War of Hearts

By sleepintheatlantis

79.4K 7K 4.8K

⭐ 2019 Wattys Ödülleri "Hayran Kurgu" kategorisi kazananı ⭐ Kendi hayalinizde oluşturup aşık olduğunuz kişi k... More

Bilgilendirme
çalma listesi
Giriş
Birinci Bölüm
İkinci Bölüm
Üçüncü Bölüm
Dördüncü Bölüm
çöp kutusundaki önemli taslak
Beşinci Bölüm
Altıncı Bölüm
Yedinci Bölüm
Sekizinci Bölüm
Dokuzuncu Bölüm
Onuncu Bölüm
On Birinci Bölüm
On İkinci Bölüm
On Üçüncü Bölüm
On Dördüncü Bölüm
On Beşinci Bölüm
On Altıncı Bölüm
On Yedinci Bölüm
okunmamış 1 ileti
On Sekizinci Bölüm
On Dokuzuncu Bölüm
Yirminci Bölüm
Yirmi Birinci Bölüm
Yirmi İkinci Bölüm
Yirmi Üçüncü Bölüm
Yirmi Dördüncü Bölüm
Yirmi Beşinci Bölüm
Geçmiş
Yirmi Altıncı Bölüm
Yirmi Yedinci Bölüm
Yirmi Sekizinci Bölüm
Yirmi Dokuzuncu Bölüm
Otuzuncu Bölüm
Otuz Birinci Bölüm
Otuz İkinci Bölüm
Otuz Üçüncü Bölüm
Otuz Dördüncü Bölüm
Otuz Beşinci Bölüm
Otuz Altıncı Bölüm
Otuz Yedinci Bölüm
Otuz Sekizinci Bölüm
Otuz Dokuzuncu Bölüm
Kırkıncı Bölüm
mucizeler yalnızca onlara inananları bulur
Kırk İkinci Bölüm
Final
Teşekkür

Kırk Birinci Bölüm

827 78 206
By sleepintheatlantis

İlham perisi beni esir aldığında önce yazacağım karakter zihnimde şekillenir. Onların hayatlarının içerisine çekilir ve onları bir hayalet gibi izlerim. Onların hayatlarından kesitler gördükçe zihnimde bir taslak oluşur ve artık kağıt kaleme ihtiyaç duyduğum o sihirli an gelir.

Biz yazar karakterlerimizin hayatlarının sadece bir bölümünü aktarırız. Bazılarına gerçekçi gelmez. Mesela karakterin yapması gereken gündelik rutinleri anlatmayı es geçeriz. Örneğin ben, okuduğum romandaki bir karakterin her uyandığında dişlerini fırçalamasını ya da haftada bir aldığı kıllarını sürekli okumak istemediğim için -yani sonuçta bunların hikayenin konusuyla ne gibi bir ilgisi var?- kitaplarımda çok sık yer vermem. Bu durum karakterimin pislik dolu bir evde ya da çürük dişlerle yaşadığını göstermez.

Zaten karakterimi oluştururken aklıma bunlar gelmez. Daha çok karakterimi bir olayın ortasında yakalarım ya da bir duyguyla yüzleştiğinde.

Şimdiye kadar hiçbir karakterlerimle acı içinde karşılaşmamıştım. Nefes alamıyormuş gibi iki büklüm olup tezgaha tutunduğumda yeni hayat arkadaşımın hayatına çekilmiştim.

Mutlu hayatına bir gölge düşüren o acı verici olayının içine sürüklenmiştim.

Çok fazla kan vardı ya da karakterimin gözünde o kan çok fazlaydı bundan tam olarak emin değilim. Tek emin olduğum şey acının keskin gerçekliğiydi.

"Gün ışığım, iyi misin?"

Michael, beni o anıdan çekip çıkardı. Daha doğrusu koluma dokunduğunda yerimde sıçrayıp korkuyla ona doğru döndüm. Michael'ın kaşları endişeyle çatıldı ve ellerini havaya kaldırıp geri çekildi.

"Üzgünüm seni korkutmak istememiştim. Kahve makinasının sesinden sonra seni göremeyince endişe ettim ve kontrole geldim."

Michael bir solukta bu cümleleri kurarken benim aklım hala o anının içindeydi. Nasıl bir karakterin geldiğini ya da gelmekte olduğunu merak ediyordum. Calum'ı kaybetme korkusu içerisinde yaşarken bile böyle bir acıyı tatmamıştım.

Acının şiddetini bile derencelendiremiyordum. Sadece kalbimin köşesinde o sızısı duruyordu. Sanki tekrar odaklansam yeniden beni esir alacakmış gibi kuytuya sinmişti.

O acıyı göğüslemeye çalışacak olan yeni karakterimle tanışmak için can atıyordum. Ben de böyle ağır bir duyguyu kaldıramazdım ama ona destek olabilirdim.

Belki de o yüzden bana gelmişti.

Her yazarın tuhaf bir alışkanlığı vardır. Benimse tuhaf alışkanlıklarım vardır. Bunlardan biri de karakterlerimin beni seçtiklerine inanmamdır. Onları ben yaratmam. Onlar bana gelir ve hayatlarını yazmamı, onlara ortak olmamı isterler. Yani onlar beni seçer. Ben sadece onları daha yakından tanımaya başladığım için yarattığımı düşünürüm.

"Bu yüz ifadeni biliyorum."

Michael'ın omuzları bir rahatlamayla düştü. Onun yeşil gözlerine bakıp başımı onaylar biçimde salladım.

"Yeni bir karakter. Evet."

Michael'ın gözlerinde hem heyecan hem de ferahlık gördüm. Rahatlamıştı çünkü Calum ile ilgili bir durum yüzünden bu halde değildim. Heyecanlanmıştı çünkü benim yazdığım karakterleri dinlemeyi severdi. Onunla saatlerce bu konuları konuşabilirdim. Asla sıkılmazdı. Hatta bana yardımcı bile olurdu.

Michael, kahvelerimizi alıp salona geçerken onu takip ettim. Calum, Duke ile birlikte yarım saat önce dışarıya çıkmıştı. Michael ve benim özel konuşacağımız konuların olduğuna inanıyordu. Aslında önceden olanları duymaya heyecanlı ve istekli olmasına rağmen Michael, özel hayatıma ben anlatmadığım sürece burnunu sokmuyordu. O yüzden ona her şeyi olmasa da artık bakire olmadığımı o bana sormadan ben ona söyledim.

Çılgınlar gibi dans etmesini beklemiştim. Çünkü benim bunu yapmamı istiyordu. Daha doğrusu benim bunu Calum ile yapmamı istiyordu. Onu kaybetmeden yapmamızı istiyordu. Daha sonra pişman olmamam için.

Fakat ben ona açıldıktan sonra durgunlaşmıştı. Yüzündeki kanın çekildiğini bile söyleyebilirdim. Sanki karşısına geçip benim de Calum'la gideceğimi söylemişim gibi korkmuştu.

Neden böyle bir tepki verdiğini sorduğumda ise geçiştirdi.

En yakın arkadaşım, onu tanıdığım ilk günden beri bir kez bile beni geçiştirmemiş, sorduğum soruyu cevapsız bırakmamıştı.

Şimdi ise oturduğu yerde sürekli saate ve kapıya bakıyordu. Arada stresli bir şekilde bacağını sallıyordu.

Yine neler olduğunu soracağımı gözlerimden okuduğu anda kendisi bir soru sordu.

"Yeni arkadaşımız kim?"

Alt dudağımı sarkıttım. Onu düşünmeyi aklımdan geçirdiğim anda bile korkuyla ürperiyordum.

Kahvemden bir yudum aldım ve gördüklerimi anlatmaya başladım. Michael, tüm karakterlerimi özellikle yazım aşamasındayken birer insanmış gibi görürdü. Her gün bana "Rory nasıl?" gibi sorular sorardı. Karakterlerime en az benim kadar ilgili olması da beni yazmaya teşvik ederdi.

Michael gördüğüm kısacık anıyı bile derinlemesine düşünmeye başladı.

"Calum ve Faye'i yazdığın kitabın yerine bu kitabı yetiştirsek mükemmel olur. Çünkü sözleşmedeki tazminat miktarı bizi üç ay aç bırakabilir."

Bir de bu vardı. Michael tüm bu yetişemediğim işlere koşturuyordu. Kitap sözleşmem çok katıydı. Sözleşmede yazan sürede kitabım rahatça yetiştiğinden Calum ve Faye'i yazdığım kitap için olan sözleşmede teslim tarihine çok takılmamıştım. Fakat Calum çıkıp geldiğinde her şey sarpa sarmıştı. Sözleşme tarihini önce, şu an hatırlamıyor olsa da, Ashton değiştirtmeyi başarmıştı. Daha sonra Michael devreye girmişti. Geçen hafta bana önümde bir kitap yetiştirmek için sadece bir ayım daha olduğunu söylemişti.

Eğer yetiştiremezsem yayınevi benden tazminat alacaktı ve sözleşmede yazan miktar benim hayallerimi sonsuza dek çöpe atacağım kadar büyüktü.

"Duygusal bir kitap olacak gibi. O yüzden seni yazman için teşvik etmeyeceğim."

Michael'a minnet dolu bir tebessüm versem de başımı sağa sola salladım.

"Hem senden hem de Calum'dan yardım almam gerek. Yetiştirebilirim. Anlatacağım karakter bana tamamen açık. Acısını paylaşacak kadar şeffaf." Kuruyan dudaklarımı ıslattım. "Tek korkum onun bana olan güvenini sarsmak ve onu okuyuculara doğru anlatamamak."

"Yazdığın hiçbir karakterin onu yazdığın için pişman olduğunu ve kendisini doğru anlatamadığını düşünmediğine eminim. O yüzden bu romanında da durum farklı olmayacaktır. Fakat sence de zamanlaması çok tuhaf değil mi?"

Alt dudağımı sarkıtıp kaşlarımı kaldırdım. "Bilmem. Öyle mi?"

Michael dudağını ısırıp başını kanepenin sırtına yaslayıp gözlerini kapattı. Heyecanının yerini derin bir endişe almış gibiydi. O yüzden konuşması için onu desteklemeye karar verdim. Sonuçta o benim en yakın arkadaşımdı. Benimle her şeyini paylaşmasını istiyordum. Biz her zaman her şeyimizi birbirimizle paylaşırdık.

"Bana her şeyi anlatabilirsin, canım. Bunu biliyorsun."

Michael, gözlerini açıp tavana baktı ve yanağından akan yaşı silip dirseklerini dizlerine dayayıp oturdu. Zümrüt yeşili gözlerini bana çevirip, "O, biliyor Felicia," dedi.

Belki de ondan duymayı beklediğim en son cümleydi bu. Michael, Calum'ın gideceğini bildiğini ve benden sakladığını açıkça dile getirmişti. Calum ile aramızdaki güveni yerle bir edecek o cümleyi kurmuştu.

"Bana haber vereceğini söylemişti. Benden saklamayacaktı."

Michael gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı. Şaka yaptığını söylemesi için her şeyimi verirdim ama o, benim önümdeki dağınık yapboz parçalarını birleştirmeye başladı.

"Felicia bugün sevdiği birini kaybetmiş bir karakter zihninde belirdi."

Başımı sağa sola salladım. "Sevdiği birini kaybedip kaybetmediğini bilmiyoruz. Sevgilisi değil bence."

Michael dudağını ısırdı. "Çünkü o, en yakın arkadaşı. Beni kaybettiğini düşün."

Michael'ı kaybetme fikri bile titrememe sebep olmuştu.

"Calum'ı zihninde görmüyorsun ama o, kendisine bir son belirliyor. Şu anda köpeğini dolaştırmaya çıkardığını iddia eden lanet herif gidişine bizi alıştırmaya çalışıyor."

İnanmak istemiyordum. Michael'ın sadece bir varsayım üzerine konuştuğunu düşünmek istiyordum ama yapamıyordum. Bu olanlar tam Calum'ın yapacağı türden hareketlerdi.

"Sana bundan bahsetti mi? Gideceğinden." Gitmekten bahsederken bile boğazım düğümleniyordu.

Michael başını salladı. "Evet ama sana söyleyeceğimi bildiği için zamanını söylemedi. Sadece devam etmek istemediğini söyledi."

Elimi saçlarıma atıp çekiştirdim. "Neye devam etmek istemiyor?"

Michael, açıklama durumu ona kaldığı için kendisinden nefret ediyor olmalıydı. Bakışlarında hem kızgınlık hem de hüzün hakimdi. Ellerimi ellerinin arasına aldı. Sanki beni ağzından çıkan cümlelerden korumak ister gibi ellerimi sıkıyordu.

"O hayatına devam etmek istemiyor, Felicia. Kendi dünyasında geri döndüğünde ölmek istiyor."

Ölüm...

Başımı hızla sağa sola salladım. Her şeyi yazardım ama ölüm bunların arasında yoktu. Aklımın ucundan bile geçmemişti. Bunu ona yapamazdım.

İtirazlarımı sıralayacağım sırada kapının açılma sesini duyduk. Michael ayağa kalkıp, içeriye koşan Duke'u yakaladı.

"Hayır koca adam. Senin temizlenmeden bu eve girmen yasak."

Calum da siyah kabanıyla kapıda göründü. Önce Michael ile göz göze geldi. Michael arkasını dönüp Duke'u banyoya götürürken Calum kabanını ve ayakkabılarını çıkarıp karşımda dikildi.

"Ah," elini ensesine attı ve sıktı, "sanırım anladın."

Suratının ortasına yumruk atmak istiyordum fakat o karşımda yaramazlık yaparken annesine yakalanmış beş yaşındaki bir çocuk gibi dikiliyordu. Çıldırmamak için sakin bir sesle konuşmak için derin bir nefes aldım.

"Bugün mü?"

Sorduğum soru bile kalbimde büyük bir ağırlık yaratmıştı. Calum saklayamayacağını fark etmişti ama ben onu zorlamadıkça inkar edecek gibi duruyordu. O yüzden sesimi biraz daha yükseltip bir soru daha sordum.

"Onu zihnime sen mi soktun?"

Dudağını ısırdı ve başını salladı. Daha fazla ayakta duramayacağımı hissedip kanepeye yığıldım. Zaten nasıl kalkmayı başardığımı da bilmiyordum.

Calum yanıma gelip oturdu ve elimi tuttu. Çekmeye çalıştım ama sımsıkı tuttu.

"Hiçbir şey yapmama izin vermedin en azından buna karşı çıkma."

Gözlerim sulanırken ona bakmamak için başımı onun aksi yönüne çevirdim.

"Sana güç verecek bir şeyler bırakmalıydım. Günlüğümü bırakacağım ama silinme ihtimali var."

Ona doğru döndüm. "Günlük mü?"

Hafifçe tebessüm edip dudaklarıma minik bir öpücük bıraktı ve hemen döneceğini söyleyerek ayağa kalktı.

Gözümden akan yaşları elimin tersiyle sildim. Bunları beni düşündüğü için yaptığını biliyordum. O yüzden sakin durmalıydım. Kalmayı başarabilse kalacağını biliyordum.

"İşte." Kucağıma kahverengi, kalın, orta boyda bir defter bıraktı.

Defteri elime alıp içini açtım.

"Buraya geldiğim günden beri kullanıyorum. Tam bir boş defter meraklısı olduğun için şanslıyım."

Böyle bir defterimin olduğunu bile hatırlamıyordum. Defter almayı çok severdim ama bir türlü onlara kıyıp kullanmaya başlayamazdım.

Calum'ın yazısı bazı yerlerde çok özenli, bazı yerlerde çok karışıktı. Bazı cümleleri karalamıştı. Özellikle ilk sayfalarda. Elimi siyah kalemle bastıra bastıra karaladığı yerlerde gezdirdim. Kimi yere kalemi kadar çok bastırmıştı ki üzerinden zaman geçmiş olmasına rağmen mürekkebi hâlâ elime bulaşıyordu.

"Beni yarattığını kabul etmediğim ve sana öfkeli olduğum dönemler. Daha sonra düzeliyor. Hatta bir yerden sonra sayfalarda kalpler falan var."

Ağzımdan ufacık bir gülüş kaçtı. Böyle bir anda bile beni güldürmeyi başarıyordu.

Aniden aklıma gelen bir düşünceyle ona doğru döndüm.

"Ağlayan insanlar sen öldüğün için mi ağlıyorlar? Bir tür cenaze falan mıydı?"

Başını kararlı bir şekilde sağa sola salladı. "Hayır cenaze olmadığına eminim. Kendimi hiç görmedim ama ağlarken baktıkları yerde ben vardım. Bana bakıyor gibilerdi. Onlar kim hâlâ bilmiyorum."

Ağlamamak için dudağımı ısırdım ve onun elini tuttum. O da boştaki kolunu bana dolayıp aramızdaki boşluğu kapattı.

"Zihnimde hâlâ yoksun. Nasıl bugün gidebilirsin? Bağlandıysak seni görmem gerekmez mi?"

Saçlarımı öptü.

"Öyle hissediyorum. İki haftadır bunun farkındayım. Kendi hayatımda olanları daha net biliyorum. Sen hariç burada hiçbir şeye odaklanamıyorum."

Banyonun kapısının açılıp Michael ve Duke'un bizim odamıza geçişini izledi ve devam etti.

"Ayrıca onu senin zihnine benim koyduğumu düşünmüyorum. Çok aptalca ama ben sadece sana destek olabilecek bir karakter istedim. Michael bir yere kadar yardımcı olabilirdi. Nasıl eskiden yalnızlığını beni yazarak azalttıysan, şimdi de sana destek olacak birini yazmanı isteyecektim. O karakteri nasıl kullanacağın sana kalmış. Sadece bu acıyı daha az hasarla atlatmanı sağlasın yeter."

Parmaklarımızı birbirine geçirdim ve gözlerimi onlardan ayırmadan mırıldandım.

"Seni öldüremem. Benden ne istersen yaparım ama seni öldürmemi benden isteme."

Calum birbirine kenetlenmiş ellerimizi alıp dudaklarına götürdü ve elimin üzerini öptü.

"Sensiz devam edemem, sevgilim. Beni anlamanı istiyorum. Yeterince şey yaşadım. En güzel anılarım seninle başladı. Şimdi de seninle bitsin."

Michael da yanımıza gelip tekli koltuğa oturdu ve gözlerini Calum'a çevirdi.

"Diğer planı uygulamak yerine yanımızda kaldığın için mutluyum."

Kaşlarımı çatıp başımı Calum'a çevirdim. Planın ne olduğunu sormam üzerine eğilip dudaklarıma yumuşak bir öpücük bıraktı.

"Kendimi odaya kilitleyecektim. Sonra bunun sana karşı yaptığım en adice davranış olduğunu fark edip vazgeçtim. Olur da geri dönersem kendimi affettirebileceğim bir şekilde gitmeliyim."

Gözlerimi devirsem de kendisini odaya kapatma ihtimaline karşılık ona biraz daha sokulup boştaki elimi beline attım ve kazağını kavradım. Gerçekten de öyle bir şey yapsaydı onu asla affetmezdim. Kapının arkasında çaresizce onun kapıyı açması için yalvarmak istemiyordum. Buna dayanamazdım.

"Ah, bir de. Hayalindeki eve taşınmanı istiyorum."

Ona hayalimdeki kasabadan ve evden bahsetmiştim. Küçük bir kasabada yaşama hayalimi çok beğenmişti. Hayalime ortak olmak istese de şu şartlar altında bunun imkansız olduğunu görebiliyorduk ve ben de onsuz hayatıma devam etmek istemiyordum.

"Hayır. Orası bizim evimiz olacaktı."

Calum, bir saç tutamımı eline alıp dalgasını parmağına dolamaya başladı. "Hâlâ olabilir bence."

Michael bile onun bu cevabına gözlerini devirdi. Calum her zaman pozitif düşünüyordu. Sanki karşımda bir Pollyanna varmış gibiydi. Her ne kadar bu halini sevmediğimi söylesem de mucizelere inanmayı seçtiği için ona olan aşkım sürekli katlanıyordu.

Çünkü artık mucizelere inanan insanlar çok nadir bulunuyordu. Peter Pan'ın inanmayanlar yüzünden perilerin öldüğünü söylemesi gibi ben de mucizelere inanmayanlar yüzünden mucizelerin kaybolduğunu söylüyordum.

Gerçi şu anda mucizelere benim de inancım kalmamıştı. Yani eğer mucizeler gerçek olsaydı Calum benimle kalmaz mıydı? Neden her şey böyle gerçek olmak zorundaydı? Biz imkansızlığı yaşarken nasıl gerçekliğe çarpmıştık?

Onunla gidebilmeyi dilemek istediğimde Michael'ın üzgün bakışlarıyla karşılaşıyordum. Onu asla bırakamazdım. Fakat onun da benimle gelmesini dilesem de büyük bir bencillik örneği sergilemiş olacaktım.

Calum, geri çekilip bacaklarını topladı ve kanepenin üzerine vücudu bana doğru dönük olacak şekilde bağdaş kurarak oturdu.

Michael'ın bile doğrulduğunu görmüştüm. Vakit gelmiş miydi?

Ben de aynı şekilde bağdaş kurup ona doğru döndüm. Michael da arkamdaki kanepenin kolçağına oturdu.

Calum ellerimi tutup eğildi ve öptü. Ardından bakışlarını önce Michael'a çevirdi.

"Beni unutsan bile ona iyi bakacağına eminim. O yüzden senden bir şey istemiyorum. Seni tanıdığım için mutluyum. Başka bir hayatta çok iyi dost olabilirmişiz."

Calum'ın gözleri doldu. Umudunun ilk kez kırıldığına şahit oldum. Bizden çok daha fazla korkuyordu ve bunu çok da iyi gizlemişti. Sırf onun adına üzülmememiz için her şeyi saklamıştı.

Michael ayağa kalkıp onun karşısına geçti ve eğilerek sarıldı. Daha önce vedalaşmış olduklarına emindim. Michael geri çekilirken ağlıyordu. Hiçbir şey söylemeden arkasını döndü ve odama gidip gözden kayboldu.

Calum'ın ellerini bırakıp yanaklarından süzülen yaşları sildim. Ellerimle yüzünü kavrayıp öne doğru geldim ve onun yaşlar yüzünden sulanmış dudaklarını öptüm.

O da son kez benim öpücüğüme karşılık verdi. Yumuşak, unutulması güç bir hüzünle çevrili olan bu öpücükle bana olan sevgisini dile getirdi.

Calum geri çekildiğinde, "Acını yaşa. Bana söz ver. Duygularını içine atmayacağına dair bana söz ver. İstersen yaz, istersen haykır, istersen tüm evi yık ama yeter ki sessiz kalma," dedi.

Dudaklarımı tekrar öptü. Yüzündeki ellerimi alıp kendi ellerinin arasına aldı.

"Ben buraya geldiğimden beri hep bizi kendinden önde tuttun. Kendini düşünmedin. Sırf biz üzüleceğiz korkusuna hep dik durdun. Şimdi senden kendini bırakmanı istiyorum. Böylece daha güçlü bir şekilde ayağa kalkacaksın."

Elimi yanağına yerleştirip gözlerini kapattığı anda firar etmiş bir gözyaşı parçasını başparmağımla sildim. Calum, aynı benim onu yazdığım gibi birinin de bizi yazdığına inanıyordu fakat ben artık bundan emin değildim. Kim bize böyle bir sonu yazar ki? Mucizelere bir kez bile inanmamış bir ruhun bizi kaleme almasını istemiyordum.

Biz böyle bir son hazırlamış bir yazarın olduğuna inanmak istemiyordum.

Calum'ın elini sanki bırakmazsam sonsuza dek benimle kalacakmış gibi sıkıca tuttum.

"Her gün 'Gideceğim gün bugün mü?' diye düşünmekten bize odaklanamıyorum, sevgilim. Beni bırakmak ve yoluna devam etmek zorundasın. Kimse hayatında her an ortadan kaybolabilecek bir insanı istemez."

"Ben isterim," diyebilmek için ağzımı açsam da kelimeler boğazımda takıldı. Benden bahsetmediğini biliyordum. Kendisine yapılan haksızlığı artık içinde tutmak istemediği için bunları söylediğini anlamıştım. Bu, ikimize de yapılan büyük bir haksızlıktı.

Ruh eşimi ben yaratmış ve bir kitabın içerisine yerleştirmiştim. Beni yaratan da onu karşıma çıkarıp, "Ona bir dünya yarattığın ruh eşinden ne kadar uzak bir dünyada yaşadığını gör," demişti. Şimdi de bu dersini bana, onu benden alarak kanıtlamaya çalışıyordu.

"Mucizelere inanmayı bırakmayacaksın, Felicia. Bana mutlu sonlar içeren kitaplar yazmaya devam edeceğini ve mucizelere inanacağını söyle."

Başımı sağa sola salladığım için uzanıp yanağıma yumuşak dudaklarını bastırdı.

"Mucizeler, yalnızca onlara inananları bulur," diye mırıldandı ve iki elimi sıkıca tuttu.

Yüzü buruştuğu için korkuyla, "Neler oluyor? Gidiyor musun? Bir şey mi görüyorsun?" diye sordum. Zihnimdeki tüm soruları peş peşe sormaya başlamıştım.

"Henüz değil. Yani değil sanırım." Gözlerini sıkıca kapatıp açtı. "Faye'in aksine ben oraya gittiğimde nelerle karşılaşacağımı bilmiyorum. Sanırım ölüm böyle bir şey."

Panikle kendimi ona doğru yaklaştırdım ve boynuna kollarımı doladım. Odunsu parfümünü ve naneli şampuanının kokusunu belki de son kez içime çektim.

"Seni öldürmeyeceğim," dedim içimde oluşmak için can atan kitap karakterime rağmen.

Saçlarımı eline dolayıp omzuma getirdiğini ve kokladığını hissettim.

"Benim ailem sensin, sevgilim."

Beni kendisinden biraz uzaklaştırıp sarılmamızı kesti. Gözlerimizi birbirine kenetledi. Bir eliyle belimi tutarken diğer eliyle saçlarımı kulağımın arkasına atıp yüzümü okşadı.

"Ailem. En yakın arkadaşım. Yaratıcım. Sevgilim. Karım. Evim."

Dudaklarıma ufak bir öpücük kondurdu.

"Beni mutlu eden her şey sensin, Felicia. Daha önce de söylediğim gibi, ben gözlerimi seninle açtım. Seninle kapatmak istiyorum. Merak etme mutlu ve huzurlu olacağım."

Elimin tersiyle yanaklarımı sertçe sildim. "Oraya gittiğinde neler olacağını bilmiyorsan mutlu olup olmadığını da bilemezsin."

Yüzünde ufak bir tebessüm oluştu. Şu durumda bile inat etmem onu eğlendirmişe benziyordu.

"Seninle başladığımda mutluydum. Bittiğinde de mutlu olacağım çünkü seni seviyorum. Sensiz devam etmek istemiyorum. Seninle bitsin istiyorum."

Şu durumda bile aptalca davranarak onu üzüyordum. Sadece isteğini yerine getireceğimi söylemem bile onu memnun edecekken ben hala onu bilinmezin içine sürüklemeye devam ediyordum. Kahverengi gözlerindeki korkuyu görmezden geliyordum.

"Gerçekten istediğin bu mu?"

Bana bir kez daha sıkıca sarıldı ve boynuma doğru, "Evet, gerçekten istediğim bu. Bana yazılmış bir hayata devam etmek yerine seni sevdiğimi hatırlayarak ölmek istiyorum," dedi.

Onun için de bunun ne kadar zor bir karar olduğunun bilincine vararak, "Tamam. Yapacağım," dedim. Yaptığımız konuşma boyunca titreyen sesim ilk kez bu kadar net ve kararlı çıkmıştı.

Geri çekilip gülümsedi ve daha derin bir öpücük için dudaklarımızı birleştirdi. Diğer öpücüklerinde emin olamamıştım ama bunun son öpücüğümüz olduğunu hissetmiştim. Saçlarını kavrayıp onu kendime daha fazla yaklaştırdım.

İkimiz de ağlayarak geri çekildik. Calum yüzümü, saçlarımı öpüp beni yeniden karşısına oturttu.

"Seni seviyorum," diye fısıldadı.

Ellerimi öptü ve aramıza indirip birbirine kenetli bir halde tuttu. Gözlerimiz buluştu.

Bir saniye sonra artık gözleri orada değildi. Ellerim onun yokluğunu gösterir gibi buz kesti.

Elimi kalbimin üzerine yerleştirip gözlerimi kapatıp yeniden açtım.

Hâlâ orada değildi. Calum Hood, artık bedenen yanımda değildi.

Elimden hiçbir şey gelmese de bu hareketi Michael bana sarılana kadar sürdürdüm.

"Bana bak. Felicia bana bak!"

Bakışlarımı Calum'ın birkaç dakika önce oturduğu ama artık orada olmadığı yerden ayırmadığımı Michael'ın yüzümü kavrayıp kendisine çevirmesiyle anladım.

"Daha bir hayat paylaşacaktık."

Michael yanıma oturup beni kucağına çekti ve kolları arasında sürekli bu cümleyi sayıklayarak ağlamama izin verdi. O da ağlıyordu. Calum arkasında iki tane enkaz bırakmıştı. İlk kez Michael'ın onu unutmasını diledim. Kaldırması en zor yük beklemediğimiz bir anda omuzlarımıza bindirilmişti.

Artık bu sabah zihnime düşen karakterin acısını tanımlayabiliyordum. Michael'ın dediği doğruydu. Bu acı, sevdiğin birini kaybetmenin acısıydı. Bizim acımızın aynısıydı.

İlk kez bu kadar büyük bir acıyla yüzleşecek bir karakterim olacaktı. Sanki bana yardımcı olmak için gönderilmişti. Bazı karakterler yazarının yükünü taşır. Tori de benim için öyleydi. Benim yükümü taşımak için elini uzatıyordu. Kalbimi sarıyor, birlikte önce darmadağın olup ardından kendimizi onarıp ayağa kalkabileceğimizi söylüyordu.

"Tori mi?"

Michael, beni yatağa taşıyıp yanıma uzandığında bu soruyu sordu.

Calum'ın yastığına sinmiş olan kokusunu içime çekip başımı salladım. Ağlamıyordum. Gözyaşlarımı kitabımın içine akıtacaktım.

"Calum'a söz verdim," diye mırıldandım. Sesim güçsüzdü.

Michael, kıpkırmızı olmuş yeşil gözleriyle beni izliyor, tepkimi analiz ediyordu.

"O her zaman insanlara yardımcı olur. O yüzden ölürken de birinin hayatını kurtaracak. En yakın arkadaşının hayatını kurtaracak."

Michael başını salladı. "Sabah bahsettiğin karakter."

Burnumu çektim. Gözlerim yeniden yaşarmaya başladı. Elimle yaşlarımı sildim. Artık Calum'ın benim gözyaşlarımı silmek için burada olmayacağını hatırlayınca elim güçsüzce yastığa düştü.

Michael benden bir cevap beklemiyordu ama anlatmaya devam etmek için genzimi temizledim. Yazacağım kitabı anlatırken az da olsa sakinleşiyordum. Bir kere kendi duygularımı dinlemeye kalkışırsam yıkılacaktım ve onun benden son kez istediklerini yerine getiremeyecektim. O yüzden anlatmaya devam ettim.

"Evet. Onun acısını şimdi daha iyi yorumlayabiliyorum." Dudaklarımı ıslattım. "Tori, onun ölümü üzerine umudunu, yaşama sevincini kaybediyor. Onun daha önce ziyaret ettiği bir kasabaya yerleşiyor ve sanki o yaşıyormuş gibi davranıyor."

Michael'ın yüzünü endişe bürüdü. "O varmış gibi mi yaşayacaksın?"

Her ne kadar bunu istesem de onun gittiğini kabul etmek zorundaydım. Acımı yaşamak ve dağılmak için bunu kabul etmek zorundaydım.

"Ben değil. Yüzleşmekten kaçınan kişi yazdığım karakter olacak. Ona iyileşme sürecinde yardımcı olacak, yüzleşmesinde ve toparlanmasında onu destekleyecek bir karakter daha yazacağım. Bu acıyı benim gibi yalnız atlatmasına izin veremem. Ben, beni yaratan kadar acımasız değilim."

Michael beni kollarına alıp, "Yalnız değilsin, canım. Ben hep senin yanındayım," dedi.

Bir süre sonra onun da Calum'ı unutacağını söylemek yerine teşekkür ettim ve onun sarılışına karşılık verdim.

Yarattığım bir karakterim ölürken, diğeri onun küllerinden doğmuştu.

Dağılmıştım, kalbimdeki kırık parçalar canımı acıtıp, onun yokluğunu her dakika yüzüme vurmuştu. Ağlamış, evimi dağıtmış, Michael'ın kollarında isyan etmiş, ilaçlarla uyumuş ve bolca yazmıştım.

Ardından ona söz verdiğim ve onun da öngördüğü gibi ayağa kalkmış, kitabımın baskısını kontrol etmek için yayınevine gitmiş, Ashton'ın düğününe katılmış, imza günleri düzenlemiştim.

Fakat onu kaybetmenin acısı bir saniye bile kaybolmamıştı. Hâlâ oradaydı. Michael'ın tüm ısrarlarına rağmen her günün sonunda evime gidiyor ve ya yalnız başıma ya da Duke'a sarılarak ağlıyordum. Yüreğimdeki boşluğu kapatamamıştım. Kapatmak da istemiyordum.

Faye'in mutlu olduğunu bildiğim halde aynı şeyleri Calum için söyleyemiyordum. Onu, onun istediği finale götürmüştüm ama sanki yazdığım kişi o değildi. Tori'nin hikayesindeki Calum benim Calum'ım değildi. Bana o gibi hissettirmiyordu.

En çok da bu acıtıyordu. Bu bilinmezlik. En azından onun sonunu ve huzurunu hissedebilmeyi isterdim.

Zaten ona verdiğim sözlerden birini yerine getirememiştim.

O gittiğinden beri mucizelere inanmıyordum.

Continue Reading

You'll Also Like

35.6K 1.9K 32
Kızın sesini duyunca Alaz'ın omuzları gevşedi. "Öldüm, Asi." Gözlerini kızın yüzünde dolaştırdı. "Sensiz geçirdiğim her gün biraz daha öldüm." Asi al...
90.7K 9.5K 23
Bir dilek hakkım olsa, sesini duymayı dilerdim. Kulaklarım sesinle çınlasın, sözlerin kulaklarımdan girip içime işlesin isterdim. Sesini duymayı iste...
1.7K 122 6
Jeon Jungkook tanrılara, sonsuz güce ve doğaüstü varlıklara hiçbir zaman inanmadı. Sadece buradaydı ve yaşıyordu, bunun için bir neden arama ihtiyacı...
2.3K 187 9
Mehmet Emin yurdakul bir şiirinde der ki Şairleri haykırmayan bir millet sevenleri toprak olmuş öksüz çocuk gibidir.. Bu düşünceyle şiirlerimi yayınl...