SARSINTI

By mangaokuru

710K 54.4K 53.7K

"Hakkına girdiğimi söylediğinde cehenneminde yanacağımı da kastettiğini anlayamadım." 01.02.2019~08.06.2020 More

GİRİŞ
1.EY MAZLUM DİYARBEKİR
2.ASİ ÇÖMEZ
3.TAPULU MAL
4. KÜRŞAT YAZAR, BEKİR BOZAR
5. MÜREKKEP MÜREKKEP ACI
6.AŞK EMEKLİSİ
7.BİR GARİP PARYA
8. KALBE İHANET
9.BU EZİYET TÜM HALKLARA
10. BENİ AĞLATIRSAN DOYMA YAŞINA
11. ÇALDILAR GENÇLİĞİMİZİ
12. DELİ YANGIN
13. GÖRDÜĞÜM İLK ERKEK
14.AMİD GÜLÜ
15. FIRTINADA SAVRULAN
16. ANKARA RÜZGARI
17. ALLAH YALANI SEVMEZ
18. YARİN GÖĞSÜNE SIĞABİLMEK
19. BENDE HİÇ GÜNAH YOK, KABAHAT SENDE
20. YARDAN IRAK YAŞANIR MI?
21. YASAKLARIN ÖTESİ
22. PAYLAŞILAN YÜK
23.HASRETİNDEN PRANGALAR ESKİTTİM
24.İKİ ARADA BİR DEREDE
25. AYRILIK ÖLÜMDEN BETER
26. SENDEN ÖTE, BENDEN ZİYADE
27. YOLUN SONU GÖRÜNÜYOR
28. AKASYA MİSALİ ÇİÇEK AÇTIN
29. DÜŞEN HEP YERDE Mİ KALIR?
30. SEVDA KUŞUN KANADINDA
31. REALİST HİKAYE, ROMANTİK KAHRAMAN
32.KARA TRENİN DUMANI
33. YÜZÜĞÜN LANETİ
34. MEKTUBUM GİT YARE VAR
35. KORKAK YİĞİT
36. ACIMASIZ SEVDA
37. DOKUNSAM SOLAR MISIN?
39. CACIĞIN DÖRT ATLISI
40. AL BENİ KOYNUNDA SAKLA
41. GEÇTİĞİN KÖŞELERDE DİKİLİ BİR TAŞ OLAM
42. PİŞMANLIĞIM VE SEVDİĞİM
43. BENİ KÖR KUYULARDA
44. KANA BULANDI DİCLE
45. FİNAL
VEDA

38. YÜREĞİM KÖPÜK KÖPÜK SEVDAN

7.9K 768 666
By mangaokuru

Hikayenin başından beri hayal ettiğim bir bölümle karşınızdayım. Sırf bu ve son iki bölüm için Sarsıntı'yı yazıyorum resmen.

Hayalimdeki gibi oldu mu bilmiyorum ama accaip heyecanlanlıyım. O yüzden ilk kez sizden deli gibi yorum istiyorum. Fikirlerinizi çok merak ediyorum çünkü.

Umarım duyguları yansıtabilmişimdir. Olaylar kafanızda canlanabilir. Benden şimdilik bu kadar canlar.

Medyadaki müzikle okumanız zorunludur, demedi demeyin.

Sonraki bölümde görüşmek üzere. Sizi accaip seviyorum 💛❤️

~~~~~~~

Derslikte öylece oturmuş, bahçeyi izleyen genç adam, kendini sıcak hava balonu gibi hissediyordu. Yıllarca buzdanmış gibi yaşarken hayatına aniden giren çömez sayesinde yavaş yavaş ısınmış, ısındıkça yükselmişti. İlişkilerinin ilk aylarında gökyüzünün en zirvesine ulaşmıştı fakat şimdilerde ateşlerinin söndüğünü, giderek yeryüzüne indiğini hissediyordu. Yakında tamamen soğuyup yere çakılmaktan korkuyordu.

İlk kez bu ilişkinin sarsıldığını hissettiğinde sömestr tatilinden dönmüştü Bekir. Ağlayıp yapamadığını söylediğinde Kürşat'a yaşattığı acının farkında değildi, kendi derdine gömülmüştü. İnançları, ailesi, nişanı ve daha onlarca şeyi düşününce böyle olması normaldi. Ama toparlamıştı. Hatta öyle ki finallerden sonra yaz tatili için giderken nişanlısından ayrılacağını kendinden gayet emin bir şekilde söylemişti. Ve reisi de inandırmıştı.

Kürşat, sevdiğine yazdığı ikinci mektuba kadar da bu inançla geçirmişti günlerini. Sürekli dua ediyor, nişanın atıldığına dair haberi almak için sabırsızlanıyordu. Çünkü sevgilisini ilk kez o denli kararlı görmüştü. Ancak bu inancı mektuplarına cevap alamayıp, telefondaki kısa ve mesafeli konuşmalar yaptığında azalmış ve sonunda yok olmuştu. O yüzden tatilden dönen Bekir yapamadığını söylediğinde şaşırmamıştı. Onu şaşırtıp hayal kırıklığına uğratan çömezin her şeyden vazgeçmiş, pes etmiş haliydi.

Bekir'in nişanı atmak için gidip evliliği kabullenerek dönüşünü kaldıramıyordu. Biliyordu, sevgilisi anlatmıştı nasıl çabaladığını, ailesini ikna etmek için neler yaptığını. Ama bu yeterli miydi? Bir aileyi evlilik sözünden vazgeçirmek için iki ay gibi kısa sürenin kafi gelmeyeceği aşikardı. O zaman neydi Bekir'i savaşından vazgeçiren? Esmer genç öylesine kendi içine gömülmüştü ki anlayamıyordu Kürşat. Ne düşündüğünü, nasıl hissettiğini, neler planladığını asla ama asla bilemiyordu. Sadece son zamanlarda biraz daha iyi olduğunu görüyordu. Belki de bir aydır ailesinden ve Rojda'dan uzak olmak iyi gelmişti, emin olamıyordu.

"Reis, çocuklar kantine gidelim diyorlar."

Bozdoğan'ın gür sesiyle bahçedeki öğrencilerden gözlerini ayırıp arkadaşına baktı. Gürbüz delikanlı yanına oturmuş, meraklı bir ifadeyle onu izliyordu. Onun bakışlarından gözlerini ayırıp kantine gitmek isteyen güruha baktı. Sınıfından olan ocaktaki birkaç arkadaşı masalarının başında dikilmiş onlardan cevap bekliyorlardı.

"Siz gidin beyler, benim canım istemiyor."

Gençler birbirlerine bakıp gözleriyle durum değerlendirmesi yaptıktan sonra içlerinden en kısa olanı omuz silkip konuştu.

"Biz iniyoruz o zaman. Bir şey istiyor musunuz?"

Kürşat'ın olumsuz baş hareketine karşın Bozdoğan çay isterken küçük grup vedalaşarak sınıftan çıktı. Onların gidişiyle zaten az sayıda öğrencinin olduğu sınıf neredeyse boşalırken Bozdoğan söze girdi.

"En az üç dört kez seslendiler sana, duymadın. Yine neyi düşünüyorsun?"

Kürşat, gözlerini tekrar bahçeye çevirirken arkadaşının kendisini izlediğini biliyordu. Buna rağmen göz göze gelmek istemedi.

"Her zamanki şeyler."

Bozdoğan zaten Bekir'le yaşanan durumun tüm ayrıntılarını biliyordu. Yeni bir gelişme olmadığından konuşmak da istemiyordu. Temcit pilavı gibiydi, aynı şeyi defalarca tekrar ediyorlardı.

"Dün onun evindeydin, bir değişiklik yok muydu?"

İlk yılı olduğu belli olan öğrencilerin kalabalık topluluklar halinde gezişinin üçüncü günüydü. Yani yeni dönemin ilk haftasındaydılar. Bekir, memleketinden döneli 1 ay olmuştu. Bu süre zarfında eski haline döner sanmıştı ama hayır. Biraz daha kendine gelmiş, neşelenir gibi olmuşsa da hala eski halinden çok uzaktı.

"Sadece dün ilk kez öpüştük, onda da ağladı."

Evine dönmek için dış kapının önüne geldiğinde artık dayanamayıp sevgilisini öpmüştü. Aslında niyeti dudaklarına dokunup çekilmekti ama anında aldığı karşılığa kapılıp sevgilisini kapıya dayayarak öpücüğü derinleştirmişti. Onu en son ne zaman öptüğünü bile hatırlayamadığını varsayarsak bu yaptığı çok normaldi. Ama ellerinden biri Bekir'in başının yanından kapıya dayalı, öteki de esmerin belini sarmışken gömleğinden sıkıca ona tutunan sevdiğinin ağlamasını beklemiyordu. Dili Bekir'in ağzının içini turlarken tuzlu sıvının tadı karışmıştı sevgilisinin hoş kokulu tadına. O anda neye uğradığını şaşırıp gözlerini açtığında dudaklarının temasını kesmeden hareketini durdurmuştu. Karşılaştığı manzara sıkı sıkı kapanmış gözlerden usulca akan yaşlardı.

Gördükleri öyle canını yakmıştı direkt sevgilisinin dudaklarından ayrılmış, belindeki elini çekmişti. Avuçlarıyla kapıya arka arkaya vurup "Sikeyim, sikeyim!" diyerek hırsını metal yığınından almaya çalışırken Bekir'in hala gözlerini açmadan ağlamaya devam etmesi iyice çığrından çıkarmıştı onu. Seslere gelen Yusuf'un "Ne oldu?" sorusuna cevap verecek durumda değillerdi ama biraz daha durursa birilerine zarar verebileceğini fark edecek kadar kendindeydi. Bu yüzden içi hırsla doluyken Bekir'i iterek kapıyı açmış ve ardına bakmadan evden ayrılmıştı.

"Kürşat, belki de Bekir haklıdır."

Genç adam, arkadaşının sözleri karşısında kaşları çatılırken ona döndü. Bozdoğan'ın ciddi ama endişeli ifadesine bakıp devam etmesini beklerken yumruklarını sıktı. Konuşmanın devamını tahmin ediyordu çünkü.

"Bu böyle devam etmez. Nereye kadar önünüzdeki gerçekleri görmezden geleceksiniz? Abi, Allah aşkına mantıklı ol."

Bu noktada susup sınıfa göz gezdirdi. Arkada dedikodu yapan iki-üç kız dışında kimse yoktu. Buna güvenerek reise iyice yaklaşıp kısık tondaki sesiyle devam etti.

"Hadi diyelim ki iş bozuldu, bu kızla evlenmedi. Peki sonra? Başka birini bulmayacaklar mı sanıyorsun? Reis, onun ailesini geçtim ileride senin ailen de senden evlenmeni isteyecek."

Kürşat'ın tepkisizce dinlemeye devam ettiğini görünce sözlerini sürdürdü.

"İkinizin de ailesi sizden evlenmenizi isteyecek, ne kadar erteleyebilirsiniz ki evliliği? İki yıl, üç yıl? Hadi taş çatlasın 5 yıl olsun reis. Ama sonunda mutlaka insanlar şüphelenecek ve belki de anlayacaklar."

Bu kısımda sıkıntılı bir nefes aldı.

"Kürşat, onun ailesi ya da bizim teşkilat öğrendiğinde ne olur biliyorsun değil mi?"

Biliyordu, ölürlerdi. Bu o kadar net ve keskin bir gerçekti ki başka hiçbir ihtimale yer vermiyordu.

"O çocuk bunu biliyor reis. Bildiği için korkuyor, kaçmaya çalışıyor. Niye onun haklı olduğunu göremiyorsun?"

Aylardır Bozdoğan'la bu konu hakkında dertleşiyordu. Hatta biraz daha geriye giderse yıllardır cinsel kimliğinin getirdiği zorlukları arkadaşına anlatıp, ondan teselli buluyordu. Ama ilk kez genç adamın bu kadar net ve gerçekçi konuştuğuna şahit oluyordu. Aslında söylediği her şeyi Kürşat da biliyordu fakat bunu dile dökmemek, kendinden bile saklamak işine geliyordu. Şimdi başka bir ağızdan duyunca daha korkunç ve somut hale gelmişti. Ciğerleri garip bir baskıyla dolduğunda arkadaşına cevap vermeden pencereye çevirdi kahvelerini.

Bekir'in ve kendisinin çevre şartlarının zorluğu ölü bir toprak gibi zihnine çöreklenirken dolan gözlerinin taşmaması için arka arkaya çekti burnunu. Yumruk halindeki ellerini çözüp tahta sırayı tek dayanağıymış gibi tutarken omzunu sıkan elin gücü altında ezilmemek için direndi. Çünkü biliyordu ki bu saatten sonra ona ve Bekir'e kimsenin faydası dokunmazdı.

*************

Yargılamak, empati yapmamak insanoğlu için en kolay şeydi. Bu yüzden Bekir'in şimdiki halini anlamsız bulanlar olabilirdi. Ama genç adamın tamamen tükendiğini görmek için dikkatli bakmak yeterliydi.

Ölüyordu, canı her gün parça parça kopuyordu. Yaşadıkları , hissettikleri kolay değildi. "Ailene karşı çık, istemediğin biriyle evlenme," gibi basit bir mevzu değildi bu. Evlenmek istememesinin nedeni bir erkeği seviyor oluşuydu. Bunun doğuracağı sonuçlar ise akla hayale sığmayacak kadar kötü olabilirdi.

Bugün Rojda'yla ayrılamıyor oluşunun nedeni ailelerin dostluğu ve birbirlerine olan minnet borçlarıydı. Minnet borcunun sebebi olmak Bekir'i ayrıca yıpratsa da Rojda ile birlik olursa nişanın atılacabileceğini düşünüyordu. Ama işler burada son bulmuyordu.

Şimdi Rojda'yla ayrılsa yarın başka birini çıkaracaklardı karşısına. Ve bu döngü Bekir evlenene ya da eşcinsel oluşu anlaşılana kadar devam edecekti. Eğer evleneceği ihtimali üzerinde duracak olursak bugün verdiği tüm savaşın nasıl gereksiz ve yorucu olduğu anlaşılırdı. Mutlaka biriyle evlenecekse neden kendine, Rojda'ya ve Kürşat'a acı çektirmeye devam etsindi ki? Yok, şayet evlenmeyecek ve yakalanacaksa işler o zaman bambaşka bir hal alacaktı.

Ailesi ya kendine gelsin diye zorla evlendirecek ya da ölüm fermanını imzalayacaktı. Belki sadece onu değil, eğer öğrenirlerse Kürşat'ı da öldürürlerdi. Yalan yok, ölmekten deli gibi korkuyordu. O soğuk toprağın altına girmek tecrübesiz, toy delikanlıyı kimsenin tahmin edemeyeceği kadar korkutuyordu. Ama bundan daha çok korktuğu bir şey varsa o da sevdiğinin ölümüne neden olmaktı. Tek başına gitse yine bir nebze de, ardından Kürşat'ı da götürmek ölümün soğuk yüzünden daha acıydı.

Devamlı düşündüğü, sorguladığı şeyler bunlarken reisin onu anlayamaması işini zorlaştırıyordu. Neden göremiyordu, neden ilişkilerinin onlara hayırlı bir son getirmediğini anlayamıyordu? Niye bir an olsun Bekir'den vazgeçmiyordu? O, peşinden geldikçe Bekir kendine bir yol çizemiyordu. Reissiz tek bir an dahi yaşamanın mümkün olmadığına ikna oluyordu.

Gözlerindeki aşkı, yüreğindeki yangını hiç çekinmeden önüne serince her türlü güçlüğe göğüs gerebilecekleri gibi yanlış bir fikre kapılıyordu. Son nefesini beraber vermenin ikisi için de en iyi son olacağını sanıyordu. Yanıldığını biliyordu ama Kürşat böyle güzel sevmeye devam ettikçe kendini kandırmak daha kolay geliyordu.

Kurtuluş Parkı'nda bulunması da kendini kandırmasının bir sonucuydu. Sevgilisinden birkaç gün önce öğrendiğine göre bugün ülkü ocağına yeni katılanlarla birlikte zaten teşkilatta ettikleri yemini bir de parkta, bir çeşit gösteri amaçlı tekrar edeceklerdi. Üstelik sadece yeni katılanlar değil, eski üyeler de olacaktı. Bu yüzden yarına kadar görüşmeyeceklerini söylemişti Kürşat.

Kürşat'ın önderliğinde yapılacak bu yemin töreni illegal olduğundan polis baskını muhtemeldi. Bekir, sevdiğinin iyi olduğundan emin olmak için kendini parkta bulmuştu. Karakolların karanlık yüzünü bilen biri olarak sevdiğinin tekrar oraya düşmesini istemiyordu. Herhangi bir baskında sevdiğini koruyamayacağını biliyordu ama gözlerinin önünden ayrılmasına gönlü razı değildi.

Okulların açıldığı ikinci hafta olduğundan Ankara öğrencilerle dolup taşımıştı. Çarşamba günüydü ve saat 12 civarıydı. Yani mesai saati başlamamıştı, öğle tatilinde olan insanlar vaktini geçirmek için burayı tercih etmişlerdi. Bekir, sevdiğinin anlattığına göre havuzun kenarında olacaklarını bildiğinden adımlarını oraya yönlendirdi. Çocukların, takım elbiseli insanların, yürüyüş veya koşu yapanların arasında ilerlerken sonbaharın etkisiyle sararmaya başlamış yapraklar da yeşil ağaçların arasından kendini belli etmeye başlamıştı.

Parkın masalarında piknik yapan gençler ve çekirdek çitleyen, gazete okuyan ileri yaştaki kesime karışarak sonunda havuz kenarına vardığında ilk gözüne çarpan Bozdoğan'ın iri cüssesi oldu. Kilosu ve boyu orantılı olsa da dikkat çekiyordu. Genç adamın sert çehresiyle etrafı kolaçan ettiğini gördüğünde biraz daha yaklaştı. Görüş mesafesinde kalacak şekilde bir ağaca yaslanıp beklemeye başladı.

Farklı farklı kümeler halinde çevreyi gözetleyerek, arada birbirleriyle kaş göz işareti yaparak anlaşan ülkücülerin arasında Kürşat yoktu. Ve sayıları Bekir'in beklediğinden azdı. Esmer genç, kaşlarını çatarak kollarını göğsünde kavuşturduğunda sevgilisinin nerede olabileceğine dair tahminler yürütüyordu ama aklına hiçbir şey gelmiyordu.

Orta boylu, zayıf, tanımadığı genç başka bir gruptan ayrılıp Bozdoğan'ın yanına gittiğinde Bekir dikkatini onlara verdi. Genç adam kolundaki saati göstererek bir şeyler söylediğinde Bozdoğan'ın sıkıntıyla başını salladığını gördü. Koca bedenini saran hafif telaşı aradaki mesafeye rağmen hissederken Kürşat'ın dostu gözlerini parkta gezdirdi. Aynı anlarda yüzünden bir rahatlama ifadesi geçerken onun gözlerini takip ederek Bekir de arkasına döndü. Tam bu anda sevgilisiyle göz göze gelirken ufak bir küfür kaçtı dudaklarından.

Kürşat, Bekir'den kısa bir süreliğine gözlerini ayırıp arkasındaki, esmer genç onları biraz geç fark etmişti, koca kalabalığı Bozdoğan'a yönlendirdi. Ekibinden kopup sevdiğine döndüğünde siniri gözlerinden okunuyordu. Hızlı adımlarla aralarındaki yaklaşık 10 metreyi kapattığında kimseyi umursamadan sevgilisinin kolunu tuttu.

"Hemen gidiyorsun buradan,çabuk çabuk çabuk!"

Selamsız sabahsız kurduğu bu cümleyi destekleyerek Bekir'i çekiştirmeye çalışıyordu. Esmer genç, reisin hiç beklemediği bir dirençle karşılık verip kolunu sert bir hamleyle kurtardığında cevap verdi.

"Sen buradayken hiçbir yere gitmiyorum."

Çenesini kaldırarak kollarını göğsünde bağladığında Kürşat'ın burun deliklerini kocaman açarak hızlı hızlı soluduğuna şahit oldu.

"Boş yapma Bekir! Git diyorsam git! Ne işin var ülkücü yemininde?"

Haklıydı, işi yoktu. Ama Kürşat için endişelenirken başka bir şey yapası da yoktu.

"Seni bekleyeceğim."

Reis, sağ elinin işaret ve baş parmağıyla burun kemerini sıktığında Bozdoğan'ın sesini duydular.

"Kürşat!"

İki genç de sesin geldiği yöne döndüklerinde neredeyse tüm üyelerin onları izlediğini gördüler. Bozdoğan telaşlı, endişeli bir ifadeyle saati gösterirken Kürşat'ın dudaklarından küfürler uçtu sessizce. Sonra da sevdiğine bakıp parmağını tehdit eder gibi salladı.

"Şimdi buradan en azından biraz uzaklaşıyorsun, polis geldiğinde de yok oluyorsun. Tamam mı?"

Bekir, şimdilik kurtulmuş olmanın sevinciyle başını hızla sallarken reis sinirli ifadesini bozmadan yanından ayrıldı. Kendisini bekleyen kalabalığa ulaştığında hiç beklemeden beden diliyle ve sözleriyle komutlar verdi. Nihayet yaklaşık 40 kişilik grup hilal şeklini aldığında Kürşat yıldız gibi hilalin uçları arasında durdu. Parktaki insan kalabalığı ilgilerini çeken bu grubun etrafında yavaşça toplanırken Kürşat ve diğerleri sağ elinin yumruğunu kaldırdı. Bekir'e anlattığına göre bu yemin bayrak, silah Kuran'a dokunarak yapılıyordu ama şu an yaptıkları sadece bir gösteri olduğundan slogan atar gibiydiler.

(Böyle bir sahne hayal edebilirsiniz.)

"Varlığına, birliğine ve yücelerin en yücesi olduğuna inandığımız,
Ol deyince olduran ve gönüllerimizi iman nuruyla dolduran:
Allah'a, Kur-an'a, vatana, bayrağa ve silaha yemin olsun!"

Kürşat'ın gümbür gümbür söylediği her kelimeyi tekrar eden kalabalıktan yayılan müthiş enerji Bekir'in bile tüylerini diken diken ederken reisi daha iyi duymak için onlara yaklaştı.

"Şehitlerim, gazilerim ve Başbuğ'um emin olsun!
Ülkücü Türk gençliği olarak;
Komünizme, faşizme, kapitalizme, siyonizme ve her türlü emperyalizme karşı mücadelemiz,
Son nefer, son nefes ve son damla kana kadardır!"

İnsanların bir kısmı bu yemin karşısına suratını buruşturarak uzaklaşırken bazıları meraktan, bazıları da hayranlıktan dolayı oldukları yerde izlemeye devam ediyorlardı.

"Mücadelemiz milliyetçi Türkiye'ye,
Turan'a kadardır!
Mücadelemizde hiç bir engel tanımayacağız!
Satanlardan olmayacağız!
Kaçanlardan olmayacağız!"

Büyük bir kalabalıktan yükselen gür sesler semaya ulaşırken Kürşat'ın havaya kalkan yumruğundan dolayı gömleği de belinden çok az sıyrılmış, sağ tarafı Bekir gibi dikkatli seyirciler için açığa çıkmıştı. Aslında teni gözükmüyordu ama öylesine yüksek bir enerjisi vardı ki esmer gencin libidosunun yükselmesine neden olmuştu.

"Yılmayacağız!"

Sesleri bu kısımda her zamankinden daha çok yükselirken polis siren sesleri duyulmaya başladı.

"Yıkılmayacağız!"

Ses uzaktan boğuk bir şekilde gelse de insanları tedirgin etmeye yetmişti.

"Başaracağız! Başaracağız! Başaracağız!"

Çoğu seyirci daha polisler görünmeden kaçmaya başlarken Kürşat ve arkadaşlarında birazcık dahi tereddüt yoktu.

"Allah Türk'ü korusun ve yüceltsin!
Amin! "

İnandıkları dava uğruna ettikleri yeminin her kelimesini canı gönülden tekrar edişleri daha bitmeden polis görünmüştü. Bekir, koşarak onlara doğru gelen polislerin telsiz ve anonslarını duyduğunda sevgilisine baktı. Onu grubunu dağıtırken gördüğünde korkuyla dolarken reisin kahve gözleriyle karşı karşıya geldi.

"BEKİR KAAÇÇ!"

Bu durumda neden onu düşündüğünü anlaması için etrafına bakması yeterdi. Az önce yemin törenini izleyen büyük kalabalık çoktan yok olmuş, Bekir ve birkaç yaşlıdan başka kimse kalmamıştı. Bu da demekti ki polisler her zamanki gibi kim suçlu kim masum bakmadan önlerine çıkan herkesi alacaktı. Ki esmer gence doğru koşan birkaç polis de bunun şahidiydi.

Bekir, ikinci bir uyarıyı almadan koşmaya başlarken polislerin tam zıddı yönde depar atıyordu. Başka zaman olsa umursamazdı ama hali hazırda hakkında açılmış bir dava varken bunun için yakalanırsa hapsi boylama ihtimali oldukça yüksekti.

Ardına bakmadan insan kalabalığından uzaklaşırken parkın çok içine girmişti. Durmasını söyleyen polis sesi peşinden sadece bir kişinin geldiğini gösterirken ağaçların sıklaştığı bir noktaya ulaşmıştı. Muhtemelen polis baskınından dolayı birazdan tamamen boşalacak olan parkın çok uzak noktasına ulaştığını fark ettiğinde biraz bile koşacak mecali kalmamıştı. Nefes nefese durup arkasında biri var mı diye kulak kabarttığında yere sert basan adım seslerini duydu.

"Hassiktir," diyerek etrafına baktığında tepesinde yükselen ulu bir ağaca takıldı gözleri. Büyük yaprakları ve sığ dalları yukarısının görünmesini engelliyordu. Bu aklına kaçış fikri getirdiğinde bir arkasına bir ağaca baktı. Gelen kişisin ayak sesleri yaklaşırken daha fazla beklemeden, adrenalinin sağladığı son gücüyle ağaca tırmanmaya başladı. Küçüklüğünden beri dut ve elma ağaçlarına tırmanmış biri olarak çok da zorlanmadan yukarılara çıktı. Birkaç kez düşme tehlikesi geçirse de bunun sebebi yorgunluğuydu.

Sığ dalların arasında kendine bir yer bulup oturduğunda düşmemek için hemen üstündeki başka bir dala tutundu. Harcadığı enerjiden dolayı derin derin nefesler alırken göğsü hızla inip kalkıyordu. Ses çıkarmamak için kendini zorlarken ayak sesleri artık çok yakınındaydı. Birkaç saniye sonra orta yaşlı bir polis görüş açısına girdi. Adamın hafif kilolu bedeni ve yaşı Bekir'i neden yakalayamadığının kanıtıydı. Adam hiç beklemeden uzaklaşırken Bekir rahat bir nefes aldı. Kürşat'ın onu kovaladığı geceden beri ilk kez bu kadar koşmuştu. Tutunduğu dala uzanan koluna başını yaslarken gözlerini kapattı. Çok yorulmuştu.

Oturduğu dal ne kadar kalın olsa da kalçasına batarken başını kaldırdı, gözlerini açtı. Yüksek bir yere çıktığı için parkın ilerisini az da olsa görüyordu ama açısı net değildi, diğer ağaçlar kapatıyordu. Yine de bu, polislerin silüetlerini görmesine, megafonla yapılan anonsları duymasına engel değildi. Bu yüzden olduğu yerden ayrılmamaya karar verirken sevdiği için endişelenmeye başladı.

Bekir kaçarken o hala adamlarını yönlendiriyordu. Acaba polislerden kurtulmayı başarabilmiş miydi? Şu an ağacın tepesinde olmak yerine Kürşat'ın yanında olmayı o kadar çok isterdi ki! Keşke elinde olsaydı, kaçmak zorunda kalmasaydı. Sevdiğini geride bırakmış olmanın sıkıntısı içine dolarken dalı tutan elini değiştirdi. Bu sırada az önce peşinden koşan polis daha yavaş bir tempoda geri döndü. Hedefini bulamamış olmak muhtemelen canını sıkmıştı. Adam, telsizinden emirler yağmaya devam ederken koşarak havuz tarafına ilerledi.

Bekir, bu durumda inip inmemekte kararsız kaldı. Aslında o polis gittiğine göre yakında başka memur kalmamış olmalıydı. Fakat yine bir keşif yapıp yapmayacaklarından emin değildi. Çıkmazda kaldığı bu dakikalarda çok kısık seste adını duydu. Emin olmadığı için kulak kabartırken sesin kaynağının yaklaştığını anladı.

"Bekir!"

Sevgilisinin sesi giderek yaklaşırken hala çok düşük bir tonda onu çağırmaya devam ediyordu. Adını aralıklarla birkaç kez daha duyduktan sonra hayran olduğu adamı tam ağacın dibinde buldu. Kürşat, dudaklarının etrafına parmaklarını sarmış ve çok sessiz bir şekilde çağırıyordu. Aynı zamanda çevresini de gözlüyordu birkaç saniye durup.

"Bekir!"

Reisin bu durumda bile onu düşünüp, polisleri umursadan peşinden gelmesi dudaklarında koca bir gülümsemeye neden oldu. Garip bir mutluluk tarafından esir alınırken cevap vermediğini adım atmaya devam eden sevdiğiyle anladı. Ve Kürşat ağacın altından ayrılmadan heyecanla bir şarkı mırıldandı.

"Ben bir ceviz ağacıyım Kurtuluş parkında."

Sesini duyan sevgilisinin gözleri anında ağaca doğru kayarken Bekir görünebilmek için bir dal indi.

"Ne sen bunun farkındasın, ne de polis farkında."

Sonunda reis tarafından görünür olduğunda gözleri kesişti. Kürşat'ın kahve gözlerinden rahatladığı anlaşılırken derince bir nefes verdi, ellerini dizlerine koyarak eğildi. Kendi kendine bir şeyler mırıldanırken Bekir kulak kabartsa da duyamadı. Sevgilisinin yorgunluğunu ta oradan hissederken emdişeyle konuştu.

"Kürşat, iyi misin?"

Genç adam pozisyonunu bozmadan başını sallarken ileriden tekrar ayak ve telsiz sesleri duydular.

"Çabuk ağaca çık!"

Sessiz ama korku dolu sesi Kürşat'ın doğrulup arkasına bakmasına neden oldu.

"Oyalanmasana!"

Polislerin varlığının çok yaklaşması heyecan yapmasına neden olurken reis onu daha fazla bekletmeden ağaca tırmanmaya başladı. Sevgilisine yer ayırmak için önceki dalının da üstüne çıkarken Kürşat sonunda ağaca tırmanmış, Bekir'in eski konumuna gelmişti. Saniyeler sonra iki polis etrafı daha dikkatli kolaçan ederek gelirken gençler nefeslerini dahi tuttular.

Polisler bu kez biraz daha oyalansalar da Bekir ve Kürşat'ı fark edemeden uzaklaştılar. Onların gözden kaybolmasıyla tuttukları soluklarını saldılar. Bekir, yakalanmamış olmanın rahatlığıyla ağaca tamamen yaslanırken altında kalan, çok yakınındaki sevgilisine baktı. Yakalanmamalarını sağlayan dalların çok sık ve büyük olması birbirlerine yakın olmalarını da sağlıyordu. Bu yüzden sevgilisinin koluna değiyordu ayakları.

"Yalnız Kurtuluş değil, Gülhane Parkı."

Reisin muzip sesi Bekir'i de güldürdüğünde ayağıyla altındaki adamın kolunu dürttü.

"Oooo reis, komünist Nazım'ı mı okuyorsun sen?"

Kürşat, gözlerini devirip sevgilisinin ayağını itti.

"Nazım'ı okumam ama Cem Karaca dinlerim."

Bekir, sevgilisinin tepkisine gülerken gözleri parkı taradı. Yemyeşil ağaçlar arasındaki muhteşem manzara sanki polisten kaçmıyorlar da öylesine ağaca çıkmışlar gibi rahatlattı. Gökyüzünün eşsiz mavisi, çeşit çeşit ağaçların ve çiçeklerin kokusu, sevdiğinin de yanında olmasının etkisiyle gülümsetirken aşağıdaki yarinin sesini duydu.

"Başım köpük köpük bulut, içim dışım deniz,
Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı'nda,
Budak budak, şerham şerham ihtiyar bir ceviz.
Ne sen bunun farkındasın, ne polis farkında.
Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı'nda."

Buğulu sesi yemini söylerken kattığı coşkudan uzakta, duyguluydu. Gözleri dalların arasından uzanan parkın manzarasındaydı. Başka kimsenin okuyamayacağı kadar güzel okuyordu şiiri.

"Yapraklarım suda balık gibi kıvıl kıvıl.
Yapraklarım ipek mendil gibi tiril tiril,
koparıver, gözlerinin, gülüm, yaşını sil.
Yapraklarım ellerimdir, tam yüz bin elim var.
Yüz bin elle dokunurum sana, İstanbul'a.
Yapraklarım gözlerimdir, şaşarak bakarım.
Yüz bin gözle seyrederim seni, İstanbul'u.
Yüz bin yürek gibi çarpar, çarpar yapraklarım.
Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı'nda.
Ne sen bunun farkındasın, ne polis farkında."

Usulca, kaba sesinden beklenmeyecek kadar naif bir şekilde söylediği şiirin mısralarında kayboluyormuş gibiydi. Dudağından kopan her harf bir şekle bürünüyor ve Bekir'in gözlerini kamaştırıyordu. Haberi yoktu.

Esmer genç, hayranlıkla dinlediği sevgilisi şiirini bitirdiğinde oturduğu dala sıkıca tutunup başını eğdi. Ve sessizce seslendi.

"Kürşat?"

Reis rüyadan uyanır gibi irkilip gözlerini manzaradan ayırdı. Başını kaldırıp sevgilisine baktı. Hiç beklemediği şekilde sevgilisinin tepe taklak olmuş yüzünü karşısında bulduğunda neye uğradığını şaşırdı. Bekir, ters bir şekilde bakmak ne kadar zor olsa da tüm oksijeni içine çekip devam etti.

"Bu defa sen yanlış söyledin. Başım köpük köpük bulut, değil."

Kürşat, tersten gördüğü gözlere kaşlarını çatarak bakarken Bekir gülümsedi, biraz daha sıkı tutundu dala. Ve devam etti.

"Yüreğim köpük köpük sevdan."

Duydukları reisi de usulca gülümsetirken Bekir bu anı kaçırmak istemiyormuş gibi kıvrılan dudaklara kalın dudaklarını bastırdı. Beklemediği hamle reisin dengesini alt üst ederken düşmemek için oturduğu dala tutundu. Dudağını hareket ettirmeden basit ama şimdiye kadarki en tutkulu öpücüğe karşılık verirken az önceki polisler geri dönmüşlerdi. Polisler, varlıklarını fark edemeyecek kadar kendi dünyalarına dalmış gençlerden uzaklaşırken Bekir dudağını yavaşça geri çekti.

Sevgilisinin gözleri kapalı, hala gülümseyerek durduğunu gördüğünde dayanamayıp aynı pozisyonda tekrar öperken sınırların dışındaki ilk öpücüğünün son olmaması için dua ediyordu.

Continue Reading

You'll Also Like

4M 229K 66
05...: Of var ya bi koysan yıkılır buralar Kemalim: ? Kemalim: Yanlış oldu galiba. 05...: Yalnız olabiliriz ama yanlış asla
6.4M 206K 103
Karan Haznedaroğlu. 27 yıldır her istediğini elde eden, sadece adıyla bile bütün kapıları açabilecek bir adam. Şimdi her şeyden çok istediği bir şey...
45.7K 2.9K 22
Alfa - Omega Klasiğini Bozan Bir Beta.. "Ayrılık sarmışsa dört bir yanı, ne önüne geçebilirsin ne de arkasında durabilirsin."
TAKINTI By ❦

Teen Fiction

2.4M 44.5K 44
Efsan zorla evlendirilmekten kurtulmak için Mardin'den İstanbul'a kaçar. Ama yağmurdan kaçarken doluya yakalanacağını nerden bilebilirdi. İstanbul'u...