13. GÖRDÜĞÜM İLK ERKEK

16.3K 1.4K 792
                                    

Canlar, nörüyonuz ya?

Yoğunluktan dolayı ne yazdığım hakkında pek bir fikrim yok. Çok eğlenerek başladım ama sonunda yine ipin ucunu kaçırdım, çünkü gözlerimden uyku akıyor. Kontrol edemeden atıyorum, hatalarım varsa affola.

Bu arada biriniz daha Kürşat'ın burdaki haliyle Yakamoz'daki halini kıyaslarsa vururum sizi. Girişte paralel evren açıklaması yaptığım halde hala aynı soruyu sormanız beni deli ediyor, yapmayın.

Benden şimdilik bu kadar. Bölümü medyadaki müzikle okuyun. Bir dahaki sefere kadar kendinize iyi bakın. Sizi accaip seviyorum.💚❤

~~~~~~~~~~~~~~

Sıcağın güzelliğini soğuğa maruz kalmayan bilemezdi. Genç adam, salondaki kanepede yanan sobanın çatırtılarıyla huzur bulurken yaydığı ısıyla iliklerine kadar ısınıyordu. Sobanın kapağındaki delikten çıkan alevlerin parlaklığına gözünü dikmişken üstündeki yorganı biraz daha çekti. Neredeyse bütünleştiği kanepe, yastık ve yorgan üçlüsü her şeyi olmuştu.

Nezarethaneden çıktıktan sonra eve girdiğinden bu yana tuvalet haricinde kalkmamıştı kanepeden. Hem yüksek ateşten hem de soğuğun zerresine dahi tahammül edemediğinden. Zaten Yusuf sağolsun onu bir saniye bile yalnız bırakmıyor, her ihtiyacını görüyordu. Bu sayede hastalığı hem hızla iyileşiyordu hem de Bekir o günlerin etkisini atlatıyordu.

Odanın kapısı açılırken gözlerini yanan sobadan çekip kapıya dikti. Yusuf, turuncu kafası ve elindeki tabakla bedeninin zar zor sığabileceği kadar araladığı kapıdan geçer geçmez tahta kapıyı kapatırken odaya evin geri kalanın havasının bile sızmasına izin vermemişti. "Uuuu," diye bir ses çıkararak ne kadar üşüdüğünü belli ederken küçük gözleriyle önce Bekir'e bakmış sonra sobaya çevirmişti yönünü.

"Var ya hava buz gibi, buzzz."

Sesi bile titrerken boştaki eliyle kolunu sıvazlayarak sobaya doğru adımladı. Tabağı sobanın hemen yanındaki masaya bırakıp ellerini birbirine sürterek sobaya eğildi. Kapağın üstündeki açık olan delikten bakarak iyice yandığından emin olunca tabağı tekrar eline aldı. Bekir, dikkatlice izlediği Yusuf'un sobanın üstüne yerleştirdiği kestaneleri görünce kocaman sırıttı. Bu kış soğuğunda en güzel giden şeydi kestane.

"Helal olsun be bozo, kestane için bile sevebilirim seni."

Günler sonra yerine gelen keyfiyle konuştuğunda Yusuf, kestaneleri dizmeye devam ederken göz ucuyla baktı ona. Yarım ağız sırıtıp işine devam ederken böbürlenerek cevap verdi.

"Anan bile bu kadar iyi bakmamıştır sana, dırej. Kıymetimi bil."

Bekir, annesinin bahsi geçince içi sızlasa da sekteye uğrayan gülüşünü yansıtmamaya çalıştı. Beyninin büyük bir kısmı hala memlekete dönmesi için ısrar ederken anasını düşünmesi pek mantıklı değildi.

"Yav sen kıralsan kıral! Amed'in paşasisan!"

Yusuf, sonunda kestaneleri bitirdiğinde boş tabağı bırakmadan Bekir'e döndü. İki elini açıp halkı selamlar gibi boş duvarlara el salladı.

"Çok sevgili Türkiye halkları! Beni devrimimizin lideri olma yolunda desteklediğiniz için teşekkür ederim."

Bekir, yerinden kalkmadan arkadaşını güçlü bir şekilde alkışlarken artık çok acı vermeyen yaralarına rağmen kahkahalara boğulmuştu. Her daim koruyabildiği bir neşeye sahip olan turuncu kafa, esmer gencin de neşelenmesini sağlıyordu. Bu yüzden ona çok şey borçluydu.

"Zaten ülkenin tek eksiği bozo bir devrimci liderdi heval, sağolasan."

Yusuf, sahte bir surat asışla elini indirip masaya koydu tabağı. Sonra da söylene söylene Bekir'in başucundaki tekli koltuğa oturdu.

SARSINTIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin