Son Hislerimde Saklı Sen

By asrimavi_

4.2K 307 12.7K

Elimdeki bardakta kalan son yudumu boğazımdan geçirdiğimde sertçe bıraktım masaya. "Aylık en az on beş bin."... More

Bölüm Bir - Geri Dönüş
Bölüm İki - Bilinmeyen Yol
Bölüm Üç - Kabuslar
Bölüm Dört - Yapılacaklar Listesindeki Son Madde
Bölüm Beş - Evrak Sorunsalı
Bölüm Altı - Boş Kalmasın Kadehler

Bölüm Yedi - Evlen Benimle

515 54 2K
By asrimavi_



Bool yorumlu ve oylu bir bölüm olması dileğiyle.

Keyifli okumalar.

İnstagram: Asrimavi_

Bölüm Şarkısı: Perdenin Ardındakiler - Beni Kendinden Kurtar

Bölüm Yedi: Evlen Benimle


Bileğime taktığım gümüş kol saatini hizalayıp aynadan yansıyan görüntümü inceledim. Geniş omuzlarımı açıkta bırakan sıfır kol bluzun altına, beyaz renkte dizlerimin hemen aşağısında biten saten etek oldukça hoş duruyordu. Bu kombinede beğendiğim parça kesinlikle etekti. Kasıklarımın bir karış aşağısında biten yırtmacı beyaz tenimi açığa çıkartıyor oradan da belimi sıkıca kavrıyordu. Modeli çok hoştu.

Beyaz bantlı topuklu ayakkabılarımı çantamla birlikte elime alıp dış kapıya doğru ilerledim. Dün gece olan konuşmanın ardından eve gelmiş, uzun bir duş alıp saatlerce söylediklerini düşünmüştüm. Ne tarafa yoracağımı bilmediğim kelimeler aklımın içinde dönerken uyumakta bir hayli zorluk çekmiştim. Buna rağmen kendimi enerjik ve heyecanlı hissediyordum.

Kapının önüne geldiğimde ayakkabılarımı giyip çantamın kolumdan sarkan zincirini tekrardan omzuma atıp çıktım evden. Saat sekize yaklaşıyordu ve Necmi çoktan beni almaya gelmiş olmalıydı. 

Bahçemin kapısını kilitleyip her zamanki yerinde beni bekleyen aracın ön koltuğuna yerleştim. "Günaydın Necmi." Onunla konuşurken bir yandan da emniyet kemerini takıp açılan eteğimin üzerine çantamı bıraktım. "Günaydın abla, nasılsın?" Necmi ile havadan sudan muhabbet ederek şirketin önüne geldiğimizde vedalaşarak indim araçtan.

Sabahın hafif serinliğinde kendini belli eden rüzgar siyah saçlarımı sol tarafa doğru uçururken önüme gelen kısımları iki kulağımın arkasına sıkıştırdım ve başımı kaldırarak gösterişli kocaman binaya baktım. Ben, Zeynep Harmanova böyle bir yerde yönetici değil de, sekreter olarak çalışmaya başlayacaktım. Vay be!

Çok değil bundan dört ay önce böyle bir durumun söz konusu olabileceğini söyleseler, onlara bir tarafımla gülerdim.  Ama buradaydım işte ve bunu kendi isteğimle kabul etmiştim.  Garipti, garip'tik işte biz insanlar.

Asansörün kapıları iki yana ayrıldığında tanrıya dua etme faslını erteledim ve can havliyle çıktım asansörden. Altmış ikinci kat çok fazlaydı, hele ki dar bir alanda vücut losyonu, şekerli parfüm kokuları birbirine karışmışsa katlanılması oldukça zor bir rakam olabiliyordu.

O tanıdık geniş koridordan geçip Yalçın Beyin beni götürmüş olduğu odaya derin derin nefes alarak girdim, mesainin başlamasına yirmi dakika vardı ve odamın nerede olduğu hakkında fikrim yoktu. Bu konu hakkında bilgi almalıydım.

Yalçın ve Cemal Bey  dışında kimsenin olmadığı oda fazlasıyla sakindi. Kapı sesiyle konuşmaları kesilip bakışları üzerime düştüğünde Cemal Bey oturduğu sandalyeden kalkıp gülümseyerek yanıma geldi. "Biliyordum be biliyordum!" Anlamaz bakışlarıma aldırmadan içten bir kahkaha koy verdiğinde Yalçın Bey çoktan karşımdaydı.

Gülmesi yavaş yavaş kesilirken sağ avucunu Yalçın Beye doğru kaldırıp: "Alayım." dedi. Neden bahsettiğini Yalçın Beyin cüzdanından çıkardığı iki yüz lirayı parmaklarının arasına bırakmasıyla anlamıştım. "Hoş geldiniz Zeynep Hanım." Ben avucuna bırakılan parayı çenesinin iki yanına sürterek sırıtan Cemal Beye bakarken konuşmuştum. "Hoş bul..." Ama cümlem yarıda kaldı.

"Demek iddiayı Cemal Can kazandı!" Arkamdan oldukça sakin bir sesle konuşan Danla Hanım yanıma gelip gülen gözlerle baktı gözlerime. Konunun benimle alakalı olduğunu sezdiğimde tek kaşım usulca yukarı doğru kalktı, "Neyin iddiasıydı bu?"

Sanki düşüncelerimi okumuş gibi konuşmaya başladı Danla Hanım. "Cemal siz gittikten sonra Yalçın ve Münir abi ile iddiaya girdi. Sekreter olarak çalışmaya başlayacaksınız, işe geri döneceksiniz diye." Açıkçası şaşırmıştım. Bu konu hakkında da konuşmak istiyordum lakin Dağhan Bey her an gelebilirdi ve ben seçimimi kısa kesmekten yana kullanmıştım.

"Anladım... Yalçın Bey bana odamı gösterir misiniz?" Odada birden soğuk yeller esmeye başladığında kimsenin böyle bir tepki beklemediği açıktı. Tamam! birazcık soğuk nevale olabilirdim, en azından yeni tanıştığım insanlara karşı.

"Ah, peki. Buyurun lütfen." Önden ilerlemeye başladığında Danla Hanıma nazikçe gülümsedim ve çoktan odadan çıkan adamın peşine takıldım.

Odam falan yoktu. Dağhan Beyin odasının karşısında uzun, büyük bir sekreter masası vardı ve ben altı ay boyunca orada çalışacaktım. Haksızlıktı, bu kadar büyük bir holdingi yöneten ceo'nun asistanı olarak kesinlikle bir odayı hak ediyordum.

"Gerekli numaralar not defterinde kayıtlı, sizden önceki çalışanın tuttuğu bilgiler masanın altındaki kutuda. Eğer bir sorun çıkarsa bana ulaşabilirsiniz." Yalçın Bey gerekli olan bilgileri teker teker anlatıp "İyi çalışmalar." diyerek beni masam ile baş başa bırakmıştı. Harika!

Şuan şımarık bir kız çocuğu gibi davranmamak için yüzümdeki hoşnutsuz ifadeden arındım.

Aşağı eğilerek kutuyu iki yanındaki kulptan tutup masanın üzerine bıraktım ve kapağını kavrayıp açtım. İçerisinde iki dosya vardı ve bunlar: Devam etmekte olan projeler, önümüzdeki bir ayı içeren programlar olmak üzere ikiye ayrılıyordu. Benden önceki çalışanın neden işten ayrıldığını sorgulamadan edemedim, bunları yapmak gibi bir yükümlülüğü yoktu ve eğer isteseydi bu evrakları hazırlamaya bilirdi.

Dosyaları alıp masaya bıraktım ve kutuyu biraz önceki yerine tekrar koymak için eğildim , önüme gelen  saçlarımdan  birkaç tel kirpiklerimin arasına takıldığında olduğum yerden doğrulurken onları kulağımın arkasına sıkıştırıyordum ve tamda o sıra karşımda belirmiş Dağhan Beyi görmemle irkildim. Ne ara gelmişti, ben neden duymamıştım?

"Günaydın Dağhan Bey." Gözleri saçımdaki elimden açık omuzlarıma kadar dolandı, bunları yaparken çok yavaştı. Ağır ağır gezmişti tenimde mavi gözleri. "Günaydın, beş dakika içinde odamda bekliyorum."  Davudi  sesi bir erkeğe göre fazlasıyla güzeldi ve ben bunları düşünürken o gözlerime değinmeden usulca arkasını dönmüş, odasına doğru ilerliyordu. Derin bir nefes alıp arkamdaki sandalyeye kendimi bir çuval gibi bıraktım.

Gözlerime bakmıyordu.

Not defterinde yazılı numaralardan birini arayarak sert bir kahve söyleyip bugünün programını gözden geçirdim. Anlaşılan sakin bir gün geçirecektik.

Cemal Bey elindeki tepsi ile önümden, bana gülümseyerek geçti ve Dağhan Beyin kapısını çalarak içeri girdi. Dün gece ki konuşmalar geldi aklıma: "Yarın sabah ağrı kesicinin yanına acı bir kahve istiyorum..." Hemen çantama koyduğum çeşit çeşit hapları çıkartıp oturduğum yerden odaya gitmek için doğruldum ve o sırada Cemal Bey kapıyı çıkmak için aralamıştı. Yüzünden eksik olmayan, o beyaz dişlerini sergilemek için kullandığı gülüşü ile geçmem için elindeki tepsi ile ileriyi göstererek öncelik tanıdığında anlam yüklemediğim bakışlarımı çektim üzerinden. "Teşekkürler."

Açıkçası bir iddia konusu olmak hiçte hoş hissettirmiyordu.

Arkamdan kapanan kapının sesi topuklu ayakkabılarımın zeminde çıkardıklarına karıştığında Dağhan Bey kahve fincanındaki bakışlarını usulca kaldırdı.

Her adımda eteğimin yırtmacından firar eden bacağıma dolanan gözleri bir yılan gibiydi, vücudumu sıkıca sarmalamış, nefes alamayan beni boğmaya çalışıyordu.

Sonra tekrardan kahvesine indirdi bakışlarını. Ciğerlerimde boşluk kalmayana kadar oksijeni doldurdum, buna ihtiyacım olacakmış gibiydi. "Dağhan Bey hangisini kullandığınızı bilmediğim için evde olanlardan getirdim." Ona doğru uzattığım tablet hapları masasının üzerine bırakıp boş kalan parmaklarımı göbeğimin üzerinde birleştirdim.

"Bugün ki programınız oldukça sakin. Öğlen sonra saat üç buçukta hissedarlarla birlikte toplantıya katılacaksınız, onun dışında herhangi bir etkinlik yok." Ben konuşurken tabletlerden birini rastgele alıp ambalajından çıkardığı hapı iki dişinin arasına kıstırdı ve hemen ardından kahveyi içti.

Yalan söylemeyecektim. Hafif yanık teninin arasında parlayan beyaz dişleriyle fazla güzeldi. Fazlaydı işte, mavi gözlerinden tutup kemikli çenesini sarmalayan sarı sakallarına, boğazındaki çıkık adem elmasından yapılı vücuduna kadar onda her şey çok fazlaydı.

Fincanı masaya bıraktıktan sonra sağ tarafında üst üste dizilmiş dosyaları tam önüme doğru itekledi. "Bu evrakların gerekli yerlere mail yoluyla iletilmesi gerekiyor ve on gün sonraki parti için takım elbiselerim hazır mı onuda öğren." Demek ki gün sadece Dağhan Bey için sakin geçecekti. "Çıkabilirsin."

Onu başımla onayladım ve önüme doğru iteklediği dosyaları kucaklayıp arkamı dönerek çıktım odadan.

Saatler geçerken dosyaların içindeki evraklar ile teker teker ilgilendim ama öğle arasına kadar yarısını bile halledememiştim. Açıkçası sandalyede oturmak fazlasıyla zordu ve kalçam uyuşmuş durumdaydı. Rahatsızlığın verdiği o sıkıntı içime çöktüğünde sağa sola kıvranıp işime odaklanmakta fazlasıyla zorlanıyordum.

Önümdeki klavyede saatlerdir yaptığım işi sürdürürken birden gelen sesle kaldırdım başımı. Danla Hanım tepemde kollarını banko masamın üzerine yaslamış hafif bir tebessüm ile bana bakıyordu. "Selam."

Bilgisayara doğru eğdiğim gövdemi dikleştirdim, sanırım omuzlarım tutulmuştu. "Selam."

"Nasıl gidiyor ilk iş günü?" Berbattı, kelimenin tam anlamıyla berbattı.  "Daha iyi günlerim olmuştu." Tek elini yumruk yapıp masama birkaç kez vurdu, "Bak ne diyeceğim öğle arasına girdik, sende bizimle gelmek ister misin?" Hemen bakışlarım bileğimdeki saate gitmişti, on ikiyi otuz beş geçiyordu. Daha fazla bu rahatsız sandalyede oturmamak için masanın altına bıraktığım çantamı alarak ayağa kalktım. "Çok memnun olurum."

Birlikte yürümeye başladığımızda garip bir sessizlik oluşmuştu, yani ne konuşacağım hakkında bir fikrim yoktu ama bir konu bulup sohbet etmek zorundaymış gibi hissetmiştim kendimi.

"Imm, Cemal'in  yaptığına çok sinirlendin mi?" Neyseki bu konuda benden daha başarılıydı. Sinirlenmemiştim aslında ama biraz saçma bir davranıştı, neye dayanarak böyle bir şey yaptığını düşündüğümde ortaya çıkan seçenekler aklımı karıştırıyordu. "Sinirlenmek mi? Yo, hayır." Ona döndüm ve çillerle kaplı tenine bakıp gülümsedim. Güzeldi.

"Kabul etmeliyim ki yaptığı şey hiç hoş değildi, sizce de olayları buralara çekmesi falan..." kulağına doğru bir sır verircesine eğildim. "Fazla çocukça değil mi?"  Sonra tekrardan eskisi gibi yürümeye devam ettik ama Danla Hanım tatlı bir şekilde kıkırdıyordu.

Tek eliyle dudaklarını saklayıp gülüşünü sakladı."Kesinlikle öyle! Onun altmışlı yaşlarında bile oturmuş bir karakteri olacağını düşünmüyorum." Söylediklerim hoşuna gitmiş gibiydi ama Cemal Beyden bahsederken sesi oldukça soğuktu, gülen suratının aksine."Ondan hoşlanmıyorsun sanırım?"  Sadece onun konuşmaya çabalayan tavrına karşı karşılık vermem gerektiğini düşünmüştüm yoksa onu sevip sevmemesi ile ilgilenmiyordum.

Saçlarıyla aynı rengi taşıyan ince kaşları havalandı ve alnı kırıştı. "Aslında hoşlanmamak değil de... karakter meselesi. Çok fazla konuda zıtlaşma yaşıyoruz, onu bu davranışlarıyla kabul etmek çok zor."  Kaşları tekrardan eski yerine yerleştiğinde söylediklerini doğrulamak ister gibi gülümsedi. "Neyse ki çoğu zaman mutfakta oluyor."

"Ve lütfen resmiyeti bir kenara bırak."

•••

Danla ile birlikte bizi şirketin dışında bekleyen Münir ve Cemal Beyin yanına ulaşmıştık. "Merhaba Münir Bey." Cemal ile gün içerisinde birçok defa karşılaştığım için sadece gülümsemekle yetindim. "Öncelikle şuna bir açıklık getirelim, benimle resmi konuşma rica..." o sırada Cemal Bey araya girip Münir Beyin omuzuna kolunu attı. "Açlıktan ölmek üzereyim babalık, bizi nereye götüreceksin?"

Onlar birbirleri ile konuşmaya devam ederken tam yanımızda duran araba ile bakışlarım sol omzumun ilerisine döndü. Siyah filitreli cam ağır ağır aşağı doğru inerken eksik kalan bir yapbozun birleşmesine benzettim bu anı.

Önce altın gibi ışıldayan sarı saçlar gösterdi kendini. Sol taraftan ikiye ayrılmış şeklini korurken hemen sonra cam gibi parlayan mavi gözler batmıştı harelerime. Yapbozun kalan parçaları da yerine yerleştiğinde ortaya tüm gün odasından dışarıya adımını bile atmamış patronum çıkmıştı. Kızarmış gözleri benim mavi gözlerimdeydi, her zamankinden daha soğuktu sanki aramızda oluşan bu sessizlik. Derin bir nefese ihtiyacım vardı.

"Atla hadi, konuşmamız gerekiyor." Hızla çekti üzerimden bakışlarını ve arkamdaki insanlara baş selamı verdi.

Bense öylece durmuş yan profilini seyrediyordum, acaba benimle konuşması gereken konu tam olarak neydi?

Keskin bakışları ve çattığı kaşları ile ileriye bakan bu hali bir şahin'i andırıyordu. Tanrı biliyordu, çok güzeldi.

Başımı ayaklarıma düşürürken derin bir nefes alıp gerimde ki insanlara döndüm. Dudaklarımda yarım bir gülümseme oluştu, Münir Beyse buna karşı anlayışla gülümsedi. Aynı bakışlar Danla'da da vardı ve ben tereddütle sağ elimi omzuna dokundurdum ve hızla geri çektim. "Yarın söz."

Güzel küçük gözleri kısıldı ve dolgun dudakları aralandı: "Git hadi, sonra görüşürüz."

"Görüşürüz."

Son kez onlara bakıp arkamdaki aracın ön kapısını araladım ve daha fazla vakit kaybetmeden geniş koltuğa oturdum. Zaten çalışmakta olan araba ben kapıyı kapattığım anda hareket etmeye başlamıştı. Dağhan Beye kısa bir bakış atıp açılan bacağıma çantamı bıraktım ve emniyet kemerine uzandım. "Bir daha bana haber vermeden yerinden ayrılmamalısın."

Kemeri takmak için aşağı eğdiğim başımı kaldırıp yan profiline bakındım, sesi gibi yüzü de ciddiliğini koruyordu. "İyide öğle arasıydı ve bende yemek yem..." Daha cümlemi tamamlamadan biraz önceki sesini aratacak kadar soğukça konuştu. "Yinede haber vermelisin."

En azından bunları söylerken yüzüme bakamaz mıydı? Ben göz teması kurmayı seven biriydim ve Dağhan Bey bunu yapmamak için çaba harcar gibiydi.

En iyisi sessiz kalmaktı.


Dakikalarca akan yolda onunla birlikte sessiz kaldım, arabanın içini inceledim, sosyal medyada dolandım. Tabii yollar beni dün gece Necmi'nin doğum gününü kutlamak için geldiğimiz mekana getirdiğinde şaşırmadım desem yalan olurdu.

Bakışlarım Dağhan Beyin üzerine düştüğünde dudaklarımı araladım ama o bunu görmemişti ve çalan telefon bu girişimimi olumsuz sonuçlandırmıştı. "Sen önden git, birazdan geleceğim." Donuk sesi bana ulaştığında aralık dudaklarımı birbirine bastırdım ve kemerimi çözerek indim arabadan.

Dün geceden kalan birkaç tanıdık yüz vardı ve ben içeri girerek Dağhan Bey ile yaptığımız o ilginç konuşmaların yaşandığı masaya oturana kadar bana eşlik etmişlerdi. "İki menü getirir misiniz lütfen." Eğer iş konuşacaksak bile bunu karnım tokken yapmayı tercih ederdim. "Tabii, hemen getiriyorum."

Çantamı oturduğum sandalyenin kenarına asıp instagramda birkaç video izledim. Çok geçmeden karşımdaki sandalye geriye doğru çekildi, ekranımı kilitleyip bakışlarımı yukarı doğru kaldırdım. Dağhan Bey vücuduna tam oturan siyah takımının düğmelerini açarak rahatça oturdu sandalyesine.

O her hareketiyle: oturuşuyla, kalkışıyla, konuşmasıyla, bakışlarıyla, sessizliğiyle insanda merak uyandıracak kadar güzel ve gizemli bir adamdı bence. Garipti ama önüme doğru iteklediği siyah dosyayı bile ondan çekebildim bakışlarımla fark edebilmiştim. Dağhan Beyin büyüsü de bu olmalıydı.

"İçerisinde işe başladığına dair evrak ve sözleşme var, onları imzalaman gerekiyor."

"Sözleşme mi?" Siyah plastik kapağı yana doğru açtım ve önümdeki yazılara göz ucuyla bakındım. "Buyurun efendim, ne arzu ederdiniz?" O sırada garson gelmişti.

Dosyanın hemen yanına bırakılan menü ile bunu daha sonraya erteledim. Karnım açtı. Menüde makarnaların olduğu kısma geldiğimde çok sevdiğim fettuciniden sipariş ettim. "Bir şişe kırmızı şarap." Dün geceden fazlasıyla içmişti, şimdi gerek var mıydı cidden? Elindeki not defterini kapatıp yanımızdan ayrılan garsonun gidişini izledim. İçmeyi gerçekten seviyor olmalıydı.

Biraz sessiz kaldık, patronumla aynı masada karşılıklı oturuyor olmamız biraz garipti. Şahsen eski sekreterimle iş dışında ortak bir alanımız dahi yoktu, kaldı ki yemek yiyelim.

Sessizlik rahatsız ediciydi.

"Buraya sık sık gelir misiniz?" Tek kolunu oturduğu sandalyenin başlığına doğru uzattı. Uzun kolları vardı, öyle ki hemen yanında duran boş sandalyeden bile aşağı sarkmıştı.

"Sadece içmek istediğimde." Dün gece o kadar çok içmesine rağmen sarhoş bile olmamıştı ve bu kesinlikle sık sık buraya geldiğini gösterirdi. O an aklımda tek bir soru vardı, bir sebebi var mıydı?

"Amerika'da kaç yıl ikamet ettin?" Onun davudi sesi çok güzeldi ve sanırım onda kötü duran hiçbir şey yoktu.

"Imm..." Ben daha sekiz yaşındayken ailemle birlikte taşınmıştık, o zamanlar nasıldı bilmiyorum ama hatırlamayı çok isterdim. Elinde servis tabağıyla gelen garson onu önüme bıraktı, vakit kaybetmeden çatalımı batırdım makarnaya. Tadı bir efsaneydi.

"Yaklaşık on sekiz yıldır."

Daha fazla aramızda bir konuşma geçmedi. Ben yemeğimi yerken Dağhan Bey şarabını yudumlayarak dışarıdaki deniz manzarasını seyretti, konuşacaklarımız sözleşme ile ilgiliydi sanırım.

Arada başımı kaldırıp uzaklara dalmış şarabından yudumlayan patronumu izliyor sonra tekrardan yemeğime kaldığım yerden devam ediyordum. Düşünecek çok fazla şeyi olmalıydı.

Makarnanın yarısı tabakta dururken doymuşluk hissi ile dudaklarımı sildim. Ayağa kalkıp sandalyemi geriye doğru iterken çıkan ses ile Dağhan Beyin sorgular bakışları beni buldu. Yakından bakınca mavi gözleri kırmızı damarların arasında daha da belli oluyordu. "Lavaboya gideceğim."

Bir şey söylemedi, zaten bende konuşmasını beklemiyordum. Arkamı dönerek çıkışa yakın ikinci bir koridorun sonunda olan lavaboya ilerledim ve kapıyı itip içeri girdim.

Boydan boya camla kaplı olan duvarla birleşmiş lavaboda bolca köpükle yıkadım ellerimi ve tek kullanımlık kağıt havlulardan birkaç yaprak kopardım.

Aynada yansıyan görüntümden memnundum. Siyah saçlarım, mavi gözlerim ve beyaz tenim oldukça güzeldi.

Elimdeki ıslak havluyu çöpe atıp geldiğim yolu tekrar ederek masaların olduğu kısma geçtim, gözlerim anında oturduğum yere uzandığında oranın başka bir kadın tarafından çoktan doldurulmuş olduğunu gördüm.

Sanki geldiğimi hissetmiş gibi Dağhan Beyin mavi hareleri benimkilere çarptığında onlara adımlamayı halen sürdürüyordum, uzaktan anlamsız gelen sesler ben yaklaştıkça belirginleşmişti ve tamda o sırada kadının eli ileriye uzanıp Dağhan Beyin uzun parmaklarına sarıldı. 

"...her şey güzel olabilir, lütfen evlen benimle." Bu kadının ince sesi çocuksu bir heyecan ile yükselmişti, saniyeler geçtikçe daha da sıkıyordu sardığı parmakları. Sonunda duran ayaklarım kadının hemen başındaydı.

O an ben masanın üzerinde birleşmiş ellerine bakarken Dağhan Beyin  üzerimden çekmediği bakışlarının yanına biraz önce patronuma evlenme teklifi etmiş kadınınkiler de eklenmişti.

Aman ne hoş!


Dostum yıldız butonuna basar mısın artık. Dkdhkd

Aman Zeynep sakın Dağhancığımı kaptırma derim, sonra yazık olur sana. Dfksffkf

Çok üzülürsün çoook.

Eeee nasıl buldunuz bakalım yeni bölümü?

Merak ettiğiniz bir konu varsa hemen sorun gece kuşlarım.

Kendinizi dikkat edin, ve lütfen hayalet okuyucu olmayın.


Huzurla kalın. (Beyaz kalp)

Continue Reading

You'll Also Like

71.4K 178 11
Hikayede sık sık +18 ve şiddete yer verilecektir! Yaş sınırını göz önünde bulunduralım.
2M 32.4K 53
- Ahh...abim gelicek yapamayız.. Üstümdekileri delice yırtarak çıkardı. - Abini boş ver gece. Bugün gelmeyecek güzelim Erkekliğini boxer'ından çıkar...
74.9K 175 20
Türkçedir kısa sex bölümleri içerir
3.3M 121K 67
Berdel'e kurban gitmiştim. Hiç tanımadığım, bilmediğim bir adamla evlendiriliyordum. İkiz erkek kardeşim yerine ben hayatta kalmıştım, ben yaşamıştım...