Son Hislerimde Saklı Sen

By asrimavi_

4.2K 307 12.7K

Elimdeki bardakta kalan son yudumu boğazımdan geçirdiğimde sertçe bıraktım masaya. "Aylık en az on beş bin."... More

Bölüm Bir - Geri Dönüş
Bölüm İki - Bilinmeyen Yol
Bölüm Dört - Yapılacaklar Listesindeki Son Madde
Bölüm Beş - Evrak Sorunsalı
Bölüm Altı - Boş Kalmasın Kadehler
Bölüm Yedi - Evlen Benimle

Bölüm Üç - Kabuslar

496 38 1.7K
By asrimavi_

Nasılsınız? umarım herkes iyidir ve evde kalmaya dikkat ediyordur. En kısa zamanda normal hayata dönmek dileği ile...

Okumaya başlamadan önce lütfen yıldıza basmayı unutmayın.⭐️

Satır aralarımız boş kalmasın. 🤍

Keyifli okumalar.

İnstagram: Asrimavi_

Bölüm Şarkısı: Shaed & Zayn - Trampoline

Bölüm Üç: Kabus

Güneşin peşinden koşarak gelen gece, yine kabuslarımın ev sahibi olmuştu. Son beş gündür olduğu gibi sisli bir geceyi andıran buğulu gözlerle yatağımdan fırlamıştım. Nefes almak o kadar zordu ki, titreyen parmaklarım boğazıma sarıldı; sanki biri beni boğmaya çalışıyordu. Sırtımı yatağın başlığına dayayıp önüme düşen saçlarımı geriye doğru attım ve  komodinin üzerindeki sürahiyi kavrayıp bardağı doldurdum. Kavradığım bardağı yine komodinin üzerinde ki çalmaya başlayan telefonumla çığlık atıp yere düşürmem bir oldu. Sanırım bu gece benim için her açıdan zor olacaktı. Yere düşüp, yatağımın altına doğru yuvarlanan bardağımı önemsemeden telefonumu alıp bu saatte kimin aradığına baktım. Tabi ki facetime dan beni arayabilirsin derken kesinlikle saat farkını düşünmeden konuştuğum Emma'dan başkası değildi. Hemen aramayı yanıtlayıp konuştum. "Cidden mi? Saat gecenin üç buçuğunda mı?"

Gözlerini bayıp başını olumsuzca iki yana salladı. "Cık, cık, cık. Bende seni deliler gibi özledim bebeğim!"  İğneleyici ses tonuyla konuşup iki elini yana doğru açarak devam etti konuşmasına: "Çanta odamda dolanıyordum ve seninle en son aldığımız o mükemmellik abidesi olan parçayı görünce direk aradım. Tanrım, gideli bir hafta oldu ama bana yıllar gibi geldi." Onun her yanından neşe akan hayat dolu sesini duymak bulunduğum ruh halinden biraz da olsa sıyrılmamı sağlamıştı. Dudağım sağ tarafa doğru kayıp elimde olmadan üzgün bir gülümseme gösterdim ona. "İnan bana burada yapayalnız kalan ben, seni daha çok özledi." Bu ülkeyi yaşadığım şehri bilmiyordum, tanıdığım kimse de yoktu ve kelimenin tam anlamıyla yalnız kalmıştım .

Havadaki elleri aşağı düşerken telefon ekranına iyice yaklaşıp zannımca yüzümü inceledi. "Hey, hey tatlım sen  iyi misin? Yoksa yine mi kabus gördün?" Neredeyse ekrana yapışacak burnuna bakıp iyice gülümsedim. O iyi ki vardı.

"Evet, çok garipti Emma. Aklımdan hala çıkmıyor o kadar gerçekçiydi ki, sanki... sanki ölüyormuş gibiydim."

"Dur bakalım hiçbir şey anlamıyorum, en başından anlat."

"Ateşlerin içinde birileri vardı, yattaydılar. Her yer yanıyordu adım atacak yerleri bile yoktu. Sonra erkek kızı kucağına alıp suya atladı, her şey çok bulanıktı Em onların kim olduğunu bilmiyorum sadece kızın uzun sarı saçları ateşlerin arasında güneş gibi parlıyordu. Sonra kız dibe doğru çekildi,  ne kadar çırpındı bilmiyorum ama en son hatırladığım etrafın kana bulandığı ve boğuk bir çığlıktı. Günlerdir aynı kabusu görüyorum tek yaptığım onları izlemek ama sanki boğulan benim..." Başımı iki yana sallayıp içinde bulunduğum kötü düşten kurtulmaya çalıştım. "Sence neden aynı rüyayı sürekli görmeye devam ediyorum Emma?"

Baş parmağını çenesinin altına, işaret parmağını dudağına dayayıp çoktan düşünmeye başlayan arkadaşıma baktım, mavi gözleri, belirgin dudakları ve her daim yukarıya kalkık kaşlarıyla her zamanki gibi çok güzeldi. "Son zamanlarda bu tarz film-dizi izledin mi elmalı turtam?" Başımı olumsuzca iki yana salladım. İstanbul'a geldiğimden beri evi güzelce dayayıp döşemiş, bahçeye sevdiğim çiçeklerden dikmiştim. Etilerde, güzel bir villa artık buradaki evim olmuştu. "Imm o zaman..." ciddi ses tonuyla iyice ona odaklanıp ne söyleyeceğini bekledim. "Ah! bilmiyorum, açıkçası bir saat kadar önce Şeymacığımın yanındaydım. Devrelerim'i yaktı düşünemiyorum." Sırtım başlıktan aşağı doğru kayıp yatağım'la buluşurken dudaklarım iki yana ayrıldı. "Ne yaptınız, hala çok üzgün mü?"

"Üzgün ve birazda kızgın, yediremedi bence. Yani bu sefer onun dediği olmadı ya o yüzden, hem sana olması gerektiğinden daha çok düşkündü. Benim ailem on sekiz olunca evden attı resmen, sizin değer ve kültürünüzü çok garipsiyorum." Annem her açıdan mükemmel bir kadındı ve bunun farkındaydı, zamanla "sencil" olan duyguları "bencile" dönüşmüştü.  Uykum tekrar bastırmaya başladığında esnemekten kocaman açılan ağzımı elimle kapayıp sulanan gözlerimi kırpıştırdım. "Orada saat kaç?"

"Akşam suları, sekizi yirmi bir geçiyor. Hadi ama hemen uyuma sana anlatacak çok şeyim var!" Eğer şimdi anlatmaya başlarsa saatlerce susmayacağına kalıbımı basabilirdim ve ben kesinlikle uykuyu çok seviyordum. "Dediğim gibi burada saat üç buçuk Emma! Yarın ikimizin de uygun olduğu bir saatte konuşmaya ne dersin?" Tam dudaklarını aralamış cevap verecekti ki tekrar atladım konuşmaya. "Bende öyle tahmin etmiştim, seni seviyorum iyi ki varsın!" Kamerayı seslice -muah, muah- öpüp hemen aramayı sonlandırdım ve abajürden sızan ışığı kapatıp uykuya kaldığım yerden devam ettim.

•••

Sabahın ilk ışıkları pencereden sızarak usulca tenimde rahatsız edici sıcaklığını yayarak çoğaldı ve iyice uykumdan sıyrılana kadar yalnız bırakmadı. Yatakta dönmeyi bırakıp şöyle bir düşündüm, bugün İstanbul'da altıncı sabaha uyanmıştım ve pek tabi yerleşmiş, mutfak alışverişini yapmış, kafamı iyice toparlamıştım. Sırada bulunduğum çevreyi, şehri tanımak vardı. Komodinin üzerindeki telefonumu alıp google'yi açarak arama motoruna "İstanbul'da gezilecek yerler" yazdım ve karşıma çıkan ilk siteye girdim. O kadar çok seçenek vardı ki bir günde hepsine gitmem mümkün değildi, ama bir yerden de başlamam gerekiyordu ve işte bunun için kalkıp ilk olarak kısa bir duş  aldım. Saçlarımı kurutup banyodan çıktım ve dolabın karşısına geçip rahat edeceğim kot şort, beyaz tişört ve bunlara uygun tonda iç çamaşırı seçip giyindim. Mutfağa inip ayak üstü kahvaltılık bir şeyler atıştırdım ve kahverengi babet ayakkabımın tonlarındaki çantamı omzuma takıp evden ayrıldım.

İlk olarak Ayasofya Müzesine ardından da Topkapı Sarayını gezmiştim ve açıkçası yer yön bilmeyen birisi için oldukça zordu, ama gördüklerim hepsine değerdi. Dış mimariden tutup iç dizaynına, tavandaki desenlere, yazılara kadar hayranlıklar içerisindeydim. Büyülenmiş gibiydiler sanki, yüzyıllarca varlığını koruyan bu yapıtlar ülkenin sembolü haline gelmişti.

Şimdiyse beş yüz elli yıldır ayakta duran Kapalı Çarşıda bir aktar ile bitkisel sabunların özellikleri hakkında konuşuyordum. Açıkçası ilk defa bu kadar çok Türk'ün arasındaydım ve kendi insanlarımdan ne kadar geride kaldığımı fark etmiştim. Bu bir kayıptı.

"O zaman çörek otu ve lavanta sabunundan birer tane alayım." Görevli söylediğim sabunları poşete koyup "Kırk lira abla." dediğinde açıkçası biraz garipsemiştim, benden en az on beş yaş büyük duruyordu. Niye abla demişti ki?

Bu konunun üzerinde durmadan cüzdanımdan çıkardığım parayı uzatıp poşeti alarak etrafıma bakındım, günlerden cumaydı ve bu inanılmaz derecede tarih kokan yer insan kaynıyordu.

Bu kalabalığı hafif bir tebessümle izledim ve tam önüme dönüp kaldığım yerden yürümeye devam edecektim ki gözüme biri takıldı. Siyah gür sakalları yüzünün üçte birini kaplamış, buradan bakınca siyah gözüken ama aslında hangi renk olduğunu bilmediğim çekik gözleri, üzerindeki beyaz tişörtüyle çok tanıdıktı. Biraz düşündüm, sabah kapıyı kilitledikten sonra anahtarı çantama koyup güzelleşmesi için çok emek sarf ettiğim bahçemden çıkmıştım ve tam demir kapıyı kapatacakken evimin karşısına park edilmiş arabanın içindeki adamla göz göze gelişimi anımsadım. Aynı kişiydi, siyah saçlarından tut beyaz tişörtüne kadar tıpatıp aynıydı.
Midemden başlayıp göğsümü yararak boynumun dört bir yanına yayılan sıcaklık bazı şeylerin ters gittiğini açıkça belli ediyordu. Saatlerdir dışarıdaydım ve evimden kilometrelerce uzakta, komşum olduğunu düşünüp içimi rahatlatmaya çalışan düşüncelerimle savaşıyordum. Bu imkansızdı. Hayır, hayır bu imkansız ötesiydi ve o adam komşum falan değildi.

Ne yapacağım hakkında en ufak fikrim dahi yoktu, hayatımda ilk defa takip ediliyordum ve mantık denen o ölümle yaşam arasındaki ince çizgiyi asla tutturamıyordum.

Beni kaçırabilirlerdi, organ mafyası olabilirlerdi,böbreklerimi, ciğerlerimi belki kalbimi satabilirlerdi ya da daha iyi bir olasılıkla dolandırıcıydılar. Eğer dua etmeyi bilseydim kesinlikle yalvarmaya başlardım. Tanrım neler oluyor!

Adam yan döndüğü bedenini tamamen bana çevirip hareket etmeye başladığında önüme dönüp kalabalığı yararak koşmaya başladım. "Damn it!"

Çarptığım insanların arkamdan seslerini yükselttiğinde daha da hızlanıp çarşı çıkışına doğru devam ettim ve tam açık alana çıkıyordum ki ayağım başka birisinin ayağına takıldı ve ben kontrol altına alamadan her şey bir film şeridi gibi koptu. Öne doğru büyük bir hızla havalanan bedenim, sanki yüzermiş gibi kulaç atan kollarım ve kocaman bir çığlık ile aralanan ağzım Emma için tam da seyirlik manzara olabilirdi. En nihayetinde karşımda beliren adamın üzerine tabiri caiz ise, atlamıştım. Yere devrilen bedeninin üzerinde ellerimi göğsüne dayamıştım. Siyah saçlarım iki yanımdan salınıp çenesini sarmalayan sarı sakallarına karıştı, usulca gözlerine çıkardım gözlerimi ve o an kafama bir şey düştü. "Ah!" Göğsündeki elimin teki kafama giderken aceleyle yerden kalktım. "Ben çok, çok özür dilerim Beyefendi. Cidden özür dilerim." O bana değil, uzandığı yerden tavana bakmaya devam ederken "Gitmeliyim."  Koşmaya ara vermek zorunda kaldığım yerden devam ettim. "Mr. Dağhan, are you okay?" Son duyduğumsa bunlar olmuştu.

Şimdiyse son anda yakaladığım vapurun üst katında oturuyordum ve indiğimde ilk işim karakola gitmek olacaktı. "Tavşan kanı taze çay, tap taze tavşan kanı çaylar! İsteyen var mı?" Elinde tepsiyle yürüyen adam önümden geçerken "Vereyim mi abla bi bardak, akşam serinliğinde cillop gibi gider." Benden yaşının bir hayli büyük olduğuna emindim, buradaki erkekler kendilerinden küçüklere neden "abla" diye hitap ediyordu acaba? Sol elim utançla saçıma giderken "Olur, ne kadar?"

"Sana altı lira olur ablacım."

Parasını alan adam yanımdan uzaklaşırken çayımdan yudumladım, ailem Türkiye'den her ne kadar kopmuş olsalar da bazı alışkanlıklar hiç değişmezdi.

Türkiye tahmin ettiğimden çok, çok daha güzeldi ve sanırım biraz da belalıydı. Başıma hiç böyle bir şeyin geleceğini tahmin etmezdim. Biten çayımı bardak altına koyup gün batımında süzülen martıları seyre daldım, bu mükemmeldi. Yan tarafımda simit'i havaya doğru savuran küçük kız kahkahalarla gülüp babasından yeni bir parça isterken bu an daha da güzelleşmişti sanki.

Çantamın içinden yükselen telefonumun melodisiyle onu çıkartıp ekrana baktım, kayıtlı olmayan yabancı numarayı daha fazla bekletmeden yanıtladım. "Efendim?"

"Benim, Kerem." Ahizeden yayılan bariton ses karakterinin aksine güzeldi. "Ne istiyorsun?" Biraz durdu, yaklaşık yirmi saniye kadar konuşmasını bekledim. "Beni kabul etmeni." Annemin dayatmalarıyla hayatıma zorla dahil olmuş bu adam asla istememesi gereken şeyi istiyordu."Her neyse!" Ahizeden çıkan yüksek ses, kulak zarımı sızlattığında ben de ona bağırdım. "Senin zorun ne, bu saçmalığı söylemek için aramış olamazsın!"

"Peşindeki kişi benim adamım seni lanet olasıca,  yerinde olsam hareketlerime dikkat ederdim!"

Ve telefon yüzüme kapandı.

•••

"Ay! nasıldı bari, yakışıklı mıydı?" Eve geldiğimde ilk olarak Emmayı aramış, başıma gelen her şeyi anlatmıştım ve o yine takılması gereken en son kısıma takılmıştı. "Cidden mi? sana Kerem peşime adam takmış, beni tehdit etti diyorum sen bana 'yakışıklı mıydı?' diye soruyorsun!" Sol elimle yüzümü ovuşturup çeneme dayadım. "Cidden inanılmazsın."

"Kızım Kerem bu, artık yapıp yapabileceği hiç bir şeye şaşıramıyorum. Takmış sana ama yok şimdi yalan söylememeliyim, eğer seni bir rahat bırakıp salarsa kesinlikle şaşırabilirim."

Tırnaklarını törpülemeyi bırakıp iki yanından tişörtünün yakalarını tutup çekiştirdi. "Artık Keremden bahsetmesek mi, çünkü adı bile içimi darlamaya başladı." Onu benim kadar sevmeyen biri olacaksa o da Emma dan başkası olamazdı. Uzun zamandır ondan bahsetmiyorduk, her zaman benim durmak bilmeyen sorunlarımla ilgileniyordu. "Haklısın, neler yaptın bugün anlat bakalım."

Emma benim aksime ailesinin şirketinde çalışmayı en başından hedeflemek zorunda kalmıştı, bu cıvıl cıvıl hallerinin yanı sıra, yirmi dörtlü yaşının basamaklarını otorite sahibi bir iş kadını olarak çıkmıştı.  Aslında hep bir restoran açıp işletmek istemişti ama şartlar buna asla el vermemişti.
İlk önce şirketteki birkaç sorundan sonra eski sevgilisi Edward'ın onu affetmesi için kapısına kadar dayanıp yalvardığından bahsetti. "Hayır anlamıyorum neden bu kadar uzatıyor ki, babasının zoruyla da olsa bir insan bu kadar alçalmamalı!" Evet aile zoruyla olmuş bir mantık ilişkisinden fazlası değildi bu birliktelik. "Edward'a üzülüyorum, bir erkek olarak hala ailesine karşı gelemeyecek kadar korkak." Her hayat dışarıdan gözüktüğü gibi mükemmel olamıyordu maalesef.

İnce yazlık yorganı üzerime örterek yastıkta yan döndüm, böylece elimi havada tutmadan diğer taraftaki yastığa yaslayabilmiştim. "Ah bu arada iş bakmaya başladın mı?" Elindeki törpüyü arkasına doğru sallayıp ekrana iyice yaklaştı. "Ben senin yerine biraz araştırma yaptım ve en iyilerini seçtim. İlki Tüpraş, enerji ve petrol üretimi ile ilgileniyor ve cirosu otuz beş trilyona yakın! İkincisi Bim Birleşik Mağazalar, bu da oldukça iyi bir şirket çoğu ülkede bir çok mağazası var. Ve işte beni favorim!"

O böyle konuşurken zihnimi ayık tutmak çok zordu hele ki saatlerce gezen biri için daha da zordu. Bayık bakan gözlerimi iyice açarak kaşlarımı yukarı-aşağı kaldırıp indirdim, çok hevesli konuşuyordu ve bunu bölmek istemiyordum. İki elini göğsünde birleştirdi ve hülyalı hülyalı sanki tavandan ilah iniyormuş gibi yukarı doğru baktı. "Emiroğlu  Holding. Bu kuruluşun asıl sahibi kim bilinmiyor söylentilere göre yakın arkadaşını Ceo yapmış ve imza yetkisini ona vererek dünya turuna çıkmış. Anlayacağın adamın biri deli gibi çalışırken öteki hiçbir hakkı olmadan parayı kadınlarla, içkilerle birlikte sömürüyormuş! " Böyle insanlardan nefret ederdi, bağırarak konuşuyordu ve bunun farkında değildi.  Bense söylediği hiçbir şeyi kavrayamıyordum, bir kulağımdan giriyor ötekinden çıkıyordu sanki. "Neyse!  Asıl konu bu çalışkan Ceo'nun yakışıklılığı. Mavi gözleri, sarı saçları ve modellere taş çıkartacak bir fiziği var. Dostum adam ateş ediyor ve senin onu kesinlikle ayartman lazım.  Adamın adı Aşkı... hey, hey beni dinlemen lazım..."

Daha fazla dayanamadım ve çoktan kapanan gözlerimle birlikte telefon parmaklarımın arasından kayıp gitti.

"Zeyzey sana inanmıyorum, daha adamın six packlerinden bile bahsetmemiştim!"

"Lanet olsun, seni pis uykucu!"

"Sweet dreams."



Bölümü nasıl buldunuz?

Zavallı Emma, şu günlerde düzgün dedikodu bile yapamıyor, acaba yakışıklı Ceo'nun  adı neydi?

Yavaş yavaş giriş bölümünden çıkıyoruz ve bir sürü hareketli bölümler gelişme kısmında bekliyooor kdkdkhfk.

Kendinize iyi bakın ve lütfen evde kalın.

Huzurla kalın.🤍

Continue Reading

You'll Also Like

391K 1.7K 4
YENİDEN YAZILIYOR 🍷⛓️🌓 Enemies to lovers... ⛓️ ~mafya İyi kalpli ama yaşadığı ilişkiler yüzünden kırık olan Ahu ablası evlenince onunla aynı evde...
549K 20.3K 85
Genç kızın arkadaşının verdiği yeni numarayı yanlış yazan kızın gelecekteki kocasına tesadüfen yazması. İlk başta kız engel yesede engel bir şekilde...
1.4M 62K 62
Aile problemleri yüzünden evden kaçmış ve kendi ayakları üzerinde durmaya çalışan, aynı zamanda sinir hastası olan Pare, ucuza gelsin diye ikinci el...
116K 7.5K 20
Ömer abi: Melis nerde? BxB kurgusudur