LAVİNİA'DA SOLAN BİR GÜL

By birincitanesii

55.1K 3.7K 4.1K

Wattys 2020 Romantizm kategorisi kazananı! Wattys "Dram" kategorisi listesi seçilmiş kitabı! Sayfalarla bul... More

"LAVİNİA'DA SOLAN BİR GÜL."
1.BÖLÜM: "SOLAN GÜLÜN ŞARKISI."
2.BÖLÜM: "LAVİNİA'NIN YAPRAKLARI."
3.BÖLÜM: "LİMON KAFE."
4.BÖLÜM: "LAVİNİA'NIN BİLMECESİ."
5.BÖLÜM: "SARHOŞ GÖNÜL."
6.BÖLÜM: "LAVİNİA'YA TUTKUN DELİ GÜL SARMAŞIĞI."
7.BÖLÜM: "SENİ SEVİYORUM!"
8.BÖLÜM: "SEVMEK SENİNLE GÜZEL."
9.BÖLÜM: "ÇOK SEVMEK."
10.BÖLÜM: "KALBİN EN GÜZEL YARASI."
11.BÖLÜM: "RUHUMDA SENİN KİTABIN."
12.BÖLÜM: "PERESTİŞ."
14.BÖLÜM: "YÜREĞİN İÇİNDE BİR SEN."
15.BÖLÜM: "KALPTE DOĞUŞ."
16.BÖLÜM: "RUHTAN AKAN GÜL DEMETLERİ."
17.BÖLÜM: "SÜRPRİZİMDİR, BİR DEMET LAVİNİA."
18.BÖLÜM: "TANIŞMA."
19.BÖLÜM: "CANIMIN İÇİNDE NOKSAN BİR YARA."
20.BÖLÜM: "ÖLÜM ÇİÇEĞİNİN MASALI."
21.BÖLÜM: "KALBİM SENDE KALDI."
22.BÖLÜM: "BİR AŞK HİKÂYESİ."
23.BÖLÜM: "SAHİL KUŞLARI."
24.BÖLÜM: "ANKARA'DA GÜNEŞİN DOĞUŞU."
25.BÖLÜM: "DİKENLİ SARMAŞIKLARIN KALBİNDE."
26.BÖLÜM: "GÖLDE DUYGULAR."
27.BÖLÜM: "HUZURUN EVİ."
28.BÖLÜM: "AİLE YEMEĞİ."
29.BÖLÜM: "KÜÇÜK KALPLER DE ATAR."
30.BÖLÜM: "UÇURTMADA GÜN DOĞUMU."
31.BÖLÜM: "EVLİLİK TEKLİFİ PART|1"
32.BÖLÜM: "KALBİMDEN KALBİNE PART|2"
33.BÖLÜM: "KALPTEN NİŞANLI."
34.BÖLÜM: "DERYA DENİZE DÜŞMEK."
35.BÖLÜM: "KALBİN ISLAK KELİMELERİ."
36.BÖLÜM: "GÜL'ÜN LAVİNİA'SI."
37.BÖLÜM: "YAPRAK TANESİNDE ÖLEN DUYGULAR."
38. BÖLÜM: " SEVGİYE ATILAN ZEHİRLİ OK."
39.BÖLÜM: "LAVİNİA'NIN ACISI."
40.BÖLÜM: "LAVİNİA'DA SOLAN GÜLÜN ŞARKISI."
LAVİNİA'NIN SON MEKTUBU.
TAMAMLANDI, TEŞEKKÜRLER.
"WATTYS ÖDÜLÜ!"
BASIM VE KAPAĞIMIZ!
BASILDI!

13.BÖLÜM: "CANHIRAŞ."

349 90 38
By birincitanesii

Müzeyyen Senar,

Kimseye Etmem Şikayet.

*

31.08.2011

Günümüz.

Geldin,

Gökyüzümün kara bulutları dağıldı.

Ve gittin, sonsuzca.

Kendi yüreğimin altında kaldım.

İstanbul... Ne garip bir şehirsin sen. Adına neler neler yazıldı. Şehrinin sokaklarında ne duygular işlendi ve kokun kaç kişinin ciğerlerini mest etti... Sahil kokusu ciğerlerimin içini dağlıyor, ılık yaz rüzgârı yanaklarıma çarpıyor, dengesini şaşırıyordu. Kulaklarımda bir keman esintisi ruhumu dağlıyordu. Kaç sene geçmişti, kaç gün, kaç ay? Sensizlik kaç gün daha bana uğramaya devam edecek, kapımı çalacaktı?

Kurtulabilecek miydim bu ağrıdan? Bu inatçı yaradan, yıkadıkça bedenimden silinmeyen bu izden? Kurtulmak istesemde bir yanım istemeyecekti ki. Ah, canım benim. İstemeyecektim ki, hem de hiç. Martılar da ne güzel uçuşuyordu gökyüzünde. Hava temiz, berrak ve oldukça sakindi. Kuşlar, martılar ve kısık gözlerimle seçebildiğim az biraz insanlar bu güzel havayı değerlendirmek için kendini dışarıya atmıştı.

Yarın iznim bitiyordu. Büroya uğramam ve Can'ın bakmamı istediği dostlarından birinin davasını incelemem gerekiyordu. Hayattan hiç zevk alamaz olmuştum. Kökünden koparılıp başka bir toprağa ekilmiş bitki gibiydim. Ben kendi toprağımdan başka bir toprağa verimli olamazdım, bu imkânsızdı. Oysa insanlar, kalbimin çabucak tamir olmasını bekliyorlardı.

İnsanları anlayamayacaktım hiçbir zaman.

İnsan kalbinin eşini nasıl unutabilirdi?

Kime dönüp baksam bunu bekliyorlardı. Unutmamı. Yeni bir hayatın pencerelerini aralayıp kendi dünyamı baştan yaratmamı istiyorlardı. Onlara dönüyor ve gözlerine bakıyordum. Ve bir şeyi hemencecik fark ediyordum. Onlar sevmemişler ki. Onlar bir insanı öyle çok, öyle hadsizce, öyle büsbütün sevememişlerdi ki. Beni anlamalarını elbetteki beklemiyordum.

Beni anlayamazlardı. Beni anlamak için toprağa bakmaları lazımdı. Baktıkları toprakta bir defin olmalıydı, kendi canlarının yarısı orada yatmalıydı.

Güzel Lavinia'm duyuyor musun beni? Seni unutmamı bekliyorlar. Ah, ne aptallar. Kalbimin sende olduğunu bilmiyorlar.

Kolumdaki Atatürklü saate gözlerimi çeviriyorum, dakikalar zihnimde kaç süpürülmüş meraklanıyorum. Saat saat 17.12 idi. Üç saatten beridir sadece oturuyormuşum meğer. O saniyelerde bedenim sertleşmeye başlayan rüzgâra tepki olarak biraz üşümüştü. Umursadığım pek de söylenemezdi.

Aklımın sende olmasına çok ihtiyacım var. Bu dünyaya dayanabilmem için sana ihtiyacım var. Nefes alabilmem için yeniden sana ihtiyacım var. Öyle olmadık zamanlarda senin yanında olmak istiyordum, öyle çok istiyordum ki... Seni zihnimde bir köşeye oturtmuştum ve hiç çıkarmıyordum. Orada daima gülümsüyor, hep gülümsüyordun. Güzel gözlerinde kanlanmış bir ifade yoktu. Saçların ölümüne uzundu, yanaklarını seviyordu ve sen beni çok severmiş gibiydin. Bana bakarken ruhun kıyılıyor, bir idam tepsinin üstündeki ipi kendime geçirip sana varasım geliyordu.

"Merhaba?" İncecik bir kadın sesi. Dönüp bakmıyorum ancak nezaketen cevaplıyorum. "Merhaba." Biraz duruyor, tek kelime bile dökülmüyor dudaklarımın ucundan. "Oturabilir miyim? Diğer banklar dolu." Bu isteği reddetmek istemedim. "Tabi." O an dönüp bakıyorum karşımdaki kadına.

Gri bir pantolon, üstünde ince bir tişört. Saçları karamel renginde. Ayaklarında rahat görünen spor ayakkabıları var. Bankın ortasına yayılmış bedenimi kıyısına doğru çekiştiriyorum. Karşımdaki kadının oturuşumdan dolayı rahatsız olmasını istemem. Yanıma oturduğunu hissediyorum. Derince bir nefes çekiyor ciğerlerine. Ardından istemsizce, tıpkı bir esnemenin insandan insana bulaştığı virüssel bir hastalık gibi yayılıyor bu dürtü bana. Bende birkaç kere çekiyorum bu güzel havayı içime, sakin bir hava duygularımın inine sızıyor.

Sonra kara, pis bir duman göz kenarlarımın yanında, burnumun direğini sızlatan kokusunu tenimde hissettiriyor. Sigaranın o küllenip paslanmış iğreti kokusunu solumaktan oldukça rahatsızlık duyuyorum. Biraz daha kenara çekiliyorum, kafamı sola yatırarak kendimi ondan uzaklaştırıyorum. Şimdi aramıza iki insan sığacak kadar geniş bir yer açılıyor bankın ortasında.

"Rahatsız ettiysem kusura bakmayın. İçmezsem delirecek gibi olurum."

Hatırlıyordum da, Lavinia'm bir kere içmek istediğimde sigarayı bölük pörçük edip zehirli tohumunu tuvalete dökmüş ve beni epeyi azarlamıştı. Bu anı dudaklarımı sızlatarak beni bir gülümsemeye davet ediyor, kabul ediyorum.

"Sizi anlıyorum." Diyorum. Ruhum çatlak bir porselen gibi bedenimin boşluklarından sızarken. "Acınızı dindirecek sanıyorsunuz, dindirmiyor." Bunun farkında olmalıydı. Acı bedeni kirletmeyle silinip gitmiyor katlanılmazlığı eskimiyordu. "Bunun farkına varalı epeyi oldu." Belini ahşap bankın sırtına yaslarken, küçük bir kız çocuğunun annesini arkasından koştururken ki çıkardığı neşeli kahkahalar kulaklarımı gıdıklıyor.

"Sizi izliyordum." Sözcükleri bir bıçağın sivri ucu gibiydi. Tenimi dürten o sivri ucun ağırlığını kavrayabilmiştim. "Saatlerdir oturuyorsunuz, tabi dışarıdan görünen o. Düşünüyorsunuz, fazla derin olduğunu anlamamak için aptal olmak gerekir." Bakışlarını yüzümün engebeli çukurcuklarında hissedebiliyorum. Rahatsız oluyorum. Uzun süredir beni bu denli inceleyen bir kadın olmamıştı. Kabuğuma çekilmek ve ruhumun sonsuza dek uyuya kaldığı evime gitmek istiyorum.

"Yanınıza gelişim bir tesadüf değil. Sadece beni anlayacak birileriyle konuşmaya ihtiyacım var ve sizi gördüğümde onun siz olduğunu anladım."

"Fazla özgüvenli bir yaklaşım değil mi bu?" Diyorum sert bir kaya gibi çıkan sesimle. "Beni tanımıyorsunuz sonuçta."

"İnanın bana, tanıdığınız insanlara derdinizi anlatmak, tanımadığınız insanlara derdinizi anlatmaktan çok çok daha riskli. Yakınlarımız tehlikeli, özellikle yaralamak istediklerinde..." Sigaranın zehrini soluma sesini, ardından da havaya yayılışını sessizce takip ediyorum. "Ama istemezseniz elbette gidebilirim." Geri çevirmek istemedim. Hem bu yabancının ne gibi bir derdi vardı da çaresiz ve yapayalnız kalmıştı? Benimle derttaş olmak istiyordu.

"Siz anlatın lütfen." Bu kelimelerimi duymak anladığım üzere onu sevindirmişti. "Çok teşekkür ederim." Boğazını temizlemiş ve ince sesiyle derdini anlatmaya başlamıştı. "Çok sevdim ben. Öyle böyle değil." Bu bana yakın gelen bir duyguydu. "Gözlerinin içine baktığımda dünya sanki avuçlarımın arasındaydı. Yalnızlık bana uzaktı. Sadece o vardı." İkinci bir çakmak sesini duyduğumda gözlerim bal sarısı gözlerine tutundu. Omuz silkerek -tıpkı bir çocuk gibi- umarsızca yaptığı eylemi sürdürmeye devam etti. Dudakları bağımlılığına alışkın olduğu o maddeyi derin derin içine çekti. Burnundan o madde havaya sızarken gözleri yavaşça kapanmıştı.

"Sonra açıldım ben ona meğer o da benimle aynı şeyleri hissediyormuş. Bu his kalbimde bir deprem meydana getirmişti. Ben de bile isteye altında kaldım işte." İkimizde denizin içine dertlerimizi gömüyorduk.

Ben sessizliğimi o'ysa tüm sesini.

"Zaman geçti, tıpkı onun gibi. Onunlaydım hep. Nefesimde o'ydu, nefessizliğimde. Her şeyimdi. Bir gün bir şey oldu." Sesi son cümlesinde kısılmıştı. "Aldatıldığımı gördüm ben. Canlı canlı şahit oldum buna. Bana dokunan dudaklar başkasının teninde, beni seven gözleri başka gözlerin üstündeydi. O an sevmenin ne denli acı verici olduğunu keşfettim işte. O hınçla bir bıçağı kaptım nasıl olduğunu bilmiyorum, nereden bulduğumu da. Acımasızca saldırdım onun üstüne." Gülümser gibi oldu, ardından geri sindi dudakları kabuğuna. Gözleri bomboş mu bakıyordu yoksa hissiz mi?

"Defalarca bıçakladım ikisini de. Birini bile yaşatacak olsam sanki benim nefesim kesilecekti. Bir günahın iki suçlusuydu onlar. Yaşatamazdım. O koca adam sarhoşluğunun etkisiyle gücünü bile yetiremedi bana, kadınsa..."

Kahkahası denize doğru yankı yaptı. Gözleri bana tutunurken fısıldadı: "En yakın dostumdu."

Anlattıkları yenilir yutulur şeyler değildi. Yaptıkları da.

"İkisininde nefesini kestim ben. Ardından doğru kodese. Bir beş yıl yattım tabi. İyi hâl dedim, yalan da attım ortaya. Hukuk ya, yedi yuttu yalanımı." Bal sarısı gözlerindeki alay bitirdiği üçüncü sigarasının dumanı gibi etrafa yayılıyordu. "Gerçi tecavüzcüsüyle evlendirilen mi dersin, kadını öldüren mi dersin... Benim yaptığım hiçbir şey bunların yanında. Ben en azından seviyorum demedim öldürürken."

Başını sallarken saçlarını elleriyle topladı, düzeltti. Ne demeliyim bilemiyordum. Aniden çıkan bu kadını anlamak zor olacaktı. Empati yapmakla bir yere kadar bir insanı anlayabilirdin bunu en çok kendimden biliyordum.

"Kime anlatsam korkup kaçıyor benden; dostumda, akrabamda, yakınım da, canım dediğimde. Kim varsa." Çok vakit geçmeden konuyu değiştirdi.

"Seninde Lavinia'n vardı, tabi." Onu anmasıyla, bir merak damarlarımın arasında dolaşmaya başladı. Nereden biliyordu onu? Bizi?

"Sen beni nereden tanıyorsun?" Bitmiş sigara paketini öldürecekmiş gibi bakıyordu. Paketi koyu kahverengi çantasının içine yerleştirdi. "Aynı üniversitedeydik. Onla ortak derslere giriyorduk, bir iki konuşmuşluğumuz seni de görmüşlüğüm vardı. Hafızam iyidir, seni aslında ilk gördüğüm an tanımıştım da ibnelik olsun diye kibar kibar geldim konuştum yanında." Kıkırdarken, ben hâlâ girdiğim şoktan çıkamamıştım.

"Aslında benim sana vermem gereken bir şey var. Birkaç haftadır buraya geldiğimde seni görüyordum. Bu sefer yanımda getirdim. Ha, demin anlattıklarım şaka değildi. Son derecede gerçekti. Yapacak bir şey de yok. Sahiden de birine anlatmak bana iyi geldi. Bu yüzden sana teşekkür ederim." Kol çantasına uzandıktan sonra içinden ince bir kağıt çıkardı.

"Ben kaçıyorum, sen kaybetme." Göz kırptıktan sonra kalkmış ve elimi sıktıktan sonra hızla uzaklaşmıştı. Kararan havaya bakışlarımı çevirdim. Zaman ne kadar da acımasızdı. Çabucak geçip gidiyordu üstümüzden. Elimdeki kağıdı açtıktan sonra gördüğüm şeyle beraber gözlerimin dolmasını durduramamıştım.

İkimizin üniversitede çekildiğimiz bir resimdi gördüğüm.

Bana sıkıca sarılıyordun. Gözlerin bende, kalbimin tamamı sendeydi.

O an binlerce anı zihnime üşüşürken anlamıştım.

Zaman geçiyor, sen hiç benden geçmiyordun.

*

BÖLÜM SONU.

Güllerimiz,

Continue Reading

You'll Also Like

521K 21.1K 42
30-50k izlenen Yağız her gün yayın açar, Sohbet eder ve korku oyunları oynar. Işıl ise o yayıncıya aşık bir kızdır. Işıl habire yağıza Instagramdan y...
1.2M 35.5K 70
Bir berdelle kaç kişinin hayatını kurtarabilirsin? Bir berdelle kaç kişiyi hayatından edebilirsin?
321K 2.6K 4
Bu hikâye, ne yazık ki çiçekler ve kalplerden ibaret değil. Bu hikâye, çiçekler ve dikenlerle çevrili. Vücudu kadar ruhu da yaralarla dolu olan Efran...
3.8M 199K 97
Fırat bencildi, İsyan Çiçeği asiydi, lakin kaderleri bir yazılmıştı. İkisi birbirine aitti, ayrılık ölüm getiriyordu...