Kiralık Dünya

By cummlemuhendisi

330K 16.2K 2.6K

Gül yüzünün güllerine nazar değmesin Allah gönderdi seni bana göresin Yaşamayı yaşayalım senle beraber Bu ri... More

-ÖN SÖZ-
-1-
-2-
-4-
-5-
-6-
-7-
-8-
-9-
-10-
-11-
-12-
-13-
-14-
-15-
-16-
-17-
-18-

-3-

13.8K 876 110
By cummlemuhendisi

-Doğan Bir Pişman


**


"Kıskanıyorum Akif'i. Yıllar evvel benim yapamadığımı bir ay içinde yaptı. Buldumcuk gibi geziyor şimdi. Ne çok istedim onun yerinde olmayı..."

"Ne diyorsun sen be?"

"O kahveyi ben içecektim. Yıllar evvel ben gelecektim buraya seni almaya. Mutlu musun şimdi? Sahiden hiç için yanmıyor mu beni gördüğünde?"

"Kahveyse derdin, içtin az evvel. O köprünün altından çok sular aktı. Edebinle suyunu iç çek git içeri. Yoksa bir daha yüz yüze bakacağız demem bilesin Arif."

"Adımı sesinden işitmeyeli beri yaşamayı bıraktım ben. Ne köprüsü ne suyu... İlk günkü gibi taze benim yaram."

"Karın sarmadı mı yaralarını? Ne de güzel bırakmışsın sen öyle yaşamayı... Evlendin sen Arif. Beklemedin. Bekleyemedin okulumun bitmesini."

"Her gece seni düşlerken evlendiğim karımın koynuna giremedim ben! Ben istemedim evlenmeyi. Evliyken bile seni bekledim! Gelmedin. Hiç gelmedin. Kapında uyudum it gibi! Aşksız bıraktın beni. Evlatsız, sevgisiz, sensiz bıraktın!

Sen bana ne yaptın Müjgan?!"

"Sus! Bitmiş gitmiş her şey! Neyin hesabını soruyorsun bunca zaman sonra? Böyle bir günde? Bak ne sana bir şey olmuş ne bana. Yaşıyoruz bir şekilde. Kurcalayıp durma eski defterleri."

"Öldürmedi be Müjgan. Ama bir gün olsun da güldürmedi... Yaşamak bu değil. Böyle yaş almak iş değil."

**

"Yarın okul başlıyor. Üç dersim var sabahtan."

Akif omzuna yatırdığı nişanlısını geniş kanadıyla daha sıkı sardı.

"Buna mı mahzun oldun yavrum?"

"Bu kadar sık görüşemeyeceğiz."

"Ben bulurum yolunu sana gelmenin. Nisan'dan sonra hep bir aradayız hem. Sen düşündün mü dediğim yerleri?"

Yaz bitmeden nişanlanıvermişlerdi hemencecik. Her şey, yoluna baş koydukları her iş bu kadar kolayca oluyor ve yolunda gidiyorken, çabucak geçen zamanın farkına bile varmıyorlardı. Akif'in içinde yer eden mutluluğunu bir türlü yaşatmayan o his, Altın'ın içinde de durup duruyordu öylece.

Neden bunca korkardı insan mutsuz olmaktan? Neden devamlı başına bir iş gelecek gibi tetikte, dünyası başına yıkılıverecek gibi tedirgin ve korkaktı?

Kısacık mutlulukta içlerine oturan korkuyla mahzunlaştılar ikisi de. Bu korku, elde edip edebilecekleri o kısacık mutluluğa da ket vuruyor, o kısacık anın da ellerinden kayıp gidişine sebep oluyordu.

Evlenecekleri gün dahi belliydi şimdiden. Akif çoktan kalacakları eve bakmaya başlamış, tadilatıyla döşemesiyle düğüne anca yetişeceğini düşünüyordu.

"Hep Nilüfer'den bakmışsın. Hem uzak hem pahalı. Biraz daha annemlere yakın olsak? Hem sen de rahat gidersin dükkana olmaz mı?"

"Olur tabi. Olmaz mı hiç? Ben semt olarak, yapı olarak beğenirsin diye.."

"Düzeni daha güzel evet. Ama buralarla gönül bağım var. Uygun bulursan eski yapı olması önemli değil."

"Olur. Sen nasıl istersen. Nasıl dersen..."

Tebessümle iç çekti. Dizinin üstünde gelişigüzel koyduğu elini alıp kalın parmağındaki yüzüğü görünce hızla atan kalbine inat öpüverdi ıslak dudaklarıyla.

"Arif ağabey beni pek sevmedi gibi. Hep bir uzak bir garip davranıyor."

"Aldırma sen ona. Soğuktur biraz. Sana özel değil tavrı. Ailesine girecekleri ince eler. Seni de tartıyor şimdi kendince..."

"Haklı. Daha dün geldim bugün nişanlın yarın öbür gün gelinin olacağım. Hızlı mı oldu sanki her şey?"

"Hızlı mı? Kurduğum düşler hiç ummadığım anda hayat buldu doğru. Çabuk olunca yanlış mı oluyor ki? Bizimkilerin de seni tanımak için fazla fazla zamanları var."

"Yanlış olduğunu bildiğimden değil de... Hep yarım kalmış mutluluklar üstüne ataların sözü."

"Neymiş o sözler?"

"Acele işe şeytan karışır."

"Hımm."

"Çok muhabbet tez ayrılık getirir."

"Bak sen?"

"Çok gülen çok ağlar."

"Bunları oturup düşündün mü?"

Güldü Altın. Parmaklarını iri esmer parmakların arasından geçirip aralarındaki renk farkına güldü. Kara yağızdı Akif kendi süt beyaz teninin aksine.

"Mesela en sevdiğin Orhan baba şarkısı ne?"

"Ne ilgisi var?"

"Şu ilgisi var, en acıklı en yürek yakan şarkıları sevilir genelde. Çünkü insan kendini bulduğu şarkıları daha çok sever. Senin de öyledir eminim."

Akif omzundaki başı kaldırıp çenesinden yakaladı yüzünü. İşaret parmağıyla başparmağının arasında bir mutluluktu Altın şimdiden sonra onun için. Aynı korku kendi içinde de olsa, aynı tedirginlik ruhunu arıyor da olsa, Altın kadar kötümser değildi. Onun yüzüne böylece bakabilmek, bu yakınlık her türlü kötülüğü süpürüyordu ruhundan.

"İşte şimdi yanıldın yavrum. En sevdiklerim hüzünlü olanlar değil. Birini dağ yolunda sana çalmıştım."

"Sevmenin Zamanı Yok."

"Hıhı."

"Başka?"

"Yürekten Olsun."

"Daha başka?"

"Gönülden Gönüle. Çakmak Çakmak Gözler. Hep Böyle Kalalım. Seni Buldum Ya. Daha sayayım mı?"

"Bizim şarkımızı unuttun."

"Kiralık Dünya."

"Kiralık Dünya."

Uzanıp alnına değdi dudakları Akif'in. Gözlerini öptü. Burnunu, yanaklarını, saçının başladığı şakaklarını öptü. Dudağının köşesine yapışmış birkaç altından saç tutamını çekip parmağıyla okşadı.

"Düşünme, mahzun olmasın gök bakışların. İnsan dediğin sırtında akreple yaşar. Ne zaman zehrini zerk edecek derken yitip gider kısacık ömür. Unut onu. Bakarsın yoldaşın olur."

"Senin gibi yoldaşı olmalı insanın. Senin gibi yari..."

"Senin gibi sevdası, senin gibi eşi..."

Altın'ın iki kaşının arasıydı Akif'in dudaklarının yeri. Dudakları yerini buldu, kokusunu içine çekerek öptü hasretle.

"Bana bir daha ne zaman dinleteceksin bağlamanı?"

"Nezaket teyzene yaptığın o kekten yaparsın yarın, şöyle sokağı kokuta kokuta getirirsin. Çayımızı terasta içmek için müsaade isterim ben. Sedirin üstünde otururken getirdiğim bağlamayı alırım elime. Böyle iki gözümü dikerim gök gözlerine ben çalarım, sen de bildiğin yerden söylersin dosta düşmana karşı. Olur mu öyle?"

"Olur. Ne de güzel olur. Giderken pazara uğrayalım ama."

"Ne o? Pazarda kaç poşet taşıdığıma bakıp mı alacaksın beni?"

"Kek için limon alacağız ama ona da bakarım tabi.."

***

"Gece mal gelecek. Atıp giderler. Düzenini Zuhal'le yarın ayarlarsınız. Benim gelmemi beklemeyin. Şu deftere geçersin depoya kaldırdıklarınızı tamam mı?"

"Tamamdır ağabey."

"Bir de satışta dikkat et, kart eksiğimiz var. Zuhal'e de söyle. Hala öğrenemedi mi post cihazını?"

"Arada tekliyor ama ben yanındayım sıkıntı olmaz."

"İyi. Öğrensin bir an evvel. Şu işi eksiksiz hallet kebap sözüm olsun sana."

"İskender'de mi?"

"İskender'de. Yarım ama. Kocaya almazlar seni çok yeme."

"Aşk olsun ağabey ya! Sen cebini düşünüyorsun..."

"Sen gene istersen iki ye ama Akif ağabeyim dedi dersin sonra."

Hafif tombul kız suratını asarak ters ters Akif'e baktığı sıra kapı açılıp klimanın serinlettiği dükkana bir anlığına sıcak hava girdi içeri. Geleni görür görmez toparlanıp başı önde adımladı kapıya doğru.

"Hatice müşteriyle ilgilen ben çıkıyorum."

"Tabi ağabey. Buyurun. Aradığınız bir şey varsa yardımcı olayım."

İçeri giren genç kadın hiç cevap vermeden, çıkıp giden adamın peşine koşturdu hemen. Onca kalabalığa, insan seline rağmen Akif'in kolunu yakaladı destursuzca.

"Akif dur lütfen."

Akif'in gözleri, her daim kalabalık olan havuzlu bahçeyi taradı. Kaba olmamaya gayret ederek çekti kolunu kadının elinden. Ne ağzını açtı ne de yüzüne baktı. Öylece bekledi söyleyeceklerini. Bir an önce kaçıp gitmek istediği her halinden belliydi.

"Nişanlanmışsın."

Cevap vermedi yine.

"Hayırlı olsun demeyeceğim. Senin kadar yüce gönüllü değilim ben."

"Benim sana edecek lafım yok. Allah gönlüne göre versin. Müsaaden olursa gideceğim."

"Benim çok sözüm var. Mutsuz olma Akif. Hiçbir vakit bunun için dua edemem sana. Ama her gece mutlu olma diye dua edeceğim. Edeceğim ki her daim aklında kalayım."

Akif, kızın arkasında beliren ağabeyini görünce içi rahatladı. Kendi kaba olamıyordu ya, Arif çok güzel becerirdi o işi. Ardını dönüp gitmeden evvel söyledi söyleyeceğini.

"Ne dua edersen et... Yeter ki bir daha yolumuz kesişmesin seninle."

Arif alt geçide doğru hızla yürüyen kardeşinin ardında bıraktığı kızın, peşinden gidecek olduğunu anlayınca yakaladı kolundan.

"İşitmedin mi dediğini? Hadi kızım hadi. Kapatma dükkanın önünü."

Kızın yeniden Akif'in gittiği yöne döndüğünü görünce sinirlendi iyice.

"Yürü bu yandan. Günaha sokmayın beni burada akşam akşam."

Akif'in tersi yönüne, çarşı aralığına girdiğini görene kadar dikilip gözetledi. Söylene söylene dükkanın önünde dururken, yan dükkanda eliyle çay işareti yapan Mehmet'e baş salladı.

**

"Abla onları kırma sakın. Tezgahın üstüne çıkardım ben üç tane."

"Niye kız onlar başka tavuktan mı çıktı?"

"Amma da havandasın yine. Önceden çıkardım onları. Oda sıcaklığında olunca daha güzel kabarıyor kek."

"Hey Allahım... Getir getir hadi şekeri mekeri. Oyalanma. Eleği de uzat ordan."

"Hiyh! O unu atma! Kek için ayrı aldım ben. Ya sen ne diye girişiyorsun ki ben yaparım kekimi."

"Bi saattir iki limonu sıkamadın Altın, vallahi içim daraldı. Ne Arif'miş bu da canım unu ayrı yumurtası ayrı."

"Arif değil abla Akif! Yüzüne de söyleyeceksin yanlışlıkla... Arif ağabeyinin adı."

"Neyse ne. Çok konuşma. Vanilin çıkar dolaptan."

Altın, yeterince gergin görünen ablasına daha fazla sataşmamayı tercih ederek dediğini yaptı. Fırındaki poğaçaları kontrol edip sessiz sessiz devam etti işine.

Yemek yiyip hazırlanırken, pişirdiklerini özenle saklama kaplarına alırken evden çıkmaları akşam dokuzu bulmuştu. Annesi ısrarla gelmek isteyip ablasıyla beraber peşine takılınca Altın söyleyecek söz bulamamış, Akif'in o güzel sesli bağlamasını dinleme hayalinin suya düştüğünü anlamıştı.

**

Hepsi birden salona oturmuş, anneler sohbete dalmışken, Akif odanın neredeyse en uç köşesinde başı eğik halde gözlerini kaçıran nişanlısına içli içli bakıyordu. Yalnız kaldıklarında doyasıya elini tutup göğsüne yatırıyorken şimdi böyle aynı evin içinde uzak uzak oturmak zor geliyordu. Annesiyle ablası burada oturuyorken de terasa çıkmak için müsaade istemek ayıp olur gibi geliyordu. Sıkıntılı bir soluk koyuverip oturdu oturduğu yerde el mecbur.

"Altın, ben burada daraldım terasa çıkıyorum. Sen de şöyle bir kahve yapıp yanına da o güzel kekinden bir dilim koyup getirsen, olur mu ağabeyim?"

"O-olur tabi ağabey. Anne, Nezaket teyze siz de içer misiniz?"

"Yok kızım. Gece dokunur. Siz gençler için. Hem şöyle bir dolaş bakalım sen de terası. Akif yeni diktiğim menekşeleri göstersin sana."

Başını salladı Altın çekinerek. Hemen kalkıp mutfağa yürürken, ablası da yardım etmek için peşi sıra ağır ağır hareket etti.

Heyecanla mutfakta kahveyi, cezveyi ararken ablası içeri girip kapıyı kapattı.

"Kahve üst raftaymış. Nezaket teyze seslendi, fincanları ben hazırlarım."

"Abla! Kahve istedi benden. Nihayet sevdi mi dersin?"

Müjgan dolabın kapağını kaldırıp tezgaha koyduğu tepsiye önce tabakları sonra da fincanları dizerken söylendi ters ters.

"Ne diye sevmeyecekmiş? Sanırsın sadrazamın sol tarafından düştü."

"Şşşt! Duyacak şimdi biri. Akif'in ağabeyi sonuçta. Ben çok önemsiyorum onun onayını. Hem biraz ters de olsa isterdim ben öyle bir ağabeyim olmasını."

"Amma meraklıymışsın sen de."

"Sen niye bu kadar öfkelisin anlamadım."

"Öfkeli değilim. İki gün tatilim var orda burada gezerken geçip gidiyor."

"Kusura bakma abla. İstemiyorsan haftaya gelmezsin."

"Tavır yapma şimdi. Kahve bekliyorlar senden."

"Off! Nasıl içersin demeyi unuttum adama!"

Müjgan dalgınlıkla kahveyi fincana katarken "Sade içer o." Deyiverdi.

Kırdığı potun neden sonra farkına varıp, Altın'ın tuhaf bakışlarını üzerinde hissedince açıklama gereği duydu.

"Kız istemede filan öyle demişti ya..."

Altın cevap vermeyip elinden cezveyi aldığında, kısa süreliğine de olsa savuşturduğu için rahatladı.

Biraz sonra elinde kahve tepsisiyle terasa çıkmaya çabalayan kardeşinin önünden geçip taşıyamaz diye aldığı kek tabağı ile birlikte teras kapısını açmak için hızlandı. Merdivenleri çabucak çıkıp kapı önünde Altın'ı beklerken terastan gelen seslere kulak kabarttı istemeden.

"Oğlum bırakmadı mı bu kız senin peşini? İkide bir dükkanın önünde bitiyor." Arif'in kısık tutmaya çalıştığı hiddetli sesinden, söylediklerinden anlamıştı bir şeyler döndüğünü.

Altın'ın yüzündeki tebessüm ve heyecanla geldiğini görünce işaret parmağını kaldırıp durdurdu.

"Ne yapayım ağabey? İnsan içinde yaka paça kovayım mı?"

Aralık bırakılmış kapıdan dışarıda konuşulanlar rahatça duyuluyordu. Altın'ın yüzü düştü, olup biteni anlamaya çalıştı.

"Gerekirse kovacaksın! Nişanlı adamın arkasında hiç yakışık alıyor mu? Bugün tutmasam geliyordu daha peşinden. Senin de yüzünün yumuşaklığından-"

"Ben mi yumuşak yüzlüyüm? Elli kere bırak peşimi dedim! Şimdi de nişanı duymuş gelmiş, elin kızı yüzsüzse ben ne yapayım?"

"Ben onu bunu bilmem. Ayşegül'ün kuyruğunda dolandığını Altın duyarsa ona anlatırsın derdini."

"Anma adını şunun! Duyan eden bir şey var sanacak! Kapat konuyu."

"Ne halin varsa gör. Bu kadar güzel kek yapan kızı üzersen yakarım canını."

Akif güldüğü sırada ablasına kapıyı işaret etti Altın. Az evvelki gülüşü yüzüne yeniden yerleşirken usul usul yürüyüp kahveyi fincandan tabağına taşırmadan ilerledi. Neredeyse her yanı kaplayan asma yapraklarının altında, iki sarı ampulle aydınlatılmış eski bir çekyat ve birkaç tabureyle döşenmiş yerde, çekyata kurulmuş oturan Arif'e doğru hafifçe eğilip uzattı kahvesini.

"Buyur ağabey."

Hemen arkasında Müjgan belirip, duyduklarının etkisiyle Akif'e ters ters bakarken, gülerek sordu Arif.

"Hangisi benim?"

"Soldaki sade."

Tepsideki kahveyi alıp taburelerden birini çekerek üzerine koydu. Gözlerini, elindeki kek tabağını taburedeki kahvenin yanına koyan Müjgan'a dikti. Uzun yılların ardından, onunla bu denli sık karşılaşıyor olmak hiçbir şeyin vermediği heyecanı ve hazzı veriyordu adama. Her ne kadar hali ve tavrıyla yaklaşmasına, konuşmasına izin vermiyor da olsa onu yakınlarında görmek hele de şu yaşında hala yalnız görmek, içinde bitmek tükenmek bilmeyen umutları besliyordu.

Utana sıkıla nişanlısının yanına oturan Altın'a dönüp samimiyetle konuştu. Bir yandan da tabağın yanına bırakılan çatala hiç dokunmadan doğrudan eline alıyordu keki.

"Eline sağlık. Akif'e diye yapmışsın ama ondan çok ben yedim."

"Afiyet olsun ağabey. Bu defa ben değil ablam yaptı ama."

"Öyle miii?" dedi Arif sırıtarak. Müjgan elindeki kahveyi morararak yudumladı.

"Ablanın ellerine sağlık diyelim madem."

Asık suratıyla ortama kasvet salan Müjgan, Arif'in gereksiz laubali sözlerini duyunca daha fazla dayanamadı. Fincanını tepsiye bırakıp ayaklandı oturduğu yerden.

"Afiyet olsun. Serin burası ben annemlerin yanına iniyorum."

Üzerine fazla gittiğini anlayan Arif, sessizleşti. Onun yerine Akif kalkmıştı hemen yerinden.

"Otur abla sen, ben hırka getireyim sana. Hem Altın'a sözüm vardı, bağlamayı da alır gelirim."

"Sen de mi çalıyorsun?"

"Başka kim çalıyor?" Altın'ın sorusu Arif'in yüzünde saklayamadığı bir gülüşe, Müjganda ise devirdiği çamın ağırlığından yutkunmaya sebep oldu.

"Ağabeyim de çalıyordu önceden. Onu hatırlıyor herhalde Müjgan abla. Sen de ister misin üzerine bir şey?"

"Yok." Dedi Altın gözlerinden ateşler saçarak ablasına bakarken. "İyi böyle."

Akif, elinde bağlaması, annesinin hırkasıyla gelene kadar kalkmak için niyetlendiği yerde yüzünü yanındakilerden saklayarak sesini çıkarmadan oturdu kaldı Müjgan. Eve gider gitmez Altın'a yapacağı açıklamayı, kırdığı potları nasıl düzelteceğini düşünüyordu fakat Arif'in üzerine diktiği bakışları toparlanacak şey bırakmıyordu.

Akif gülümseyerek nişanlısının yanına oturdu yeniden. Müjgan hırkayı üzerine giydi, saçlarını yüzüne getirdi. Bir kere merakı cezp edilmiş, bir kere dikkatini çekmişti bu gariplik Altın'ın. Deşmeden, eşelemeden duracak değildi.

"Ben ilk defa duydum bağlama çaldığını ağabey. Akif senden mi öğrendi?"

"Yok."dedi Akif ağabeyinin yerine.

"Ağabeyim benim kadar şanslı değil. Babama korkusundan diyememiş bağlama merakını. Gizli gizli öğrenmiş Fuat ağabeyden. Benden dahi gizledi senelerce."

"Neden? Kötü bir şey mi sanki, çok güzel bence."

Arif kahvesinin sonunu dikip fincanı tabağına koyup, son kek parçasını da eline aldı cevap vermeden evvel.

"Babam orda çalışacak adam arıyor, ben bağlamayla dolanıyorum. Olacak iş mi o zamanda. Bizim mahallede pek görülmüş şey değildir böyle şeyler. Gırnatacı mı olucan diye dalga geçerler adamla. Hem bu sebepten hem çekindiğimden heralde... Hiç demedim babama. Sorsan belki şimdi bile bilmez."

"Kimsenin bilmediğini ablam nasıl biliyor acaba?" diye mırıldandı kendi kendine.

Akif, karşısında oturan ağabeyine bağlamayı uzatıp güldü. Arif'ten çok, Müjgan'ın şaşırdığını, yerinde huzursuzca kıpırdandığını görünce gülüşü arttı.

"Hayli zaman oldu. Çal bakalım, hangimiz daha iyi söylesin Altın."

"Biz senin gibi virtüöz değiliz Akif efendi. Alaylı denir bizim gibilere."

"Naz mı yapacaksın koskoca adam?"

"Getir tezeneyi. Altın, iyi dinle ağabeyim! Aynısını Akif çalamazsa altından mızrap isterim hakem sensin ona göre."

Bütün akşam işittikleri yüzünden durgunlaşan Altın, Arif'in samimi konuşmasını duyunca derin bir nefesle rahatlayıp geriye doğru kayarak sokuldu Akif'in yanına. Kanepenin sırtına uzattığı eli omzuna değince gülümseyerek salladı başını.

"Merak etme ağabey." Dedi huzurla. Aklında dönüp duran her şeyi bir kenara bırakıp gözlerini Akif'in gözleriyle buluşturdu.

Arif başlar başlamaz kaçıp gitmek isteyen, yüreği daralan Müjgan, şarkının sözlerini duyunca çakılıp kaldı yerinde. Hiç kabuk tutmayan yarası, kesildiği yerden başladı kanamaya. Yeniden... Durmamacasına... Arif, yalnız çalmıyor söylüyordu da. Varını yoğunu çalıyordu Müjgan'ın. Yıllarca biriktirdiği her şey bir gecede çalınıverdi ellerinden.

Arif'in içinden taşanlar, kuşattı Müjgan'ın etrafını. Yirmi yıllık sır, bir gecede açığa çıkıverdi. Yirmi yıllık sevda, bir gecede dökülüp ayan oluverdi o anda...

"Doğan bir pişman, doğmayan iki
Doğuştan felekle düşmanım sanki
Herkeste bir kalp sevgiye muhtaç
Sevenler bir ise, sevmeyen iki

Bu ne aşktır yarabbim öldürdü beni
Ne kendisi güldü, ne de güldürdü beni
Dertlerim dermansızdır yaram çok derin
Ermişim zirvesine ben bitmez kederim
Çaresizim, cilvesi bu bana kaderin bana kaderin

İçen bir pişman,içmeyen iki
Hepimiz doğuştan  dertle sarhoşuz sanki
Sarhoştan beter sevenin hali
Her kadehte bir mecnunum keremim sanki

Bu ne aşktır yarabbim öldürdü beni
Ne kendisi güldü, ne de güldürdü beni
Dertlerim dermansızdır yaram çok derin
Ermişim zirvesine ben bitmez kederim
Çaresizim, cilvesi bu bana kaderin bana kaderin"









***









Continue Reading

You'll Also Like

127K 519 16
Hikayede sık sık +18 ve şiddete yer verilecektir! Yaş sınırını göz önünde bulunduralım.
22.1M 897K 116
İşte oradaydı... Muhtaç olduğum kadın bana korkuyla bakıyordu. Ona biraz daha dokunmazsam sanki ölecektim. Bu hastalıklı duygular beni resmen ele geç...
Haz By 🍀

Romance

320K 4.5K 18
Çocukluktan beri Karan Avcıoğlu'na karşı hisleri olan Efsun Alakurt'un hikayesidir. Sevdiği adamla birlikte olduklarından sonra her şeyin farklı ola...
76.7K 4.1K 18
❝ Konserdeki Sevgilim: Mine, üç ay. Konserdeki Sevgilim: Sadece üç ay çıkıyormuş gibi davranacağız. Konserdeki Sevgilim: O kadar. Siz: Üç ayın sonun...