EKİP

By AzraIzguner

656K 50K 71.8K

Bir elin beş parmağı... Biri olmasa hepsi eksik, hepsi yarım. Ama eğer bir aradalarsa sırtlanabilirler yükünü... More

1.Bölüm : Giriş
2.Bölüm : İlk Vaka
3.Bölüm : Lanetli Oda
4.Bölüm : Şifre
5. Bölüm : USB
6. Bölüm : Deniz
7. Bölüm : Gizemli Numara
8. Bölüm : Uyku İlacı
9. Bölüm : Ahu
10. Bölüm : Kızlarım
11. Bölüm : Tekrar Görüşeceğiz
12. Bölüm : Acılar
13. Bölüm : Sevgili
14. Bölüm : İntihar
15. Bölüm : İntikam
16. Bölüm : Dokunma!
17. Bölüm : Gözyaşı
18. Bölüm : Sherlock
19. Bölüm : Vücut Sıcaklığı
20. Bölüm : Gece Kulübü
21. Bölüm : Kokun Sinsin Üzerime
22. Bölüm : Test
23. Bölüm: Kaptan Amerika'nın Kalkanı
24. Bölüm : Görev
25. Bölüm : Davetsiz Misafir
26. Bölüm : İhanetin Bedeli
27. Bölüm : Düşman
28. Bölüm : Karanlık
29. Bölüm : Çok...
30. Bölüm : Sana Geldim
31. Bölüm : Hiçbir Şeyim Değil
32. Bölüm : Tutuklu
33. Bölüm : Sorgu
34. Bölüm : Kalbimi Seninle Süsledim
35. Bölüm : Zehir
36. Bölüm : Bir Ceset Daha
37. Bölüm : Yeni Alarm
38. Bölüm : 22 Saat
39. Bölüm : Cinayet Aşamaları
40. Bölüm : Geç Kalınmış İtiraf
41. Bölüm : Zincir
42. Bölüm : Yılana Sarılmak
43. Bölüm : Fantastik İkili
44. Bölüm : Travma
45. Bölüm : Köprü
46. Bölüm : Maskenin Ardındakiler
47. Bölüm : İhtiyaç
48. Bölüm : İzler
49. Bölüm : Moloz Yığını
50. Bölüm : İki Küçük Çocuk
51. Bölüm : Ayazlar
52. Bölüm : Sakin
53. Bölüm : Kaplumbağa Terbiyecisi
54. Bölüm : Kana Boyanmış Bedenler
56. Bölüm : Gösteri Başlasın
57. Bölüm : Gösteri Bitti
58. Bölüm : Gökyüzü Herkesindir
59. Bölüm : Yaralar ve Yaralılar
60. Bölüm : Kestane
61. Bölüm : Çakmak
62. Bölüm : Bir Dizi İz
63. Bölüm : Parçalanan Sınırlar
64. Bölüm : Yüzleşme
65. Bölüm : Sığınak
66. Bölüm : Güneş
67. Bölüm : Geri Sayım
68. Bölüm : Daha Dün
69. Bölüm : Doz
70. Bölüm : Darmaduman
71. Bölüm : Üç Saniye
72. Bölüm : Kangren
73. Bölüm : Kırmızı Elma Cinayetleri
74. Bölüm : Soğuk Karmaşa
75. Bölüm : Rüyalar ve Gerçekler
76. Bölüm : Bozuk Ruh Hali
77. Bölüm : Yeni Bir Deri Ceket
78. Bölüm : Kaybedilenler ve Kazanılanlar
79. Bölüm : Sana Geldik
80. Bölüm : Birden Fazla Gökyüzü
81. Bölüm : Karar Almak
82. Bölüm : Ağaç Yaşken Eğilir
83. Bölüm : İki Yarım Bir Tam
84. Bölüm : Işıklı Yol
85. Bölüm : Güneşi Söndürmek
86. Bölüm : Köprünün Sonu
FİNAL : Gökyüzü Mektupları
Son Söz

55. Bölüm : Yeşil

6.6K 557 950
By AzraIzguner

Didem'le şok olmuş bir halde karakoldan çıkıp soluğu ofiste aldık. Edindiğimiz bilgileri hızlıca özet geçtikten sonraki beş dakika hiç kimseden çıt çıkmadı. Sindirmeye çalışıyorduk öğrendiklerimizi.

"Anlamıyorum." dedi Ateş. "Nasıl bir canilik bu? Neden birini öldürüp ses tellerini kesersin? Neden ya neden?"

"Gencecik..." Sesi fısıltı gibiydi Didem'in. "Daha gencecik bir kız. Kim bilir ne hayalleri vardı. Hepsini elinden aldılar."

"Sonu gelmeyecek değil mi?" Savaş'ın masada duran eli yumruk olmuştu. "Biz ne kadar çabalarsak çabalayalım bitmeyecekler. Soyları kurumayacak bu şerefsizlerin."

"Şu katili yakalayalım." dedim. "Yakalayalım ki sorabilelim hesabını. İçim acıyor benim. Şu karşımda duran fotoğraflara baktıkça kalbim ağrıyor. Soylarını kurutamayız belki ama en azından yanlarına bırakmayalım."

Selim yutkunup boğazını temizledi. "Elimizdekilere tekrar bakalım. Ateş bayağı araştırdı ama bir sonuç çıkmadı. Hâlâ kimliğini bilmiyoruz kızın."

Boynumu kaşıdığım sırada Ateş'le göz göze geldik. Kısa bir süreliğine elime indi bakışları, ardından tekrar gözlerime tırmandı. Buruk bir tebessüm yerleşti dudaklarına. Engellemedi bu defa beni, uyarmadı da. Yalnızca anladı neler hissettiğimi. İşte bu her şeyden iyi geliyordu.

"Cesedin bulunduğu çevrede arama başlatıldı. Katilin ilk cinayeti olduğunu düşünmüyoruz. Belli bir tecrübeye sahip olmalı."

Ateş önündeki bilgisayarı kapatıp parmaklarını masaya vurmaya başladı. "Ne düşünüyorsun?" diye sordum.

Sorumun hedefinde kendisi olduğunu biliyordu. Parmakları ritim tutmayı bıraktı ve gözleri tekrar bana döndü. "Aklıma takılan bir şey var."

Gülümsedim. "Onu fark ettim zaten."

"Siz ikiniz telapati yoluyla mı anlaşıyorsunuz?" Selim çenesini sıvazladı. "Aranızda arkadaşlıktan öte bir şeyler olduğunu düşünmeye başladım."

Didem ve Savaş'ın bakışları aynı anda bana döndü. İkisi de cevabı benden bekliyorlardı ve gözlerindeki merak duygusunu gizleyemiyorlardı. Çünkü Ateş'in gizlemek istemeyeceğinden emindiler, ayrıca Ateş'in cevabı bana bırakacağından da emindiler.

"Öyle düşünmeye devam edebilirsin." dediğimde Selim'in gözleri irileşti. Hatta Didem ve Savaş da aynı şekilde bakıyorlardı bana. Sanırım herkes benim gizlemek isteyeceğimi düşünmüştü.

"İlişkinize bir ad koydunuz mu?"

"Adını Feriha koydular." dedi Savaş gülerek. "O nasıl bir soru lan? Ne gibi bir ad koyacaklar ilişkilerine? Ha bu," dedi Ateş'i göstererek. Daha sonra beni işaret etti. "Ha buna, deli gibi aşık. E bu da ona karşı boş değil. Öyle işte... İsmi cismi yok bu işin."

"Şaşkınlıktan ne söylediğimin farkında mıyım oğlum ben?" Selim az önce Savaş'a oğlum mu demişti? Selim ve Savaş arasında çıkmasını beklediğim kaos, Selim ve Ateş arasında çıkacaktı bu gidişle. "Hem bu ilişkinin de bir adı var. Hani soldan sağa, üç harfli..."

"Bok?"

İlk kahkaha atan Didem olurken çok geçmeden ben de ona katıldım. Ardından Ateş ve hatta Selim bile gülmeye başladı.

"Bu senin repliğin herhalde." dedi Selim."Bari 'shit' falan de, havalı olursun."

Savaş'ın yüzüne pis bir sırıtış yerleşti. "Seni shiterim Selim."

Henüz durduramadığımız kahkahalarımıza bir yenisi daha eklendi. Savaş sövmüyordu, Savaş resmen sanat yapıyordu.

"Aman Tanrım! Seni lanet olası federal..."

Gülmekten karnım ağrımaya başlamıştı. Bu ikilinin diyaloglarından bir film yapılsa gişe rekorları kırabilirdi.

Gerçi film komediden çok korku/gerilim niteliği taşırdı ve muhtemelen sonunda Savaş Selim'i öldürürdü.

Yine de IMDb puanı yüksek bir film olacağına emindim.

Gülmeyi bırakıp tekrar işimize odaklandık. Biraz stresimizi atmıştık hepimiz. Zaten bu tür anların olması yaptığımız işi çekilebilir kılan tek şeydi belki de.

Didem Ateş'in kolunu dürttü. "Senin aklında bir şey vardı en son?"

"Evet, kesikler hakkında söylediğiniz bir detayı düşünüyordum. Yukarıdan aşağıya doğru olduğunu söylemiştiniz. Bu biraz tuhaf değil mi?"

"Buna dikkat etmemiştim." dedi Savaş. "Gerçekten tuhaf. Kızın yatay pozisyondayken öldürüldüğünü biliyoruz. Bıçak veya çakı tarzı cinayet silahları büyük çoğunlukla yatay olarak kullanılırlar. Yukarıdan aşağıya doğru kesim, yatay kesime göre daha zordur."

"Katil doktor olabilir mi? Cerrahtır belki de. Sonuçta ameliyatlarda dikey kesime sıkça rastlanır." Selim'in ortaya attığı fikir kulağa mantıklı geliyordu. Katilin düzgün şekilde, hiç tereddütü olmadan kesim yapabilmesi mesleğinden kaynaklanan bir durum olabilirdi.

"Benim ilk aklıma gelen bu değildi." dedi Ateş saçlarını karıştırarak. Sanki aklındaki ihtimalle Selim'in söylediğini karşılaştırıyormuş gibiydi.

"İlk aklına gelen neydi ki?" diye sordu Didem. "Böyle bir katilin doktorluk dışında hangi mesleği yapabileceğini düşünüyorsun?"

"Kasap olabilir."

Donakaldım. İçim ürpermişti. Katil gerçekten bir kasap olabilir miydi? Ateş gözlerini üzerimizde gezdirdikten sonra fikrini açıklamaya başladı. "Yukarıdan aşağı doğru kesim... Etler de kemikten bu şekilde sıyrılır. Eli bu yüzden yatkın olabilir."

"Ama..." Didem duraksadı. "Kızın boynundaki kesikler fazla temiz iş. Kasaplar biraz daha kaba çalışmaz mı? Bilmiyorum, bu fikir çok korkunç."

"Kesin bir kanıtım yok." dedi Ateş. "Sadece bir teori."

Selim sesli bir şekilde iç çekti. "Sıfıra sıfır, elde var sıfır. Ne yapacağız şimdi?"

"Yarını bekleyeceğiz. Ne demişler: Sabah ola hayrola..." Elimizde başka bir seçenek yoktu. Bu defa umudumu kaybetmeyecektim çünkü ben ne zaman umutsuzluğa kapılsam her şey daha da kötüye gidiyordu.

Didem bana doğru uzanıp masanın üzerinde duran elimi sıktı. Hep yanındayım." dedi sanki ne düşündüğümü anlamış gibi. "Her zaman, unutma bunu tamam mı?"

"Biliyorum." dedim gülümseyerek. "İyi ki varsın. İyi ki varsınız, hepiniz."

"Selim bile mi?" diye sordu Savaş.

Gözlerimi Selim'e çevirdiğimde bu sorunun cevabını gerçekten merak ediyormuş gibi dikkatle bana bakıyordu. "Evet. Selim bile."

Güldü Selim. Bu her zamanki gibi bir sırıtış değildi, içten gelen bir gülümsemeydi. Akademi yıllarımı hatırlattı bana. Selim'le azımsanamayacak kadar çok şey yaşamıştık. Bunları yok sayamazdım.

Didem ayağa kalkıp masanın etrafını turlamaya başladı. Sanırım aklına aniden bir fikir gelmişti. "Olay anını canlandıralım!" Aniden bağırınca hepimiz yüzümüzü buruşturduk. Bunun farkına varan Didem, "Pardon." dedi. "Heyecanlanınca kontrol edemedim sesimi."

"Ne zaman kontrol edebiliyorsun ki?" dedi Ateş gülerek.

Didem gözlerini kısıp Ateş'in kafasına vurdu hafifçe. "Sen sus eşek."

"Bak ya..." dedi Ateş, canı çok acımış gibi kafasını tutarak. "Abilere eşek denmez, taş olursun."

"E pek bir farkım da yok zaten."

Didem'in saçını savurarak yaptığı küçük çaplı ego gösterisinden sonra Savaş'ın yüzüne büyük bir tebessüm yerleşti. Ateş ise Didem'in koluna vurma uğruna neredeyse sandalyeden düşecekti. "Pis egoist seni." dediğinde, Didem dil çıkararak karşılık verdi.

"Olayı tekrar canlandırmak diyordun..."

Selim'in sözlerinden sonra Didem, olay yeri fotoğraflarının asılı olduğu beyaz tahtanın önünde diz çöktü. Hatta bununla yetinmeyip yere oturdu. İki elini yanlarına dayayıp başını çevirdi ve bir süre omzunun üzerinden yere baktı, ardından dudaklarını büzdü. "Savaş, ceketini versene bana."

Savaş sebebini anlamasa da Didem'in dediğini ikiletmeden deri ceketini çıkarıp ona uzattı.

Didem eline aldığı ceketi yere sererken Ateş sırıtıyordu. "Sen hanımcı olmuşsun güzel kardeşim." dedi Savaş'tan gözlerini ayırmadan.

"Sanki sen değilsin." dedi Savaş, aynı şekilde sırıtırken.

Ateş'e ters bir bakış attığımda yüzündeki tebessüm iyice genişledi. "Tabii öyleyim." Bana göz kırptı. "Ölümüne hanımköylüyüz."

"Didem," diyerek bütün bakışları üzerine topladı Selim. "Ne yaptığını sorabilir miyim acaba?"

Didem onu umursamadan saçlarını bileğindeki tokayla topladı ve başı ceketin üzerine gelecek şekilde yere yattı. "Ben kurbanım." dedi ciddi bir yüz ifadesiyle. "Bakmayın öyle, ceketi istedim çünkü saçlarımı yere sürecek değildim. Pistir buralar."

"Tamam. Sen kurbansın. Ben de katil olayım o zaman." diyerek yerinden kalktı Savaş. "Seni eterle bayılttım. Yani şu an baygınsın."

Didem sanki yanlış bir şey yapıyormuş gibi hemen gözlerini kapattı. "Evet." dedi hızlıca. "Baygınım."

"Katil bu durumdayken kurbanına istediği her şeyi yapabilirdi. Söylemekten iğrendiğim şeyler de buna dahil." Ateş durup sakinleşmek için derin bir nefes aldı. "Ama yapmadı. Neden?"

"Acelesi mi vardı?" Fikri ortaya atan Selim çok geçmeden kendi tezini çürüttü. "Hayır, yoktu. Kurbanına ruj sürüp, göz kapaklarını yapıştıracak ve hatta kolye takacak kadar zamana sahipti katil."

"Bir şeyler eksik." dedi Didem gözlerini aniden açarak. "Bu kadar planlı bir cinayet işliyorsan seni tatmin edecek bir şey olmalı. Katil; kasap, doktor veya her neyse kesme işiyle yakından alâkadar olduğunu düşünüyoruz. Yani diyeceğim o ki, onu tatmin eden şey boğazımı bıçaklamak olmamalı."

"Korku!" diye bağırdım birden aklıma gelen fikirle. "Tatmin olduğu şey bu: korku. Seni eterle bayıltmasının sebebi sadece olay yerine taşımanın kolay olması içindi. Sana saldırmak için ayılmanı bekledi. Çünkü asıl istediği senin korkman. Bu onu tatmin ediyor."

Savaş Didem'in yanına ilerleyip diz çöktü. "Tamam. Korku beni tatmin ediyor, bu sebeple Didem'in ayılmasını bekliyorum. Ama yine bir sorun çıkıyor karşıma. Ayılınca içgüdüsel olarak bağırmaya veya kaçmaya çalışacak. Onu nasıl zapt edeceğim?"

"Ruj." dedi Didem. "Ruju ben uyandıktan sonra sürseydin sürekli hareket edeceğim için çok fazla taşırırdın. Beni öldürdükten sonra da süremezsin çünkü her tarafım kan içinde olacak ve farkında olmadan arkanda bir iz bırakma ihtimalin yüksek. Kendini riske atamazsın. Ruju ben baygınken sürmen gerekiyor."

"Evet." dedi Savaş. "Çok mantıklı. Sadece bunun seni zapt etmemle ne gibi bir ilgisi olduğunu anlayamadım."

"Ruju rahatça sürebilmen için yüzümün tam karşısında olman gerekiyor. Bir ayna gibi... Savaş, yan tarafımda oturup üzerime doğru eğilsene."

Savaş denileni yaptığında Didem'in ne demek istediğini daha iyi anladım. "Ruja odaklandığın için aniden uyanırsam beni zapt edemezsin. Sana kafa atıp kaçabilirim. Ama eğer karnımın üzerinde oturur pozisyonda olsaydın her şey değişirdi."

"Böylece onu rahatlıkla kontrol edebilirdin." diye devam ettim. "Hem bunu yapman için çok kuvvetli olmana da gerek yok."

Selim ayağa kalkıp hızlıca Didem'in yanına ilerledi. Tepeden aşağı doğru bakarken Didem de dikkatle ona bakıyordu. "Baygındın. Ayıldın. Gözlerini açıyorsun ve daha ne olduğunu hatırlama fırsatı bulamadan karşında yabancı bir yüz görüyorsun. İlk yapacağın şey ne olur Didem?"

"Çığlık atarım. Reflekstir bu. Hiç düşünmeden bağırmaya başlarım."

"Katil sana ruju sürdü." dedi Selim düşünceli bir ifadeyle. "Sen bağırmaya başladığında o da refleks olarak elini senin ağzına bastıracak. Muhtemelen eldiven kullanıyordu ama yine de ruj eldivenine bulaşmış olmalı."

"Bir saniye." diyerek araya girdi Ateş. "Çığlık attığın için ses tellerini kesmiş olabilir mi? Belki de cinayetteki asıl sebep çığlıktır. Yani korku değil de, çığlıktır katili tatmin eden."

"Dehşet verici." diyerek yattığı yerden kalkıp oturur pozisyona geçti Didem. "Kendimi o kızın yerine koyduğumda bile tüylerim ürperiyor. O kız bunu yaşadı! Ölmeden önce son gördüğü şey katiliydi. Bu çok acımasızca."

Gözleri iri iri olmuştu Didem'in. Sık nefesler alıp veriyordu. Savaş, Didem'in başını göğsüne bastırıp öylece durdu. "Bulacağız onu." dedi rahatlatıcı bir sesle. Açıkçası sesinin sinirli çıkmasını bekliyordum ama o, Didem sakinleşsin diye elinden geleni yapıyordu.

Selim ikisine bakıp gülümsedi. Art niyet barındırmayan bir tebessümdü bu. "İlişkileriniz işinizi etkilemiyor. Aksine birbirinizden güç alıyorsunuz hepiniz. Sanırım Hulusi Amir'e söyleyeceğim ilk şey bu olacak."

"Eyvallah." dedi Ateş Selim'e gülümseyerek. Bu Ateş'in Selim'e ilk sıcak davranışıydı. "Sen de bizdensin artık."

Savaş'ın keskin bakışıyla daha çok güldü Ateş. "Bakma bana öyle. Selim birinizi azıcık bile üzse karşısında ilk önce beni bulur. Ama bir yanlışı olmadığı sürece onu kabullenmek zorundayız. Canımızı emanet ettiğimiz adama sırtımızı çevirecek değiliz."

Selim artık ekiptendi ve bir ekipte herkes herkese canını emanet ederdi. İstisnasız her yerde uygulanan yazısız bir kuraldı bu. Yine de bunu dile getirenin Ateş olması, daha doğrusu Ateş'in Selim'i kabullenmesi şaşırtmıştı beni.

Selim gülen gözleriyle Ateş'e baktı ve az önce onun da dediği gibi, "Eyvallah." dedi. "Sen bile kabullendiysen şu koca adam da kabullenir yakında."

Savaş bir şey söylemeden gözlerini Didem'e çevirdi. Didem tekrar ceketin üzerine uzanmıştı. "Ruju sürdün, tamam. Kendime geldim ve çığlık attım, bu da tamam. Peki gözlerimi ne zaman yapıştırdın? Öldükten sonra mı, yoksa boğazımı keserken seni izleyebilmem için ölmeden önce mi?"

"Katilin düşünce yapısını ve psikopatlık derecesini baz alacak olursak seni öldürmeden önce gözlerini yapıştırması daha yüksek bir ihtimal. Onu izlemeni, ona bakmanı isteyecektir." dedi Ateş.

"Ona bakmamı isteyecektir." diye tekrar etti Didem. "Onu görmüyor muydum, ona bakmıyor muydum özel hayatımda? Katil bana saplantılı bir aşık olabilir mi? Ya da ben onu umursamayan eski sevgiliyimdir belki?"

"İki seçenek de mantıklı geliyor." diye mırıldandı Selim.

"Boğazını keserken onu izlemeni istemiyor." dedim Didem'e. "Gözlerini yapıştırmasının sebebi bu olamaz. Hatırlasana, ilk kesiğin karotis artere atıldığını söylemişti Eda. Yani şah damara, doğrudan öldürücü bir darbe. Bu kadar planın sonunda neden seni bu kadar kolay öldürdü? Acı çekmeni sağlayabilirdi. Öncesinde boğazına küçük kesikler atabilirdi ama o doğrudan şah damarını kesip anında ölmeni istedi. Neden?"

"Çünkü acı çekmesini istemedi." Ateş aydınlanma yaşıyormuş gibi hızlıca anlatmaya girişti. "Korkmanı istedi, çığlıklarını dinlemek istedi ama acı çekmeni istemedi. Sevdiğimiz insanların acı çekmesini istemeyiz. Katil de kurbanını seviyordu."

"Nasıl bir sevgi bu?" dedi Didem hayretler içinde. "Sevdiğinin boğazını kesmek de sevdaya dahil mi? Çıldıracağım! Katil nasıl bir düşünce yapısına sahip?"

"Psikopatlık derecesi nirvanaya ulaşmış birini arıyoruz." dedi Ateş sakince. Gözlerini çok kısa süreliğine tavana dikti ve sonra bana döndü. "Pelin, iki dakika Didem'le yer değiştirir misin?"

Didem, Savaş'ın uzattığı eline tutunup ayağa kalktığında az önceki yerine ben oturdum. "Kolyeni çıkarsana." Aklındakini anlayıp iki elimi de enseme götürdüm. Boynumdan çıkardığım Satürn figürlü kolyeyi, aylar önce bana hediye eden adama uzattım. Yeni bir direktif vermesini beklemeden Savaş'ın ceketinin üzerine yasladım başımı.

Ateş'in avucunun içine hapsolan kolyemin zinciri parmaklarının arasından sarkıyordu. Gözlerini zincire dikip düşünceleri arasında kayboldu. Sonra tekrar benim gözlerime baktı ve dudağının kenarı çok az yukarı kıvrıldı. Sanki zihnindeki karmaşıklığın arasından onu çekip çıkarmışım gibiydi bakışları.

"Rujunu sürdüm, şah damarına kesik attım ve anında öldün." Sertçe yutkunup devam etti. "Ardından boğazına diğer kesikleri attım. Ses tellerini kestim. Şimdi kolyeyi takmam gerekiyor ama kan içindesin. Nasıl yapacağım bunu?"

Bir dizini kırarak bana doğru eğildi. "Kolyenin zincirini geçirebilmem için başını kaldırmam gerekiyor. Bunun için de ensenden tutarak seni kaldırmalıyım." O, söylediklerini harfiyen yaparken ben de başımın ağırlığını onun ensemdeki eline doğru vermiştim. Sonuçta ölüydüm, başımın dik duracak hali yoktu.

Ateş zinciri geçirip başımı tekrar ceketin üzerine yerleştirdi. "Şimdi kopçayı takmam gerekiyor. Bunu karanlıkta nasıl yapabildim?"

Didem araya girdi. "Ay ışığı yeterli olmaz mı?"

"Olabilir."

"Ama elinde eldiven vardı." dedi Didem tekrar.

"Aynen." dedi Ateş ve anlık heyecanıyla hızlıca ayağa kalktı. Fakat kopçayı zincire geçirmediği için kolye hızlıca boynumu sıyırıp onunla beraber gitti.

Mimiklerimi sabit tutmaya çalışsam da canımın acısı yüzüme yansımış olmalıydı. Kağıt kesiği gibiydi sanki, boynum ve ensem arasındaki kısımda minik çaplı bir yangının çıktığını hissediyordum.

Tepemde dikilen Didem, Savaş ve Selim yüzlerini buruşturdular. Aşağıdan dev gibi görünen Ateş ise gözlerini tahtaya dikmişti. Tam dudaklarını aralayacağı sırada üçlünün bana olan bakışlarını fark edip başını yere, yani bana doğru çevirdi.

"Hay elimin ayarına..." Cümlesini yarıda bırakıp gözlerini kıstı. "Özür dilerim. Çok özür dilerim. Aşırı özür dilerim."

"İyiyim." dedim ama beni duymazdan geldi.

"Pelin boynuna söyle, acilen kızarmayı bıraksın. Ateş her an seni sırtına atıp hastaneye götürebilir." Savaş gülmemeye çalışıyordu fakat pek başarılı olduğunu söyleyemezdim.

"Çok mu kızardı ki? Aslında o kadar acımıyor." Yalandan kim ölmüştü sonuçta?

Ateş yumruklarını sıkarken gözlerini boynumdan bir saniye bile ayırmıyordu. "Çok kızardı." dedi sesine yansıyan suçluluk duygusuyla. Tahmini ne zaman kendini suçlamayı bırakırdı? Bilerek yapmamıştı, zaten bilerek canımı yakmayacağını biliyordum. Yine de kendini suçlamaktan vazgeçmiyordu hiçbir zaman. "Domatese döndün."

Başımı yerden kaldırıp oturur pozisyona geçtim ve iki elimin baş parmaklarını yukarı kaldırıp gülümsedim. "Hayatımda hiç bu kadar güzel iltifat duymamıştım. Çok sağ ol."

Selim ve Savaş sessiz sessiz gülerken Ateş hâlâ ciddiyetle bana bakıyordu. "Dalga geçme, acıyor mu canın?"

"Ateş," dedim 'ya sabır' der gibi. "Elektroşok cihazıyla karnı yakılan insanım ben. Koyar mı sandın ufacık kolyenin kesiği?"

"Bu kızın gücünü kim cumhuriyet altını seviyesine çıkardı?" diye sordu Selim sonunda kendini tutamayıp sesli bir şekilde gülerken.

"Cumhuriyet altını mı?"

Savaş'tan sonra Selim daha çok güldü. "Küçümseme sakın, hatta saygıdeğer cumhuriyet altını falan de. Fiyatlardan haberin var mı senin? Sahi Pelin, kolye gerçekse bir tur versene. Hiç, öylesine..."

"Gerçek değil." dedim gülerek. "Butik tarzı bir yerden almıştık."

Selim bu defa yönünü Ateş'e çevirdi. "Pü senin sıfatına. Kıza sahte kolye mi aldın? Cık cık cık..."

Ateş, Selim'in dalgasını ciddiye alıp gözlerini bana dikti. "Bu senin için bir sorun mu? Hiç böyle düşünmemiştim."

"Saçmalama." dedim anında. Güldüm. "Kaşıkçı Elmasına bile değişmem ben kolyemi."

"Abartma kız. Ben bile Kaşıkçı Elması için kurşun atar kurşun yerim." dedi Selim kahkahalarının arasından.

"Neyse, bunu daha sonra seninle konuşuruz Pelin. Unutmadan aklımdakini anlatayım şimdi." Tahtanın önüne geçip işaret parmağını maktulün üzerinde bulduğumuz kolyenin üzerine bastırdı Ateş. "Fark ettiniz mi, kolyenin kancası çok küçük."

Oturduğum yerden heyecanla doğruldum. "Normal şartlarda kancayı kopçaya geçirirken bile zorlanırız. Bunu bir erkeğin yapması alışkın olmadığı için daha da zordur. Hele ki bu kadar küçük bir kancayı kopçaya geçirmek iyice zorlaştırmaz mı durumu?"

Ateş başını salladı. "Katilin elleri küçük olmalı."

"Haklısınız." dedi Selim sıkıntılı bir nefes vererek. "Elimizde şüpheli birileri olsaydı karşılaştırabilirdik. Ama bırakın şüpheli bulmayı, maktulün kimliğini bile bulamıyoruz."

"Geç oldu." dedim bunları duymak istemediğim için konuyu değiştirerek. "Katilin izlediği yöntemleri belirledik. Elimizde en azından cinayet taslağı oluştu. Bugünlük yapacağımız bir şey kalmadı, dediğim gibi sabah ola hayrola."

"O zaman iyi geceler size." dedi Selim kapıya yönelirken. "Yarın görüşürüz kankalarım."

"İyi geceler." dedi Savaş, Selim'e. İlk cevap veren ve diğer herkes şaşlınlıktan konuşamadığı için son cevap veren o oldu. Savaş, Selim'e iyi dilekte bulunmuştu. Buna şaşırmayıp neye şaşıracaktık?

Selim gülümseyerek ofisten çıktığında, "Bize mi geliyorsunuz?" diye sordu Savaş.

"Niye?"

Didem'in sorusuyla Savaş duraksadı. "Ne bileyim, birkaç gündür hep bizdesiniz. Alışmışım."

"Aman, gelmeyiz bir daha." dedi Didem anında trip moduna geçerek.

"Rahatsız olduğum için söylemedim canımın içi, hep bizim yanımızda olmanız benim işime gelir. Bizim evimiz, sizin eviniz."

Gülerek, "Bu bir evlilik teklifi mi?" diye sordum Savaş'a.

"Sen de mi Brütüs? Yemin ediyorum bütün dünya bizi baş göz etmeye uğraşıyor. Neden evde kalmışım gibi davranıyorsunuz bana? Geçen gün bakkala gitmek için çıktım evden. Bir teyze kolumdan tutup, 'Bekar mısın evladım?' diye sordu. Torunun fotoğrafını gösteriyor bir de. Hay Allah'ım ya... "

"Kim o teyze?" Didem'in kaşları anında çatıldı. "Ne dedin cevap olarak? Sevgilim var deseydin, beni kimseye yar etmez deseydin ya Savaş."

"Demez miyim? Dedim tabii. Aman teyzeciğim güzeller güzeli bir sevgilim var, bu söylediğinizi bir duysa dünyanın en yükses sesini çıkarabilen kadını olarak Guinness Rekorlar Kitabına girer dedim."

"Aferin." diyerek Savaş'ın sırtına üç defa vurdu Didem. "Adam ol, almayayım aklını."

"Sen o aklı alalı çok oldu be Didem."

Didem elinin tersini başına yaslayıp bayılıyormuş gibi sendeledi. "Tutun kollarımdan, düşerim şimdi."

"Biz çıkalım siz devam edin." Zamanında Didem çok fazla imada bulunmuştu bana, vakit intikam vaktiydi.

"Pissin Pelin."

Dil çıkardım. "Biliyorum."

"Yani bize mi geliyorsunuz?" diye soran Ateş'e bakıp güldüm.

"Sen hâlâ orada mısın? Gelmiyoruz size, eve gidiyoruz." dediğimde ikisinin de yüzüne bariz bir hayal kırıklığı yerleşti.

"Bırakayım madem sizi." diyen Savaş'ı Ateş başını iki yana sallayarak susturdu.

"Sen Didem'i bırak. Biz Pelin'le yürüyelim biraz."

"Tamam o zaman. Evde görüşürüz." diyen Savaş yerlerde sürünen ceketini alıp silkeledi ve üzerine geçirdi. Ardından Didem'in elini tuttu ve birlikte ofisten ayrıldılar.

"Biz çıkmıyor muyuz?" diye sordum.

"Çıkalım." dedi Ateş. Telefonumu masanın üzerinden alıp arka cebime tıktım ve etrafa son bir bakış attıktan sonra dışarı çıktık.

"Yeni bir telefon alman gerekiyor." dedim konu açmak adına. "Kazada kırılmıştı."

"Sesime hasret kalmaktan korkuyorsun değil mi?"

"Ne alakası var?" diye sordum şaşkınlıkla. "Almazsan alma, bana ne?"

"Tamam tamam kızma." Kolunu omzuma atıp başımın üzerini öptü. "Dalga geçiyorum."

"İyi halt ediyorsun."

Güldüğünü hissettim ama bir şey söylemedi. Yine konuşan ben oldum. "Neden yürümek istedin?"

"Kötü mü ettim?"

"Öyle bir şey söylemedim, sadece bir mevzu var ki yürümek istedin. Şimdi de susuyorsun. Rolleri mi değiştik? Genelde ben susarım, sen anlarsın çünkü."

"Bir şeyim yok."

Adımlarımı durdurdum ve kolunun altından çıktım. "Sen benden bir şey mi saklıyorsun?"

Kaşlarını çattı. "Ne saklayacağım senden?"

"Neden soruma soruyla cevap veriyorsun?"

"Soruna soruyla mı cevap veriyorum?" Duraksadı. "Evet, öyle yapıyorum."

"Niye?"

"Ne bileyim?"

Gözlerime bakmıyordu çünkü bakışlarının boynumda olduğunu fark ettim. Elimi, boynuma götürdüğümda hafif bir kabartıyla karşılaştım. Dokununca canım biraz acıdı ama belli etmedim hiç. Bir süre ikimiz de ses çıkarmadan yürümeye devam ettik.

Bizim evin önüne vardığımızda Ateş durdu ve bana döndü. Bir şeyler söylemesini beklerken aniden dudaklarını boynuma bastırınca neye uğradığımı şaşırdım. Başını geri çekmek yerine yanağını omzuma yasladı. "Öpünce geçermiş ya, öptüm. Geçti mi?"

Saçlarının arasına daldırdım parmaklarımı. Gülümsedim. "Geçti."

Kafasını kaldırıp elini cebine attı ve kolyemi çıkardı. Yavaş adımlarla arkama geçip saçlarımı omzuma doğru ittirdi. Kolyeyi taktıktan sonra beni belimden tutarak kendine çevirdi. Boynumda gezinen gözlerinin içi gülüyordu.

"Satürn sana çok yakışıyor."

"Bir anlamı olduğunu söylemiştin." dediğimde, "Evet." diye yanıtladı beni. "Zamanı gelince öğrenirsin."

"Ne zaman gelir zamanı?" Meraklı gözlerimi üzerine dikmiştim.

"Bilmem." dedi omuz silkerek. "Gelir elbet bir gün."

"Üstelemeyeceğim."

Gülümsedi. "Biliyorum."

"İçeri gireyim mi artık?"

Bu defa sırıttı. "Bensiz uyuyabilecek misin?"

"Asıl sen uyuyabilecek misin?" diyerek ona meydan okudum.

"Muhtemelen hayır." Derin bir nefes aldı. "Pelin, her gece sana sarılıp uyusam, uyandığında hep ilk ben görsem ya seni. Ne zaman olacak tüm bunlar?"

Bu cümleyle birlikte bacaklarım titredi. Ayaklarımın yerden kesileceğini sandım. Gözlerimi açar açmaz onun yüzünü gördüğüm bir sabaha uyanmıştım daha önce. Peki ya her sabahım böyle olsaydı?

Benden bir cevap gelmedikçe sanki kalbi tekliyordu Ateş'in. Gözlerine, annesinin eteğinin dibinden ayrılmayıp sorduğu soruya inatla cevap bekleyen bir çocuk saklanmıştı. "Bilmem." dedim. "Olur elbet bir gün."

Yeşilleri ışıl ışıl oldu. Eş zamanlı olarak ortaya çıktı gamzeleri. "Olur mu harbiden?"

Elimi ağzına bastırıp gülümsedim. "Sessiz olsana. Ne bağırıyorsun avaz avaz?"

Elimi tutup geri çekti. "Birden şey oldu. Şey... Heyecanlandım." diye fısıldadı. "Yine kalp çarpıntısından gidecek gibiyim, o günleri görmeden ölmem İnşallah."

"Allah korusun." dedim kaşlarımı çatarak.

"Amin." dedi yüzündeki gülümsemeyi silmeden. "Hadi gir içeri."

"Tamam. Dikkat et kendine."

"Ederim, senin için. Görüşürüz yarın."

El salladım eve doğru yöneldiğim sırada. O da el salladı, yavaşça bana arkasını döndü ve koşar adımlarla uzaklaşmaya başladı. Öyle bir yürüyordu ki hoplayıp zıplama isteğini zorlukla bastırıyormuş gibiydi.

Durup uzaklaşmasını izledikten sonra kapıyı birkaç kez tıklattım ve Didem çok geçmeden beni içeri aldı. "Hoş geldin, sefalar getirdin. Şimdi bana hemen niye sırıttığını anlatıyorsun."

"Yok." dedim sırıtarak. "Sırıtmıyorum ki."

"İstediği elbiseyi indirimde yakalayan ben gibi sırıtıyorsun şu anda. Ne dedi Ateş?"

"Şey. Öyle. Hiç."

"Radyo misali cızırdamaya başladın Pelin."

"Ben en iyisi susayım." Yüzümdeki gülümsemeyi de silebilirsem iyi olurdu sanırım.

"Sus sen, öğrenirim ben nasılsa." Sinsi sinsi baktı. "Ateş, Savaş'a anlatır. Savaş da bana."

"Pislik."

Başını aşağı yukarı salladı. "Gel iki lokma bir şeyler yiyelim. Ölüyorum açlıktan."

"Bu saatte yemezsin sen?" dediğimde beni susturdu.

"Açım aç."

Birlikte mutfağa geçtik ve o ekmekleri çıkarırken ben de tost makinesinin fişini taktım. Gece gece tost yiyecektik çünkü açtık. Bence gayet ikna edici bir sebepti bu.

Didem bir ekmeği ikiye kesti ve arasına peynir doldurup makineye koydu. "Biliyor musun, Savaş'ın babasıyla tanıştım ben."

"Gerçekten mi?" diye sordum şaşkınlıkla. Bundan hiç haberim yoktu.

"Evet, bizi yemeğe davet etti."

"Bizi derken?"

"Sen ve ben işte, bir de bizim herifler."

"Ben ne alâkayım?" diye sordum. "Yani tanımıyor ki beni."

"Savaş söyledi."

"Ne söyledi?" Bu konu neden bu kadar ilgimi çekmişti acaba?

"Ateş'in sevgilisi dedi."

Gülümsedim. "Öyle mi dedi?"

"Ne desin Pelin? Amca oğlu mu desin? Sevgilisi değil misin?"

"Evet." dedim. "Sevgilisiyim." Ateş'le kapı önünde konuştuklarımızı hatırlayınca yine sırıtmaya başladım. Gerçi hatırlamak denemezdi, aklımdan hiç çıkmamıştı ki.

"Şimdi onların ailesiyle tanışacağız ya biz, sonra ne olacak? Savaş da benim annemle mi tanışacak? Hep birlikte İzmir'e gitsek ne güzel olur. Çok özledim ben oraları."

"Ben de özledim Mehtap teyzeyi."

"Savaş'ı sever değil mi? Bence bayılır. Annemle Savaş'ı yan yana hayal edince bile heyecanlandım."

Ateş de zamanı gelince abim ve babamla tanışacaktı ve bunun düşüncesi içimi kıpır kıpır yapmıştı.

"Bence de sever annen Savaş'ı. Peki Sedat Bey nasıl biri? Sence o beni sever mi?"

"Aşırı kral adam." dedi kocaman bir gülümsemeyle. "Ayrıca seni sevmeyen ölsün bir zahmet."

Tostları makineden çıkarıp tabaklara koyduk ve masaya geçip bir güzel gömmeye başladık. Didem bir yandan tıkınıyor bir yandan da bana laf anlatmaya çalışıyordu. "Ateş, Selim'i kabullenmeye başladığını söyleyince Savaş'ın yüz ifadesini gördün mü? Korkuyorum olay çıkaracak diye."

"Senin için sabrediyor." dedim lokmamı yuttuktan sonra. "Yoksa şimdiye kadar çoktan ölmüştü Selim. Savaş gerçekten büyük çaba sarf ediyor."

"Farkındayım. Bu gece iyi geceler dedi ya Selim'e, bu bile çok büyük bir adım."

"Haklısın. Savaş da alışır zamanla." Bu söylediğime pek inanmamıştım doğrusu. Yine de ümidimi kesmeyecektim. "Sen alışabildin mi?"

"Ne yalan söyleyeyim, beklediğimden daha kolay oldu işler. Yani onu tekrar görmenin beni üzeceğini düşünmüştüm ama öyle olmadı. Atlatabilmişim ben Selim'i ve bunda Savaş'ın payının büyük olduğunu söylemeden geçemeyeceğim."

"Çok şanslıyız." dedim. "Savaş ve Ateş... Dünya üzerinde bu ikisi gibisi yok. Türlerinin tek örnekleri, onları da biz kaptık."

"Kaptık vallahi." Kıkırdadı. "Onlar da böyle konuşuyorlar mıdır arkamızdan?"

"Kesin konuşuyorlardır." Ateş şu an Savaş'a bu gece konuştuklarımızı anlatmıyorsa ben de bir şey bilmiyordum.

Didem tostunu bitirip esnemeye başladı. "Uykum geldi benim. İyi geceler sana. Sabah kalkamazsam kaldırırsın beni."

"Ben mi kaldıracağım seni?" diye sordum hayretle. "Sen kalk, hatta kahvaltıyı da hazırla. Öyle kaldır beni."

"Oldu paşam." dedi Didem alayla. "Armut piş ağzıma düş. Yok öyle bir dünya. Tostları sana hazırlatacağım, görürsün sen."

"Gıcık." dedim yüzümdeki tebessümle. "Hadi iyi geceler, ben de yatıyorum."

Yatağa girdiğim an gözlerim kapandı. Çok yorgun olduğumu ancak o zaman fark edebildim.

Yeşillik bir alandaydım. Etrafta beyaz örtülerle kaplı masalar vardı ve ben de onlardan birinde oturuyordum.

Sürekli bana bakan esmer bir adam vardı tam karşımda. Kim olduğunu bilmiyordum, onu tanımıyordum da. Bana laf atıp duruyor, ben de gözlerimi devirmekle yetiniyordum. Niye bir şey söylemiyordum? Sanırım bir görevdeydim ve bu yüzden kendimi frenlemeye çalışıyordum. Yoksa neden öylece susup oturacaktım ki?

Arkamdan yaklaşan adım sesleri duydum. Biri dağı taşı titretir gibi bütün heybetiyle yürüyordu. Yanımdaki sandalyeyi çekip oturdu. Hâlâ kim olduğunu görememiştim. Eli, masada duran elimin yanına doğru hareketlendi. İşte o an bileğindeki iz girdi görüş açıma.

Ateş elimi sımsıkı tuttu, sanki bir daha hiç bırakmayacakmış gibi.

Karşımda dikilen esmer adam buna rağmen tekrar bana laf atmaya başlayınca Ateş oturduğu yerden fırladı. "Pelin benim karım lan!" dedi ve yumruğunu adamın suratının ortasına geçirdi.

Duyduğum cümlenin şokuyla ayağa bile kalkamadım. Az önce ne demişti bana?

Gözlerim adamın kafasını çimenlere sürten Ateş'in üzerindeyken biri üzerimdeki tişörtü çekiştirmeye başladı. "Anne, babam neden o adamı dövüyor? Ben de döveyim mi?"

Sesin geldiği yöne baktığımda yemyeşil gözleri olan küçük bir çocukla karşılaştım. Altın sarısı saçları alnına dökülüyordu ve meraklı gözlerini üzerime dikmişti. Beş yaşlarında olduğunu tahmin ediyordum.

Kumral bir adam Ateş'e doğru hızlıca yürümeye başlayınca benden cevap beklemeden Ateş'in yanına koştu çocuk. Kumral adam tam Ateş'e dokunmak üzereyken küçük çocuk, adama çelme takıp dengesini kaybetmesini sağladı ve sonra diz kapağına sertçe vurarak onu yere düşürdü. Ardından yerdeki adamın kafasını küçük ayaklarıyla tekmeleye başladı, bir yandan da kahkaha atıyordu.

Ateş, gamzelerini belli edecek kadar gülümsedi, çocuk da aynı onunki gibi gamzelere sahipti. Adamları yerde kıvranırlarken bırakıp çocuğu kucağına alan Ateş bana doğru gelmeye başladı. Üzerinde siyah bir tişörtle siyah pantolon vardı. Çocuk da aynı kombini giyiyordu ve Satürn'lü bir bileklik takıyordu.

Küçük çocuğun havaya kalkan yumruğuna kendi yumruğunu tokuşturdu Ateş. "Aferin benim oğluma."

Gözlerimi açmamla yataktan düşmem bir oldu. Başımı, yatağın kenarındaki komodine çarparken dirseğimi de yatağa çarpmıştım. Düştüğüm yerden kalkamadım, gözlerimi tavana dikip öylece yatmaya devam ettim. Kolum acıyordu, başım acıyordu ama ben sebepsizce gülüyordum.

Karşımdaki boy aynasına ilişti gözlerim. Üzerimde hâlâ Ateş'in kazağı vardı. Öyle yorgundum ki gece üzerimi değiştirmek aklıma bile gelmemişti.

Odamın kapısı tıklatıldı. "Pelin?" Ateş'in sesiydi bu. Yine mi rüyanın içindeydim?

Rüyamda sandalyeden kalkamadığım gibi burada da yerden kalkmaya fırsatım olmadan Ateş girdi odama. Önce yatağa baktı, beni göremeyince yavaşça yere indirdi gözlerini.

Şaşkınlıkla bana bakarken ben de aynı şaşkınlıkla ona bakıyordum. Üzerinde siyah tişört ve siyah pantolon vardı. Rüyamdaki haliyle birebir aynıydı karşımdaki görüntüsü.

Hızlıca yanıma gelip elini bana uzattı. "Niye yerdesin sen?"

"Düştüm." dedim ve uzattığı elini tutmadan ayağa kalktım.

"Canın acıyor mu?"

"Başımı vurdum ama acımıyor çok."

"Çocuk gibi gözlerini kaçırmasan keşke."

"Ne çocuğu?" dedim gözlerimi iri iri açarak. "Yok çocuk falan. Tövbe ya. Çocuk diyor bir de."

Elimi alnıma vurdum ve yavaşça gözlerime doğru indirdim. Nefes almaya çalışırken bir taraftan da kendime gelme çabası içerisindeydim. Parmaklarımı yüzümden çekip gözlerimi yere çevirdim. "Çocuk yok. Duydun mu beni? Sensin çocuk."

Bana doğru bir adım attı. "Neyin var senin?"

Nasıl diyecektim rüyamda Kuzey Tekinoğlu'nun 'Simay benim karım lan' repliğini bana uyarlıyordun diye?

Kucağında gamzeli bir çocuğun olması detayı da vardı ama oraya girersem hiç çıkamazdım.

"Ne işin var sabahın köründe benim odamda?" Oldu olacak adamı dövseydim bir de. "Yani, şey demek istedim... Kahvaltıya mı geldin?"

"Evet, Didem çağırdı bizi. Seni uyandırmaya kıyamamış."

Pis yalancı. Didem, beni uyandırmamıştı çünkü Ateş'in uyandırmasını istemişti. Yoksa gayet güzel kıyardı bana.

"Anladım." dedim yere bakmaya devam ederek.

"Sen kabus mu gördün?" Elini yanağıma koyup ona bakmamı sağladı. "Rengin solmuş, betin benzin atmış. Hastalandın mı yoksa?"

"Yok." diyebildim zorlukla. Gözlerine baktığımda rüyamdaki küçük çocuk belirdi zihnimde. "Yeni uyandım ya, ondan öyleyimdir."

"Hiç inandırıcı değilsin."

Omuz silktim. "İnanmazsan inanma."

"Sen de bir haller var ama hayırlısı."

"Ne güzel dedin." Gülümsedim kendi kendime. "Hayırlısı... Hayırlısı neyse o olsun."

"Ne?"

"Takma beni, öyle boş boş konuşuyorum işte."

Başka bir söz söylemesine fırsat bırakmadan elini tuttum ve odadan çıktık birlikte.

Aşağı indiğimizde doğrudan mutfağa ilerledik. Savaş sandalyede otururken hemen yanındaki Didem sinsi sinsi gülerek bana bakıyordu. "Günaydın, eminim güzel aymıştır günün."

Yapmacık bir tebessüm yerleştirdim dudaklarıma. "Sayende."

"Rica ederim." dediğinde eline tostunu alıp kemirmeye başladı. Güya tostları bana hazırlatacaktı bugün, neyse en azından işten kaytarmıştım.

Kahvaltıdan sonra ofise gittik fakat o gün kayda değer hiçbir şey olmadı. Sonraki üç gün de aynı şekilde geçti. Vaka hakkında ne bir ilerleme ne de yeni bir gelişme yoktu maalesef.

Taa ki boğazı parçalanmış başka bir cesedin haberini alana kadar. Tüm detaylar bir öncekiyle aynı sayılırdı. Ruj, kolye, küpeler, kesilen ses telleri ve hatta ağaçtaki siyah iplikler...

Kız, diğer kurbanla aynı yaşlardaydı. Üzerinde bordo rengi bir elbise vardı bu defa.

Fakat bu cinayette diğerinden farklı olarak bir şey buldu Ateş:

Maktulün kimliğini.

×××

Ehuehuehu...

Nasılsınız canımın içleri? Afiyettesiniz İnşallah.

Instagram'da sizin neden yaptığımı bilmediğiniz bir anket yapmıştım hatırlarsanız. Karar veremediğim şey, Pelin'in rüyasına giren çocuğun cinsiyetiydi. 1 ve 2 seçeneklerinden 2 çoğunlukta çıkmıştı anket sonucu. Rüyaya nur topu gibi bir erkek evlat girmiş oldu böylelikle. 😁

Rüya bile olsa duygulandım. Yemyeşil gözleri, Ateş'le aynı yerde gamzeleri ve altın sarısı saçları olan bir çocuk... Pelin ve Ateş'in oğlu. 😻

İsmi geçmiyor rüyada. Peki siz rüyadaki çocuğun isminin ne olmasını istersiniz?

Pelin rüyasını Ateş'e anlatır mı?

Diyelim ki anlattı, Ateş nasıl tepki verir?

Şimdi direksiyonumu cinayetlere doğru çeviriyorum. İkinci cesedin kimliği bulundu ve ben tam orada kestim. Hehehe...

Detaylar çoğaldıkça katile adım adım yaklaşıyoruz. Sizce katil doktor mu, kasap mı veya başka bir fikriniz var mı?

Son olarak Selim konusuna değineyim. Ekip tarafından kabullenilmeye başladı. Acaba siz de kabullendiniz mi onu?

Yavaştan kaçıyorum ben, yorumlarda görüşürüz. Oy vermeyi de unutmayın lütfen. Hepinize komacan kalpler... 💙💚💚

Instagram: azraizguner

Continue Reading

You'll Also Like

1.7K 253 25
"Ben gerçekten bir papatyaydım. Haklıydın. Papatyalar ölünce güzel kokarmış. Ben de artık güzel kokuyorum."
MECAL By Nur Yıldız

General Fiction

7.4K 598 34
Gelecekte öldürüleceğinizi görseniz ne yapardınız? İnsanlara dokunduğunda geleceği görebilen genç bir kız, hayatına giren gizemli adama dokunduğunda...
231K 12.1K 44
Alya özer (asil ) küçük yaştan beri ailesinin intikamı için yanıp tututuşur tam herşey bitmişken gerçek ailesi ortaya çıkar.
4.2K 430 18
Amara, on beş yaşına kadar sokaklarda büyüdü, on beş yaşından sonra ailesi onu bulduğunda Amara için her şey çok değişmişti. Yeni kıyafetler, yeni o...