Kar Küresi (İki Kitap)

By beyzaalkoc

9.8M 522K 1M

Burası bir kar küresiydi, biz de içindeki figürler. Bizi tutup salladılar, ne olduğunu anlamadık, alt üst old... More

Tanıtım
1.Bölüm : Darbemin Adı.
2.Bölüm : Kar Taneleri.
3.Bölüm : Görünmez...
4.Bölüm : Merih Devrim Uyar.
5.Bölüm : Kırmızı Bölge.
6.Bölüm : Karlar İçinde.
7.Bölüm : Karanlık Oldum.
8.Bölüm : Cehennem.
9.Bölüm : Buzlar Eridi.
11.Bölüm : Mezarlık.
12.Bölüm : Bizim Büyük Yangınımız.
13.Bölüm : Kaybet Beni.
14.Bölüm : Şah.
15.Bölüm : Eylül'ün Yıldızları.
16.Bölüm : Kendi Felaketinin Alevleri.
17.Bölüm : Karanlığa Bir Kibrit Yakmak.
18.Bölüm : Artık Eve Dönemezsiniz.
19. ve 20.Bölümler
21.Bölüm : Kar Tanesi.
22.Bölüm : Kendime Doğru.
23.Bölüm : Kar Küresinin Kırık Camları.
24.Bölüm : Bizim Hikayemiz. (FİNAL)
Kar Tanesi - 1.Bölüm : Mavi Floresanlar.
2.Bölüm : Buz Kırığı
Kar Tanesi - 3.Bölüm : Ve Dünya Alt Üst Olur...
4. ve 5.Bölümler
Kar Tanesi - 6.Bölüm : Buluşma.
7.Bölüm : Kül Cehennemi
8.Bölüm ve 9.Bölüm
10.Bölüm : Cennet Sanılan Cehennem.
11.Bölüm : Domino Taşları.
12.Bölüm : Soyut İpler.
13.Bölüm : Gökyüzü Salıncağı.
14.Bölüm : Sonsuz Tutsaklık.
15.Bölüm : Kar Çiçeği.
16.Bölüm : Kırık Camlara Basarak Yürümek.
17.Bölüm : Son Bir Kibrit.
18.Bölüm : Eylül'ün Hayalleri.
19 ve 20.Bölümler
Kar Tanesi - Alternatif Final

10.Bölüm : Dönsün Dünya.

284K 16.5K 32.2K
By beyzaalkoc

Selam benim güzel kar tanelerim <3 

Çok özledik birbirimizi biliyorum, ama merak etmeyin bir daha bu kadar uzun bir ara vermeyeceğim. Şimdi hemen yukarıdaki müziği açalım ve bölümü öyle okuyalım. Unuttuysanız bir önceki bölümü okuyup bu bölüme öyle geçmenizi de tavsiye ederim.

İYİ OKUMALAR DİLERİM^^


10.Bölüm : Dönsün Dünya.
*Söz konusu senin zarar görmense bırakalım dönsün dünya...*


Merih'in odamın kapısını açıp çıkıp gidişi gözlerimin önünden gitmezken tam bir saat sonra hala odamdaki halının üzerinde oturmuş şok olmuş bir halde kapımı izliyordum. Yaşadığım olayın beni şoka sokmuş olması bir yana dursun Merih'i ne hale getirmiş olabileceğini bilmiyordum bile. Şu andan itibaren her şey nasıl olacaktı, hayatımız nereye doğru sürüklenecekti inanın bana tahmin bile edemiyordum. Yaşadığımız bu an neden inşa edilmişti hayatlarımızın ortasına bilmiyordum. Bunu düşünürken gözlerimin kapandığını hissetsem de içimden konuşmaya ve kendimi bambaşka bir yöne çekmeye çalışıyordum.

"Bu anı kimse inşa etmedi." diyordum kendi kendime içimden.

"Ben veya o... Ne ikimizden biri ne bir başkası, kimse inşa etmedi bu anı. Bu anın tuğlalarını buraya kimin koyduğunu aramayı bırak. Sadece aramayı bırak. Çünkü anlar inşa edilemez, çünkü anlar kendiliklerinden oluşur."

O geceye dair son hatırladığım şey yerdeki halımın üzerinde oturup başımı yatağıma yasladığım ve öylece uyuyakaldığımdı... Nasıl bir sabaha uyanacağımı, uyandığımdan neler hissedeceğimi asla bilmiyordum. Tek bildiğim zamanı bu gecede sonsuza kadar durdurmak istediğimdi.

Gözlerimi her zamankinden daha karlı bir güne açtığımda ise karnımda dün gece yaşanan o birkaç saniyelik anın stresini ve heyecanını yaşıyordum. Dudakları dudaklarıma dokunmuştu, evet. Fakat esas birleşen kalplerimizdi sanki. Kalbim kendisine doğru yaklaşan ürkek bir kalbin varlığını hissetmiş ve sonra kaçıp gidişine şahit olmuştu. Oysa bir kere yaklaştıysa bir kalp bir kalbe, dokunduysa bir kere, kaçıp gitmek yeter miydi uzaklaşabilmek için? Adım atmak yeter miydi gidebilmek için?

Kendimi stresten ve heyecandan yorulmuş bir halde banyoya sürükleyip hızlı bir duş aldım. Aynada gözlerimin içine bakarak saçlarımı kuruttuğum sırada gözlerimin içinde bu zamana kadar hiç görmediğim bir ışık gördüğüme dair size yemin edebilirdim.

"Ne oluyor bize?" diye sordum kendime. Sahi ya, ne oluyordu bize? Saçlarımı kurutup üzerimi değiştirdikten sonra odamdan üzerime dünyanın en kalın hırkasını geçirerek çıktım. Koridorda tanıdık kimseyle karşılaşmadan hızlıca merdivenleri inip kahvaltı yapmak için yemekhaneye girdiğimde gözlerim Asya'nın tek başına bir masada halsizce oturduğunu gördü.

"Günaydın..."

"Günaydın Eylül." Asya uykusuz ve şişmiş gözlerle bana bakarken gözlerim tabağına kaydı. Tabağına neredeyse yiyecek hiçbir şey almamıştı.

"İyi misin sen?" diye sordum merakla. Başını bir sağa bir sola salladı.

"Uyuyamadım. İştahım da yok. Niye böyle oldu bilmiyorum. Hadi sen git tabağını al gel, ayakta bekleme..." 

Başımı sallayıp açık büfeye doğru ilerledim ve tabağıma hızlıca birkaç parça kahvaltılık yerleştirip Asya'nın yanına döndüm. Karşısına oturduğum sırada Murathan'ın da elinde bir tabakla bize doğru yürüdüğünü gördüm. Bana gülümseyerek göz kırpınca istemsizce ben de ona gülümsedim.

"Günaydın. İkiniz de çok yorgun görünüyorsunuz. İlaçlardan mı?"

"Galiba..." dedi Asya omuz silkerek. Tabağımdan bir parça domates alıp yerken başımı salladım.

"İlaçlardan..." Oysa beni ilaçlar değil Merih çarpmıştı.

"Günaydın!" Reva yemekhaneden içeri girip bize seslenirken başımı kaldırıp gülümsedim. O bize nazaran çok daha iyi görünüyordu.

"Tabağımı alıp geliyorum." dedi ve gülerek açık büfeye yöneldi.

Herkes bir bir kahvaltıya inerken gözlerim Merih'i arıyordu. Oysa Merih aradan geçen bir saate rağmen biz kahvaltımızı bitirip kahvelerimizi içerken bile yemekhanede görünmemişti. Gözlerim her dakika kapıyı izleyip onun içeri girmesini beklerken Merih'e dair ne bir ses, ne bir görüntü ne de bir haber alabilmiştim. Nihayet grup dersimizin başlamasına birkaç dakika kala yemekhaneden çıkıp sınıfımıza yöneldiğimizde gözlerim bu sefer de merdiveni izliyordu. Merih merdivenlerde yoktu, koridorda da yoktu. Merakla sınıfa girdiğimde sırasının boş olduğunu görmüş olmak içimdeki umut kırıntılarını bir bir alıp götürmüştü elimden. Merih'in boş sırasının yanındaki sırama oturup gözlerimi duvardaki saate diktim. Dersin başlamasına sadece iki dakika kalmıştı, Merih dışında herkes sınıftaydı. Dakikalar su gibi akıp geçtikten ve bugün bize grup dersimizde eşlik edecek yeni bir psikoloğun sınıfa girip kendini tanıtmasından hemen sonra günün ilk konusuna giriş yapmıştık. Tanışalı sadece beş dakika olan yeni terapistimiz Eren her birimize birer ayna vermişti.

"Sadece aynalarınızı elinizde tutmanızı ve gözlerinizin içine bakmanızı istiyorum."

"Ne saçma bir ders..." diye söylenen Kerim'in hemen ardından Asya'nın sesini duydum,

"Saçlarım bozulmuş neden kimse söylemedi ya?" Ben ise bir aynaya bir duvardaki saate bakıyordum. Merih odasında olabilir miydi? Belki de uyanamamıştı? Belki de rahatsızlanmıştı?

"Gözlerinizin içine bakın ve kendinizi selamlayın. Merhaba, deyin kendinize... Kendinize kendinizi tanıtın ve ona ondan memnun olduğunuzu söyleyin."

"Giderek daha da saçmalaşıyor..." diye fısıldadı Kerim. Duvardaki saate takılan gözlerimi zorla da olsa aynadaki gözlerime çevirdim ve terapistin söylediklerini yapmaya çalıştım.

"Merhaba, ben Eylül." dedim içimden, "Ve sanırım dersten yarıda çıkıp Merih'i aramaya gideceğim. Hoşça kal." Aynayı cebime attım ve ayağa kalktım.

"Hocam..." diye mırıldandım, "Çok midem bulanıyor. Biraz çıkabilir miyim?"

"Tabi ki, Füsun Hemşire'nin yanına uğra hemen..." Başımı sallayarak sınıftan çıktım ve koşar adım merdivenlere yöneldim. Merdivenleri hızla çıktıktan sonra kendimi Merih'in kapısında bulduğumda kendimde kapıyı çalma cesaretini nasıl bulacağımı deliler gibi merak ediyordum. Fakat onun iyi olup olmadığına dair duyduğum endişe beni cesaretlendirirken bir anda kendimi kapıyı çalarken buldum. Kapıyı belki on kere çaldım fakat içeride ne bir ses, ne bir kıpırdanma oluyordu. Uyuyor muydu? Ya da odada mı değildi? Belki de bahçedeydi? Belki de terasta...

"Merih..." diye seslendim odasının kapısına doğru, "Ben geldim, Eylül."

Hiçbir cevap alamayınca endişeyle koridorun camlarına doğru yöneldim. Camlardan bahçeye baktığımda bahçede Merih'e dair hiçbir iz olmadığına emindim. Bu sefer koşarak merdivenlere yöneldim ve terasa doğru ilerledim. Merdivenleri nefes nefese çıkıp terasın kapısını açtığımda derin bir nefes aldım. Oradaydı. Elinde kahvesiyle ayakta durmuş dışarıda yağan karı izliyordu. Telefonundan açtığı klasik müzik izlediği manzaraya adeta bir kraliyet manzarası havasını verirken terasa çıktım ve kapıyı sessizce kapattım. Kapının sesini duymasına rağmen bana bakmadı, hiç kıpırdamadan dışarıyı izlemeye devam ediyordu. Eldivenleri ellerinden biri kahvesini tutarken diğeri cebindeydi. Yanına yaklaşıp ellerimi terasın korkuluklarına dayadım ve ona bakmadan manzaraya çevirdim başımı.

"Derse gelmedin." diye mırıldandım sakin bir sesle. Başını salladı.

"Gelmedim, evet. Sen de dersi yarıda bırakıp çıkmışsın." Aynı ciddiyetle başımı salladım.

"Çıktım, evet." dedim onu taklit eder gibi. Sonra gözlerimi korkarak onun yüzüne çevirdim, soğuktan kızarmış yanaklarına ve burnuna baktım. Ela gözlerinin etrafı kıpkırmızı olmuştu, bütün geceyi burada geçirmiş olabilir miydi?

"İyi misin?" diye sordum endişeyle, "Pek iyi görünmüyorsun."

"İyi hissetmemeye alıştım, doğduğumdan beri bu haldeyim." Burnunu çekip kızarmış gözlerini bana çevirdiğinde gözlerini gözlerimin üzerinde sadece bir saniye tutabildi ve hemen sonra tekrar manzarayı izlemeye döndü.

"Nasıl hissediyorsun peki?" diye sordum kendisini bana açmasını sağlamaya çalışarak.

"Sen hiç ruhunun bedeninden kaçıp gitmek istediğini hissettin mi?" diye sordu ve hemen ardından kendi cevabını ekledi, "Tam olarak böyle hissediyorum."

"Neden?" deyiverdim anlık bir şaşkınlıkla, "Beni öptüğün için mi?" Acı içinde gülümsedi ve anlam veremeyerek yüzüme baktı.

"Gerçekten bunu kastettiğimi mi sanıyorsun?" dedi kaşlarını çatarak. Omuz silktim.

"Geldin, beni öptün ve bir gecede darmadağın oldun. Beni öptüğün için özür dilerim." dedim dünyanın en aptal alınganlığıyla. Merih burnunu çekip bana doğru döndü. Gözlerini gözlerime dikti ve hiçbir şey söylemeden beni izlemeye başladı.

"Seni öptüğüm için kötü hissetmiyorum Eylül. Seni daha fazla öpemediğim için kötü hissediyorum. Anladın mı?"

Söylediği cümleler yüzüme birer taş parçası gibi çarparken olduğum yerde kalakalmıştım. Ne diyeceğimi, nasıl bir yüz ifadesi takınacağımı bile bilmiyordum.

"Bütün gece buradaydım." dedi acı içinde, "Ateşimin 39'u geçtiğinden emin gibiyim. Tek istediğim burada donana kadar beklemek."

"Kendine bunu neden yapıyorsun?" Dolmuş gözlerimi ela gözlerinin üzerinde gezdirdim, "Buraya iyileşmeye gelmedik mi?" Merih bana bir kez daha acı içinde gülümsedi.

"Sen söyle Eylül, buraya iyileşeceğine inanarak mı geldin?" 

Gözlerimi gözlerinden kaçırdım. Başımı yağan kara doğru çevirdim ve içimde hissettiğim umutsuzluk hissiyle dünyada var olan son iki insan Merih ve benmişiz gibi hissettim o an.

"Buradaki herkes buraya iyileşme umuduyla geldi. Bazıları bunu inkar etse de hepsinin gözünde o iyileşme umudunu görebiliyorum." diye başladı Merih konuşmaya, "Sen ve ben ise buraya istemeyerek geldik. Gözlerimiz aynı bakıyor. Senin gözlerine baktığımda kendi gözlerime bakıyormuşum gibi hissediyorum..."

"Sen..." diye mırıldandım tereddütle, "Buraya neden gelmiştin? Beni annem zorladı, anlatmıştım. Senin buraya gelmenin sebebi ne?"

Sorduğum soru o an benim için dünyanın en basit sorusuydu. Yaptığımız konuşmanın öylesine bir sohbet olduğunu zannediyordum. Alacağım cevabın hayatımda hiçbir şeyi değiştirmeyeceğini sanıyordum o an. Oysa bu soru beni öyle bir yerden alıp öyle bir yerin tam ortasına bırakacaktı ki tam o saniye bunun asla arkında değildim.

"Sensin." 

Merih gözlerini gözlerime dikerek. Kaşlarımı çattım.

"Ben miyim?" 

Beynim Merih'in cevabını anlamaya ve idrak etmeye çalışırken Merih burnunu çekti ve bembeyaz olmuş yüzüyle, kıpkırmızı gözleriyle bir kez daha söyledi aynı cümleyi.

"Benim buraya gelme sebebim sensin." dedi sessizce.

Gözleri gözlerimdeydi, fırtınanın sesi kulaklarımızı tırmalarken üşümemin sebebi havanın derecesi değildi. Anlam vermeye çalışarak Merih'in gözlerine baktığımda Merih üzerinden bir yük atmış kadar ferahlamış görünüyordu. Benim ise bu cümlenin ne anlama geldiğine dair bile en ufak bir fikrim yoktu.

"Ne demek bu?" diye sordum titreyen sesimle. Ürpermiştim. Merih bana doğru bir adım attı ve gözlerime daha yakından baktı.

"Eylül..." dedi sessizce, "Beni hiç mi hatırlamıyorsun?"

"Ne?"

Şaşkınlıkla yüzüne baktığım sırada Merih'in yüzünde onu tanıdığım ilk günden beri var olan ve anlamını hiç çözemediğim o ifadenin anlamını çözmüştüm. Gurur kırıklığıyla doluydu tüm mimikleri. Ben sorduğu soruya anlam vermeye çalışarak gözlerini izlerken onun gözlerinin önünden geçen yüzlerce sahneyi izlediğine emin gibiydim. Bu sahnelerde benim var olma sebebim neydi, yerim neydi bilmiyordum. O an tek bildiğim Merih'le tanışmamızın burada, bu binada olmadığıydı. Merih beni çok önceden tanıyordu. Çok önceden.

"Merih..." dedim titreyen sesimle, "Kimsin sen?" Merih bir kez daha burnunu çekti.

"Seni ilk gördüğümde on iki yaşımdaydım. Babamın zoruyla geldiğim bir psikoterapi sırasında bekleme salonunda görmüştüm anneni ve seni... Kadıköy'de." Şok içinde baktım yüzüne.

"Zuhal Hanım'ın kliniğinde mi?" diye sordum nutkum tutulmuş bir halde. Merih başını salladı.

"Benim her hafta bir kez seansım oluyordu. Seni ise çok nadiren getiriyorlardı. Nasıl oluyorsa hep aynı bekleme salonunda karşılaşıyorduk. Ben hep seni izlerken sen hep kucağındaki ellerini izliyordun. Çok mutsuzdun. Çok üzgündün. Annenle geldiğinde hiç sesin çıkmıyordu. Babanla geldiğinde ise bambaşka birine dönüşüyordun." Sanki o anları hatırlar gibi dudağının sol tarafı hafifçe yukarı doğru kıvrıldı,

"Bir kere babana kendi yazdığın bir masalı anlatıyordun. Bir kuşun hikayesini... Kuş babasına diyordu ki, 'Bana yalnızca uçmayı ve düşmeyi öğretirsen ben uçmayı unuttuğum an düşerim baba.' O gün eve gider gitmez bu cümleyi defterime not almıştım. Sen hep çok üzgündüm ve ben hep senin neden bu kadar üzgün olduğunu merak ediyordum. Seanslara sadece bir yıl devam ettin. Sonra seni bir daha orada hiç görmedim."

"Başka bir yerde mi gördün?" Merih gözlerini kaçırdı.

"Her yerde gördüm Eylül, gittiğin her yerde..." O yağan karı izlerken ben şok içinde onu izliyordum.

"Evini buldum, babanın iş yerini, annenin iş yerini, kuzenlerinin evini, okulunu... Hayat beni ne zaman bunaltsa gelip seni izledim ben. Biliyorum, içinden benim takıntılı bir manyak olduğumu düşünüyorsun. Haklısın da. Seni izlememin sebebi hiçbir zaman farklı bir amaç değildi... Dünya çok çirkin ama sen çok güzelsin Eylül. Yüz güzelliğinden bahsetmiyorum. Yağmurda herkes şemsiyelerinin altına sığınırken senin dışarı çıkıp başını gökyüzüne çevirişinden, kurduğun cümlelerden, karnı ağrımasın diye önündeki süt kabını alıp yerine bir kap mama koyduğun sokak kedilerinden, benim seni izlediğimi bilmiyorken ve kimse görmüyorken yaptığın bin tane iyilikten, insanların içinde kendini hissettiğin her türlü tedirginlikten, bu çirkin dünyanın seni bu kadar korkutmasından ve senin asla pes etmeyişinden."

"Merih, tüm bu söylediklerin gerçek olamaz..."

"Gerçek..." dedi katı bir sesle, "Hayatım boyunca birçok insanla olmayı denedim. Aptal hislerimi aşk sandığım bile oldu. Onlarla birçok şey yaşamayı deniyor ama yorulup seni izlemeye doğru yola koyuluyordum. Senin sessizliğin, sakinliğin, pencerenin önünde oturup yaktığın tütsülerin ve mumlarınla içtiğin yeşil çayınla bana verdiğin sakinliği kimse veremiyordu. Kafam yalnızca seni izlerken sessizleşiyordu, iç sesim yalnızca seni izlerken susuyordu. Ne istediğimi bilmediğim için herkesle her şeyi deniyordum ama sen benim denemelerimden biri değildin Eylül. Sen benim ne istediğimdin..."

"Merih..." dedim bir kez daha şok içinde, "Neden?" Şoktan ne diyeceğimi bilemiyordum. Kendime gelemiyordum, kafamı toparlayamıyordum, kafamın içinde binlerce farklı ses dönüp dolaşıyordu sanki.

"Neden mi?" diye sordu Merih hüzünle, "Çünkü sen benim tek kurtuluş yolumsun Eylül. O gece o konserde ben de vardım. Senin yere yığılıp kaldığın konserde... O ana kadar sana görünmek gibi bir planım yoktu. Ben seni sadece dinlenmek için izliyordum..." derken sesi titriyordu.

"Senin varlığın, insanların içine karışmak için gösterdiğin çaban ve her şeye rağmen hala temiz kalabiliyor oluşun bana güç veriyordu. Konserde herkes sahneyi izlerken ben seni izliyordum ve sen yere yığılıp kaldığında hayatımda ilk defa kendimi bu kadar çaresiz hissettim. Takıntılı bir manyak değilim, evet. Ama o an bir süreliğine takıntılı bir manyağa dönüştüm, kabul ediyorum. Hastaneye sizinle geldim, sonra ailen seni tekrar Zuhal Hanım'a götürdüğünde seni buraya davet ettiklerini öğrendim. Babamın beni de zorla buraya kapatması için elimden gelen her şeyi yaptım. Çünkü sen hayatında ilk defa ailen dışında birçok insanla olacaktın. Bu ne demekti biliyor musun?"

"Ne demekti?" Hala şoku atlatamamıştım, hala duyduklarıma inanamıyordum.

"Arkadaşların olacaktı, belki de aşık olacaktın. İşte bu yüzden buraya gelmek zorundaydım, çünkü benim tutamadığım o güzel ellerini kimsenin tutmasına izin veremem Eylül. Beni anlıyor musun?"

Gözleri gözlerimde gezerken titrediğimi hissediyordum. Hayatımda duyduğum hiçbir şey bedenimde bu kadar büyük bir şok etkisi yaratmamıştı. Kalakalmıştım, ne hissedeceğimi de ne düşüneceğimi de ne tepki vereceğimi de bilmiyordum.

"Buraya adımımı attığım ilk an bile hala niyetim seninle konuşmak ve hayatına dahil olmak değildi. Ben sadece seni izlemek ve etrafındaki herkesi senden uzaklaştırmak istiyordum. Senin hayatına dahil olmak gibi bir planım yoktu çünkü seni kendimle birlikte bu hayata mahkum edemezdim, sana bu haksızlığı yapamazdım."

"Şimdi ne değişti? Şimdi neden anlatıyorsun bunları bana?" diye sordum gözyaşları içinde.

"Ben senin defalarca acı çektiğini gördüm ve acı çektiğin günlerde yanında olamadığım için binlerce kez özür dilerim Eylül. Tek istediğim her şeyi bilmen ve neden hep uzaktan uzağa seni izlesem de yanında olamayacağımı anlamandı, işte bu yüzden dün geceden beri tüm bunları sana anlatmayı planlıyordum. Çünkü aptal irademe engel olamayıp gelip seni öptüm ve hemen sonra kaçıp gittim yanından. Biliyorum ki kafandan binlerce şey geçti, seni öpmek hayatımın tek güzel anıydı, eminim ellerini tutmak çok daha güzeldir. Fakat bunların hiçbiri yaşanmayacak, tam bir aptal gibi geldim seni öptüm ve gittim. Bu kadar. Özür dilerim ama seni yanımda tutup sana daha fazla acı çektiremem. Ama şunu da biliyorum ki sen benim bu dünyadaki tek ruh eşimsin. Bizi kimse anlayamaz. Sen ve ben... Bizi birbirimizden başka kimse anlayamaz." Sonra durdu, uzun uzun gözlerime baktı ve derin bir nefes alıp titreyen sesiyle zar zor birkaç cümle daha kurdu,

"Seninle olmamın sana zarar vermeyeceğini bilsem senin için dünyanın dönüşünü bile durdurabilirdim, ama söz konusu senin zarar görmense bırakalım dönsün dünya... Bilmen gereken tek hikayem bu, ötesi değil."

Merih'in susuşuyla birlikte oluşan sessizlik kafamın içindeki tüm sesleri de bastırmıştı. Sessizlik de bazen sağır edecek derecede gürültülü olabiliyordu. Sadece gözlerine bakıyordu gözlerim ve gözlerime bakıyordu gözleri. Öylece durmuş dünyanın dönüşünü durdurmalı mıyız durdurmamalı mıyız bunu düşünüyorduk sanki. Tüm bu anlattıklarının beni korkuttuğunu düşünüyor olmalıydı, oysa bunlar beni korkutmamıştı. Sadece kaldıramayacağım kadar büyük bir şok yaşıyordum. Kimsenin beni görmediğini, fark etmediğini sandığım bu gezegende Merih gözlerini hep benim üzerimde tutmuştu. Hislerim, duygularım, düşüncelerim ve tüm dünya birbirine girmişti sanki o an.

Her şey çok karışmıştı, hiçbir şey bana benzemiyordu oysa ben her şeye benziyordum. Ne yaptığımın bilinçsizliğiyle terapistin derste verdiği aynayı çıkarıvermiştim cebimden. Merih beni izlerken aynayı kendime doğru tutmuştum ve gözlerimin içine bakmıştım. Sonra Merih'in gözlerine kaydı gözlerim, aynadaki gözlerime bakmakla karşımdaki Merih'in gözlerine bakmak arasında hiçbir fark yoktu. Gözlerimi bir kez daha aynaya kaydırmış ve hayatımda ilk defa kendimi tanımaya çalışarak bakıyordum bir aynaya. İşte bu benim kendimle tanıştığım gündü...

"Merhaba..." dedim kendime iç sesimle, "Geç oldu ama memnun oldum."

Peki ya sizin kendinizle tanışma vaktiniz gelmedi mi? Bir aynanın karşısına geçip kendinize bir selam vermenizin, memnun oldum demenizin, ona olup biten her şeyi anlatmanızın vakti gelmedi mi?

Bence geldi...

Pencere önlerinde ağladığımız ve camın ardından dışarıyı izleyerek bir çare aramaya son vermemizin vakti gelmedi mi?

Bence geldi...

Kimse bizi görmüyor diyerek başımızı önümüze eğmeyi bırakmamızın, etrafımıza bakıp dünyayı izlememizin vakti gelmedi mi? Kimse bizi görmüyorsa bile aynaya bakarak görebilirdik kendimizi, yapamadık. Çok kez dibe battık, biliyorum. Çok kez yenildik, yanıldık, yıldık ve yıldırıldık, biliyorum. Tırmanmaya çalıştıkça düşürüldük o dağın üzerinden yere, defalarca baş üstü düştük gökyüzünden dünyaya ama hiçbir zaman dünyada hissetmedik. Oysa gökyüzü de dünyaya dahildi, bilemedik. Hiçbir zaman buraya ait hissetmedik, hep yabancı hissettik kendi hayatlarımızda. Bu dünyanın hiçbir yerinde evimizdeymişiz gibi hissetmedik, hissettirilmedik. Çünkü biz kendimize yabancıydık aslında, kendi kendimizin evi olmalıyken kendi bedenlerimizde birer misafir olmaktan öteye gidemedik. Hep bir gece daha kalıp gidecekmişiz gibi davrandık bedenlerimize. Bir ayağımız evimizdeyken bir ayağımız hep kapının dışındaydı. Gitmeye o kadar hazırdık ki hiçbir yer evimiz olamadı. Çünkü insan kalmaya karar verdiği eve ayakkabılarıyla girmezdi...

Artık ayakkabılarımızı çıkarmamızın ve evimize girmemizin vakti gelmedi mi?

Elinizi kalbinize götürün ve fısıldayın kendinize, "Evim burası ve ben buranın sahibiyim." deyin ve derin bir nefes alın. Kendi krallığımızın sahibiyiz her birimiz, hiçbir yerin yabancısı değiliz, hiçbir yerin misafiri değiliz, biz ev sahibiyiz... Kimsenin bizi kovamayacağı bir dünya burası, biz dünyaya ait değiliz dünya bize ait. Misafir olduğumuz tek şey geçmişimizdi. Gittik, misafir olduk ve çıkıp gittik geçmişlerimizden. Şu anın sahibi biziz ve şu andan daha önemli tek bir şey daha yok. Elinizi kalbinizden, gözlerinizi önünüzden ayırmayın. Size yaşadığınızı hatırlatan her şeye sıkı sıkı tutunun ve inanın bana, biz gerçekten de bu evin sahibiyiz... Evinizi bir rüyaya dönüştürmek de kabusa dönüştürmek de sizin elinizde. Ne istersek o olur, ne istersek onu oldururuz.

---

---

---


Upuzun bir aradan sonra hepinize tekrar selam canımın içleri^^

Son bölümün üzerine o kadar çok şey yaşadım ki o kadar yorucu bir dönemden geçtim ki bir aylığına da olsa ara vermem gerekiyordu yazmaya. Ama artık aranıza döndüm ve merak etmeyin sık sık yeni bölümlerle yanınızda olacağım <3

Kar Küresi'nin en kilitleri açan bölümü buydu şimdiye kadar. Hepimiz aslında en başından beri tam olarak Merih'in olayını merak ediyorduk. Eylül'e karşı bu kadar korumacı olması, sürekli onu izlemesi ve resimlerini çizmesi, "Sen varsın Eylül." diyerek onu kendine getirmeye çalışması ve Murathan'ı deli gibi kıskanması... 

Bunların hiçbiri bir anda olmamıştı işte, Merih tüm bunları zaten yıllardır yaşıyordu. Merih'in buraya geliş sebebi babasının onu zorlamasıydı, evet ama babasını onu buraya gelmesi için zorlamak zorunda bırakmıştı. Çünkü buraya gelmesinin sebebi Eylül'dü...

Bölüm sonunda çok fazla aldığım bir soruyu cevaplamak istiyorum. Kar Küresi tek kitap mı olacak seri mi diye soruyorsunuz, seri olacak evet. İki ya da üç kitaplık bir seri olacak^^ Ve ben şimdiden onların dünyasını fazlasıyla seviyorum, daha da seveceğimize çok eminim. Önümüzde bizi oldukça hareketli ve gerilimli bölümler bekliyor. Yavaş yavaş sakin bölümlerin sonuna yaklaşıyoruz... 

Sizi çok ama çok seviyorum, yorumlarınızı inanılmaz özledim. Şimdi hemen yorumlarınızı okumaya geçeceğim <3

GÖRÜŞMEK ÜZERE^^

Continue Reading

You'll Also Like

518K 17.1K 11
Doğum gününde ailesini kaybeden Almira Dolunay Soylu aylar sonra abisine gelen bir telefon çağrısıyla hastanede bebeklerin, nedeni belli olmayan bir...
1.6M 96.2K 60
Ulaş: Ev alma, komşu al demişler. Işık: Öyle mi demişler. Ulaş: Öyle demişler. Alacağım seni kendime. Mecburuz.
524K 23.2K 16
Son yirmi yedi saniye. Zaman gelmişti, kulaklıktaki ses son kez konuşacaktı. "Sonuna geldik, küçük hanım," Alacağı canları düşündükce duyduğu memnuni...
1.3M 51.5K 26
(18+ cinsellik ve şiddet içerir.) Başımızın üstünde ki elçilik binasının içinde bir ses yankılandı. "Şuandan itibaren; Onun tek bir saç teline zarar...