Siyah İnci

By Finifugales

929K 34.7K 2.4K

BU KİTABI DAHA ÖNCE BAŞKA BİR PROFİLDE YAYINLAMIŞ VE GEÇEN SENE 5 MİLYONDAN FAZLA OKUNMA OLMASINA RAĞMEN KALD... More

1●•
2●•
3●•
4●•
5●•
6●•
7●•
8●•
9●•
10●•
11●•
12●•
13●•
14●•
15●•
16●•
17●•
18●•
19●•
20●•
21●•
22●•
23●•
24●•
25●•
26●•
27●•
28●•
29●•
30●•
31●•
32●•
33●•
34●•
35●•
36●•
37●•
38●•
39●•
40●•
41●•
42●•
43●•
45●•
46●•
47●•
48●•
49●•
50●•
51●•
52●•
53●•
54●•
55●•
56●•
57●•
58●•
59●•
60●•
61●•
62●•
63●•
64●•
65●•
66●•
67●•
68●• Onur'dan kesit
69●•
70●•
71●•
72●•
73●•
74●•
75●•
76●•
77●•
78●•
79●•
80●•
81●•
82●•
83●•
84●•
85●•
86●•
87●•
88●•
89●•
90●•
91●•
92●•
93●•
94●•
95●•
96●• FİNAL
Son Söz
100●• Özel Bölüm
Duyuru!!

44●•

9.3K 289 13
By Finifugales

Damla kolumdan çekiştirip beni tuvalete soktu. İçeri girer girmez kolumu bırakıp beni baştan ayağa süzdü. Aynanın karşısında makyaj yapan kızları umursamadan kahkaha koy verdiğinde gözlerimi devirdim. Yaklaşık beş dakika boyunca içindeki eşeği susturmadan anırdığında ellerimi açıp sabır diledim.

"Ne zaman dudaklarını kavuşturmayı düşünüyorsun? Alt dudak üsttekine hasret kaldı." İsyanımla birlikte elini karnına koyup nefes almaya çalıştı. Tuvaletin içi barın atmosferine oranla daha iyi olsada oksijen kıtlığı burada da mevcuttu. Birde üstüne kız tuvaletinde değil de ahırdaymış hissi uyandıran koku vardı ki bu olan oksijeni imha etmeye yetiyordu.

Damla çektiği nefesi iğrenerek koy verdiğinde 'Her şey sana müstahak' bakışımı atıp aynanın karşısına ilerledim.

Elimde tuttuğum siyah çantayı temiz olan -pisliğe oranla temiz- lavabo tezgahının üstüne koyup aynadan kendime baktım. Makyaj yapan kız nedeni bilmediğim sinirli bir suratla bana bakıp arkasını döndü. Daha sonra arkadaşıyla birlikte Damla'ya aşağılayıcı bakış atıp tuvaletten çıktı.

"Derdi ne bu kaşarların? Hep onlar mı kahkaha atacak?" Yanıma gelirken anca kendini toplayıp etrafındakileri fark etti. Tuvalete girdiğimizden beri o kızların bakışlara mahrum kaldığından haberi yoktu anlaşılan. Ben ise Cankatla bara el ele girdiğimizden beri o bakışlara maruz kalmıştım.

"Onlara hak vermiş gibi olmak istemem ama kahkahanın da bir oranı var Damla. Tabii seninkine kahkaha denilirse." Hala anırma fikrinde sabitim. Gözlerimi kısıp çantamdan dudak kremimi çıkardığımda kalçasıyla kalçama vurup itti.

"Geldiğinizden beri içimde tutmak için neler çektim biliyor musun sen?" Kendi çantasını benim gibi lavaboya koyduğunda nefes verdim.

"Geldiğimiz on dakika olmadı Damla. Beş dakikası da zaten senin tuvaleti inlettiğin zamanla geçti." Dudak kremimin kapağını açıp dudağıma götürmeden önce isyanımı dile getirdim. Elimi dudağıma yaklaştırdığımda aynada omuz silktiğini görmemle konuşmaya devam ettim. "Hem neye bu kadar güldün anlamıyorum."

Dudak kremini dudağımda dolaştırdığımda gözlerini açarak karşılık verdi.

"Dur hemen canlandırma yapıyorum. Yeter ki sen iste." Aynadan bakışlarımı çektiğimde dudak kreminin kapağını kapatıp çantama attım. Ona dönmemle ellerini beline atıp benim taklidimi yapmaya çalıştı.

"Ay inanmıyorum. Nasıl bir erkeğin her sözünü yapıyorsunuz anlamıyorum. Ben asla boyun eğmem. Sevgilim olsa bile." Sözlerimi daha çok abartarak ve kelimeleri yayarak konuştuğunda kendimi tutamayıp kahkaha attım. O da rolünden çıkar çıkmaz bana eşlik etti.

Kendimi topladığımda hiç gülmemişim gibi omuz silktim.

"Aynı şey değil. Ben tam olarak Cankat dedi diye elbiseyi çıkarmadım. Dediklerini mantıklı bulduğum için çıkardım. Öyle giymeyi sevmediğim çok oyi biliyorsun. Geldiğimden beri beni zorlayan sensin. Hem hala etek giyiyorum farkındaysan. Senin gibi pantolona mahkum değilim." Ellerimi önümde bağlayıp kendimi savundum. Damla gözlerini ağzıyla aynı oranda büyüttükten sonra konuşmaya çalıştı.

"Kendini hiç savunma Nehir. Bu hiçbir şeyi değiştirmez. Sonuçta şu an karşımda o elbiseyle değil misin? Değilsin. Lafını yedin afiyet olsun." Lavabo tezgahına bıraktığı çantasını eline alırken yanımdan geçip tuvaletin kapısına ilerledi. Aynı işlemi yapıp peşine takıldığımda laf atmaya çalışmadım.

Haklı sayılırdı. Hatta haklıydı ama bunu kendime yediremiyorum. Evet, o sözleri söyleyen şahıs bendim ama Cankat'ın o anlamlı sözlerini duyan da bendim. Ona karşı gelmeye çalıştım ama mantığım inadımla başa çıkıp üstün gelmişti. O elbiseyi çıkarıp atarken pişman olma gibi bir eğilime sahip değildim. Hatta anıran bir arkadaşa sahipken bile lafımı yemeye razı olacak kadar değilim. Cankat yeterince bana nedenini hissettirerek açıklamıştı. Ahmet kırosu veya herhangi bir odun figürleri gibi 'çıkar o elbiseyi yoksa fena olur' bakışları atmamıştı. Bende buna boyun eğip 'Tamam kocacım' pozu vermemiştim. Biz bunun daha modern halini yaşadık. Bu cümle bile acınasıydı. Ah, Nehir!

Sonuç olarak Damla bir şekilde haklıydı. Elbise üstümde değildi. Yeni seçtiğim kıyafetler ise gayet iddialıydı. Deri siyah bir eteğin üstüne beyaz bir gömlek giyip içime sokmuştum. Ayağımda topuklu kısa botlarımda vardı ama Cankat beni böyle görünce birnönveki elbiseye verdiği tepki gibi kızmamıştı. Sanırım eteklere karşı diğerleri gibi katı değildi. Sadece o elbisenin kısa olması yetmiyormuş gibi dsr olup hatlarımı belli etmesi canını sıkmıştı. Neyse ki bunu da halletmiş bulunmaktayız.

Kapıdan çıktığımız gibi sis etrafımızı sardığında hızlı hareket etmeye çalıştık. Bizimkilerin oturduğu masayı gördüğümüzde daha hızlı adım atıp yanlarına gittik. Cankat'ın yanındaki boşluğa kendimi bıraktığımda her zamanki gibi elini belime koyup kendine çekti. Elindeki sigarasını ağzına götürüp Dorukla konuşmaya devam ettiğinde laflarını bölmemek için etrafı inceledim.

Geldiğimizde bizi gören herkesin ilk tepkisi şaşırma sonra ise Cankat'a selam verme yönünde olmuştu. Dediği gibi buradaki herkes onu tanıyor olmalıydı. İyi yönden bakarsak olayı kolay atlatmıştık. Tabii kızların sinirli ve kıskançlıktan kasılan suratlarını her saniye de hissetmek dışında.

"Gitmek istediğinde söyle. Sıkılmış gibisin." Cankat'ın nefesi boynuma çarparken ona doğru dönmemle yüzlerimiz iyice birbirine yaklaştı. Çarpık gülüşüne karşılık gülümseyip başımı oynattım. Burunlarımız birbirine değerken ikimizin de dudakları yukarıya doğru daha çok kıvrıldı.

"Sıkılmadım. Sadece hala böyle ortamlara alıştığım söylenemez. " Elimi dizimin üstüne koyduğumda başımı yaslayıp dudağımı büzerek suratına baktım.

"Bu da sıkıldığın anlamına geliyor Sakar kız." Kaşını kaldırıp bilmişçe suratıma baktığında elini tekrardan ağzına götürüp sigarayı içene çekti. Gözlerimi kısıp parmağımı ona doğru uzattığımda o da gözlerini kısıp ne yaptığıma baktı. Dudağının arasında duran sigarayı iki parmağımın arasına alıp çıkardım.

"Evet, aslında bundan sıkıldım." Sigarayı ona doğru kaldırdığımda başını sallayıp elimi indirmeden tuttu.

"Neden içtiğimi biliyorsun. Benim önerimi kabul edersen anca o zaman söndürmene izin veririm." Çarpık gülüşü yine ortaya çıkarken o gün de aklımda şekillendi. Oyalanması için sunduğum sakız önerime burun kıvırmış kendisi 'beni' önermişti. Herkesin içinde onu öpemeyeceğime göre bu yüzden gözlerimi kısıp baktım.

"Önerin çoktan imha edildi. Üzgünüm." Omuzumu indirip sevimli gözükmeye çalıştığımda o da gülümsemesini büyüttü.

"Bu hayatta elinden zehir içmekte varmış," dediğini idrak edemeden elimi yüzüne yaklaştırdı. Dudağını parmaklarımın arasındaki sigaraya götürüp içine dumanı çekti. Ona açılmış gözlerle baktığımda başını geriye atıp dumanı dışarıya saldı. Resmen beni buna alet etmişti ve bende moron gibi izlemiştim. Kabul ediyorum bu bir bakıma hoşuma gitti. Hatta kendimden hiç beklemediğim cesareti göstermek adına sigarayı onun parmaklarına bıraktım. Kaşını kaldırıp merakla bana baktığında uzanıp sigarayı dudaklarımın arasına aldım.

Daha demin Cankat'ın dudaklarının değdiği yerler sanki onu bana hissettirirken dumanı içime çektim. Elini çekmek adına bir şey yapmadığı için fazla çektiğim duman genzimi yakarken dumanı çıkaramadan öksürmeye başladım. Hani benim neyimeydi bu illet? Sanki tiryakisiymiş gibi artistlik yapmaya çalışmıştım o da boğulmamla sonuçlanırken Cankat'ın kahkahası da rezil olmamı sağladı. Tek o değil herkes kahkaha atıyordu. Milletin işi gücü bizi izlemek mi?

İçimden bir yandan isyan etsemde diğer yandan Damla'nın uzattığı bardağı kafama dikledim. Bu seferde ağzımdakini tükürüp rezil olmamak için boğuldum. Bardağı masaya fırlatır gibi bıraktığımda Doruk uzanıp bardağı eline aldı. Ben ağzımdakini yutamadan o bardağı hayret ederek salladı.

"Boğulan kıza tekila mı verdin?" Damla'ya inanamayarak baktı. Kendimi topladığımda gözlerimi açarak bende ona eşlik ettim.

"Ne yapıyım ya? Işıktan göremedim. Su sandım." Kendini savunurken üzerine atlamamak için kendimi zor tuttum. Saklanmak için Ahmet'e sokulduğunda sinirli bakışlarıma maruz kaldı. Tekila genzimi yakarak boğazımdan aşağıya indiğinde yüzümü buruşturup Cankat'a döndüm.

Bendeki salaklığın haddi hesabı yoktu. Kahkahası kulağımda hiç dinmeden eli belimi bulduğunda beni ayağa kaldırdı. Kimseye bir şey demeden yürüdüğünde beni dans edenlerin arasına çekti. Milleti umursamadan iterken beni peşinden götürüp kimsenin değmemesini sağladı. Tam ortalarına geldiğimizde vücudumu iyice kendine yaslayıp başını omuzumla başım arasına gömdü.

"Sen bu kadar masumken seni zehirlemeye çalışmak bile en büyük hata olur. Bırak dokunduğum gibi kal. Sana zarar vermemi sağlama." Sözleri müziğe rağmen kulağımda çınladığında vücudu hareket edip ona eşlik etmemi sağladı. Duygusal bir müzik olmasa da biz öyle hareket ettik. Daha doğrusu Cankat böyle hareket ettiği için ona ayak uydurdum. İçimde patlayan havai fişekler boğazımı tıkarken ise yapabildiğim tek şey de buydu zaten.

Bugüne kadar onu hep yargılandığım bir konu vardı. O da beni umursamamasıydı. Bana kendini hissettirdiği günden beri ise tek düşündüğüm şey bugüne kadar beni hiç böyle önemseyen biri olmamasıydı. Hala da düşündüğüm şey buydu. Bir sigara dumanına izin verdiğinde bile pişman olan bir sevgilim vardı. Bundan sonra eminim sigarayı elime almama bile engel olacak olan sevgilim.

"Seni zehirlememe izin verdin. Bu hiç adil değil." Başını kaldırıp Siyah incileri gözlerime diktiğinde gözlerimi kırpmamaya çalıştım. Kırptığım her saniyeye sanki ilerde pişman olacakmışım gibi gözlerine baktım.

"Sigarayla değil burayla zehirledin." Elimi kavrayıp götürdüğünde kalbini yeniden hissetmek bütün duygularımı bize rağmen müziğe göre hızlı hareket ettirdi. İkimizin kalpleri ortama ayak uydursada vücutlarımız heykelden bir farkı yoktu. Gözlerimin mutluluktan dolduğunu hissederken kafamı eğip gülümsedim.

"Bunun için özür dilememi bekliyorsan daha çok beklersin." Başımı kaldırdığımda gözlerinin içi gülerek karşılık verdi.

"Bence bir öpücükle telafi edebilirsin." Dudakları sözlerinden daha erken bana ulaştığında kimseyi umursamadan ona karşılık verdim. Yavaş çekimimiz devam ederken onu daha fazla hissetmek bütün vücudumu ele geçirdi. Dudakları istekle bana dokunurken kendime hakim olamayıp ben daha hızlı davrandım. Etrafımızda bir ordu olup üzerimize doğru gelse de tek tepkim Cankat'a daha çok sarılıp onu öpmek olurdu. Hiç kimse bu durumda umurumda değildi. Sadece o ve ben...

"Ayrılın artık. İşinizi sonra halledin. Buraya eğlenmeye geldik." Begüm'ün sesinden çok ellerini hissetmemiz ayrılmamızı sağlarken kaşlarımın çatılmasına izin verdim. Daha demin koca bir orduyu kıçıma takmazken sadece Begüm mü bizi ayırmaya yetmişti? Havalara uçan popom yere yapışırken ona daha sinirli baktım. Bizimkilerin hepsi Begüm'ü haklı bulurcasına aramızdan girip dans ettiklerinde suçu kıza atmaktan vazgeçtim.

Başımı kaldırıp Cankat'a baktığımda gülümseyip Doruk'un onu öpme eylemine yumruğunu göstererek karşılık verdi. Kendimi tutamayıp güldüğümde Damla elimden tutup etrafımda döndürdü. Herkes müziğin hızına ayak uydururken daha deminki yavaş çekimimiz yerle bir olmuş ve bu ortama bizi de içine çekmişlerdi. Sonunda pes ettiğimde deliler gibi tabirine uygun olarak harbi eğlendik.

Ne Begüm'ü ne de o kızları umursadım. Diğer kızlardan Begüm'ü ayrı tuttum. Çünkü bakışlarından hoşlanmasamda kız bize saygı duyduğunu belli etmişti. Cankat'a gözlerine rağmen yaklaşmamış ve iğneleyici söz söylememişti. Bunu geldiğimizde onu gördüğümüz iki dakikada karar vermiştim. Her neyse artık tehlikeli mayında değildi. Nede olsa o burada biz İstanbul'da yaşıyorduk. Ne kadar uzak o kadar iyi.

Yaklaşık bir saat sonra pestilimiz çıkarken Cankat'a sonunda bu delilere rağmen kavuşup ellerimi göğsüne koydum. Anında beni kendine çekip düşmemem için tuttuğunda gülerek suratına baktım. Bana oranla daha sağlam gözüküyordu. Belki de bunun nedeni ayağında 10 cm'lik bir topuğun olmamasıydı. Damla da benim gibi Ahmet'e sığındığında erkeklerin bizi koltuğa çekiştirmesine izin verdik. Oturur oturmaz derin bir nefes verdim.

"Ayaklarım ramazan davulcusu kesildi. Bir zurna eksik." Zonklayan ayaklarıma isyan ederken Damla'da karşımda oturarak karşılık verdi.

"Merak etme benimkiler zurnanın hakkını veriyor." Acı çeksekte halimize güldük. Ayakkabılarımı çıkarıp koltuğa yayılmamak için kendimi tutmam, tekilayı ağzımda tutmaktan daha zorladı.

"Hadi gidelim." Cankat elimi tuttuğunda Damla hemen ayağa kalktı.

"Bu son gecemiz. Hem İstanbul da bir daha böyle gece ne zaman buluşacağız? Ne olur biraz daha eğlenelim." Ayağım ağrıyan diyen kız bir horon tepmediği kalırken ona ağzım açık baktım. Beni umursamayıp Ahmetle Cankat arasında mekik dokudu.

Başımı kaldırıp Cankat'a baktığımda o da benden cevap bekler gibi baktı. Gözlerim yorgunlukla boğuşurken dudağımı büzerek suratına baktım. Gerçekten kararsız kalmıştım çünkü Damla yine o köpek bakışlarını devreye sokmuştu. Birde en önemli bir gerçeği öne sermişti. İstanbul'da gece kulübüne gitme gibi bir imkanımız olmazdı. Yine bir şekilde giderdik de en fazla saat on ikiye kadar sürerdi. Hani asıl gecenin başlamadığı zamana kadar.

"İstersen daha sakin bir yere gidebiliriz. Sanırım sadece gece kulübü değil bu saatlerde hiç birlikte olma imkanımız olmayacak." Cankat'ın önerisi daha baskın çıkarken hiç düşünmeden Damla'ya dönüp baktım.

"Biz gidelim Damla. Kaç gündür hiç uyumamış gibi hissediyorum." Aslında pek uyumuşta sayılmazdım. Dün hastane, sabah deniz falan derken ondan önceki gecelerin üstüne tuz biber oldu. Bugünkü yorgunluğumun sebebi de danstan çok buydu. Normalde canım acıdığı halde eğlenmeye devam ederdim ama dediğim gibi. Tabii bir de Cankat'ın önerisi burada durmamam için iyi bir nedendi.

Damla bir an çığırmak için ağzını açsada dünü düşünmüş olmalı ki susup dudağını büzdü. Bir şey demeden Ahmet'e döndüğünde başıyla işaret etti.

"Bizde gidelim. Birlikte vakit geçiririz." Cankat'ın bana sunduğu öneriyi o Ahmet'e sundu. Ahmet de benim gibi dünden razı şekilde başını sallayıp Damla'yı elinden tutup ayağa kaldırdı. Bende ayağa kalmak için hareketlendiğimde Onur yanımıza bir kızla geldi.

"Ben geldim ve siz gidiyor musunuz?" Ayağım yere değdiğinde yeni bir acıyla kavuşmamı sağlarken yüzümü buruşturdum. Kendimi toplayıp güldüğümde Onur'u omuzundan ittim.

"Geç geldin Boklu. Neredeydin sen?" Yanındaki kızı umursamadığımda Begüm'ün bana yaptığı aklıma geldi. Sabah beni takmama nedeni belki de bu kızlardan biri olduğumu düşünmesiydi. Şu an kızı takmama nedenim buydu çünkü. Onur omuz silkerken elimi Cankat'a uzattım. Kolumdan tutup düşmemem için destek oldu.

"Biraz işim vardı. Neyse sen niye böyle diken üstünde gibisin?" İşinin yanındaki kız olduğuna adım kadar eminken uzatmayıp sorusunu cevapladım.

"Fazla tepindim sadece canım acıyor. Yarın sabah dokuzda otobüsle gidiyoruz haberin olsun. Sen ne yapacaksın?" Gitmeden önce Onur'a geldiğinde sormak için beklettiğim soruları yönelttim.

"Ben birkaç gün daha buralardayım. Dönünce konuşuruz." Yanındaki kızı bırakıp bana doğru adım attığında Cankat'dan elimi çekip sarılmasına karşılık verdim. Ayrıldığında her zaman yaptığı gibi başımdan öptü.

"Yarın seni otobüse bırakırdım ama yanında Cankat olacağı için teklif etmiyorum." Gözleri Cankat'a uzandığında bakışlarını umursamadan omuzundan ittim.

"Sabahın dokuzunda nasıl uyanacağım demiyorsun da önüme bahane sunuyorsun öyle mi? Sizi kınıyorum Onur Bey." Yanındaki kızı imalı şekilde gösterdim. Onu dalga aldığımda göz kırpıp benden uzaklaştı.

"Dikkatli olun, görüşürüz." Bana yine tembihte bulunup Cankatla el tokalaştıktan sonra yanımızdan ayrıldı. Onur'un yerini Damla aldığında Ahmet Doruk'a el işaretleriyle gideceğimizi söyledi. Kızların arasından yanımıza geldiğinde nefes nefeseydi.

"Erken kaçıyorsunuz. Daha gece yeni başlıyor." Ellerini oynatıp ağzından 'dımtıs dımtıs' diye ses çıkardığında içindeki apaçiye dur demesi için karnına vurdum. Ne kadar insan zengin, kültürlü olsa da kafayı bulunca herkes eşit sayılırdı.

"Gece çoktan bitti. Saat sabahın körü," diye onu düzelttiğimde 'sanki bilmiyordum' bakışı atıp gözünü devirdi.

"Artık bundan sonra İstanbul'da görüşeceğiz. Tabii bu kadar sık olur mu bilemem." Ellerini açıp imalı şekilde baktığında aynı bakışı attım.

"Sanırım ikimiz içinde en sağlıklısı bu olur. İstanbul yeterince soğuk. En azından sen ve esprilerin uzağımdayken daha fazla üşümeme yol açmamış olursunuz," dedim.

Damla kahkaha attığında Doruk ona gizli ölümcül bakışlarının çeyreğini atıp bana doğru döndü.

"Ne yazık ki çok uzağımda değilsin aç kurt. Cankatla buluştuğunda haber ver de o mekanda olmayayım. Hani soğuk rüzgar yiyerek sarsılma diye diyorum." Lafı yapıştırırken herkes gibi kahkaha attım.

Omuzuna vurduğum elimi indirmeden tutup kendine çektiğinde sarıldı. Bir an afallasam da karşılık vermem çok sürmedi. Ne kadar atışsak da Doruk kısa sürede sahip olduğum benim için önemli olan insanlardan biriydi. Onun içinde öyle olduğumu biliyorum. Bunu hem hastanedeyken demişti hem de bana sataşırken hissettirmişti. Onun da hissettirme yöntemi buydu işte. Benim ona sevgimi gösterdiğim gibi. İstanbul'da böyle sık görüşme imkanımızın olmaması moralimi altüst ederken vücudunu uzaklaştırdı.

"Görüşene kadar kendine dikkat et. Bir anda gözümün önünde düşersen daha eğlenceli olabilir." Omuz silkip ilk cümlesini savunduğunda gülümsedim.

"Sende internetten araştırmak yerine esprilerini mantık yürüterek bul. Belki senin gibi bende eğlenebilirim. " Onu yeniden dalgaya almama göz devirdiğinde kahkaha attım. Sanırım Doruk'u özleyecektim. Antalya'da kalmayacaktı yani aramızda daha uzun mesafeler olmayacaktı ama şu an vedalaşmamızın nedeni aynı yerde yaşıyor olsakda bir araya gelme imkanımızın sınırlı olmasıydı. Buradaki gibi her an birlikte olmamız orada çok zordu. Belki iki haftada bir. Dershanemin başladığını da unutmamak gerek tabii. Kısaca sıkıcı hayat beni bekliyordu. Hatta Doruk'un esprilerinden bile sıkıcı hayat.

Damla'ya ufak şekilde başıyla selam verdikten sonra Ahmet ve Cankatla tokalaştı. Çok beklemeden hemen kızların arasına koştu. Bize ayırdığı iki dakika için bile şu andan itibaren eminim pişman olmuştur.

Cankat elimi tuttuğu gibi sürüklediğinde bardan çıkıp temiz havayı içimize çektik. Damla'yla Ahmet de dışarı çıktığında bizim gibi derin nefes aldı. Kaç saattir içerideyiz ve beynim artık yandığının sinyalini veriyordu. Daha fazla dursaydım yarın otobüs yolculuğum İstanbul'da gözümü açarak son bulacaktı.

"Doruk'u bu kadar sevdiğini bilmiyordum. Bir an ağlayacaksınız sandım." Damla dalga geçerken önümüze geçip yürümeye başladılar. Onları takip ederken acıdan sekerek yol aldım.

"Dorukla ayrıldığımıza değil, ayağımın acısına ağlayacaktım ben." Kendimi savunmama Damla kahkaha atarken Cankat yerinde durup yüzüme ciddi şekilde baktı.

"Çıkar ayakkabılarını Nehir," dediğinde gerçekten ciddimi diye suratına baktım. Önerisiyle Damlayla Ahmet de durup bize dönmüştü. Etrafta gezinen insanlara kaçamak bakış atıp arabayı park ettiğimiz yeri düşündüm. Burası araba girmeyecek kadar dar olduğu için mecbur bir sokak öteye park etmiştik. Oraya kadar yürümek şu an bana yapılan en büyük çin işkencesiydi. Bunu düşünmek yüzümü anında buruşturdu.

Cankat nefesini dışarı bıraktı.

"Bakma öyle Nehir. Eğer etek giymemiş olsaydın şu an kucağımdaydın. Tek çaren ayakkabını çıkarmak." Yüzümü asarken kıyafetime dokundurmasını umursamadım. Direk, gideceğimiz zemini incelerken kendimi buldum.

"İyide cam falan batar şimdi birde onun acısıyla uğraşamam. En iyisi arabaya kadar dayanmak." Gözüm yoldan Damla'nın ayakkabılarına takıldığında dik durmasına hayranlıkla baktım. Ben jöle ve uzaylı karışımı misali yürürken o acısına rağmen dimdik ayakta bile durabiliyordu. Gözlerim kısılırken Cankat kendi ayakkabısını çıkarıp dikkatimi ona vermemi sağladı. Diğerlerinin de benim gibi ona şaşkınlıkla baktığına emindim. O yüzden açıklama yapması saniyelerini almadı.

"Bu sakarlıkla seni arabaya kadar öyle yürüteceğimi mi sanıyorsun? Çıkar ayakkabılarını ve arabaya kadar benim ayakkabılarımla git. Böylelikle ayağına da bir şey batmamış olur." Ona 'ciddi misin?' bakışlarımı üç boyutlu atarken o da her zamanki ciddi tavrını bana sundu. Sakarlığımla dalga geçmesi alıştığım şeylerden biriydi. Bugün değişik ve teşvik edici önerileri olsa da şu an bana sunduğu her şeyden farklıydı. Ağzım itiraz için kıvrıldı.

"İyi de bu sefer senin ayağına batacak. Olmaz ben yürürüm. Hadi giy ayakkabını gidelim." Etrafta yürüyenlerin kaçamak bakışları bize sabitlenirken iyice utanıp kolundan çekiştirdim.

"Senin canın acırken ben daha rahat olmam Nehir. Ayrıca şu an ben senden başka kimseyi umursamıyorum. O yüzden millete utanarak bakacağına ayakkabını çıkarmaya koyul." Emri içimde yorgunluktan dinlenen organlarıma yeni bir müziği dinletirken millete bakmak yerine sadece Cankat'a baktım. O sadece beni düşünüyordu. Bu yaptığını düşünmek bile benim için imkansızken onun daha fazla canını sıkmamak adına dikkatli eğilip ayakkabımı çıkardım. Topuklarından tutup elime aldığımda ayaklarımı Cankat'ın ayakkabılarına soktum. Bu ayaklarımı mutlu ederken içimi huzur kapladı. Şu an hissettiklerimi kimsenin -kendimde dahil- anlayamayacağına eminim.

Cankat boşta kalan elimi kavradığında yürümek için ileriye doğru adım attı. Milletin bakışları daha çok üzerimizdeydi. Onlardan önce en yakınlarımızın bakışları daha yoğundu. Damla şaşkınlığını her yerden belli ederken Ahmet'in dürtmesiyle kendine geldi. Onları arkada bırakıp ileriye doğru adım attığımızda sokaktaki en fazla duyulan ses benim ayak seslerimdi. Ayak numaram otuz sekiz olsada bu ayakkabı bana aşırı büyük gelmemişti. Bu Cankat'ın ayaklarının en fazla kırk ikilerde olduğunu tahmin etmemi sağladı. Bugün bunu bile düşüneceğim aklıma gelmezdi. Herkesi kenara ittiğimde tek odak noktam yine Cankat'ın ayaklarıydı. İleriye doğru adım attıkça acaba bir şey ayağına batıyor mu, diye kendimi yiyip durdum.

"Önüne bak Nehir. Bu sefer ayaklarına takılıp düşeceksin." Cankat'ın sesiyle başımı kaldırdığımda gülümseyen suratına bir an bakmam bile takılmamı sağladı. 'Demiştim' bakışlarını atarken omuz silkip yeniden yere baktım.

"Hızlı yürüsek olur mu?" Sorumu başımı kaldırmadan sorduğumda yerinde durması başımı yüzüne doğru kaldırmamı sağladı.

"Neden, utandın mı?"

Başta utandığım doğru ama o beni düşünürken çevremi etkisiz hale getirmiştim. Onun için sadece ben varsam benim için de sadece o vardı.

"Hayır. Ayakların yere her bastığında tedirgin oluyorum." Kendimden emin çıkan sesime karşı dudağı yukarı kıvrıldığında uzanıp alnımı öptü. O an patlayan flaşla gözümüzü kısıp arkamızı döndük. Damla ellerini havaya kaldırırken gülümsedi.

"Kusura bakmayın. Flaşı açık unutmuşum." Cankatla aynı anda güldüğümüzde önümüze dönüp yürümek için adım atmıştık ki Damla o topuklara rağmen hızla önümüze geçip elini kaldırdı.

"Gençler fena kıskandım nazar değdirmekten korkuyorum ama sizi böyle çekmezsem kendimi hiç affetmem." Bizden izin ister gibi baksada cevabımızı beklemeden peş peşe fotoğraflar çekti. Cankat bundan benim gibi pek hoşnut olmasa da diğer yandan sevinen bir yanım vardı. Cankatla ilk fotoğrafımızdı. Bunu düşünürken ağzım kulaklarıma varmasına izin verdim. O da beni görünce nedensiz güldüğünde Damla daha çok fotoğraf çekti. İşte şimdi etraftakilerden utanmıştım. Çünkü herkes ayaklarımızdaki acayipliğe bakmayı bırakmış yüzümüze Damla gibi bakıyorlardı. Sanırım siz Damla gibiyi anladınız.

"Ahmet istersen bir el at." Cankat arkasını dönüp bize herkes gibi bakan Ahmet'in hareketlenmesini sağladı. Damla'nın yanına geçtiğinde elindeki telefona bakarken Ahmet'e isyan etmeye başladı.

"Sence de çok romantik değil mi? Ayağım ağrıyor desem, benimde, der yürümeye devam edersin Ahmet." Damla'nın yürürken sıraladığı kelimeler Cankatla beni gülümsetirken Ahmet derin bir nefes verdi.

"Bir kere, ayağım ağrıdı, demedin ki," dediğinde Damla durup suratına baktı.

"Ah! Ayağım çok ağrıyor." Sanki ayağında bir şey varmış gibi büküldüğünde Ahmet bir anda eğilip kucağına aldı.

"Etek giymediğin için şanslıyım." Bize dönüp göz kırptığında Damla sert şekilde ona vursada yine kahkaha attı.

Damla'nın beni kıskandığını görmek bile mucize bir olaydı. Cankat bana mucizeyi yaşatmayı da başarmıştı. Onlara gülerken yolu hızlı yürüdüğümüz için bitmişti. Arabaya geldiğimizde bir yandan meraklı bakışları arkamızda bıraktığımız için mutluydum.

Bundan daha çok kazasız belasız Cankat'ın sapasağlam arabaya geldiğine mutlu olmuştum.

"Nehir ben eve geç gelsem Hatice teyzeyi oyalayabilir misin?" Ahmet, Damla'yı çoktan yere indirmişti. Bana yine o köpek bakışlarını kullanıp baktığında yüzümü buruşturdum. Boşta kalan elimle Cankat'ın bileğindeki saati görebildiğim hizaya kaldırıp baktım.

"Saat iki olmuş Damla. Ne kadar oyalarım bilmiyorum." Yüzünü daha çok asarken yanıma gelip ikna çalışmalarının ikinci versiyonunu önüme serdi: Üzerime oynamak.

"Tamam işte iyice sabah oldu. Eve hiç gitmeyelim. Sen dışardayız dersen bir şey demez o." Kolumdan çekiştirince sabır dilemek için bu sefer Cankat'a baktım. Damla'nın teklifi hoşuna gitmiş gibiydi. Tabii hoşuna giderdi. Kaşlarım düşündüklerini anlamış gibi çatılırken bir hışım Damla'ya döndüm.

"Belki şaşıracaksın ama teyzemin de bir sınırı var Damla. Biz onu kaç gündür sömürdük. Bari son gün yapmayalım. Size en fazla bir saat veriyorum." Parmağım ikisi arasında tehdit dolu gezinirken kendimi anne gibi hissettim. Tabii bu saatte kızını bile bile sevgilisiyle yollayan bir anne varsa. Damla omuzlarını düşürsede itiraz etmedi.

"Bilet işini ne yapacağız Cankat? Yarın bulabilecek miyiz?" Ahmet, Damla'dan önce kabullenirken soruyu yöneltti. Cankat arabanın kilidini kaldırırken Ahmet'e döndü.

"Ben hallettim bile. Aynı saatte ve aynı otobüste." Ahmet olumlu şekilde başını salladığında Damla'yla ikimiz fransızlardan beter birbirimize baktık.

"Yarın görüşürüz bacım." Ahmet elini kaldırıp bize selam verirken şaşkınlıktan başımla onayladım. Damla, çekiştirmesine izin vermeden önce o da el salladı ve arabalarına doğru yol aldılar.

Kaşımı kaldırıp Cankat'a döndüğümde soru sormamı beklemeden cevapladı.

"Evet, yarın sizinle geliyoruz. Arkanızdaki iki koltuk satın alındı." Buraya gelmeden önce bana arabada koltuk numaralarını yeniden sorduğu zaman Berke'nin mesajını ona okutmuştum.

Gönderen: Kardeş bozuntusu.

Annem koltuk numaralarını sorduğunu söyledi. Sanırım babam ona yer kalmadığı için muavinin koltuğunda oturacağını dememiş. Hem de Damla'yla üst üste. Dikkatli olun koca karılar.

Berke'nin seviyesini bu mesajla anladığı için annemi o an aramamı istemişti. Yoldayken aradığımda babam evde olduğu için ona sorup öğrendi. O arada Cankat'a numaraları desemde yol boyu annemle konuşmak zorunda kaldığım için nedenini soramamıştım. Böylelikle de neden ortaya çıkmış oldu.

Başımı sallarken gülümsedim.

"Yani benim arkamdan gelebilmek için o kadar saat yolu mu çekeceksin?" Ağzım kulaklarımdan inmeden sorduğum soruya çarpık gülüşle eşlik etti.

"Arkanda değil, yanında geliyorum. Bu o yolu çekmeye değer. "

Başını eğdiğinde dişlerimi ortaya serecek kadar güldüm. Fena şekilde mutlu olmuştum. Benim için erken geldiği yetmiyormuş gibi bütün yolu birlikte geçirecektik. Ben Damla için bu yola katlanırken o da benim için katlanacaktı.

Ayakkabıları hızla ayağımdan çıkardım. Ayakkabısını giyerken başını eğip yere baktığında dayamayıp yanağından öptüm. Kaşını kaldırıp bana bakarken çıplak ayaklarımı umursamadan geri geri gelip arabanın arkasından dolandım. Kapıyı açtığım gibi elimdeki ayakkabıları yere koyup kendimi koltuğa attım. O da aynı şekilde bindiğinde kaldırdığı kaşıyla bakmaya devam etti.

"Öpüp kaçmaya alışma Sakar kız. Kaçma konusunda pek memnun değilim." Çocuk gibi omuzumu, bana ne, der gibi kaldırdığımda sanki bundan ilerde pişman olacakmışım gibi bakıp arabayı çalıştırdı.

Yol boyu içim içimi mutluluktan yerken bir ona bir yola bakıyordum. Yolun çoğu ona bakmakla geçiyordu tabii bana bakışlarını çevirene kadar. Suçlu çocuklar gibi o an bakışlarımı kaçırıp yola bakıyordum. 'Kaçma' dese de bunu yapmak daha hoşuma gidiyordu.

Arabayı evin önüne park ettiğinde ona doğru döndüm. Yüzünün kıvrımlarına bakarken düşündüğüm şeyle yüzümü astım. Ondan birkaç saatliğine de olsa ayrılma fikri bütün mutluluğumu süpürmeye yetti. Bana doğru döndüğünde eskisi gibi parmağını çatılan kaşımın üstünde gezdirdi.

"Bir şey mi oldu?" dediğinde başımı olumsuz anlamda salladım. Bir şey henüz olmamıştı. O gidince olacaktı. "Sence buna inandım mı?" İnanmadığı her halinden belliydi.

Biraz daha dürtse ağlamama ramak kaldığı için bir anda ondan uzaklaştım. Yerden ayakkabılarımı aldığım gibi arabanın kapısını açıp kendimi dışarı attım. Arabanın önünden dolanırken çoktan kendi kapısını açıp önümde belirdi. Ona veda etmek istemediğimden hızla yanağından öpüp uzaklaştım. Birkaç adım atmıştım ki çıplak ayağıma taşa çarpmamla kaçma işlemim acıyla son buldu. Ufak çaplı çığlığımla yere doğru eğilecekken güçlü eller beni belimden tuttu.

"Ah Nehir, ben kaç dakika ayakkabısız yürüdüm bir şey olmadı. Sen saniyede kendine zarar verdin." Beni kucağına alırken kızmayı da ihmal etmedi.

"Ya ben ne yapıyım? Taşı ben mi oraya koydum?" Ayağımın acısıyla sesimi biraz yükselttim. Tabii ki bunu takmadı.

"Seni uyardığım halde kaçmakla uğraşmak yerine önüne baksaydın böyle olmazdı." Bu sözlerine verebilecek cevabım yoktu. O yüzden susup ayağımın acısını dibine kadar hissettim.

Evin kapısına yaklaşmak yerine arka tarafa doğru götürdüğünde merakla suratına baktım. Ağzımı açmama fırsat vermeden portakal ağacımın altına çömeldiğinde beni bırakmadan yere oturdu. Kucağında taşınmaktan daha tuhaf verici şey kucağında oturmak olduğunu da öğrenmişken bebekmişim gibi iyice bacaklarına düzgün oturtup beni bıraktı. Ona şaşkınlıkla bakmaktan ayağımın acısını unuttum.

Ellini uzatıp ayağıma dokunduğunda acıyı yeniden hissettim. Parmaklarını acıyan yerden oynattığında kendime gelmemem için şok üstüne şok uyguladığını düşündüm. Çünkü şu an ağrım veya kucağında oturmamda önemli değildi. O ayağıma bakarken ben acıdan inlediğimde gözlerini kıstığı suratını incelemekle meşguldüm. Bana baktığında yine her zamanki gibi gözlerimi kaçırdım. Ayağımı çeksem de kucağından inmedim.

"Teşekkür ederim. Acısı geçti," dediğimde başıyla onaylayıp benim tersime kaçmak yerine yüzümü inceledi. Kalkmak için hiçbir çabada bulunmadım. Zaten ondan ayrılma düşüncesi beni bu hale sokmuştu. Hazır fırsat bulmuşken bu anı mahvetmek istemiyorum. Kaçırdığım bakışları da Siyah incilere tuttum.

Kalbim ağzımda çırpınırken şu an onu deli gibi hissetmek istiyordum. Elim benden habersiz göğsüne doğru çıkarken tam solunda parmaklarımı sabitledim. İhtiyacım olan tek şey şu an elimin ucundaydı. O da bana ulaşmak için çırpınıyordu. Nefesimiz birbirine karışıp hızlanırken aklımda ansızın beliren soru beynimde cirit attı. Hayır, bunu şu an düşünmemeliydim. Belki yarın sorarım ama şu an ona dokunmak isterken aramıza soru girmemeliydi. Keşke ağzım böyle düşünmeden önce açılmasaydı.

"Neden dün hastaneye geldiğin halde içeri girmedin?" Sorum bir anda onu afallatsa da kendini toplaması çok sürmedi. Yüzündeki kaslar gerilirken gözlerini ilk defa benden kaçırdı.

"Çünkü o hastaneyle ilgili iyi anılarım yok Nehir." Tekrar gözlerime baktığında Siyah inciler de gördüğüm duygu beni afallattı. Bu dedesinin mezarlığına gittiğimiz gün yaşadığımız olayda gördüğüm bakıştı. Bu anne muhabbeti yaptığımda bana, keşke anne tavsiyesine uyabilseydim, dediği andaki anlayamadığım o yoğun bakıştı. Bunu düşünemediğim için kalbime oturan yük bu sefer her şeyden farklıydı. Kendi elimle kalbimi sıkarken boğazım düğümlendi. Kucağından kalkmak için hareketlenecekken kalçamdan tutup geri oturmamı sağladı.

"Hazır konusu gelmişken konuşalım Nehir. Bir daha buna hazır olur muyum bilmiyorum." İtirafıyla gözlerindeki duygu bana ulaştı. Yerimde sabit durdum. Gözlerini yine bende kaçırmak istiyordu ama ben çoktan o acıyı hissetmiştim. Onun hikayesini dinlemek istiyordum ama bu ona acı verecekse ömür boyu susmaya razıydım.

"Cankat ben..."

"Sen sadece dinle Nehir. Bilmeni istiyorum." Gözlerindeki acıya rağmen direnmek istesemde bundan vazgeçip başımla onayladım. Belki birine anlatmak o olanları düşünmek canını acıtacaktı ama belki de rahatlayacaktı. O da buna pek emin değildi. Benden bir saniye ayırmadığı gözlerini kaçırırken hiç rahat değildi. Onu böyle görmek beni daha çok yıpratıyordu. Bu sefer ben ona 'kaçma' demek istiyorum ama Siyah incilerdeki duyguyu hissetmek daha kötüydü.

Başımı hafifçe eğerken popomu biraz daha bacaklarından kaydırdım. Kafamı tam sol göğsüne koyduğumda sanki daha rahat olacakmış gibi hissettim. Kalp atışını kulağımda hissederken derin bir nefes verip saçımı öptü. Ağzından mırıltı gibi çok sessiz bir, teşekkür ederim, çıksada duymuştum. Gözümü kapatıp konuşmasını bekledim. Derin nefes almamaya çalışır gibi ufak ufak nefes alıp konuşmaya çalıştı.

"Dün yanında olamadığım için özür dilerim. Senin hastaneye gittiğini öğrendiğimdeki korkuyu uzun zaman yaşamamıştım Nehir. Belki güleceksin ama bayıldığını duyduğumda seni kaybetme düşüncesi beni mahvetti. Çünkü ben annemi bayıldığı an kaybettim." Sözünü kesmemek için özür dilemesine bile homurdanmadım. Kendisi durakladığında dediklerinin şokuyla gözümde saniyelik anda tek damla yanaklarımdan kayıp gömleğini ıslattı. "Ahmet'in sana annemi kanserden kaybettiğimi söylediğini biliyorum. O günden sonra seninle tesadüfen de olsa karşılaşmamak için çok uğraştım. Çünkü bana acıyarak bakmanı istemiyordum." Bir anda kafamı kaldırıp itiraz edecekken elini saçlarıma götürüp kalkmamı engelledi.

"Lütfen öyle dur. Anlatacaklarım bitince gerekirse kızarsın ama şimdi değil." Başımı tekrar göğsüne yasladığımda bu sefer derin bir nefes verdi. "Bir hafta sonra sen karşıma çıktığında oradan kaçmamak için kendimi zor tuttum. Gidecektim de ama seni görmek, sesini duymak o zaman duygularımı anlamasam da seninle konuşmam için cesaret verdi. Sonra kendiliğinden olaylar gelişti. Seni gördüğüm her an gözlerinde kaybolacak kadar derin baktım. Çünkü derinlerde de olsa bir yerde hep acıma aradım. Bugüne kadar annemi kaybettiğimi bilen her kız bana o gözle baktı. Erkeklerin çoğu ise umursamazdı ama kızların o bakışı... İğrençti. Belki şu an beni anlamıyorsun ama kızlara umursamama nedenim bu. Çünkü bunu bilen her kız beni fazla umursuyor. Zavallı annesini kaybeden çocuk. Çoğunun gözünde bu imaja sahiptim. Tabii büyüklerinde gözünde öyleydi. Dedemle anneannem dışında herkes bana acıyarak baktı. Sen ise..."

Bir anda durakladığında burnumu çektim. Gözlerimdeki yaşlarla birlikte burnumdan akan sümükleri geri tıkamak için dakika başı burnumu çekerek rezil olsamda Cankat bunu umursadı. Gülümsediğini hissederken konuşmaya devam etti.

"Sen ise... Sadece bana baktın. Çoğu zaman bakmamak için kaçırsanda bakışlarını, sen içimdeki kayıp çocuğa değil, bana baktın. Ve ben beni hisseden birini daha kaybetme korkusunu dün yaşadım. Hastaneye giremedim çünkü ben annemi de o hastanede kaybettim. Annem kanser hastasıydı ama hastalığı ileri seviyede değildi. Bunu bana tabii ki de dememişlerdi. Hastalığı nuksettiği o gün bayıldığında annemin yanında sadece ben ve kız kardeşim vardı. Koridorlarında geçirdiğim anları yok etmek isterken yeniden içeriye giremedim. O an ki korkum dünle yarışırdı buna emin olabilirsin." Sözleri göz yaşlarımı ritme sokarken burnumu önemsemeden kollarımı beline sarıp başımı onu kaybedecekmişim gibi göğsüne bastırdım. O da elleriyle saçımla oynamaktan vazgeçip kollarıyla belimi sarıp beni iyice kendine bastırdı. Birkaç saniye sessizce durduğumuzda onunla aynı şeyi düşündüğümüze emindim. Portakal kokusu dolu burnuma rağmen bana ulaştı. Bana her zaman huzur veren ağacımın bunları duyacağını düşünmezdim. Ben ona her ne kadar dertlerimi döksemde Cankat en büyük acıya onu da ortak etmişti. O da bizim gibi ağlıyordu belki de.

Başımı kaldırdığımda bu sefer itiraz etmedi. Sanırım konuşmasını sonlandırmıştı. Aslında daha çok sorulacak soru ve cevapları vardı ama bugünlük bu ikimiz içinde yeterdi. Siyah incileri kızarık gördüğümde benden önce konuştu.

"Bana yaşattığın basit bir olay değil Nehir. Sana kısa sürede duygularımı belli etmemde öyle, çünkü ilk defa bana yeniden hissetmeyi öğrettin. Benim sana bunu öğrettiğimi sanıyorsun ama asıl sen bana gösterdin. Dokununca içimde bir şeyleri tamir ettin. Bu yüzden sana önceki gibi bakamıyorum. Şimdi gözlerine derin bakmamım tek sebebi acıma hissini görmek değil, parçamı hissetmek. O yüzden oyunda olsa, utansanda kaçma benden. Çünkü sana ihtiyacım var. "

Gözlerimden oluk oluk yaşlar akarken buğulansa bile o sözlerden sonra bakışlarımı biran bile Siyah incilerden ayırmadım. Dudaklarım gözlerime tezat kıvrılırken burnumdan akan yaşları pislik olmasını umursamadan gömleğin kollarıyla silip gülümsedim. Hayatımda duyduğum bir insana yaşadığı için sebep sunan en anlamlı sözler kulağımdan bir an bile eksilmiyordu. Onun bana ihtiyacı vardı. Benim ona olduğum gibi.

************************

45 ve 46. Bölüm 23.11.19 cumartesi 17.00'da.

Continue Reading

You'll Also Like

7.6K 1.7K 49
Bazen aşk, çok karmaşıktır.
2.2M 89.6K 64
Ve Arden Ayman.. O gece sadece sokağıma değil, tüm yaşantıma atmıştı adımını.
YUVA By _twclr

Teen Fiction

689K 34.1K 49
Amelya 20 yıl sonra aslında ailesinin gerçek olmadığını intikam için bebeklerin karıştırılmasına nasıl bir tepki verecek gelin hep birlikte okuyup öğ...
35.8K 2.4K 16
Ron Weasley bir gün Amortentia'da bir koku alır...