Siyah İnci

By Finifugales

929K 34.7K 2.4K

BU KİTABI DAHA ÖNCE BAŞKA BİR PROFİLDE YAYINLAMIŞ VE GEÇEN SENE 5 MİLYONDAN FAZLA OKUNMA OLMASINA RAĞMEN KALD... More

1●•
2●•
3●•
4●•
5●•
6●•
7●•
8●•
9●•
10●•
11●•
12●•
13●•
14●•
15●•
16●•
17●•
18●•
19●•
20●•
21●•
22●•
23●•
24●•
25●•
26●•
27●•
28●•
29●•
30●•
31●•
32●•
33●•
34●•
35●•
36●•
37●•
38●•
39●•
40●•
41●•
42●•
43●•
44●•
45●•
46●•
47●•
48●•
49●•
50●•
51●•
52●•
53●•
54●•
55●•
56●•
57●•
58●•
59●•
60●•
61●•
62●•
63●•
64●•
65●•
66●•
67●•
68●• Onur'dan kesit
69●•
70●•
71●•
72●•
73●•
74●•
75●•
76●•
77●•
78●•
79●•
80●•
81●•
82●•
83●•
84●•
85●•
86●•
87●•
88●•
89●•
91●•
92●•
93●•
94●•
95●•
96●• FİNAL
Son Söz
100●• Özel Bölüm
Duyuru!!

90●•

5.5K 210 3
By Finifugales

Hayat bazen ummadığınız anda sürprizlerle doludur. Bir umut beklerken çaresiz, çaresiz kaldığın da ise bir avuç umutludur. O bir avuç için canımı vermeyi göze alacak anlar çok yaşadım. Her saniyede bugünü düşleyecek kadar acıyla boğuldum.

Bugün ne mi? Bugün bir avuç umut. Elimde kaymasın diye sıkı sıkıya sarmaladığım parmaklarımın içinde beklemekte yorulduğum anda gelen umut. Benim olduğuna inanmakta zorlandığım rüya dolu umut...

"Sandviçler olmadı mı hala yenge hanım?" Berk'in seslenişiyle daldığım fokurdayan sudan gözlerimi korkuyla ayırdım. Aynı anda yenge kelimesiyle gözlerimi devirdim.

"Daha mutfağa girdiğim iki dakika olmadı Berk. Gel yardım et de olsun." Söylendiğimde çayında üstünü demleyerek arkamı döndüm.

"Senin el lezzetin ayrı benimki ayrı Nehir." Aynı şekilde söylenerek yanıma geldiğinde kapıda sırayla belirdiler.

"Hem de apayrı. Lezzete dair bir şey olmayacak kadar ayrı yengeciği." Doruk, Berk'i dalgaya aldığında sataşmak yerine dudağını büzerek onu onayladı. Bu halleri içten gülümsememi sağladığında en son ne zaman gerçekten güldüğümü düşünürken Cankat içeriye girerek onları dışarıya postaladı.

"Gidin içeride oturun. Gürültüden başka işe yaramıyorsunuz," dediği gibi iş vermemden tırsarak mutfaktan çıktılar. Cankat direk buzdolabına ilerleyip domates, kaşar peynir gibi sandviç için gerekli malzemeler çıkardığında tezgâha koyarak yanımda yer edindi.

"Cansu yola çıkmış mı?" En son içeride onu konuşurken bıraktığım için soruma karşı başıyla onayladı. "Peki, Baban daha iyi mi?"

"Öyle gözüküyor. En azından sağlık açısından." Domatesleri yıkayıp tahtanın üzerine koyduğunda yüzündeki ifadeye karşılık sorgulamaya devam ettim.

"Hala aklında şüphe var mı?" Neden böyle bir soru sorduğumu bildiğinden elindeki bıçağı sabit tutarak döndü.

"Ne oldu da fikri bu kadar çabuk değişti anlamıyorum Nehir. Uyandığında Burak'a inanmıyordu. Dün konuştuğumuzda da fikrinde sabitti. Bu beni deli gibi korkuturken bu sabah her şey değişti ve ona inanma kararı aldı. Sence mantıklı mı?" Üzerindeki endişe bir an bile onu terk etmezken domatesleri kesmeye devam etti.

"Belki Cansu'nun onu gördüğündeki hali etkilemiştir. Bugünde onun gerçekleri kaldıramayacağını düşünme kararı almıştır. Biyolojik olmasa da baban Cansu'yu kızı gibi yıllarca görmüş Cankat. Bu bariz ortada. Onun için endişelenmiş olabilir." Söylediklerimden sonra siyah inciler yine yeniden yüzümü bulduğunda bunlara inanmak için can attı.

"Umarım ani değişimin nedeni budur sakar kız." Lakabımı söylediği anları bile alışma aşamasına yeniden girdiğimiz umut dolu avucumu sıkmaya devam ettim. Kolundan öpüp onun daha sakin olmasını sağlamayı hedeflerken uzanıp bıçağı aldım.

"Eminim böyledir. Daha fazla dert etme. Hem annemi görüyorsun. Sana gideceğimi bile bile sesini çıkaramıyor artık. Sırf benim senin yanında yokluğundan daha iyi anlar geçirdiğimi anladığı için. İnsanın sevdiği için istemediği şeyleri kabul ettiğine en büyük örnek anneme karşı burada olmam." Yüzümdeki gülümseme içten oluşurken kaşar peynirleri kesmeye başladım.

Eve gittiğim gibi ona Cankat'ın benden uzaklaşma nedenini, yalan söyleme gerekçelerini Cansu'ya sunulan yalanlara örtüştürerek önlerine sunmuştum. Bu hepsi için geçerliydi. Onur dahil ev halkından bahsediyorum. Damla ve Onur aldatma olayını bilen kişiler olduklarından söylediklerime inanmamaya direndiler. Diğerleri sunduğum yalan dolu tabakta damak tatlarına uygun mırıldanarak tepki gösterdiler. Bana kızıp söylenseler bile sonuç belliydi. Nehir gerçekten eskisi gibiydi. Rol yoktu ve gözlerinin içi gülebiliyordu. Bu da el mahkum Cankat denen o herife bir şans vermek zorunda kalmalarını sağladı.

İki ayda altüst olan hayatım iki günde yeninden yuvarlandı ve eski halini aldı. Hayatımızda çok şey değişti. Ne ben ne de Cankat aynı olmasak da ortak olan kalbimiz ilk günden farksızdı. Bugün burada yan yana durmamıza neden olandı.

Sandviçleri hazırlayıp yukarıya çıktığımızda salonda oturan üçlüye-Doruk, Kaan, Berk- doğru ilerledik. Bugüne kadar Cankat'ın yanında olarak her şeyi bilen üçlüye. Asıl gerçekleri öğrendiklerinde sonunda onlarda Cankat için endişelenmekten vazgeçerek rahatlamışlardı. Bu her hallerinden belliydi. Bana da eskisi gibi davranmaya özen gösterseler de artık onların nedenlerini de anlayabiliyordum. Zaten bir şekilde onları anlamış ve Cankat ne derse yapacaklarına emin olduğum için yadırgamamıştım. Yine de Doruk'a kırıldığımı onu gördüğüm her anımda hissettirmiştim. Kaan'la Berk ise bana uzak olsalar da zorlandığım zaman yanımda olan kişiler olmuşlardı. O yüzden o günleri unutmaya çalışsam da beceremediğim anlarımla şu an karşımdalardı. Hiçbir şey olmamış gibi davranmaya çalışsalar da ortada Cankat'ı ölümden başka düşündüren daha depresif bir hal vardı. Burak...

"Burak daha ne kadar kalacak hastanede?" Kaan'ın sorusuyla herkes yavaşça sandviçini alırken Cankat'a döndü.

"Kaçmak için yer arıyormuş. Mehmet öyle söyledi. Odaya neredeyse doktorları bile sokmayacakmış." Cankat'ın huysuz bir çocuğun ebeveyni gibi konuşması Burak'ın hayatını yeniden gözümün önüne serdi. Elimde kalan sandviçten başımı kaldırıp Cankat'a döndüm.

"Babası öldüğünde nasıl yaşamış?" Merak ettiğim soruyu yönelttiğimde Siyah inciyi kara bulutlar sarmaladı.

"O şerefsiz öldüğünde ailesinden birine vermişler onu. Benim gibi hayırsız bir hala tarafından himaye alındığı gerçeği, onun hastanede yattığını öğrendiklerinde anca birkaç kere gelmelerinden belli. Şu an on sekiz yaşından büyük olduğu içinde onları da ret etme hakkına sahip olduğundan hastaneye gelmemelerini tembihlemiştir eminim."

Emindi ama Burak'la oturup konuştuğu elinde kaç gün vardı ki onu bu kadar iyi tanıyabilmişti? Bir insanı iyi bilmek için bir ömre ihtiyacın yoktu. On yıldır tanıdığın insanın bile yeni ortaya çıkardığı bir özelliğiyle darbe yiyebiliyordu. Aldatılanlar sadece birkaç günlük tanıdıkları tarafından mı bunu yaşadılar? Yıllarını verdikleri, o çok iyi tanıdıklarını düşündüğü kişiler tarafından bunu yaşar çoğu insan. O yüzden kısacık süre bile doğru fikirde bulunmanı sağlayabilir zaman zaman. Burak'ın geçmişi karmaşık bir sahneyken onu izlememizi sağladığı andan beri kapılıp gitmiştik oyununa. Bugün Cansu'dan hala saklama nedenimiz de hala oyunu izlemeye devam etmemizdendi.

"Annemler o çocukla konuşmak için kıvranıyorlar Cankat. Senden saklamalarını anladığını söylemişken neden onları bir araya getirmiyorsun?" Berk sandviçinden büyük bir ısırık alarak konuştuğunda sıradan muhabbetler konuşuyormuş tavırlarımızı daha doğallaştırdı.

"Kimseyi görmek istemediğine eminken teyzemle karşılaşması öfkelenmesini sağlar. Yeniden o hale gelmesini istemiyorum. En azından şu anlık uzak durmalılar. Sonrası hakkında benimde bir fikrim yok." İştahı yokken bu konuşmalar sonrası iyice elindeki sandviçi de masaya koyduğunda yeniden bir soruyla karşılaştı. Herkes meraklıydı çünkü yeni bir üye hayatımıza dahil olmuştu. Gitmekten fazlasıyla ısrarcı olan üye.

"Kalbinin delik olduğunu ne zaman öğrendin? Atak geçirirken hemen cebini arayan kişi sendin." Kaan'ın sorusuna karşı Cankat sırtını koltuğa yaslayarak düşüncelere daldı.

"Onunla yüzleştiğim zaman," dediğinde o ana şahit olduğunu anlamamızı sağladı. Bundan pişmanlık duyduğu her halinden belliydi.

"Doktorla bu konuyu konuştun mu?" Doruk sonunda araya girip soru yönelttiğinde aynı şekilde suratına bakmaya devam ettik.

"Dün bilgi almaya çalıştım ama hasta haklarına saygı duyacaklarını söyledi. Kimseye bilgi verilmemesini istemiş. Mehmet kaç yıllık dostumken o bile sesini çıkaramadı. Bu suratlarındaki garip ifadeyi anlamlaştırdı. Cansu gelsin de bu sefer ben gidip istemese bile Canel'i sıkıştıracağım." O gün bize iyi diyerek geçiştiren doktorlardaki tuhaflığı benim gibi anlaması sorgulamasını sağlarken sonuç pek iç açıcı olmadığı bu sözleriyle ortadaydı. Kimliksiz olduğunu savunan kardeşine alıştığı ismi söylemek yerine annesinin ismini söylemesi de onu istemese de öyle kabul edeceğinin göstergesiydi.

"Sen kucak açmışken neden uzaklaşmaya çalışıyor ki bu çocuk?" Berk anlam veremediği şeye sesli isyan ettiğinde Cankat'a yaklaştım.

"Daha çok yeni. Duyduklarını kaldıramaması benim yaşadıklarımı düşündükçe olası bir durumdu. Yine de ne olursa olsun onu artık yok sayıp uzaklaşmasına göz yumamam." Kardeşinin acısını en iyi bilen biri olarak nefes verdiğinde masaya bıraktığı sandviçi elime alıp uzattım.

"Yemek yemeye ihtiyacın var Cankat. Sen yemezsen bende yemem gibi tehditlere maruz kalmak istemiyorsan yemelisin." Daha fazla konuşma uzamasın diye sıyrılmak adına gülümsediğimde yüzünde yorgun gülümseme yer edindi. Uzattığım sandviçi ısırdığında yüzünde imalı çarpık bir gülüş yer edindi.

"Biberi unutmuşuz," dediği an kan yüzüme sıçradığında uzun zamandır göremediği kızarık Nehir onu daha çok mutlu ederek benim de duymayı özlediğim kahkahasını kulağımda çınlattı. Kolunun altına alıp başımı öptükten sonra yüzümü göğsünde saklamama izin vererek sandviçi yemeye devam etti.

Diğerleri anlamadığı için bize öylesine bakarken yüzlerinde Cankat da yakaladıkları mutlulukla gülümseme oluştu.

"Onur mu Cansu'yu getiriyor?" Doruk bize doğru peçete atarak ilgiyi çektiğinde imalı bakışlarıyla soruyu yine Cankat'a yöneltti. Cankat başıyla onaylamakla yetinince peçeteyi ona geri fırlattığımda öpücük attı.

"Onur hayırdır ya? Cansu'nun yanından ayrılmaz oldu. Bilmediğimiz bir şey mi var?" Berk olmayacak birinin yanında çenesini açtığında yüzündeki sert ifade onunda Cansu'nun abisi olduğunu hatırlattı. Cankat'ın boynundaki damarlar gerilirken diğerlerinde o denli merakla bakması bir oldu.

"Bizim bir şeyler sakladığımıza emin olduğu için Onur da onun gibi olduğundan ona sığındı. Bize dargınlığı Onur'a yaklaşmasını sağladı sadece." Doruk, Berk'e açıklama yaptığında Cankat'ın omzumdan sarkan elini parmaklarımın arasına alıp öptüm. Onur mevzusunda gerilmesini anlayabilsem de o da bu durumda hoşnut olmadığı gibi ses de çıkaramıyordu. Annemin bana uyguladığı gibi Cansu için kabulleniyordu.

Kapının zili çaldığında en yakın yerde oturan Kaan ayaklandığı gibi kimin geldiğine hepimiz hem fikirdik. Bu yeni evin yolunu bilen çok kişi yoktu. Beklenen kişi de Cansu da kapı açıldığı gibi karşımızda belirdi. Kaan'ı es geçerek içeriye bakış attığında Onur da arkasında belirdi. Elindeki çantayı yere koyduğunda parmağıyla hepimizi kavrayan bir çember çizdi.

"Cansu'dan her şeyi saklayalım konseyi toplanmış. Sıradaki mevzuyu ne zaman duyma şerefine erişeceğim acaba?" İmalı gözleri üzerimizde gezinirken bu triplerine karşı yüzümüzde buruk gülümseme hem de aynı anda göz devirme meydana geldi.

"Elinden acı çekmekten başka bir şey gelmeyeceğini bilseydin duymak ister miydin?" Ağzımdan çıkan soru öyle bir etki uyandırdı ki Cankat hariç herkesin suratında beni yargılayan bir ifade vardı. Cansu'nun kafasını karıştırdığıma dair. Cankat ise bunu neden sorduğumu biliyordu. Kendini ifade etmeye çalışırken böyle savunmuştu. Bana yaptığını Cansu'ya yaptığımız gibi...

"Hayır duymak istemem. Yeterince yoruldum. Benden sakladığınız başka bir şey daha varsa eğer devam edin. Abim bilmememi istiyorsa bende yalan olmaya devam ederim." Emin çıkan sesinde bize yaşattığı hissiyat fazla inandırıcıydı. Gerçekleri duymak istemediğine her şekilde inanmamızı sağladı. Şu an abisine güvenmekten başka aklında bir şey yoktu. Dediği gibi fazla yorulmuştu abisine yaslanmayı ve gerçeklerden saklanmayı bu sefer kendi tercih etti. Sanki gerçeklerin canını ne kadar acıtacağını tahmin etmiş gibi şimdiden buna hazır olmadığını belli ediyordu.

Cankat duyduklarıyla afallarken vermek zorunda olduğu kararın doğruluğunu görmüş olması bile rahatlamasını sağlamadı. Kardeşindeki tuhaflık en az onun kadar beni de ürpertiyordu. Burak haklıydı ama bunu bilmek ve Cansu'dan duymak gerçek anlamda tuhaftı.

"Ee çaylar olmadı mı Nehir?" Berk, Cankat'la Cansu arasında geçen bakışmayı bölerken ilgiyi üzerine çeksede benim gözlerim aralarında sabitti.

"Ben getiririm. Sanırım hepimiz içiyoruz." Cansu abisinin bakışlarından kaçarken herkese kaçamak göz gezdirip merdivenlere yöneldi. Aşağıya indiği gibi Kaan kapıyı kapayarak yerimizde ufak çaplı zıplamamızı sağladı.

"Bu neydi şimdi? Hala ondan sakladığınız bir şey mi var?" Onur sessizliği bozarak yaklaştığında Cankat'ın parmaklarımı sıktığını çözdüğünde fark ettim. Siyah inciler beni bulduğunda Onur'a aynı cevabı birbirimize yansıttık. Bu sefer Cansu'nun sakladığı bir şey var gibiydi.

"Ben aşağı inip yardım edeyim." Ayağa kalktığımda gerilim dolu havadan sıyrılarak merdivene yöneldim. Aşağıdaki atmosfer nefes almama bile müsaade etmeyecek kadar bunaltıcıyken mutfağın kapısından sırtı dönük Cansu'ya baktım. Koymuş olduğu bardaklara çayları doldururken boğazından kaçan hıçkırıkla daha fazla adım atamadım. Arkasını dönüp peçeteliğe ilerleyecekken beni gördüğünde beklemeden ilerleyip hızla yüzünü sildi.

"Gelmene gerek yoktu Nehir. Çayları doldurdum sayılır." Arkasını geri dönüp geriye kalanları doldurmaya devam ettiğinde yanına ilerledim.

"Cansu konuşmak istediğin bir şey var mı?" Saklamaya çalıştığı yaşlarına rağmen kızarık gözleriyle döndüğünde yüzünde alaycı ve yorgun bir gülümseme oluştu.

"Senin var mı? Bana söylemek istediğin herhangi bir şey?" Yüzümde yakalamaya çalıştığı ufacık bir ipucu kırıntısına tutunacakmış gibi hali beni afallatırken başımı olumlu salladım.

"O kadar çok şey var ki..." Mırıldanmamla duyduğu cevaptan tatmin olarak tepsiye uzandı. Yanımdan geçmeden önce aynı şekilde mırıldandı.

"Benim ise bu saatten sonra konuşmaya takatim yok Nehir." Gözleri yeniden acıyı sunarken Burak'ı önümde hissetmek göğsüme taşı oturttu. Aynı gözler, aynı hisler ve aynı kördüğüm. Cansu'nun dün yüzünde yakaladığım rahatlama ve mutluluktan eser yoktu. Sanki eski Cansu'yu gömmüş ve birçok kez göz görmeye alıştığım yıkık bir tablo vardı önümde. Sırf buna şahit olmamak için çerçeveyi boş bırakmaya çabalayan bizler için tam bir faciaydı bu görüntü.

Mutfaktan çıktığında tutunmak için tezgaha uzandım. Ne olmuş olabilirdi? Cansu her şeyi öğrenmiş olamazdı. Babası bile saklama kararı alırken ona söyleyecek başka hiç kimse yoktu. Halasının ya da teyzesinin bunu söyleyecek cesaretleri yoktu. Olsaydı bu kadar yıl sessiz kalmazlardı. Cansu'daki bu yıkım neyin nesiydi?

"Ah!" Çığlık eşliğinde gelen bardak kırılma sesleriyle yukarıda gürültü koptuğunda korkudan hızlanan kalbim kulaklarımda çınladı. Koşarak mutfaktan çıktığımda yere düşen tepsiyle birlikte etrafa saçılan cam kırıkları ve Cansu'nun üzerindeki çay lekesiyle yere çöktüğünü görmemle merdivenin başında dona kaldım. O anlık şok dalgasıyla kimse yerinden kalkamazken sırtı dönük Cansu'dan hıçkırık sesleri yükseldiğinde Cankat korkudan irileşmiş gözlerle yerdeki camları önemsemeden Cansu'nun önüne ilerledi.

"Canım çok yanıyor." Hıçkırıklar eşliğinde ağladığında Cankat onu yerden kaldırıp kucağına aldığı gibi hızlı şekilde arkada kalan banyoya soktu. Peşlerinden koşar adım banyoya girdiğimde Cankat, Cansu'nun pantolonunu titreyen elleriyle indirmeye çalıştı.

"Doruk mutfaktan buz getir. Koş!" Herkesin üstündeki şaşkınlık gitmezken Cankat bağırdığında Doruk koştuğu gibi Kaan da küvete gidip suyu açtı.

Cansu acıdan bağırmaya devam ettiğinde Cankat dayanamayıp pantolonu çıkardığı gibi sadece üstünde tişörtle kaldırarak küvette ayakta durmasını sağladı. Fıskiyeyi açıp suyu kızarık bacağına beklemeden değdirdiğinde Cansu acıdan kıvranarak Cankat'a tutunmaya çalıştı.

"Çok acıyor, çok acıyor, çok acıyor." Aynı derece kızarmış suratında titreyen ağzıyla isyan ederek bağırdığında kenara sinmiş ağzımı kapatarak izlemekten başka elimden hiçbir şey gelmedi. Küvet doldukça Cankat oturmasını sağladığında Doruk elinde buz torbalarıyla içeriye girdi. Birazını Kaan'a verip küvetin içine atmaya başladıklarında Cankat da kenara eğilip eline aldığı buzları bacağına sürmeye çalıştı.

"Geçecek şimdi sakin ol güzelim. Bak geçecek şimdi." Bir yandan saçıyla oynayıp onu sakinleştirmeye çalışırken acısı hafiflediği için başını arkaya yaslayan Cansu'nun bacaklarına buzu sürmeye devam etti. "Hafifledi değil mi?"

Cansu acıdan dişleriyle dudağını parçalarken gözünden yaşlar akmaya devam ederek başını oynattı.

"Buzlu su daha çok zarar verebilir Cankat. Artık çıkaralım sudan." Kaan'ın dediklerini Cankat onayladığında Cansu çıkmamak için direndi.

"Az da olsa hafifledi. Çıkmak istemiyorum," diyerek isyan ettiğinde yanına ilerleyerek önündeki saçları geriye ittim.

"Hemen acile gideceğiz Cansu. Direk onların müdahale etmesi gerekli." Açıklama yapmaya çalıştığımda Cankat'ın kaldırmasına izin verdi. O ayağa kalktığında kırmızı bacaklarını görmek bile içimi ürpertmeye yetti.

"Ben giyecek bir şey getireyim." Banyodan koşar adım çıktığımda kapıda duran, içeriye gözlerini kapayarak bakamayan Onur'u göremediğim için itmek zorunda kaldım. Direk Cansu'nun odasına ilerlediğimde dolabını açarak üzerine örtebileceğim herhangi bir şey ararken genel kıyafetlerin dar ve eteklerin kısa olduğunu görünce neredeyse çığlık atarak isyan edecekken kenarda kalmış beyaz ve bol bir elbiseyi gördüğüm gibi tutup çektim. Odadan çıkıp banyoya geri girdiğimde elimdekini gördüğü gibi Cansu başını salladı.

"Olmaz. Onu kirletemem. Onda annemin kokusu var." Dışarıda durdukça acısı katlandığından göz yaşları içinde başını salladığında Cankat diğerlerine seslendi.

"Siz dışarıya çıkın," dediğinde beklemeden çıktıkları gibi Cankat itiraz etmesini umursamadan üzerindeki tişörtü çıkardı.

"Annemin hala bir sürü eşyası evimizde var Cansu. İtiraz etmede vakit kaybetmeden gidelim," dediğinde yanına gidip elbiseyi verdim.

"Başka giyebileceğin hiçbir şeyin yok Cansu. Direnme ne olur." Hala çırpınmaya çalışırken Cansu'ya bol, beyaz şile bezinden olan elbiseyi giydirip kucağına dikkatle alması bir oldu. Önden ilerleyip kapıyı açtığımda diğerleri çoktan dışarı çıkmış içeride sadece Doruk vardı.

"Ben ayakkabısını aldım. Çıkında evi de arkadan kitleyeyim. "

Cankat'la hızla ayakkabı giymeye çalıştığında yerde bıraktığı kan izleri bile önüne geçmemi sağladı.

"Cankat ayağına cam batmış. Bırak Cansu'yu Doruk taşısın. Böyle gidemezsin," dediğimde Cansu'yu kapıdan çıkarıp merdivenlere yöneldi. Ayağına cam batmasını umursamadan koşarak merdivenleri indiğinde bende aynı hızla ayakkabımı giyip bağcıkları bağlamadan peşine takıldım. Arabayı açtığı gibi Kaan arka kapıyı açıp geri çekildi. Cansu'yu oraya bıraktığında bende hızlı hareket ederek ön koltuğa geçtim.

Cankat şu an direk odaklandığı Cansu'yken kimin ne dediğini umursamadan hastaneye doğru lastikleri yerde iz bırakarak ilerlediğinde arkamı döndüm. Acıdan dişlerini sıkmaya devam eden Cansu başını arkaya attığında "Geçecek," demekten başka ağzımdan kelime çıkamadı. Bu durumda Cankat'ı da sakinleştiremiyordum çünkü benim ondan farkım yoktu.

Hız yapmasına da engel olamazken çok geçmeden hep uğrak yerimiz olan o hastanenin önüne arabayı park etti. Aynı hızla arabadan çıktığımızda Cansu'yu kucaklayarak acil kısmından hastaneye giriş yaptı. Cankat'ın kucağında Cansu'yu gören doktor ve hemşireler kayıt işini sona bırakarak kırmızı alana doğru koşarak hareket etmemizi sağladı.

"Siz dışarıda bekleyin lütfen," diyerek beni çıkardığında en son sedyeye uzanmasını sağlayan Cankat'ın sırtını gördüm.

"İçerideler mi?" Doruk ve diğerleri de yetiştiğinde soruya karşı başımı salladım.

"Ah, kızım ya! Ağır olduğunu deseydi biz taşırdık." Doruk söylenirken yere doğru çöktüğümüzde sakinleşmeye çalıştık.

"Koca tepsiyi küçücük kıza taşıttık ya asıl bize helal olsun." Berk de hayıflanmaya devam ederken Kaan başını salladı.

"Yardım isteseydi merdiveni çıkmadan söylerdi. Cansu yapamayacağı şeye bulaşmaz. Yorgunluktan başı falan dönmüş olmalı." Kaan daha Cansu'yu yansıtan cümleler kurduğunda duvara ayakta yaslanarak sessizce bekleyen Onur da başını salladı.

Yaklaşık 15 dakika içeriden çıkmalarını beklerken Cankat elinde çalan telefonuyla kapıdan dışarıya çıktı. Onun çıkmasıyla hepimiz ayaklandığımızda bizim merak dolu gözlerimize cevap veremeden telefonu açarak kulağına götürdü.

"Efendim Mehmet?" Yüzünden ter damlacıkları boşalırken ıslanan tişörtünden gözüm ayağına kaydı. Hala içinde cam parçasının olduğuna inandığım acı çekmesine rağmen sesini çıkartmamasını sağlayan. "Ne demek Burak çıkış yaptı? Daha tedavi sürecinde olduğunu söylemiştin."

Ses tonu yükselirken elini beline atarak kaşlarını çattığında ilgiyi yüzüne vermemi sağladı.

"Bir şekilde çıkmış mı? Siktir." Sinirden dişlerinin arasında konuşarak telefonu kapattığında yanında duran çöp kutusuna tekme attı.

"Cankat kendine gel. Ne oldu anlat?" Doruk omzundan tutarken önüne gidip tişörtünden tuttum. O kadar sinirliydi ki Cansu'nun üstüne aldığı bu haber öfke nöbeti geçirmesine ramak bıraktı.

"Burak çıkmış hastaneden. Kimse nerede olduğunu bilmiyor Nehir. Ya son derken ciddiyse?" İnanmak istemediğimiz ama o gün bile derinden bunun gerçekliğine inanmamızı sağlayan kelime boğazımı düğümlemeye yetti.

"Mekanına gideriz. Evini de biliyordun. İlla girdiği delikten çıkarırız onu. Sen merak etme." Doruk telkin ederken kafasını kaldırıp derin bir nefes verdi.

"O istemeden onu bulamadığımız kaç hafta geçmişti hatırlasana. Şimdi özellikle benden kaçacakken onu bulmam çok zor." Onu aradıklarını ama bulamadıklarını ben Burçin'in saçını yolarken Doruk ağzından kaçırmıştı. Onun sadece gözükmesi gerektiğinde beliren hayalet olduğunu...

"Hemen adamları arayıp başlayalım aramaya. Merak etme en kısa zaman da buluruz. Bizde şimdi gidebileceği yerlere dağılalım." Kaan'ın önerisine başını salladığında elimi indirdim. Şimdi azda olsa sakindi. Ümide tutunmaya çalışıyordu. Daha sabah avucuma aldığım umudun tükendiği kadarını onun avuçlarına bırakmaya çalıştım. Şu an ihtiyacı olan tek kişiydi.

"Cansu iyi mi şimdi?" dediğimde başını oynatarak cevapladı.

"Yanığa müdahale ettiler. Uyuştuğu için sakinleşti. Sen onunla kalırsın değil mi?" Onaylamamı beklediğinde düşünmeden başımı salladım.

"Bende buradayım." Onur yerini ilk defa çekinmeden Cansu'nun yanında belirlerken Cankat'ın sadece onaylayan gözleriyle bakıştı.

"Hadi gidelim o zaman. Bende Hasan'ı arıyım." Kaan araştırması için tuttukları adamın isini söylerken telefonunu çıkarıp arkasını döndü.

"Çay yanığının bu kadar derin olacağını düşünmezdim ama sandığımızdan da kötü yaralanmış Cansu. Onun yanından hiç ayrılma olur mu? En kısa zamanda geleceğim." Omzumdan tutarak ricada bulunduğunda belinden tuttum.

"Merak etme sen. Ama gitmeden ayağına bir baktıralım Cankat. Hiçbir şey olmamış gibi ayakta nasıl durabiliyorsun?" Gözlerimiz aynı anda ayakkabısına doğru indiğinde ufak bir nefes verdi. Eğildiğinde acısını yeni anlayıp bakacağını düşünürken yerde sürünen bağcıklarımı tutarak bağlamaya başladı. Yaptığının gördüğümde isyan edecekken hızla bağlayarak ayağa kalktı. Konuşmama müsaade etmeden saçımdan öptü.

"Beni düşünme. Kendine ve Cansu'ya dikkat et ki benim daha fazla canım yanmasın," dediğinde sadece siyah incilerin endişesinde kaybolarak baktım.

"Tamamdır. Hasan bakmaya koyuldu. Biz de takıldığı bara ve o arkadaşlarına gidelim." Kaan konuşmasını bitirip döndüğünde hepsi başını oynatarak onayladı. Tam hareket edeceklerken Kaan'ın telefonu çalmasıyla durakladılar.

"Efendim anne?" Kaan arkasını dönüp telefonunu cevapladığı gibi gözlerini büyüterek bize doğru dönmesi bir oldu. "Cankat'ın evi mi yanıyor?" Telaşla kurduğu soruyla hepimize yeniden şok dalgasını yayarken gözlerim korkudan irileşmeye alıştı ve yerini aldı. Eski evlerinin orada oturan Kaan'ın annesinden aldığı haber ona haritada ilk durağı belirlemişti. "Tamam anne kapat." Telefonu kapattığı gibi önümüze geldi. "Cankat üst katınızda yangın çıkmış. İtfaiye alarmla birlikte hemen gelmiş ama annenin odası..." Daha fazla devam edemeyerek dişlerini sıktığında Doruk önüne geçti.

"Ne yangını lan?" Bugün ikinci şoku yaşayarak bağırdığında Cankat'ın konuşmadığını fark ederek döndü. Yüzünde Kaan'ın da gördüğü bir şey yakaladığında kaşlarını çatarak yaklaştı. "Cankat iyi misin?" dediğinde o ana kadar soluma dönüp yanımda nefesini bile hissedemediğim vücuda dönmemi sağladı.

"Bu sefer onu aramamıza gerek kalmadı. Yine kendi istediğinde ortaya çıktı." Gözleri donduğu yerde mırıldandığı gibi hepimizin endişeli suratına darbe indirdi. Kimden bahsettiğinin herkes farkındaydı. Burak hayalet olmaya ara vermişti.

Bu daha çok korkuyu kalbimde büyütürken Cankat da daha fazla düşünceyle sarsılıp yüzüne yansıttı. Kardeşinin son kelimesi artık daha anlamlıydı. Kalan umut kırıntılarım bile yerle kavuştu.

************************************************************************************

Continue Reading

You'll Also Like

8.1K 1K 13
TAMAMLANDI. © Tüm hakları saklıdır 21.06.2014 Hikayeyi çalan olursa hırsız hakkında yasal işlemler başlanacaktır. Sessiz Esaret adı ilk defa bu h...
5.5M 42K 7
Mükemmel olduğuna inandığım deli dolu hayatım bir gecede altüst oldu. Civciv, Kurbağa Prens'le tanıştı. Yakışıklı bir yüzün, harika bir vücudun, k...
19.8K 875 24
[Şiddet,kendine zarar verme gibi ögeler içermektedir!] Çocuktum ve yaşadığımız şeylerin kaderimiz olduğunu düşündüm. Büyüdüm ve anladım,bizim kader d...
1.6M 54K 24
"Zorla evlendik farkındasın değil mi?" dedim dehşetle. Umursamadı ve gözlerimin en derine bakıp, belimde olan eli belimi okşamaya başladı. "Evet kar...