TAHİN İLE PEKMEZ (Düzenleniyo...

By nazankaraermis

708K 26K 5.7K

Çorbayı ısıtıp bir kaseye koydum ve yanına iki dilim ekmekle su doldurup tepsiye koydum. Salona giderken acab... More

#Bölüm 1# "Ela Gözlerine Fena Bela Olurum!"
#Bölüm 2# "Nişanlı Bir Adamı Sevemem Ben!"
#Bölüm 3# "Rivayete Göre..."
#Bölüm 4# "Sen Gel Bari"
#Bölüm 5# "Yaramın Şifası Sende Abi."
#Bölüm 6# "Dobarlan Bıragma Gendini"
#Bölüm 7# "Ateşe Veririm Burayı!"
#Bölüm 8# "Artık Çok Geç!"
#Bölüm 9# "Yalancı Manken"
#Bölüm 10# "İçimde Bastırdığım Duygular."
#Bölüm 11# "Ramazan Özel Bölüm."
#Bölüm 12# "Sana Ben Ezelden Geldim."
#Bölüm 13# "Yangınım Küle Döndü."
#Bölüm 14# "Benimsin Öpücüğü."
#Bölüm 16# "Disiplin Savaşları."
#Bölüm 17# "Kayaya Ekin Saçılmaz..."
#Bölüm 18# "Kalktım, Sana İblis Yaptım!"
#Bölüm 19# "On Bir Günün Bedeli, Bir Ayrılık."
"Bölüm 20# "Kanlı Keşan Bandana."
#Bölüm 21# "Son Bakış, Son Gülüş, Son Öpüş..."

#Bölüm 15# "İşi Düştü Arıyor..."

14.7K 1.1K 299
By nazankaraermis

Keyifli Okumalar.🤎

Gül'den;

"Görmeyeli bayağı büyümüşsün." dedi aslen Eskişehir'li olan fakat Trabzon'da felsefe öğretmenliği yapan, yirmi altı yaşındaki, müzmin bekar Faik.

Evet, lanet olası dondurmacıya gelmiş, annemin bana ayarladığı görücüyle görüşüyordum. Vallahi benim niyetim görüp gitmekti sadece. İnşallah Faik de aynı fikirdedir. Zira masaya oturduğumdan beri önüne en sevdiği köfte konmuş gibi bir suratla bakıyordu bana. Hayretler olsun ki bu defa küçükken yanından ayırmadığı köpeği yoktu.

Küçükken ne zaman annesi köfte yapsa ve Faik iştahla o köfteyi yiyecek olsa bahçedeki köpeğinizi kesmiş ablan, onun etinden yapmış annen köfteyi derdim. Faik'in yüzü bembeyaz olur, yiyemezdi o köfteyi. Onun önünden köftelerini alıp yerken o da köpeğim öldü diye ağlardı.

Köpeği de köpekti yani. Öyle kocaman bir şey değildi ama bacak kadar boyuyla bize kök söktürüyordu. Faik'in ablası Şükran ablanın şarj aletini, makyaj malzemelerini ve kitaplarını hep ısırıp mahvederdi. Bir keresinde Demir abimin ilk kez bana aldığı ayakkabılarımı parçalamıştı. O günden beri evlerine ayakkabıyla girerdim. İkimizi bir türlü sevmezdi o köpek. Fino köpekleri gibi küçücüktü. Bazen büyük köpekler ona hırladığında da bizim arkamıza saklanıp yardım beklerdi. Faik onun dışında diğer köpeklerden korktuğu için de o da köpeğiyle birlikte arkamıza saklanırdı. Bir keresinde yine böyle bir şey olduğunda köpeğini poposundan tutup ona hırlayan köpeğin önüne iteklemiştim. Tabii sonrasında köpeğin elimi ısırışı, benim köpeği kesip etini yemekle tehdit ederek bağırmama eşlik eden ağlayışlarım mahalleyi inletmişti. Sonrasında Demir abim beni zorla hastaneye götürüp kuduz aşısı yaptırmış ve elimi sardırmıştı.

Dondurucudan aldığım bir kase vanilya - kakao ve vişne karışımlı dondurmanın üç çeşidini de kaşığa sığdırmış ağzıma sokmaya çalışırken Faik'e bakmadım bile. Acaba dondurmayı yedikten sonra mı cevap versem yoksa öncesinde mi?

Bunu düşünürken kaşığı ağzıma sokmuştum bile. Buz gibi dondurma ağzımın içindeki sıcaklıkla erirken gözlerimi yumarak bu anın tadını çıkarttım. Beni buraya getirten sebep bu dondurmaydı.

Ah dondurmam, sana kavuşabilmek için buraya gelene kadar tam üç tane trafik kazası atlattım haberin var mı senin?

Tahin seni şap diye öptü ya, ondan kaza geçirdin, bilmiyoruz sanki dedi içimde zincirlere vurduğum şeytan kahkahalarla gülerken.

Evet ya, nasıl da öptü öyle şap diye! Benimsin öpücüğünü yapıştırmıştı dudaklarıma.

Gözlerim kapalı, ağzımın içinde dondurma, o alev ateş anı tekrar tuşuna alıp yine, yeni ve yeniden yaşarken bir elimle tuttuğum dondurma kutusunun önümden çekilmesiyle kendime geldim ve gözlerimi açtım hızla.

Tam karşımdaki Faik'e cırlayacakken yanımda dikilen kişiye döndüm ve kalakaldım. Tahir delici bakışlarla bana bakarken ceketini çıkarttı, sandalyesinin sırt kısmına astı ve hemen yanıma oturdu. "Hasta hasta dondurma mı yiyorsun gerçekten?" dedi ters ters. Beni hasta hasta öpmemiş gibi konuşuyordu bir de.

"Senin ne işin var burada?" dedim bende ters ters. Sanki beni hiç öpmemiş gibi.

"Tanışıyor musunuz?" diye sordu Faik. İkimizde ona bakmadık.

"Seni takip ettim." dedi çok rahat bir tavırla. Ela gözlerinde bela bir endişe ve öfke vardı. "İyi ki de etmişim. Sen ehliyetini kasaptan mı aldın? Buraya gelene kadar tam üç kez kaza atlattın! Bariyerlere çarpıyordun ulan!"

"Kaza mı yaptın Gül?" diye sordu Faik.

Omuz silktim. "Bariyerleri oraya koyanlara söyle sen onu."

Sinirli bir soluk alıp verdi Tahin. "Hadi bir anlık dikkatin dağıldı, elin kaydı diyelim. Ulan önündeki arabayı da mı görmüyorsun? Bodoslama dalıyordun arabaya!"

"Arabaya mı çarptın?" diye sordu Faik.

"O arabayı kullanan herifin suçu!" dedim kaşlarımı çatarak. "Önümde ne işi var? Hadi önümde madem, niye yavaşlıyor?"

Tahir beni öfkeli bakışlarıyla döverken benim de gözlerim kapanmıyordu. Ben de ters ters ona bakmakla meşguldüm. Sanki keyfimden arabalara dalmışım gibi konuşuyor bir de! O öyle şap diye öpmese ben kaza falan atlatmazdım. Bütün suç onunken gelip beni suçluyor!

"Ulan kaç kere selektör yaptım, camdan bağırdım, korna çaldım, hiç mi duymadın?"

Her atlattığım kaza sonucunda diğer araçların şoförleri ebeme sövüp şoförlüğüme laf yaptıkları için bana seslenenlerden birinin Tahir olduğu aklıma gelmedi. Zaten o sıra kafam bin beş yüzdü afedersiniz.

Yalnız ben bir öpücükle böyle tuz gibi dağıldıysam... Demek ki sevişsek eyvah eyvah!

Tahir bir cevap bekler gibi bana bakarken omuz silkerek gereken cevabı verdim. Başını sertçe ve hızla sağa sola yatırıp kütletti. "Seninle işimiz var!" dedi ters ters. "Bu konuyu seninle ayrıca, şahsi olarak konuşacağız." dedikten sonra başıyla karşımda oturan Faik'i işaret etti. "Bu eleman kim? Niye senin masanda?"

Asıl sen niye bizim masamızdasın demek vardı da şimdi, neyse!

"Asıl siz kimsiniz beyefendi?" dedi Faik iç sesime tercümanlık yaparak. "Biz Gül ile oturuyorduk, birden destursuz geldiniz. Kimsiniz siz?"

Tahir benden cevap bekliyordu fakat Faik ona soru yöneltince başını ve delici bakışlarını Faik'e çevirdi. "Sen benim kim olduğumu biliyor musun?" diye sordu.

Bununkide soru yani! Adam zaten bilse siz kimsiniz diye sorar mıydı sanki?

"Hayır," dedi Faik kaşlarını çatıp oturduğu yerde dikleşirken. "Kimsiniz siz?"

Tahir iyice yayıldı sandalyeye. Araladığı bacaklarından biri bacağıma değdiğinde bile alev aldım ve hızla yangın çıkmasını önlemek için ayağımı çektim hemen. Kollarını göğsünde topladığında gömleğinin gerilen noktalarından kasları fırladı. "Niye söyleyeyim?" dedi gıcık bir tavırla.

Bu cevabı bana verse önce o öpülesi ağzını kırar, sonra öperdim. Belki yani.

Faik bu alaycılık karşısında iyice gerildi. Küçükken tırsak değilmiş gibi büyük bir özgüvenle, "Peki siz benim kim olduğumu biliyor musunuz?" diye sordu. Öyle bir ciddiyetle söyledi ki bunu, sanırsınız cumhurbaşkanının oğlu!

Tahir duruşundan taviz vermeden başını sola doğru eğdi. "Niye öğreneyim ki?" dediğinde bu cevap karşısında Faik'in özgüveni bir balon misali fıs diye sönüverdi ama kalan iki fısa tutunup dik durmaya çalıştı.

"Bak birader-..." diye öne eğilen Faik aynı şekilde öne eğilen Tahir tarafından susturuldu.

"Asıl sen bak birader," dedi net, kararlı ve karanlık ses tonuyla. Peki ben ne mi yapıyordum? Geriye yaslanmış, ikisinin laf dalaşının arasında yürüttüğüm dondurmayı yiyerek ikisini izliyordum. Her zaman benim için kavga eden iki adam bulamazdım. Bulmuşken tadını çıkara çıkara, hakkını vererek izlemeliydim. "Az önce kim olduğumu sormuştun ya, burada, karşında oturan bu kadının," Başıyla beni işaret etti. Sahibiyim derse onu boğarak öldürürüm! "Her şeyiyim. Bu kadın da benim her şeyim." dedi altını kalın puntoyla, fosforlu kalemlerle çize çize. "Ve ben, benim olanlara göz koyanlardan hoşlanmam. Hoşlanmadığım şeylerin sonucu da kötü olur, üzülmeni istemem. Yeterince açık olabildiğimi düşünüyorum."

Faik'in ciddiyetli suratı Tahir'in her bir kelimesiyle şaşkınlığa evrildi. "Nasıl yani?" dedi gözleri ben ve Tahir arasında gidip gelirken. "Siz... Sevgili misiniz? Ama Sümbül teyze bana sevgilin olmadığını söylemişti. Sen ona sevgilim yok demişsin, bana öyle söyledi." dediğinde Tahir gözlerini bana çevirdi.

Dondurma yediğimi görünce ters ters bakarak önümden dondurma kutusunu aldı. Faik benden bir cevap bekler gibi bakarken omuz silktim. "Doğru." dediğimde Tahir'in dik bakışları yüzüme çevrildi ama ona bakmadım. Yalan mı söyleyelim kardeşim? "Benim sevgilim yok. Bu," İşaret parmağımla Tahin'i işaret ederken ona baktım. "Bana takıntılı. Geçmişten bir husumetimiz, tanışıklığımız var kendisiyle. O zamanlardan beri bana aşık olduğunu söylüyor ama ben değilim. Kendisi de benim hiçbir şeyim değil. Benim nişanlı adamlarla işim olmaz. Racona ters bir kere!"

Her fırsatta bu nişan olayını kafasına vurduğum için üzgün, bıkkın ve sinirliydi. "Nişanı attığımı söyledim!" dedi sert sert.

Omuz silktim. "Nişanlanıp ayrılanlar da tercihim değil." dediğimde burun kemerini sıktı. Benimle asla çene yarıştıramazdı.

Bu konu onu iyice boğuyormuş gibi mevzuyu değiştirdi hemen. Kaç sen kaç. Anandan emdiğin sütü burnundan getirmezsem bana da Fatmagül demesinler oğlum! Dur sen dur! Dar edeceğim sana dünyayı.

"Onu bunu boş ver şimdi de, sen annene sevgilim yok mu dedin gerçekten?" diye sordu biraz şaşkın biraz öfkeli bir halde.

Ben ise son derece keyifliydim. "Evet." dedim gayette umursamaz bir tonla.

Başıma bela güneşe bakınca fena olan ela gözlerini kıstı. "Neden?" diye sordu.

"Çünkü sevgilim yok." diyerek dünyanın en makûl, en mantıklı cevabını verdiğimde ters ters baktı.

"Ben neyim Gül?"

"İnsan?"

"Onu kast etmiyorum!"

"Erkek?"

Kaşlarını daha sert çattı. "Senin için neyim ben Gül?"

Gözlerinin içine baktım. "Eski bir arkadaş." dedim sadece.

Benim için eski bir arkadaştı ve ben bu eski arkadaşa aşık falan olmayacaktım, olmamalıydım! Olmazdı ki. Yine giderdi bu.

Öfkene tutun kızım! Yorgana sarılır gibi nefretine sarıl! Bir kerecik öptü, bir şarkı söyledi, üç beş hoş söz söyledi diye sakın gardını indirme! Toparlanman yıllar sürdü, yine dağılırsan kimse kaldıramaz seni!

Tahir'in kaşları çatıldığında bir an duraksadı. Bunu beklemiyor gibiydi. Bir sarsıldı, sendeledi ama yıkılmadı. Gözleri dudaklarıma indikten sonra bakışları yumuşadı, kaşları düzelirken dudakları kıvrıldı. Yapma işte ya! Bunu yapma! Bakma oğlum dudaklarıma! Yediğim yarım kutu dondurmaya rağmen tadı hâlâ dudaklarımdayken onun bu yaptığı kırmızı kart görmelik bir hareketti ama hocam ya! Şikeydi bu, fauldü!

Yüzüme yüzüme eğildi, kulağıma fısıldadı uyuz uyuz. "Bugün sana, senin için sadece eski bir arkadaş olmadığımı gösterdiğimi düşünüyordum." diye arsız arsız fısıldadığında yutkundum.

Nefesi kulağından girip boynundan çıkan Tahir'i, ona ait ve şu an yakınında duran dudaklarını düşünme kızım! Kendine gel! Sen güçlü bir kızsın! Sakın kafanı sola çevirip de bunca insanın içinde Tahir'in dudaklarına yapışma, bak sakın diyorum!

Mekan boş, yapış kızım sana ait olan, yanıcı ve yakıcı madde gibi duran o dudaklara! diye fısıldadı içimde zincirlere vurulu olan şeytan hâlâ kahkahalarla gülmeye devam edip beni günahlardan günahlara savururken.

Şeytana uymamak adına farklı şeyler düşünmeye çalıştım hızlıca. Mesela, ben neredeydim? Neden bir dondurmacıdayım? Niye geldim buraya? Canım dondurma mı çekti yoksa...

Siktir ula!

Faik...

Bunun niye sesi çıkmıyor dakikalardır?

Avucumla Tahir'in yüzünü kapatıp kafasını geri ittikten sonra Faik'e baktım ama onu göremedim. Yerinde yeller değil, fırtınalar esiyordu. Bunu akşam eve gittiğimde annem bizzat bana gösterecekti zira. Işınlanmayı falan mı buldu bu? Nereye kayboldu? Sadece beş dakika kontrol etmedik ula! Kaçtı mı?

Sağa, sola, öne, arkaya, masanın altına, kalkıp erkekler tuvaletine bile baktım ama yoktu. Gitmişti. Gerçi iyi de olmuştu.

O Faik olabilir ama benden ona Safiye olmazdı. Kusura bakmayacaktı artık.

Olmak ve olmamak, işte bütün mesele bu diyor, olmamayı seçiyordum.

Yanımızdan geçen garsonu durdurdum. "Az önce şu masada oturduğumuz arkadaşı gördünüz mü?" diye sordum bir yandan masayı işaret ederken.

Garson bir bana baktı, bir de işaret ettiğim masaya. "Az önce çıktı, hesabı da ödedi." dedi.

Ah canım ya, yediğim dondurmanın bile parasını ödemiş! Erkek işte!

Başka bir evrende, en bonkör halinle desem bile... Cık, o da olmaz be Faik. Şansına küs.

Ben olsam, benim için şansıma bin belalar yağdırırdım, sen de öyle yap.

Yazar'dan;

Akşam çayın yanına yemelik kurabiye hamurunu yoğuruyordu Sümbül Hanım. Göz kararı attığı unu iyice yedirmeye çalışırken telefonunun zil sesi doldurdu mutfağı. Bir eli hamur, bir eli unluydu. Unlu elini bir beze silip buzdolabının üstüne bıraktığı telefonunu aldı. Ekranda yazan Faik ismini görür görmez telefonu açtı, omzuyla kulağının arasına sıkıştırıp öyle konuştu. "Alo?"

Karşı taraftan Faik'in kibar sesi duyuldu. "Müsait miydin Sümbül teyzecim?" diye sordu Faik.

Sümbül Hanım harıl harıl hamuru yoğururken sanki oturmuş, keyif kahvesi içiyormuş gibi bir rahatlıkla, "Müsaitim oğlum müsaitim," dedi hızla. "Ne oldu? Bizim kız bir şey yapmadı değil mi sana? Ay yoksa oraya mı gelmedi?"

"Geldi Sümbül teyze ve hayır, bana bir şey yapmadı." dedi Faik. Derin bir nefes alıp verdiğinde, "Sevgilisi varmış." diye ekledi. Sümbül Hanım bir ufak şaşırdı. Sabah kızının yok öyle bir şey adlı marşını dinlerken hiç mi hiç inanmamıştı ama şimdi görüyordu ki demek ki Tahir'le bu ele avuca sığmayan deli dolu kızı birlikteydi.

Ama bunu Faik'e çaktırmadı. "Nasıl yani? O ne demek oğlum? Gül mü dedi sana bunu?" Kızı açık açık birini sevdiğini söyleyecek biri değildi. Hoş, Faik'le görüşmeyi sonlandırmak adına böyle bir yalan da söylemiş olabilirdi.

O sırada Mehmet girdi mutfağa. Kendine bir bardak su doldururken annesine kısa bir bakış attı. Konuşmadı.

Telefonun ucundan Faik'in sesi yükseldi. "Yok Sümbül teyze," dedi. "Biz oturuyorduk. Beş dakika olmadan biri geldi. Bir adam. Ama böyle varlıklı bir adam. Üzerindeki kıyafetinden belli yani. Gül'le konuştular. O Gül'ü sevdiğini söyledi, Gül de reddetti ama o da seviyor gibi bakıyordu adama. Bende kalktım masadan. Kalktığımı fark etmediler bile."

Artık emin olmuştu Sümbül Hanım. Kızı da bu Tahir'e karşı boş değildi. Emin olmuştu. Hatta evde kalacağını, bu tembellik ve beceriksizlikle evlenemeyeceğini düşündüğü kızının sonunda birine aşık olduğunu bilmek, görmek onu sevindirmişti. Yıllardır yaptığı yaramazlıklarıyla kendisine çektiren bu kıza artık her ağzını açtığında bu konu üzerinden yüklenecekti. Tahir'i de boş bırakmayacak, onunla da en kısa zamanda görüşecekti.

Yine de hiçbir şeyi çaktırmadı Sümbül Hanım. "Yaaa," dedi o da şaşırmış gibi. "Demek bizim kızın bir sevgilisi varmış he? Ben sordum o zilliye ama söylemedi bana. Yok dedi. Bak sen Allah'ın işine. Tüh!"

"Öyleymiş," dedi telefonun ucundan Faik. "Ben sana haber vereyim dedim Sümbül teyze. Bizim iş olmadı, olmaz yani. İkimizin de hakkında hayırlısı."

"Öyle uşağım öyle," dedi Sümbül Hanım. Uzatmadı. "Annenlere çok selam söyle. Bir ara yemeğe bekliyorum bak."

Faik ne geliriz dedi ne de gelmeyiz. "İnşallah Sümbül teyze. Hoşça kal."

Ve telefon kapandı.

Sümbül Hanım sırıta sırıta omzuyla kulağının arasına sıkıştırdığı telefonu alıp kenara koyduğunda, "Ablamın sevgilisi mi varmış?" diye soran en küçük oğluna baktı Sümbül Hanım. Mehmet dünyayı uzaylılar bastı denilse bu kadar şaşırmazdı ama mevzu küçük ablasının sevgilisi olduğu haberi olunca... Şaşırmak hakkıydı tabii.

"Öyle görünüyor." dedi Sümbül Hanım hâlâ otuz iki diş sırıtırken. Kızının görüştüğü, hatta sevdiği biri var diye neredeyse lokma döktürecekti. Ama bunun yerine kurtlarını dökmeyi tercih etti. Şarkı mırıldanarak oynarken bir yandan kurabiye hamurunu kulak memesi kıvamına getirmeye çalışıyordu.

Mehmet ise hâlâ şoklardaydı. "Anne emin misin?" diye sordu emin olamayarak. Küçük ablası o kadar umutsuz vakaydı ki, yanlışlıkla bile sevgilisi olmamıştı hiç. Kendisinin birine aşık olmasından, birini sevmesinden ziyade ablasını kimin sevdiğine takılmıştı en çok. Kim ablası gibi tembel, aşırı uyuz ve gıcık birine aşık olma gafletine düşebilirdi ki? Hangi aklından zoru olan herifti acaba bu, merak etmişti Mehmet.

Sümbül Hanım olanları kısaca oğluna anlattığında Mehmet'in şoku dörtlerden on dörtlere yükseldi. "Varlıklı biri bir de?" dedi dehşet bir şaşkınlık içinde. "Herif ablamı nereden bulmuş da, onca varlığının içinde gitmiş ona aşık olmuş acaba?"

O kadarını söylemedi Sümbül Hanım. Şimdilik bunu saklayacaktı ama her fırsatta kızının başına vurup duracaktı bu konuyu.

Mehmet ise annesinden daha fazla laf alamayınca ve elinde somut bir delil olmayınca buna inanmadı. Dünyayı uzaylılar istila etmiş deseler daha çabuk inanırdı. O derece bir inançsızlık, ümitsizlik söz konusuydu.

Sümbül Hanım keyiften dört değil dört yüz dört köşe bir halde kurabiye hamurunu yoğururken kapı çaldı. Odasına gitmek için üst kata çıkan Mehmet geri döndü. "Ben bakarım!" diye bağırdı annesine. Annesi oralı bile değildi. Kapıyı duymamıştı bile. Ee her gün yaşadığı bir olay değildi bu. Şaşkın ve sevinçliydi. Hakkıydı tabii.

Mehmet kapıyı açtığında çöpçatan Necmiye geldi. Tombul yanakları kıpkırmızı, nefes nefese bir halde kapının ağzında dikiliyordu. Durdu, nefeslendi ve, "Sami amca evde mi?" diye sordu.

Mehmet başını onaylarcasına salladığında kadın içeriye daldı. Getirdiği haber yürek hoplatacak türdendi. "Sami amca Sami amca!" diye bağıra bağıra salona girdi.

Gözünde gözlükleri, elinde bulmacası harıl harıl odaklanmış bir halde duran Sami Bey hemen dikleşti. Gözlüğünü çıkartırken yakınına oturan kadına baktı. "Hayırdır Necmiye? Kötü bir şey yok ya?"

Kadın zar zor nefes alıyordu. "Yok yok," dedi. "Aslına bakarsan haberler iyi." Kısa bir soluklandı. "Erkek tarafına haber uçur demiştin ya, dün uçurdum. En kısa zamanda tanışmak istiyorlar. Ne diyeyim?"

Meltem için bulduğu ideal damadın ailesi demek tanışmak istiyordu. Buyursunlardı o zaman. Ama öyle hemen kabul etmek de olmazdı şimdi. Tamam kızı evlensin istiyordu ama hemen de kabul edemezdi ki. Sanki evde kalmış da hemen birilerine kakalamaya çalışıyormuş gibi olurdu. Kısa bir süre düşündükten sonra, "Haftaya gelsinler." dedi. Evet, en makulû buydu çünkü. O zamana kadar Meltem'e de bu konuyu açmış olurdu hem.

İşin zor kısmını halletmiş, şimdi daha zor kısmını halletmeye çalışacaktı Sami Bey.

Gül'den;

"Huzurum kalmadıııığğğ,
Dırımdırımdır,
Fani dünya daaaağğğ
Dırımdırımdır,
Yapıştı canımaaaağğğ
Dırımdırımdır
Bu kara sevdaaaağğğ..." diyordu arka fonda çalan Ferdi Tayfur'un yürekleri dağlayan sesi. Öyle ki iki dakika da benim gibi ipsiz sapsız birini bile dert sahibi yapmıştı.

Kadehi kafama dikerken karşımda oturan ablam ters ters baktı bana. Umursamadım.

Tahin'le dalaşıp kavga ettikten sonra o beni zorla kendi arabasıyla eve bırakmış, Demir abimin arabasını da arkamdan eve göndermişti. Daha ben eve giremeden, halamla Süslü Barbie evden çıkmıştı. Halam sinir kuyusuna düşmüş de merdivensiz kalmış gibi son derece öfkeliyken, ablam da onu sakinleştirmeye çalışıyordu. İkili arabaya bindiğinde bende peşlerine takılmıştım. Neticede iki yarı çıplak kadını korumam gerekebilirdi.

Aslına bakarsanız annemin Faik'le olan görüşmemi sormasından kaçıyordum. Faik'i birazcık tanıyorsam dondurmacıdan çıkar çıkmaz hemen anamı arayıp Tahir'i ötmüştür! Küçükken de böyleydi bu. Sır o, sus dediğimiz şeyleri hemen gider öterdi. Ağzındaki baklanın haşlanmasını geçtim ıslanmasına izin vermezdi. Büyüdükçe herkes değişirdi, huylar bile. İnşallah onunda bu huyu değişmiştir. Yoksa anamdan yiyeceğim azarları, onun bir taraflarında patlatırdım, haberi yok.

"Bu adam beni öldürecek!" dedi halam sinirle üçten sonra saymayı bıraktığım kadehini kafasına dikerken. "Bu adam benim sonum olacak!"

Bu adam diye öfkeyle bağırdığı kişi dedemdi. Dedemin halam için bulduğu enişte beylerle haftaya bir tanışma merasimi gerçekleşmiş. Valla şaka maka Esro Erol kılıklı dedem sadece eğlenmek isteyen kızını evlendiriyordu. Bir beş sene daha bekar kalırsam bende dedeme başvuracağım. Aldığım duyumlara göre, halamın bu denli öfkesine bakılırsa onu yaşlı ancak zengin biriyle evlendirecekmiş.

Yalnız, dikkatinizi çekerim yaşlı ama ZENGİN biriyle evlendirecek!

Enişte bey, acaba enişte dede mi desem bilemedim şimdi. Her neyse işte... Enişte şahsı diyelim en iyisi şimdilik.

Enişte şahsı, çıtır ve şu mekana girdiği andan beri bütün ilginin odağına giren halamı düğün gecesi görür görmez kalp krizi geçirip giderdi öteki tarafa. Halam da hâlâ el değmemiş halde mis gibi zengin hanımağa olur, yaşayıp giderdi. Onun dayı beyle bulaştığı işleri, Demir abim gibi tehlikenin göbeğinde olduğunu bildiğimden beri ben bu evliliğin destekçisi olmuştum ne yalan söyleyeyim. Halamın bir kadın olarak saha da olması, vatanı, bayrağı, milleti için çalışması elbette ki gurur vericiydi fakat bir o kadar da tehlikenin göbeğindeydi. Demir abimle ikisi benim kırmızı çizgimdi. Birinden birinin tırnağı kopsa kahrolurdum.

"Emin misiniz?" diye soran Yaren ablaya baktım. Ablamla buluşacaklarmış bu akşam normalde fakat halamın sinir harbi yaşadığını görünce onu da yoldan almış, peşimizden meyhaneye getirmiştik. Sadece o değil kızıl saçlı, süs bebeği de buradaydı. İkisi, hatta ablam da dahil, üçü kıvrak vücutlarını sergileyen kıyafetlerle şu an bu meyhanede en alakasız duran kişilerdi. Zaten onlarda bizim burada ne işimiz var bakışı atıyorlardı ama kibarlıktan bir şey de diyemiyorlardı.

Halam sinir yüklü bakışlarını Yaren ablaya çevirdi ama öfkesi ona değildi. "Babanız çok kibar, kültürlü bir adam. Yani ben bu şekilde sizi yaşlı biriyle evlendireceğini sanmıyorum. Bir yanlışlık olmasın?"

Halam burnundan alayla karışık bir homurtu çıkardı. "Herkese karşı kültürlü, duyarlı olan babam, bir bana karşı mağaradan çıkmış gibi davranıyor zaten!" diye homurdandıktan sonra sek rakısını kafaya dikti. Anında pişman oldu tabii. Yüzünü limon tarlası yemiş gibi buruşturup kafasını eğdi ve şiddetle iki yana salladı başını. Kendine geldiğinde bu sefer suya yüklendi. İki bardak su içti peş peşe. Derin bir nefes alıp verdi sonra. "Neyse," dedi geriye yaslanıp saçlarını omuzlarından geriye ittiğinde. "Konuyu değiştirelim yoksa cinnet geçireceğim. Ucundayım valla, zor tutuyorum!"

"Sal gitsin o zaman be hala!" diye kıkırdadığımda şaşkın bakışları bana döndü. Hafif sarhoş halimle ona bakarken dakikalar içinde nasıl bu hale gelebildiğimi sorgular gibiydi.

"Sadece ayran içerek nasıl sarhoş olabiliyorsun anlamıyorum!" diye homurdandı ters ters bana bakarken. "En sağlamından bir rakı, viski, votka, ne bileyim şarap içse bu kadar hızlı sarhoş olmaz ama bir bardak ayranla hemen sarhoş oluyor!"

Sanki hakkımda konuşulmuyormuş gibi omuz silkip kahkaha attım. Anlamsız neşem gözlerine batmıştı hemen. Halam yönünü bana çevirdi. "Sen anlat bakalım, yengem sana birini bulmuş, onunla görüşmüşsün bugün. Ne oldu? Nasıl geçti buluşma?"

Hafif sırıtan bir ifadeyle yanağımı yumruğuma yaslamış, kafamı sağa sola sallarken gözlerimi kapattım. "Faik'le buluştuk," diye anlatmaya başladım. "Hani vardı ya küçükken, sürekli kavga ettiğimiz bir arkadaşımız... O işte. Dondurmacı da dondurmalarımızı yerken evliliğe doğru yürüyorduk ki.. Bom! Ne oldu dersin?"

Halam, ablam ve kızıl saçlı süs bebeği avel avel yüzüme bakarken Yaren abla atladı hemen. "Ne oldu?" diye sorarken fazla meraklıydı.

Derin bir nefes verdim. "Tahir geldi."

Yaren abla rahat bir nefes verirken ablam şokla gözlerini büyüttü, halam da Çinliler gibi gözlerini kıstı. Süs bebeği ise bizi sadece dinliyor, konuşmuyordu. Aklı burada değil gibiydi.

"Ee?" dedi halam.

F diyerek kötü bir espri yapmak vardı şimdi de neyse.

"İşte bu geldi, yanıma oturdu, bu kız benim dedi, önüne bak dedi, yoksa senden hoşlanacağım haberin olsun dedi..." Gözlerimi kıstım. "Galiba böyle bir şeyler dedi ama tam emin değilim. Ondan öncesinde beni öptüğü için bozulmuş Tahin, odaklanamadım pek." der demez pişman oldum ama geçti artık.

"Ne?" dedi ablam şokla.

"Tahir seni öptü mü?" diye sordu Yaren abla sırıtarak.

"Nerenden?" diye soran halam da soğukkanlılıkla karşılamıştı bunu.

"Telefonum çalıyor müsaadenizle." diyen süs bebeği de telefonunu alarak çıkmıştı mekandan.

Geriye kalan üç kadının gözleri üzerimdeyken dudaklarımı büzüp ileri uzattım. "Buradan." dedim. Gözlerimle dudaklarımı işaret etmeye çalışırken dışarıdan şaşı taklidi yapıyormuşum gibi göründüğümü o an bilseydim, yapmazdım tabii.

Ablam şoklardan şok beğeniyordu. Yıkılmış bir halde geriye yaslanırken, "Daha biz öpüşmeden siz nasıl öpüştünüz be?!" diye sordu. Buna eşlik olarak arka fonda batsın bu dünya diyordu Ferdi baba. Orhan baba mıydı acaba bu? Sesleri ayırt edemeyecek kadar sıyırmıştım şu an.

"Nasıl oldu?" diye sordu Yaren abla hevesle, heyecanla öne eğilerek. "Yani bir an da mı öptü yoksa öncesinde sinyal verdi mi?"

"Sinyal ne ki?" dedim alayla. "Dörtlüleri yaktı ama üzerime alınmadım. Zira odada yalnız değildik. Taş gibi serpildikçe serpilmiş bir Serpil Hanım vardı. Ben onu öper sandım ama bana kısmetmiş."

"Serpil kim?" diye sordu halam.

"Şirketin yeni mankeni." dedi Yaren abla. Konudan bayağı haberdardı yani.

İşaret parmağımı havaya kaldırdım. "İş başına on bin dolar alacak olan bir manken ama." dedim son derece huysuz ve sinirli bir sesle. Bu benim kanayan yaram olarak devam edecekti ömür boyu. "Bana beş kuruş bile vermediler. İnşallah batar o şirketi de görür ebesinin a-..."

Ablam hızla bardağımı ağzıma dayayınca küfrümü koca bir yudum ayranla beraber yuttum.

"Ben yetişemedim hızına," dedi halam koluma vururken. "Yavaş anlat bir. Şimdi bu adam seni öptü ve sen ondan sonra Faik'le buluşmaya mı gittin?" diye sorduğunda başımı salladım. "Peki Tahir nereden biliyor senin Faik'le buluşacağını?"

"O öpmeden önce ben biriyle buluşacağım dedim. Artık evlilik yoluna gireceğim, benden uzak dur dedim. O da geldi zorla beni öptü. Sen dedi benimsin dedi. Kimseye yar etmem dedi. Ya benimsin ya benimsin dedi. Manyak! Kendini aşiret falan sanıyor herhalde. İki gıdım parası var diye beni satın alabileceğini düşünüyor! Kuru bir öpücüğe tav olacak biri miyim ben? Zaten öptü de denmez. Esaslı öpüşenlere hakaret olur. Dudaklarını değdirip çekildi geri. Sanıyor ki öpüştük! Oysa o dudaklarıyla ateşimin olup olmadığına baktı sadece."

"Dudaklarını öperek mi baktı ateşine?" diye sordu halam alaylı gülüşüyle.

Kafamı daha fazla ayakta tutamadım. Tam bu noktada isyan bayraklarını çekip iflas etti. Küt diye masanın üzerine düştüm. "He." dedim sol yanağımı masaya yaslayıp halama bakarken. "Artık ateş dudaklardan anlaşılıyormuş. Ama siz şimdi kimseye söylemeyin. Olay büyümesin."

Tam bu noktada gözlerim de işlevini yitirdi. Uykum gelmişti ama bilincim kapanmamıştı. Konuşulanları duyuyordum.

"Adımın Meltem olduğu kadar eminim ki iki güne kalmaz Demir'e Tahir'le öpüştük diye kısa çaplı bir kalp krizi yaşatır!" dedi halam.

Yapmazdım. Artık çocuk değiliz sonuçta. Her olan öyle şap diye anlatılmaz.

"Yapar mı bunu gerçekten?" diye sordu Yaren abla tedirgince. "Çocukken de Gül öpmüş Tahir'i hastanede. Odaya abisi girince söylemiş hemen, biz öpüştük evleneceğiz diye. Zavallı kardeşim o geceden sonra abimle uyumaya başlamıştı Demir abi korkusundan."

Şimdi sen böyle dedin ya, o Tahir'e yine bir göt korkusu yaşatma isteğiyle kıvranmaya başladım ama ben şimdi.

Hocam teşvik var, hocam!

"Valla Demir abim bu sefer ikisinin de bacaklarını kırar, kurşuna dizer!" dedi ablam. Duraksadı. "Gül'e kıyamaz gerçi, bir iki azar çeker, trip atar ama Tahir'in ruhuna bir El-Fatiha okuyacağımız garanti diyebilirim."

Offf! Çok kararsız kaldım ama ben şimdi.

Ama yok ya, söylemem.

Hem öpüşme bile değil ki bu.

"Bir şey soracağım!" diyerek yattığım masanın üzerinden doğruldum. Uykum aniden geliyor, aniden açılıyordu. Rakıma kim ne kattı ula?!

Üç çift göz üzerime çevrildi hızla ve ben merak ettiğim şeyi sordum: "Bu meyhane de neden hep damar şarkılar çalıyor ula? Buraya derdini unutmaya gelenler daha da dertlenip bileklerini kessinler diye mi?" Sağa sola bakındım. "Nerede buranın Dj'i?"

"Bara gelmedik, meyhaneye geldik." dedi halam rakısını kafaya dikmeden önce. "Bilgisayardan falan açıyorlar herhalde."

Avuçlarımı masaya yaslayıp kalktım saatlerdir götüme yapışan sandalyeden. "Bir el atayım da ortam şenlesin." demiştim ki ablamın, "Balım nerede? Gelmedi hâlâ." demesiyle durdum.

En son çişim geldi diyerek gitmemiş miydi?

"Telefonla konuşmaya gitmişti." dedi Yaren abla. "Ben bir bakayım."

Ben otururken o kalktı. Salına salına yürüyerek mekandan çıktı ve bir daha gelmedi.

"Beş dakika geçti, hâlâ gelmedi bunlar." dedi halam kaşlarını çatarak.

"Bir de ben bakayım." diyerek ablam ayaklandı bu defa ve o da gittikten sonra bir daha gelmedi.

Dışarıda kara delik falan mı vardı ula? Niye giden geri gelmiyor?

Halam bileğindeki saate baktıktan sonra, "Hayda!" dedi kaşlarını çatarak. "N'oluyor anasını satayım ya?!" diye hanımefendi tavrına tezat bir şekilde ağır abiler gibi sövüp kalktı masadan. "Burada bekle, biri bir şey verirse içme sakın! Geliyorum hemen." dedikten sonra gitti.

Halam da çıktı ve bir daha geri gelmedi.

Oturup durmaktan sıkıldığım için ve bu arka fonda çalan kimseye etmem şikayet diyerek beni darlayan, içimi şişirdikçe şişiren şarkı yüzünden kalkıp kasaya ilerledim. İlerleyiş o ilerleyiş.

Kasadaki adamla konuşup şarkıyı ayarladıkları bilgisayarın başına geçmem ve ortamı bir anda coşturmam bir oldu. Meyhanedeyiz diye efkarlı şarkılar dinlemek zorunda mıyız kardeşim? Belki ben çok mutluyum ve bunu kutlamak için meyhaneye geldim, olamaz mı?

Yarım Saat Sonra;

"Geceler haram oldu bak bu aralar
Daha da kanmam basit o numaralar
Seni unuttum kapandı yaralar
Özlersen arama kapalı kapılar!" diye bir yandan şarkıya eşlik ederken diğer yandan da belime astığım masa örtüsüyle göbek atıyordum.

Yarım saat önce buram buram efkar kokan meyhaneyi yarım saat içinde bara, pavyona çevirmem şaka mı?

İrili ufaklı, yaşları büyüklü küçüklü herkes bir anda efkar hırkasını bırakıp coşmaya başlamıştı. Evet abi, evet hocam ya! İhtiyacımız olan buydu!

Yarım saat evvel en arka masada oturan, karısı tarafından terk edilmiş altmışlı yaşlardaki Abdullah amcam bile beline bağladığı ceketiyle göbek atıyordu şimdi.

Tesellim işe yaramış demek ki.

Ne mi teselli verdim?

Aynen şöyle demiştim:

Takma düzelir be kanka, düzelmezse de salla gitsin. Dönerse senindir, dönmezse bil ki o kebap olmuştur. Sana kız mı yok be? Yoksa da boş ver. Hayat boş, eğlen coş. Hayat bir gündür, o da bugündür. Hayat bir sudur, iç iç kudur. Hayat bir vişne, yemeyen kirve!

Şaka gibi ama verdiğim teselliler ve açtığım oynak şarkılar anında onu girdiği depresyondan çıkartmış, bir anda mekanın sahibi havasına bürünürek kalça, göbek, kafa, göz ne varsa salmıştı ortaya. İtiraf etmek minik canımı yaksa da iyi göbek atıyordu amcamız. Değme dansözlere taş çıkartırdı.

Ben bir masanın üstüne çıktım o diğer masanın üstüne. Şarkıyı söylerken bir yandan da delicesine göbek attık. Masalarımızın etrafına doluşanlar bize alttan alkış tutup eşlik ederken kendimden geçercesine dışarıdan son derece rezil görünen ama içeriden bakıldığında aşırı hoş duran figürlerimle şovuma devam ettim.

Ta ki müzik durup biri beni omzuna atana kadar!

Noluyor lan!

Malı götürüyorlar usta, yetiş!

"Kimse bir yere gitmesin, polis!" diye bağırdı omzundan tepe aşağı sallandığım kişi.

Polis mi?

Şimdi meyhanenin boydan boya cam duvarlarından dışarıya baktığımda yanan polis arabalarının ışıklarını görmüştüm. Bunlar hangi ara geldi ulan?

"Ulan Gül," diye söylendi beni omzundan tepe aşağı sallandıran polis kişilik. "Madem meyhaneye geliyorsun, niye beni çağırmıyorsun kız?" diye malûm yerime, popoma bir sikke attı. Sille miydi acaba o? Aman her neyse işte. "Valla yapıştık kaldık emniyete. Abin sağ olsun, nefesi bir taraflarımızdan aldırıyor. Seni kankam bilirdim ben. Niye hainlik yaptın? Niye haber vermedin bana? Niye? Niçün?"

O böyle omzundan çuval gibi sarkıtmış beni tutarken dakikalar önce içtiğim aslan sütünü üstüne çıkarmama şu kadarcık kalmıştı, haberi yok.

"İndir beni." dedim zar zor. Öğürme isteğini son anda bastırdım. "İndir yoksa kusacağım!"

Anında indirdi beni. Sanki ona hem belalıyım hem vebalıyım demişim gibi beni pat diye bırakıp iki adım geri çekildi. Götümün üzerine pat diye düştüğümde acılı çığlığım mekanın cam duvarlarını titretti.

"Senin götünden kan alsınlar e mi Okan iti!" diye bağırdım yükümü sağ yanağın üzerine verip pantolonumun sert kumaşından acıyan götümü ovalarken. Ben ve götüm, bunları hak etmedik ama ya!

Ama tabii hak ettiysek eyvallah demesini de biliriz.

Ama hak etmedik!
Kimse bunun aksini iddia edemez!

Okan abi tepeden onaylamaz bakışlar attığında ters ters ona baktım. "Terbiyesiz," dedi kınayıcı bakışlarla. "Hiç yakışıyor mu böyle kötü sözler ağzına?"

"Valla bana yakışmıyor da, söylediklerim, henüz söylemediklerim ve söyleyemediklerim sana pek yakışıyor!" İt herif! Kahkaha attı. "Gel şuraya, kaldır beni adi herif!" dedim ters ters ellerimi uzatmış onu beklerken.

Anında ciddileşti. "Namusun, şerefin ve Kur'an üzerine yemin et kusmayacağına dair." dediğinde acıma rağmen gülümsedim.

"Namusum, şerefim ve Kur'an üzerine yemin ederim ki üzerine kusacağım!" dediğimde, "Siktir lan!" deyip dışarı kaçtı.

Bende gelen polisler beni burada unutup giderler diye ümit ederek sessizce bekledim ancak Okan abi gider gitmez Serhan abi geldi. Okan abinin ayılığına tezat bir şekilde beni kibarca kaldırıp belime sarılarak bana destek oldu.

Sonrası karakoldu.

Üstelik bu defa hiçbir şey yapmadığım halde!

İnşallah meyhanelerde coşmalı kopmalı şarkılar açıp bara pavyona çevirme suçu falan yoktur.

Kırk Beş Dakika Sonra;

"Kolumu tuttu, bırak dedim bırakmadı, sarhoştu ama ona rağmen tutuşu sertti. O bırakmayınca bende tekme attım." diye anlattı kızıl saçlı süs bebeği titreye titreye.

Son on dakikadır olduğu gibi yine hıçkırdım. Ağlamaktan falan değil ha! Aslan sütü çarpmıştı da azıcık. "Neresine?" diye sordum öne eğilip yüzüne bakmaya çalışırken bir yandan da kahvemi yudumluyordum. Malûm Sinan abim hâlâ sarhoş olduğumu düşünüyordu. Bana üflettirdiği o cihaz bile bas bas bu kız sarhoş değil, ağzı süt kokan değil alkol kokan getir bana diye bağırmasına rağmen inanmamıştı. Ayılmam için kahve vermişlerdi elime. Bende bacak bacak üstüne atmış, buralar benden sorulur duruşuyla kahvemi yudumluyordum. Malûm emniyette kurbanlık koyun gibi yan yana dizilmiş amire ifade veriyorduk. Ben ne alakaydım, hâlâ anlamış değilim!

Süs bebeğinin yüzü saçları gibi kızıl oldu bir anda. Bakışlarını kaçırdı. "Şeyine." dedi duyulması güç bir sesle.

Geldiğimizden beri mekanın bir diğer sahibiymiş gibi bacak bacak üstüne atmış, kollarını göğsünde toplamış halam, "Taşşaklarına vurmuş işte!" dedi ters ters. "Siki kopasıca herif!" Sinan abim tepemde kızarıp bozarırken uyarmak için öksürdü ama halam ters bakışlarını bu defa ona yöneltti. "İki dakika geç gelsen hepsinin hakkından geliyordum! Bok var da geldin değil mi?"

Anında hak verdim halama. "Evet ya, niye geldin ki? Eğlencemin içine sıçtın!"

Abim hayretle bana baktı. "Körle yatan şaşı kalkıyormuş cidden!" dedi kötü sözüme karşılık. Ah benim saf abim, o beni masum biri sanıyor... "Bu sefer mevzunun dışındasın diye sesimi çıkarmıyorum, bence sende sus güzelim, tamam mı?" Ağzının içinde cık cıkladı. "Gece gece uğraştığımız işlere bak! Niye evde oturmuyorsunuz siz anlamıyorum ki!"

Ağzımı açmış gerekli cevabı verecekken birden ummadığım biri yıldız gibi parladı. "Size göre kadınlar hep evde oturmalı, gece dışarı çıkmamalı değil mi?" diye bağıran Yaren abla aniden çakan şimşekler gibi korkuttu beni. Oturduğu yerden ayaklanmış abimi bir kaşık suda boğuverecekmiş gibi bakıyordu. Tövbe bismillah subhanallah barikallah! Ne kaçtı bunun içine ula?

"Kadınlar aman elbise giymesin, aman eteğinin boyuna dikkat etsin, gece dışarı çıkmasın, hava kararmadan evde olsun, sakın ha bir erkeğe arkadaş bile olsa gülmesin, konuşmasın! Çünkü siz erkeklere göre kadınlar eğer elbise veya etek giyerse taciz edilmeyi, en kötü ihtimalle tecavüze uğramayı hak ediyordur. Çünkü açık giyerek, erkeğin nefsini kışkırtarak bunu istemiştir değil mi? Gece dışarı çıkarsa ev kadını değil, hayat kadını olur çünkü değil mi? Arkadaşım diyeceği bir erkek olmamalı! Varsa da onunla konuşmamalı, ona gülmemeli! Niye? Kuyruk sallıyor olur yoksa değil mi?"

Her kelimenin üzerine basa basa öyle bir bağırıyordu ki kulaklarım uğuldamaya başladı bir noktadan sonra. Odadaki herkes susmuş, Yaren ablaya bakarken o elinin tersiyle gözlerini silip bu defa Rıza amire döndü. Titreyen eli kapıyı işaret etti. "O dışarıdaki herifler yaşlarına başlarına bakmadan bizi taciz ettiler. Meltem'le Sibel olmasa belki de biz şu an..." Bu noktada ağlaması şiddetlendi. Kızıl saçlı süs bebeği kalkıp ona sarıldığında bile vücudu kaskatıydı. Ne oluyor bu kıza? Niye böyle oldu şimdi? İçimi kaplayan huzursuzlukla beraber elimdeki fincanı yanımda dikilen Selim abinin eline tutuşturdum.

"Tamam," dedi süs bebeği. "Tamam geçti canım. Sakin ol."

Yaren abla hızla toparladı kendini. "O herifleri sorgulamanız gerekirken biz kendimizi korumaya çalıştık diye bizi mi sorguluyorsunuz gerçekten? Bu mu sizin adaletiniz?!"

"Adamların hoşafını çıkarmışsınız!" dedi Sinan abim ve çatık kaşları. "Bu yüzden buradasınız. Siz şikayetçi olduğunuz için herifler nezarethanede şu an. Yarın da mahkemeye sevk edilecekler. Adalet olması gerektiği gibi herkese eşit bir şekilde işliyor."

"Ben ortada işleyen bir adalet görmüyorum ama!" diye bağırdı Yaren abla.

"Bakamıyorsundur o zaman!" diye karşılık verdi Sinan abim.

Yaren abla yine bağırdı ve bu defa söyledikleri herkesi susturdu. "Madem öyle beni taciz eden hocam neden şu an dışarıda?!"

Sessizlik...

Derin bir sessizlik...

Yaren abla tacize mi uğramıştı?

Hem de öğretmeni tarafından?

O yüzden mi ağlıyordu dakikalardır?

Bu adalet çırpınışı bu yüzden miydi?

"Siktir ya!" diye fısıldadı yanımda oturan halam. Bence de siktir ya! Hatta koca bir siktir ya!

Yaren abla çekip gittiğinde peşinden iki polis memuru gidecekti ki Rıza amirin elini kaldırıp 'dokunmayın, gitsin' hareketiyle durdular. Sinan abim şok olmuş bir halde, kalakalırken karşısındaki duvara baktı. Baktıkça yumruklarını sıktı.

Sonrasında izin dahi almadan kapıyı açıp bir hışımla odadan çıktı. "Hay sikeyim, nereye abi ya?" diye peşinden gitti Serhan abi. Selim abi de peşlerine takıldığında başımı arkamdaki duvara yasladım.

Güzel başlayan günümün kötü bitmesi şaka mı ya?

"Kusura bakmayın amirim ama kız haklı," dedi halam. "Bunlar böyle dışarı da elalemin karısına kızına göz koyuyor. Sonra dövünce biz suçlu oluyoruz!"

Rıza amir ters ters baktı halama. "Seni tanımasam inanacağım bu dediğine Meltem." dedi. "Kızım sen üç ay önce bir adamı canım sıkıldı dövdüm diyerek gelmedin mi karşıma? Müdavimi oldun buranın Meltem. Valla benden daha çok geliyorsun karakola. Söyleyelim arkadaşlara sana bir masa ayırsınlar, uğraşma gel git yapmakla."

Bende kendimi nezaretin kraliçesi bilirdim. Halam benden fena çıkmıştı!

Sanırım artık kime çektiğimi sormanıza gerek yok ha?

Halam utanır diye bekledim ama duruşundan asla taviz vermedi. Bir de, "Masam deniz gören bir yerde olursa iyi olur amirim." demesi yok mu? Kahkaha attım.

Şu durumda bu denli delicesine kahkaha atan bir tek olabilirdim çünkü.

"Kusura bakmayın amirim ama halam haklı," diye avukatlık kişiliğine büründü ablam. "Bunlar dışarıda elini kolunu sallayarak bizleri taciz ediyorlar, biz kendimizi korumak için onları dövdüğümüz zaman suçlu oluyoruz! Valla az bile yaptık, hiç kusura bakmayın."

Rıza amir 'sende mi be Brütüs' bakışı attı ablama. "Bari sen yapma kızım." dedi kırılmış, incinmiş, gücenmiş bir tavırla. "Tamam haklısınız. Kamera kayıtlarına da baktık. Önce herifler musallat olmuş size. Ee siz de şikayetçisiniz zaten. Gereğini yapacağız biz.. Aman diyeyim siz de meyhanelerden uzak durun." Özellikle halama baktı. "Tamam mı Meltem?"

Halam duruşundan asla taviz vermedi. Özgüven paçalardan akıyordu resmen. "Söz veremem." dedi omuz silkerek. "Benim mekan oldu artık orası."

Odanın kapısı tıklanıp Rıza amirin gel demesini beklemeden pat diye açıldığında kapının yanında dikilen Okan abinin omzuna çarptı kapı. Küfredip omzunu tutarken odaya giren beyefendinin sanki beni eliyle buraya koymuş gibi o güneşe bakınca fena bana bakınca başıma bela olan gözleri direkt bana çevrilmişti. "Gül!" dedi hızla bana doğru geldiğinde. Önümde eğilip ellerimi tuttuğunda, gözleri hızla hasar tespiti yaptı ve kaportamın sağlam olduğuna kanaat getirince yeniden gözlerime baktı. Oysa motor fena durumdaydı. Birden bire hararet yapmıştı. Su dökmek lazımdı ama su bile kurtarmazdı. "İyi misin sen?"

Ellerim Tahin'in sıcak avuçlarının içindeyken yeni gelinler gibi oturduğum sandalyeye de kıvranıp durdum. Duvara yasladığım başımı bir sağa bir sola sallarken kıkırdadım. Bana değil fincan fincan kahve, beni alıp kahve tarlasına fırlatsalar bu sarhoşluğumu geçirmezdi. Eyvahlar olsun!

"Taaaaahiiiiirr!" dedim adını uzata uzata. Cilveli cilveli kıkırdamama şaşkın şaşkın baktı. "Çok yakışıklısın! Öpsene beni." dediğimde Rıza amir şiddetle öksürürken halam kahkaha atmış, ablam beni uyarmıştı ama ben sadece Tahir'e bakıyordum.

Avel avel suratıma bakana kadar kalkıp öpseydi beni kendime gelecektim ama yapmadı uyuz! "Ateşin mi var senin?" Elinin tersini alnıma yapıştırdı, birazcık bekledi. "Ee ateşin de yok. Alkol mü aldın?" Yüzüme yaklaştı. "Hoh'la bakayım?"

O öpmeyince ben onu öpmek için eğildim. Malum bugün o öpmüştü beni. Ee gelen tabak geri boş gönderilmez. Şimdi sıra bizdeydi. Ama tam öpeceğim işaret parmağını alnıma yaslayarak kafamı geri itti.

"Tüh!" diyen Okan abinin sesini işittim. Ona kısa bir bakış attığımda elinde telefonu bizi kayda alıyordu sırıtarak. Yolda gelirken üstüne kusarak yeminimi yerine getirdiğim için vicdanım rahattı. "Öpseydin keşke. Bunu Sinan'a izletip dövdürürdüm seni."

Anneme tanısan seversin dediğim arkadaşımın sinsi bir yılan çıkması şaka mı?

Tahir beni hohlatıp alkol alıp almadığıma ikna olana kadar dibimden ayrılmadı. Öpmediği sürece dibimde olması bana zarar olduğundan dediğini yaptım. Nefesimden alkol kokusu almayınca daha çok şaşırdı. "Ee içmemişsin de sen. Niye böyle sarhoş bakıyor gözlerin?" Birkaç saniye bekledi. Hemen sonra gözleri büyürken kaşları çatıldı. "Ulan!" dedi kafamı tutup bit arar gibi kafamın sağına soluna bakarken. "Biri kafana mı vurdu yoksa senin? Görünürde bir şey yok ama..."

Ellerini ittim. Kaşlarımı çatarak başımı çevirdiğimde Okan abiyi gördüm. Arabada üstüne kustuğum anlar aklıma geldi de, kıkırdadım sessizce.

"Alkol almadı ama ayran içti iki bardak." diye basın açıklaması yapıyordu halam ve paçalarından akan özgüveni. "Gerçi o da milli içkimiz sayılıyor ama neyse."

"Taciz mi ettiler sizi?" diye sordu Tahir halama. "Sinan aradı, seninkiler burada dedi, olayı kısaca anlattı ama aklım çıktı buraya gelene kadar!"

Halam başını sağa sola sallayıp 'oldu bir şeyler ama hallettik' hareketiyle yaparken, süs bebeği, "Tahir." diye seslendi.

Tahir ona baktığında hemen çenesinden tutup kafasını kendime çevirdim. "Tahir," dediğimde odağını, ilgisini, sevgisini bana verdi. Dudaklarımı büzdüm. "Ablan..."

Çenesindeki elimi tutup avucumu öptü. "Biliyorum." dedi sadece. Derin bir nefes verdi avucuma doğru.

"Yanına git."

"Abim aşağıda, yanında." dedi. "Sizi eve götüreyim, gideceğim ben de."

"Sen git," dedim başımı halamın omzuna doğru yatırıp gözlerimi kapatırken. "Biz gideriz. Olmadı nezarette yatarız bi gece. Alışık olmadığımız mekan değil sonuçta."

"Önce sen," dedi bir eli bacaklarımın altından geçerken diğer eli belime sarıldı ve oturduğum yerden havalandım. Uçuyorum! Allah'ım uçuyorum! "Seni eve bırakayım sağ salim, oradan geçerim bende eve."

Halamın omzuna yaslı duran başım Tahir'in sıcacık göğsüne yaslıydı şimdi. Gözlerimi kapattım ve kendimi Tahir'in kollarına bıraktım. O ilerlemeye devam ederken arkadan saçlarıma, alnıma ufak ufak öpücükler kondurdu. Halam, Süslü Barbie ve süs bebeği de peşimizden geliyordu zannımca. Topuklu ayakkabılarının rahatsız edici sesleri kulaklarımı tırmalıyordu zira.

"Tahir," dedim o yavaşça merdivenleri inerken.

"Söyle gül güzeli," dedi derin bir sesle. Gülümsedim. Kocaman hem de. "Söyle güllerin en güzeli."

O benden bir cevap beklerken ben duraksadım ve gülüşüm yavaşça soldu. Kaşlarımı çatıp tek gözümü açarak ona baktığımda gözleri bendeydi. "Ne diyeceğimi unuttum." diye homurdandığımda kahkaha atıp sırtımdaki eliyle kafamı göğsüne bastırdı.

Üzerimdeki etkisinin bu denli yoğun olduğunu görmek, bilmek mutlu etmişti tabii paşamızı!

Gözümü kapattım ve yol boyunca da konuşmadım. Zaten arabanın beşik gibi sallanması uykumu getirmişti hemen.

****

"Abim gelmedi mi daha?" diye sordum uykulu gözlerimi ovuşturup yerime otururken.

"Abin görevde ya Gül," diyen annem bana kısa bir bakış atıp çaylarımızı doldurmaya başladı. "Daha yeni gitti, bir daha ne zaman gelir kim bilir..."

Gözlerimi devirdim. "Demir abimden bana ne? Ben Sinan abimi soruyorum." dediğimde tüm gözler üzerime çevrildi, hayat iki saniyeliğine durdu.

"Demir'den bana ne mi dedi o?" dedi dayı bey şaşkınca.

"Valla bende öyle duydum dayı." dedi ablam son derece şaşkın bir suratla.

"İlk kez Demir'i değil Sinan'ı soruyor." diyen babamın da onlardan aşağı kalır yanı yoktu. Ablamla halama baktı. "Ne yaptınız bu kıza?"

Son derece umursamaz, asil ve havalı bir tavırla çayını yudumlayan halam cevap verdi. "Güncelledik." dedi. "Artık bu sürümünde herkes mevcut."

Benden yapay zekaymışım gibi bahsetmesi bir tık gururumu incitti. Oysa ben doğal zekaydım zaten.

Hepsine ters ters bakıp birinden mantıklı bir cevap beklerken neyseki iç sesimi duyan, düşüncelerimi okuyan annem araya girdi. "Yatağı bozulmamış, gece gelmemiş anlaşılan. İşi uzadıysa demek..."

İşi mi uzadı yoksa abim başka şeyler peşinde miydi?

Neyse, yakında çıkar kokusu zaten.

Her sabahkilerin aksine bu sabahki kahvaltı kısa ve sessiz geçti. Bu beni bir tık tedirgin etse de bende sessiz kaldım. Bunca sessizliğin sonu felakete çıkıyordu sonra malûm. Kahvaltıdan sonra herkes bir yere dağılırken ben ve halam anneme yardım ettik. Evet, belki de ilk defa kendi isteğimle anneme yardım ettim. El birliğiyle sofrayı kaldırırken annem yandan yandan bana yanaştı. "Senin bu Faik'le olan görüşme ne oldu?" diye sorarak karın ağrısının sebebini belli etti nihayet.

Yalnız, bunu bana sorduğuna göre Faik demek ki ona ötmemiş. Gözüme girmeye başladın Faik ama yine de benden sana bir Safiye olmaz haberin olsun.

Omuz silktim. "İyiydi."

Annem kartal misali cevabımı hemen havada kapıp bana baktı imalı imalı. "E bir daha görüşürsünüz o zaman?"

Durdum. Ciddi ciddi durdum. Ben ne diyordum o ne anlıyordu. "İyi derken buluşmanın dondurmacı da olmasına iyi dedim ben. Valla benim için iyi olan tek kısım oydu çünkü. Gerisi beni pek-..." Telefonum çaldı. "Bu kim sabah sabah ya?!"

Cebimden çıkardığım telefonun ekranda yazan isme baktım.

"Hayırdır, kim arıyor sabah sabah?" diye sordu annem imalı imalı.

TAHİN arıyor...

"Ablam arıyor." diye yalan söyleyerek çıktım mutfaktan.

"Ne var?" diye açtım telefonu.

"Gül," diyen Tahin'in sesi amansız derde düşmüş de çözümü bendeymiş gibi medet umar bir haldeydi. Sonrasında söyledikleriyle de bunu kanıtladı. "Seni almaya geliyorum, sana ihtiyacım var. Hazırlan."

Ve telefonu kapattı.

Offf! Bir ara bunu da işi düştü arıyor diye kaydetmek lazımdı. Zira ne zaman işi düşse o zaman arıyordu.

Bölüm Sonu.🖤

Nasıl buldunuz bölümü?

Sevdiğiniz veyahut sevmediğiniz sahneler var mı?

Oy verip bol bol yorum yapmayı ihmal etmeyin lütfeeeen.💫🙏🏼🫶🏻

İnstagram: nazankaraermis
nazankrrmshikayeleri

Wattpad: nazankaraermis

♥️

Continue Reading

You'll Also Like

661K 16.1K 22
Gözlerim dikiz aynasına çarptığında gördüğüm şeyle ufak çaplı bir şaşkınlık yaşadım. "Yok artık!" dedim ne diyeceğimi bilemezken. "Bunu yapmış olamaz...
84K 1K 17
"Madem bu kadar rahatsın Gerçekten evli olmadığımız için" evlilik kelimesini bastırmıştı. "Ozaman gerçekten karım olduğunda sana söz sahibi olabiliyo...
341K 34K 70
Ben Onun edep ve haya gömleğinin iliklerinde takılı kalmıştım. Seviyorum dediği kadar var, gidiyorum dediği kadar yok olmuştum... ***** Boğaz...
390K 21.5K 45
Siz: Selamünaleyküm beyefendi Hayırlı Doktor Kısmet: Aleykümselam, kimsiniz? Siz: Teravihte annenizin numaranızı verip, doktor oğlum diye övdüğü kişi...