SERÇEYİ ÖLDÜRMEK

By bosverdilan

6.5M 436K 408K

Efsun Zorlu; atandığı Urfa'da mecburi hizmetini yapan tıp fakültesinden yeni mezun, çiçeği burnunda bir hekim... More

I- "Geçmişin Pençe İzi"
II- "Düğünlerden Kalkan Cenazeler"
III- "Kalabalık Kabristanın Sahipleri"
IV- "Sırtı Dönük Namlular"
V- "Vedalar ve Kalanlar"
VI- "Üstü Açık Mezarlar"
VII- "Labirentte Kaybolmuş Anılar"
IX- "Kelime Oyunları"
X- "İçerlenmiş Cümleler"
XI- "Kadınlar ve Gemiler"
XII- "Gözden Düşen Cesetler"
XIII- "İnat ve Sabır"
XIV- "Yılanlar ve Kararlar"
XV- "Geleceğin Yanık Mürekkebi"
XVI- "Seçimler ve Vazgeçişler"
XVII- "Yol ve Yoldaş"
XVIII- "Bekârlığa Veda"
XIX- "Şafak Yüz Altmış Bir"
XX- "Körler ve Yaralar"
XXI- "Kediler ve Raconlar"
XXII- "Geçmişin Enkazındaki Gerçekler"
XXIII- "Zeliha Karadere"
XXIV- "Çav Bella!"
XXV- "Dilden Akan Zehir"
XXVI- "Mucize"
XXVII- "Mermi ve Çiçek"
XXVIII- "Şafak Yüz Otuz"
11 MAYIS 2017|ÖZEL BÖLÜM
XXIX- "Laçka Olmuş Gönül Telleri"
XXX/PART I "Kapısı Kaybolmuş Kilit"
XXX/PART II "Kapısı Kaybolmuş Kilit"
XXXI- "Kaybedilmeyen Alışkanlıklar"
26 EKİM 1995|ÖZEL BÖLÜM
XXXII- "SENSEMEK"
XXXIII- "EN GÜZELİ"
XXXIV- "ZİHNİN SAVAŞI"
XXXV- "KELEPÇE"
XXXVI- "Pandora'nın Kutusu"
18 ŞUBAT 1990|ÖZEL BÖLÜM
XXXVII- "ALATURKA"
XXXVIII- "YOLLAR VE DURAKLAR"
XXXIX- "EFSUN GİBİ"
XL- "Hurafeler ve İnançlar"
XLI- "İlaçlar ve Dozları" PART/1
XLI- "İlaçlar ve Dozları" Part/2
XLII- "MANİFESTO"
XLIII- "Yargıçlar ve Cezalar"
XLIV- "MİLAT"
XLV- "KORKULAR"
XLVI- "TEHDİT-İ İADE"
XLVII- "İNCE KEFEN"
XLVIII- "SERÇEYİ ÖLDÜRMEK"
XLIX- "ETKİSİZ ELEMAN"
L- "TEK CAN"
LI - "Ölümsüzlüğün İksiri"
VEBALI RUHLAR|ÖZEL BÖLÜM
ANAYASA ve MADDELERİ|ÖZEL BÖLÜM
LII- "AHDE VEFA"
LIII- "Haberci Kuşlar"
LIV- "Geçmişin Geçmeyenleri"
LV- "DÜĞÜM"
LVI- "Aflar Teşekkürler ve Pişmanlıklar"
LVII- "Son Bir Direniş"
LVIII- "kabak çiçeği dolması ve az şekerli kurşun kek"
LIX- "siyah gül ve beyaz gül"
LX- "olmayan kızgınlıklar ve bitmemiş kırgınlıklar"
LXI- "yüzleşmeler ve kavuşmalar"
LXII- "ördekli fırın eldiveni"
LXIII- "mutsuzluktan kurtulmuş kalpler"
LXIV- eşsiz kıpırtılar
LXV- yaban mersini
LXVI- "yediler ve yedi kadarlar"
LXVII- "yok olan canavarlar ve son yükler"
LXVIII- isteklere dönüşen dualar
LXIX - sözünü tutan adam
Dilan Durmaz'dan;
LXX-engellenemeyen kader
LXXI-eve varmak

VIII- "Korkunun Gölgesindeki İtiraflar"

81.7K 5.8K 4.3K
By bosverdilan

"Bastırabilirsiniz Doktor Hanım," kan aldığı yere pamuk basıp sabit durması için bant yapıştıran hemşireye hafifçe gülümserken parmağımı bastırdım isteksizce. İçeri giren Doğa bana göz kırparken "Ne dedi hoca?" diye sordum içim içimi kemirmeye çoktan başlamışken.

Hastanın HIV ya da Hepatit B virüsü olma olasılığı vardı ve bu iki hastalığın bulaşma yöntemlerinden biri de kandı. Kötüsü iki hastalığın da birebir tedavisi yoktu. İyileşme söz konusu değildi. Daha da berbatı hastanın kanı direkt olarak gözüme girmişti.

"Normalde bir haftaya kadar uzayabiliyormuş kan sonuçları ama hızlandırmaya çalışacaklar." derken oturduğum koltukta geriye yaslandım.

"Doğa," dedim alt dudağımı dişlerken. "Saçmalama diyeceksin ama ben bir halsizlik hissediyorum. Sanki boğazımda da ağrı var. Midem falan da ağrıyor galiba."

Yok artık der gibi baktı. "Saçmalama." dedi tahmin ettiğim gibi. "Bunun mümkün olmadığını sen de biliyorsun. Bak zaten çok düşük bir ihtimal. Biz sadece önlem alıyoruz şu an. Stres yapma. Psikolojik olarak pozitif çıkardın bile kendini. Tek gözle Selçuk Hoca gelip geri çekilmeni söyleyene kadar hastayla ilgilendin soğuk kanlı bir şekilde. Bir de şu haline bak, sapsarı olmuşsun"

Kollarımı önümde bağlarken gözüm saate takıldı. Dört buçuğa geliyordu sabaha karşı."Hastayı bırakamazdım, kanaması çok fazlaydı. Ama şu an kendimi bıraktım. Saldım mevlam çayıra. Ne kadar stresli bir şey bu. Allah'ım öleceksem öleyim." dedim tavana bakarken.

"Yuh," dedi sesini kontrol etmeyip. "Ölümcül değil farkında mısın? Efsun ne oldu korkudan altı yıllık tıp bilgin mi resetlendi? Yok artık!"

Omuz silktim bir çocuk gibi "En nefret ettiğim hastalıklar net tedavisi olmayıp ömür boyu yanında taşınanlar. Bir hastalık ya öldürsün, ya iyileşsin. Hayat kalitesi düşüyor. Bilmiyorum çok iğrenç düşünüyor da olabilirim. Gözüm de hala yanıyor zaten," derken başımı havaya kaldırıp yelledim. Hasta müdahalesinden yıkamam geciktiğindendi muhtemelen hala düzelmemesi.

Bacaklarını uzatarak karşıma oturduğunda "Bu olay Gelibolu'da bir ameliyat hemşiresinin başına geliyor operasyon sırasında. Hasta da acil olunca testi yapılmamış. Kadın delirip ameliyatı bırakıyor. Doktora ayrı başhekime ayrı dava açıyor. Nerden baksan herkes hatalı."

Stresten kuruyan dudaklarımı ıslatırken "Allah bilir hangi saçmalık için kavga ettiler. Allah'ım bir şey yaptım ki kesin bunları yaşıyorum, başka açıklaması olamaz." dedim kendi kendime sızlanmaya devam ederken.

"Valla hastanın ameliyatı hala sürüyor. O döner bıçağını kim sapladı ben de merak ediyorum. Hem çok acemisin, dur daha başına neler gelecek. Daha sırada o bıçağın sana saplanması vaaaar," derken sesinde ki alayın kara mizah olduğunu farkındaydım.

Ayaklandığında ben de onunla birlikte kalkacağımda eliyle durdurdu. "Hiç iyi gözükmüyorsun. Zaten çok sakin ortam. Uyu sen, üç kişi idare ediyoruz. Bir şey olursa kaldırırız seni, hadi dinlen. Tansiyonunu ölçelim mi?" diye sorarken başımı iki yana sallayıp ikili koltuğa geçip uzandım.

"Gerek yok, uyuyamam zaten. Yoğunluk olursa haber gönder." derken başını sallayıp ardından kapıyı kapatarak çıktığında sıkıntılı bir nefes verdim. Belki daha önce başına gelenler vardı aynı ekipte çalıştıklarım arasında da ama daha çok yeniydim. Yaptığım stresin önüne geçemiyordum. Kalp atışlarım hızlıydı, elim ateşimi kontrol etmek için yanağımı gidiyordu devamlı.

Bir ruh gibi duvardaki saatte yelkovanı takip ederken gözlerim, çalan telefonumun sesi aniden biri bağırmış kadar korkuttu beni. Sinir stresimi kontrol edemediğim dönemlerde seslere karşı çok hassas olurdum.

Saatin de kaç olduğunu bilerek bismillah diyerek hafif bir telaşla telefona uzanırken ekranda gözüken Fetih yazısıyla daha da gerildim. Bu saatte aranmazdı. Bir şey mi olmuştu?

"Fetih?" diyerek telefonu açtığımda uykulu hafif kısık ve mahmur bir ses duydum.

"Nöbette oluşuna güvenerek aradım." diye bir giriş yaparken tırnaklarımı dizlerime batırıyordum.

"Bir şey mi oldu?" diye sorarken gergin bir sesle gözüm saatteydi.

"Zeliha," dediğinde yüreğim usul usul ağzıma doğru gelmeye başladı. "Seninle konuşmak istiyor." derken kaşlarım havalandı.

"Bu saatte? Ne oldu? Ona anlatmadın değil mi dün yaşananları?" derken ayaklanıp odada volta atmamak için zor tutuyordum kendimi.

"Hayır," demekle yetindi. "Ona veriyorum telefonu." dediğinde sabırla Zeliha'nın sesini duymayı bekledim.

Böyle hafif telaşlı, hafif tez canlı bir şekilde "Efsun abla." dediğinde sesi Fetih gibi uykudan yeni uyanmış gibi değildi.

"Bebeğim," derken saçma bir an aklıma geldi.

HALA BEBEĞİM DİYOR MUSUN EFSUN?

HALA MI?!

"Bir şey mi oldu?" derken stresime binen stresimle sesim toparlanmaya ihtiyacı olan bir konuma geldi. Birkaç saniye ses gelmezken onda arka taraftan gelen hafif hışırtılar telefonun kapanmadığına ikna ediyordu beni.

"Ben," dedi başta ama sonra cümlenin devamını getirmeyip "Uyumuyordun değil mi?" diye sorarken hafifçe geriye yaslandım.

"Hayır, hastanedeyim. Ne olduğunu söyleyecek misin?"

Derince nefes aldığını işittim. "Ben iki gündür çok kötü şeyler görüyorum seninle ilgili rüyamda," dediğinde kaşlarım havalandı.

"Yani bugün de biraz önce görünce aramak istedim. Nöbetçi olduğunu biliyordum, yoksa aramazdım."

Ne diyeceğimi şaşırdım. İki insan arasındaki bazı bağlar ruhlar aleminde bazı şeylere neden olurdu. Bu da onunla ilgili bir şey miydi?

"Ne gördün?" diye sordum merakla işaret parmağım alt dudağımda gezinirken.

Birkaç kez konuşacak gibi oldu ama söyleyeceği şeyler hecelerin önüne geçemedi. "Hadi Zeliha söyle. Rüyaydı. Geçti bitti."

Onun için geçmediği bariz belliyken "Ölüyordun." dediğinde kalakaldım. Çok dank diye olmuştu. Mimiklerim de beden dilim de donup kaldı. "Benim yüzümden, benim için. İkisinde de. Bana bir şey olmasın diye her seferinde. Yine o gece," dediğinde aniden duraksadı.

Tahmin ettiğim gece miydi?

Sakince müdahale etmeden onun devam etmesini bekledim. Bir süre devam edemedi, nefes alıp verdi sakin sakin. O an niyeyse gözümün önünde belirtilen görüntüsünde gözleri doluydu. Fetih yanında mıydı şu an? Değilse o mu gitmişti yoksa Zeliha mı?

"O geceyle başlıyor rüya. Sonra sen geliyorsun. Ben kaçabiliyorum ama sen iki gecedir kaçamıyorsun." diye devam ederken yutkundum ağır ağır.

Kaçamıyorum zaten Zeliha. İnan gerçekte de kaçamıyorum.

Artık şu psikolojik desteği için elimi çabuk tutmam gereken sinyalleri alırken ondan dudağımı ısırdım. "Rüyalar," diyebildim sadece. "Bilinçaltının saçma sapan oyunu. Beni tehlike de düşünüyorsun muhtemelen ama ben çok iyiyim. Normal hayatıma devam ediyorum. Seni özledim sadece. Konuşamadık iki gündür."

Onu rahatlatmaya çalışan sesim o aramadan önceki stresimi unutmuştu galiba. "Arayacaktım dün ama abim yorgun olabileceğini söyledi. Ben de uyuyorsundur belki diye rahatsız etmek istemedim. Yoksa yemin ederim arayacaktım." sesinde bariz bir mahcubiyet vardı.

Yüzümde kırık bir tebessüm oluşurken başımı koltuğa yasladım. "Beni aramaktan çekindiğin aşamayı aştık sanıyordum. Hem sen ne bakıyorsun abine? Beni aramak için dinlemen gereken tek şey paşa gönlün. Bu saatte nöbetim olmasa bile ara. Ben seninle hep konuşurum, severek isteyerek. Tamam mı?" derken yüzümdeki gülümsemeyi bozmadım. Sanki bir miktar ben de iyi hissetmiştim.Her ne kadar beni rüyasında ölü olarak gördüğünü söylese bile. Endişe edip araması o an istemsizce içimi okşadı.

"Tamam." dedi çok durmadan. "İyi misin? Nasıl geçiyor nöbetin?"

"Harika!" dedim kendi kendime göz devirerek. "Çok sakin, uzanıyordum zaten. Bu gece kimsenin gece açlığı için ya da on yıllık diz ağrısı için bizi ziyarete gelesi tutmamış. Mükemmel yani daha iyisi olamazdı."

Söylediğim şeye kıkırdarken "O zaman ben kapatayım hazır boşluk bulmuşken biraz uyu. Sonra tekrardan konuşuruz." dediğinde kendimi yatış pozisyonunda geri bıraktım.

"O zaman kapatalım asıl sen gidip uyu. Bu saatte uyuma fırsatın var ayağınla tepiyorsun şu an. Hadi uyu, abin örtsün üzerini sonra tekrar konuşuruz."

O an o görüntü de Zeliha'nın yüzünde bir gülümseme oluştu. "Tamam," dedi uslu uslu. "Dikkat et kendine." derken kendi kendime öpücük attım.

"Sen de! Hadi öptüm!" derken telefon kapadı, kulağımın üzerinde bıraktığım telefonla biraz rahatlamış bir halde gözlerimi öylece yumdum.

⏳⌛⏳

Yüzümün ısısını hala elimle kontrol ederken bu halime rağmen bile çıkmadan önce ayağıma geçirdiğim topuklu ayakkabılarımla çıkışa ilerliyordum. Gözlerim o kadar ağırlaşmıştı ki, sanki ayakta bile uyuyabilirdim.

Adımları yavaşlatan Emir'in dediğim saatte kedileri beslerken ki görüntüsü oldu. O an üzerimden öyle bir yük kalktı ki çünkü muhtemelen sürünerek dökecektim o mamayı. Dediğim kediyi de ensesinden yakalamaya alıştığı her halinden belli gibi tutup ötede beslediğinde hastane çatısı altından tamamen çıkmıştım.

Elimde tuttuğum ama henüz giymediğim ceketi sıktım. Hava buz gibiydi. Bu kadar keskin bir soğuk beklemiyordum. Elimde arabanın anahtarı varken ben ceketi giymek için hazırlanacaktım ki Emir yanıma vardı. Üzerimdeki kısa kolluydu. Hastanenin içi sıcak olunca ve daima beyaz önlük üzerimde olunca henüz daha mevsimliklere geçmemiştim. Ki mevsimlik değil direk kışlıklara geçmem lazımdı sanırım.

"Günaydın Efsun Hanım," dediğinde soğuktan yerimde hafif hafif zıplayarak çantamı ona uzattım. "Tutar mısın bir saniye?" diye sorduğumda hemen aldı elimden.

Kısa sürede daha rahat ceketi giyerken "Bu ne soğuk, ocak ayında mıyız?" derken önümü sıkıca kapatırken kıyafetime baktı.

"Burası hep böyle. Geç bile soğudu. Siz çok ince giyiniyorsunuz." dediğinde gözüm daha ötede duran ve sigarasını yakmaya çalışan ikiliye kaydı.

"Emir," dedim yorgun bir sesle onlara bakarken. "Bir kere bana eve bırakmayı teklif etmiştin hala geçerli mi?" diye sorduğumda gözlerim onu buldu. Bu sorum onu memnun etmiş olacak ki, Emir sınıfın aferin alınca çok sevinen öğrencisi gibiydi, hafifçe gülümseyip başını salladı.

Parmaklarımı ağzıma götürüp ıslık çaldığımda ileridekiler de dahil birkaç kişinin bakışları bana döndü.

Bana yönelen bakışlardan birine odaklanıp elimle yanıma çağırırken birkaç hızlı adımından sonra elimdeki anahtarı "Yakala!" diyerek tutması için düzgünce ona doğru havalandırdım.

Araba anahtarım kıvrak bir şekilde yakalanırken "Aracı eve kadar getirirsiniz. Emir bırakacak beni. " dediğimde kısa bir an gözü Emir'e kaydı ama çok geçmeden başını salladı.

Aniden gözlerimi Emir'e çevirdiğimde garip bir bakışla bana baktığını gördüm ama bu çok durmadı ve dikleşti. "Bak," dedim arabanın anahtarını attığım kişiyi kast ederken "Sadece başını salladı. Yine konuşmadı. Ay çok tuhaf ben şimdiye çatlamıştım." dediğimde elim çantama uzandı ama engel oldu.

"Buyurun Efsun Hanım." diyerek aracı gösterdiğinde tatlı tatlı ona baktım. İtiraz etmeden araca yönelirken uzaktan kumandayla aracın kapılarını açtığında o gidip arka kapıyı açmadan ben ön tarafa bindim.

Kısa sürede o da yerine geçerken, emniyet kemerimi bağlayıp başımı cama yasladım. "Uyuyakalırsam kolumdan dürt, uyanırım." diyerek iyice geriye yaslandım.

⏳⌛⏳

Derince bir nefes alıp klorak kokusunu bastıran çiçekli yer temizleyicinin kokusunu içime çekerken hissettiğim yorgunluğa rağmen gülümsedim.

Ben dağınıklığın, pasaklılığın önde gideni bayrak sallayanı sonunda evimi temizlemiştim. Geldiğimde kendimi yatağa bırakıp saatlerce uyuduktan sonra saat bir gibi uyanmış ve evi alt üst hale getirecek şekilde temizlik yapmıştım.

Kıyafetlerimi yerleştirmiş, kirli çamaşırları yıkayıp asmış, ütülenmesi gereken temizleri ayırmıştım. Mutfakta zaten doğru dürüst eşya olmadığı için beni zorlamamıştı. Yaptığım viledanın tamamen kurumasını bekliyordum katladığım halıyı serip koltukları düzeltmek için. Tezgahın üzerindeki çilekli pudinglere baktım. En azından ağzıma doğru dürüst bir şey girerdi bir iki gün.

Aniden çalan ev kapımla yine bir ses duyarlılığıyla sıçrarken parmağımı damağıma bastırdım. Kimseyi beklemiyordum. Kimse gelmeyecekti. Kimdi şimdi bu? Tedirginlikle kapıya doğru ilerlerken "Kim o?" diye seslendim ama ses çıkmadı.

Dudaklarımı sakin bir tavırla ıslatmaya çalışıp kapı deliğine yaklaşacaktım ki aklıma o deliğe şu an birinin silah dayama ihtimali geldi. Çok mu temkinliydim, yoksa deliriyor muydum?

"Kim o?" diye tekrar ederken yine ses gelmedi. Tedirginlikle içimdeki şüpheyi bırakıp çat diye, artık ölürsem de ölürdüm evimi temizlemiştim arkamdan kötü şeyler söylenecek bir şey yoktu zaten, kapı deliğinden bakarken gördüğün tanıdık simayla kaşlarım havalandı. Manyak mıydı bu? Niye benim demiyordu?

Kapıyı açarken hızlıca elindeki kutuya bakmadan gözlerine baktım direkt Fetih'in. "Niye benim demiyorsun?" derken ters ters baştan aşağı beni öyle bir süzdü ki o an çıplak mı açtım kapıyı diye bir kaldım hatta ben de üstüme baktım.

Bakmaz olaydım...

Yarı çıplak sayılırdım. Klasik temizlik kombini vardı üzerimde. Çok kısa bir şort, üzerimde sporcu atleti ama bir tık daha fazla karnım kapalıydı. İstemsizce boğazımı temizlerken gözüm ceket meket bir şey aradı. Gerilmekten çok, bu halimi unutup kapıyı dank diye açan kendimeydi öfkem.

"Seni denedim," dedi gözleri sonunda gözlerimi bulurken. "Bakalım delikten bakmadan açacak mısın açmayacak mısın?" dediğinde sevimsiz sevimsiz ona baktım.

"Bu kadın az gergin biraz daha gereyim dedin yani?"

Dudağı çok hafif kıvrılırken söylediğime cevap vermeyip "Kahve makineni getirdim." dediğinde sonunda elimdeki kutunun ne olduğuna bakabilmiştim.

Beni ölümlerden döndüren kahve makinem...

"Aaaa," dedim kısa bir an heyecanla. "Ay teşekkür ederim. Ben mi alayım, bırakacak mısın içeri?" diye sorarken adım attı eve doğru. "Kollarına bıraksam devrilirsin hala ben mi alayım diye soruyorsun." derken tam bir adım daha atacakken önüne geçtim.

"Ayakkabılarını çıkar, yeni temizledim evi."

Bir an ciddi miyim diye baktı, sanırım bunu da anladı ve zorlamadan çıkardı ayakkabılarını. "Şurası mutfak," diyerek işaret ettiğinde o önden ilerlerken "Koy kafana göre bir yere hemen geliyorum." diyerek odama yöneldim. Daha fazla bu şekilde durmamak için.

Odamın kapısını kapatırken gözüm biraz önce düzelttiğim odada gidip gelirken kapının arkasında olan erkek reyonundan aldığım evin içinde tek parça giydiğim kapşonlu sweti alırken üstüme geçirdim. Boyuna bakmak için aynanın karşısına geçerken görüntü beni tatmin etti. Aldığım büyük bedenle boyu üzerimdeki şortun iki katına denk geliyordu. Ki zaten asıl sorun şortumdan değil üstümdendi. Ev topuzumdan fırlayan tutamları kulağımın arkasına sıkıştırırken odadan ayrılıp mutfağa doğru ilerledim.

Evi iyi ki temizlemiştim. Diğer türlü Fetih'i alacağımı hiç sanmıyordum içeri. Masanın üzerine koyduğu kutunun yanından ayrılmış buzluğun üzerindeki fotoğraflara bakarken yakaladım onu. Eli bir fotoğrafın üzerindeyken henüz beni fark etmeden hangi fotoğraf olduğuna baktım.

Üniversite mezuniyetinde şu an ülkenin başka köşelerinde görev yapan arkadaşlarımla siyah beyaz birbirimize dostça sarıldığımız son fotoğraftı. Üzerimdeki elbisenin tülünü kavalyeme doğru savurmuşken beni belimden yakalamıştı. Hande Yener'in kırmızı rujlu klasik bakışını beni tutan kişiye yöneltmiştim. Ki zaten mezuniyet alanına girerken fena fenasın fena fena; bela belasın bela bela diye söylendiğimi hatırlıyordum. Diğerleriyle de anlamsız bir uyum içindeydi bu pozumuz.

Boğazımı temizleyip dikkatini çekerken ben bir telaş yapacak sandım ama eli fotoğraftan çekilmeden kapıdaki gibi beni süzdü. Gerçi telaş yapacak bir şey yoktu ortalıkta olan fotoğraflardı.

"Emir'e numaranı attım," dedi düz bir sesle. Masaya doğru yürüyüp kalçamı yasladım. "Yukarı çıkmaz da hani olur da çıkması gerekir arayıp uygun olup olmadığını soracak. Üzerine çeki düzen verirsin." dediğinde boş boş onu süzdüm.

"Hala düşünüp akıl etme yetim duruyor. Bu derece benim yerime düşünmene lüzum yok. Sağ ol yine de."

Yaptığım bariz ironiye rağmen "Ne demek." dedi.

Gözüm kutuya kayarken tam onunla ilgili bir şeyler söyleyecekken "Doktor maaşları," dediğinde garipçe ona baktım. "Dolabının tamtakır olacağı kadar düşük mü?"

Yüzüm daha garip bir hal alırken tamamen bana dönüp o da dolaba yaslandı. "Ne?" dedim tuhaf bir sesle. "Dolabıma mı baktın sen?"

Alt dudağını ıslatırken gözlerini etrafta gezdirdi. "Zeliha mı yanlış anlamış dediğin gibi, yoksa sen mi yalan söylüyorsun diye merak ettim." diye bir açıklama yaptığında avuç içlerimi masaya bastırdım.

"Aldığım maaş gayet iyi. Yalan söyleyen ben değilim, yanlış anlayan Zeliha. Dolabımda tam takır değil," dediğimde alaycı bir tavırda beni tekrar süzdü. Bundan bariz bir şekilde rahatsız oluyordum.

"Sadece aldığım şeyler dolaba koymam gereken şeyler değil." masamın altında ve üstünde olan alışveriş poşetlerine baktım.

Başını salladı. "Tabi gözüm çarptı. Çin mutfağını çok mu seviyorsun?" diye sorduğunda nuddlerdan bahsettiğini anlamıştım.

Başımı salladım. "Tabi, yarasa çorbası spesiyelim mesela. Denedin mi?"

Üzerinde beyaz gömlek ve siyah deri ceket vardı. Eli ensesine gitti. "Yaparsın bir gün, denerim." derken tekrar başımı salladım.

Bu uzadıkça daha da saçmalayan muhabbeti sona erdirirken spontene bir sessizlik oluştu aramızda. O sessizliği bozan tek şey mutfağın damlayan musluğunun sesiydi.

"O tam kapanmadı mı yoksa bozuk mu?" diye sorduğunda içli içli musluğa baktım. "Bozuk." derken omuzlarım düştü. "Musluk elimde kalacak bir gün. Zaman bulursam çağıracağım birini."

Yaslandığı yerden doğrulurken musluğa yaklaştı. Dikkatle onu izlerken eğilip baktığında eli ceketine gitti. Ceketi çıkarırken bana bakarak "Alet çantası var mı?" diye sorduğunda yok artık der gibi ona baktım.

"Yok artık. Ne anlarsın sen? Ben hallettireceğim bir ara. Boş ver sen." ceketini masanın üzerine doğru attığında ben tutacak gibi oldum ama tam isabetti.

"Alet çantası var mı Efsun?" diye tekrarladı. Yerimden doğruldum. Ciddiydi.

"Fet-" dememe kalmadan bakışlarından sınandığını belli eden bir halde "Bir kere de uzatma." dedi ciddi, tok bir seste. "Var mı yok mu?" derken bir adım attım musluğa doğru.

"Evi yeni temizledim, yanlış bir şey yaparsan ve batırırsan sana sildiririm."

Kapıyı işaret etti hadi derken. İsteksiz isteksiz odadan çıkıp sokak kapısının yanındaki kilere girerken hemen köşeye bıraktığım alet çantasını tabiri caizse sırtladım. Trendyolun indirim günlerinde manyakça önüme geleni alırken bu da araya kaynamıştı. Aynı demir pipet gibi, aynı kumandalık gibi.

Zorlanarak ağır olan, evet büyük boy almıştım bir de, alet çantasını taşırken mutfağa girdiğim gibi üzerinden gömleğin kollarını katlayan Fetih'le karşılaştım. Anlamsızca birkaç saniye duraksarken bana kaydı gözleri. İki elimle sallanırken ona doğru ilerledim, ben varmadan o ulaştı zaten. Elimden alıp ayağının dibine koyarken muslukla ilgili bir şeylerin uzandığı alt dolabı da açtı.

Yere çöküp ilk kez baktığım alet çantasını açarken ben "Anahtarı ver bakayım bana," derken ikili raf gibi olan çantaya baktım boş boş. Sonra da ameliyatta hemşireye elini uzatan doktorlar gibi bana elini uzatan Fetih'e.

"Hangisi anahtar?" diye sorduğumda dikkatli bakışları hayretle beni buldu.

"Nee?" dedim anında. "Oradan biliyor gibi mi duruyorum? Tornavida hariç hiçbir şeyi bilmiyorum." derken omuzları düştü, söylediği şeyi kendi eğilip aldı.

Dikkatlice onu izlerken o da dikkatle muslukla ilgileniyordu. Sanki devlet meselesiymiş gibi konu; ciddi, dikkatli ve put gibiydi yüzü.

"Neyi var musluğumun?" diye sordum gözlerimi kısarken yaptığı şeyi anlamaya çalışıp. O bahsettiği anahtarla bir şeyi çevirirken tamamen bakışlarını ondan almadan bana üstten bir bakış attı. Ben hala bağdaş kurmuş bir şekilde alet çantasının yanında oturmuştum.

"Üç günlük ömrü kalmış," dedi gıcık gıcık. "Nasıl bitirdin sen o fakülteyi, müdahale etmemişsin musluğuna."

Samimiyetsiz bir şekilde gülerken "Senin zarar verdiklerinden sıra gelmediyse demek." dedim hiç düşünmeden. Ters bir bakış savurdu bana. Şu an ağzında bir kulağının arkasında bir sigara olsa tam olarak klasik bir görüntüye ulaşacaktı. Evet evet tek eksik sigarasıydı.

"Tornavida, yıldızı ver." derken söylediğime cevap vermeyip kolaylıkla buldum dediği şeyi.

Eline hafifçe gaza gelerek vurup koyduğumda kollarının gerileceği kadar sıkarak yaptı yapacağı şeyi. O an istemsizce aklıma gelen görüntüyle tüylerimin diken diken olduğunu hissettim.

Babam da ne zaman bir yeri tamir etse alet çantasının önünde oturur ona istediği şeyleri uzatırdım. O zaman çok daha aşinaydım bu aletlere ama çok zaman olmuştu. Unutmuştum. İstemsizce aklıma düşen birkaç anıyla dudaklarım kıvrılırken Fetih aniden bana öyle bir dönüş yaptı ki o gülüşümü bu bakışla irkilerek bozdum.

"Ne oldu?" dedi muhtemelen yakaladığı mimiğimle.

Boğazımı temizleyip başımı iki yana salladım telaşla. "Eeee," diye geveledim. "Bir şey yok, aklıma bir şeyler geldi aniden. Devam et sen." eğer kurcalarsa beni gerecek olan konuşmayı hiç uzatmadan önüne döndü.

Geçen dakikaların ardından yanaklarımı yasladığım avuçlarımda oflarken "Yapamıyorsun, iyice bozdun. Eski haline getirip bırak artık." derken musluğumun son hali içimi sızlattı.

Klasik Türk erkeği kaprisiydi bu. Asla inanmazlardı tamir edemeyecekleri bir şey olduğuna. Annemin babamın daha çok bozduğu şeylere geçirdiği krizleri ve babamın bir şey olmamış, sanki o yapmamış gibi davrandığını hayal meyal hatırlıyorum.

Giriş; saçmalama Sevil, ben varken tamirci mi çağıracaksın?

Gelişme; Yok yok daha fazla bozmadım oluyor sabret

Sonuç; Amma abarttın Sevil, sanki ben bozdum! Ne olacak çağırırız bilen birini halleder.

"Sabret," dedi Fetih yaptığı şeye devam ederken "Olacak." başımı omzuma doğru yatırıp alt dudağımı dişlerken "Şunu tutsana bir," diyerek bana belli bir bölgeyi gösterdiğinde isteksizce ayaklandım. Beceremiyordu. Belliydi.

"Nereyi?" diye sorarken elinin altındaki yeri bastırdı. "Sakın oynatma, sakın. Yapabilir misin?"

Umursamaz bir şekilde başımı sallayıp dediği yere elimi bastırdığımda geri çekilip bir parçayı tornavidayla başka bir parçayla birleştirmeye çalışırken "İnşallah tanıdığın iyi bir tamirci vardır. Çünkü fena bozdun gibi hissediyorum." derken en azından biraz önce bir bütün olan ama şu an parçalarına ayrılmış musluğa baktım.

"Durmadan şikayet ediyorsun bir şeylerden." derken bana bakmadan ben onu izliyordum.

"Ne alaka?" dedim bunun böyle olduğunu ben de bilerek. Evet öyleydi. Mızmız bir tarafım vardı. Devamlı muhalefet olan.

"Bence gayet uzlaşmacı bir insanım. Çokta uysal, aynı zamanda anlayışlı." diyerek yanımdan bile geçmeyen özellikleri sıralarken ben ukalaca onun bakışları üstten üstten beni buldu.

"Hırçınlığın, öfkemle yarışır."

Ama işte bu kıyası kabul edemezdim. Hayretle karşı çıkmaya kalkacakken ben bir şey yaptım. Bana tane tane söyleyip, hatta emin olmak için sorduğu şeyi yapamadım. O tutmam gereken yeri sabit bırakamadım. Her şey saliseler içinde oldu.

Elime aniden fışkıran suyla korkuyla bağırırken o su elime de çarparak fıskiyeler gibi bütün mutfağı sularken bir taraftan yüzüme bir taraftan Fetih'in yüzüne gelen suya elimi bastırdım belki durur diye. Ama o an mantıklı düşünüp bunun daha da kötüleştireceğini düşünemedim, "Fetih!" diye bağırdım. Dirseğimi yüzümü korumak için kendime siper ederken "Bir şey yap!" derken

"Bırak şu musluğu?!" dedi o da kısa sürede sırılsıklam olmuş bir halde. O an duyup da idrak edemezken "Fetih, hadi kapat şunu bir şey yap!" demeye devam ettim. Hala gelen suyu elimle kapatmaya çalışıyordum ki Fetih'in öfkeli sesi evde yankılandı.

"EFSUN!" diye bağırdığında aninden yerimden sıçradım. "Niye vuruyorsun fışkıran suyun üzerine?! Çek şu elini! Çek!" diye devam ettiğinde suyun daha da kötü yayılmasına engel olan şeyi fark edip elimi anında çektim. Yüzümden şapır şupur akan suyla Fetih'e baktığımda beyaz gömleği tamamen üzerine yapışmış sırılsıklam olmuştu. Suyun ona gelmesini konumunu değiştirerek engellemeye çalışırken başarılı olamıyordu.

Kulağına dayadığı telefona "Emir, Efsun'un vanasını kapat! Acele et!" diye bağırdı ökeyle. Alnındaki suyu elinin tersiyle alırken ben bir şeyler yapmaya yeltenecekken "Sakın!" diye bağırdığı kişi ben oldum tekrar, geri çekildim usul usul hemen.

Birkaç saniye içinde akan su önce miktarını azaltıp sonra tamamen kapandığında nefes nefese burnumu çekerek Fetih'e baktım. O kadar sinirlenmişti ki saniyeler içinde. "Sana tutabilir misin diye sordum." dedi daha çok küfreder gibi. Yerlere baktım ağlamaya başlayacak bir tavırda.

"Yeni temizlemiştim ben evi!" diye hırçınca sesimi yükselttiğimde "Evini siksinler senin Efsun!" dedi öfkeyle.

"Hala evim diyor! Hala!" diye devam etti üstüne bakarak.

Yanaklarımın içini ısırırken ona baktım. "Ben sana bırak yapma dedim değil mi?! Ben sana bırak yapma dedim! Evin haline bak, mutfağın haline bak! Üstümün haline bak!"

Su fışkıran yeri işaret etti. "Alt tarafı tutacaktın! Hala konuşuyorsun!" diye haksız öfkesini benden çıkarmaya devam etti.

"Allah'ım," dedim isyan eder gibi ayağımın altındaki suya hafifçe ayağımı vurdum. "Göl oldu mutfağım. Şu halimize bak!" diyerek önce kendi üstüme sonra Fetih'e baktım.

Ben ne kadar isyankarsam o da o kadar öfkeliydi. Eli gömleğinin düğmelerine gittiğinde geri çekildim. "Banyo karşı tarafta," derken yüzüm sirke satıyordu.

"Havlu vereyim kurula kendini," derken artık ağlasam bile bir işe yaramayacağını farkında olarak harekete geçtim. "Ben de değiştireyim üstümü. Sana giyecek bir şey bulayım. Yani bu soğukta bu şekilde seni evimden çıkarmak var ama hasta olsan gelip bana tedavi ettirirsin kendini." diye söylenmeye devam ederken gömleğinin ön tarafını tamamen açmıştı.

"Dolabından ne ayarlayabilirsin, boş boş konuşuyorsun?" diye sorduğunda ağzına kürekle vurasım geldi. Sesi nasıl sinirliydi, sanki her şeyin sorumlusu benmişim gibi.

"Büstiyer vereceğim Fetih. Ya da özellikle istediğin bir parça var mı?" derken peşimden gelmiş benimle beraber kapının önünde durmuştu.

Gözlerim kısa bir an açtığı önüne kaydı ama bakışlarım anında gözlerine çıktı yine. Elin adamıyla şu olduğum saçma konuma daha sonra hayret edebilirdim. Şimdi sırası değildi.

"Ben sinirliyken daha fazla saçmalıyorsun." derken elini kapı pervasına yasladı.

Bakışlarım onu buldu, içim içimi kemirdi ama hiç laf yetiştirmeye çalışmadım. "Laf yarıştırmayacağım seninle. Dolabımda erkek reyonundan tişört var birkaç tane. Biriyle idare et. Sweet versem giyecek gibi durmuyorsun hiç."

Kaşları havalandı dilini ağzının içinde çevirdi. "Kimin tişörtünü vereceksin bana?" derken sinirli sesine bir de gergin bir ton eklendi.

"Benim?" dedim garipçe bunu dile getirmedim mi zaten diye düşünürken.

"Erkek tişörtü dedin?" diye sorgulamaya devam ettim.

"Evet," derken başımı hafifçe sağa yatırdım. "Erkek reyonundan kadınlara satış yok mu? Hem merak etme sevgilimin tişörtlerini tanımadığım bir adama vermezdim öyle bir şey olsaydı."

Eğilip panduflarımı çıkardığımda kuru olan ayaklarımla çıktım mutfaktan hemen karşıdaki banyonun kapısını açtım.

Ondan cevap beklemedim ama sesini duyduğumda duraksadım. "Sevgilin olsaydı zaten evinde bir adam olmazdı," derken üstünü işaret etti. "Bu halde üstelik."

Konuştuktan hemen sonra banyo için mutfaktan çıkacaktı ki elimle telaşla durdurdum. "Dur bekle! Çıkar çoraplarını terlik getireyim. Ayak izi çıkmasın daha yeni sildim, daha fazla batırma evimi. " derken aceleyle sokak kapısının yanındaki beyaz dolabı açtım. Ama bir sorunumuz vardı. Terlik yoktu. Panduf vardı. Önünde civciv olan. Hiç giymediğim, evet bu da trendyoldan.

Alt dudağımı dişlerimin arasına alırken el mahkum onlara uzandım. Islak saçlarımı geriye doğru yatırırken çekinerek Fetih'e ilerleyip, dediğimi yapıp çoraplarını çıkarmış Fetih'in önüne koydum. Başını önündeki panduflara indirirken mimiklerini kaçırmamak için yüzüne bakıyordum.

Önce bir algılayamadı sanki, sonra gözleri açıldı. "Bu ne lan?" diye ilk tepki verdiğinde dudaklarımı öne doğru hafifçe büzerken eee'ledim.

"Terlik yok. Sadece bu var. Hadi bir şey olmaz. Geç banyoya ayaklarını kurulayınca çıkarırsın."

Normalleştirerek söylediğim şeylerle aynı mimiklerle bana döndü. "Saçma sapan konuşma." diyerek mutfaktan çıkmak için adım attı ama anında önüne geçtim. "Hayır diyorum Fetih!" dedim.

Ben ne zahmetle temizlemiştim. O yorgunlukla... Fetih'te hiç gocunmadan içine ediyordu. "Efsun çekil önümden, uzattığın şeye bak. Alay mı ediyorsun benimle?" dediğinde başımı iki yana salladım.

"Ay ne abarttın? Kim görüyor? Sanki giy de bir markete git gel dedim. Karizman çizilmez merak etme. Hadi ba-"

O an beni aniden belimden sağa çekip yolu açarak tek bir adımda kendini banyoya attığında gözlerim ani refleksiyle irice açıldı. Hol çokta dar değildi. En azından tek adımla aşılacak gibi değildi. Ta ki bu harekete kadar. Kollarını iki yana açarak "Oldu mu?" diye sorduğunda aynı ayak izinin banyo fayansı için de geçerli olduğunu söylemeye cesaret edemedim.

"Giysen ölürdün." derken banyoya girip dolaptan temiz havlu çıkarıp ona uzattım. "Kurula kendini, gömleğini falan da koy düzgünce bir yere, belki yıkarım bir ara. Ben üzerimi değiştiriyorum. Kurulanınca seslenirsin bana, hangi tişört olur bak giy birini."

Elimden havluyu aldığı gibi kendi saç havlumu alıp çıktım banyodan. Kendi odama girdiğim gibi üzerimdekilerden kurtulup önce altıma siyah dizimin hemen altında bir tayt üstüne de açık mavi kaçlarımın altına kadar inen sweete giyerken ıslakları sandalyenin başlığına bırakıp dolaba yöneldim.

Bahsettiğim beş tişörtten diğerlerine göre daha büyük olan üçünü alıp yatağıma bıraktığımda saçlarımı tokadan kurtarıp önümde tutamlarını hacimlendirerek havluya sardım. Kapının ardından "Giyindin mi?" sorusunu duyduğumda cevap vermeden kapıyı araladım ama üst tarafından tamamen kurtulmuş bir Fetih beklemiyordum. Direkt görüş alanıma düşen vücuduyla ne yapacağımı şaşırırken gözlerimi kaçırıp kapının önünden çekildim.

Tatile gitsem bütün erkeklerin denizde dolaştığı biçimdi ama gerilmemin sebebi muhtemelen evde tek olmamızdı. Yutkunarak öyle odada bir şeylere uğraşmaya çalışırken "Bak hangisi olursa giy." diyerek yatağımı işaret ettim ona bakmadan.

Elim ensemde onun yüzüne bakmadan sadece ellerini takip ederken öyle de çok durmayıp çoraplarımın olduğu yere yöneldim. "Sen şimdi babet çorapta giymezsin." dedim burun kıvırarak. Daha normal siyah çorap ararken. Küçük gelecekti her türlü ama idare etmek zorundaydı.

"Her şeyin antika," dedi ters ters.

"Sıradanlık sevmiyorum." dedim alayla.

"Belli," dedi anında. "Yüzünden bile belli." diye eklerken kaşlarım havalandı. Başımı geriye doğru atıp ona baktım.

"O ne demek şimdi?" dedim ters ters.

Alt dudağını ıslattı ağır ağır cevap vermemeyi tercih etti. "Aman çili olmayan da uzanamadığı çile dil atar olmuş, aman!"

Etrafta dolaşan bakışları beni bulduğunda önüme döndüm.

Aman yaşım olmuş yirmi beş hala çillerime laf ediliyor aman!

Aman, aman, aman!

"Kötü bir şey söylediğime o kadar eminsin yani?" Elimdeki çorapla ona dönerken, fazlasıyla açık olan mavi tişörtü giymişti. Uzaktan ilk bakıldığında beyaz bile denirdi. Bol değildi ama rahatsız edecek bir darlığı da yoktu.

"İyi bir şey söyledin yani?" diye sorarken sol kaşım havalanmıştı.

Başını iki yana salladı. "Öyle bir şey söylemedim." diyerek laf cambazlığı yapacağının sinyallerini verirken konuyu hiç uzatmadım.

Aman, çillerim anormalmiş aman!

"Tişörtümü ödünç veriyorum." derken çorabı ona uzattım. "Çorap kalabilir."

Tişörtün yakasını düzeltirken elimdeki çorabı alıp yatağıma oturdu. "Gömleği emanet bırakıyorum," dedi gıcık gıcık. "Çorap kalabilir."

Burun kıvırdım. "Yıkamam zaten çoraplarını atarım muhtemelen."

Giydiği çoraplar tahmin ettiğimden daha normal dururken avuç içlerini yatağa bastırdı. "Kalk," dedim ters. "Mutfak temizlenecek daha kalk."

Başını tereddütsüzce iki yana salladı. "Temizle sen, merak etme ben bekliyorum. Kendi evim gibi davranırım, için rahat olsun."

Ciddi mi diye baktım ve bakışları odamda gezinmeye başladı.

"Fetih bunun anlaşmasını yapmıştık, evi yeni temizledim batarsa sana temizletirim dedim." derken başını salladı.

"Dedin ama ben tamam demedim. Kendi kendine söyledin."

Dudaklarım hırsla açıldı. "Şimdi sen oturacaksın ve ben senin yaptığın haltı temizleyeceğim öyle mi? Pardon mantıklı bir açıklaman var mı bu saçmalığa? Erkek adam falan deme, ağzının ortasına vururum."

Yüzü hafifçe buruştu. "Of," dedi içli bir şekilde. "Feminizmden mi gireceksin?"

Alayla güldüm. "Feminizm mi? Oradan senin cinsini kendi cinsimle bir tutuyor gibi mi duruyorum?" dediğimde kaşlarım havalandı.

"Yallah," dedim çirkefleşerek. "Avrupa'ya. Bu kadar vasıfsız olup bir de bizimle bir olmayı bekliyorsunuz. Hadi Fetih, kalk mutfak temizlenecek!"

⏳⌛⏳

Düzelen musluk, evet yapmıştı, musluğu yaptığı için kurtulduğu yer temizliği ve benim yanlış hesaplamayla mutfağın orta yerinde kalan bedenim. Basmadan nasıl çıkacağımı düşünürken aklıma gelen tek çareyle mutfak masasının sandalyesini çıktığımda Fetih kaşlarını çatarak bana bakıyordu.

"Ne yapıyorsun sen?" diye sorduğunda elimle çekil der gibi bir hareket yaptım.

"Kaçıl, atlayacağım."

Yaslandığı kapı pervazından doğruldu "Saçmalama in aşağı." Tek bir hamleyle onu dinlemeden kendimi mutfak dışına atarken, zaten düşeceğimi hesaba katarak yapmıştım bunu, beni son saniye belimden yakaladı. Düşeceğim hali ayarlamıştım. Sadece dizlerim ağrıyacaktı. Elini karnıma bastırırken ona tutundum.

Yüzüme doğru derin bir nefes alıp verdi, gözlerini yumup açtı ağırca. "Belasın." dedi üstten altta kalan yüzüme bakarak. Geri çekilip içeriye doğru, Fetih'e düzelttirdiğim, ilerledim o da peşimden gelirken. Bütün uzatmaları oynamış sonunda başından beri olması gereken konuşmaya başlayacaktık.

Daha fazla kaçamazdım. Elimdeki bütün uzatma dakikalarını kullanmıştım.

Ben konuşmadan o hiç beklemediğim bir soruyu yöneltti bana "Dün niye kan aldılar senden?" bunu ben mi söyledim birine diye kısa bir an düşündüm ama aklıma herhangi bir an gelmedi.

"Sen nereden biliyorsun bunu?"

Tuhaf bir bakışla gözlerini üzerimde dolaştırdığında "Yanında istediğin kişi söyledi."

Emir'in de haberi yoktu ki?

Var mıydı?

Aklıma dün nöbet çıkışı ceketimi dışarıda giyişim geldi çok geçmeden. Pamuk koluma sabitlendiği için koparmamıştım, eve gelince anca dikkatimi çekmişti. Muhtemelen o an görmüştü, aklıma başka bir şey gelmiyordu.

"Emir sana her şeyi söylüyor mu böyle?" diye sorarken garip bir şeye gülüyormuşum gibi dudaklarım hafifçe kıvrılmıştı. Aynı ifade onda da oluştu.

"Aldığın nefese kadar." diyerek bana hiç beklemediğim bir cevap verdi ukala bir sesle. Umarım Emir konusunda hata yapmıyordum.

Göz kırpıp "Niye kan alındı?" diye sorusunu tekrarlarken temizlikle ara verdiğim tedirginlik bana oradan tekrar el salladı.

"Müdahale ettiğim hastanın kanı gözüme sıçradı. HIV ya da hepatit virüsü taşıyor olabilir. O da bulaşıcı, o yüzden hastadan hem de önlem amaçlı benden kan aldılar."

O yüzünde biraz önceden kalan hafif ukala tavır dağılırken "Taşıyorsa?" diye bu ihtimali aldı getirdi önüme koydu. Dudaklarımı birbirine bastırdım. İçimdeki gerginlik yüzüme yansımasın diye gülümsemeye çalıştım.

"Çok yüksek bana bulaşma ihtimali."

Yayıldığı koltukta hafifçe duruşunu düzeltti, "Tedavisi?" diyerek tek kelimelik sorularına devam etti. Fark etmeden bir tırnağımı başka bir tırnağımın etiyle birleştiği yere saplıyordum.

"Yok, net bir tedavisi yok. Hastalıkla yaşamayı öğreniyorsun, ilerlememesi için önlem alabiliyoruz sadece."

Ayağı aniden yerde ritim tutmaya başlamışken "Neden önlem almadın müdahale ederken?" diye sorduğunda sanki her an azarlayacak gibiydi.

"Acil müdahalede gözlük takmaya zaman olmaz. Hastanın bilinci açılınca atak geçirdi, o bıçağı da orada görünce bilinç dışı çıkarmaya yeltendi. Ona engel olmaya çalıştım ama yapamadım. Kanamayı durduruyordu, üstelik herhangi bir kesiğinde fışkırır türde akan bir damarın kanamasını. Direkt gözüme geldi. Yapabileceğim bir şey yoktu."

Son cümlem hoşuna gitmemiş olacak ki elini hadi ya ya da bir git işine der gibi salladı. "Önlem alma bilinci yok sende. Kendi canını kurtarmadan başkasının canını kurtaramazsın."

Derince bir nefes alıp başımı iki yana sallayıp başka yöne çevirdim. Belliydi konuyu yavaştan açıyordu, bu cümleyi kurarken aklından ne geçirdiğini farkındaydım. Cevap vermediğimi görünce "Ne zaman çıkacak sonuçlar?" diye sordu bu kez. Ellerime bakarken boş boş "Yarına kadar diye umut ediyorum."

Aramızda bir an sessizlik oluşacak sandım ama aniden "Kasma bu kadar kendini!" diye çıkıştı bana. Anlamaz bakışlarım onu bulurken sorar gibi gözlerine baktım.

"Karşımda rahat gibi davranmana gerek yok. Ciddi bir şey var ortada bu kadın da ne korkakmış demem merak etme."

Ne diyeceğimi şaşırdım o an. Kalakaldım. "İyiyim kasmıyorum." diyerek savunmaya geçtim kendimi. "Her sağlık personelinin başına gelebilir. Kasmıyorum, soğuk kanlı davranıyorum. Yanlış anlamışsın."

Her söylediğimi tiye alır mimikler sergilerken "Nasıl bulaşıcı, neyle bulaşıyor?" diye devam etti sorgulayışına.

"Merak etme," dedim bu sefer gerçekten rahat bir sesle. "Solunum yoluyla bulaşsaydı seni eve almazdım."

"Tüh," dedi benim rahatlığıma aynı şekilde karşılık verirken "biraz önce aynı bardaktan su içtik."

Ağır ağır dudaklarımı ıslatırken odak noktası kısa bir an kaydı. "Ben senin bardağından değil sen benim bardağımdan içtin. Hem yine merak etme salya yoluyla da bulaşmıyor. Kontrol bende rahat ol sen."

Saçlarını dağınık bir şekilde geriye atarken "E neyden bulaşıyor o zaman bu kan dışında?"

Onda olan bakışlarım dondu. Haydaaa çekmemek için zor tuttum kendimi. Birkaç kez ağzım açıldı kapandı falan ama konuşmadım.

Ben nasıl sevişerek demeden, sevişerek bulaştığını söyleyeceğim?

"Boş ver ya," dedim açacak konu bulmaya çalışırken. "Bulaşmaz yani sana sen merak etme. Endişen olmasın."

"Onu anladım zaten," dedi bastırarak "Ama merak ediyorum. Nasıl bulaşıyor kızım söylesene."

"Ay Fetih," dedim gerilmiş bir sesle. "Ne yapacaksın nasıl bulaştığını? Bunu mu konuşacağız?"

Tıpta ayıp olmaz kuralı nasıl bozulur, nasıl ayaklar altına alınır oynat bakalım!

Benim bu tavrımla gözlerini kıstı bir şeyleri anlamak ister gibi gözümün içine içine baktı. Sonra aniden başını hafifçe geriye doğru atarak "Hııı," tarzında garip bir ses çıkardı. Ne hıı? Gülecek gibi oldu ama ben de yanlış anlamış olabilirim. "Tamam," dedi garipçe baş parmağını alt dudağında gezdirerek bana baktı.

"Anladım. Bulaşmaz o zaman."

O an boş bir anıma gelecekte ay ne anladın diye sinirlenecektim ama dizginledim kendimi. O tırnağım etimle tırnağım arasına girmek için daha çok çabaladı. Yanaklarımda bir iğnelenme hissettim, alt dudağımı dişlerimin arasında sıkıştırıp sıkıştırıp bıraktım. Keşke daha ince bir şey giyseydim, ev zaten sıcaktı.

Onun bana baktığı anlarda ben ona bakmıyor, benim ona baktığım anlarda o bana bakmayı sürdürüyorken böyle nefes seslerimizin battığı anda konuyu en iyi ve en mantıklı şekilde kapattım.

"Zeliha nasıl?" diye sordum. Bacaklarımı kendime çekip koltuk üzerinde bağdaş kurarken ağrıyan sırtımı iyice geriye yasladım. Bu sorumla gözlerini kaçırıp karşıda kapalı olan televizyona baktı.

"Ruh gibi." cevabını beklemediğimden omuzlarım usulca düştü. O kadar mı kötüydü?

"Dün ne söyledi sana?" derken gölge düşmüş gözlerini bana çevirdi tekrar.

"Yanındaydın ilk aradığında?"

Kolunu koltuğun köşesine atarken çenesinde gezindi parmak uçları. "Telefonu uzattıktan sonra uzaklaştı yanımdan."

Bu tavrının sebebinin gerçekten Fetih'in yanında konuşmamak için mi olduğunu yoksa anlattığı şeyle mi ilgili olduğunu anlamak için "Aranız mı bozuk?" diye ağzını aramaya giriştim. Alt dudağının hafifçe ezdi dişlerinin arasında başını iki yana sallarken.

"Hayır, kötü olan da tam olarak bu." gözlerim devam etmesi için daha fazla gözlerine tutunurken derin bir nefes aldı. Vücut hatlarını belli eden tişörtümde göğsü kapardı. Verişi alışı kadar heybetli olmadı.

"Aramız bozuk olduğundan bana uzak değil. Tavrı genel. Doğru dürüst konuşmuyor, çok zorlamadığım sürece adam akıllı yemek yemiyor. Gündüzleri uyuyor, geceleri de huzursuz geçiyor. Gözümün önünde eriyor, herkese nasılsa bana da aynı. Fazladan gösterdiği tepki olmayınca düzeltebileceğim bir şey bırakmıyor bana. Aralık kapısı yok. Ne kadar canlandırmaya çalışsam o kadar mesafe katıyor araya. Sinirli değil bana, öfkeli değil, kızgın da değil. Uzak sadece, bir gece gördüğü rüyayı bana değil de seni arayıp anlatacak kadar uzak. Elimden hiçbir şey gelmiyor."

Sesi, o kadar düz ve hiçbir duyguyu barındırmıyordu ki ne hissettiğini anlamam imkansızdı. Gözleri de aynı şekilde. Üzüldüğünü sadece laflarından anlıyordum. Üzülmeliydi de, kendi elleriyle yalnız bıraktığı kardeşi ona değil de zamana rağmen bir yabancıya anlatıyordu onu mahveden şeyi.

Yanaklarımın içini ısırıp ellerimi bacaklarımın ortasında bağlayıp bıraktım. "Konuştum bu sabah İzmir'deki hocamla. Biriyle konuşacak. Burada kliniği. Eşini tanıyorum ama kendisini tanımıyorum. Ünlü bir kalp cerrahının karısı. Geri dönüş bekliyorum. Haber gelir gelmez gideceğiz, kafasında şu an nasıl şeyler dönüyor tahmin bile edemeyiz. Bu tavırları çok normal, o evde olması çok yanlış diğer taraftan. Her şey üst üste geldi. Sana yakın olmasını bekleme."

Eli sanırım onun en çok kullandığı beden dili olan ensesine gitti. "Ne zaman geri dönüş yaparlar? Çok uzun sürer mi?"

Başımı iki yana salladım. "Sanmıyorum. Bugün yarın ararlar beni. Randevunun da geç olacağını zannetmiyorum. En yakın zaman da başlar tedavisi." tam o an aklıma gelen şeyle "Bu arada," diyerek daha fazla dikkatini çektim.

"Senin için de randevu alacaktım ama söylemeden hadsizlik yapmak istemedim." diyerek ondan onay beklerken kaşları havalandı ve konuştu.

"Af buyur?!"

Gözlerimi devirdim. "Buyurayım," derken bacaklarımı çözüp aşağıya sarkıttım. "Eğer hocamın söylediği gibi çok iyi bir psikologsa Aydan Hanım kendini de aradan çıkar."

Dudakları kıvrıldı ama kıvrılan boşluklara sinir doluştuğunu görebiliyordum.

Fetih Karadere baştan aşağı öfke ve sinirden oluşuyordu. Başka hiçbir şey yoktu. Hiçbir şey.

Ensesinden olan eli oradan ayrıldı; o kıvrımı bozmadan elinin hafifçe yumruk olduğunu gördüm ama kısa sürede çözülüp başını kaşıdı hafifçe.

"Hangi açıdan aradan çıkarayım kendimi?"

Ne olduğunu çok iyi anlasa da benden çıkarmaya çalışıyordu.

"Ciddi bir öfke kontrolsüzlüğü ve şiddet meyili var. Yanlış anlama bu çok normal bir şey. Anormale ancak sen tedaviyi reddedersen dönüşür. Şu an da büyük sorunlara sebep olmuyor olabilir ama daha da önemlisi ilerisi. Tamamen bir sağlıkçı gözüyle bakıyorum olaya. Bir tek Zeliha'ya karşı kendini kontrol ediyorsun. Çok gençsin, ileride eşine yazık. Kimse kızını dönüp dolaşıp her an sinirini ondan çıkaracak, öfke patlamasına maruz bırakacak bir adam için büyütmüyor."

Bu sabah hocamla konuşurken ciddi ciddi düşündüğüm bir ihtimaldi bu. Zeliha kadar onun da ihtiyacı vardı bu tarz bir desteğe. Ben bile daha çok yeni tanımama rağmen bazen bir bakışından, bir lafından, bir hareketinden kısa anlarda irkilebiliyordum.

Başını tavana doğru kaldırıp yüzündeki gülümsemeyi genişletti. "Bütün derdimiz bitti benim ilerideki karımı mı konuşacağız şimdi?"

Başımı iki yana salladım. "Ben her an kadın yararına düşünürüm Fetih. Karını konuşmayacağız. Sadece ben bir kadın olarak ileride başka bir kadının saçma sapan bir şeyin arasında kalmasını istemem. Netice de Zeliha'da bir kadın ve ben bunları bir kadının geleceği için göze aldım. Umurumda değil diğer türlüsü. Gerçekten bir sağlıkçı gözüyle bakıyorum. Ama benim alanım olmadığı için seni sevk ediyorum gibi düşün, çok sık yaptığımız bir şey bu. Yoksa bugün varım yarın yokum ben. En fazla iki kişiyi daha önümde öldürecek gibi döversin. En fazla gözümün önünde iki kere daha kriz geçirirsin. Ama işte biliyorum ki zamanı gelince hemcinsim seni bir psikologa yönlendireceğine kendini rehabilitasyon merkezine dönüştürür."

Ona yaptığım muamele hiç hoşuna gitmemiş olacak ki koltuğun kenarında ritim tutan parmaklarını izliyordu ki susar susmaz keskin bir şekilde bana döndüğünde biraz önce bahsettiğim irkilme oldu.

"Ya sen?" diye sorduğunda sesinde kendine yedirememenin hırsı vardı. Farkındaydım. Ha bir de ben çok sakin ve yumuşak bir sesle konuşuyordum ona bunları söylerken. Bu da onu ister istemez germiş olabilirdi.

"Ben bunları durup dururken paşa gönlüm sıkıldığı için yaptım değil mi?" diyerek konuyu başından olması gerektiği gibi düne getirdi. Oklar hedef değiştirdi. Çemberin ortasına ben geçtim bu kez. Yargı sırası ondaydı. Üstelik onun elinde daha kanıtlanabilir cümleler vardı.

"Mesela ben seni sanki bin kere uyarmadım." derken sakin sesinin altında fokur fokur kaynayan ateşi görüyordum.

"Ben o aşağıdakini bin kere uyarmadım ya da." diye devam ettiğinde henüz gözlerimi kaçıracak kadar cesaretim dikliğim kırılmamış, yaptığım hatalar sırtıma binmemişti.

"Sana o yoldan dön ben getiririm o makineyi demedim."

Alt dudağımı canımı acıtacak kadar dişledim. "Kahve getireyim ister misin, o kahve makinesiyle yapıp? Haklı olduğun yerleri daha çok vurgu yaparsın. Güzel ironi olur. Gözümün içine bakarak içersin her yudumu?"

Haklı oluşuna rağmen bir türlü altta kalmak istemeyen benliğim dilime vuruyordu ve dilimin kemiği hiç yoktu.

"Onu da içeriz," dedi ellerini iki yana açarak. "Acelemiz ne? Elbet içeriz. Uğruna ölümden döndüğün makineden içmeyeceksen ne anlamı var zıkkımlanmanın?"

Gözlerimi etrafta gezdirirken avuçlarımı koltuğa bastırdım. "Sana defalarca kez demedim o yoldan dön diye." diyerek devam etti.

"Efsun dikkat et, inada bindirme başına bir şey gelirse anlayacaksın yoksa da demedim."

Elim alnımda gezinirken ona bakmamayı sürdürsem de gittikçe sertleşen sesini pür dikkat dinliyordum.

"O kadar olaydan sonra kendi canını siklemeyip hala Emir diye sızlanman ya? Ben onu öldürmezdim ama onlar seni öldürürlerdi. Bunu anladın mı artık? Aldı mı o beynin?"

Gözlerim onu bulduğunda "Aldı diyelim," diye istemsizce çıkıştım. "Alsa ne olacak? Nereye kadar? Tamam farkındayım artık her şeyi, aşağıdakiler olmadan hiçbir yere gitmeyeceğim. Buna da tamam. Ya sonra Fetih? Bana diyebiliyor musun Efsun bu kadar süre dayan, bu zaman kadar sık dişini diye?"

Başını hırsla iki yana salladı. "Biz şu an bundan mı bahsediyoruz? Mevzu bahis bu mu?"

Elimin tersini dizime geçirirken "Bu!" diye çıkıştım kontrolsüzce. Fetih bilmiyordu ki içimde bir taraf çok doluydu. İçimde bir taraf çok korkuyordu. İçimde bir taraf yiyip bitiriyordu beni.

"Bu başka ne olacak? Bana bir çözüm yoluyla gelmiyorsun ki. Ne zaman duracak bu adamlar? Ne olunca pes edecekler? Bana bunları söyle ki ben de harfi harfine o zamana kadar ne diyorsan yapayım."

Sorduğum bu soruyla gözlerini kıstı, sanki içinden cevabını verdi. Susarak birbirimizden bir tepki beklerken o aklından geçen cevabın olabileceği bir ihtimal kolumu kanadımı kaktüse yatırıyordu sanki.

Geriye yaslandım. Başımı salladım.

"Ben ölünce." dedim geriye yaslanırken, kirpiklerime kadar beni titreten bir gülümseme genişledi yüzümde. "Beni öldürdükleri zaman değil mi? Bunu geciktiriyoruz? Durmayacaklar, sen bunu ileri tarihe alıyorsun. Ne zaman ki becerdiler bitecek her şey. O-"

"Olmayacak öyle bir şey." beni bölüşü tahmin ettiğim kadar sert olmamıştı. Eğer ki bunu hayatımdan olan bir insandan duysaydım sesi inanabileceğim kadar netti. Ama benim şimdi buna inanabileceğim hiçbir şey yoktu elimde.

"Olacak." dedim başıma bir ağrı içime de bir korku girerken. "Olacak. Yapacaklar. O geceden beri neler neler düşünüyorum biliyor musun?" derken o gece ki kendimle olan çatışmamı şimdi Fetih'e açacağımı hiç düşünmezdim.

"Yok Fetih yok. Çıkış yolu yok. İki hafta sonra dava var, en aşağı on beş yıl alacak. Artık hiçbir sebepleri kalmayacak önlerinde. Düşünüyorum düşünüyorum, bulamıyorum. Durmaları için hiçbir sebep bulamıyorum. Allah kahretsin tamamen haksızlar, utançtan çocuklarını suratlarına tükürüp çekip gidecekleri yerde bana takmış durumdalar. Yok benim gücüm onları engelleyecek. Yok yani bu kadarım. Benim canımı alana kadar devam edecek bu. Kaldım böyle, baş edebilecek hiçbir yol da yok."

Sesim çaresiz değildi belki ama güçlü de hiç değildi. Bir orman yangının ortasında kalmıştım. Alevlerden kaçarak kurtulmaya çalışıyordum ama bunun kurtuluş değil de geciktirme olduğunu farkındaydım. Her yer ağaçtı, her ağaçta tutuşacaktı.

"Ben varım," dediğinde aniden dirseklerini dizine bastırıp yüzünü biraz daha yakınıma getirdi. Başımı iki yana salladım.

"Nereye kadar? Ya da olmadığın anlarda? Elimizde bir süre yok ki tamam Fetih beni korur o zamana kadar diyeyim. Aklıma dünden beri binlerce sahne geldi," söyleyip söylememek arasında gidip geldim. Ben hiçbir zaman kendimle olan kavgamı başkasına anlatmamıştım. Kendi sesimden duymamıştım.

"Her an ölebilirim." dedim bu gerçeği yüzüme vurarak. "Balkona çamaşır asmaya çıksam beynimi tek bir kurşun dağıtabilir." derken dilimin bağının çözüldüğünü anlamıştım. Sonrasında pişman olacaktım. Biliyordum.

"Sonra da maganda kurşunu derler. Suçu yıkarlar birine. Araştırdım beni eve bıraktığın gece her şeyi. Çok sık yaşanıyormuş burada bu tarz şeyler. Düğünlerde silah kullanımı çok fazlaymış. Bu tür ölümlerde başı çekiyormuş Urfa. Bu şekilde mi öleceğim? Balkonda çamaşır asarken? Bak olmadığın en basit an."

Elim alnım ve gözlerimi örttü. Sessizce beni dinliyordu. İlk kez kendim hakkında konuşuyordum.

"Ya da hastanede. Belki müdahale ettiğim hasta aslında onların emrinde olan biri olacak. Ben tam bir şey almak için arkamı döndüğüm sıra vücuduma bir şey saplayacak. Ya da onu iyileştirmeye çalışırken aniden bir bıçak çıkarıp öldürecek beni. Bak bunun da güzel bir açıklaması var. İstediğim ilacı yazmadı diyecek belki. Benimle ilgilenmedi diyecek. Bir anlık öfkeyle gözüm döndü, çok sıra bekledim diyecek. Sayfa sayfa haberim yapılacak biliyorum. Doktora şiddet durmuyor diye. Adım twitter trendlerinden düşmeyecek. Binlerce insan twit atacak. Yüzlerce sağlıkçı isyan edecek. Fahrettin Koca meslektaşımı kaybettim diye bahsedecek benden. Sağlıkçıya şiddet için yasa düzenlenmesi istenecek yine sosyal medyadan, bunun için isyan edilecek. Yine binlerce kişi binlerce cümle yazacak. Çok üzülen olacak. Daha henüz mezun olmamış doktorlar, çocuklarını benim gibi mecburi hizmete göndermiş anne babaların içi çok yanacak. Hatta belki çalıştığım hastaneye bir ek bölüm açılırsa benim adımı verecekler. Her sene o gün hatırlayacaklar belki meslektaşlarım yine üzülecekler. Ama kimse gerçekte niye öldürüldüğümü bilmeyecek. İlaç yazmadım diye öldürülmedim ki ben, ya da o hastayla ilgilenmediğimden değil."

Bir insanın kirpikleri titrer miydi? Benim ki titriyordu. Ellerim, oturmama rağmen dizlerim, kirpiklerim. Boğazıma bir şey batıyordu. Devam edemeyeceğim sandım ama ne zaman ki Fetih "Efsun," demeye yeltendi direkt olarak engel olup devam ettim.

"Ama en çok ne korkutuyor biliyor musun beni?" benden beklemediğine emin olduğum tepkileri dinlerken onun ne düşündüğünü düşünemeyecek kadar yorgundum.

"İntihar süsü verirler mi?" derken sesim o kadar kısık çıktı ki sanki istemediğim biri duyacaktı. Gözlerinden çok garip bir şey geçti. Gözlerim dolacak sandığımda bakışlarımı kaçırdım etrafta gezdirdim. Kaslarım yorulmuştu, kendimi sıkmaktan.

"Dün biri kendi hesabında paylaşmıştı. 'Eğer bir gün kaybolursam bilin ki ben kimseye haber etmeden apar topar gitmem, kaçırılmışımdır. Ve eğer bir gün bir yerden atladığıma dair haberler gelirse ne olur susmayın, inanmayın. Ben intihar etmem, öldürülmüşümdür' diye bir twit. Aynısını yazıp atmamak için zor tuttum kendimi. Çünkü eğer öleceksem de kimse intihar demesin, ben de intihar etmem. Kafayı yedirtti bana bu ihtimal biliyor musun?" derken ona döndüm. Boğazım düğüm düğümdü. O çıktıktan sonra dökeceğim gözyaşlarını tahmin edebiliyordum.

Ben her şeye, herkese ve her olana rağmen o ihtimali düşünmemiştim. Bunu anne babamı kaybettiğimde de, o yetimhane de yaşadığım olaylarda da, Suna annemi kaybettiğimde de düşünmemiştim. En kötü dönemlerimde en kötü şeylere sürüklemiştim kendimi. Yaşamak için elle tutulur bir nedenim hiçbir zaman olmamıştı ama aldığım nefese neden arayacak kadar da kendimi kaybetmemiştim. Bana emanet verilen bir canı kendi inisiyatifimle öldüremezdim. Ben kendim için öldürmemişken kendimi, başkası için de yapmazdım.

Biliyorum yapmazdım.

O kadar gücüm vardı, bağışıklığım o kadar vardı.

Şimdi o kadar çabalamışken bu yaşımı görebilmek için, bir kadının harcanmasının önüne geçtim diye beni harcayacak olanların; bunu intihar süsüyle yapmalarını kabullenemezdim.

"Kolayca kabul ettirirler Fetih bunu? Etme! Sen etme en azından."

Çünkü benim arkamda o intihar etmez diyecek tek bir kişi bile yok.

"Aklıma binlerce cümle geldi. İzmir'den buraya geldi, bunalımdaydı alışamadı diyecekler belki. Nöbetleri çok ağırdı kaldıramadı diyecekler. Bir derdi vardı, tekti içine ata ata canına kıydı diyecekler. O gün bir meslektaşıma anlık sinirle bir hasta yüzünden saplayacağım şah damarıma bu kalemi iki dakika içinde öleceğim dedim. Diyecek ki belki de bana söylemişti de ben ciddiye almamıştım. Ben çok yaparım öyle, çok isyan ederim anlık sinirle çok kurarım o tarz cümleler. Aklıma bunun gibi bir sürü örnek geldi. Herkes inanır. Bir yerden sonra herkes inanır ama ben intihar etmem. Buna sakın inanma, öyle bir şey yaparlar ki sen bile kaldıramadı mı acaba dersin. Kimse demesin Efsun öldürdü kendini diye, Efsun öldürmez. Ya başkasını yaşatır, ya da öldürülür. Duydun değil mi Fetih, ben intihar etmem. İnanmayın, böyle yaparlarsa inanmayın söylenenlere."

Başımı tavana kaldırdığımda Fetih ayaklandı "Bana bak." derken bu kadar konuşurken o kadar az bakmıştım ki ona. Ödüm kopuyordu gözlerim dolacak diye. Başımı iki yana salladım. Dişlerimi sıkıca birbirine bastırırken yanıma oturmadı ama orta yerdeki sehpayı oturduğum koltuğa kadar çekip direkt önüme oturdu. Dizleri dizlerime temas ederken ne kadar yakınımda olduğunu bakmasam da görebiliyordum.

"Gözümün önünde yapsan," derken dudaklarımı ıslattım. "Ben yine inanmam buna." dediğinde sanki bütün yükün o kadar önemli bir kısmı kalktı ki üzerimden hafifledim. Bunu duymaya bu kadar ihtiyacım olduğunu bilmiyordum. Başımı indirip ona baktım gözlerindeki inancı görmek için.

"Biri zorladı der yine bırakmam o işin peşini. Kimse demese de ben derim Efsun yapmaz diye, tamam mı?"

Bu cümleye olan muhtaçlığımı benden önce anlamış olacak ki her cümleyi bastırarak söylüyordu. İnanarak söylüyordu. Ben anlardım, kelimelerdeki samimiyet miktarını anlardım. Başımı salladım teşekkür eder gibi minnetle ona bakarken. En azından artık arkamdan biri derdi, intihar etmez diye. Derdi, bilirdi benim ne olursa olsun yaşayacağımı.

"Ama yaşanmayacak bu. Senin intihar etmen ne kadar mümkün değilse benim de senin ölümüne fırsat vermem o kadar mümkün değil. Ne zaman ki beni aşarlar, benim canımı aşarlar anca o zaman sana varırlar." dediğinde yutkundum.

O kadar inanmak istiyordum ki... O kadar birine inanmaya ihtiyacım vardı ki. Başımı sallamadan sadece ona baktım. İçim bir kuş gibi titriyordu.

"Sana bir tarih veremem, bu zaman bitecek diyemem şimdilik." derken sakince onu dinledim. Ben ondan daha yüksekte otursam da yüzlerimiz denkti. "Ama bulacağım. Kökten bir çözüm yolu bulacağım. Gitmeyecek bu böyle daha fazla. O düşündüğün ihtimaller de yok olacak. Onların sana karşı da elini kolunu bağlayacağım. Akıllarına sokacaklar, sana da dokunamayacaklarını. Duydun mu? Bu dava senin ölümünle kapanmayacak. Onlardan birini gebertmediysem, buna engel olanın canına göz dikemez kimse."

Bir de bu vardı evet... Eğer hala çocukları nefes alabiliyorsa Fetih'in namlusuna döndüğüm yüzüm sayesindeydi. Bunu da çok iyi biliyorlardı.

Aniden ayaklandığında başımı kaldırmadım. Ona bakmadığımı görürken eli tıpkı o geceki gibi enseme gittiğinde beklemediğim bu dokunuşuyla irkildim hafifçe. Başımı kendine kaldırırken bırakmadı ensemi. Yüzlerimiz dip dibe olmasa da yakındı.

"Var mı istediğin bir şey?" dediğinde gideceğini anlamıştım.

Başımı iki yana salladım sakince. "Benim var," dedi parmak uçlarını hafifçe bastırırken.

"Ben sana kökten bir çözüm yoluyla gelmeyene kadar canını itin kopuğun önüne atma ve karanlıkta kalıp işimi zorlaştırma."

Onay beklerken benden heybetli vücudunun altında kalmıştı vücudum. Başımı salladım tekrardan.

"İyi," dedi tatmin olmuş gibi. "Eğer ki kontrolün dışında bir şey olursa direkt beni ara. Arayamayacağın kadar kötüyse bağır. Dilin de boğazın da kuvvetli, bağır Emir seni duyar. Hadi," dediğinde ensemi bırakacak kadar gevşetti elini.

"Allaha emanet." diyerek son cümleyi de kurarken deri ceketini alıp parmağının ucunda omzuna atarak arkasına bakmadan evimden sakince ayrıldı.

Gözüm sehpada bıraktığı sigara paketi ve çakmağındayken kendi kendime kısık sesle fısıldadım.

"Sen de." 

Efsun bir kere sarılalım mı sana? 

Sizi bilmiyorum ama böyle sakin, uysal bölümleri yazmak çok daha iyi ve gerçekçi hissettiriyor bana.(Bana kaos sever diyenler utanır mı? Sanmam:D Peki ben bunları dedikten sonra kaos dolu bölümler utanmadan yazar mıyım? Yazarım yazarım:d) Umarım beğenmişsinizdir. Bir sonraki bölüme kadar kendinize iyi bakın, sizi seven biri var burada

#SerçeyiÖldürmek 🕊

Continue Reading

You'll Also Like

678K 39.9K 63
"Hiç bir aile karesinde yerim yokmuş ki benim" Ben Buse. Buse Yalın olarak doğmuştum ve şimdi Buse Gamzeli olarak ölecektim. Bu ruhu ölmüş, bedeni ya...
620 194 6
Milyonlarca masal okundu, dillerde milyonlarca rivayet dolandı. Ama bir tanesi sadece yalnız kalplere ekildi. Corvina Meadow, Manhattan'ında yaşayan...
SARKAÇ By Maral Atmaca

General Fiction

384K 35.1K 4
"Delilerin sevdası hoyrat bir fırtına gibidir. Günün başında seni sarsan fırtına, gecenin şafağında ılık bir esintiye dönüşüp kaburgalarının arasına...
1.9K 1K 13
✨WattpadRomanceTr | Yetişkinliğe Adım Atanlar Okuma Listesinde✨ "Başkalarının ne düşündüğü zerrece umurumda değilken o hâlâ neyin derdindeydi? Sırf e...