GECENİN DÖRDÜ | TEXTING

By hazelnoya

570K 37.9K 43.7K

Destina Yakar, bir nefret içerisinde olduğu Yalkın Arkan'a sahte hesaptan yazar. Ve işler beklediğinden çok... More

gecenin dördü.
bir.
iki.
üç.
dört.
beş.
altı.
yedi.
sekiz.
dokuz.
on.
on bir.
on iki.
on üç.
on dört.
on altı.
on yedi.
on sekiz.
on dokuz.
yirmi.
yirmi bir.
yirmi iki.
yirmi üç.
yirmi dört.
yirmi beş.
yirmi altı.
yirmi yedi.
yirmi sekiz.
yirmi dokuz.
otuz.
otuz bir.
otuz iki.
otuz üç.
otuz dört.
otuz beş.
otuz altı.
otuz yedi.
otuz sekiz.
otuz dokuz.

on beş.

14.5K 937 678
By hazelnoya




Perdenin Ardındakiler, Ellerim Seni İstedi

"Çok uykum var," dedim esneyerek, kafamı geri attığımda. Öğle arasındaydık ancak benim hala sanki ilk teneffüsteymişiz gibi uykum vardı. Onu dinleyip daha önce uyumalıydım, zira derslerin hepsinden yarı ölü gibi uyumama rağmen hala uykum vardı.

"Kızım dört teneffüstür kahve içiyorsun," dedi Doğu, kafasını sallayarak. "Kahve komasına gireceksin."

Merdivenleri çıkarken, ben ne kadar ruh gibiysem o kadar enerjikti. Elimdeki kahveden bir yudum daha aldığımda üzerimdeki siyah kazağın kollarını çekiştirdim. Kahve hiçbir
işe yaramıyordu. Hatta bence bende ters etki yapıyordu, düştüğüm halin başka bir açıklaması olamazdı.

"Ben sınıftan bir şey alacağım," dedi bana dönerek. "Geliyor musun?"

Kafamı onaylarcasına salladım. Doğu ve Yamaç  aynı sınıftaydı. Zaten sayısallarda sadece üç şube vardı. Ben, Selen ile aynı sınıftaydım. Yalkın da Doğuların sınıfındaydı. Bu sınıfa normalde bu yüzden neredeyse hiç uğramazdım ancak artık sorun yoktu. Zaten her şey, geceye son verildiği ve güneşin doğuşunun başladığı şafak söküşü gibi birden ortaya çıkmaya başlamıştı. Benim açımdan bu böyleydi çünkü o hiçbir zaman benden nefret ettiğini bana söylememişti. Bunu söyleyip duran bendim, bariz bir yalanı dile getirerek kendimi inandırmaya çalışıyordum sadece.

Bana bulaşmamıştı. Bir kıza laf attığımı hatırlıyordum, sonrasında bana insanlar üzerinden eksik olan özgüvenimi tamamlamaya çalışan bir zavallı olduğumu söylemişti. Yamaç ile ettiği kavgalar da hesaba katılmıştı. Nisan ile Selen hiç iyi anlaşamıyorlardı. Kısacası, bu maruz kaldığımız ve biçe binilen son kaçınılmazdı. Ancak yaklaşık iki sene sonra işte bu noktadaydık ve bulunduğumuz noktanın bize biçilen son ile uzaktan yakından alakası yoktu.

Ona çekildiğimi farkındaydım. Bunca sene ondan nefret ettiğimi kendime kabul ettirmemin sebebinin de bu olduğunu biliyordum. Salak değildim, sadece kendine kör ve sağır olmak isteyen bir kızdım. İçimde zaten yeterince ses vardı, bir de Yalkın'ın ismini bağıran sesleri duymak, onların varlığını hissetmek istemiyordum. Bunu durdurmazsam olacak şey sadece buydu.

Onların sınıfına girdiğimizde, öğle arası olduğundan sınıf bomboştu. Doğu kapıyı kapattıktan sonra en arkanın bir önündeki sırasına doğru ilerledi. Bu sınıfa çok gelmesem de Yalkın'ın cam kenarında son sırada tek başına oturduğunu biliyordum. Çantasından cüzdanını aldığı sırada, sınıfın kapısı açıldı ve Yamaç içeri bağırarak girdi.

"Lan Doğu!" diye bağırdı Doğu'nun yanına ilerlerken. "Olay var, gel çabuk."

"Ne olayı amına koyayım?" diye sordu Doğu, kaşlarını çatarak. Cüzdanını cebine atmış, Yamaç'a doğru ilerliyordu.

"Sen az gel," diye bağırdı. "Destina naber yavru kuşum?"

"İyi," diye cevapladım onu kısık bir sesle ancak iyi falan değildim, bunu günlerdir onlar da farkındaydı.

Doğu, acele ile Yamaç'ın peşine takıldığında ikisi de sınıftan çıkmıştı. Sınıftan çıkmak için bir adım attığımda, aklıma düşen fikirle olduğum yerde durdum ve doksan derecelik bir dönüş yaparak cam kenarının en arka sırasına, yani onun sırasının olduğu yere doğru ilerledim.

Oturduğu sırada bir defter açıktı ancak ders ile ilgisi olmadığı belliydi. Yanında bir kitap duruyordu, kapağı kapalıydı ancak derste bunu okuduğunu anlamıştım. Kitap Tutunamayanlar'dı. Kitabın üstüne telefonunu bırakmıştı, siyah telefonunda kulaklık takılıydı. Kantine indiğini biliyordum, onu az önce kantinde görmüştüm. Yine çok yorgundu, sanki her geçen gün daha da yoruluyordu. Belki bu en başından beri böyleydi, belki o hep çok yorgundu, sırtı taşıyamayacağı yükler altında ezile ezile bu hale gelmişti. Sadece bunu yeni fark eden bendim, fark etmem benim için tehlikeliydi çünkü fark etmeden önce bile nefretle kendimi kandırarak ona çekildiğimi biliyordum. O zamanlar her şey kontrolüm altındaydı, şimdi o bu kadar yorgunken hiçbir şeyi kontrol edemiyordum.

Telefonunun kilit açma tuşuna bastım, tekrarda bir şarkı çalıyordu. Teneffüs zili henüz çalmıştı ve büyük ihtimalle zil çaldığında şarkıyı kapatarak aşağı inmeyi unutmuştu. Şarkı, dün gece ona attığım şarkıydı. Bu suratımda salak bir gülümseme oluşmasına sebep olmuştu. Dudaklarımı birbirine bastırarak gülüşümü engellemeye çalıştım ancak artık bunu bile kontrol edemiyordum. Konu onunla ilgili olduğunda her şey toprağını aşarak ortaya çıkan bir çicek gibi hapsolduğu parmaklıkların arasından bir şekilde çıkarak kendini belli ediyordu.

Kitabın kapağını açtığımda, ellerim sanki ona dokunuyormuşum gibi titremeye başlamıştı. Gerçi, onun hakkında nadir bildiğim şeylerden birisi de kitapları sevdiğiydi. Bu yüzden aslında onun ruhunun bir parçasının da bu satırların arasında kimseye kendini göstermek istemeyerek, yakalanma korkusu ile saklandığını biliyordum.

Açık defterde, "Bambaşka bir insan olmak istiyordum fakat kendimi başka türlü yapmak elimden gelmedi. Beceremedim." * yazıyordu. Bunun, Tutunamayanlar'dan bir alıntı olduğunu biliyordum.

Bu yüzden parmaklarım biraz daha titrerken kitabın kapağını açtım. Kantindeydi, henüz teneffüsün başındaydık. Kesin sigara içmeye gitmiş olmalıydı. Bu yüzden rahattım, sınıfa başka biri gelse de bir ön sırada oturan Doğu'nun sırasından bir şey almak için geldiğimi düşünürdü.

Kitabı açtım, sayfalarda hızlıca gezinmeye başladım. Sayfaların altını çizen biri olduğunu düşünmüştüm ancak sayfalarda tek bir iz bile yoktu. Kitap hiç okunmamış gibi tertemizdi. Sonrasında, doksan ikinci sayfada bir şey dikkatimi çekti. Bir cümlenin yanında, sadece minicik bir çizik vardı. Cümlenin altını çizmemişti, sadece kendisine orayı hatırlatmak istercesine yanına bir çizik koymuştu ancak çizik o kadar silikti ki. Sanki kendisine ait olan, ruhunun bir parçasını gömdüğü bu kitapta kendini göstermekten bile korkuyordu. Biri, ondan başka biri onu fark eder diye satırların arasına saklanırken bile sakladığı satırları gizlemeye çalışmıştı. Onlar onu gizlemeden önce, o onları gizlemeye çalışıyordu ve bu yüzden hiçbir şeye sığınamıyordu.

İz bırakmaktan korkarcasına solgun bir kurşun kalemle bıraktığı çiziğin yanında, bazısı "Vazgeçiyorum; bütün insanlığın önünde eğilerek özür diliyorum. Beni yanlışlıkla çıkardılar sahneye." yazıyordu.

"Bir hiçten ibarettim. Beni ezip geçerlerdi. Nitekim ezip geçtiler de. Bu ayrı hikaye." yazıyordu, başka bir silik çizginin yanında.

Derin bir nefes verdim, izini belli etmek istemediği ama kendinden parçalar bulduğu, bazı parçalarını da hapsettiği bir kitaptan bile saklanmasını sağlayacak kadar yaralı ve kırıktı. Ona ne yapmışlardı? Ondan nasıl bu kadar şey alabilmişlerdi? Kimseye güvenmediğini yavaş yavaş anlıyordum. Tüm sorun buydu, tüm sorunu güvenememekti. Bu ondan zamanında bir sürü şey aldığı için şimdi kendine bile bir kalkanı vardı. Kendi kendine bile bir kalkan kullanıyordu, kendini bulduğu satırlarda bile kendinle yüzleşmekten korkarcasına hiçbir şey belli etmiyordu.

"Yaşar gibi yapmaktan, özlemez gibi yapmaktan, iyiymiş gibi yapmaktan, nefes alıp onu içimde tutmaktan, o nefeste boğulmaktan sıkıldım."*

İçime çektiğim nefes birden ağır geldi. Bu neredeyse silik, hiçbir şekilde kendini belli etmeyem bir çiziğin yanındaki cümleler, onun içi hakkında hiçbir fikrim dahi olmazken bile kalbim ağırlıkları altında ezilmişti. Nasıl başa çıkıyordu bilmiyordum. Gerçekten bilmiyordum. Belli etmediğini biliyordum, sadece ben artık fazla dikkatliydim. Hiçbir şey hissetmediğini düşündüğüm, bu yüzden senelerdir beni kıracağını bilerek kendi kendime kalkanımı kaldırdığım kişinin şu an ruhunun kırıkları, kalbine batarken boğazlarına az gelen oksijeni sadece biraz daha fazla çekmek için sürdürdüğü mücadeleyi fark etmek beni bu yüzden alaşağı etmişti.

"Yalnız başına yaşarsın yalnızlığını."* yazıyordu diğer bir çiziğin yanında.

Bundan sonrasının nedense artık fazla ağır geldiğini düşündüğümden kitabın kapağını sertçe kapattıktan sonra tamamen aynı yere koydum, hiçbir şekilde kitabın başkasının eline alındığını düşünmezdi. Bugün küçük bir çocuk gibi karşılıklı iki tane toka tutturduğum dümdüz kahküllerimi düzelttim ve kazağımın kollarını çekiştirerek Doğu'nun sırasına koyduğum kahve bardağımı aldım. Öğle arası tam bir saatti. O yüzden bitmesine daha kırk beş dakika vardı. Tam o sırada, sınıfın kapısı hızlı ve aceleci bir şekilde açıldı ve içeri girmesini en son beklediğim kişi, Yalkın girdi.

"Ne yapıyorsun burada?" diye sordu şaşkınlıkla. Üzerinde Nike'ın siyah bir kapüşonlusu vardı. Altında da siyah bir kot vardı. Erkekleri bu yüzden kıskanıyordum, biz bu saçma okul eteğine mecburduk ama onlar değildi. Yağmur yüzünden ıslanmış saçlarını iki yana salladı. Saçları her zaman çok göz alıcı ve canlı gözüküyorlardı. Suratındaki ifadenin aksine. Göz altları gün geçtikçe daha da içe göçüyordu ve halkaların rengi koyulaşıyordu.

"Doğu'nun çantasına bir şey bıraktım," dedim gözlerimi kaçırarak. Önceden yalan söylemekte sorun yoktu. Şimdi onda bile zorlanmaya başlamıştım. "Sen neden sigarada değilsin?"

"Paketimi unutmuşum," dedi yanıma doğru ilerlerken. Sırasının önünde durduğunda, bakışları sıranın üstüne telefon ve kitabına kaydı. Birkaç saniye onları izledikten sonra, dudaklarında alaycı bir kıvrım oluştu. Dudaklarını yaladıktan sonra birbirine bastırdı ve bunu bana çaktırmamaya çalıştı.

Hay sikeyim, dedi içimdeki Destina. Çocuk dikkatli çıktı. Anladı baktığını, gerizekalı.

Evet, orasını ben de anlayabiliyordum. Kafasını iki yana salladığında, siyah sırt çantasına doğru eğildi. Eğildiğinde, keskin çene kemiği ve çenesi daha öne çıkmıştı. Çene kemiğinin tam altında derin bir yara izi vardı. Kaşlarımı çattım. Derin gözüküyordu, üzerinde dikiş izleri de vardı ancak bu bile onda kötü durmuyordu. Bu bir şaka mıydı?

Çantasının ön gözünden Marlboro paketini çıkardıktan sonra cebine atarak hala neden burada olduğumu ancak onu izlemeye son vermeyen asalak bana doğru döndü. "Sen içtin mi sigara bu öğlen?" diye sorduğunda kafamı iki yana salladım. Doğu ile içecektik ancak beni satmıştı.

"İyi gel," dedi. "Beraber içelim."

Kulaklığı telefonundan çıkardıktan sonra telefonunu da cebine koydu. Kazağımın kollarını biraz daha çekiştirdim ve iki siyah toka tutturduğum kahküllerimi bir kere daha düzelttim. Suratımda yine makyaj yoktu, sadece rimel sürmüştüm. Rahatsız oluyordum aslında ama zaten lanet saçlarımı düzleştirmek uzun zaman alıyordu, bu yüzden makyaj yapmamak bana uyumam için daha fazla zaman da sağlıyordu aynı zamanda. Bana yürümem için işaret yaptığında birkaç adım attım ve sıraların yanındaki dar aralıktan çıktım, sınıfın kapısını açıp çıktığımda hemen yanımda yürüyordu. Kalbimin saçma bir ritimle çarpmasına engel olamıyordum.

"Ne yaptın dün gece?" diye sordum, merdivenlerden inerken sadece gerginliğimi azaltmak için çünkü odaklanacak bir konuşma yokken, sadece ona bakıyordum ve bu daha çok gerilmeme sebep oluyordu. Bahçeye çıkmak için kapının oraya doğru yürüyorduk ve bize dans eden bir java gergedanı görmüş gibi bakarlarken, gergin olmamak elimde değildi. Belki de Elvin'in sevgilisini elinden çaldığımı, sırf bu yüzden hoşlanmadığım birine yaklaştığımı düşüneceklerdi.

"Hiçbir şey," dedi kafasını eğip bana baktığında. İçimi eritecek kadar güzel olan kahverengileri ile gözlerim kesişti. "Müzik dinledim ve sigara içerek bahçede oturdum. Kaplan erken uyudu."

"Senin erkenin gece beş falan," dedim bahçeye çıktığımızda. Kapüşonumu bu sefer anında kapatmıştım çünkü saçım bugün hoş olmuştu. "Ne dinledin?"

"Bana söylediğin şarkı tekrardaydı tüm gece," dedi alaycı bir sesle. Tabi sen bunu biliyorsun, diye devam edeceğini sanmıştım bir an. Deli gibi utanıyordum. Nasıl fark etmiş olabilirdi ki? Tamamen aynı yere koymuştum. Bunun cevabını deli gibi merak etsem de sorabileceğim bir şey değildi sonuçta.

Daha hiç konuşmadan, Kaplan ve onun sürekli gittiği sigara içme mekanlarına ilerledik. Hocaların hala burayı keşfetmemiş olması çok garipti ancak şikayetçi değildim. Keşfetseler de bir şey olmazdı. Yani, Yalkınlar için olurdu tabi. Kaptanlıkları elden gidebilirdi. Gerçi, zaten kaptan olmak ikisinin de umrunda değildi.

Araya girdiğimizde, yağmurun etki edemediği kısma doğru ilerledi. Ben de onu takip ettim. Burası biraz karanlıktı, depo ile okulun bitiş duvarının arasında kaldığından rutubet kokusu çok fazlaydı ancak sigara kullanan bir lise öğrencisi iseniz, pis sokak araları ya da iğrenç kokan apartman aralarına alışıyordunuz. Zira burası en çok vakit geçirdiğiniz mekanlar oluyordu.

Kapüşonlumun cebindeki sigara paketinden bir dal çıkarıp dudaklarım arasına koyduğumda, bana doğru eğilerek siyah çakmağıyla sigaramı ateşledi. Bunu yaparken, yüzüme çok yaklaşan yüzü yüzünden sert bir nefes almak zorunda kalmıştım. Gözleri, sıcak kahveler, beni büyük bir dikkatle radarına almıştı bile. Sonrasında kendi sigarasını ateşleyerek kafasını geri attı ve sigaradan derin bir nefes çekti. Kafasını geri attığından bana bakmıyordu ve bu da benim onu daha iyi incelemek için fırsatımın olmasını sağlıyordu. Gerçekten de geçen günden beri daha yorgun görünüyordu.

Belki uyumuş olabilirdi ancak kendi içinde kendiyle savaşan, hayatına girip onu hayal kırıklığına uğratan her insanın ezip çiğnediği ruhu uykuyla dinlenmeyecek bir yorgunluk içerisindeydi.

"Bu geçmeyecek mi?" diye sordum kısık bir sesle. Sesim biraz ilgili, biraz da üzgündü. "Yani bu yorgunluk halin? Seni her ne hale sokuyor bilmiyorum ama... Tüm bunlar işte."

"Bazısı teğet geçer, bazısı deler geçer, bazısı parçalar geçer ama mutlaka geçer."*
Sigarasından derin bir nefes çekip kafasını geriye attı. "Demiş Oğuz Atay."

"Oğuz Atay'ı," dedim tebessüm ettiğimde. "Çok seviyorsun sanırım?"

Kafasını kaldırıp gülüşümü gördüğünde, gözlerinin gölgesi tamamen dudaklarıma düştü. Sigarasından derin bir nefes çektiğinde, kafasını belli belirsiz onaylarcasına salladı ancak o yazarın ya da o kitabın, bu hevessiz hareketten daha fazlasını ifade ettiğini biliyordum onun için.

Sadece o kadar fazla saklıyordu ki kendini; sevdiği, onun için anlam ifade eden şeyleri bile göstermek istemiyordu. İnsanlar onda bir parçaya rastlar, onu düşünür diye bunu istemiyordu. Çünkü daha önce kimse bir şarkı sözünde onu arayıp bulmamış, bir kitabı onu düşünerek çizmemişti.

Ama ben dün gece tam da bunu yapmıştım. Belki de bana karşı çok daha ılımlı olmasının sebebi buydu.

"Seviyorum," dedi yutkunarak,
gözleri tam gözlerimin içine bakıyordu. "Bana bir şeyler hissettiriyor."

Kafamı onu onaylarcasına salladığımda, bir süre ikimiz de konuşmadık. Çok garip bir ruh halindeydim. Keşke onun da ne düşündüğünü bilebilseydim ancak bu imkansızdı. İçinde, dışındaki kişiden çok daha farklı biri vardı ve onun hakkında emin olduğum tek şey buydu.

"Seni görmeye başladım," dedim sertçe yutkunarak. "Senden nefret etmediğimi biliyorsun, değil mi?"

"Evet, biliyorum," dedi donuk bir sesle. "Ben de seni görmeye başladım, keşke görmesem. Biliyorum, bu nefret hep sahteydi. İnanmak daha kolay geldi sanırım."

"Evet," dedim. "Sadece bir kalkandı. Daha kolay geldi."

Sigarasından derin bir nefes daha çektiğinde, telefonunu cebinden çıkardı ve telefonuna kulaklığını taktı.

Bana neyin kalkanı olduğunu sormadı. Çünkü öğrenmek istemiyordu. Çünkü görmek istemiyordu.

Kulaklığın tekini kulağına takarken, diğerini bana doğru uzattı. Önce duraksasam da sonra ona yaklaşarak kulaklığı alıp kulağıma taktım. Yağmurun bizi ıslatmadığı kısımdaydık, bu yüzden burası çok karanlıktı. Telefonunu bana uzattı ve, "Seç bir şarkı," dedi. Sesi o kadar yumuşaktı ki. Bu yumuşaklık bana sertçe vurup beni deviriyordu. Rastgele bir şarkıya bastım, ismi Ellerin Beni İstiyor'du. Bana sadece rap dinlemediğini söylese de Türkçe şarkılarla dolu bir çalma listesi beklediğim bir şey değildi.

Benden uzak dursan sana dokunamam.
Bana biraz yaklaşsan hayatta kalamam.
Sana dokunamamak zaten ölmek demekti.
Olmadığın her dakika ellerim seni istedi.

Göğüs kafesim, daha önce hiç hissetmediğim hislerin sahilime vuran hırçın dalgaları ile debeleniyordu. Okyanusta, su alan bir sandalda hayata tutunmaya çalışan kalbim ise durduğu sandalda alabora olmak üzereydi. Yine de çok huzurluydum.

Ellerim seni istedi.
Ellerim seni istedi.

İlk defa bu kadar iyi hissediyordum, ilk defa iyi bir şey hissediyordum açıkçası. Sonrası hep çok acı verici olacağından ve ben bunu bildiğimden bu zamana kadar okyanusun dalgalarının hırçınlaşmasına izin vermemiştim ancak şimdi o bunu sağlıyordu.

Bir okyanusta yüzmek güzeldi ancak boğulmak güzel değildi. Bu istediğim bir şey değildi.

Benden nefret ettiğinde çiçekler solardı.
Kendini benden saklarken, bulutlar ağlardı.
Kokun doğaya karışmış, denizler sen kokuyor.
Ve gözlerinde bir yalvarış, ellerin beni istiyor.

Derin bir nefes aldığımda, parmaklarım arasındaki sigarayı dudaklarımın arasına götürdüm ve son nefesi çekerek yere attım. Ayağımla izmariti ezdiğimde, titreyen elimi aşağı indirdim. Bu his çok yabancıydı, bu his istediğim bir şey değildi. İçimdeki Destina, hapsolduğu korkulardan yapılmış parmaklıklardan oluşan zindanından kaçmak ve kurtulmak istiyordu.

Ellerin beni istiyor.
Ellerin beni istiyor.

Ben bunu istemiyordum. Yalkın'ı istemiyordum ama ne yazık ki titreyen, içinde bulunduğumuz tehlikeyi anlamayan ellerim onu istiyordu.

"Kendini bu kadar gizlemek zorunda değilsin," dedim sert bir şekilde yutkunduğumda. "Kendini, kendinden bile gizliyorsun. Bunu yapmak zorunda değilsin. Bunu yapmamalısın. Canını her ne acıtıyorsa... Sana acını bağır demiyorum, Yalkın ama kendine bile fısıldama artık."

"Beni görme," dedi. "Bakma. Görmeye çalışma. Gerekirse kör ol. İki senedir yaptığını yap ve kafanı çevir. Tamam mı? Nefret et benden."

Beni o kadar sert itiyordu ki bu darbeyle yalnızca ona yaslamak istediğim sırtım değil, ruhum da acıyordu.

Duraksadığını hissettim. Böyle bir şey beklemiyordu. Böyle bir şeyi ben de beklemiyordum. Fazla hassastım, fazla düşünüyordum. O, kendisinin yarattığı duvarlardan bile kendini gizlediğini görmüştüm ve bu benim göreceğimi düşündüğümden çok daha fazlasıydı.

O duvarların arkasında, kendi kendini yerin dibine çeken bir enkaz olmasından korkuyordum.

"Ben ne zaman konuşmak istesem," dedi düşünceli bir sesle. "Kelimeleri boğazıma dizdiler. Beni zihnimin içine, içimdeki boşluğun en dibine ittiler. Büyüdüm, büyüdüm, büyüdüm. Durdum, kafamı kaldırdım, fark ettim. Beni kimsenin buna mecbur bırakmadığını, bunu yapmak zorunda kaldığımı öğrendim. İçimdeki bu boşluğu ben yaratmıştım, içine kendimi ben atmıştım. Çünkü zar zor nefes aldığım bir boşluk, attığım her adımda nefesimi kestikleri gerçek hayattan daha yaşanılabilir gelmişti. Hala da öyle geliyor."

Nefesimin, tıpkı onun içinde önceden var olan o hayata tutunmaya çalışan küçük çocuğun nefesi gibi kesildiğini hissettim. Bazı şeyler ağır gelirdi. Bazı şeyleri taşımak çok ağır gelirdi. Bazı şeyler ise asla taşınamazdı. Bu taşınması imkansız olan yüklerdendi, üstüne bindiği ruhu yavaş yavaş kendi dibine çekip onu yönetebilecek türden yüklerdendi. Küçük kırık bir çocuğun, kendine bile güvenmemesini sağlayan türden bir acıydı. Yalkın'ı, sadece kendisinin görebildiği, sadece kendisinin olduğu yerlerde bile insanlardan saklanmak zorunda bırakan bir acıydı.

Ve bunu görmek, artık buna kör olamamak içten içe daha önce hiç hissetmediğim bir acıyla içimin kavrulmasına sebep oluyordu.

"Bu yüzden bana kendine fısıldama deme, Destina. İnan bana yalnızlık, tek başına olmak değil. Kendinle bile olamamak. Kendin bile olamamak."

Parmaklarını titreyen ellerimde dolaştırdı ancak ellerimi tutmadı. Tutmaması daha iyiydi zaten, bu temas bile beni bu hale getirirken, öteki türlü bayılabilirdim bile. Baş parmağıyla elimi yavaşça okşadığında, kafasını saçlarıma dayayarak elimi tamamen elinin hapsine aldı. Ne yaptığımızı bilmiyordum, sadece yapmam gerektiğini biliyordum. Sadece ona uyum sağlamaya çalışıyordum işte.

"Farkındayım, sana her yaklaştığımda ellerin titriyor," dedi beni umursamadan, yumuşak bir sesle. "Ellerin beni istiyor."

Elimi aniden bıraktığında, minicik teması kesildiği için inanılmaz bir boşluğun içinde sallanıyormuş gibi hissettim.

"İstemesinler," dedi sert bir sesle, benden uzaklaşırken. "Benim kimsenin elini kavrayıp titremesini kesecek şansım yok. Düşmemek için uçurumun kıyısını ellerimle sımsıkı tutuyorum. Tekrardan düşüp yararlanacağımı bile bile nasıl tutunduğum kıyıyı bırakıp birinin elini tutayım, Destina?"

Telefonu çalmaya başladığında, müziğin sesi kesildi ve telefon arayanın Dünya olduğunu söyledi. Kulaklığı kulağımdan çektiğimde, kulaklığı çekip çıkardı. Bir şey demedi, arkasını döndü ve telefonunu açarak içinde olduğumuz aradan çıktı. Yürüyüşü o kadar yorgundu ki. Sırtında tonlarca yük varmış gibiydi ancak bu yük, sadece ruhundaydı.

Beni ruhumu acıtacak kadar itip yanında istemediğini söyledikte sonra, bir kere daha o kıza sarılmaya gidiyordu. Bana fısıldama gereği bile duymadığı her şeyi gidip ona bağırmak istiyordu.

İkimiz de yaralıydık. İkimiz de sarılmak istiyorduk ama o yaralarını benimle değil, o kızla sarmak istiyordu. Artık iyi olması yeterdi çünkü onu öldürecek acının çözümü bende değildi, bunu ikimiz de biliyorduk.

Bir şey yapmadım. Sadece, zil çalana kadar orada yağmurun altında bekledim. Sırılsıklam oldum ama bunu önemsemedim. Yağmur benim akıtmaya cesaret edemediğim göz yaşlarının hepsini benim için akıtırken sessizce iç çekerek peşi peşine, bir paketi bitirene kadar sigara içmeye devam ettim.

Ruhumdaki bu acı kendiliğinden geçecekti. Biliyordum. Oğuz Atay'ın dediği gibiydi her şey işte. Geçecekti. Parçalayıp geçecekti ama mutlaka geçecekti.

*Oğuz Atay - Tutunamayanlar

hep beraber depresyona girdik.

Yalkın, sen nasıl bir şeysin? paramparça'm benim ya.

ve Destina sen nasıl kırık seviyorsun be
güzel kızım benim.

Continue Reading

You'll Also Like

981K 33.4K 57
alev:OĞUZ BEN ASIK OLDUM!!! oğuz:YİNE KİME AMK????!! alev:acar'a oğuz: siktir!
1.6M 67K 54
"0549******: Umarım iş telefonumu meşgul etmen için geçerli bir sebebin vardır. (20.13) Afra: OHA! OHA! OHA! (20.13) Afra: Koskoca Kuzey Taşoğlu bana...
875K 60.9K 36
Peyda, bir Gerçek Aile/Kaçırılmış Çocuk klasiğidir. "Şimdi, on yedi yıl sonra annem ve babam karşımda dikiliyorlardı. Onları görüyor, onlarla aynı m...
115K 4.2K 30
@Magazindetoksu yeni bir gönderi paylaştı. Şok! Şok! Şok! Genç basketbolcu Çağan Akın Arsal 8 ay önce yumruk yumruğa kavga ettiği takım arkadaşının e...