KARANLIĞIN ŞEHRİ

By sulisindunyasi

23.6M 1.4M 2.8M

Doğum gününden sonra, kardeşiyle eğlenmek için konsere giden bir genç kız... Fırtına yüzünden iptal olan kons... More

Bölüm Bir - Kayıp
Bölüm İki - Karanlıkla Tanışma
Bölüm Üç - Şeker Mi Şaka Mı?
Bölüm Dört - İnfaz
Bölüm Beş - Bataklık
Bölüm Altı - Dirayet
Bölüm Yedi - Kurban
Bölüm Sekiz - Nefes
Bölüm Dokuz - Arayış
Bölüm On - Cesur
Bölüm On Bir - Kedi ve Fare
Bölüm On İki - Temash Uçurumu
Bölüm On Üç - Tehlike
Bölüm On Dört - Soğuk|Sıcak
Bölüm On Beş - Bozuk Kalp Ritmi
Bölüm On Altı - Davet
Bölüm On Yedi - Karar
Bölüm On Sekiz - Cesur ve Güzel
Bölüm On Dokuz - Kurtarıcı
Bölüm Yirmi - Daha Güvende
Bölüm Yirmi Bir - Kabus Çınlaması
Bölüm Yirmi İki - Kırmızı İrisler
Bölüm Yirmi Üç - Sevgi ve Çıkar
Bölüm Yirmi Dört - Kül
Bölüm Yirmi Beş - Kadmos
Bölüm Yirmi Altı - Ateş
Bölüm Yirmi Yedi - Efsun
Bölüm Yirmi Sekiz - Anlaşma
Bölüm Yirmi Dokuz - Sembol
Bölüm Otuz - Hafıza
Bölüm Otuz Bir - Bağ
Bölüm Otuz İki - Kapan
Bölüm Otuz Üç - Radar
Bölüm Otuz Dört - Kanla Çevrili Zindan
Bölüm Otuz Beş - Zehir
Bölüm Otuz Altı - İz
Bölüm Otuz Yedi - Yabancı
Bölüm Otuz Sekiz - Suçüstü
Bölüm Otuz Dokuz - "Aklından Çıkarma."
Bölüm Kırk - Bant
Bölüm Kırk Bir - Zarf
Bölüm Kırk İki - Aitlik
Bölüm Kırk Üç - Kadmos Krallığı
Bölüm Kırk Dört - Zihin Kalkanı (Kısım 1)
Bölüm Kırk Dört - Zihin Kalkanı (Kısım 2)
Bölüm Kırk Altı - Maskeler ve Hisler
Bölüm Kırk Yedi - Çınara Aşık Yaprak ve Fırtına
Bölüm Kırk Sekiz - Güller ve Dikenler
Bölüm Kırk Dokuz - Sanrılardan Doğan Çığlıklar
Bölüm Elli - Yeni Başlangıçlar Ya Da Başlayamamalar
Bölüm Elli Bir - Fırtına ve Enkaz
Bölüm Elli İki - Resurgam | Sezon Finali
ÖZEL BÖLÜM | ( Alaz Şahzade'den)
Bölüm Elli Üç - Can Kırıkları (2. Sezon)
Bölüm Elli Dört - Taç Giyme Töreni
Bölüm Elli Beş - Alışılmadık Alışılmışlar
Bölüm Elli Altı - Zehir ve Tuzak
Bölüm Elli Yedi - Büyük Oklar Derin Yaralar
Bölüm Elli Sekiz - Tuzla Buz
ÖZEL BÖLÜM | İlk Karşılaşma
Bölüm Elli Dokuz - Vuslatın Güneşi
Bölüm Altmış - Ruh Kapanı
Bölüm Altmış Bir - Dökülen Yapraklar ve Dik Duran Dallar
Bölüm Altmış İki - Piyonlar ve Şahlar
Karanlığın Şehri Kitap Oluyor!
Soru-Cevap | Kitaplaşma süreciyle ilgili merak ettikleriniz.
KARANLIĞIN ŞEHRİ KİTAP KAPAĞIMIZ
Karanlığın Şehri Ön Sipariş
Karanlığın Şehri 2 Kitap Kapağı
Bölüm Altmış Üç - Tanıdık Bir Yabancı
Bölüm Altmış Dört - Gizler ve Esrarengizler
Bölüm Altmış Beş - Maşuk ve Maktul
Bölüm Altmış Altı - Vezirin Oyunu
Bölüm Altmış Yedi - Hatıralardan Damlayan Kan
Bölüm Altmış Sekiz - Yıkıntılar ve Zedelenen Umutlar
Bölüm Altmış Dokuz 🌙 Sadakat, İhanet, Sevgi
Karanlığın Şehri 3, Kitap Kapağı🖤

Bölüm Kırk Beş - Korku ve Aşk

324K 18.5K 53.8K
By sulisindunyasi


Merhaba!

Yeni bölüm ve ben karşınızdayız.

Evde durumlar nasıl? Herkes iyidir umarım ve sağlığınızda bir problem yoktur. Beni sorarsanız evcimen biriyim, dışarıyı çok da merak ettiğim söylenemez. Bol bol karakterlerimle uğraşıyorum. ^^

Güzel ve doyurucu bir bölümle geldim size, umarım siz de beni motive edecek yorumlarla donatırsınız sayfaları! Sizi seviyorum.

+5000 oy ve bu sayının iki üç katı yorum almak dileğiyle... (Özellikle açıklanan ilk sırrın olduğu pasajda yorum şelalesi olmalı bence) 😊

İnstagram: suleavlamaz

Twitter: sulisindunyasi (Bölümü okuduktan sonra #karanlığınşehri tagiyle atılan tweetlerin hepsini okuyorum. Bugün de şenlendirelim Twitter'ı.)

Keyifli okumalar.

BÖLÜM KIRK BEŞ – Korku ve Aşk

Bölüm Şarkıları:

Epic Pop - Umbrella

Celine Dion – My Heart Will Go On

Righteous Brothers – You're My Soul And Inspiration

Karanlığın esir aldığı odanın içini kaplayan sükût rahatsız ediciydi. Nephan'ın sert yağmurları odadaki tek cama şiddetle çarpıyor, arada bir gök gürlüyor ve mor ışıklar loş odanın içine doluyordu. Üzerindeki siyah kıyafetlerinin neredeyse her yerinde, ellerinde, boynunda ve yanaklarının hemen aşağısında Efsan'ın kanı bulunan Alaz Şahzade'nin çatık kaşlarının altında daha da kendini belli eden simsiyah gözleri şifacının üzerindeydi. Ayaktaydı, ne oturmuş ne de teninde kuruyan kan lekelerini temizlemeyi seçmişti. İçinde tarif edemediği yoğun duygular hakimdi, göğsü yarılmıştı da yüreği sivri tırnaklara sahip eller tarafından sıkılıyordu sanki. Ağzı sıkı sıkıya kapalıydı ve gözleri sızlıyordu.

Bunun nasıl gerçekleştiğini bilmiyordu.

Her şey iyi gidiyordu, kalbini incittiğini bildiği kızın gönlünü alabilmek uğruna ona olan tüm hislerini dışarı aktarmayı seçmişti. Sürekli diline aldığı "gitmek" fikrinin kendisini nasıl yaraladığını anlatmaya çalışmıştı, hayatında ne denli büyük bir parçaya sahip olduğunu bilmesini dilemişti. Dilemekle kalmamış, hislerinin dilinin arkasında bir giz olarak kalmasına müsaade etmeden ona gerçekleri aktarmıştı. Efsan'ın onun hayatında, yüreğinde, hatta aklında büyük ve önemli bir yeri vardı; ona ayrılan bu yer diğer herkesi gölgede bırakıyordu.

Ailesini bile.

Bunu aktarmakta ne kadar başarılı olabildiğini bilmiyordu ancak öyleydi. Üzerinde oynamadan, daha önce planlamadığı ancak defalarca kez düşündüğü sözler dilinden döküldüğünde onun ağlayışını görmüştü. Değerli göz yaşları, Alaz için süzülmüştü güzel gözlerinden içini titreterek. "Düzeldi," diye düşünmüştü o an genç adam. "Beni affetti," hissine kapılmıştı. Daha önce kimsenin affına muhtaç kalmamıştı fakat Efsan'ın mesafesine dayanamıyordu. Ondan gelecek affınsa düşkünü olmuştu.

Şimdi yatan oydu, tenini kızıl kanların kapladığı oydu fakat Alaz, kanayanın bir başkası değil kendisi olduğunu düşünüyordu. Ruhu acı içinde kıvranıyor, bedenine sığmıyordu.

Nefes... Nefes alabiliyor muydu sahiden?

Hissedemiyordu.

Efsan gözlerini açana dek de hissetmeyecekti.

Şifacı Agnes bezi kızın boynuna bastırdığında Efsan'ın bedeninin acıyla hareketlendiğini gördü Alaz ve göğsü sıkıştı, ellerini sıkı bir yumruk yaptı. "Yavaş," diye uyardı sakin tutmaya çalıştığı sesiyle onu. "Canını acıtma."

"Sakin ol," dedi Agnes, bezi kızın boynunda tutmaya devam ederken başını Alaz'a çevirdi. "Bunun onu öldürmeye yetmeyeceğini biliyorsun, rahatla."

"Canını. Acıtma." diye diretti Alaz bir kez daha. "Halsiz çırpınışlarını görmek istemiyorum."

"O zaman dışarı çıkmanı öneririm," diye uyardı Agnes. "Keza bu tip bir yarayı ona hiçbir şey hissettiremeden iyileştiremem."

Alaz dişlerini sıktı. Gözlerini kapattı, ellerini saçlarına daldırıp, etraftaki her şeyi savurmak, dağıtmak istiyordu. Bunu yapmıyorsa yine Efsan'ın hatırınaydı. Onu tutan tek şey, orada yatan ve uyanması için beklediği ruhtu. Nefes aldı, nefes verdi ama bu bir işe yaramıyordu. Çaresiz hissediyordu, ona gelen en ufak zararda elinden tüm güçleri alınıyordu sanki, sıfırlanıyordu; işe yaramaz olduğunu düşünüyordu.

Derince soludu tekrar. "Onu iyileştirdim," dedi dişlerinin arasından biçare sesiyle. "Ondan izin istedim, kalkanını kaldırmasını sağladım. İyiydi, tüm izleri silinmişti."

Söylediklerinin ardından Efsan'la ilgilenmeye devam eden Agnes'in surat ifadesini okumayı denedi. Yaşlı adamın hali pek de iç açıcı görünmüyordu, her zaman ciddi dururdu evet fakat bu sefer ciddinin ötesindeydi. Kanlı bezi kızın boğazına bıraktı, komodinin üstündeki temizlerden birini aldı ve boncuk boncuk terlerin akmaya başladığı alnını sildi. Başını olumsuz anlamda salladı.

Alaz'ın yüreğini esir alan vehm tüm ruhuna yayıldı. Bir adım öne atıldı. "Sorun ne?"

Agnes iç çekti. "Merih bu büyüyü seni korkutmak için yapmamış." O herifin adını duymak bile Alaz'ın içinde kızgın alevler yakılmasına neden oluyordu. Şimdilik öfkesini sakin tutmayı deneyerek -ki bu imkansızın da ötesindeydi- kendini tekrar şifacının söylediklerine verdi. "Merih'in yaptığı şey Hespera Büyüsü. Bir anda gelişmez, önceden denenir ve karar verilir, kara büyü listesindedir ve en etkililerinden biridir." Alaz, yüreğinin daha ne kadar kıstırılacağını merak ediyordu, dışarıya yansıtamasa da içindeki dehşet acının boyutu büyüdü; ruhunun tamamını karbondioksit bulutu rehine aldı. "Merih daha önce bu büyüyü denemiş ya da gerçekleştirmiş. Görünen o ki elinin alıştığı bu büyüyü seni tehdit etmek için değil, doğrudan Efsan'ı öldürmek için yapmış. Bu durumda anlık bile olsa bedeninin senin şifa gücünü kabul etmesi bir mucize."

Alaz Şahzade, o an tökezleyecek gibi oldu. Kaşları biraz daha çatıldı, bakışları Efsan'ın git gide beyazlayan güzel suratına iliştiğinde gözleri sızladı. Şimdi kıstırılan sadece kalbi değil, ciğerleri de olmuştu. Elini sol göğsünün üzerine atıp, acı çığlıklar atan kalbini dizginlemek istiyordu. Dişlerini sıktı, öyle sıktı ki neredeyse kırılacaktı o bembeyaz inciler.

Bakışlarını Efsan'dan ayırdı, pencereye bakarken ağzını avucuyla kapattı. Parmaklarıyla çenesini sıktı. Merih'i parçalamak istiyordu, tam şu an ardında bıraktığı kimseye aldırış etmeden Kadmos topraklarına girip nefes alan bir kişi dahi bırakmadan hepsini yok etmek istiyordu. İçinde deli kıvılcımlar yükseliyordu. Bunu yapmaması için hiçbir engel yoktu, kimse önüne barikat yerleştiremezdi.

Lakin gözlerini sağına çevirdiğinde gördüğü yüz...

Efsan... Efsun'u.

Bir kez daha onu bu halde bırakıp gidebilir miydi?

Onu bırakıp gidemezdi, Karan'dan sonraki halini hatırlıyordu. O zaman zindandaki cezası için kendi ayaklarıyla ayrılmıştı yanından, yüreğini burada bırakarak. Şimdi bunu yapmayacaktı, fevri davranmayacaktı. Yanında duracak, en ufak sızısında ona destek olacaktı. Gözünü açtığı an karşısında bulacağı ilk kişi Alaz olacaktı.

Yıkılmış hissediyordu. Şifacıya döndü. "Ne zaman uyanır?" diye sordu. "Uyanacak mı?" demedi, "Uyanır mı?" demedi. Bu ihtimallerin gerçekleşmesine imkan vermezdi, gözünü açacaktı. Başka yolu yoktu.

Agnes, çekmeceyi karıştırırken soluklandı. "Uyanabileceğinden şüpheliyim."

O an, Alaz Şahzade'nin kara gözlerine bir kızıllık çöktü. "O ne demek?"

Şifacı her ne arıyorsa bir anlığına durdu, omuzunun üzerinden Alaz'a baktı. "Bu tip bir büyüyle ilk kez karşılaşıyorum, şifalı bitkiler kitabını karıştırmam gerekiyor. Aklımda bir şeyler var ama tam olarak nasıl bir tedavi uygulamalıyım bilmiyorum."

"Neden, uyanabileceğinden şüphelisin?"

Agnes, doğruldu, elindekileri çelik komodinin üzerine bıraktı. Efsan'a yaklaştı ve çıplak kolunu zarar vermeden tutup kaldırdı. "Görüyor musun?" diye sordu sonra. Alaz o an, üzerinde irinlerin göründüğü açık, kahverengi yaraya baktı. Kalbine bir hançer daha saplandı. "Vücudu çürümeye başlıyor." Alaz'ın ruhu duyacaklarının ağırlığıyla şiddetli bir zelzeleye tutuldu. "Ölmeyecek, bunun onu öldürmeye yetmeyeceğini biliyorsun. Fakat büyü tamamen kanına karışmadan önce ilacı bulamazsam bir daha uyanamaz."

Alaz ürperdi, duyduklarını zihninde anlamlandırmaya çalıştı. Zeki olmasına rağmen, ilk kez bir şeyi duyduğu an sorguladı, yanlış anlamış olabileceğini umdu. Öyle olmasını diledi, dudağı seğirdi. İçinde hadsiz kötü duygular barınıyor, saniyede bir gelişiyordu. Tökezledi, göğsü yüreğine dar gelmeye başladı. Birlikte göle atladıkları günü hatırladı, suyun içinde dakikalarca kalmak zorunda oldukları zamanı... O zaman boğulduğunu düşünmüyordu, nefes alamamak onu rahatsız etmiyordu çünkü kollarının arasındaki zayıf bedenin taşıdığı minik kalp atıyordu. Ona sığınan, yüreğinin tamamını ele geçiren kız yanındaydı.

Şimdiyse nefeslenmesine engel olacak somut hiçbir şey yoktu lakin Efsan'ın yokluğu Alaz'ın boynunu saran kalın bir halata dönüşmüştü, genelde sert bakan lakin artık Alaz'a değdiğinde yumuşayan o koyu gözlere bir daha bakamayacak olma düşüncesiyse o halatı sıkan güçlü ellerdi. Elini boynuna attı, o soyut rahatsızlığı kavrayıp atmak istedi. Dudaklarını birbirine bastırdı, "Ne duruyorsun?" dedi oldukça kısık çıkan sesiyle. Yutkundu. "Ne duruyorsun!" diye bağırdı bu sefer, şifacıya daha önce hiç sesini yükseltmemişti ancak şimdi kendini dizginleyecek durumda değildi. "Bul, dermanı neyse bul! Kitapların nerede?"

Agnes, Alaz'ın sesini yükseltmesine ne alındı ne de gücendi. Onu daha önce hiç fevri yakalamamıştı, Efsan'a verdiği değeri bildiğinden garipsemedi. Kaybetme korkusunu görebiliyordu bu gözü kara adamın simsiyah harelerinde, yadırgayamazdı. Çekmeceyi kapattıktan sonra, "Saraya dönmeliyim," dedi. "Kitaplığımı karıştırmam gerekiyor."

"Onu bırakacak mısın?" diye sordu Alaz. "Bu halde. Dayanabilir mi? Saray buraya iki saat uzaklıkta."

"Yanında kalmam bir işe yaramaz, ona elimdekilerle hiçbir şey yapamam."

Alaz'ın dilinde türlü küfürler birikti, hepsini sırasıyla dışarı savurmak istiyordu. Sızlayan gözlerinden bir yaş akmasını engellemek adına gözlerini sıkı sıkıya yumdu, elini yüzüne kapattı; baş ve işaret parmağıyla şakaklarını sıktı. Onu, götürmemeliydi. Onu bu planın hiçbir aşamasına dahil etmemeliydi. Geçmişinden, yaptıklarından yahut kararlarından hiçbir zaman pişmanlık duymamıştı şimdiye dek, olan olmuştu, zamanı "geri alamam" der, yoluna devam ederdi. Fakat bu gece ilk kez, geçmişin peşine düşmek istedi. İlk defa güçlerinin o kadar kapsamlı olmayışına öfkelendi, o güne tekrar ışınlanmak istedi. Belki birkaç gün öncesine, Merih'in yaptığı büyüden önce kendi sözleriyle Efsan'ı zehirlediği güne gitmeyi diledi. Geçmiş, hayatta kaybedilen ve getirilmesi mümkün olmayan yegane şeydi. Ölümün de geride bıraktığı tek şey o değil miydi zaten?

Gecenin hatıraları zihnine dolmaya devam ederken Efsan'a, Alaz'ın canına bu acıyı veren Merih Şeyhanlı'nın soluk benzi belleğinde yer etti bir kez daha. Duygu geçişleri yaşamaya devam ediyordu, yeniden hırslandı. Sımsıkı yumruk yaptığı elleriyle birlikte havadaki oksijeni içine çekti tekrar.

Merih. Şeyhanlı'yı. Öldürecekti.

Kadmos'u. Yerle. Bir. Edecekti.

Hırsla dolan bedenine karşılık nihayet üzerinde Efsan'ın kanının bulunduğu elini yüzünden ayırdı ve "O herifi öldüreceğim," dedi tüm siniriyle.

Kapıya doğru atacağı ilk adımda tuttu şifacı onu kolundan. "Sakin ol, fevri davranma."

"'Sakin ol' mu?" dedi kendisiyle dalga geçiyormuş gibi. Ardından elini kaldırıp Efsan'ı gösterdi, boynundaki nabzı tekledi.

"O kız benim eşim!" diye haykırdı kimsenin duyacak olmasına aldırış etmeden. Bu gerçeği artık içinde saklı tutamıyordu, tutmak istemiyordu, canına tak etmişti kimseye söyleyememek; özellikle de Efsan'a. Sonra sesini kıstı lakin o sert tonu kaybetmedi. "Göğsümde izini, dilimde gizini taşıdığım. Yıllarca yolunu gözlediğim; kaderim o benim, kaderim!"

Evet, Efsan Alaz'ın eşiydi, gerçek anlamda eşiydi. Ruhları eşlik bağıyla birbirine bağlanmıştı. Göğsünde varlığını sürdüren "ben"e benzer lekenin Efsan'da da olduğunu gördüğünde işkillenmişti bir şeylerden. Bilge Âzîn'le konuştuğunda öğrenmişti o iki izin sırrını.

Sol göğüslerinde taşıdıkları sıradan bir "ben" değil, eşlik iziydi. Onlar henüz doğmadan ruhlarını birbirine bağlayan bir lekeydi.

"Alaz," dedi Şifacı. "Bunu kimseye söylememelisin, biliyorsun değil mi? Sakın bir delilik yapma!"

Alaz'ın omuzları düştü. Kendini zor tutuyordu, Efsan'ı sahiplenememek, karşısına çıkan diğerlerine bu gerçeği haykıramamak onu öfkelendiriyordu; sabrıyla sınanıyordu. Aklını dağıtması gerekiyordu. "Öyle ya da böyle, Merih'i öldüreceğim."

Tekrar gitmek için hareketlendiğinde şifacı yine durdurdu onu. "Bunu yapmayacaksın," diye azarladı Agnes. "Sen şimdi gitmeyi seçerek eşini de kendini de tehlikeye atmayı seçiyorsun!" dedi sonrasında. "Merih'i öldürecek olman Efsan'ı uyandırmayacak. Eline ne geçecek sanıyorsun?"

Birkaç saniye sessiz kalan Alaz, "Bilmiyorum," dedi nefes nefese. "Kahretsin ki bilmiyorum!" Elini ince, siyah tişörtünün sardığı gövdesine yapıştırdı sertçe. Parmakları derisini kazımak ister gibi kavradı kendi gövdesini. "İçim yanıyor," dedi bitik sesiyle. "Tam buraya bir meydan ateşi yakıldı. Onu söndürmem gerekiyor, şifacı. Yardım et bana." Titreyen dudaklarıyla birlikte gözlerini de kapatıp açtı. "Çaresiz hissediyorum. Her şeyim elimden alınmış gibi."

Agnes'in eli Alaz'ın omuzunu sıvazladı. "Sana ben yardım edemem, aşk yarasına henüz ben bile bir ilaç bulamadım. Fakat senin derdinin devası yanı başında." Alaz gözlerini açıp bakışlarını tekrar Efsan'ın boncuk boncuk terlerin kapladığı suratına değdirdi. İlk kez ona baktığında rahatlamadı, aksine yüreği biraz daha acıyla kanadı. "Kendini yıpratma," dedi Agnes. "Bir yolunu buluruz. O dirençli, biliyorsun."

Alaz cevap vermedi.

"Onun yanında kal Alaz," dedi şifacı o babayiğit sesiyle yeniden. "Başından ayrılma. Seni hissetmesini sağla, bu onu dinç tutabilir."

Ve odadan çıktı.

*

Kirpiklerim birbirinden ayrılmayı deneyip hafiften aralandığında, açık kalan o bir iki santimden içeri giren turuncu ışıkla birlikte geri kapatmak zorunda kaldım. Kulaklarım ince bir tınıyla çınlıyor ve bu kapı gıcırtısını anımsatan ses beynimde rahatsız edici bir şekilde yankılanıyordu. Derin bir uyku çekmiş kadar uyuşuk, ancak bu uykunun tadına hiç varamamış kadar yorgun hissediyordum. Ne ara uykuya daldığımı hatırlamayı isteyerek yumdum gözlerimi sıkıca, zihnimde parça parça görüntü flaşları patladı.

Alaz'ı anımsadım ilk önce, odamın kapısına gelişini, elimi tutuşunu, birlikte aşağı inişimizi. Ve rüyamda görsem inanamayacağım o her yeri benim resimlerimle döşeli olan odayı... En son, Alaz'ın bana söylediği güzel sözleri işitmişti kulaklarım, hayatım boyunca sadece o cümleleri duyarak yaşasam sıkılmayacağım, özenle seçilmiş kelimeler oynadı tekrar zihnimde.

Boğazımdaki sızıyı hatırladım sonra, Alaz'a cevap vermek için, onu öpmek için can atan yüreğime uyarak araladığım dudaklarımla birlikte yarılan boynumu anımsadım. Tüm bu acı/tatlı anlar zihnimde gösterimine devam ederken büyük bir dirayet göstererek gözlerimi açtım ve bu sefer, "Alaz," dedim tek solukta. Konuştukça bedenime batan dikenleri umursamadan ekledim. "Burada mısın?"

O sıra fark ettiğim elimi tutan kocaman elin sahibi boş kalan elini yüzüme doğru kaldırdı. "Şş," dedi art arda üç kez beni yatıştırmak ister gibi. Dudakları ıslak alnımı buldu. "Buradayım güzelim," dedi. Bir kez daha öptü. Tüm sersemliğime rağmen morfin etkisi oluşturan öpüşünün sıcaklığını hissettim iliklerime kadar. Rahatladım, sakince gözlerimi kapattım. "Yanındayım. Hiç ayrılmadım bu sefer."

Gülümsemek istedim, varlığı morgda kalmış kadar soğuk ve solgun hissettiğim bedenime karşın ruhumu ısıttı. Bulanık bakışlarım, beni ilgiyle süzen kişinin yüzünde asılı kalmaya devam etti. Önce gördüğüm şeyin hayal mi yoksa gerçek mi olduğunu anlamam lazımdı. Saniyeler içinde o esmer suratı odaklayabildim, karşımdaki tüm ayrıntılarıyla Alaz'dı ve onu görmek uykudan fazlasını verdi. Tüm yorgunluğumu unutturdu, bedenime bir huzur bahşetti. Alt ve üst kirpiklerimi birkaç defa birbirine değdirdim, ardından tekrar, "Alaz," dedim onu yıllardır görmüyormuşum gibi büyük bir hasretle. Sonra doğrulmak için hareketlendim. "Ben... Bana ne oldu?"

Boynumda bir acı hissettiğimde sızlandım.

"Hareket etme," diye uyardı Alaz ve yumuşak bir dokunuşla tekrar yatağa uzanmamı sağladı. Dudakları alnımı tekrar işgal etti. "Uyandın," dedi. "Ne olduğunun bir önemi kalmadı."

Titreyen ellerimi boğazıma çıkarmak için hareketlendim fakat tüm bedenim öyle halsizdi ki bunu başaramadım. Sanki vücuduma benden iki kat ağır, görünmez bir demir kitle konulmuştu. Hareket edemiyordum, bunun için büyük bir çaba sarf etmem gerekiyordu. Başımı çok az çevirmeye çalıştım, boynumun tam ortasına jiletle bir çizik atılmış gibi acı duydum. İnledim ve "Boynum," dedim. "Ortadan ikiye yarılmış gibi hissediyorum."

"Aslında daha beter bir haldeydi." Cümlesini işitene dek odada Alaz'dan başka birinin olacağına ihtimal vermemiştim. Bu sesle beraber başımı hareket ettirmeden gözlerimi sağa çevirdim ve yatağın hemen yanında, bize değil de çelik komodinin üzerindeki, içinde mavi sıvı bulunan karıştırdığı kaba bakan şifacıyı gördüm. Ona baktığımı fark ettiğinden olacak elindeki tahta karıştırma çubuğunu bırakmadan gözleriyle beni buldu. Hafiften tebessüm etti. "Yapımı tamamlanmış, büyük bir ölüm büyüsünü ardında bıraktın."

Kaşlarımı çattım. "Ölüm büyüsü mü?" dedim kısık bir sesle. Biraz daha konuşursam nefessiz kalacaktım. Gözlerim Alaz'ı buldu yeniden. "Kim?"

Alaz'ın kara hareleri o güne kadar hiç fark etmediğim bir ifadeyle inceliyordu beni. İçinde yansımamı gördüğüm göz bebeklerine hasret dolmuştu. Sahi, ben ne zamandır bu haldeydim?

Eli, nemli saçlarımı usul usul okşarken "Merih," dedi ve o an irislerinde bir anlık öfke kıvılcımı yanıp söndü.

Gözlerimi sıkı sıkıya kapatıp, "Ah,"ladım. Sessiz kaldım, taşlar yerine oturmuştu. Merih'in ince eli boğazımdayken yaptığı o büyüyü iyi anımsıyordum, keskin bir bıçağı tenime yaslayıp umarsızca çekmişti sanki. Alaz'ın dokunuşlarıyla kurtulduğumu anımsıyordum o derin sızılardan. Lakin ertesi gün az da olsa tekrar belirmişti. Ve en olmayacak yerde, belki de hayatımda kendimi ilk kez tüm hislerin doruğunda hissettiğim o noktada çıkmıştı ortaya. Alaz ne yapmıştı, vücudumdan akan litrelerce kanı gördüğünde, bilincimi kaybettiğimde... "Seni dinleyip sabah şifacıya görünmeliydim. Ben, bu kadar ciddi bir rahatsızlığım olduğunu düşünmemiştim."

Agnes, küçük cam şişedeki mavi iksiri eline alıp bize doğru döndü. Yanımıza ilerlerken konuştu. "Görünseydin de bir şey değişmezdi, yara tamamen kendini açığa çıkarmadan bunun ne olduğunu anlayamazdım."

"Kendimi hiç rahat hissetmiyorum, uyanan sadece gözlerim gibi." Ki, gözlerim de birazdan kapanacaktı. Açık tutmak göz kapaklarımı yoruyordu, kapanmak için can atıyorlardı.

"Yaklaşık on gündür bu haldesin," dedi şifacı. Kirpiklerim birbirine yaklaştı, bedenimi büyük bir hayret dalgası ele aldı. Bunun doğru olup olmadığını sorgulamak amacıyla Alaz'ı yeniden incelediğimde sakallarının uzadığını, göz altlarının hafiften çöktüğünü fark ettim. Onu son gördüğümde bu halde değildi kesinlikle ve Alaz'ın yüreğime derin bir çizik attıran bu bitmiş hali hakikaten günlerin geçmiş olduğunu gösteriyordu. "Durumun gerçekten ciddiydi Efsan ama uyanmak için takdire şayan bir direniş gösterdin."

Ne yaptığımı bilmiyordum, tek hatırladığım kâbuslarla boğuştuğumdu. Zihnimin oluşturduğu kurmaca evren kendini rengarenk, huşu dolu göstererek beni içine hapsetmek istiyordu ve ben buna nasıl karşı koyduğumu anlayamıyordum. Orada kilitli kalmaya hazırdım. Fakat tüm bunların ötesinde, uykumda hissettiğim tek bir şey vardı. Alaz'ın kokusu. Sanki o diyara kilitli kalsam, bir daha bu kokuyu solumayacaktım. Ölecektim ve Alaz'la olan bütün hatıralarım o gece son bulmuş olacaktı. Bana, içini açtığı; dünyasının nasıl benden oluştuğunu gösterdiği ve kalbimin tümünü ele geçirdiğine emin olduğum halde ona karşı tek bir kelime edemediğim o gece, Alaz'la ayrılacaktım. Temelli. Başımdan aşağı içi buz dolu bir kova dökülmüş gibi ürperdim. Düşüncesi bile korkunçtu.

Agnes yanıma geldiğinde, elindeki iksiri içebilmek adına doğrulmaya çalıştım. Alaz elini beni acıtmamaya özen göstererek yavaşça omuzuma yasladı, hafiften kalkmama destek oldu.

"Bu seni tekrar uyutacak fakat bu riskli bir uyku değil. Uyandığında kendini çok daha dinç hissedeceksin."

Onu gözlerimle onaylamakla yetindim ve kokusu pek hoş gelmeyen mavi sıvıyı içmeden önce burnumu tıkadım, ardından gözlerimi yumarak bardağı fondipledim. Ağır bir tada sahip içecek kanıma karışırken birkaç saniye daha burnumu tıkalı tutup başımı yeniden yastığa yasladım. Tekrar uyumakla ilgili bir problemim yoktu, istediğim tek bir şey vardı.

Agnes geri çekildiğinde üzerimdeki gölgesi silindi ve beni Alaz'la yalnız bıraktı. Saniyeler içinde etkisini gösteren ilaç beni sersem bir hale çevirirken, "Alaz," dedim belli belirsiz. "Uyandığımda seni yine yanımda bulacak mıyım?"

Cevabı duyamadım, gözlerim bilincimin uyku istediğine yenik düştü ve uykunun tatlı kollarına bir kez daha teslim ettim kendimi.

*

Bu sefer ne dışarıdan gelen yağmur\fırtına sesi ne de beni rahatsız eden bir zemindi uykumdan alıkoyan. Uzun zaman sonra ilk kez kendi isteğimle açmıştım gözlerimi, ruhum yıllık uyku ihtiyacını karşılamıştı neredeyse. Dinç hissediyordum, sıcacık bir yatakta, yataktan daha sıcak kolların arasındaydım. Başımı yasladığım çıplak göğüs ritmik hareketlerle yavaşça inip yükseliyordu.

Evet, Alaz'ın kolları arasında, huzurun tam ortasındaydım. Beni bırakmamış, yanımdan ayrılmamıştı.

"Günaydın," dedi kadife sesiyle omuzumdaki eli tenimi usul usul okşarken. Onu duymak, yüreğimde saklanan kuşları harekete geçirdi, tıpkı benim gibi uyandılar ve ötüşerek tatlı bir ezgi yaymaya başladılar.

Başımı yukarı kaldırıp yüzünü inceledim. Ardında kalan pencereye ve odada hâkim olan loş ışığa bakılırsa gün henüz aymış değildi. "Dışarıya bakılırsa, henüz aymamış gibi," diye mırıldandım kısık sesimle şakayla karışık. Bakışlarımı güzel suratından bir an olsun ayırmak istemiyordum.

"Dışarıdan bahseden kim," diye fısıldadı. Boşta kalan eli yüzüme tırmandı ve avucu yanağımın üzerindeki yerini aldı. "Benim günüm aydınlandı şu an."

İçinde bulunduğum halsiz bırakan durumun izin verdiği kadarıyla gülümsedim. Küçüktü fakat bu belki buraya geldiğim günden beri yüzüme yerleşen en içten, samimi gülüşlerden biriydi. Belki de o yüzden Alaz'ın bakışları birkaç saniyeliğine gözlerimi terk etti, dudaklarımın aldığı şekli izledi. İfadesinde gözle görülür bir boşluk seçildi. Bense onu bu son görüşümmüş gibi uzun uzun süzerken -ki neredeyse öyle olacaktı- bir anda elimi yüzüne çıkardım. Parmaklarımı yanağına yerleştirdim, en son arabaya bindiğimizde doyasıya baktığım suratında gezdirdim. Hareleri dokunuşlarımı izledi. İşaret parmağımı sağ yanağındaki o her daim duran fakat ancak güldüğü anlarda derin bir çukura dönüşen belli belirsiz küçük göçüğe dokundurdum. "Sağ yanağındaki gamzen gülümsemesen bile belli oluyor," dedim içimde tutamadan.

Gözleri bir anda tekrar bakışlarımı buldu, ardından "Ne?" diye sordu, belki çok şey söylememi bekliyordu ancak emindim ki hiçbirinin arasında bu yoktu.

Tebessüm ettim, bu sefer daha belirgindi. Canımı acıtmamaya özen göstererek yatakta hareketlendim, yüzüne daha iyi bakabildim bu sayede. Elimi yukarı kaldırıp dış yüzeyini yanağına sürttüm. Yumuşak tenini okşarken işaret parmağımı tekrar minik oyuğun üzerine dokundurdum. "Tam burada, minik bir oyuk var. Gülümsediğin anlarda büyüyor, lakin ciddiyken de tamamen yok olmuyor."

Elimi takip eden gözleriyle birlikte, kara harelerinde parlayan kızıl ateşin kıvılcımlarını izledim. Çıkık âdemelması aşağı, yukarı doğru hareketlendi. Gözlerini kapatıp açtı, başını yavaşça çevirdi, dudağını parmaklarımın ucuna bastırdı. "Ve dokunuşun dikkatimi dağıtıyor. Bana olduğum anı unutturuyor," dedi.

Utanç içinde gülümsedim, elimi çekmek için hareketlendirdim ancak başını bana doğru eğmesiyle bu faaliyetimde başarısız kaldım. "Çekme," dedi, sayesinde parmaklarım hâlâ yanağının üzerindeyken. "Sevsene biraz daha beni."

Gülüşüm, biraz daha canlandı. "Dikkatini dağıttığımı söyledin."

"Dikkatimin dağılmasını istediğime karar verdim," dediğinde yapay bir şekilde kaşlarımı çattım. Oldukça yapaydı çünkü artık ona karşı ne bir kinim ne öfkem ne de kırgınlığım kalmıştı. Sadece pişmanlıktı varlığını sürdüren o duygu; Alaz'a bile isteye yaşattığım acıların verdiği pişmanlık benimleydi.

Gecenin sessizliğine bir darbe gibi yayılan nefeslerimiz duyuldu birkaç saniye bakışlarımız birbirini örterken. Elim yanağında durup parmaklarım nazik nazik onu severken sükût bize eşlik etti. Konuşmak istiyorduk fakat sessizliğe de muhtaçtık. Onu izlemek, hiçbir engel olmadan güzel suratını seyretmek bana verilmiş büyük bir lütuftu.

Öylece birbirimizi seyrettiğimiz saniyelerin ardından Alaz, yanağındaki elimi tuttu. Avucuma sıcak, yumuşak dudaklarını bastırdı ve bence bu bende şifacının verdiği o mavi iksirden daha olumlu bir etki sağladı. "Nasıl hissediyorsun?" diye sordu büyük bir ilgiyle. "Ağrın var mı? Aç hissediyor musun? Şu sevdiğin çorbadan var yine. Arzen'i uyandırabilirim."

Başımı hemen olumsuz anlamda salladım. Aramıza şu an hiçbir şeyin girmesini istemiyorum. "İlk uyanışıma kıyasla ağrım yok denecek kadar az. Ayrıca on gündür uyuyan birine göre karnımı fazlasıyla tok hissediyorum."

Bu sefer tebessüm eden Alaz oldu. "Bugünle birlikte on bir oldu... Agnes'in hazırladığı iksirler sayesinde aç hissetmiyorsun. Senin için çok uğraştı. On gün boyunca... Sana içirilen iksirleri hatırlıyor musun?"

Başımı "hayır," dercesine salladım. "Ben sadece seni hatırlıyorum," dedim düz bir ses tonuyla, hiç çekinmeden. "Hep yanımdaydın, değil mi?"

İlk başta sessiz kaldı. Olumsuz bir yanıt almayacağımı biliyordum, Alaz bazen sorduğum soruya cevap vermeden önce yüzümü uzun uzun incelemeyi seçiyordu. Bunu hangi anlarda yaptığını seçememiştim henüz ama spontane gelişen bir eylem olduğunu düşünmüyordum. Başparmağı yanağındaki elimi sevdi. "Hep yanındayım. Olmaya da devam edeceğim."

Dudaklarıma örülen gülümsemeyi engellemedim, içimde tüten özlemin irislerime kadar yükselmesine fırsat verdim ve "Alaz," dedim, sesim duygusal bir sevinç taşıyordu. Boğazıma bir yumru oturdu, ağlamak istiyordum fakat bu arzu üzüldüğüm için değil, bilincime tekrar kavuşabildiğim ve sevdiğim adamı tekrar görme şansına nail olabildiğim içindi. "Ben çok üzgünüm," dedim birden. Kokusu ciğerlerime doluşmaya başladığında içimde bir bahar yeli esti. "Sana söyleyeceğim o kadar şey vardı ki... Eğer bana bir şey olsaydı... Eğer o gece sana söylemek istediklerimi aktaramadan gözlerimi yumduğumda bir daha açamasaydım, kendimi asla affetmezdim."

"Şş," dedi art arda üç kez, sıcak nefesi saçlarımın arasında kayboldu gitti. "Beni o şekilde terk etmene izin verir miydim sanıyorsun?"

Gülümsemeyi denedim. "Vermezdin. Vermedin de," dedikten sonra derin bir nefes daha aldım. Surat ifademe eşlik eden dudaklarımdaki tebessüm solmadan onu izlemeye devam ettim. "Sonsuz uykuya dalmamı sen engelledin. Yanında değildim desen de inanmazdım. Ruhun benimleydi hep, belki bir saniye ayrılsan yanımdan kendimi teslim edecektim."

"Sus," dedi acı çeker gibi. Dudaklarını birbirine bastırdı, dişlerini sıktığı kemikleri belirginleşen çenesinden anladım. "Dile getirme bunu. Dayanamıyorum, varlığın zaten hayal gibi geliyor. Uykuya dalsam ardından gözlerimi açsam bir daha yanımda olmayacaksın sanki." Yutkundu. "Bulduğum ışığımı yeniden karanlığa gömecekmişim gibi." Başını salladı, gözlerini gözlerime sapladı. "Ben ilk kez gözlerimi kapatmak istemiyorum Efsun. Ben senden önce acı nedir bilmiyormuşum."

Bu sefer sadece hüzünlenmekle yetinmedim, yeterince nem alan bir gökyüzü misali yaşardı harelerim. "Alaz," diye sızlandım küçük küçük çıkan sakalları nedeniyle normalinden biraz pürüzlü suratına dokunmaya devam ederken. Ağlak halime aldırış etmeden burnumu çekip "Ben özür dilerim," diye ekledim.

Sonra sessiz kaldım, cümlelerimi nasıl toparlayacağımı, düşüncelerimi ona nasıl aktaracağımı bilmiyordum. Yalnızca, onu hissediyordum. Bana söylediklerinin, içinde zerre yalan barındırmadığına emin olduğum bu sözlerinin etkisini tüm hücrelerimde hissediyordum.

"Özür mü?" derken gülümser gibi oldu. "Ne için özür diliyorsun? Sen özür dilemeni gerektirecek bir şey yapmadın."

Büyük bir itirazla başımı salladım. "Yaptım," dedim, elimi indirmedim ancak hareketimi durdurdum. "Yalan söyledim, seni acıttığını bile bile, gözlerinin içine baka baka saçma sapan cümleler kurdum." Pişmanlık ruhumu sarstı, hüzün ifademi esir aldı.

Göz temasımızın kesilmesine izin vermedim. "Alaz, ben seni hiçbir zaman bilet olarak görmedim," dedim nihayet ve üzerimdeki ağır yükten kurtulmuş gibi hissettim. "Hiçbir zaman senden gerçekten ayrılmayı düşünmedim. En başından beri yaralıyordu beni bu düşünce, o zamanlar buna mantıklı bir açıklama bulamıyor, bunu kabullenemiyordum. Fakat artık kabulleniyorum, her şeyiyle. Seni her şeyinle kabulleniyorum Alaz, sana hissettiklerimi yok saymıyorum. Sayamıyorum... Kalbimin tamamı seninle dolmuş, inkâr edemiyorum. Bana, karanlığına ışık olduğumu söyledin ya... Senden ayrılırsam eğer, o ışık artık beni de aydınlatmaz, biliyorum." Ürkek bakışlarla onu izlerken çekingen bir gülümsemeyle usulca ekledim. "Sevgilim."

Söylediklerimin ardından Alaz'ın ifadesini ve bana vereceği karşılığı beklemeyi seçtim. Siyah gözlerinde belirgin bir parlaklık yerleşti, kirpiklerini birkaç kez üst üste kırpıştırdı. Sıkı sıkıya kapattığı dudakları kendiliğinden aralanırken, "Ne dedin?" diye sordu. Hayır, soru elbette garip değildi fakat Alaz bunu söylerken kekelemişti, işte bu şaşılasıydı.

Gözlerimi kıstım. "Seni bilet olarak görmüyorum?"

"Ondan sonra," dedi şaşkınlığını üzerinden atamadan.

"Hiçbir zaman senden ayrılmayı düşünmedim."

"En son söylediğin Efsun," dedi. "Bir daha duymak istiyorum. Dudaklarının sen bana karşı o kelimeyi söylerken aldığı şekli inceleyemedim."

Dilimi dudaklarımın üzerinde gezdirip hafiften gülümsedim. "Hmm," dedim düşünür gibi. Ardından alt ve üst kirpiklerimi birbirine yaklaştırdım. "Sevgilim kelimesini mi diyorsun?"

Hızla başını salladı.

Gülümsemem genişledi. Bu sefer sesimin ayarını daha iyi yaptım ve hafif kısık bir tonla, bakışlarımı gözlerinden ayırmadan, "Sevgilim," diye seslendim Alaz'a karşı.

Bakışları sahiden dediğini yaptı, gözleri dudaklarıma indi ve ben kelimeyi söyler söylemez derin bir nefes aldı. "Siktir," diye tısladı. "Efsun, hayal değilsin, değil mi?"

Eğer canımın acımayacağını bilsem kahkahalar atardım lakin sadece sırıtmakla yetindim, kafamı olumsuz anlamda salladım. "Son derece gerçeğim."

Dilini dudaklarının üzerinde gezdirdi. Gözlerinde şimşekler çakarken, "İspatla," dedi büyük bir acelecilikle. "Gerçek olduğunu anlamaya ihtiyacım var."

Gülümsemem asla silinmiyor hatta bu şapşal tepkileriyle daha da genişliyordu. Dudaklarımdan nefeslenir gibi bir kahkaha döküldüğünde çok hafif bir acı hissettim fakat bunu dışa vurup anın büyüsünü bozmadım. "İspatlayayım mı?" dedim hiç anlamamış gibi. "Nasıl yapacağım?"

Derince soludu, gözleri gözlerimden yavaşça aşağılara kaydı, yanaklarımı, burnumu izledi ve en son dudaklarımda takılı kaldı. Nabzım daha seri atmaya başladı, midem hazla kasıldı, yaklaşmakta olanı biliyordum ve engellemek değil desteklemek için can atıyordum. Bakışları tekrar gözlerime çıktığında, "Öp beni Efsun," dedi. "Çünkü ben sana kıyamam. Ve tam da şimdi, seni deli gibi öpmek istiyorum ama bunu ben başlatamam."

Canımı acıtmak istemiyordu, fevri davranmak istemiyordu. Kabul etmesem, sırtımı ona dönsem itiraz etmezdi, sırf canım acımasın diye seçimi bana bırakmıştı. Lakin günlerce ondan, sesinden, varlığının bilincinden uzak yaşayan bedenimin canını acıtan tek şey Alaz'la yeteri kadar yakın olamamaktı şu an. Evet şifacı ilaç vermişti, yaralarım kapanmış, bedenim dinç haline kavuşmuştu. Lakin şimdi çığlık çığlığa atan yüreğimin kapanmamış bir yarası bulunmaktaydı, o yaranın devası ise Alaz Şahzade'nin dudakları arasındaydı.

Elimi yanağından ayırmadan başımı yavaşça yukarı kaldırdım, Alaz yorganın altından büyük elleriyle belimi tutarak bana destek olduğunda hissettiğim tüm acıları elimin tersiyle ittim ve onu öptüm. O an midemde birden fazla havai fişeğin patladığını hissettim. Alaz Şahzade farklıydı, o benim bir diğer yarım gibiydi. En ufak temasımızda kalbim sol göğsüme sığmayacak raddeye geliyor, dört nala koşuyordu ona doğru. Boğazından buna dayanamadığını belli eden güçlü bir inilti yükseldi, kalbimin onun gövdesine daha şiddetli çarpmasına neden oldu. İki evrende de saatler bizim için durdu sanki, bedenimde hissettiğim ve ruhumda da ezikler bu dokunuşla kapandı, örtüldü, yok oldu. Yüreğimin varlığını şimdi hissediyordum işte, vardı ve sadece Alaz için atıyordu.

Nefes alamadığım, hatta bunun ihtiyacını bile çekmediğim beni soluksuz bıraktığı saniyelerin ardından dudakları çekildi fakat o hâlâ üzerimde durmaya devam etti, gözleri iki delici kurşun gibi değiyordu irislerime şimdi. Hararetle yükselip alçalan göğüslerimize sebep olan ılık nefeslerimiz birbiriyle çarpışıyordu. Gözleri aynı mesafeden beni incelemeye devam ederken yeniden yutkundu. Dilini dudaklarının üzerinde gezdirdi, lezzetli bir lokma dilindeymiş gibi yutkundu. Ardından ağzı tekrar açıldı. "Bir daha bana sırtını dönersen, yüzünü asarsan, surat yaparsan, o güzel gözlerini isteyerek ya da istemeden benden kaçırırsan; seni bitiririm Efsun. Öperek bitiririm, tüm soluğunu kendime saklamak istercesine."

Söylediğiyle birlikte kaynayan kanıma eş olarak bugün kazandığım cesareti kaybetmeden cevapladım. "Ama bu kulağa ceza gibi gelmedi."

Alaz, bugün ikinci kez, "Siktir," dedi. Dilini dişlerinin arasına sıkıştırdı, bakışlarını benden kaçırıp dişlerinin arasına derin bir nefes çekti. "Bunu bilerek yapıyorsun. Kurallara göre oynamıyorsun, hastasın ve daha fazlasını yapamayacağımı biliyorsun."

Kaşlarımı kaldırdım. "Ya da artık korkmadan konuşacak cesarete kavuşmuşumdur," dedim.

Alaz alnını alnıma yasladı, dudaklarından sıcak bir soluk daha çarptı suratıma. "Bunun seni bitirecek olması gerekiyordu," dedi kısık sesiyle. Diliyle dudaklarını ıslattı. "Fakat her dokunuşumda ben eriyorum."

Dudakları alnıma değdi bu sefer ve isteksiz bir tavırla geri çekildi, sırtı tekrar yatağa gömüldüğünde kafamı biraz kaldırdım ve kolunu bana dolayarak beni kendine çekmesine izin verdim. Başımı yuvam bildiğim göğsüne yaslarken, "İşte şimdi çok huzurlu hissediyorum," dedim.

"İşte şimdi evimde olduğuma eminim," diye karşılık verdi.

Gülümsedim, nefes aldıktan sonra huzur içinde gözlerimi kapattım. "Kokun çok güzel," diye itiraf ettim. Bu gece, benim itiraflar gecemdi belki de. Daha ne kadar ileri gidecektim bilmiyordum ancak bundan sonra dilimin ardında bekleyen hiçbir şeyi gizli tutmak istemiyordum.

"Varlığın çok güzel," dedi.

Kalbimde milyonuncu baloncuğun yükselmesine neden olduğunda başımı kaldırıp tekrar yüzüne baktım. "Öyle karşılıklar veriyorsun ki, bazen ne demem gerektiğini şaşırıyorum. Bunları önceden düşünüyor musun?"

Kaşları havalandı. "Ben düşünmem Efsun, hissederim. Hislerim sözcüklere dönüşür ve söylerim, çekinmem. Sana olan tüm iltifatlarım yalansız, duygularımla birlikte doğaçlama gelişen cümleler. Başından beri öyleydi."

Gözlerim büyüdü istemeden. "En başından mı?"

"En başından."

"Bense sana hep yalan söylemişim," dedim. "En başından beri..."

"Evet bazen çok yaralayıcı şeyler söyleyip acıttığın oluyordu fakat dilinden dökülen yalanlar umurumda değildi," dedikten sonra elini kaldırdı, siyah sutyenin üzerinden sol göğsüme bastırdı. "Yalan söyleyen dudaklarının aksine her yakınlaşmamızda sesi ve hızı yükselen kalbin bana doğruları bağırıyordu."

Elinin üryan tenimde olan yumuşak baskısı hükmünü sürmeye devam ederken tüylerim ürperdi. Gözlerimiz birbirini süzmeye devam ediyordu, kısa zamanda beni bu kadar iyi tanıyıp çözmesine sevinmekle meşguldüm. Dudaklarımdan tatlı bir "Hm," döküldü. "Neler diyordu mesela?"

"'Alaz Şahzade, benim kalbimin ilk ve tek prensidir,' diyordu," dediğinde kıkırdadım.

"Doğru," derken başımı salladım. Gülümsememi tutmak adına dudaklarımı birbirine bastırdım. "Ee, başka ne diyordu?"

"'Alaz Şahzade'nin eşsiz çekimine karşı koyamıyorum. Ah, o iri ve güzel dudaklar ne zaman benimkilerle buluşacak acaba' diyordu."

"Ne?" derken elimde olmadan kahkaha attım ve yine boynumla belimde ufak sızılar hissettim. Gözlerim sızıyla kısılırken memnun ifademi bozmadan ekledim. "Öyle bir şey demiyordu."

"Başından beri bunu istediğini inkâr edemezsin Efsun," dedi itiraz etmeme izin vermeyen otoriter tavrıyla. "Bu tarz rüyaları sadece ben görüyor olamazdım."

Tebessümümüm parıltıları gözlerime tırmanırken, "Ben öyle rüyalar görmüyordum!" dedim. "Evet, istemiş olabilirim ama rüyamda görmedim."

Gözlerini kıstı. "Emin misin?"

O an gerildim, bakışlarımı kaçırıp boğazımı temizledim. "Yani, belki bir iki kez görmüşümdür."

Yüzünde büyük, arsız bir gülümseme peyda olurken parmaklarını göğsüme bastırdı. "Bak, yine yüreğindi doğruyu söyleyen."

Hızlanan kalbimin vücuduma derecesi yüksek bir ısı dalgası yaydı. Gerilen bedenimi rahatlatmak amacıyla soluklandım, ciğerlerim biraz olsun rahatladığımda, "Yalan söyleyen tek benmişim gibi konuşma," dedim ona bakarak. "Bunca zamandır bana yaptığın çizimlerin nü olduğunu söyleyerek beni kandırdın."

Tek kaşı yukarı kalktı. "Kandırdığımı nereden çıkardın?"

"Bayılmış olabilirim ancak hafızamı kaybetmedim. Oda sadece benim resimlerimle doluydu. Üstelik hepsinde 'giyinik'tim."

"Doğru," derken ağır ağır kafasını salladı. "Nü olanları sakladım."

Kaşlarımı çatıp gözlerimi kısarak söylediğinin doğru mu yoksa yalan mı olduğunu anlamaya çalıştım. Gülmüyordu ve o güzel suratında yalana dair bir iz yakalamamıştım. Bedenime bir kıskançlık duygusu dolarken ona gerçeği itiraf ettirmek amacıyla, "Yalan söylüyorsun," dedim.

Sessiz kaldı.

Ağzımı açıp kapattım. "Alaz," dedim uyarırcasına. "Rüyanda gördüğün periye ihanet etmedin." Bu mesele hâlâ hayal gibi geliyordu, doğru düzgün şaşıramamıştım bile. "Benden başka kimsenin resmini çizmedin? Özellikle 'nü' olarak, kimseyi çizmedin, değil mi?"

Sessiz kalmayı sürdürürken çenesi kabullenir gibi sol omuzuna doğru yükseldi. "Öyle diyelim."

Kaşlarım çatıldı. İlk defa bu kadar kuvvetli hissettiğim kıskançlık tüm hücrelerime sinerken, "O ne demek?" dedim tersler gibi. "Çizmedin, değil mi?"

"Sen öyle diyorsan..."

Kelimeleri beni çıldırtmak için seçtiğini düşünerek iyice gerildim ve yumruk yaptığım elimi göğsüne çarpıp, "Alaz!" dedim. Mehsa'nın bahsettiği "eyaletin bütün kızları Alaz Şahzade'ye aşık" cümlesiyle iyice gerildim. Dişlerimi sıktım. "Eğer başka bir resim odan varsa ve o odada gerçekten nü olarak çizdiğin kızların resimleri varsa, prens falan dinlemem, bilekliğimi çıkarır ve yakalanmayı umursamadan seni öldürürüm!"

"Hm," derken göğsündeki elimi tuttu ve hareketimi kısıtladı. Yüzünü yüzüme yaklaştırıp, "Nasıl öldürürsün mesela?" diye sordu.

Yakınlığı beni serseme çevirdiğinden "Sen," derken kekeledim. "Gaddar, yalancı bir prenssin."

Burnunu yanağıma sürttü, dudakları boynuma indiğinde ürperdim. Ağzı tenime değerken, "'Sevgilim'e ne oldu?" diye sordu.

"O, beni sinir ettiğin zamanların dışında öyle."

Gülüşünü duydum, yine titredi içim. "Efsun..." dedi boynumu öperken, ben çoktan öfkemi bir kenara atıp ateşe değdirilen bir marşmelova dönüşmüştüm. Ne de güzel söylüyordu adımı, ismim yanlış telaffuzuyla daha güzeldi Alaz'ın dudaklarından dökülürken. "Bir tek sen varsın. Bir tek sen vardın." İç çekti. "Lütfen, bana bir daha bunu yaşatma." Kokumu içine hapsetti ve bu sefer o yasladı başını yarı çıplak göğsüme. "Beni bir daha senden mahrum etme."

Kalbinden kalbime ördüğü o bağa bu sözcükleriyle bir düğüm daha atıldı. Titreyen ellerimi yukarı kaldırdım, gövdeme ağır gelmeyen, bağrıma yasladığı başının üstüne, dalgalı siyah saçlarının arasına daldırdım parmaklarımı. Ben ilk kez, Alaz'ın saçlarına geçirmiştim parmaklarımı. Mutlu oldum, buruk bir ifadeyle gülümsedim. "Alaz," dedim bugün bilmem kaçıncı kez. Sessiz kalıp beni dinlediğini belli ettiğinde sordum. "Bir gün bizi birlikte çizer misin?"

Başını göğsümden ayırmadan, gözlerini açmadan, "Çizerken beni izler misin?" dedi.

Beni görmediği halde hevesle başımı salladım. "Başında keman bile çalarım!"

Güldüğünü düşündüm. "O zaman hemen yarın başlayabilirim."

Yeniden beni kendine çekmeye çalışan uykunun mahmurluğu gözlerime ağırlığını vermeye başladığında, tebessüm ederek eğildim, dudaklarımı saçlarının üzerine bastırdım. Uykuya kapılmadan hemen önce ona son cümlemi söyleyebildim. "Teşekkür ederim, kalbimin prensi."

Ve ondan gelen karşılığı hayal meyal duyabildim. "İyi uykular, karanlığımın ışığı."

*

"Efsan, güzel kardeşim, uyanmışsın!"

Ne eksik ne fazla, tam bu ince, tiz sesle korkuyla yerimde sıçrayarak açmıştım gözlerimi. Rüyalar aleminden ayrılıp onun da hareketlenmesiyle uyandığını anladığım Alaz'ın göğsüne yasladığım başımı kaldırdıktan sonra birkaç saniye bulanık gören gözlerimle kapıya baktım. Çok geçmeden mağrur bakışlarım kapının önünde durup, alık alık bize bakan arkadaşım Mehsa'yı seçebildi. Küçük ama dolgun dudakları henüz uyku halinin bedenlerimizi terk etmediği bizi izlerken bir açılıp bir kapandı. "Ah," dedi ardından. Gözlerini ateşe basmış gibi büyüttü, ellerini birleştirdi ve "Özür dilerim!" dedi. "Özür dilerim Efendimiz Alaz, sizin burada olduğunuzu bilmiyordum. Çok, çok özür dilerim! Efsan, ben... Kapıdayım."

Alaz'ın kollarından ayrılmadan Mehsa'nın ışık hızıyla kaybolan varlığının hayal mi yoksa gerçek mi olduğunu anlamak adına gözlerimi birkaç kez kırpıştırdım. Kapının arkasından Mehsa'nın sesi duyulmaya devam ediyordu. "Efendimiz Alaz, ben çok özür dilerim, lütfen beni cezalandırmayın. Lütfen işimi elimden almayın, çok özür dilerim! Çok!" Bir an sonra aklına yeni bir şey gelmiş gibi korkutla nefes aldı. "Efendimiz Alaz, beni öldürmeyin, ne olur!"

Mehsa'nın komik endişesi beni güldürmeye yeterken yataktan doğrulmak için hareketlendim. Bu sırada Alaz'nın gövdemi sıkı sıkıya saran kolları gevşedi. "Ne cezalandırması?" dedi komodinin üzerine bıraktığı siyah tişörtünü eline alırken. "Arkadaşın beni cani bir cellat olarak mı görüyor?"

Kıkırdadım. Tamamen doğrulmayı başardığımda sırtımı yatağa yasladım. "Dışarıdan çok soğuk, somurtkan ve umursamaz göründüğün için senden korkuyorlar. Aslında, benim başta senden o kadar uzak durma sebebim de Barın ve Mehsa'nın söyledikleriydi."

Söylediklerimle birlikte Alaz'ın kaşları havalandı. Kollarına geçirdiği tişörtü başından geçirmeden önce ciddi ifadesini takındı. "İşte şimdi bir cezalandırma gerektiği kanaatindeyim."

"Daha neler!" Dişlerimi göstererek güldüm. "Bana karşı duvarlarını yıkmış olabilirsin ama dışarıdan hâlâ öyle görünüyorsun, Alaz. Onların bir suçu yok."

Tişörtü gövdesinden aşağı indirdi ve ince kumaş kaslarını sarıp izlediğim o güzel manzaranın sona ermesine sebep oldu. "Doğru. Ayrıca bu ciddiyetin beni ne kadar seksi gösterdiğini de söylerler hep."

Başımı eğip gözlerimi büyüttüm. "Seni kandırmışlar."

"Sen aksini mi düşünüyorsun, cesur Efsun?"

Gece yaptığım cesaret örneklerine atıfta bulunmasıyla utançla kasıldım ve "Bilmem," diyerek geçiştirdim inatla.

Elini kaldırıp haylaz bir tavırla "Yüreğine mi sorsak?" dediğinde yine hızlanan ritimlerimi kontrol edeceğini anlayarak hemen "Hayır," deyip çevik bir hareketle yorganı üzerimden atıp bir iki adım geriledim geniş yatakta. Eğlenceli bir oyun gibi gelmişti ondan kaçmak.

"Mehsa, Efsan odasında mı? Uyanmış mı gerçekten?"

Barın'ın yüksek sesi odaya dolup Alaz'ın cümlesini baltaladığında Alaz sabır diler gibi gözlerini kapayıp açtı. "Bir rahat edemiyoruz," dedikten sonra cümlenin sonuna prense yakışmayacak bir küfür ekledi sessizce. Beni ne kadar kızarttığının farkında bile değildi, elini omuzuma attı ve düşen askımı tenimi okşayarak eski yerine çıkardı. "Üzerini giyin güzelim, bugün ziyaretçin bol olacak gibi."

Kirpiklerimle onayladım. "Mehsa'yı içeri alıp Barın'a beni aşağıda beklemesini söyler misin?" Barın'ın aşağıda beklemesini istememin nedeni, duş alacak olmamdı. Kokmuyordum, bedenen pis görünmüyordum -ki bu yine mutlaka büyülü iksirlerin sayesindeydi- ancak on gündür su yüzünü görmemiş olmanın bilincinde olmak kendimi manevi olarak kirli hissettiriyordu.

"Öyle yapacağım," dedi Alaz ve yataktan çevik bir hareketle kalktı. Sıcacık yer, onun yokluğuyla anında soğuk bir morga dönüşüyordu. Gözlerimiz tekrar buluştuğunda, "Kahvaltın için özel istediğin bir şey var mı?" diye sordu.

Başımı "Hayır," dercesine salladım. Alaz da daha fazla uzatmadı ve oluşturduğu maddi uzaklığı daha fazla büyüterek kapıya doğru adımlar attı. Kapıyı açtığında Mehsa'nın bir kez daha "Çok özür dilerim efendim," dediğini duyarak başımı sallayarak gülümsedim. Bu kız, korkakken de çok tatlıydı.

Mehsa, bembeyaz bir suratla içeri girer girmez kapıyı kapattı, sırtını kapıya yasladı ve tuttuğu nefesini serbest bıraktığında dehşet içindeki gözleri beni buldu. "Uyanır uyanmaz bir şey yapacağınızı düşünmemiştim!"

"Bir şey yapmadık," dedim onu sakinleştirmek için. "Birlikte uyuyorduk sadece, rahatla. Alaz'ı kızdırmadın."

"Efsan, senin sevgilin olabilir ama ben onun alt tabakadan milletiyim. Adamı yatakta bastım resmen!" Kaşlarının başlangıç noktası yukarı doğru kıvrıldı. "Beni öldürtür mü?"

"Saçmalama... Biz alıştık basılmaya, ilk değil."

Mehsa'nın kaşları gözlerinin üzerine indi. "Nasıl yani?"

Boğazımı temizledim ve bakışlarımı kaçırdım. "Öyle işte... Genelde Kuray oluyordu bunu yapan, pek şaşırmıyoruz."

Mehsa hâlâ şoku üzerinden atabilmiş değildi. Titredi. "Çok korkunçtu!"

Kafamı kınar gibi salladım. "Yok yere endişelenmeyi bırakıp ayaklanmam için bana yardım eder misin? Duş almak istiyorum."

Omuzları düştü, nefes alış verişleri düzene girerek bakışları endişeden arınıp nihayet yumuşak bir tavır aldığında, "Tüh, ben gelmeseydim bunu da Efendimiz Alaz'a yaptıracaktın, değil mi?" diye sordu.

Barın'ın sesi duyulmadan önce Alaz'ın son söylediği cümle aklıma geldiğinde bu ihtimalin gerçekleşebileceğini düşündüm ve bir anda tüm kırmızı kan hücreleri yüzümde toplandı. "Hayır tabii ki," dedim çekimser bir halde ve bakışlarımı Mehsa'dan ayırıp alelacele bacaklarımı yataktan sarkıttım.

"Yüz ifaden ele veriyor, ben anladım," diyerek kıkırdayarak yanıma geldiğinde "neden ben hiçbir şeyi saklayamıyorum," diye düşündüm, kalbim yetmiyormuş gibi kızaran yanaklarım da bana asla yalan söyletmiyordu. "Ah, Efsan, Alaz Şahzade sen hasta yatağındayken bile yanından bir an olsun ayrılmadı biliyor musun?" Bunu biliyordum. Hafifçe tebessüm ettim. "Adam sana çok fena tutulmuş. O kadar değer veriyor ki... Bir gün senin yanına geldiğimde, onu şifacıyla konuşurken duydum ve kapının ardından istemsizce dinlemek zorunda kaldım. Şifacıya ne dedi biliyor musun?"

Tek kaşımı yukarı kaldırdım. Bu sırada Mehsa ellerini önünde birleştirip hayran hayran iç çekti. "'Ona değer verdiğimi kendime itiraf ettiğimden beri sürekli onunla sınanıyorum..." Başını salladı. "Ah, tam olarak böyle söyledi... Ve sesi o kadar acı doluydu ki... Neredeyse ağlayacaktım!"

Mehsa'yı gözlerimden kalpler çıkarak dinledim adeta, bakışlarımın ardında tekrar Alaz'ın profili belirdi, kalbim bu cümleyi gözlerime baka baka bana söylemiş gibi hızlandı.

Bu arada yanıma oturan Mehsa konuşmaya devam etti. "Ne yapacaksın Efsan?" dedi artık hüzünlü bakan gözleri yüzümü incelediğinde. "Bu imkansız sevdaya karşı ne yapacaksın? Neden bağlandınız ki bu kadar, sen gittiğinde ne olacak?"

Boş bakışlarla yeri izlerken birkaç saniye sessiz kaldım. "Sevgi, her şeyin üstesinden gelir, değil mi Mehsa?"

"Ne?"

Soluklandım, ardından başımı ona çevirdim. "Ben gitmeyeceğim."

Mehsa'nın mavi gözleri far görmüş tavşan gibi açıldı. "Ne?"

Omuz silktim. "Gitmeyeceğim, gidersem dayanamam. Dışarıdan nasıl görünüyor bilmiyorum ama Alaz'la aramızdaki şey sıradan bir ilişki değil. Sevmenin, dokunmanın ötesinde; diğer her şeyi geride bırakan bir his bu. Gidersem yapamam, yaşayamam ben. Ölürüm. Ruhum ölür, bedenim de buna dayanamaz."

Kirpikleri birkaç kez birbirine değdi. "Ama... Ailen... Kardeşin... Buna dayanabilecek misin?"

Annem, babam, canımın parçası kız kardeşim Efser... Üçünü de seviyor, özlüyordum. Görmeyi istiyordum ancak bu şekilde yapamazdım. Alaz'dan ayrılamazdım, o görünmez bağı kesip atamazdım. Düşünmek bile zehirliyordu beni, karnıma kramp giriyor, yüreğim sızlıyor ve beynimde ağrılar oluşuyordu. "Bir yolunu bulurum..." dedim umut dolu bir sesle. "Annem ve babam benim burada olduğumu biliyorlar, yıllarca benden gizledikleri bu durumun bir gün gerçekleşeceğini biliyorlardı. En azından benim nerede olduğumu biliyorlar, bilmiyorum. Alışırlar tamam mı? Ben de alışacağım..." Boğazıma görünmez bir yumru oturdu. "Bir yolunu buluruz, belki onlarla iletişime geçerim bir şekilde ve dönmeme gerek kalmaz..." Yüzümü ellerimin arasına aldım. Kendimi sorumlu hissediyordum, onlara karşı suçluydum belki... Ama Alaz'dan kopamazdım, bunu yapamazdım. Onlar benim iyi olmamı isterdi her durumda ve ben burada iyiydim. Ben buraya aittim. Benim evim burasıydı, Alaz'ın sol göğsüydü her gece başımı koymak istediğim sıcak yuvam. Ötesi yoktu. "Bilmiyorum, ben gidemem Mehsa," dedim ağlak sesimle. "Onları özlüyorum ama Alaz'ın hasretine dayanamam." Ellerimi suratımdan çekip kızaran gözlerimi yüzüne değdirdim. "Bu beni kötü bir evlat yapar mı?"

Mehsa'nın küçük, yuvarlak yüzünde durağan bir ifade asılı kaldı. Hüznün gölgelediği parıltılı gözleri bana acımtırak baktı, "Ah,"ladı sonra dertli bir tavırla. "Efsan, bu öyle zor bir ikilem ki... Ne söylesem bilmiyorum, seni hangi yönde yönlendirsem sorumlu ben olacağım sanki... Yapamam, neyin iyi neyin doğru olduğunu sana ben söyleyemem. Benim fikirlerimle hareket edemezsin zaten, fakat günün sonunda yüreğin... Senin için doğru olanı söyleyendir. Kim bilir, belki Alaz sana gerçek aileyi verecek olandır." Omuzumu sıvazladı. "Neyi seçersen seç, dilerim ki seçimin hayatının ışığı olsun; bundan hiç pişman olmayasın."

Mehsa'ya cevap olarak buruk bir tebessüm göndermekle yetindim. Her şeyi zaman gösterecekti fakat ben, pişman olmayacağımı düşünüyordum; böyle olmasını dilemektense başka seçeneğim yoktu.

Duşumu alıp dışarı çıktıktan sonra odaya kahvaltımı getiren Arzen'i aşağıda yiyeceğimi söyleyerek geri gönderdim. Yürürken hissettiğim küçük kasılmaların haricinde iyiydim, saraya geri dönen şifacı gitmeden önce aldığım iksirlerle birlikte bir iki gün içinde tamamen iyi olacağımı söyleyip beni rahatlatmıştı. Rahat hareket edebileceğim gümüş rengi salaş bir tişörtün altına siyah tayt giyip saçlarımı tepemden topladıktan sonra Mehsa'yla birlikte odadan çıkmış, kahvaltı salonuna inmiştim.

Masa kalabalıktı, Bars, Liva, odamdayken sesini duyduğum Barın, burada olmasına şaşırdığım Ferman da içerideydi. Muhtemelen Barın beni görmek için geldiğinde Ferman da evde tek kalmaması gerektiğinden ona eşlik etmişti, Alaz'sa kahvaltıya katılmalarını söylemişti. İçeriğini bilmediğim muhabbetleri salonun kapısından içeri girdiğimiz an kesildi, yüzler bize doğru döndüğünde Barın ve Kuray aynı anda "Efsan!" diyerek beni kucaklamak ister gibi ayağa kalktılar.

O sırada Alaz, onlara dik dik bakıp "Oturun yerinize," dedi. "Sofra adabından bihaber misiniz?"

Barın boğazını temizleyip, "Haklısınız efendim," derken önüne döndü hemen ve oturdu, Kuray'sa sırıttı. "Tabii ya, sofra adabı. Çok önemsediğimiz konulardan biridir."

Alaz Kuray'a ters bir bakış attığında ben gülümsememi tutmaya çalışıyordum. Masaya geldiğimizde, "Günaydın," diye mırıldandım neşeli bir tınıyla. Ve Alaz'ın sol çaprazındaki sandalyeye oturdum. Mehsa da yerine oturduğunda -bu başını önündeki kahvaltı tabağından kaldırmayan Bars'ın tam karşısına tekabül ediyordu- bana ilk karşılık veren Kuray oldu. "Senin güzel yüzünü görünce öyle oldu canım. Nasılsın?"

Kuray, her zaman tatlı sözler söylerdi lakin Alaz'ın yanındayken bunu bir başka zevkle yapıyor gibiydi. "Teşekkür ederim Kuray. Birkaç sızı haricinde hiç olmadığım kadar iyi hissediyorum."

"Gerçekten endişelendik senin için Efsan," dedi genellikle sessiz olan Liva. Ona döndüğümde tebessüm ettim ve karşılığımı hemen aldım. "Seni ayakta görmek sevindirdi."

"Kız güçlü abi," dedi Barın Kuray'a bakarak. "Onu ilk gördüğümde içinden böyle cevherler çıkacağını hiç düşünmemiştim. Burada bir aydan fazla yaşayacağından bile şüpheliydim."

"Ne bu?" derken tabağıma bir dilim peynir aldım. "'Dünya Efsan'ı Övme Günü' mü?"

"Tadını çıkar canım," dedi Kuray ağzı dolu doluyken. "Bilirsin, ciddi bir hastalıktan sonra hasta övülür. Sevimli arkadaşından sıra sana geçti. Sizi güzel, zayıf görünen ama güçlü kızlar."

Mehsa utançla yüzüne düşen saçlarını geriye atıp Kuray'a tatlı bir gülümseme gönderdiğinde Kuray ona göz kırptı ve içten içe Mehsa'nın o an kalp krizi geçirme riskinin yüksek olduğunu düşündüm. Bars gözlerini nihayet o an tabağından ayırdı ve önce Mehsa'nın gülen suratına, ardından Kuray'ın gevşek ifadesine baktı. Dondurucu bakışları bir iki saniyeliğine Kuray'ın yüzünde kaldı.

Ancak konuşan Liva oldu. "Kaç defa dedim, ağzında lokma varken konuşma. Tüm yiyecekleri kirletiyorsun."

Kuray sandalyesinde geriye yaslandı, kollarını göğsünde birleştirip "hah"larcasına gülümsedi. "Kızlar benimle salya alışverişi yapmak için can atıyor, sen tiksiniyor musun, tatlım?"

Liva dilini dışarı çıkararak kusacakmışçasına bir hareket yaptı. "O kızların kafasında problem varsa bundan bana ne? Yemeğini yerken ağzını kapat."

"Kalbimi kırıyorsun Livacık, olur da bir gün seni biriyle öpüşürken görürsem, bu söylediklerini hatırlatırım."

Liva'yı izlediğimde suratının hafiften kızarmış, kaşlarınınsa gözlerinin üzerine inmiş olduğunu fark ettim. Eli ayağına dolanmış bir şekilde masadan kalktı, öyle ki neredeyse önündeki tabağı yere düşürecekti. Tabak sallandı ve durdu. "Öyle bir şey olmayacak," dedi ve kızaran suratını daha fazla görmemizi engellemek için olacak bize sırtını dönerek kapıya doğru yürüdü.

"Görüyor musunuz?" dedi nihayet ağzındaki lokmaları yutan Kuray normal çıkan sesiyle. "Böyle konular onu nasıl da geriyor... Ama erkeklere olan bu ketum tavrını düzeltmeli, acıyorum hep bekar kalacak diye."

"Bence hepsine karşı ketum sayılmaz," dedim biraz olsun Liva'nın kendine olan ilgisini fark etmesini ummak amacıyla. Kuray'a beslediği hisleri anlıyordum, Kuray'ın ona sürekli kızlardan bahsetmesi, sevgili yapmasını önermesi, yanında başka kızlarla ilgilenmesi umutsuz aşık Liva'nın moralini bozuyordu. Aslında hareketleri ilgisini bariz bir şekilde belli ediyordu lakin Kuray bunu anlamamaya yemin etmiş gibiydi. Sanırım Liva'yı ilgisini çekebilecek bir kız olarak görmüyordu...

Kuray'ın kumral saçlarının renginde olan dağınık kaşları gözlerinin üzerine indi. "Ne? Bir şey mi biliyorsun? Hoşlandığı birisi mi var yoksa bizim kızın?"

Başımı onaylarcasına salladım. "Neredeyse eminim."

Bu sırada Alaz'ın da bakışlarının bana iliştiğini sezdim ancak ona bakmadım.

Kuray'ın o meşhur keyifli ifadesi bir anda yüzünden silindi, çenesi sağ omuzuna doğru kalktı. "Sana bunun hakkında bir şey mi söyledi?"

"Hayır," derken omuzlarımı kaldırıp indirdim. "Ben anladım sadece."

Tekrar gülümsemeyi denedi lakin bu sefer çok başarılı olduğu söylenemezdi. "Yok canım," dedi kafasını sallayarak. "Sana öyle gelmiştir. Onun erkeklerle işi olmaz."

Başımı hafifçe eğdim. "Ben düşüncemi söyledim."

Cevap vermedi, Liva'nın çıktığı kapının ardından birkaç saniye düşünceli bir ifadeyle öylece baktı. Ardından omuz silkip önüne döndü, çatalını tekrar eline alıp her birine dnasını bıraktığı kahvaltılıklardan tabağına doldurmaya devam etti. Tabağımı birkaç dilim kahvaltılıkla doldururken Ferman'la göz göze geldim. Yüzündeki duygusal ifade henüz değişmiş değildi, buraya geldiği ilk günden çok daha zayıf görünüyordu ve göz altlarında belirgin çukurlar oluşmuştu; muhtemelen uyuyamıyordu. Çok zor alışacaktı... Artık kendim için bir önemi kalmasa da Ferman için kitabı bulmak istiyordum, onu kendi dünyasına göndermeliydik. Benim aksime Ferman'ın ait olduğu yer kesinlikle burası değildi.

Bakışlarımız çarpıştığında bana samimi fakat küçük bir gülümseme yolladı, onu da karşılıksız bırakmadım. Ferman'a değişik bakıyordum, aramızda kan bağı var gibi, hiç görmediğim abimmiş gibi sıcak bir şeyler hissediyordum ve onun buradan sapasağlam çıkmasını diliyordum.

Ferman'la bakışmamızı bölen şey, evin kapı zili sesinin etrafa yayılması olmuştu. Arzen'in kapıyı açmaya gittiğini bildiğimden hemen Alaz'a baktım ve "Birini daha mı bekliyorduk?" diye sordum.

Kaşlarını biraz çattı, başını olumsuz anlamda salladıktan sonra siyah gözleri kimin geldiğini görmek için salonun giriş kapısına yöneldiğinde ben de aynını yaptım. Önce topuklu ayakkabı sesi duyuldu, çok geçmeden Sara Halya'nın uzun ve zayıf bedeni gözler önüne serildi. Onu görmek, bir anda unutturdu iyileştiğimi ve ruhuma büyük bir rahatsızlık sisi doldurdu. Ortamda büyük bir sessizlik hâkim oldu, çatal kaşık sesleri bile durdu.

Sara'nın bakışları masadaki herkesi tek tek inceledi, yüzünde aşağılayıcı, küçük bir gülümseme peyda oldu. Bize doğru gelmeye devam ederken, "Kahvaltıya yetişeceğimi düşünüyordum ancak bu kadar kalabalık bir kahvaltı masasıyla karşılaşmayı beklemiyordum," dedi, yapmacık ses tonuyla. Ardından ekledi. "Neredeyse tüm Nephan burada."

Alaz'ın sıkıntıyla nefeslendiğini duydum. "Burada ne işin var, Sara?"

Alaz'ın soğuk sorusuyla birlikte Sara'nın biraz olsun yüzünün düşmesini bekledim ancak olmadı, ukala tavrıyla gülümsemeye devam ediyordu. Alaz'ın tam karşısındaki yere oturmadan önce Barın'a baktı. "Bu hanımefendinin oturabilmesi için, sandalyeyi geriye çekebilir misin?"

Öyle sinir olmuştum ki tavrına, ağzımı açıp Barın'a bunu emretmemesi gerektiğini söylemek istedim, fakat öte yandan bencil Sara'nın lafımdan bir şey almayacağını bildiğimden sustum. Bu, Barın için bir sorun olmayacaktı ki hemen kalktı, Sara'nın sandalyesini geriye çekti, başını önüne eğerek "Buyrun efendim," dedi.

Sara ona teşekkür etmek amacıyla gözlerini kısarak gülümsedi, ardından sakince sandalyesine oturdu. Gözleri tekrar Alaz'ı bulduğunda, sıkıntıyla iç çekti ve yüzünde tekrar hüzün dalgalandı. "Sevgili Kral'ımız ve güzel Kraliçe'miz bunu benden rica etti. Öncelikle, günlerdir saraya uğramıyorsun, ne durumda olduğunu merak ettim." Bu sırada gözleri Ferman'ı buldu. "Bu arada, seni tanıyor muyum?"

Ben rahatsızlıkla gözlerimi büyüttüğümde, Barın hemen kolunu Ferman'ın omuzuna attı. Ferman ne diyeceğini bilemez bir halde öylece dururken Barın konuştu. "Tanımıyorsunuz efendim, kendisi benim kuzenim olur. Buraya yeni geldi."

Sara'nın dudakları büzüştü ve kaşları havalandı. "O da alt tabakadan yani," diye mırıldandı belli belirsiz. Çok üstünde durmadan gözlerini ayırdı ve ben nefesimi rahatça serbest bıraktım. Ferman'a çok dikkat etmemesi iyiydi.

"Babamın bilgisi dahilinde uğramıyorum," diye yanıtladı Alaz ve bu sayede Sara'nın ilgisini tekrar kendine çekti. Kraliyet de Mehsa ve Barın'da olduğu gibi beni yaralayanın Merih olduğunu bilmiyordu muhtemelen, Alaz'ın zihin kontrolü gücünün açığa çıkılmaması adına Merih'in bizi gördüğü söylenmemişti. "Merak edilecek bir durum yok."

Arzen Sara'ya servis açarken Sara bir anlığına ona bakıp "İstemiyorum," dedi. Yeniden Alaz'a döndü. "Ama balo yaklaşıyor, o güne dek hiç uğramayacak mısın?" Bu sefer gözlerinde belirgin bir parıltı oluştu. "Baban her sene olduğu gibi bu yıl da sana özel bu baloyu benim düzenlememi istedi. O özel günde senin için bir şeyler yapacak olmak beni çok heyecanlandırıyor."

Özel günün ne olduğunu bilmediğimden bu sefer boşta bulundum ve Sara'ya bakarak, "Ne balosu?" diye soran ben oldum.

Dirseklerini masaya koyup parmaklarını birbirine geçiren Sara'nın yeşil hareleri sorumla birlikte beni buldu. Parlak, kıpkırmızı bir rujla renklendirdiği dudakları, üstten bakışlarıyla birlikte iki yana doğru açıldı. "Ah, bilmemen çok doğal tabii," dedi ve başını biraz önüne eğdi. "Yirmi Bir Mart'ta düzenlenecek olan, veliaht prensimiz Alaz Şahzade'nin doğum günü balosu."

Bölüm sonuuuuuu!

Diğer bölüm doğum günü balosu olacaaaaak! Aylardır beklediğiniz olay geldi sonunda. Hepiniz kıyafetlerinizi seçin, Twitter'da paylaşın hahah. Herkes davetlidir!

Bölümü nasıl buldunuz?

Durun durun, esas soru! Göğüsteki izin sırrı çıktı ortaya. Ne dediniz bu "eşlik" durumuna? Ehehheheheheheheheh. (Şeytanî gülümseme)

Zavallı Alaz, bunu içinde tutmak onun için ne zor bir bilseniz. Buradasın ama dokunamıyorum çok saçma moodu askldjklas.

Tümmm sırlar çıkıyor yavaş yavaş ortaya ve o kadar hareketli bölümlerimiz var ki, onlardan önce biraz böyle dinlenin, yumoş yumoş olun istedim!!

Bu bölüm enn sevdiğiniz olay\replik ne oldu?

Gelecek bölümde neler olacak sizce?

Twitter'dan teorileri bekliyorum hahahah.

İnstagram: suleavlamaz (Gelecek bölümden bir kesit paylaşırım beeelkim.)

+5000 oy ve bu sayıdan çoook daha fazla yorum almak dileğiyle!

Kendinize iyi bakın, evde kalın.

Mutlu günlerimiz olsun. (Siyah Kalp)

Continue Reading

You'll Also Like

7.4M 322K 61
Fantastik #1 Siz hiç bir ruha aşık oldunuz mu? Gülüşünden bihaberken ya da öfkelendiginde nasıl baktığı bilemeden sonsuz bir melankoninin içine düştü...
KODEX By R.GAYEÖNEL

Teen Fiction

2.8M 81.1K 31
Hafızanı kaybedersen düşmanına âşık olabilir misin? Karaca Yıldırım, ailesini kaybettiği kazadan aylar sonra iyileştiğinde teyzesinin yanına taşınır...
474K 5.9K 10
Ruhuma Dokunan Hayalet Otantik Kitap farkıyla raflarda! Tüm kitap sitelerinden temin edebilirsiniz. Düzenlenmiş yeni haliyle basıldı. Dudaklarının a...
2M 63.5K 10
"Bu o, bu o!" deyip heyecanla beni çekiştirmeye başladı. "Ne diyorsun hiçbir şey anlamıyorum, ayrıca kolumu koparmaya çalışmaktan vazgeçebilir misin...