girdi. Şimdiden dil altını alsa iyi olurdu fikrimce. Arda'ysa abisinin sıkıştırdığı kızın ben olmama şaşırmış gibiydi. Boynuzlanmayı bu kadar çabuk sindirmemi beklemiyordu muhtemelen. Keşke sindirmek zorunda olduğum tek şey abisinin ihaneti olsaydı. Değildi. Benim yutkunamadığım, sevilmediğimi bile bile Fırat'a karşı hissettiklerimdi. Elimi tutan elinin kalbimi sıkıştıran sıcaklığıydı. Ben Fırat'ı hâlâ çok seviyordum ve onu bu kadar çok sevmeyi hazmedemiyordum.

Son basamağı da çıktığımızda Sedef Hanım sıcacık bir tebessümle karşıladı bizi "Hoş geldiniz."

Fırat vesilesiyle tanıştığım insanlar içinde samimiyetine inandığım iki kişi vardı; Sedef Hanım ve Arda. Umarım onlar da hayal kırıklığına uğratmazdı beni.

Mustafa'ya da haksızlık etmek istemiyordum fakat attığı tokadı unutamıyordum.

Fırat "Hoş bulduk anneciğim" derken Sedef Hanım kollarını öne doğru uzattı ve sımsıkı sarıldılar birbirlerine. Sedef Hanım Fırat'ın ellerini tutup endişeli bakışlarını yüzünde gezdirdi sonra "Zayıfladın mı sen? Gözlerinin altı çökmüş sanki."

Burnumdan genzime doğru bir sızı hissettim. Bakışlarımı kaçırdım hemen. "İyiyim anneciğim, merak etme" dedi Fırat.

Arda'ya değil bahçedeki ağaçlara bakıyordum boş gözlerle. Sedef Hanım şefkat dolu sesiyle "Hoş geldin güzelim" dediğinde titrek bir soluk verdim ve bakışlarımı sevgi yumağına dönmüş gözlerine çevirdim. Hissettiğim mahcubiyet genzimi yaktı. Buraya geliş amacım düşünüldüğünde böylesine sıcak bir karşılamayı kesinlikle hak etmiyordum.

"Hoş buldum" diyebildim en kısık sesimle. Aynı samimiyetle bana da sarıldı. Burnumun direkleri tarumar oldu, kollarımı kaldırıp da karşılık veremedim.

"Hadi geçelim, biz de sizi bekliyorduk" dedi geri çekilirken. Fırat elime uzandı tekrar. Bakışlarımı yere çevirip adımlarına eşlik ettim. Salona girmek üzereyken Arda kulağıma doğru yanaştı "Güvendiğim dağlara karlar yağdırdın be yengeciğim. Fırat Çakır'ın forsunu bir sen alaşağı edebilirmişsin gibi geliyordu. Hayallerimi yıktın."

Ters ters gözlerine baktığımda göz kırptı "Bu gece Mehmet abime yürürsen arabam senin."

Ben direkt Saadet Hanım'a yürüyecektim maalesef.

Salona girdiğimiz anda herkes birden ayaklandı. Büyük Menderes Fırat'a sarıldıktan sonra bakışlarını bana çevirip "Hoş geldin Eylem" dedi. Başımla onayladım. Şule uzaktan "Hoş geldiniz" dedi Fırat'a. Fırat başını salladı. Saadet Hanım pencere kenarındaki berjerde oturuyordu ve ısrarla bize bakmıyordu. Tekerlekli sandalyede oturan Ekrem Bey'in yanına gitti Fırat. Duyamadığım kısa bir konuşma geçti aralarında. Mesafeli bir şekilde yengeyle selamlaştım ben de o arada. Ve Sıla... ışıl ışıl parlayan gözlerini üzerime dikmiş benden onay bekliyordu. Yanıma gelebilmek için. Gözyaşlarım genzime doldu. Kollarımın arasına alıp sımsıkı sarılmak istedim Sıla'ya fakat içimde kırılan bir şeyler vardı, kımıldayamıyordum. Sol kaburgam kırılmış, kalbime batıyordu sanki.

Sıla'ya değil aynaya bakıyormuş gibi hissediyordum çünkü. Hevesle bakan gözlerindeki kabul görme arzusu o kadar tanıdıktı ki başımı okşadığı için Fırat'a kızamıyordum o böyle bakarken. Öfkemin okları yön değiştirip kendi bedenime saplanıyordu. Sıla'nın gözlerinden gözlerime bakan kendimden tiksiniyordum.

Boğazımdaki düğümlere yenileri eklenirken kendime yakışır bir bencillikle bakışlarımı kaçırdım. Elif'in mutluluğu için gözden çıkarılan küçük bir kız çocuğu vardı karşımda ve bunun bana hissettirdiklerini kelimelerle ifade etmem mümkün değildi.

Fırat tekrar yanıma geldiğinde Meriç girdi salona. Çekingen bakışları bana değdikten hemen sonra Fırat'a çevrildi. "Abiciğim" diyerek sarıldı sonra abisine. Aralarındaki buzlar erimişti anlaşılan. Neden erimesindi ki? Fırat için ailesi her şeyden önce geliyordu ne de olsa.

Meriç gözlerime bakıp "Merhaba Eylem" dedi sonra "iyi ki geldiniz."

Başımı salladım yine. Meriç'in suçsuz olduğunu biliyordum fakat Fırat'ın Meriç'e olan düşkünlüğü sinirlerimi bozuyordu. Kıskanç ve bencil bir insandım ben.

Sedef Hanım "Masaya geçelim hadi, acıkmışsınızdır" diyerek herkesi masanın etrafına topladı. Saadet Hanım baş köşeye kuruldu yine. Sol çaprazına Ekrem Bey oturdu. Onun yanına Büyük Menderes, Şule ve Meriç otururken Sedef Hanım masanın diğer kısa kenarına yerleşti. Fırat Sıla'yla konuşuyordu. Gitmedim yanlarına. Geçen sefer oturduğum sandalyeye oturup etrafı kolaçan ettim. Behlül kedisi şimdilik yoktu ortalıkta. Kesin pusuya yatmıştı.

Yemek servisinin ardından Fırat boğazını temizledi ve "Senin de müsaaden olursa biz bu hafta sonu evleniyoruz baba" diyerek bombayı masanın üzerine bıraktı. Ekrem Bey tedirgindi fakat Sedef Hanım ellerini ağzına kapatıp sevinç nidası attıktan hemen sonra Oğlum" diyerek sarıldı Fırat'a. Anlamadığım bir şekilde Meriç de sarıldı abisine. Ben ayağa kalkmadığım için uzaktan tebrik etmek zorunda kaldılar. Benim riyakarlığım o kadar uzun boylu olamıyordu maalesef.

"Arkadaş biz yapınca tekmeyi basıyorlar, adam boynuzun üstüne nikah basıyor" diye hayıflanan Arda'nın bacağına bir tekme savurdum. "Yalan mı?" dedi bacağını ovuştururken. Doğruydu.

Büyük Menderes'in de katıldığı sarılma faslını Saadet Hanım'ın tok sesi böldü "Yangından mal kaçırır gibi evlenmek de ne oluyor? Hiç mi usul erkan bilmez oldunuz, ne bu acele Ekrem?"

Herkes bir anda sustu. Hepimizi karşısına dizmiş, uzun namlulularla ateş ediyordu Saadet Sultan.

"Çocuklar öyle uygun görmüşler anne" dedi Ekrem Bey "Karar onların. İki gün ya da iki ay sonra hiç fark etmez, bize düşen neyse yapacağız."

"Bu kızın anası babası yok mu?" diye hiddetle bağırdı Saadet Hanım. Elini de masaya vurdu bir güzel "Yerleşmiş oğlanın evine, arayanı yok soranı yok! Nasıl bir aileden kız alıyoruz biz?"

"Babaanne!!!" diye bağırdı Fırat. Öldürücü bakışları Saadet Hanım'ın gözlerine kilitlenmişti. Sandalyesini ittirerek ayağa kalktı hırsla ve işaret parmağıyla kapıyı gösterdi "Beni bir kez daha şu kapıdan girdiğime pişman edersen yüzümü göremezsin demiştim sana..."

"Fırat, oğlum, sakin ol tamam" diye araya girdi Sedef Hanım.

"Bırak konuşsun!" dedi Saadet Hanım müdanasız bir tavırla "Yüzünü gördüğümüz mü var sanki?"

Esaslı kadındı, helal olsundu. Ben Saadet Hanım'ı tutuyordum.

"Babaanne" dedi Meriç uzlaşmacı bir tonda "Eylem anne ve babasını kaybetmiş."

O da vicdanına oynuyordu babaannesinin, yazık.

Fırat'ın bakışları da Saadet Hanım'la birlikte bana çevrildi. Yalancının mumu yatsıya kadardı malum, yatsı okunmuş olmalıydı.

"O iş tam olarak öyle değil aslında" dedim Meriç'e dönüp. Bakışlarımı Saadet Hanım'a çevirdim sonra "babam öldü evet ama annem hayatta çok şükür." Sahte bir üzüntüyle gözlerimi kırpıştırdım "Babam intihar edince yokluğuna dayanamadı, kahrından kocaya kaçtı zavallı!"

Saadet Hanım'ın dumur olmuş bakışlarına karşılık dirseğimi masaya dayayıp öne doğru eğildim "Bir abim bir ben kaldık geriye. Annem de tabii hamile olmasa bırakıp gitmezdi bizi ama işte... nasip!"

Kesif bir sessizlik yaşandı devasa salonda. Saadet Hanım'dan gözlerimi alamasam da herkesin şaşkın bakışlarını üzerimde hissedebiliyordum.

"Meryem Abla dil altı!" diye bağırdı Arda. Gülüyor muydu geri zekalı?

Saadet Hanım yorgun bedeninden beklenmeyecek bir çeviklikle ayağa kalkıp kucağındaki peçeteyi masaya fırlattı. Gözlerindeki hiddet öylesine şiddetliydi ki tırsmadım desem yalan olurdu. Neyse ki öldürücü bakışları benimle fazla muhatap olmadı ve daha büyük bir şiddetle Fırat'ı hedef aldı. "Sen... sen bizimle dalga mı geçiyorsun? Bu nasıl bir terbiyesizlik?"

Hadi bakalım, cevap ver Fırat Efendi!

"Anne tamam" dedi Ekrem Bey.

Bakışları oğluna çevrilen Saadet Hanım'ın sesi duvarları inletti "Benim torunum böyle bir kızla evlenemez! Ben buna izin vermem!"

İşte gerçek Türk kadını! Ne varsa eskilerde vardı.

"Sen izin versen de vermesen de, biz evleniyoruz!" diye kükredi Fırat "Ve sen benim karım olacak insan hakkında bu şekilde konuşamazsın! Yeter artık, kendine gel!"

Saygısız!

Büyüklerimize karşı sesimizi yükseltmek çok çirkin bir davranıştı, hiç yakıştıramamıştım kocam olacak insana.

"Fırat" dedim elini tutup "Babaannenle bu şekilde konuşamazsın, sakin ol lütfen!"

Yüzüme baktı. Baktı, baktı. Hayret mi ediyordu, küfür mü ediyordu çözemiyordum. Çok da ilgilenmiyordum. İlgilenemiyordum. Başka dertlerim vardı şu an.

"Fırat" dedi Sedef Hanım içimi acıtan sesiyle. Bakamadım yüzüne.

"Biz gidelim anne" dedi Fırat özür diler gibi "sonra konuşuruz."

Gözlerini gözlerimden çekme gereği duymamıştı. Kalkmamı bekliyordu. Kucağımdaki peçeteyi avucuma bastırdıktan sonra elimdeki bıçağı masaya bıraktım ve ayağa kalktım. Kimsenin yüzüne bakmadan hızlı adımlarla salondan çıktım sonra.

Merdivenleri hızla inip Fırat'ın arabasına doğru ilerlerken parmaklarımı avucuma iyice bastırdım. Başka türlü dindiremezdim acımı.

Ben yolcu koltuğuna oturduktan kısa bir süre sonra Fırat da geldi ve aracı çalıştırıp köşkten uzaklaştı. Yüzü ifadesiz, bakışları soğuktu. Ben öyle düşünüyorum ya da. Yüzüne bakmıyordum.

Köşkün bulunduğu caddeden Çevre Yolu'na çıkarken "Ne yemek istersin?" diye sordu. Düşündüğümün aksine gayet sıcaktı ses tonu. Hiçbir şey olmamış gibi. Ben kendimi onca insanın içinde rezil etmemişim gibi.

"Eve gidelim" dedim zor duyulan bir sesle. Bir an önce uyumak istiyordum. "Nasıl istersen" dedi bakışlarını yoldan çekmeden "evde yeriz."

Sol elimde hissettiğim ıslaklıkla avuçlarımı birbirine bastırıp bacaklarımın arasına sıkıştırdım. İnce ince sızlıyordu.

Kısa süren yolculuğumuzun ardından Fırat önde, ben arkada eve girdik. Yol boyunca sadece ve sadece avucumdaki sızıya odaklanarak, içine düştüğüm bataklıktan kurtulmaya çalışmıştım fakat ne yaparsam yapayım boğuluyormuşum hissinden kurtulamıyordum.

Fırat doğrudan mutfağa girerken ben antrede ne yapacağımı bilmez bir halde öylece dikildim. Sersem gibiydim. Fırat neden konuşmuyordu? Neden hesap sormuyordu? Ailesini üzdüğüm için bağırıp çağırması gerekmiyor muydu?

Fırat'ın adım seslerini duyunca ellerimi arkama sakladım hemen. "Mantı sever misin?" dedi mutfak kapısından "Börek ya da? Peynirli."

Buluttan nem kapan adam, sabır taşı olup çıkmıştı. Hedefe giden yolda çekilen çileyi kutsal sayıyordu demek, bunun başka bir açıklaması olamazdı.

"Ben doydum" dedim ters ters gözlerine bakıp "sana afiyet olsun."

Ellerimi önüme alarak koridora yöneldim sonra. "Eylem" dedi arkamdan 'Lütfen' der gibi. Olduğum yerde kaldım.

"Seni zorla yanımda tuttuğum için benden nefret ettiğinin farkındayım. Nefretini göstermek için kendine eziyet etmene gerek yok. Yemek yediğin ya da benimle aynı odada uyuduğun için beni affettiğini düşünecek kadar aptal bir adam değilim ben, için rahat olsun."

Topuklarım üzerinde dönerek "Tutma o zaman" diye bağırdım "Seni buna mecbur eden ne? Ne istiyorsun benden? Görmüyor musun ne kadar mutsuz olduğumu?"

En ufak bir utanma belirtisi göstermeden "Karım olmanı istiyorum" dedi. Öyle dümdüz, tereddütsüz, hadsiz, acımasız, yüzsüzce.

Ellerimi kontrolsüzce ileri doğru savurdum "Ben istemiyorum! Ben senin karın olmak istemiyorum!!! Biraz onurun varsa adam gibi çek git hayatımdan, zorlama artık yeter!"

"Ne yaptın sen?!" dedi sitem yüklü bir öfkeyle. İki adımda yanıma gelerek elimi avucunun içine aldı sonra "Allah kahretsin, ne yapıyorsun sen Eylem?!"

"Yok bir şey, bırak!" diyerek elinden kurtuldum ve koşarak banyoya girdim. Kapıyı kilitlememe fırsat vermeden içeri daldı. Asla vazgeçmeyeceğini bildiğim için yokmuş gibi davranmayı seçtim. Ne kadar mümkünse! Tedirgin bakışlarının gölgesinde, kırmızıya boyanmış peçeteyi çöpe atıp elimi musluğun altına tuttum. Lavaboda kırmızıya boyandı fakat kısa bir süre sonra normale döndü. Kanamıyordu artık, avucuma yayılan kandı suya karışan. Yemek bıçağıyla çok derin yaralar açılmıyordu demek, ekmek bıçağıyla deşmek gerekiyordu.

Musluğu kapattığımda Fırat elime uzandı. Bir adım geri çekilip sert bir dille uyardım "Dokunma bana!"

Hiç mi hiç takmadı. Bileğimden tutarak elimi kendine doğru çekti. "Ya bıraksana!" diye kurtulmaya çalıştım fakat bırakmadı; daha sıkı tutup çatık kaşlarının altından gözlerime baktı "Rahat dur!"

Parmak uçlarını bir doktor ciddiyetiyle yaranın etrafında gezdirmeye başladığında "Bana karşı bu kadar şefkatli olman gözlerimi yaşartıyor" dedim sarkastik bir tavırla.

Gözlerime bakma gereği duymadan, dolabın üzerindeki çantaya uzandı "Temizleyelim de mikrop kapmasın."

"Gerek yok!" dedim kati bir tavırla "Kendi kendine iyileşsin bırak, şımartma şimdi durduk yere!"

'Ya sabır' dercesine başını oynattı. "Eylem!" dedi sonra gözlerime bakıp "Beni cezalandırmak için kendine zarar vermeye devam edersen çok daha sıkı önlemler almak zorunda kalacağım. Benim sınırlarımı zorlama!" Riyakar gözlerinde tehditkar kıvılcımlar parladı "İnan bana canım yandığında yapabileceklerim bana bile sürpriz oluyor."

"Şu saatten sonra senin yapacağın hiçbir şey benim için sürpriz olmayacak! Kalbine emanet ettiğim kalbimi paramparça ettin sen, yetmedi üzerinde tepindin. Daha ne kadar yakabilirsin ki canımı?"

"Seni korumak için göze aldıklarımı tahmin bile edemezsin!" dedi ürkütücü bir rahatlıkla "Seni, senden korumak için de gerekirse odaya kapatır, kapına bin tane adam dikerim. Beni istemediğim şeyler yapmak zorunda bırakma!"

Kaşım, gözüm için koruyordu sanki beni. Beyinsiz.

Sinir yüklü bir nefes verdim fakat aldırmadı; elimi avucunun içine alıp yarayı temizlemeye başladı "Öfkeni benden çıkar, ailemden çıkar, kendi ailenden çıkar ama bunu yapma, kendine zarar verme!"

Devrelerimden yanık kokusu geliyordu. Bir insan bu kadar şerefsiz evladı olamazdı.

Sedef Hanım da kusura bakmasındı zira bu kadar şerefsizliğin tek taraflı olması mümkün değildi. Onun soyunda da vardı demek şeref yoksunluğu.

Yanan beyin hücrelerimden sebep olsa gerek "Babaanneni mi bıçaklayayım?" dedim hevesle. Pansumana ara verip uzun kirpiklerinin altından gözlerime baktı. Salak salak gülüyordum. O da güldü.

"Emin ol daha az sarsılırdı. Dilin, bıçaktan daha keskin malum, ayaküstü doğradın koskoca Saadet Çakır'ı."

Öylece baktım gözlerine. Yazık ki, söylediğim her şey gerçekti. Saadet Hanım'ın duymaya bile tahammül edemediği hikayem buydu ve benim geçmişimi ya da ailemi değiştirmek gibi bir şansım yoktu. Saadet Hanım yaralarımı kaşıyarak içimdeki asiyi uyandırmıştı fakat ben kimi hedef alırsam alayım, dilimdeki bıçaklar en çok beni kanatıyordu.

Gözlerime dolan yaşlar nedeniyle Fırat'ın yüzü flu bir hal alınca elimi avucundan çektim ve öfkeyle gözlerine baktım "Ne dese haklı kadın, çok geç kaldık. O kadının kızı olduğumu en başından söyleseydik, Nisa heveslisi Çakır şehzadesine üç aylık hamileydi şimdi."

Ne dediğimi idrak edebilmesi biraz zaman aldı. İdrak edebildiğinde ise 'Yok artık!' dercesine kaşları çatıldı. 'Senin ben aklını sikeyim!' dercesine güldü sonra.

"Komik mi?" dedim hırsla eline vurup. Gülmeye başladı. Daha hızlı vurdum eline. Suratındaki ifadeyi parçalamak istiyordum.

Bileklerimden tutarak "Komik değil..." dedi. Ellerimi belimde birleştirip burnunu burnuma sürttü sonra "Senin bu boyundan büyük lafların, saçma sapan teorilerin..." gözleriyle kirpiklerimi okşarken dudağının kenarına buruk bir tebessüm yerleşti "yeşillerin ateş saçarken Pinokyo gibi uzayan burnun, seni asla bırakmayacağımı bile bile burnunun dikine dikine gitmelerin..." belimdeki ellerinin yardımıyla aramızdaki mesafeyi sıfırladıktan sonra alnını alnıma dayadı "topuklarını yere vura vura geri gelmelerin sonra... komik olamayacak kadar masum, bir o kadar tatlı fakat inatçı bir keçi kadar sinir bozucu."

Yalancı pislik.

Devrelerimin kokusu bacadan çıkıyordu. Laf cambazı dudakları dudaklarımın yörüngesinde gezinmeye başladığında "Öpme!" diye fısıldadım. Öperse dayanamazdım.

Sıcak nefesi dudaklarımı tavaf ederken "Peki" diye fısıldadı. Bile bile fısıldıyordu şerefsiz.

Geri zekalı beyim hücrelerime bir tekme savurdum ve bir kez daha tekrar ettim "Öpme dedim!"

Dudakları hafifçe yukarı doğru kıvrıldı "Peki dedim ben de."

Küfür istiyordu şerefsiz.

Küfür edersem öperdi.

Öperse küfür ederdim.

Hafifçe geri çekilip gözlerine baktım ve küfürü bastım "Siktir gitsene o zaman!"

Öptü.

Tokadı bastım "Öpme diyorsam öpmeyeceksin!!!"

Aşkımdan geberiyor olsam da o kadar uzun boylu değildi.

****

26 Ocak 2020.

Her genç kızın hayallerini süsleyen, benimse hayal etmeye dahi cesaret edemediğim o gün, ne kadar haklı olduğumu kanıtlarcasına kapıma dayanmıştı. Evleniyordum.

Sevdiğim adamla evleniyordum hem de.

Allah benim belamı genel olarak sevdiklerimle verdiği için evliliğimin de bu minvalde gerçekleşmesi kaçınılmazdı fakat bunu kabullenmek içimdeki burukluğa engel olmuyordu.

Bornozumu ve saçıma doladığım havluyu çıkardıktan sonra gelinlik çakması elbisemi giydim ve yatak odasına geçtim.

Makyöz ve kuaför bir çanta dolusu malzemeyle beni bekliyordu. Otuzlu yaşlardaki iki kadın da sinir bozucu derecede mutlu görünüyordu. Evlenen bendim onlara ne oluyordu ki?

Sinirlerimi bastırıp şifonyerin önündeki pufa oturdum. "Dalgalı fön ve hafif bir makyaj istiyorum."

"Elbette" dedi daha mutlu görünen "böylesine iddialı bir gelinliğe sade bir makyaj daha uygun olur tabii." Çantasını alıp yanıma geldi sonra.

Neyse ki gelin makyajı diye ısrar etmemişti.

Yaklaşık on dakika sonra saçlarım kurutulmuş, yüzüme de iki kat astar çekilmişti. Tüm uyarılarıma rağmen üçüncü kat pudrayı sürmeye niyetlendiğinde "Zımpara yapsaydın keşke önden, bu kadar uğraşmazdın" dedim sinirle.

Yüzümdeki fırçayı uzaklaştırıp şaşkınlıkla gözlerime baktı "Anlamadım?"

"Sade diyorum sade! Kat çıktın yüzüme, bir sakin ol, duvar mı boyuyorsun?"

"Ama gelin makyajı..."

Hayalleri yıkılmıştı resmen. Gözlerinden taşan meslek aşkı karşısında kayıtsızca omuz silktim "Biz zaten birlikte yaşıyoruz, çok heyecan yapmana gerek yok."

"Nasıl isterseniz Eylem Hanım" dedi tepemdeki. Ses tonunda bariz uyarı vardı diğeri için. Sorun şu ki o da saçlarımı kabarttıkça kabartıyordu.

Ben sinirle poflarken kapı sert bir şekilde açıldı ve "Kuzum..." diyen ses odayı doldurdu. Safiş.

Kesinkes gelmemesini söylemiştim oysaki.

Telaşlı adımlarla yanıma geldikten sonra arkamdaki kadını ittirip hunharca boynuma sarıldı. "Safiş dur" diye uyardım "makyajım bozulacak."

Neden gelmişti ki?

"Tamam tamam" dedi geri çekilip yüzüme bakarken "çekildim tamam." Eşarbıyla gözyaşlarını sildi.

"Niye geldin Safiş?" dedim sitemle "Ben sana gelme demedim mi?"

Tombul parmakları yanağıma uzandı "Nasıl gelmem kuzum? Böyle bir günde nasıl bir başına bırakırım ben seni? İki elim kanda olsa yine gelirim."

"Abartma Safiş, altı üstü bir imza."

Gözyaşları çığırından çıktı "Apar topar evleniyorsun zaten, böyle mi gelin edecektim ben seni?"

"Hevesini almadan nikahı bastır diyen sen değil miydin? Kucağımda sabiyle kalsam daha mı iyiydi?"

Yaşlı gözleri ardına kadar açıldı "Kız yoksa gebe misin sen?" Yaşadığı aydınlanma nedeniyle omuzları çöktü bir anda "İçerideki dürzü ondan mı kara kara düşünüyor? Boyu posu devrilesice, ırz düşmanı, namussuz!"

Aynadan yüzlerini gördüğüm iki kadın da merakla cevabımı bekliyordu. "Saçmalama Safiş..." dedim gözlerimi devirip "bu yaşta çocuk doğurup da squatlarımı çöpe atacak değilim. Belki ileride taşıyıcı anne falan düşünebilirim, bilmiyorum."

Kadınların şaşkın bakışları squat kontrolü için popoma inerken Safiş ne demek istediğimi anlamaya çalışıyordu. Göğüs dekoltemi fark edince vazgeçti anlamaya çalışmaktan ve "Puuu!" dedi hayretler içinde "Gelinliğin şerefini de iki paralık etmişler, yazıklar olsun!"

Bacak bacak üstüne atarak dikkatini bacak dekolteme çektim "Yakışmamış mı?"

"O içerideki de sana bunu giydirip erkeğim diye ortalarda mı geziyor? Hey yavrum hey, kalıbına bakan da adam sanır."

İçerideki henüz görmemişti gelinliğimi. Uğursuzluk falan gelirdi üstümüze maazallah.

Dumur olmuş kadınlara devam etmelerini işaret edip gözlerimi kapattım "Benim bedenim, benim tercihim, kimse karışamaz bana. İçerideki de beğenmiyorsa kendi bilir!"

"Ah be yavrum..." dedi şefkat yüklü sesiyle "Senin bedenin tamam da, bu kadar da geniş olunmaz. Gelinsin sen ayıp yani. Önce bir damat göreydi de, sonra açardın nereni istiyorsan."

Kıpkırmızı olmuş yüzüne bakıp işveli bir edayla göz kırptım "O göreceğini gördü, sen merak etme."

"Edepsiz!" dedi cıklaya cıklaya. Ağzının içinde söylenmeye devam etti sonra.

"Sen git hadi" dedim aynadaki aksime bakarken "benim hazırlanmam uzun sürer." Makyajım porselene doğru gidiyordu.

Elini omzuma yerleştirip "Bırak kalayım" dedi titreyen sesiyle "bu mutluluğu bana çok görme n'olur. Kına bile yakamadım avucuna, bari uzaktan seyredeyim mürüvvetini."

İstemiyordum. Ne abimi, ne de Safiş'i görmek istemiyordum.

"Olayı dramatize etme Safiş!" dedim gözlerine bakıp "Bir imza atıp çıkacağız. Gördün işte mürüvvetimi, git şimdi."

"Böyle kimsesiz gibi..." Devamını getiremedi. Dudakları titredi. 'Gibi'si fazlaydı, yine kıyamıyordu bana.

"Fırat düğün istemiyor ne yapabilirim?" diye çıkıştım "Adam cimri, nikahtan gideceğiz diye tutturdu, yok mu deseydim? Davetli sayısı da sınırlı, birkaç arkadaşımız gelecek o kadar."

"Tamam kuzum" dedi saçlarımı okşayıp "sen nasıl istersen. Yeter ki sen mutlu ol, ben görsem de olur görmesem de. İyi olduğunu bileyim yeter."

"İyiyim ben, git hadi" dedim gözlerimi kaçırıp. Fazla yaklaşmadan saçlarımdan öptü. Avucunu çeneme yerleştirip zorla yüzüne baktırdı sonra "O mahzun gözlerini kaçırma benden. Baktın olmuyor, çeker vururum soykayı, gider paşa paşa yatarım mapus damlarında. Evladım değil misin? Senin bir damla gözyaşına dünyayı yakarım ben."

Beklediği tebessüme güç yetiremeyince alt dudağımı ısırdım tüm gücümle. Fark etmemiş gibi eğilip alnımdan öptü "Kalan ömrümde tek bir anlık mutluluğum varsa Rabbim benim ömrümden alıp sana nasip etsin inşallah. Ayağına taş, gözüne yaş değmesin, kınalı kuzum."

Çantasından çıkardığı altın kutusunu şifonyerin üzerine bırakıp gitti sonra. Odadaki havayı bir yol bulup da ciğerlerime sığdıramadım. Boğazımda takılı kalıyordu her defasında. Aynada kendimi gördüm sonra... saçım, makyajım çok kötüydü.

"Sil şu makyajı!" dedim makyöze "Ben sade istemiştim, bu... bu çok ağır."

Almak istediğim nefese ulaşamayınca saçlarımı hedef aldım bu defa "Bu saç da olmaz, çok kabarmış, ben düz istedim, laftan anlamıyor musunuz siz?"

İkisi birden deliymişim gibi yüzüme baktılar. Deli falan değildim. "Çıkın dışarı!" dedim kapıyı gösterip "İstemiyorum makyaj falan, çıkın hemen!"

Kısa bir tereddütün ardından çıktılar odadan. Gelin kaprisine alışkınlardı muhtemelen. Makyaj temizleyiciyi alıp yüzümü temizlemeye başladım hızlı bir şekilde. Saçlarımı taradım sonra. Kapı tıklatıldı iki kez. Aldırmadım. Fırat'tı gelen. Makyaj malzemelerine uzanıp toprak tonlarında, vurgulu bir göz makyajı yaptım. Ojelerin arasından kırık beyaz olanı alıp tırnaklarıma sürmeye başladım sonra. Ellerim titriyordu, hep dışına taşırdım. Elbiseme de bulaştı.

"Olmuyor işte, her tarafa bulaştırdım" dedim ağlamaklı sesimle. Ayakkabıları girdi görüş alanıma. Ojeyi ve fırçasını avuçlarıma alıp tüm gücümle sıktım. Boğazım düğüm düğümdü, yutkunamıyordum. Başımı iki elinin arasına alıp saçlarımdan öptü. Gözyaşlarım gelinliğimi mahvetti. "Bu gelinlik de olmaz" dedim hıçkıra hıçkıra "oje oldu, bununla insan içine çıkamam."

Dizinin üzerine çöküp gözlerime baktı. "Tırnaklarım da mahvoldu" dedim isyan edercesine "saçımı kuşa çevirdiler zaten, yüzüm desen palyaçoya döndü, şu halime bak. Ben dedim, sade olsun dedim ama dinlemediler!"

"Şşşttt, tamam" dedi gözyaşlarımı silerken "yeter ağlama, bak gözlerin şişecek." Parmaklarımı çözüp ojeyi ellerimden aldı dikkatli bir şekilde "Önce ojelerini temizleyelim, sonra da saçlarını tararız."

Tam karşıma çektiği sandalyeye oturduktan sonra şifonyerin üzerinden aldığı pamuğa aseton döktü ve ojelerimi temizlemeye başladı. Tırnaklarım eski halini aldığında elimi avucunun içine hapsedip gözlerime baktı "Beyaz mı sürelim?"

"Kırık beyaz" dedim burnumu çekip.

"Peki" dedi sessiz bir soluk eşliğinde. Elimin üstüne minik bir öpücük bıraktı sonra "kırık olsun."

Üzerindeki takım elbiseye aldırmadan ojeyi aldı ve gözlerimi alamadığım ince uzun parmaklarıyla tüm tırnaklarımı özenle boyadı. Kuruması için üfledi bir de üstüne. Böylesine hayranlık uyandırıcı elleri olan bir adamın kalbimi paramparça edecek kadar acımasız bir kalbe ev sahipliği yapıyor olması çok acıydı. Göğsümün ortasındaki şu ağrı olmasa, bir ömür ellerini izleyebilirdim.

Ojelerimin kuruduğuna ikna olduğunda ayağa kalktı ve saçlarımı taramaya başladı. Fön makinesiyle elinden geldiğince şekil verdi sonra. Tahmin ettiğimden çok daha fazlası geliyordu elinden.

Saçlarımı da sorun olmaktan çıkardıktan sonra elimi tutarak ayağa kalkmamı sağladı "Gel bakalım."

Birlikte Fırat'ın giyinme odasına girdik. Gömleklerinin olduğu askıdan aldığı beyaz elbiseyi kapının arkasına astıktan sonra yanağıma minik bir öpücük bıraktı. "Üzerindekini temizletiriz, sonra giyersin." Eli fermuarıma uzandı teklifsizce. Gözleri gözlerimdeydi "Yalnız olduğumuz bir zaman diliminde mümkünse."

"Senin dolabında neden beyaz elbise var?" diye sordum. Çok saçmaydı.

Erkeksi bir kahkaha attı. "Belki bir gün sevdiğim kadının gelinliğine oje bulaşır da, ikinci bir gelinliğe ihtiyaç olur diye almıştım." Anbean derinleşen gözleri gözlerimin içine aktı "Oldu da."

Gerçekten seviyor olabilir miydi?

Ben mi yanlış yoruyordum her şeyi? Zihnim allak bullaktı. Sorsam ne diyecekti? Söyledikleri ne kadar ikna edici olacaktı? Olması mümkün değildi. Ne derse desin şüphe edecektim duyduklarımdan. Güven denilen duygu bir kere kaybedilince sonrası hep şüpheydi ve ben Fırat'a olan güvenimi kaybetmiştim. Tek umudum evlendiğimizde her şeyi itiraf etmesiydi. Beni bile isteye kendine mecbur ettiğini, çevirdiği dolapları, söylediği yalanları. Sevgisine değil de, duygularımla oynadığı için pişman olduğuna inanabilirdim belki o zaman. Tek istediğim bir kez olsun dürüst olduğunu görebilmekti. Her şeyi ardımda bırakıp gittiğimde kendimden daha az nefret etmeme yardımcı olacak bir tesellim olurdu hiç değilse.

Sırtımda gezinen parmaklarının iç gıcıklayıcı etkisinden kurtulabilmek ümidiyle bir adım geri çekildim. "Ben... ben üzerimi değiştireyim."

Kapının arkasındaki elbiseyi alarak koşar adım kendi odama gittim. Bu şartlar altında Fırat'la aynı evde yaşamak işkenceden farksızdı.

Omuzları ve etek kısmı fırfır detaylı, sade fakat benim tarzıma oldukça uygun olan elbiseyi giydikten sonra kovboy çizmelerimi giydim. Aynanın karşısına geçtim sonra. Gelin olmuş gidiyordum fakat göğsümün ortasında adını koyamadığım bir ağırlık vardı. Yalnızlık ilk kez bu kadar ağır geliyordu yok saydığım kalbime. Alıştım sanıyordum oysaki. Alışılmıyormuş.

Çizmelerimle aynı renkteki hasır şapkamı kafama geçirip odadan çıktım. Altı üstü bir imzaydı, atıp kurtulacaktım. Evlilik benim için öyle kutsal bir müessese falan değildi, kimse kusura bakmasındı.

Fırat kapının önünde bekliyordu. Alıcı gözle baştan aşağı süzdü önce beni. Tuhaf bir dinginlik hakimdi bakışlarında. Hiç olmadığı kadar temkinliydi de üstelik. Acımasızlığıyla, sertliğiyle, zalimliğiyle efsanelere adını yazdıran Fırat, kıyısında açan nazlı çiçeği küstürmemek için usul usul akıyordu sanki bugün.

Yazık ki İsyan Çiçeği küseli çok olmuştu.

Bakışları vücudumun her bir santiminde acele etmeksizin gezindikten sonra gözlerime tırmandı. Başını hafifçe yana eğerek ellerini ceplerine yerleştirdi sonra. Bana değil de, yıldızlara bakıyor gibiydi. En çok kendimi yakıştırdığım riyakar gözleri ışıl ışıl parlıyordu. Söylediği tüm yalanları ateşe verircesine seyre daldığı gözlerimde, unutmaya kıyamayacağım bir hatıra daha bıraktığından habersizdi muhtemelen.

Dudaklarının kenarına yerleşen belli belirsiz tebessüm ayaklarımı yerden keserken "Çok yakışmış" dedi hayranlık barındıran bir tınıda.

Bir an, çok kısa bir an içinde bulunduğumuz anın gerçek olduğunu düşündüm. Çığlık çığlığa bağırarak kucağına zıpladığımı, yüzünü ellerimin arasına alıp deli gibi mıncırdığımı, kor gibi yanan dudaklarımın dudaklarına karışıp alev aldığını.

Aklımı kaçırıyordum.

Zihnimde kopan fırtınalardan habersizce bir adım öne çıktı ve ellerini belime yerleştirdi çok gerekliymiş gibi. Genzime dolan yanık kibrit kokusu kor ateşler saldı içime. Durması gereken yerin bilinciyle hareket eden bedeninin aksine, laftan anlamaz, hadsiz gözleri aramızdaki mesafeyi çoktan aşmış; aklımı, fikrimi ve dahi tüm benliğimi tarumar eden arsız günahlara yelken açmıştı. Ziyan olacaktım ellerinde.

Belimi saran elleri baskısını arttırırken dudağının iç kısmını dişlerinin arasına alıp çaresiz bir soluk verdi "Her halinle o kadar güzel, o kadar özelsin ki, aklım çıkıyor sana baktıkça." Elbiseme uzanan bakışları şapkamı da hayranlık dolu bir ifadeyle süzdükten sonra gözlerime yerleşti "Bir elbise ancak bu kadar yakışabilirdi bir kadına." Dişlerini birbirine bastırdığında parmakuçlarının tenime gömüldüğünü hissettim "Şu an seni öpmemek için verdiğim mücadeleyi bilsen, acırsın halime."

Biliyordum.

Bir nefeslik mesafeden her bir uzvumun bedenine doğru çekildiğini hissediyor, bu amansız çekime karşı koyabilmek için insanüstü bir çaba sarf ediyordum.

İradesinin sınıra dayandığını ele veren talepkâr bakışları izin istercesine dudaklarıma indiğinde ellerinin belimdeki baskısına direnmeyi bıraktım ve aramızdaki mesafeyi sıfırlayıp nefesimi dudaklarından içeri bıraktım "Beter ol!"

Oldu. Olduk. Çok fena olduk.

Nefesim boğazına takılı kalmış gibi baktı gözlerime. Bir yudum suya hasretmiş gibi. O su benim dudaklarımmış da, öpmezse ölecekmiş gibi.

Ölsündü.

Umurumda bile değildi.

Tek kaşımı meydan okurcasına yukarı doğru kaldırıp alt dudağımı ısırdım. Bu daha iyi günleriydi.

Histerik bir gülüş döküldü dudaklarından. Elini ensesine götürüp başını iki yana çevirdi sonra. Sessiz bir soluk çekti ciğerlerine. Yok, ne yapsa olmuyordu. Konuşma yetisine ulaşabilmek adına boğazını temizledikten sonra bir adım geri çekilmeyi akıl edebildi nihayet. "Hazırsan çıkalım, geç kalıyoruz."

Hazırdım.

****

Fırat'ın yeni Lamborghini'si köşkün bahçesinde durduğunda kapıyı açıp dışarı çıktım hemen. İçimi titreten bir soğuk çepeçevre kuşatmıştı dört bir yanımı. Belimin hizasında biten beyaz kürküme sarıldım telaşla. Sakin olabilmek için ne kadar çabalasam da bir anda etrafımızı saran koruma ordusu gerilmeme neden olmuştu.

Fırat elini belime yerleştirerek köşke uzanan merdivene yöneldiğinde derin bir nefes aldım fakat dişlerimin birbirine çarpmasına engel olamıyordum. Sakin kalmam imkansızdı. Birazdan yüzüne bakacağım insanların muhtemel bakışlarını düşündükçe kanadı kırık bir kuş gibi çırpınıyordu kalbim.

Geri geri giden adımlarımla basamakları tırmanırken köşkün kapısı açıldı. Olduğum yerde kalakaldım. Dizlerim titriyordu. Bedeli ne olursa olsun o kapıdan içeri girecek cesaretim yoktu.

Ben içimdeki fırtınalarla boğuşurken Arda verandaya çıktı. "Eylem!" dedi Fırat kolunu belime sarıp. Endişeyle yüzüme bakıyordu. "Buna hakkın yok!" dedim başımı iki yana sallayarak "Bana bunu yaşatmaya hakkın yok!"

Uçsuz bucaksız bir karanlıkta adım adım kayboluyordum sanki. Çığlık çığlığa bağırıyordum fakat sesim kimseye ulaşmıyordu. Tutunacak bir dal arıyordu ellerim çaresizce. Bulamıyordum. Nereye uzansam koskoca bir hiçlik, buz gibi bir soğuk.

Fırat'ın asla geri adım atmayacağını haykıran bakışlarına aldırmadan hızla arkamı döndüm ve koşarak uzaklaşmaya çalıştım. İkinci adımımda yakaladı. "Bırak!" diye bağırdım. Kurtulma çabalarımı kolaylıkla bertaraf ettikten sonra gözlerine bakmamı sağladı "Saçmalama Eylem!" Bileklerimi sımsıkı tutmuş, sabırsızca gözlerime bakıyordu.

"Bırak gideyim" dedim sessizce "yapamam ben, evlenemem seninle. 'Hayır' derim herkesin önünde, rezil ederim seni!"

"Bırakmam!" dedi ölümcül bir tınıda "Hayır da desen, evet de desen bırakmam seni!" Başını katiyetle iki yana salladı "İki dünya bir araya gelse bırakmam! Bırakamam Eylem!"

"Abi" diyen Arda'nın sesiyle bileklerimi serbest bıraktı. Hemen ardından öfke dolu sesi bahçede yankılandı "Gir içeri Arda!!!"

Arda içeri girdi.

Tir tir titriyordum soğuktan. Korkudan ya da. Dilinden dökülenler blöf ya da tehdit değildi, bırakmayacaktı, görüyordum. İlk kez bu kadar acımasız, bir o kadar pervasızdı bakışları. Her şeyi göze almış bir adamın, sınır tanımaz öfkesiyle bilenen gözleri, değdiği yeri kül ediyordu.

Gözlerimden düşen bir damla yaş titreyen dudaklarımdan boynuma doğru süzüldü. Bakışları gözyaşımı takip ederken "Bırakmam..." dedi başını iki yana sallayıp. Çaresizliğini iliklerimde hissettim. Dünya üzerindeki tüm acıları tek bir kelimeye sığdırmıştı sanki.

Bir yemin gibi dudaklarından dökülen kelimeleri zihnime kazımak istercesine tekrar ederken bedenimi kollarının arasına alıp başımı göğsüne bastırdı "Bırakamam!"

Öyle sıkı sarılıyordu ki, bırakmayacağına ikna olmuştum fakat o daha çok kendini ikna etmeye çalışıyor gibiydi. Çok yersiz bir çabaydı. Er ya da geç gidecektim hayatından, bunu bilmesi gerekiyordu.

Hasret kaldığım sıcaklığının zihnimi bulandırmasına izin vermemek adına "Makyajım..." dedim geri çekilip "gömleğine bulaşacak, uzak dur!"

Gözlerinden anlamlandıramadığım onlarca kelime dökülürken elleri ellerime uzandı ve "Üzgünüm..." dedi keder yüklü bakışlarıyla "gelinim bu kadar güzelken, uzak durmam mümkün değil."

Ve ben ellerini her tuttuğumda, bil ki seni seviyorum.

Eğilip yanağıma minik bir öpücük bıraktıktan sonra "Girelim hadi, üşüme daha fazla" dedi ve elimi sımsıkı tutup köşke doğru ilerledi.

Azıcık aklım vardı, onu da bu gece teslim edecektim hayırlısıyla.

Kapıdan girerken tüm duyularımı sessize aldım. Gerçek bir evlilik değildi bizimkisi. Bu nedenle de müstakbel eşimin pek kıymetli ailesinin hakkımda ne düşündüğüyle ilgilenmiyordum. İlgilenmeyecektim. Ben de bayılmıyordum kokuşmuş köşklerine.

Kapının hemen ardında bizi bekleyen Arda'nın meraklı bakışları altında salona girdik. Sol taraftaki koltuklar kaldırılmış, duvarın önüne yerleştirilen masa ve nikah merasimine uygun süslemelerle şık bir alan oluşturulmuştu. Pencerenin önündeki ince uzun masanın üzerinde ise özenle hazırlanmış atıştırmalıklar ve içecekler vardı.

Çakır ailesi tam kadro salondaydı. Saadet Hanım da dahil. Çekincesizce baktım gözlerine. Utanmadan, sıkılmadan, gocunmadan. Ben nasıl o kadının kızıysam, kendisi de Oktay Çakır'ın annesiydi. Utançlarımızı yarıştırsak zararlı çıkan kesinlikle o olurdu. Benim tek suçum dünyaya gelmekti.

Gözlerini kaçıran da o oldu. Yarası olan tek ben değildim demek ki.

Bir fotoğrafçı durmaksızın deklanşöre basarken Meriç de telefonuyla ona eşlik ediyordu. Fırat, Sedef Hanım ve diğerlerinin oluşturduğu koridorun ortasından masaya doğru ilerlemeye başladığında adımlarına eşlik ettim. Bakışlarım yerdeydi, kimsenin yüzüne bakmıyordum. Fakat yolun sonunda sağ taraftan birisi öne doğru bir adım atarak yolumu kesti. Başımı kaldırıp yüzüne baktım mecburen. Abimdi.

Evlilik kararımızı telefonla bildirmiş, şimdilik sade bir nikah töreni yapacağımızı fakat birkaç hafta sonrası için görkemli bir düğün planladığımızı söylemiştim. Yalandı elbette. Bu gece, bu köşkte abimi görmek istemiyordum çünkü. Onun da beni görmesini istemiyordum. Yaşadığımız acılara sevdiklerimizin şahit olması çok daha dramatik hale getiriyordu yaşanılanları. Ben abimin mutsuzluğuma şahitlik etmesini istemiyordum.

Her şeye rağmen.

Dumanlı gözlerinde görmeye alışkın olmadığım bir tebessümle yüzüme bakarken "Çok güzel bir gelin olmuşsun" dedi içimi acıtan buruk sesiyle.

Fırat güç vermek istercesine başparmağıyla elimin üstünü okşadı. O an elini tüm gücümle sıktığımı fark ettim. Ben konuşma cesareti gösteremeyince yüzümü ellerinin arasına alarak alnımdan öptü abim. Tüm kırgınlıklarımın bir toz bulutu gibi dağıldığını hissettim. Her ne yapmış olursa olsun abime kıyamıyordum ben. Yaşadıklarımız çok ağırdı ve o da benim gibi o ağırlığın altında eziliyordu çoğu zaman. Benim varlığım da yıllardır sırtına yüktü biliyordum ve ne kadar üzülsem de benden kurtulma isteğini anlayabiliyordum. Biz birbirimize her baktığımızda kaybolan çocukluğumuzu görüyor ve telafisi olmayan o kederde boğuluyorduk. Hüzünle yoğurulmuş yeşil gözlerine baktıkça güç yetiremediği kırgınlıklarımın vicdan azabıyla karşılaşıyor ve her defasında ona bunu yaşattığım için kahroluyordum ben.

Şu an olduğu gibi.

Abim geri çekilip mahcup bakışlarıyla gözlerime baktığında bir adım öne çıkıp kollarımı boynuna sardım. Abimdi o benim. O da kırık döküktü benim gibi, nasıl kıyabilirdim?

Uzun kollarıyla belimi sararken "Özür dilerim" diye fısıldadı kulağıma "keşke seni ben koruyabilseydim."

Sımsıkı sarıldı sonra. Ağlamamak için dudaklarımı ısırdım. Ben kendimi anlatamıyordum kimseye. Korunmak değil sevilmek istiyordum ben.

Abim geri çekildiğinde yalancı bir tebessüm yerleştirdim dudaklarıma. Fırat'la birlikte nikah masasındaki sandalyelerimize oturduk. Cılız bir alkış sesi yükseldi. Nikah memuru kısa bir konuşmanın ardından kendi hür irademle Fırat Çakır'la evlenmek isteyip istemediğimi sordu. "Evet" dedim. Fırat'a sordu sonra. O da kendi hür iradesiyle benimle evlenmek istediğini söyledi. Nikah memuru bizi karı koca ilan etti. Fırat beni öptü. Alkış sesleri yükseldi.

Kimin ne düşündüğünü bilmiyordum çünkü kimsenin yüzüne bakmıyordum. Tek istediğim bu saçmalığın bir an önce son bulmasıydı. Abim yanıma gelerek şakağıma uzun bir öpücük bıraktı. Özür dilercesine gözlerime bakıp gitti sonra. Kızmadım. Burada olmanın onun için ne kadar zor olduğunu tahmin edebiliyordum.

Hemen ardından Büyük Menderes ve Şule tebrik ettiler bizi. Kocasının aksine Şule'nin keyfi oldukça yerindeydi. Arda geldi sonra. Sarıldık. Meriç önce abisini sonra beni öptü. Sedef Hanım geldiğinde başımı öne eğdim. Ellerini yüzümün iki yanına yerleştirip "Ailemize hoş geldin güzelim" dedi samimi olduğunu düşündüren bir sesle "bana bu mutluluğu yaşattığın için çok teşekkür ederim."

Çekinerek de olsa gözlerine baktım. Gerçekten mutlu görünüyordu. Ellerini omuzlarıma indirirken başını yana doğru eğdi ve içtenlikle gülümsedi "Sen benim gelinim değil, kızımsın artık. Sen istediğin sürece de, her daim yanında olmaya hazırım. Bu çatı altında bir annen olduğunu unutma sakın."

"Çok teşekkür ederim" diyebildim sadece. Başka ne diyebilirdim ki? Evlendiğim insanın böylesine özel, sevgi dolu bir annesi olması gerçek olamayacak kadar güzeldi. Gerçek olmaması tam da bu sebeptendi muhtemelen. Benim hayatımda bu kadar güzel gerçeklere yer yoktu.

Sedef Hanım kolye, küpe ve bileklikten oluşan çok zarif bir seti ellerime bıraktıktan sonra Fırat'ı da öperek uzaklaştı. Elimdeki siyah, kadife kutuya bakıyordum boş gözlerle. Fırat kutuyu alıp masaya bıraktı ve Ekrem Bey'in yanında gittik birlikte.

İlk tercihi benden yana oldu onun da. "Tebrik ederim kızım."

Teşekkür ettim kuru kuru. Fırat'a döndü o da mecburen "Dilerim her şey istediğin gibi olur oğlum. Eylem de, sen de mutluluğu sonuna kadar hak ediyorsunuz."

Çok gereksiz bir muhabbetin içindeydik fakat her ikisi de benim bunun farkında olduğumu bilmiyordu.

"Umarım" dedi Fırat sıkıntılı bir ifadeyle. İstediği olmuştu işte, Allah'tan belasını mı istiyordu daha?

Meriç elinde telefonla aramıza girdikten sonra "Gülümseyin" dedi ve ardı ardına selfie çekmeye başladı. Bu da bir ayarsızdı.

İstediği pozu yakaladığında "İşte bu!" diye çığlık attı fakat Fırat'ın uyarısı heyecanını kursağında bıraktı. "Sakın Meriç! Tek bir paylaşım ya da haber görürsem külahları değişiriz."

"Whats App grubuna atayım bari" dedi Meriç sitemle. Fırat kaşlarını kaldırdı.

"Valla çatlarım abi. Sınıf grubu zaten, hepi topu elli kişi var."

Başını iki yana salladı Fırat.

"Kızlar grubu?" diye diretti Meriç. Dört parmağını Fırat'a doğru uzattı sonra "Dört kişiyiz sadece."

"O dört kişinin dört yüz bin takipçisi var Meriç" dedi Fırat "sakın!"

"Of abi ya..." diyerek uzaklaştı Meriç. Saadet Hanım'ın, Sedef Hanım'la birlikte bize doğru geldiğini fark ettim o an. Ve bir anlık refleksle Fırat'a yaklaşıp kolunu tutmuş bulundum. Saadet cadısını tanımayanlar için saçma bir tepki olarak düşünülebilir fakat onun o ezici bakışlarına bir kez olsun maruz kalanlar eminim bana hak vereceklerdir.

Eze eze geldi yanımıza. Fırat kolunu omzuma atarak beni kendine doğru çekti. Ben herhangi bir tepki veremedim. Yaşlı başlı kadındı sonuçta, huysuzluk da yapsa idare etmek gerekiyordu.

"Hayırlı olsun" dedi yaşlı cadı. Bana. Öyle tepeden tepeden bakarak dedi ama olsun. Bana karşı ağzından ilk kez hayırlı bir kelime çıkıyordu.

"Teşekkür ederiz babaanne" dedi Fırat. İsabet olmuştu zira konuşamayacak kadar şaşkındım. Sedef Hanım elindeyi kutuyu uzattı Saadet Hanım'a. İçinde bir yüzük vardı. Çok özel bir tasarım olduğu ilk bakışta anlaşılan yüzüğü aldıktan sonra gözlerime baktı Saadet Hanım.

"Ben çok teşekkür ederim ama bunu kabul edemem" dedim kati bir tavırla. Bu kadarı ikimize de fazlaydı. Hiç gerek yoktu.

Fırat'a baktım müdahale etmesi için. O yüzüğü takmayacaktım. Fırat yüzüğü eline aldıktan sonra elime uzandı. "Bu yüzüğü babaannem senin için yaptırdı sevgilim. Takmazsan çok üzülür."

Saadet Hanım'a dönerek onaylattı bir de "Öyle değil mi babaanne?"

Başıyla onayladı babaanne "Fırat'ın evleneceği kız için yaptırmıştım evet, sana kısmetmiş."

Küçümser bakışlarına kayıtsız kalamadım maalesef "Bir dahakine Allah gönlünüze göre verir inşallah Saadet Hanım, ümidinizi kaybetmeyin."

Fırat yüzüğü alelacele parmağıma geçirdi ve "Biz gidelim artık" dedi. Bence de gitmeliydik artık, duvarlara üstüme üstüme geliyordu.

Kısa bir vedalaşma seremonisinin ardından köşkten çıktık. Sessiz geçen on dakikalık araba yolculuğumuzdan sonra eve gitmediğimizi fark ettim ve bakışlarımı Fırat'a çevirdim. "Nereye gidiyoruz?"

Keyifle ışıldayan yüzsüz bakışları gözlerimi buldu "Sürpriz."

"Başın göğe ermiş bakıyorum" dedim sinirle "ağzın kulaklarına varıyor."

Dişlerini ortaya seren bir tebessüm yerleşti dudaklarına "Huysuz karımı memnun edebilirsem erecek inşallah."

Bıkkınlıkla gözlerimi devirdim "Başın kopsun!"

Küçük bir kahkaha attıktan sonra işaret parmağıyla burnuma dokundu "Düzgün konuş, ısırırım."

Isırma huyu vardı, evet.

Bir film şeridi geçti gözlerimin önünden. Çok edepsiz bir film şeridi. Bir ateş bastı. Pencereyi açtım hemen. Bu böyle olmazdı. Tek lafıyla aklımı bulandırmayı başarıyordu şerefsiz, böyle olmazdı.

Ben arsız dürtülerimle boğuşurken aracı durdurdu. Şaşkınlıkla yüzüne baktım. XS'e gelmiştik. Çapkın bir edayla göz kırptıktan sonra dışarı çıktı. Kapımı açtı inmem için. İndim. "Ne işimiz var burada?" diye terslendim fakat bu heyecanlandığım gerçeğini değiştirmiyordu. XS, hayallerimin ete kemiğe bürünmesi demekti benim için.

"Gel" dedi elimi tutup. Kapının önündeki onlarca korumanın arasından içeri girdik. Ve nutkum tutuldu. Çok çok güzeldi her yer fakat ilk etapta göze çarpan kaliteydi. Buranın sıradan bir mekan olmadığını ilk bakışta anlardınız. Aynı düsturla hareket etsek dahi, pavyon olamayacak kadar nezih bir aurası vardı.

Baktığım her yerde hayranlığım bir tık daha yükseliyordu. Mor temalı dekorlar daha açık tonlardaki aydınlatmalarla muhteşem bir uyum sağlamıştı. Heyecandan bayılacaktım. Son gördüğümde dört duvardan ibaret olan mekan, muhteşem bir gece kulübüydü şimdi. Muhteşem ötesiydi hatta. Ve benimdi.

Heyacanını paylaşma ihtiyacıyla Fırat'a döndüm. Başka kimse yoktu çünkü. Ve pürdikkat beni izlediğini fark ettim. Yüzüme sığmayan bir tebessümle "Muhteşem olmuş" dediğimde gülüşüm gözlerinde yankılandı. "Kesinlikle."

Çığlık atmak istiyordum fakat içim çok kırıktı, atamıyordum. Ulu bilge Safiş'in de dediği gibi gelin kısmı ağır olurdu hem, yakışık almazdı.

Kulağıma dolan müzik sesiyle beraber karanlıkta kalan pist aydınlandı ve dört bir yanımızda konfetiler uçuşmaya başladı. Ellerimi ağzıma kapattım şaşkınlıkla. Kesinlikle böyle bir kutlama beklemiyordum. Ceren, Sinem, Yavuz, Burak, Esra, Arda, Meriç, Şule, Büyük Menderes, Alex, Ray, Oğuz uğursuzu ve hatta tanımadığım birkaç sima daha, herkes buradaydı.

Ben heyecanımı bastırmaya çalışırken coşkulu bir alkış ve ıslık sesi yükseldi pistten. Fırat kolunu belime sardı. Bastıramadığım heyecanımla gözlerine baktığımda rengarenk bir ışık huzmesiyle karşılaştım. Kuzey ışıkları gözlerine misafir olmuştu bu gece.

Birlikte piste doğru ilerledik. Oğuz "Damat Bey" diyerek Fırat'a sarıldı. "Tebrik ederim Gelin Hanım" dedi sonra bana. Teşekkür ettim. Çok mutlu görünüyordu dengesiz.

Sinem ve Ceren'le sarıldıktan sonrası tam bir karmaşaydı. Evlenen bizdik fakat bizim dışımızdaki herkes gerdeğe girecekmişçesine heyecanlıydı.

Fırat elimi tutup beni kalabalığın arasından sahneye doğru çektikten sonra ceketini çıkardı. Neden soyunduğu hakkında bir fikrim vardı elbette fakat fikir olamayacak saçmaydı. VIP odalarımızın bu savaşa hazır olduğunu sanmıyordum.

Beyaz gömleğinin kollarını yukarı doğru kıvırdı sonra. 'Sen hayırdır?' dercesine başımı salladığımda ellerini ceplerine yerleştirdi.



"Bugüne kadar kimse için yapmadığım bir şey yapacağım..." dedi gözlerime bakıp "karım için."

Hemen arkasındaki bateriye ilişti gözüm. Yalan söylüyordu yine.

"İstemiyorum, çalma" dedim kırgınlığımı gizleme gereği duymadan.

Kollarını belime sarıp yüzünü yüzüme yaklaştırdı "İsteyeceksin, ben de çalacağım. Sadece senin için."

"İstemiyorum" dedim gözlerine bakmadan "git başkasına çal."

"Bak ya!" dedi keyifli bir sitemle. Elini yanağıma yerleştirip yüzüne bakmamı sağladı sonra "Başkası yok. Hiç olmadı, olmayacak. Sadece sen."

Bedeninden yayılan sıcaklık kan akışımı hızlandırırken kayıtsızca omuz silktim "Sen hep yalan söylüyorsun."

Başparmağı alt dudağımda gezindi. Gözleri gözlerimde. "Her şey yalan..." dedi bir itirafı gerçekleştirir gibi "tek gerçek sensin."

Dengemi bozuyordu yine. Belimi saran kolu olmasa ayakta durmam mümkün değildi. Başımı iki yana sallayıp uzaklaşmaya çalıştım "Yapma böyle, aklım karışıyor."

İki koluyla birden bedenimi bedenine hapsetti ve dudağımın kenarına minik bir öpücük kondurdu "Aklını da severim de, şimdi seni sevmek istiyorum, kaçma benden."

Çok özlemiştim sevmelerini.

"Evlendik diye öyle istediğin zaman öpemezsin beni, uzak dur!"

"Bu kadar güzel olmasan o dediğin mümkün olabilir belki ama bu şartlar altında mümkün değil güzelim, üzgünüm."

Manyak olacaktım, başka seçenek bırakmıyordu.

"Ya sen bir gitsene!" dedim kolları arasında çırpınıp "Burası benim mekanım hem, defol git istemiyorum seni!"

"I-ıh" dedi burnunu burnuma sürterek "gitmiyorum. Şimdi ben bateri çalacağım, sen de beni izleyeceksin. Sonra ödül olarak ben seni öpeceğim. Anlaştık mı?"

Pek anlamamıştım ama "Anlaştık" dedim sersem gibi. Öpecekti, bir onu anlamıştım.

"Bırakıyorum, durabilecek misin?" dedi gülerek. Sorarcasına gözlerine baktım. Ayakta durmamdan bahsediyordu. Elimi kaldırarak 'iyiyim' gibisinden bir işaret yaptım. "Pekala" dedi kollarını gevşetirken "gidiyorum o halde."

"Git tamam" dedim. Gitti. Bir fena olmuştum.

Baterinin arkasına geçerek tabureye oturdu. Bagetleri ellerine aldı. Gözlerini bir an bile gözlerimden ayırmıyordu. Elini havaya kaldırıp bageti davula vurduğunda herkes sustu. Bir kez daha vurdu sonra. Kalp atışlarım hızlandı. Beyaz gömlek ve kumaş pantolonla bateri çalınmazdı. Bu çok fazlaydı. Kolunun her hareketinde gömleği yırtılacakmış gibi geriliyordu.

Ne çaldığını, ya da nasıl çaldığını duymuyordum zira tek duyduğum kulaklarımdaki uğultuydu. Heyecandan bayılmak üzereydim. Tüm uzuvlarını koordine bir şekilde hareket ettirdiği yetmezmiş gibi saçları her hareketinde yüzüne savruluyor, arada alt dudağını dişlerinin arasına alıp tekrar serbest bırakıyordu. Ellerine bakamıyordum bile, o derece vahimdi o lokasyon. Ve son hatırladığım alnından dökülen ter damlacıklarının sakallarından süzülüp gömleğini ıslattığıydı. Ve ödül olarak beni öpeceği. Sonrası karanlık.

Bayılmışım.

İşte böyle okurcanlar❣️

Bölüm burada bitmiyordu ama uzadıkça uzadı ben bittim arkadaşlar. Siz sabırsızlandıkça ben telaşlanıyorum. Deli oldum üç gündür bölüm yetiştireceğim diye, bulanık görüyorum şu an🥳

Geçen bölüm beni mahvettiniz ayrıca, onu da yazdım bir kenara😅 Beynim gerçekten yandı yani o derece🤪

Bu arada Siyah&Beyaz'da son aşamadayız, kapağımız hazır, çok yakında paylaşacağım😍

Bir okurcanım Whats App grubu açmak istiyor katılmak isteyen varsa burada buluşalım👉🏻

Yeni bölümde görüşmek üzere🙏🏻

Hoşça kalın♥️

Continue Reading

You'll Also Like

1.8M 81.4K 63
Aile problemleri yüzünden evden kaçmış ve kendi ayakları üzerinde durmaya çalışan, aynı zamanda sinir hastası olan Pare, ucuza gelsin diye ikinci el...
712K 27.1K 88
Genç kızın arkadaşının verdiği yeni numarayı yanlış yazan kızın gelecekteki kocasına tesadüfen yazması. İlk başta kız engel yesede engel bir şekilde...
365K 2.8K 23
Hikayede sık sık +18 ve şiddete yer verilecektir! Yaş sınırını göz önünde bulunduralım.
22.2M 892K 115
İşte oradaydı... Muhtaç olduğum kadın korkuyla bana bakıyordu. Ona biraz daha dokunmazsam sanki ölecektim. Bu hastalıklı duygular beni resmen ele geç...