4.BÖLÜM: "LAVİNİA'NIN BİLMECESİ."

1.1K 131 315
                                    

21.04.2002

İki koca gün.

Düşlerimden sana satırlarca şiir yazdığım, onların sana ulaşamadığı iki gün...

Heyecanlıydım çiçeğim. Sana hislerimi alenen ifade ettikten sonra çok düşünmeme rağmen, bunu neden birdenbire yaptığımı anlayamamıştım. Bu deli cesaretimi tetikleyen ne idi? Ben, sende kendimi bulmuşluğuma güvenerek mi bu şekilde kusmuştum ruhumu sana karşı? Demin, ilk dönemin son sınavlarına girmeye başlamıştık. İnan bana, o kâğıdın üstüne cevapları yazarken bile aklımda dönen sadece sendin.

Seni satırlara karaladıkça, o güzel yüzünü ölümsüzleştirdikçe içimdeki kıpırtılar coştukça coşuyordu.

Sanki ruhumu da seninle beraber bu deftere gömüyordum ve biz sonsuzluğun sarp köşelerine yuvarlansak bile, hiçbir zaman yok olmayacaktık.

Kafam, zihnim ders çalışmaktan bitap düşmüştü. Yine de seni düşünmek iyi geliyordu.

Nazende çiçeğim, Lavinia'm seni çok özlemiştim. Özlemek değilde ben seni çok beklemiştim. Seni görmediğim zamanlarda bunu derince hissediyor ve daldığım sen kuyusunda yalpalanıyorum. Elimi tutma isteğini sende hiç görebilecek miyim? Sen, avuçlarını benim parmaklarım ile saracak, benimle ben olacak mısın?

Gözlerim çok yazı yazmaktan ve kitap okumaktan bozulmuş. Dün bir doktora gittim ve kendime bir gözlük aldım. Umarım beni bu şekilde de sevebilirsin çiçeğim. Zira ben senin tüm kusurlarını kör bir şekilde, kusursuz görebilecek kadar sana bağlıydım.

Herkes böyle sevmeliydi zaten.

Bir nedene bağlamadan, bir sebebe bakmadan sevmeliydi iki gözümün nuru.

Bizler sebeplerle değil, yüreklerimizdeki o saflıkla sevmeliydik ve o zaman gerçekten kalbin bir evren olduğunu anlardık.

Çiçeğim, kalp bir evrendi. İçine bir hayatı sığdırıyorduk. Acılarımızı, umutlarımızı, kararsızlıklarımızı, ruhumuzu ve en önemlisi aşkımızı.

Son olarak da seni... Kalp bir evdi ve o evin içine en önemli şeyi, seni sığdırmıştım.

Dışarısı çok sıcaktı. Soğuk bir şeyler içmek istiyordum. Okulun kampüsünden çıkarken Limon kafeye gitme kararı aldım. Atmosferi çok sıcak ve samimiydi. Limon kafeye giderken yolun yarısını yarılamıştım ki arkamdan gelen sesle duraksadım.

"Ciddi miydin?"

Kalbim, bir kelimeyle bile özlemden çıldırırken, çiçeğim ben nasıl ciddi olmayabilirdim? Arkamı daha fazla sana dönemedim. O güzel yüzünü görmek, gözlerine seni kendime işlercesine bakmak istiyordum ve bu istek, dibine kadar ruhumu ele geçirmişti.

"Ciddiydim."

"Peki neden kaçtın?"

Ah, utancımdan diyebilir miydim? Bu kelimeleri yazarken bile utanç duyuyorum şu an. Güzelim, utanmanın cinsiyeti aslında yoktur fakat bizim toplumumuz öyle garip inanışlara sahipti ki ne erkek adamı ağlatıyorlar, ne de erkek adamı utandırıyorlardı.

Hâlbuki seven adam hıçkıra hıçkıra ağlayabilirdi.

Seven adam da utanabilirdi.

"Şeyden..." Kollarını beline doğru eğerek parmaklarını bel oyuntuna yerleştirmiş, klasik bir trip pozisyonuna kendini sokmuştun. Elimde olmadan gülümseme başladığımda kızgın bakan gözlerini gördüğümde dişlerimle dudaklarımı ıssırarak kendimi durdurdum.

LAVİNİA'DA SOLAN BİR GÜL Waar verhalen tot leven komen. Ontdek het nu