40. Bölüm

37.4K 2K 1.1K
                                    








Eylem

Giderek uzaklaşan helikopter sesi ve Oğuz'un öfke dolu bağırışları silah seslerine karışıyor fakat Fırat'ın sesi diğer tüm sesleri bastırıp kalbime işliyordu. "Eylem" diyordu "Sevgilim" diyordu "Aç gözlerini" diyordu. Gözlerimi açıp iyi olduğumu söyleyemek istiyor fakat başaramıyordum.

Oğuz "Fırat!" diye bağırdığında Fırat'ın çaresiz haykırışı doldu kulaklarıma "Açmıyor gözlerini!"

"Abi hadi gitmemiz lazım!" dedi Oğuz.

Bedenim yerden havalandığında Fırat'ın kollarında olduğumu bilmenin teslimiyetiyle başım omzuna düştü. Tüm vücudumu ele geçiren ağrının şiddeti sağlıklı düşünmeme izin vermiyordu. Bedenime çarpan sert rüzgardan  mı yoksa korkudan mı bilmiyorum titremeye başladığımda "Fırat" diye inledim. Ensemdeki acı bileğimdeki acıyla yarışıyor, kaybeden hep ben oluyordum.

"Geçti sevgilim" dedi dudaklarını alnıma bastırıp "Geldim, yanındayım."

"Ölüyorum sanki, vuruldum mu?" dedim acı içinde. Güçlükle araladığım gözlerim tekrar kapanmıştı. Fırat bir şeyler söylüyordu fakat sesi o kadar uzaktı ki, ne dediğini anlayamıyordum.

Gözlerimi tekrar açabildiğimde Fırat'ın cayır cayır yanan gözleriyle karşılaştım. Arabanın arka koltuğunda, kucağındaydım. Eli elimde, gözleri gözlerimdeydi.

Oğuz'un sesi gözlerindeki alevleri daha da harladı. "Kızı almadan durmayacak abi bunlar. Şehrin göbeğinde çatıya helikopter indiriyor siktiğimin piçleri!"

"Siktirtme helikopterini Oğuz!" diye bağırdı Fırat "Kapa çeneni!"

Ses tonundaki uyarı Oğuz'u susturmaya yetmişti fakat tedirgin bakışları kafamın içindeki çığlıkların susmasına izin vermiyordu.

"Üşüyorum" dedim titreyen sesimle. O adamların kim olduğunu ya da beni neden kaçırmak istediklerini düşünmek istemiyordum şu an. Sadece ağlamak istiyordum. Çok yanmıştı canım, çok korkmuştum.

Üzerimdeki ceketi yukarı doğru çekip elini yüzümde gezdirdi. Dokunmak istiyor, dokunmaya kıyamıyor gibiydi ince uzun parmakları. Dokunduğu her noktaya çektiği acının izleri değiyordu.

Başparmağı dudaklarımın hemen üstünde durduğunda güçlükle yutkundum. Burnum kanıyordu. Burnumun kanaması değil Fırat'ın keder yüklü bakışlarıydı boğazıma oturan.

Burnuma bastırdığı peçeteyle akan kanı temizlediğinde yüzümü göğsüne gizleyip "Hastaneye götürür müsün beni?" dedim. Sesim hıçkırıklarımda boğulmuştu. Hissettiğim acı dayanamayacağım bir acı değildi fakat öyle bir bakıyordu ki acılarım dinsin, gözlerindeki keder yok olsun istiyordum.

"Tamam" dedi dudaklarını saçlarıma bastırıp "Tamam sevgilim... ağlama tamam..."

"Ben karşı koymaya çalıştım ama olmadı..." dedim hıçkıra hıçkıra "Gücüm yetmedi..."

"Şşşttt tamam" dedi elini saçlarımda gezdirip "Geçti tamam!"

Sessizce ağladığım, sessizliğe sığındığımız kısa bir sürenin ardından hastaneye ulaşmıştık. Fırat beni müşahede odasındaki yatağa bıraktığında orta yaşlı bir doktor geldi yanıma. Sessizce ağlamaya devam ediyor, doktorun sorduğu hiçbir soruya cevap veremiyordum. Fırat elini saçlarının arasından geçirip ensesini tuttu. Arkasını döndü sonra.

"Bileğim" dedim güçlükle "Bileğim acıyor."

Güçlü olmak zorundaydım. Güçlüydüm de zaten. Öyle ansızın tehlikenin ortasına düşünce şoka girmiştim sadece.

İSYAN ÇİÇEĞİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin