Siyah İnci

By Finifugales

929K 34.7K 2.4K

BU KİTABI DAHA ÖNCE BAŞKA BİR PROFİLDE YAYINLAMIŞ VE GEÇEN SENE 5 MİLYONDAN FAZLA OKUNMA OLMASINA RAĞMEN KALD... More

1●•
2●•
3●•
4●•
5●•
6●•
7●•
8●•
9●•
10●•
11●•
12●•
13●•
14●•
15●•
16●•
17●•
18●•
19●•
20●•
21●•
22●•
23●•
24●•
25●•
26●•
27●•
28●•
29●•
30●•
31●•
32●•
33●•
34●•
35●•
36●•
37●•
38●•
39●•
40●•
41●•
42●•
43●•
44●•
45●•
46●•
47●•
48●•
49●•
50●•
51●•
52●•
53●•
54●•
55●•
56●•
57●•
58●•
59●•
60●•
61●•
62●•
63●•
64●•
65●•
66●•
67●•
68●• Onur'dan kesit
69●•
70●•
71●•
72●•
73●•
74●•
75●•
76●•
77●•
78●•
79●•
81●•
82●•
83●•
84●•
85●•
86●•
87●•
88●•
89●•
90●•
91●•
92●•
93●•
94●•
95●•
96●• FİNAL
Son Söz
100●• Özel Bölüm
Duyuru!!

80●•

6K 236 16
By Finifugales

Zamanın nasıl geçtiğini, ne yaptığımı anlamadığım bir günün sabahında güneşin doğuşuyla gözlerimi kıstım. Mumun tükenip beni karanlıkla yalnız bıraktığı zaman da bile korku yerine içimde kavrulan acıyla yüzleştiğim saatleri aralayan güneşe anlamsız baktım. Bugüne kadar güneşi sevmeyen biri olarak da son dakikalarımı ona bakarak geçirdim. Pencerenin kenarında oturmaktan vazgeçip ayaklandığımda ayağımı sürüyerek yerde duran çantama yöneldim. Artık bu evden kaçmak için yer arayan bünyem, yorgunluğu kenara kaldırıp aceleci davranacakken sakarlığım kendini gösterdiği gibi yerde duran cam vazoya ayağımı çarpmamla yere düşürmem bir oldu. Yatakta kıvrılarak uyuyan Cansu'ya gözlerimi kısarak baktığımda yüzünü buruşturup gözünü araladı. Ağzını açmadan önce çantayı hızla yerden kaldırıp sırtıma geçirdim. Hazırlandığımı gördüğünde şaşkınlığını başını sallayarak bırakıp yatakta oturur pozisyonu aldı.

"Nehir neden hazırlandın? Saat kaç?" Etrafında saate dair bir şey aramaya başladığında kapıya doğru ilerledim.

"Uyandırdığım için özür dilerim. Saati bilmiyorum ama artık gitme vaktim geldi. Kendine iyi bak." Sesimdeki can çekişmeyle gözleri büyüse de bir şey daha demesine müsaade etmeden kapıyı açıp dışarıya çıktım. Gözüm direk dün beni kilitleyen o sahnelerin yaşandığı banyoya kaydığında gözümü anlık kapayıp kapıya doğru yöneldim. Unutmak için kaçış yolunu tercih ettiğim anda ayakkabılarımı hızla giyindim.

"Nehir bekler misin? Ne olduğunu açıklamayacak mısın? Yani böyle alelacele gitmen..." Cansu soluksuz kalıp sıraladığı sorularıyla arkamda belirince ona doğru dönüp sözünü kestim.

"Acele etmeyecek kadar zamanın kayıplarını yaşadım ben Cansu. Şu an yaptığım emin ol o kayıplara dahil." Çökmüş bir suratı görmek bile ona şok yaşatmaya yeterken kurduğum cümleyi anlamadığını belli eden ifadeyle baktığında arkamı dönüp kapıya yöneldim. Açtığım gibi dışarıya çıktığımda kendimi biraz daha özgür hissettim. Cansu yalın ayakla çıkacak kadar umursamadan kolumu tutup durmamı sağladı.

"Belki yeni uyandığım için bilmiyorum. Kendimi şu an aptal gibi hissediyorum çünkü hiçbir şey anlamıyorum. Yeniden aynı soruyu soracağım için özür dilerim. Ne olduğunu açıklamayacak mısın Nehir?" Elini başına koyup kafasını zorladığını gösterdiğinde çaresiz kalan suratındaki endişeye ifadesiz baktım. Gözü boş kalan boynuma kaydığında yeni fark ettiği boşlukla gözleri büyüdü. "Kolye neden yok? Şey...siz..." Kelimeleri bile bir araya getiremeyecek kadar afalladığında başımla onayladım.

"Evet açıklamaya ihtiyacın kalmadı. Her şey ortada. Yok olduk. Kolye gibi..." Geceden beri sadece hissiz yaş akıp durduğu gibi biri daha yanağımdan kaydığında yüzündeki ifade bu sefer şoktan üzgün ifadeye yol aldı. Diyeceklerini yutmuş şekilde baktığında daha fazla bir şey demeye ihtiyaç duymadan merdivenlerden inmeye başladım.

O anda köşeyi koşarak dönen Cankat'ı fark ettiğim de attığım adımla yerimde durdum. Giydiği atlet ter yüzünde daha çok vücuduna yapışmış kollarından akmaya devam ederken beni gördüğünde yerinde durup nefesini düzene sokmaya çalıştı. Sabah koşusu yapacak kadar keyfi yerinde diye düşünürken siyah incilerdeki yorgun bakış ve kızarıklık dün gece verdiğim söze bir tutam daha acı serpti. Başını çevirip yürümeye devam edecekken sırtımda gördüğü çantayla yeniden duraksadı. Gözleri anlık kısılsa da kendini toplaması saniye almadan Cansu'ya baktı.

"Dışarı da ne işin var?" dediğinde arkamdan gelen ayak sesiyle Cansu yanıma geldi.

"Nehir gidecekmiş." Kelimeye baskı yaptığında ona dolan gözlerime inatlaşarak döndüm. Daha çok yaklaşıp sessiz konuştu. "Aranız da ne olduğunu şu an anlatmanı beklemiyorum Nehir. Sadece buradan öylece gitmen çok zor. En yakın durak bile 5 km uzaklıkta. Taksi desen o da..." Eli omuzumu bulup açıklama yaptığında konuşamadan önüme dönmek zorunda kaldım.

"Biraz bekle. Ben seni bırakırım." Cankat'ın daha düzgün sesi geldiğinde itiraz etmek gibi bir şey ondan beklemediğim için kaşlarımı çattım.

"Gerek yok. Onur almaya gelecek." Sesimi olması gerekenden daha sert tutmaya çalışırken bunu başarabildiğim için bir yanım kendimi tebrik etmeyi ihmal etmedi. Bakmamaya yemin ettiğim halde ona kapıldığım için gözlerinde yakaladığım ufak bakış bile içimi titretirken ters yönden gelen araba hızla evin önüne park etti.

"Geldi bile." Cansu'nun sessiz kulağıma dolan sesiyle arabaya odaklandım. Onur'un ön camdan bile fark edilen çatılan kaşları birazdan dışarıya çıkacağının sinyalini verdiğinde hiç beklemeden merdivenleri koşar adım indim. Önümde duran vücudun sahibine bakmamak için çaba harcarken kenara aynı hızla çekilerek beni bu işkenceden kurtardı. Dediği gibi artık hayatımda olmamak için elinden geleni yapacağını bu hareketiyle de belli ettiğinde dudağımı sinirden ısırarak arabaya ilerledim. Onur tam kapıyı açacakken yanındaki koltuğun kapısını açıp hızla içeriye girdiğimde eli kapıda bana doğru dönmek zorunda kaldı.

"Hemen gidelim buradan Onur." Isırmaktan canını çıkardığım dudağım bana kanın tadını sunarken aç olan midem bulandığının sinyalini verdi. Sinirden gözlerim kararsa da Onur'a olması gerekenden daha sakin konuştuğum için daha çok kaşını çattı. Yine de ikiletmeden kapıyı kapatıp arabayı çalıştırdı. Bu halimin normal olmadığını son aylarda fazlasıyla tecrübe etmişti.

Gazı kökleyip geri geldiğinde gözüm yine bana ihanet edip camdan dışarıya bakmamı sağladı. Tek gördüğüm vücudunun hızlı şekilde kapıdan geçip bundan sonra onu görmeyeceğime bir kanıt daha sunduğu andı. Cansu bize çaresizce bakarken yanından hızla geçip giden abisinin peşine takıldığını, Onur arabayı yola çıkarıp son kareyi yok etmeden önce görmemi sağladı.

Gözlerimi kapayıp kanın inadına daha çok dudağımı ısırdığım da Onur birkaç kilometre ilerledikten sonra arabayı kenara çekti. Ani duruşuyla gözümü aralamamı sağladığında ona doğru döndüm. Yeni uyandığı her halinden belli olsa da en çok sarı saçlarının düzensiz duruşu bunu yansıtıyordu. Genelde bundan rahatsız olduğu için her sabah kurutma makinesiyle uzunca muhatap olması gerekirken bugün onu bile umursamadığını gösterdi. Mavi gözleri endişeyle kavrulurken bunun nedeninin ne olduğunu sorgulamama gerek yoktu.

Yüzümün her santimini yavaşça değdirdiği bakışıyla bir sonuca vardığını dişlerini sıkarak belirtmeden önce gözleri boynumdaki boşlukta kalarak kanısını kendince doğruladı. Gözlerini hafifçe kapayıp burnundan soluduktan sonra önüne döndü.

"Adres belli. Yamuk ağacın uzun zamandır gözü yollardaydı." Arabayı çalıştırdığı gibi yüzüme bakmadan gazı köklediğinde itiraz etmeden önüme döndüm.

Yaklaşık bir saat fiilen sessizce yol aldığımız araba yolculuğumuzda kendi içimde yaşadığım bunalımlar eşlik etti. Onur arabayı durdurduğunda bu sahneyi onunla geçirdiğim her an yaşadığımızı fark ettim. Sanki Onur'un tek görevi beni adrese bırakıp yanımda acıma eşlik etmekti. Aynı anda kapıya yönelip çıktığımızda yanına gelmemle gözleri endişe perdesini araladığını ve yeni fark ettiğini belli ederek vücudumu taradı. O an kısa ve dar olan elbisemle karşısında durduğumda yürümeme engel olup kolumdan tuttu.

"Belki zamanı değil, belki hesap sormam seni daha çok sinirlendirecek ama umurumda değil. Bu halinle orada ne işin vardı Nehir?" Kaşları çatılınca kolumu silkeleyerek suratına baktım.

"Ne olduğunu sorma lütfen. Sadece..."

"Aranızda ne olduğunu sormadım Nehir. Olanlar belli zaten. Neden orada bu halinle olduğunu sordum." Gözleri yine boşluğunun derinliğini hissettiğim göğsüme kaydığında kaçırıp yeniden öfkeli şekilde gözlerime baktı.

"Olanlar belli..." Söylediği söz içime oturduğunda kinayeli şekilde nefes verdim. Ağaca doğru ayağımı sürüyerek ilerlediğimde bu sefer kendi yerime oturmak yerine Onur'un dalını tercih ettim. Bu etekle ağaca tırmanmamak gibi en mantıklı kararı verdiğimde yerinden kıpırdamadan gözlerini bana doğru çevirdi. Çantamla önümü kapatma eylemini bile gerçekleştirmeden ellerimi iki yanıma koyarak yüzüne baktım.

"Gerçekten diğerleriyle konuşmuyor musun?" Sorum afallamasını sağladığında açıklama bekleyen çatılan kaşlarını indirmeden yüzünü buruşturdu.

"Diğerleri derken?" dediğinde cevabını içinde bulup gözünü devirdi. "Başlarda öyleydi ama şimdi o hariç diğerleriyle konuşuyorum. Hem bunun konuyla ne alakası var?" Sabırsızlanan yanı baskın geldiğinden ona açıklama yerine soru sorduğum için daha çok sinirlendi.

"Bu, dün o kadar yaşanan olayı duymadan uyuduğun gerçeğini açıkladı." Kendimce akıl yürütüp daha çok kaşlarını çatmasını sağladığımda önüme uzun adımlarla geldi. Pantolonunu çekip dizlerini kıvırarak oturduğunda gözlerime baktı.

"Bak Nehir. Aradığın zaman dün seninle konuşup iyi olduğunu kanaat getirdikten sonra kafam rahat şekilde uyuyordum. Sen çağırdığında nasıl uyandım, ne halde ne düşüncelerle buraya geldim, aklın almaz. O yüzden beni daha fazla endişelendirme de şu bir boktan haberim olmadığı siktiğimin gününü anlat."

Öfkesi yüzünde daha çok şekillendiğin de yanımda çekinmeden söylediği küfürlerine aldırmadan emrine başımı salladım. Gözlerine bakarak bile ne kadar korktuğu anlamamı sağlaması için çocukluktan beri onu tanımama gerek yoktu. Onu arayıp beni oradan götürmesi ve bedenimi en azından özgür kılmasına yardım etmesini isterken tereddüt etmeyen yanım bu sahneye hazırlıklıydı.

"Tamam ama her şeyin artık eskide kaldığını bilerek beni dinle." Her ne kadar dün benim yaşadığım yıkım ağırlığını her an hissettirse de Onur'a bunu bahsetmek yerine başka bir olayı aktarmak daha hafiflememi sağlamıştı. "Celalle Özgür intikam için bir araya geldiler. Cankat'ı iki yerden vurarak yıkmaya çalıştılar. İlki Cansu'nun iç çamaşırlı halde fotoğrafları çekmek oldu. İkincisi de beni tehdit edip barda karşılarında oturmamızı sağlamaktı. Buraya kadar amaçlarına ulaşsalar da gerisi istedikleri gibi olmadı tabii. Özgür'ün bana geceyi teklif ettiğini duyan Cansu abisine her şeyi açıkladı. Sonra olaylar patladı işte. Bende o yüzden o geceyi onlarda geçirdim. Son durum bu." Düne dair bütün her şeyi anlattığımda sırf mimikleri korkmama yetecek düzeydeyken bile sanki sıradan bir olayı bahsederken gibi cümleleri ard arda sıraladım. Tabii evde yaşananlar hariç. Her cümlemde kendini zor tuttuğu belliyken dayanamayıp ayağa kalktığında elini dağınık saçına atarak daha çok dağıttı.

"Yok artık. Nehir sen ne anlattığının farkında mısın? Koyduğum ibnelerle yeniden yüz yüze geliyorsun ve benim bundan hiç haberim olmuyor öyle mi?" Sesine hakim olamayıp bağırdığında onu daha sinirlendireceğimi düşünmeden omuz silkip sırtımı ağaca yasladım.

"O an öyle olması gerekti ve sana haber vermedim. Geçip gitti nasılsa," dediğimde beklediğim gibi daha öfkeli şekilde gözlerini büyüterek önüme geçti.

"Ne kadar basit diyebiliyorsun öyle? Ya sana bir şey olsaydı? Zaten dengesizin önde gidenisin. Cansu anlatmasaymış her şeyi, gururundan bile o ite takılırdın." Beni tanıdığından emin olarak cümleleri sarf ettiğinde buna bozulmak yerine ağlamamak için boş gözlerin arkasına sığınmaya çalıştım.

"Bitti dedim Onur. Daha fazla üzerime gelme kaldıramam. En azından bugün yapma." Kendimi tutmaya devam ederken göğsümde elimi bağlayıp bu sefer etimi sıkıştırdım. Sesimi de düzgün tutmak için çaba göstermek istesem de bir yanım Onur'un önünde güçlü olmamak için direnirken bunu sağlamak çok zordu. O da en azından bunu fark ettiğinde arkasını dönüp öfkesini sinirden bağırarak çıkardı. Şu an aklında dolaşan bilmediği, görmediği olayların görüntüsünü tahmin ederken bile açık bir kapı bulup çıkamadığı alelacele giydiği tişörtünü çekiştirip omuzunu kaşıdığından belliydi. Sinirini çıkaramayınca fark etmeden yaptığı bu huyunu sergilediğinde hızlı şekilde yeniden önüme gelip oturdu.

"Diğerleriyle eskisi gibi olmasak da emin olduğum bir şey var o da o itlerin ağzına sıçtıkları. Sen bu konuda endişelenme. Buradan sonra da ilk işim bunu öğrenmek ve gerekeni de yapmak olacak zaten." Benim bu sakinliğimi endişesiyle yoğurup önüme koyduğunda bunu dert etmediğimi söylemek için ağzımı açacakken umursamayıp konuşmaya devam etti. "Şu haline bakılırsa bana Cankat'la ne yaşadığını da anlatmayacaksın. Daha doğrusu ve en önemlisi bana bunun acısını yansıtmayacaksın. Her zaman önceliğim sensin. Hatta sen istemesen de bu böyle oldu Nehir. O yüzden en azından bugünlük susuyorum." Kendini telkin ettikten sonra onu onaylamam için kaşını kaldırarak baktığında başımla onayladım. "Güzel. Senin gerekçelerinle ve seçimlerinle dolu bir geceden sonra daha fazla patlamamam için şimdi bana Cansu ne halde, onu söyle." Tereddüt eder gibi konuştuğunda gözlerini anlık kaçırmayı da ihmal etmedi. Bu anlayış dolu sözlerinden sonra önüme serdiği soru daha çok afallamamı sağladı.

"Düne oranla daha iyi. Artık herkes öğrendiği için sana da ne yaşadığını anlattım. Belki senin bilmeni istemezdi. Bilmiyorum..." Bir anda Onur'a anlattığım için pişmanlık duyduğumda dişlerini sıktığını gerilen çenesinden anlamamı sağladı.

"Ona bunu ne zaman yapmışlar? O bunu sağlayacak bir kız değil. Nasıl onların oyununa gelebilmiş?" Gözleri yeniden kararırken söyleyeceklerime odaklandı.

"Üç gün önce. O gün kendini içmeye verecek kadar kötü bir anına denk gelmiş ve Celal denen köpeğin onu gafil avlaması zor olmamış. Hem..." Olayları düşündükçe sinirim tavan yaptığında Onur yeniden ayaklanarak sözümü böldü.

"Üç gün önce mi?" Yüzünü görmemi engelleyip arkasını döndüğünde sorduğu sorunun cevabını verecek kişinin kendisi olduğunu mırıldanarak belirtti. Benim de daha fazla afallamamı sağladığında ayağa kalkacakken çantamda çalan telefon ona odaklanmamı sağladı. Fermuarı açıp içinden telefonu çıkardığımda ekrana baktığım gibi bu sefer düşünmeden açtım.

"Efendim anne?" dediğimde sesimdeki tuhaflığı anlamayacak kadar uykulu gelen sesi peşime geldi.

"Kızım, uyandın mı?"

Esnediği için boğulan kelimeleri algıladığım gibi dalga geçmek yerine ,"Hı hı," dedim.

"Dün gece aradım ama uyuyordun sanırım." Meraklı ama endişesiz sesi içimi rahatlatırken gece aramasını altında yatan kötü düşünceleri de yok ettim.

"Arada uyuduğum anlara denk geldin. Sonra da geri dönüş yapmadım. Neyse, birazdan eve geliyorum." Hızla konuşurken Onur'un dönük sırtına bakmaktan vazgeçip ayaklandım.

"Erkencisin hayırdır? Cansu'yu da getir o zaman. Baban kahvaltıyı hazırlamaya başlamış bile." Arada babama hayıflanıp konuştuğunda bugünün pazar sabahı olduğunu ve aile kahvaltısı gibi aksatılmayan bir güne dahil olacağım anı bana hatırlattı. İçimdeki sıkıntı büyüdüğünde cevap vermem zaman aldı.

"Onurla geliyorum. Kapatıyorum, hadi görüşürüz." Cansu'yu neden getirmediğime dair sorularını engellemek amaçlı hızla konuşup Onur'u öne serdiğim gibi telefonu kapattım. Ne kadar uykulu bir sese sahip olsa da bu meraklı bir annenin önünde kısa kesilen noktaları sunarken bile devamının uzatılacağını bilmediğim anlamına gelmez. En azından benim annem kapatmasaydım tonla soruyla geleceğini Onur'u duyduktan sonra keyiflenen sesinden önce belli etmişti. Tabii peşine kapatmasaydım bunun etkileri daha kısa sürecekti. Eve gidince beni sıkıştırmayacak kadar olmamasını diliyorum.

"Annenle konuştuktan sonra bile endişeli değilsin. Seni kaçırmamı da teklif etmiyorsun. Üstüne üstlük beni kovup bir iç dökme seansı yapmıyorsun. Gidişatından korkmamam için bir neden söyle." Fark etmediğim anda yüzümü inceleyecek kadar vakit bulan Onurla göz göze geldiğimde işaret parmağımı yüzüne tuttum.

"Bir nedenim sensin. Daha deminki halinden sonra yeniden benim için endişelenebiliyorsun. Normal olduğuna inanmam için bir neden söyle." Onun sözünü dalgaya alacak kadar kendimin normal olmadığını yüzüne vurduğumda göz devirdi.

"Birçok nedenim sensin." Verdiği cevap gözlerimi kısmamı sağladığında yüzüne bakmamı engelleyerek omuzumdan itip yürümemi sağladı. "Sen nasılsan bende öyleyim çilek. Önceliğim sensin dediğimi hatırlıyorum." Kulağıma söylenip itmeye devam ettiğinde arabanın kapısını açmak için yanıma geçti.

"Benimle boğuşmaktan senin ne yaşadığını hiç konuşamadık Onur. Ben iyiyim diyemem ama senin önceliğin nasıl bensem, benim için de öylesin." Arabanın önünden dolaştığında attığı bakışla utanmamı sağladı. "Tamam bencilin önde gideniyim. Hele şu son aylar iyice konu ben, ben, ben oldu. Yine de bugün karşındayım ve dinlemeye hazırım. Hatta ben hariç her şeyi konuşabiliriz." Kapıyı açıp bindiğimde çantamı kucağıma koyduğum aynı anda koltukta yerini aldı.

"Seni bu konuda hiçbir zaman suçlamam çilek ama şu an bile kendi menfaatin söz konusu." Son cümlemi ima ettiğinde hızla telafi etmeye çalışacakken ağzımı açmama fırsat vermedi. "Öyle de olsun. Ben her koşulda yanındayım. Karşılıksız denilecek kıvamda olsada." Kurduğu cümle iyice içime oturduğunda arabayı çalıştırırken hala konuşmama müsaade etmedi. "Ayrıca kendi hayatım hakkında gizli kahraman olarak takılmayı seviyorum biliyorsun. Yaptığım hataların bedelini öderken de bunu sana bile belli etmedim hiçbir zaman. Bundan sonra da böyle olacak. O yüzden bilmen gereken tek derdim içinde acı çekerken dudağını ısırıp kanatacak kadar kendini tutmaya devam etmen. Gerçi derdime çare bulduğunda yanında olmakta beni korkutacak kadar şaşırtacağına eminim."

Yüzüne sözlerinden sonra şaşkın bakmamı engelleyen son cümlesi benimde korkumu ortaya serdi. O gün geldiğine umduğumdan da çok az kaldığını vücudum bile titreyerek öne serdiğinde başımı cama doğru çevirdim. İçindekileri dışa vurduğunda Onur kafamı karıştırsa da şu an derdine çare olarak tanımladığı patlama anımda yaşayacaklarım beni de korkutmaya yetti.

"Beni bırakıp gittikten sonra dünden beri fazlasıyla damla yanağımdan kaçıp gitti. Gece boyu onu ve bana yaşattığı acıyı düşünsem de yine ağlamak istesem de acısı boğazımı kavururken gözlerim yanarken bile bunu sağlayamadım Onur. Bana ne olduğunu bilmiyorum. Eski Nehir'in saklandığı yerden çıkmasına ve içten gelen sulu gözüne ihtiyacım var. En azından acımı hafifletecek kadar. Duygusuzmuş gibi olmayacak kadar." Onun bana sunduğu gibi içten gelen itirafım yine boğazımı kavururken kuru gözlerle yolu izlemeye devam ettim. Bir anlık Onur'a döndüğümde yüzüme tuttuğu bakışta onunda çaresizlikten dilinin düğümlendiğini ve benim bıraktığım yolu izlemek için dönmesi bir oldu.

Güvenlikçi Haluk amcayla Onur selamlaştıktan sonra binanın önüne yaklaşık on dakika geçen yolculuğumuzdan sonra vardığımızda başımı ekrana doğru çevirdim. Dijital saatte sabahın sekize doğru yol aldığını fark etmemle Onur arabayı durdurup ekranı kararttı.

"Evden böyle mi çıktın?" Gözüyle üstümü gösterdiğinde çantamı kucağıma alıp kaldırdım.

"Hayır, içeride giyinirim." Başını sallayıp kapıyı açtığında aynı anda dışarıya çıktık. Binaya yaklaştığımızda çantamdan anahtarlarımı çıkarmak için elimi içine attım. Yine kargaşada boğuştuğum da Onur derin bir nefes verip çantayı elimden aldı. Fermuarı daha çok açıp içine bir bakış attıktan sonra daha az sürede anahtarı bulduğunda çıkarıp göz kırptı. Bunun üzerinde durmak yerine kapıyı açması için elimi uzattım.

Çantayı elime verip kapıya ilerlediğinde fermuarı çekip tek kolunu omuzuma attım. Kapıyı açtığında geçmem için araladığı yerden ilerleyip beklemeden asansöre doğru ilerledim. Direk giriş katında olduğu için kapıyı açtım. Boş olduğu için bile kimseye görünmeden çıkmanın tuhaf sevinciyle içeriye girdiğimde Onur kapıyı tutup kaşlarını kaldırarak bekledi.

"Hadi girişte zile basmadın üstünü giymek için. Peki, asansöre giyinmeden neden bindin?" Sorusunun cevabını verirken tişörtünden tutup içeriye çektim.

"Girişte bunu yapmam çok tehlikeli çünkü saat kaç olursa olsun illa birine denk gelirim. Kendi katımda da yapamam çünkü yukarıdan ne zaman geleceği belli olmayan bir Mete istilası olabilir. Bu binanın her yeri kuşatıldı biliyorsun." Hızlı açıklamamla önünden uzanıp beşinci kata bastım. "O yüzden burada üstümü giymem lazım." Çantamın fermuarını yeniden açıp içinde sıkıştırdığım şortumu çıkardığımda Onur gözlerini büyüttü.

"Önümde o elbiseyi çıkaracaksın. Sen, Nehir Özkal." Şaşırdığını mimikleriyle birlikte sesine de yansıttığında birinci katı da altta bıraktık.

"Hayır boklu. Elimdekileri üstüme geçireceğim. Yine de sen arkanı dön." Ona lakabıyla seslenmem bile kuru sözle olsada daha çok şaşırmasına yol açtığında omuzundan iterek arkasını çevirdim. Şortu hızla bacaklarıma geçirdiğimde eteği yukarı kıvırıp düğmeyi kapattım. Dar olduğu için kıvrılan kısmı tişörtle kapatacaktım. O anlık planım buydu. Tabii çantaya uzanıp elime aldığım Cankat'ın tişörtü donup kalmamı engellemeseydi. Her şey gibi acımı saklamaya çalışırken geri planda tutmak istediğim noktalardan biri yüzüme çarptığında 5. Kata geldiğimizi asansör durarak belli etti.

"Giymiş olmanı ümit ediyorum. Aysel Sultanın sesini duyar gibiyim." Onur bana dönmeden önce eliyle kapıyı gösterdiğinde sesi kamufle eden kulağımdaki uğultu dağıldı ve annemin sesini avuçladı.

"Güzelse 3, değilse 2 tane ekmek al. Bak kötü getirirsen geri yollarım." Berke'ye yönelik olduğuna emin olduğum sesi yankılandığında gözlerim büyüdü. O an nasıl içime adrenalin dolduysa can çekiştiğim yükü üzerime giydim. Asansörün kapısı saniyeler içinde açıldığında gözleri bize şaşkınlıkla dönen Berke'yle bakışmamız da saniye aldı.

"17 yıllık hayatım da her gün şunu söylemekten bıkmadın anne. Al işte koca karı geldi. Biraz ona bulaş. Gerçi senin yerine bu sefer babam bulaşacak." Kinayeli gülüşüyle birlikte Onurla tokalaşıp geçmem için yer açtıklarında laf atmak yerine kafamı öne eğip asansörden çıktım. Aynı şekilde kapıya ilerleyip ayakkabımı çıkarırken yine Onur'un önüme duvar olmasını bekledim. Beklediğim gibi de hızla ayakkabısını çıkarırken annemi kucakladı.

"Hoş geldin oğlum." Onur'a gülümseyen suratı yüzüme döndüğünde solduğunda kolumdan tutup içeriye çekti. "Ne bu halin Nehir? Yüzün çökmüş. Bir şey mi oldu?" Telaşlı anne profili sergilediğinde asansörde aynaya bakmadığım için kendime hayıflandım. Gerçi baksam nasıl toparlanırdım bilmiyorum.

"Bir şey yok anne. Hastane yordu beni." Kısa açıklamamdan anlaşılacağı gibi Cankat mevzusunu annemden bugünlük saklama kararı aldım. Onur'un bakışları da bunu anlayıp saklayacağını ima ettiğinde annem bahaneme inanmak ister gibi baktı.

"Hadi gelin buraya. Daha kahvaltı hazırlanacak." Mutfaktan gelen babamın sesiyle bana daha çok yaklaştı.

"Dün babana haber vermeyip dışarıda kaldığın için tripli haberin olsun. Onun gönlünü al bari." İnanmak istediği normal bir Nehir için başımı salladım. Babam bazen trip kralı kesilebiliyordu. Tam da olması gereken en son günde bana onu sunmak için çağırıyordu. Onur her zamanki gibi önümden mutfağa ilerlediğinde babamla uzun zamandır görüşmüyormuş gibi tokalaşmalarını yaptılar.

"Oh, iyi ki geldin oğlum keyfim yerime geldi. Hadi geç otur şöyle. Bende menemen yapıyordum şimdi." Gülerek konuştuğunda Onur da aynı keyifle gülümseyerek sandalyeye ilerledi.

"Genelde pazar günleri mıhlama yapardık baba. Nereden esti menemen?" Konuşmaya çalışan taraf benim olmam bile şaşırılacak durumken babam sandalyeye ilerlememe izin vermeden cevabını verdi.

"Bugün canım öyle çekti kızım. Nasıl olsa bu evde herkes keyfine göre istediğini yapabiliyor." Geceye dair dokundurmamı da yediğimde eliyle yanına gelmemi işaret etti. "Sen şimdi sevimlilik yapmadan önce cezanı çek sonra affederim. Soğanlar ellerinden öper Nehir Hanım." Yüzüme bir an bakmadan eski Nehir'in yapacağı sevimliliği söylediğinde şimdiden keyif alarak neredeyse hunharca gülen adam gibi kahkaha attı. O an annem de itiraz etmek yerine bunu hak ettiğimi düşünüp Berke'ye kapıyı açmak için mutfaktan çıktı.

"Sevimlilik yapmaya niyetim yoktu zaten." Ağzımdan istemsiz kaçan itirafımla ayaklarımda kaderine razı olarak tezgaha ilerlediğinde beni kurtarması için Onur'a bile bakamadım. Babam ocağa tavayı koyduğunda sözlerimle duraklayıp bana doğru döndü. Yüzümde yakaladığı ifadeyle kaşlarının çatılmasını izledim.

"Kızımı özledim Nehir. Ne demek istediğimi anladın mı?" Kurduğu cümleyle beklemediğim bir acı boğazımı kavurduğunda başımı hafifçe oynattım. Ona soğuk davrandığım o aylardan sonra ölü halime daha fazla razı olmayacağı barizdi. İyiymiş numaralarım bile bir işe yaramadığının kanıtıydı bu cümlesi. Tahtanın üzerine bırakılan kabuğu soyulmuş soğana baktığım gibi saklanan acım iyice gözlerime batmaya başladı.

"Bu... bu çok ağırdı baba." Gözümün önüne anında serilen Cankat'ın beklemememi söylediği o an geldiğinde ağzımdan çıkanlarla elime bıçağı aldım. Kalan bütün umutlarımın yok olduğu o an...

"Bir de 10 kilo soğanı taşısaydın o zaman görürdüm seni." Berke'nin arkadan gelen sesiyle masaya koyduğunu belli ettiği ekmek poşetinin hışırtısı duyuldu. Sandalyeyi çektiğini yere sürten tahta sesi belli etti. Babamın bana öylece baktığını hissederken soğanı zar zor görmeye çalıştım.

"Aşağıdan asansöre koydun. Sonra da yukarıdan balkona taşıdın. Ne çok taşımışsın be oğlum." Annem Berke'ye alaycı şekilde söylendiğinde sol tarafımda kalan buzdolabına doğru ilerledi.

"O kadarı yetmedi mi? Yormuşsun beni işte kötü kadın Müzeyyen. Hala ekmeğe inmem de cabası." Berke'nin isyanıyla annem ona susması için bir şeyler fırlatmış olmalıydı. Arkamda yaşananlar benim filmimde efekt olarak yer edinirken soğanı tutup ortasına bıçağı geçirdim.

"Bende çok yoruldum baba." Sesim fısıltıyla çıkarken yarım olan soğanı çevirip bıçağı peş peşe savurdum. Taşıdığım bu yük ağırlığını o kadar bastırdı ki soğan kokusu yerine Cankat'ın kokusu burnuma doldu. Artık bir daha koklayamayacağım, bana yasaklanan koku...

"Daha yeni başladın kızım. Allahtan ceza dedi baban." Babam yanımda sessizce bana baktığını hissettirmeye devam ederken annem söylenerek yanıma Berke'ye atmadığı domatesleri bıraktı.

"Hastanede sabahladı yorulmuştur tabii. Gitmeyin ablamın üstüne. Cansu nasıldı Nehir?" Berke beklenmedik şekilde beni savunurken Cansu dediğinde o günkü imalı ses tonunu duymamı sağladı. Annem de sorular sormaya başlayıp ben cevap vermeyince aralarında diyalog kurarak arkamda yer edinmeye devam ettiler.

Nefes alamadığımı hissettiğimde bıçak olmayan elimi boğazıma çıkardım. O yerde elime gelmeyen bana onu beklerken destek olan kolyeyi avuçlayamadığımda ağzımdan hıçkırık çıktı. Boğazımı kavuran acı her yerime dağıldığında gözümde bir anı daha canlandı. Ona canımın acıdığını söylediğim ve kolyeyi avucuna bıraktığım sahne... Bizi tamamen bitiren o an...

"Ben senin ne demek istediğini anladım ama o beni anlamadı baba." Babama dönmeden hıçkırıklarımın arasında konuştuğumda soğana durmadan bıçağı geçirdim. Gözlerimden bir anda öyle yaşlar boşalmaya başladı ki hıçkırıklarımı duyduklarında etraftaki bütün uğultu kesildi. Filmimin efekt olan sesleri yok oldu. Önümde capcanlı beliren siyah incilere saklanmadan acımı kusmaya başladığımda soğana gözüm yaşlardan buğulanarak darbeler indirdim.

Patlamamın çok az kaldığına emin olsamda saklandığım yerden çıkmamı sağlayan soğana teşekkür edeceğime acımasız davrandım. Babamın bir sözü beni sıkıştığım yerden çıkarırken gözlerim daha çok acısada sonunda yaşlar canımdan koparak yol aldı.

Annemin elini omuzumda hissettiğimde onun konuşmasını engelleyen babam oldu. Bana sadece bakmakla yetinmeyi tercih ettiğinde yarım olan soğan elimden kayıp yere düştü. Eğilmek için elimi uzattığımda Onur benden daha önce davranıp yerden kaldırdı. Benden kaçırmak yerine elime tutuşturduğunda ayağım daha fazla vücudumu taşıyamayıp yere oturmamı sağladı. Bunu durdurmak isteyen yanım bile kalmayacak kadar nefesim tükendiğinde Onur yanıma oturup soğan olan elimi kavradı.

"Devam et Nehir." Fısıltısıyla daha fazla kendimi tutamadım. Dudağımı ısırmaktan vazgeçip içlenerek ağlamaya başladım. Bu bağırış kelimeleri yutan haykırıştı. Aylarca içimde barınan son noktaydı. Etrafımda çaresizce oturup beni endişeyle izleyen ailemin beklediği ve sonunda ortaya çıkan acı çığlığımdı. Onur'un da bu yüzden devam etmemi isteme sebebiydi.

Gözlerim acıdan o kadar doldu ki artık beynim önüme bir sahne sunmayacak kadar kararmıştı. Tek bir sorun vardı o da hala üzerimde olan tişörtten gelen kokuydu. Soğanın onu yok etmesi imkansız gibiydi. Psikolojik olarak o her yerime işlendi. Daha saatler önce kokusunu içime çekerken unutmam zordu. Onun yokluğunda bile kendime her gün hatırlatıp beynime kazımıştım. Şu an onu yok etmem gerçekten imkansızdı. Bugünden sonra buna çabalayacağımı bilmek bile canımı söküp atsam daha az acı verirdi.

"Ben nasıl eski Nehir olacağım baba? Nasıl hala içimde barınırken o yokmuş gibi davranacağım? Ne olur bana yardım edin." Göz yaşlarım her yerimi ıslatırken ağzıma dolan tuzlu suyla babama doğru döndüm. Yüzünde eksilmeyen sert ifade daha belirgin şekilde kaşını çatmasını sağladı.

"Yeter artık. Ben eski kızımı görmek istedikçe daha kötüsünü görüyorum. O çocuğu varya..." Kendini sıkarak tuttuğunu öfkeyle bağırdığında mutfaktan hızlı şekilde çıktı.

"Geç bile kaldık." Berke de bir hışımla kenarını sıkmaktan canını çıkardığı sandalyeden kalktı. Babamın peşine takıldığında annem arkalarında telaşla mutfaktan çıktı. İçimde yer edinmekten çekinmeyen korku yeniden yüz üstüne çıktığında Onur'a tutunarak ayağa kalktım.

"Sen bir şey daha deme. Bana bırak." Onur yüzümdeki yaşları silmeme yardım ederken içimin azda olsa rahatlamasını sağladı.

"Dur Ali. Daha ne olduğunu bilmiyoruz." Annem telaşlı sesiyle odalarından giyinmiş şekilde çıkan babamın önüne geçti.

"Görmüyor musun Nehir'i? Biz kaç aydır bu kızın çöktüğünü görmedik mi Aysel? Hadi başta erkek arkadaşından ayrıldı depresyonda dedik. E bu ayrılık sendromu kaç ay sürüyor da bu kız daha beter oldu? Demek ki hala peşinde kızımın." Babam da sesine hakim olamayıp anneme bağırdığında Berke de hazır şekilde odasından çıktı.

"Ne yaptı da ablamı bu şeile soktu o şerefsiz? Çok bekledik çok." Babamı iyice gaza getirip kapıya ilerlediğinde onlara doğru adım atamadan Onur yanımdan ayrıldı. Kapıyı açan Berke tam dışarıya çıkacakken müsaade etmeden kapattı. Babamın ve Berke'nin öfkesiyle karşılaştığında kapıyı iten elini babama doğru çevirdi.

"Ali amca sinirinizi ve öfkenizi çok iyi anlıyorum ama bu hiçbir işe yaramaz," dediğinde babam daha çok öfkelendi.

"Kızım içeride ağlayıp benden yardım isterken ne yapmamı bekliyorsun Onur?" Neredeyse kükreyerek soruyu yönelttiğinde beklemediğim şekilde Onur sakin yaklaştı.

"Ben buna neredeyse üç aydır şahidim. Cevabını da çok zor olsa da öğrendim. O yüzden bana güvenin." Gözü babamla Berke arasında gezinirken öfkeleri yerinde olsalar da gitmek için acele etmediler. Onur bundan istifade eder gibi babama daha çok yaklaştı.

"Bugüne kadar kızını hep bana emanet ettin. Bende onu korumak için elimden geleni yaptım. Ta ki elimi kolumu bağladığı o güne kadar. O gün ben bile ona bir bariyer olamadım. Buna müsaade etmedi çünkü o da yeni bir yolculuğa çıkmıştı. Bana söylediği ise, 'Sonucu bilmesem de ben bu yolda adım atacağım.' sözüydü. Kendisi denedi ama olmadı işte. Şimdi bilmediğiniz bir konu hakkında gidip o adamı dövseniz elinize ne geçecek? Nehir'in acısını inanın böyle dindiremezsiniz. En azından emanet ettiğin kişi olarak ben bile bunu sağlayamadım. Bırakın kendisi yine bunu göğüslesin. Sizde sadece yanında olun. Yapabileceğimiz tek şey bu." Peş peşe kurduğu her cümle benim bile hıçkırığımı dindirirken babam giydiği hırkasını hızla çıkarıp yere fırlattı. Bu istediğini yapmayacağı, yenilginin ifadesiydi. Babam bana doğru bakmamaya direnir gibi salona ilerleyecekken Berke daha hızlı hareket edip dış kapıya yöneldi.

"Kendi göğüslenip acı çekecekse bile o herifinde de acı çekmesi lazım. Çık önümden Onur." Önüne çıkan Onur gibi bariyere dokunamadan yüzüne soludu.

"Çekmediğini nerden biliyorsun?" Onur sessiz sorduğu soruyla Berke'nin afallamasını sağladı. Mutfağın tezgahına dokunup ayakta durmaya çalışarak onları izlediğimde kurduğu cümlede bir anlam aradım. Onur da benim gördüğümü artık görmeye mi başlamıştı? Tam biz her şeyi bitirmişken.

"Bir bok bilmiyorum. O yüzden görüp susmak zorunda kaldım. Şimdi..." Berke anında toparlanıp yeniden kapıya yönelecekken bu sefer onu durduran annem oldu.

"Bilmiyorsan susmaya devam edeceksin Berke. Yapabileceğimiz bir şey olsaydı bunu ilk ben sağlardım. Şimdi Onur'u dinle ve içeriye geç." Benim o halimi gördüğünde yüzünde ağlamaya yakın ifadesinin yerini şu an sert olmaya çalışan anne profiliyle kamufle edip Berke'nin önünde durdu. Kolundan tutup içeriye çekiştirdiğinde Onur'la bakıştık. Ne yapmam gerektiğini bilmeden ona gözlerimle bir şeyler anlatmayı çabalarken salona doğru ilerledim. Kapının girişinde durup koltukta karşılıklı sıralanan aileme buğulu gözlerimin ardından baktım. Sinirden her an ayağa kalkacakmış gibi bekledikleri aşikarken annem bir şey demem umuduyla suratıma baktı. Onur da arkamda yer edinince aldığım güvenle bana hala bakmamaya direnen babama doğru döndüm.

"Birçok açıklamaya ihtiyacınız var ama bugün daha fazla bir şey beklemeyin benden." Sesimle birlikte babamın gözleri kaçamak şekilde bana doğru döndüğünde anneme açıklamama son verip tamamen ona odaklandım. "İstediğim şey için üzgünüm baba. Artık bende bundan kurtulmak için can atarken düşünmeden, istemeden senin bir sözüne saklanarak ortaya çıkmaya çalıştım. Senden nasıl olacağını bilmediğim bir şey için yardım istedim. Ama merak etme. Bilmesem de eski Nehir'i ortaya çıkaracağım. En azından sadece bugünlük yalnız kalmamı sağlayın. Son bir kez..." Cümlemin sonunu bekleyemeden yeniden hıçkırıklar devreye girdiğinde onları izlerken tuttuğum her saniye fazlasıyla yüklendi.

Cevabını beklemeden arkamı döndüğüm gibi Onur'un yanından geçip odama ilerledim. İçeriye girdiğim gibi kapıyı üzerime kapatsamda kilitlemedim. Hepsinin bu isteğime saygı duyacağına emin olsam da dış kapının sert şekilde kapanma sesi geldiğinde o kişinin Berke olduğuna adım kadar emindim. Ben sinirlenince nasıl yalnızlığı seçiyorsam o da öfkesini kusacak yer arayanlardandı. Şu an Cankat'ı aramayacağına da yüzde yüz emindim. Beni dinlediğinde yapacaklarına yön verebiliyordu. Hedefini kum torbasına çevirmek gibi...

Yatağıma ilerleyip çökmeden önce tişörtü hızla kafamdan sıyırdım. Daha fazla onun bitmeyen kokusu daha fazla acıya bedeldi. Kenara fırlatmaya bile kıyamadığım eşyasıyla yatağa oturduğumda onun beni hiç düşünmeden fırlattığı gerçeğiyle çarpıştım. Bir darbe daha hıçkırığı dizginleyemezken yüz üstü yatıp kafamı yorgana gömdüm. Hıçkırıklarımda boğulmak yaşayabileceğim en olası sondu. Dilediğim sondu.

**

2 hafta sonra

Yüzümde saçma bir tebessümle okuldan çıktığımda kenarda ağlayan insanlara aynı anlamsız ifadeyle baktım. Yüzüme neredeyse küfrederek baktıklarında umursamadan parmaklarımın ucunda kalkıp annemin heyecanlı suratına dair bir görüntü ya da babamın beklemekten sıkılmış ifadesiyle karşılaşmayı bekledim. Elimi de güneşe siper ederek sola doğru başımı çevirdiğimde beklediğim tabloyla beni karşıladılar. Kapıda bekleyen insanların 'hayırlısı olsun, takma bir sene daha hazırlanırsın' sözleri kulağıma iliştiğinde sıkıntılı bir yüz ifadeyle birlikte kinayeli şekilde güldüm. Klasik laflar bu hayatta candır boşuna demiyorum. Her sınavdan sonra duyulması gereken sözlerden fazlasıyla nasibimi aldığımda annemin meraklı suratına karşı tebessüm ederek omuzunda sarkıttığı çantama uzandım.

"E nasıldı kızım?" Dayanamayıp sorduğunda dudağımı büzüp babamın da kaçamak olan bakışlarına omuz silktim.

"Daha gencim be anne. Hem evlenmeye de niyetim yok nasılsa." Annemi dalgaya alıp koluna girdiğimde babam gözlerini kısarak önümüze takıldı.

"Görücüye çıktıktan sonra yorumunu almaya geldik sanki. Sınavı soruyor kızım. İki saat güneşte pişmiş beynimize net cevap ver." Yarısı gri, çeyreği beyaz ve ortası kelleşmiş kafasını sıvazlarken kahkaha atarak diğer kolumu omuzuna attım.

"O zaman çok net olayım Ali amca bey. Seneye artık bir daha denerim diyorum. Bir yıl daha dershane parası size..." Cümlemi tamamlayamadan elinde kıvırdığı şapkasını arkamdan vurmak için kaldırdığında kolumu omuzundan indirdim. Annemin diğer yanına kaçtığımda aramızda geçen gülüşmelerle karşıda kalan arabamıza ilerledik. Arkada yerimi aldığımda çantamdan telefonu çıkarıp Damla'yı arayacakken o beni arayarak kalp kalbe karşıdır sözünü doğruladı. Telefonu açıp kulağıma gülümsememi soldurmadan götürdüm.

"Nehir Hanımla mı görüşüyorum? Yarım saattir sekreteri Aysel Hanımla muhatap oluyorum da." İsyankar sesine karşı derin nefes verdim.

"Hiçbir şey bilmesen bile vicdanın için zamanı son dakikasına kadar değerlendirmen gerekirdi Damla. Gerçekten yarım saat önce mi çıktın? Öğrencilik esasına ihanet ettin." Sesime şaşırmayı da eklediğimde babam arabayı çalıştırdığı gibi bana seslendi.

"O annesini babasını düşünmüş en azından. Bir de utanmadan bilmediği halde içeride oyalandığını itiraf et sen." Babamın isyanına dayanamayıp tuttuğum kahkahayı bıraktığım da Damla da sesini duyduğunda bana eşlik etti.

"Nasıldı böcük?" dediğinde babamı daha fazla kandırmak yerine Damla'ya gerçekleri söyledim.

"Fazla basit geldi. Belki de bilmediğimden öyle gelmiştir." İtirafımdan sonra dayanamayıp son cümlemde babamı kızdırmak için inat söylendiğimde dikiz aynasından 'inince görürsün sen' bakışını yedim.

"Aferin benim kızıma. Emin ol sınav basit değildi. Güveniyorum ben sana. Seneye üniversiteye kırmızı halılar eşliğinde gireceksin." Gurur duyan anne edasıyla konuştuğunda o görmesede göz devirmeden edemedim. Sınavının nasıl geçtiğini ona sormama gerek yoktu çünkü cevabını bildiğim bir soru için ağzımı yormama değmezdi. "E bugün planımız ne şampuan? Bak bana sakın yine test çözeceğim deme evinizi ateşe veririm." Ciyaklayan sesi kulağımı bulduğunda kahkaha atacağımı düşünmediğim bir an yaşadım. Uzun zamandır bunu hiç yaşamadığımızdan belki de.

"Yok yavrum ya. Bugün başka testi kaldıramam zaten. Anca yarın başlarım." Onu dalgaya aldığım gibi aynı çığırmayı duyduğumda telefonu kulağıma geri yaklaştırdım. "Onurla sinemaya gideceğiz. Gel istersen." Kısa kesip bugüne dair planımı sunduğumda iç çekti.

"Daha dün gitmediniz mi kızım? Bir bitmedi sinema aşkınız. Zaten ya test ya da filmler..." Mırıldanmaya başlayan cümlesiyle yüzümdeki gülümsemenin yok olmaması için dişlerimi sıktım.

"Öyle Damla, sanırım gelmeyeceksin. Akşam evde görüşürüz o zaman. Daha Sena'yla Batuhan'a mesaj atmam lazım. Bay bay." Daha bir şey demesine müsaade etmeden telefonu kulağımdan uzaklaştırıp kapadım. Yine beni bunalıma sokmak için gerçekleri yüzüme sunmaktan vazgeçmeyeceği o mırıldanmasından belliyken en akıllıcası zaten buydu.

O gün yaşadıklarımı bilmediği için bana topu topu bir saat trip atabildiği için bile hıncını çıkarmaya yer arasa da onun gözünde hala hastalıklı biriydim. Gerçi sadece onun gözünde değil. Çevremdeki herkes için virüs kapmış biriydim. Hiç düzelmeyecek gibi.

İki haftayı o yüzden eski taktiğimi uyguladım. Testlerle değerlendirip odamdan çıkmayarak zaman harcadım. Çıktığım anlar ise Onurla film molası vermek ya da dışarıya çıktım demek için sinemaya gitmekle geçirdim. Bu da Onur'a iyileşiyorum demenin bir yoluydu. Ders çalışıyorum çünkü sınav yaklaşıyor, film izliyorum çünkü eski Nehir'e dair en baskın yönüm bu. Bu iki şıkkın tam iki hafta boyunca kullanıp ailemi idare ettiğim de sadece onları değil kendimi de yönlendirdim. Bu son üç aydır yaptığım gibi onlardan saklanmak için giydiğim normal insan maskem değildi. Takıp çıkarmaktan bıktığım o maskeyi yüzüme diktiğim o günün ertesinden beri kendimi de kandırmaya çalıştığım günlerdi. Bundan sonra da benden daha fazlasını beklemeye yüzsüz değildim. Belki zaman her şeye ilaç olur sözünü bana kanıtlardı. Ya da ben 'zaman bile yalancı' diyerek kendimi kandırmaya son verirdim.

Annem arkasına dönüp telefonla düşüncelerle bakışmamda beni ayırdığında gülümseyen suratına karşılık verdim. Onların umut etmeye devam ettiğine sığınmaya da...

************************************************************************************

Sanırım sevemediğim bölümün başını da bu bölüm alabilir. Sevdiğim ve sevmediğimin arasının bu denli az olması üzücü olan kısım. İşte bunu daha da sevmedim.

Tekrar ve tekrar hatırlatıyorum. Her gün 17.00'da yeni bölüm net olarak burada. Finale kadar yayınlayacağım. Kendinize iyi bakın. 

Continue Reading

You'll Also Like

33.8K 2.3K 32
Kapım davetsiz bir misafir tarafından çalındığında ruhumu dolduran o tatlı esintinin beni her şeyden vazgeçirecek güzellikte bir kadına ait olduğunda...
25.4M 905K 78
♌ İNTİKAMDAN DOĞAN TUTKULU BİR AŞK ♌ Küçük yaşta anne ve babasının ölümüne şahit olan acımasız genç bir adam... Edim Demiray. Daha on sekizinde uyuş...
YUVA By _twclr

Teen Fiction

675K 33.6K 49
Amelya 20 yıl sonra aslında ailesinin gerçek olmadığını intikam için bebeklerin karıştırılmasına nasıl bir tepki verecek gelin hep birlikte okuyup öğ...
48.6K 523 71
"Baba, ben geldim, küçük kızın. Hani hasta olduğunda başında beklediğini söylediğin, dokunmaya bile kıyamadığın kızın. Baba biliyor musun? On beş yaş...