KARANLIĞIN ŞEHRİ

By sulisindunyasi

23.3M 1.4M 2.8M

Doğum gününden sonra, kardeşiyle eğlenmek için konsere giden bir genç kız... Fırtına yüzünden iptal olan kons... More

Bölüm Bir - Kayıp
Bölüm İki - Karanlıkla Tanışma
Bölüm Üç - Şeker Mi Şaka Mı?
Bölüm Dört - İnfaz
Bölüm Beş - Bataklık
Bölüm Altı - Dirayet
Bölüm Yedi - Kurban
Bölüm Sekiz - Nefes
Bölüm Dokuz - Arayış
Bölüm On - Cesur
Bölüm On Bir - Kedi ve Fare
Bölüm On İki - Temash Uçurumu
Bölüm On Üç - Tehlike
Bölüm On Dört - Soğuk|Sıcak
Bölüm On Beş - Bozuk Kalp Ritmi
Bölüm On Altı - Davet
Bölüm On Yedi - Karar
Bölüm On Sekiz - Cesur ve Güzel
Bölüm On Dokuz - Kurtarıcı
Bölüm Yirmi - Daha Güvende
Bölüm Yirmi Bir - Kabus Çınlaması
Bölüm Yirmi İki - Kırmızı İrisler
Bölüm Yirmi Üç - Sevgi ve Çıkar
Bölüm Yirmi Dört - Kül
Bölüm Yirmi Beş - Kadmos
Bölüm Yirmi Altı - Ateş
Bölüm Yirmi Yedi - Efsun
Bölüm Yirmi Sekiz - Anlaşma
Bölüm Yirmi Dokuz - Sembol
Bölüm Otuz - Hafıza
Bölüm Otuz İki - Kapan
Bölüm Otuz Üç - Radar
Bölüm Otuz Dört - Kanla Çevrili Zindan
Bölüm Otuz Beş - Zehir
Bölüm Otuz Altı - İz
Bölüm Otuz Yedi - Yabancı
Bölüm Otuz Sekiz - Suçüstü
Bölüm Otuz Dokuz - "Aklından Çıkarma."
Bölüm Kırk - Bant
Bölüm Kırk Bir - Zarf
Bölüm Kırk İki - Aitlik
Bölüm Kırk Üç - Kadmos Krallığı
Bölüm Kırk Dört - Zihin Kalkanı (Kısım 1)
Bölüm Kırk Dört - Zihin Kalkanı (Kısım 2)
Bölüm Kırk Beş - Korku ve Aşk
Bölüm Kırk Altı - Maskeler ve Hisler
Bölüm Kırk Yedi - Çınara Aşık Yaprak ve Fırtına
Bölüm Kırk Sekiz - Güller ve Dikenler
Bölüm Kırk Dokuz - Sanrılardan Doğan Çığlıklar
Bölüm Elli - Yeni Başlangıçlar Ya Da Başlayamamalar
Bölüm Elli Bir - Fırtına ve Enkaz
Bölüm Elli İki - Resurgam | Sezon Finali
ÖZEL BÖLÜM | ( Alaz Şahzade'den)
Bölüm Elli Üç - Can Kırıkları (2. Sezon)
Bölüm Elli Dört - Taç Giyme Töreni
Bölüm Elli Beş - Alışılmadık Alışılmışlar
Bölüm Elli Altı - Zehir ve Tuzak
Bölüm Elli Yedi - Büyük Oklar Derin Yaralar
Bölüm Elli Sekiz - Tuzla Buz
ÖZEL BÖLÜM | İlk Karşılaşma
Bölüm Elli Dokuz - Vuslatın Güneşi
Bölüm Altmış - Ruh Kapanı
Bölüm Altmış Bir - Dökülen Yapraklar ve Dik Duran Dallar
Bölüm Altmış İki - Piyonlar ve Şahlar
Karanlığın Şehri Kitap Oluyor!
Soru-Cevap | Kitaplaşma süreciyle ilgili merak ettikleriniz.
KARANLIĞIN ŞEHRİ KİTAP KAPAĞIMIZ
Karanlığın Şehri Ön Sipariş
Karanlığın Şehri 2 Kitap Kapağı
Bölüm Altmış Üç - Tanıdık Bir Yabancı
Bölüm Altmış Dört - Gizler ve Esrarengizler
Bölüm Altmış Beş - Maşuk ve Maktul
Bölüm Altmış Altı - Vezirin Oyunu
Bölüm Altmış Yedi - Hatıralardan Damlayan Kan
Bölüm Altmış Sekiz - Yıkıntılar ve Zedelenen Umutlar

Bölüm Otuz Bir - Bağ

366K 21.6K 58.1K
By sulisindunyasi




Merhabalar!

Yine uzun ve doyurucu bir bölümle geldim. Anncak, geçen bölüm oy sayımız ve yorum sayımız düşmüş. Bu beni üzer...

Hedef için koyduğum 3000 oy dolmadığı halde paylaşıyorum bölümü hep derim bitirince paylaşırım, benim için esasen o sayıların bir önemi yok diye ama insan üzülüyormuş. :D

Neyse ajitasyon yapmayacağım merak etmeyin, ama bu bölüm çok yorum okumak istiyorum hani sevinirim yani...

Yeni bölüm için oy hedefi: +3000

Yorum hedefi koymuyorum bu sefer çünkü sırf hedef geçilsin diye güzel yorumların üzerine geçen alfabeleri, emojileri görmek istemiyorum. Gönlünüzden geçenleri yazmanızı diliyorum, gereksiz yere zahmete girmenizi istemiyorum elbette, haksızlık bu.

Paragrafların boş kalmaması dileğiyle.

Atacağım kesitler için takip edebileceğiniz instagram hesabım: sulisindunyasi

Sizi seviyorum, mutlu okumalar, mutlu günler.

-Bu bölüm geçen iki bölüme yaptığı güzel yorumları sebebiyle @yaymuyy isimli Karanlık Veliahta ithaf edilmiştir.-

Bölüm Şarkısı: Agnes Obel - The Curse

Bölüm Otuz Bir - Bağ

Karşısında açılan gözlerim ve şaşkın ifademle durduğum Bay Lefter'e ilk birkaç saniye cevap vermedim. Bu sırada yanımda duran Mehsa'dan şaşkın bir ''Ne?'' kelimesinin çıktığını duymuştum. Benim vereceğim tepkiyi o vermişti.

''Teklif, hoşuna gitti mi?'' Sorusuyla beraber hayret dolu ifademden kurtulmak amacıyla kendi kendime kafamı salladım. Ne diyeceğimi bilemiyordum, ben böyle bir şeyin üstesinden nasıl gelebilirdim ki? Bir profesör benden asistanı olmamı istiyordu ve ben daha doğru düzgün büyü bile yapamıyordum. Bu çılgınca olurdu, böyle bir şeye girişmemem gerekirdi. Bay Lefter bir kez daha sesini duyurdu. ''Efsan?''

Düşüncelerimden arınıp nihayet konuşmayı akıl edebildim. ''Bay Lefter,'' dedim tereddüt dolu sesimle. ''Ben, böyle bir şeyin üstesinden gelebileceğimden emin değilim.''

Büyü yapsın yahut yapmasın, bu şehrin yerlisi olsun yahut olmasın, herhangi birinin böyle bir görevin üstesinden kolay kolay gelebileceğini sanmıyordum. Mehsa'nın da buna yanıtının ''Evet'' olacağını sanmıyordum.

Bay Lefter'in yüzündeki gülümseme silinmedi fakat biraz küçüldü. Omuzumda var olan elinin hareket ettirip sıvazladı. ''Hemen cevap vermene gerek yok, biraz düşün. Bu sana büyü kariyerin açısından da oldukça faydalı olur.''

Tebessüm etmeye çalışıp başımı aşağı yukarı hareket ettirdim. ''Fikrimin değişeceğini ummuyorum ama, teşekkür ederim.''

Gözlerini kırptı. ''Cevabını bekleyeceğim.''

Sonrasında Mehsa'ya baktı ve ona da aynı şekilde gülümsedi. Mehsa, profesöre dişlerinin görünmediği bir gülümsemeyle karşılık verdi ve profesör dik yürüyüşüyle sınıfı terk etmek adına yürümeye başladı.

O derslikten çıkar çıkmaz Mehsa hemen ağzını açtı. ''O da neydi öyle!''

Omuz silktim. ''Hiçbir şey anlamadım.''

''Asistan da neymiş?'' dedi sinir olmuş gibi. ''Bu da yeni çıktı. Ay Efsan, sakın kabul edeyim deme. İç içe olunca çok zor olur.''

Neyin çok zor olacağını biliyordum, ''buradan olmadığımı gizlemek''. Ve zaten ben de bunu kabul edemezdim, başıma bir de onu eklemek istemiyordum, Bay Lefter'in bu konuda üstelememesi hakkında elimden geldiğince dua etmeli, bir daha kesinlikle onun derslerinde önlere oturmamalı, belki de Barın'ın yaptığı gibi kafamı sıraya gömüp uyumalıydım. Evet, bunları kesinlikle yapmalıydım.

''Etmeyeceğim tabii ki,'' dedim Mehsa'ya ve o sıra neredeyse tamamen boşalmış salonda gözlerimi gezdirdim. Alaz gerçekten de yoktu. Arabasına gitmiş olmalıydı. Benim de burada işim kalmadığına göre çenemi kaldırarak sınıfın kapısını işaret ettim. ''Hadi çıkalım.''

Mehsa beni gayet istekli bir halde onayladı ve dersteki ruhsuz halimizden kurtularak daha canlı bir tavırla dışarı çıktık.

Koridorda tanıdık kimseyi görmemiştik, zaten anında ıssızlaşmıştı ve bu koca duvarlı, kristal büyük avizeli, kasvetli eğitim alanının koridorlarında yürümek daha zor bir hâl almıştı. Bundandır ki bahçeye çıktığımız an daha rahat bir nefes aldım.

Eğitim alanının merdivenlerinden inerken gözlerim ister istemez cadı ve carislerin olduğu bölgeye kaydı. Bir an sabahki gibi Sıraç'ı görebileceğimi umdum, hazır yanımda Alaz yokken onunla konuşabilirdim, daha doğrusu onun benimle konuşmasına ve kendini ifade etmesine müsaade edebilirdim. Lakin yoktu ve haliyle böyle bir şey mümkün olmadı.

Bahçeden çıktıktan sonra yolun kenarında park halinde duran iki arabayı tanıyordum. Birisi Barın'ın külüstür mavi renkli aracı, diğeriyse Alaz'ın siyah, oldukça lüks spor arabasıydı. Barın arabanın içindeydi ancak Alaz dışarıdaydı. Hayır, beni beklediği için dışarıda değildi. Sırtını arabanın ön yolcu kapısına yaslamış bir halde karşısındaki uzun boylu, mini etekli esmer kızla konuşuyordu. Bade ile. Artık sebebini bilsem de bu manzara anlamsızca içimi acıtmaya devam ediyordu. İçimden ''Sadece, Bay Lefter için'' diyerek kendimi sakinleştirmeye çalıştım.

''Oh, Bade sayesinde Alaz senden uzaklaşacak, çok iyi.'' Mehsa'dan çıkan bu cümleyle bakışlarımı onlardan ayırıp arkadaşıma verdim.

''Ne dedin?''

''Bade sayesinde diyorum,'' diye fısıldadı. ''Alaz'ın sana olan takıntısı yok olup gidecek ve sen yine bizim evde kalmaya başlayacaksın. Çok iyi değil mi?''

Mehsa söylediklerinin kalbimde bir iğne görevi gördüğünün farkında mıydı? Sanmıyordum. Eğer öyle olsaydı böyle bir cümle kurup benim içimi kanatmazdı. Gözlerimin sızladığını fark ettim ve hemen irkilip kendime geldim. Soğuk havada derin bir nefes alıp ciğerlerimi rahatlattım. ''Öyle,'' dedim, sesimi tok tutmaya çalışarak ancak pek de başaramamıştım.

''Hey,'' derken koluma dokundu Mehsa. Kaşları hafifçe yukarı kalktı. ''Yanlış bir şey mi dedim? Bu suratının hali ne?''

Burnumu çektim. ''Yanlış bir şey demedin Mehsa, endişelenme. Sadece Bay Lefter'in teklifini nasıl reddedeceğimi düşünüyordum.''

''Aman canım,'' derken yaramaz bir çocuk gibi gülümsedi. ''Eğitim sırasında birkaç haylazlık yapıp gözünden düşersin, olur biter.''

''Umarım,'' dedim ve gözüm tekrar Alaz'la Bade'ye kaydı. Hâlâ konuşuyorlardı ve bu sefer Bade'nin ince elleri Alaz'ın çıplak koluna doğru uzanmıştı. Bu sahne beni daha beter etkiledi ve parmaklarımın karıncalandığını hissettim.

İstemeden güç kullanmamak adına başımı hemen çevirip tekrar Mehsa'ya baktım. Tek kaşını kaldırıp bana bakıyordu ve bir soru sorduğu belliydi. ''Ne?''

''Bars diyorum,'' diye fısıldadı. ''Neden yok.''

Kafamı dağıtacak bir soru sormayı nihayet başarmıştı. Bars'ın adını duymamla beraber dün geceyi tekrar hatırladım. Konuşurken bana neredeyse ağzından alevler fışkıracakmış gibiydi, canımı çok acıtan sözler sarf etmişti, hatırladıkça içim sızlıyordu.

''Dün, biraz olaylar oldu.''

Sevimli mavi gözleri kısıldı. ''Seninle ilgili mi? Yine seni mi suçladı?'' Sessiz kaldığımda, ''Ah, şerefsiz panter!'' diye alçak sesle bağırdı. ''Kendini ne sanıyor acaba? Ben orada olacaktım ki, ağzının payını verecektim!''

''İyi ki yoktun o zaman Mehsa,'' dedim dalga geçer gibi. Bir sıkımlık canı vardı, o da dün gece Bars tarafından alınabilirdi.

Barın kornaya bastığında arabanın kapısına yaslanan Mehsa yerinde sıçradı ve omuzunun üzerinden abisine baktı. ''Öküz müsün abi?''

Barın umursamaz bir tavırla elini yukarı kaldırdı ve içeri gel işareti yaptı. ''Tamam,'' dedi Mehsa son hecesini uzatarak ve tekrar bana baktı. ''Geç kalacağız, mekanda görüşürüz.''

''Görüşürüz,'' diye yanıtladım onu ve birbirimize sarıldık. O arabanın içine girdiğinde Barın aracı çalıştırıp uzaklaşana kadar onları izledim. Gözden kaybolduklarında ister istemez göz ucuyla Alaz ve Bade'ye baktım. Yaklaşık yirmi santim uzunluğunda sivri bir topuklu ayakkabı giymesine rağmen boyu hâlâ Alaz'a yetişmeyen Bade, parmak uçlarında yükseldi ve Alaz'ın yanağına, dudağının çok yakınına küçük bir buse kondurdu. Dudakları orada birkaç saniye oyalandı ve benim içimde bir şeyler kaynamaya başladı. Mehsa söyledikleriyle içimdeki yaraya tuz basmıştı ve şimdi daha beter bir halde duruyordum.

''Bay Lefter için'' dedim içimden sakinleşmeye çabalayarak. ''Bay Lefter'in ne işler çevirdiğini anlamak için. Unutma, Bade Bay Lefter'in kız kardeşi.''

Derin bir nefes aldım ve aldığım nefesi yavaşça dışarı saldım. Kulaklarımda o bilindik topuklu ayakkabı sesiyle birlikte Bade'nin -nihayet- Alaz'dan ayrıldığını düşünüp oraya baktım. Tahminim doğruydu, şimdi karşımda sadece simsiyah gözlerini üzerime diken Alaz Şahzade duruyordu. Üşüyen bedenimi ısıtmak amacıyla kollarımı göğsümde birleştirdim ve ona doğru yürüdüm. Bir şey söylemek istemiyordum çünkü ağzımı açarsam saçmalayacağımı düşünüyordum.

Arabanın önüne vardığımda Alaz ön yolcu kapısını açtı ve içeri girmemi bekledi. Alnımdan aşağı salınan birkaç saç telini kulağımın arkasına sıkıştırıp beklemeden koltuğa oturdum. Kapımı Alaz kapattı. Hızlı adımlarla lüks otomobilinin önünden dolaşıp sürücü tarafına geçti ve saniyeler içinde yanımdaki siyah deri koltukta yerini aldı. Arabanın ne anahtarı ne de başka bir kumandası vardı. Alaz içeri girip ellerini direksiyona koyduğu an çalışmaya başlıyordu.

Araç çalıştığında ısıtıcı da aynı anda sıcak dumanları içeriye üfürdü. Bu, soğuktan kaskatı kesilmiş vücudum için iyiydi en azından çenemin titreyişleri saniyeler içinde daha yavaş bir hal almıştı.

Arabayı kullanan Alaz'ın göz ucuyla bana baktığını anladım. Biraz sonra sesi duyuldu. ''Bay Lefter neden seni durdurdu?''

Beklemediğim bu soruyla beraber kollarıma sürtünen ellerim duraksadı ve bakışlarım Alaz'ı buldu. Bay Lefter'in beni durdurduğunu görmüş müydü? Ben onun eğitimden çok önce çıktığını sanıyordum.

Tek kaşı sorusuna cevap bekler gibi yukarı kalktığında doğru mu yoksa yalan mı söylemeliyim diye birkaç saniye düşündüm. Ama yalan söylemenin beni bir yere götürmeyeceğini biliyordum. Bu nedenle açık olmakta fayda vardı. ''Beni asistanı yapmak istiyormuş.''

Söylediğimle birlikte Alaz'ın simsiyah gözbebekleri büyüdü, kaşları hafifçe yukarı kalkarken araba ani bir fren yaptı ve Alaz ''Ne?'' diye bağırdı. Frenle beraber öne savrulan başım neredeyse arabanın ön camına çarpacaktı kendimi kontrol etmeyi son anda başarmıştım. ''Sen ne dedin?'' Sesi öfke doluydu. ''Kabul etmedin, değil mi?''

''Sakin olur musun?'' dedim sertçe. ''Başımı cama çarpacaktım.''

''Emniyet kemerini tak,'' dedi laf arasında ve tekrar diklendi. ''Ve bana cevap ver.''

Gözlerimi kapatıp açtım. Ne sanıyordu beni, böyle şeyleri düşünemeyen bir geri zekalı mı? Böyle tehlikeli bir şeye gözüm kapalı girişeceğimi mi? Soluyarak sakinleşmeye çalıştım. ''Bir aklım var ve bunu kullanabiliyorum.'' Konuşurken kullandığım ton sertti. ''Elbette kabul etmedim.''

Rahatlamış gibi sırtını koltuğuna yasladı ve gözlerini kapatıp tuttuğu nefesini serbest bıraktı. Endişelenmiş miydi? Benim için? Yoksa işini berbat edeceğim diye mi korkmuştu? Her zaman en kötüsünü düşünen beynim, ''işini berbat edeceğim korkusu'' olarak algılayıp umutlanmama müsaade etmedi.

Alaz gözlerini açar açmaz bana baktı. Tehlikeli diliyle bana tehditvari, emir dolu bir cümle kurdu. ''Bir daha o adamın dersinde öne oturmayacaksın.''

Sanki isteyerek oraya oturmuşum gibi davranıyordu ve bu sinirlerimi iyice germişti. Yer olmadığını ve ben yukarı çıkarken beni durduranın Bay Lefter olduğunu görmemiş miydi? Niye böyleydi?

''Önde oturmayı ben istemedim. Geç girdiğimiz için yer kalmamıştı ve Bay Lefter...''

''O zaman eğitime geç girme Efsun!'' diye bağırarak araya girdiğinde çok hafif irkildim.

Çatılan kaşlarımla ondan aşağı kalmadan ben de bağırdım. ''Emredersiniz Efendimiz Alaz!''

Öfkeli bakışlarımız saniyelerce birbirine bağlı kaldı. İkimizin de kaşları çatıktı, burnumuzdan soluyorduk ve göğüslerimiz sertçe yukarı kalkıp iniyordu. Alaz'ın gözleri yavaşça önce burnuma, sonra dudaklarıma indiğinde şeytan tehlikeli bir çan çaldı. Şimdi ikimiz de susuyorduk, etrafta derin bir sessizlik hakimdi ve Alaz'ın bakışları dudaklarımdaydı.

Bana doğru eğileceğini hissettiğimde kollarımı göğsümde birleştirip sertçe önüme döndüm. Alaz da doğrulmuştu fakat bakışları hâlâ üzerimdeydi. Bense ellerimle kollarımı sıvazlamaya devam ediyordum. Arabanın durmasıyla kapanan ısıtıcıyla beraber tekrar üşümeye başlamıştım, çenem titriyor, dişlerim birbirine çarapıyordu. Titrememe etki eden şeylerden biri de yaşadığımız küçük çaplı tartışmaydı. Birisi bana bağırınca, beni suçlayınca ve bana emir verince geriliyordum.

Bundandır ki sol bacağımın üstüne attığım sağ bacağım kendiliğinden sallanıyordu.

Alaz ellerini direksiyona koyduğunda araba tekrar çalıştı ve ısıtıcı bu sefer daha yüksek bir dereceyle açıldı. ''Ne zaman buraya göre giyinmeye başlayacaksın?''

Ellerimi kollarıma sürtüp daha çabuk ısınmayı deniyordum. Ters bir tavırla, ''Daha ne kadar sıkı giyinebilirim,'' derken üzerime baktım. Kaliteli deri ceketin fermuarı açıktı. Titreyen ellerimi aşağı indirip fermuarı kapatıp yukarı çektim. Boynumun hemen aşağısında küçük bir açıklık bıraktım.

''Ceket giyinmekten vazgeç,'' dedi Alaz, bakışları tekrar karla kaplı yola odaklanmıştı. Araba sağa doğru hafif bir manevra yaptı.

''Herkes böyle giyiniyor. Aralarında Eskimolar gibi durmak istemiyorum.'' Sesim ilgisizliğini sürdürüyordu.

''Eski... Ne?''

Alaz'ın bilmediği bir kelime daha.

Tepkisine neredeyse gülümseyecektim ancak son anda kendimi zapt etmeyi başardım. ''Eskimo,'' diye yanıtladım onu, yolu izlemeyi sürdürürken. ''Benim dünyamda kuzey kutup ve yörelerinde yaşayan insan topluluğuna verilen isim.''

Alaz beni onaylamaz gibi kafasını salladı. ''Kendi evrenindeki tabirleri unutman gerekiyor. Bunu bir başkasının yanında söylesen ne olur biliyor musun?''

İçimden ''Yine başladık,'' diye geçirdim. Vücudum çoktan normal ısısına dönüşmüştü ve çenem artık titremiyordu. Umursamaz bir ifadeyle ona baktım. ''Beni öldürürler?''

''Denerler,'' dedi. ''Ama buna izin vermem.''

Kara irisleri tekrar beni bulduğunda, kalbimde uçuşan kelebeklerin etkisini hissetmemesi adına gözlerimi elektrik şoku yemişim gibi hızla ondan çektim. Sırtımı koltuğa yasladım ve kapı kolunun kenarında bulunan emniyet kemeri düğmesine bastım. Güvenlik kemeri hemen belimi sarmış, karnımın üzerinde bir korunak oluşturmuştu.

Alaz, ''Buradakiler bu evrenin soğuğuna alışmış kişiler. Bedenleri ona göre programlı,'' dediğinde yolu izliyordu ve bu nedenle yine kısa bir an ona bakabilmiştim. ''Ama senin zayıf bedenin buraya aykırı. Hastalanabilirsin.''

''Seni ilgilendirmez,'' derken tekrar önüme döndüm, gözlerimin yoldan ayrılmaması için büyük bir çaba sarf ediyordum.

''İlgilendirir,'' diye çıkıştığında irislerim beni dinlemeyip ona dokundu. ''Sen benim..." Duraksadı. Sanki yanlış bir şey söyleyecekmiş gibi gerildi, nefeslendi ve sustu.

Konunun kapanmasını sağlayabilirdim lakin içimdeki hiçbir şey buna izin vermiyordu. Bir anlık cesaretle dudaklarımı araladım. "Evet, ben senin..?"

Tek kaşımı yukarı kaldırıp cevabını bekledim.

Alaz bir kez daha soludu, keskin gözlerini yoldan ayırmadı. Bana bakmak istiyor ancak bunu yapamıyor gibiydi. Yutkunduğunu adem elmasında olan hareketlenmeyle anladım. Derken nihayet dudaklarını hareketlendirip bana bakmadan sorumu yanıtladı. "Sen benim himayem altındasın."

Anlık bir durgunluk yaşadım. Cümleyi kendi kafamda birçok şekilde tamamlamıştım lakin hiçbiri bu değildi. İnce bir camdan oluşan saniyelik düşlerimin yanıtıyla beraber kırılışını duydum. Bu yüzdendi tabii, başka ne olacaktı ki? Ne duymayı bekliyordum? Beni sevdiğini yahut benden hoşlandığını mı? Bana aşık olduğunu mu?

Komiktim. Ne ara bu kadar Polyanna olmuştum? Bu bana uygun bir düşünce tarzı kesinlikle değildi.

İç çektim ve kenarlarını kar kaplamış asfalt zemini seyrettim. ''Soğuğu seviyorum, rahatsız etmiyor.''

Bu eksi derecelere düşen havalarda sıkı giyinmeden dışarı çıktığımda içimde yanan tüm alevleri soğutacakmış gibi oluyordum. Her rüzgârda yüreğimde yanan aile özlemi ateşi biraz olsun diniyordu sanki. Kendimi sıcak tutsam daha çok yanacak gibiydim ve bunu istemiyordum.

''Soğuk, insanın kendini terapi etmesini sağlayacak bir yöntem değildir Efsun,'' dedi Alaz düşüncelerimi okuyormuş gibi. ''Zararlıdır.''

Şaşkınca ona bakarak, ''Senin zihin okuma yeteneğin mi var?'' diye sordum.

''Ne?'' derken gözleri beni buldu. ''Bunu da nereden çıkardın?''

''Ne bileyim...'' Omuzlarımı kaldırıp indirdim. ''Ne düşünsem aksi yönünü söyleyip düşüncelerimin tezini yerle bir ediyorsun.''

''Düşüncelerini okumama gerek yok, seni hissetmekte başarılıyım demek ki.''

Bir yeni cümlesiyle kalbimde bir yeni krize sebep olmuştu. Az önceki cümlesinin verdiği kötü etki bir anda silindi, kelebekler daha hızlı kanat çırptı, sayıları arttı. ''Öylesin,'' diye geçirdim içimden ancak bunu dışa vurmadım ve ısınan yanaklarımla önüme döndüm. Dünyanın en zor işi neydi artık biliyordum. Alaz'ın gözlerine bakmak, dünyanın daha da zor işiyse, Alaz'ın insanı serseme çeviren cümlelerinin ardından yüzüne iki saniyeden fazla bakabilmekti.

Henüz ben bunu başaramamıştım.

Üst üste nefesler aldım fakat sıcak arabada kendini belli eden tek şey onun erkeksi, odunsu kokusuydu ve bunun toparlanmama yardımcı olduğu pek de söylenemezdi.

Yol ayrımına ulaştığımızda Alaz'ın sağ tarafa dönmesi gerekirken sola döndüğünü fark ettim. Heyecanla doğruldum ve ''Yanlış yola girdin,'' dedim irice açtığım gözlerimle ona bakarken. ''Mekâna sağdan gidilmiyor muydu?''

''Mekâna gitmiyoruz,'' dedi dümdüz bir sesle ve aracın hızı biraz daha arttı.

Kaşlarım aniden gözlerimin üzerine indi, alt ve üst kirpiklerim birbirine yaklaştı. ''Nereye gidiyoruz?''

Verilebilecek en kapalı yanıtı verdi. ''Gidince görürsün.''

*

Alaz'la ve onun en az kendisi kadar siyah arabasıyla Nephan'ın en ücra yerlerinden geçmiş, ormanlık alanlara girmiştik. Gittiğimiz yollar hiç tanıdık gelmemişti, yol hafızam iyiydi ve daha önce buralardan geçmediğime emindim. Uzun, dalları karla örtülü ağaçların arasından geçerken ağzımı açıp tekrar nereye gittiğimizi soracaktım ki araba durdu.

Burada işimiz neydi?

Etrafta sadece ağaçlar vardı. Hiçbir şeyi çözemeyen ifademle aval aval Alaz'a baktım. ''Neden buraya geldik?''

''Var bir sebebi,'' diye yanıtladı.

Boş boş onu izlemeye devam ediyordum. Neden açık olmuyordu? Elbette bir sebebi vardı ve bana bunu söylemeliydi. Geçiştirilmeyi sevmiyordum. Sebebin ne olduğunu sormak için dudaklarımı tekrar açtığımda Alaz'ın siyah tişörtünü uçlarından tutarak kaldırdığını gördüm. Karın kasları gözüme iliştiğinde gözlerimi kocaman açarak, ''Ne yapıyorsun!?'' diye sordum.

Gülümsedi. ''Sana görsel bir şölen sunuyorum. Tadını çıkar.''

Gerçekten tişörtünü kafasından çıkardığında gözlerim iki kat büyüdü. Şimdi kabarık göğüs kaslarını da görüş alanıma girmişti. Kalbim tekledi, bacaklarımda naif bir sızı hissettim. Bronz teni uzaktan görüldüğü kadar pürüzsüzdü. Başı hareketlenip bana bakacağını anladığımda başımı hemen dışarıya çevirdim.

Onu en fazla iki saniye izlemiştim ve şimdi kalbim deli gibi atıyordu. ''Gerçekten anlamıyorum,'' dedim kekelemeyi son anda engelleyerek. ''Ne yapacağız burada?''

''Aklından geçeni değil, Efsun,'' derken güldüğünü sesinden belli oluyordu. ''Çok isterim ama, şimdi değil.''

Hırsla ona baktım. ''Ne diyorsun sen?'' Kaşlarımı çattım. ''Aklımdan bir şey geçirdiğim yok benim.''

Tişörtünü koltuğun kenarına koyduktan sonra yüzündeki o haylaz ifade silinmeden omuzunu hafifçe bana doğru eğdi. İstemsizce geriledim, ellerim benden izinsiz titriyordu. Kaslı kolunu kaldırdığında beni tutacağını sandım ancak o arka koltuğa uzandı. Gözlerimi kusursuz bedeninden güçlükle ayırıp ne yapmaya çalıştığını çözmek için ben de arkaya baktım. Arkada birden fazla karton paket vardı ve bunlar benim şimdi dikkatimi çekiyordu. Paketlerden birini elini aldı ve doğruldu. Tek hareketle açtığı paketin içinden krem rengi bir tişört çıkardı.

Krem mi?

Alaz hiç o renk giyinmezdi ki.

Tişörtü başından geçirdiğinde kısa bir an beni görmediği için tekrar gövdesini inceledim. Kaslı kollarına tişörtü geçireceği sıra bakışlarımı sanki hiç ona bakmıyormuşum gibi tekrar yukarı kaldırdım. ''Tarzını mı değiştiriyorsun?''

''Asla,'' diye yanıtladı hemen. ''Sadece, bir görevimiz var.''

Tişört gövdesine çok hafif yapışmıştı ve bu kaslarının göze batmasını sağlıyordu. Üstelik bu açık renk onun esmer tenine çok yakışmıştı. İçten içe hoşuma gittiğini inkar edemezdim.

''Ne görevi?'' dediğimde paketin içinden tişörtle aynı renk bir şapka çıkardı. Şapkayı başına taktıktan sonra gözlerini kapatıp açtı. Ardından bana baktı. Gözleri maviydi.

Yanlış mı görüyorum diye birkaç saniye boyunca öylece gözlerine baktım. Ama hayır, siyah irislerin yerinde yeller esiyordu. Sorduğum soruyu unutarak şaşkınca, ''Gözlerin...'' dedim. ''Mavi oldular.''

Hayret dolu ifadem onu gülümsetti. ''Korkma, hep böyle kalmayacak,'' dedikten sonra göz kırpıp paketi bana uzattı. ''Sende değiştir kıyafetini.''

Paketi ellerimin arasına alırken tek kaşımı havalandırdım. Bakışlarımı mavi irislerinden zar zor ayırıp, ''Burada mı?'' diye sordum.

Sırıttı. ''Bence iyi fikir. Şölen sunma sırası sende.''

Paketi elinden almadan, ''Çok beklersin,'' dedim.

''Seni öpmeden birkaç gün önce de onun için 'çok beklersin' demiştin. Fazla beklemiş sayılmam, ha?''

Karan'ın sarayındaki kütüphaneyi bulmak için dışarı çıktığımız gece Alaz'la aramızda geçen diyalogları hatırladığımda yanaklarıma bir ısı dalgası hücum etti. Gözlerimi büyük bir utançla hemen Alaz'dan çektim ve ''İnsanları utandırmak neden bu kadar hoşuna gidiyor?'' diye sordum.

''Herkesi değil,'' dedi. Güldüğüne emindim. Ve imasını anlamıştım. Herkesi değil, beni utandırmak hoşuna gidiyordu, bunu fark etmek daha çok kızarmama sebep oldu. Her zaman kara olan ancak şimdi mavi bakan bakışlarının üzerimde olduğuna emindim. Çok geçmeden elindeki paketi tekrar uzattı. Göz ucuyla pakete baktım. ''Hadi, giy artık.''

Ona bakmadan paketi aldım. ''Arabadan çıkman gerekiyor.''

Nefeslendiğini duydum. ''Tamam, çıkıyorum.''

Kapı açılma sesini duyana kadar ona bakmadım. Dışarı çıktığında bakışlarımla onu takip ettim. Arabanın ön tarafına geçti, bana dönük olan sırtını kaputa yasladı. Hemen üzerimi çıkarmadan önce cam tuşuna basıp camın biraz açılmasını sağladım. Soğuk hava anında içeri dolsa da buna aldırış etmeden Alaz'a seslendim. ''Ben tamam diyene kadar arkanı dönme.''

Bana bakmadan, ''Buna söz veremem,'' dedi.

Cevabında ciddi olmadığını biliyordum bu sebeple başka bir yanıt vermek yerine gülümsedim ve camı kapattım. Üzerimdekileri çıkarmadan önce bana uzattığı karton paketin içine baktım. İlk elime gelen şey Alaz'ın kısa kollu tişörtünün aksine içi yünlü, kalın bir kapüşonluydu. Rengi onun üzerindekiyle aynıydı ve sol göğüs tarafında zeytin dalı simgesi vardı. Görevimizin ne olduğunu ve neden bunları giymemiz gerektiğini bilmiyordum ama ''ne de olsa az sonra öğreneceğim'' diye düşünerek sorgulamayı biraz olsun bıraktım. Hızlı bir şekilde deri ceketimin fermuarını indirdim. Koyu gri bluzumu da tek hamlede başımdan çıkardığımda iç çamaşırıyla kaldım. O sıra göz ucuyla Alaz'ı kontrol ettim. Parmaklarıyla kaputa ritim tutuyor başımı bir santim bile bana doğru çevirmiyordu.

Onu izlemeyi bırakıp seri hareketlerle kapüşonluyu önce başımdan, sonra kollarımdan geçirdim. Uçlarından tutup belime yerleştirdiğimde rahatlığı, ısıyı hissettim. İki kat mont giymişçesine sıcak tutuyordu.

Zorlu görevi bitirmenin ardından çantanın içinde Alaz'ın taktığı şapkanın aynısını gördüm. Bu da benim için olmalıydı. At kuyruğu yaptığım saçımdaki tokayı çıkardım ve tüm tellerin omuzumdan aşağı salınmasını sağladım. Parmaklarımla saçıma kısa bir çeki düzen vermemin ardından, sağ alt tarafında tıpkı göğüs bölgesinde olduğu gibi ancak çok daha küçük bir zeytin dalı logosu olan şapkayı başıma geçirdim. Arabanın dikiz aynasından kendime baktığımda aldığım görüntü hoşuma gitmişti.

Tekrar camı açtım ve Alaz'a seslendim. ''İşim bitti.''

Tamamen dönmek yerine omuzunun üzerinden bana baktı. Gözlerimiz birbiriyle buluştuğunda mavi irislerinde anlık bir parıltı gördüm, lakin hemen silindiğinden emin olamadım. Bana bir yorum yapmadan arabanın etrafında dolaştı, şoför koltuğuna geçeceğini düşündüm ancak yapmadı, bunun yerine arka yolcu kapısını açtı, kalan karton paketleri eline aldı.

Ne vardı onlarda? Nereye gidiyorduk? Neden böyle giyinmiştik? Hiçbir şey bilmiyordum ve bunun hakkında bir fikir bile üretemiyordum.

''Dışarı çık,'' dedi bana kapıyı kapatmadan hemen önce. ''Kalan yolu yürüyeceğiz.''

Ve kapı kapandı. Soru sormak için arabadan inmem gerekliydi bu yüzden ilk önce söylediğini yaparak arabadan indim. Üzerimdeki yünlü sweat sayesinde neredeyse ilk kez dışarı çıktığım an esen rüzgar beni üşütmedi. Bu hoşuma gitmişti çünkü titrek bir çeneyle düzgün konuşamıyordum.

Ellerimi pamuklu ceplere soktuktan sonra koşar adımlarla Alaz'ın yanına gittim. Karşısına geçtiğimde gözlerimiz anında birbiriyle buluştu. Alaz bana doğru bir adım attı, bense pür dikkat onu izledim. Elindeki paketleri sol tarafına bıraktı ancak paketler yere düşmek yerine yer çekimine aykırı bir tavırla, sanki altlarında bir raf varmış gibi havada durdu. Artık bu şeylere şaşırmamalıydım. İki elini kaldırıp yüzümü avuçlarının arasına aldığında dudaklarım tıpkı bir balık gibi kendiliğinden öne çıkmıştı. İçim dokunuşuyla ürperirken, ''Ne yapıyorsun?'' diye sordum.

''Senin de gözlerini halletmeliyiz,'' demesinin ardından pür dikkat irislerime odaklandı. Birkaç saniye öyle durduktan sonra ellerinden birini yüzümden çekip avucunu göz hizamda soldan sağa götürdü. Elini indirdiğinde gözlerimi istemsizce kırpıştırdım. ''Yakıştı,'' dedi Alaz geri çekilmeden hemen önce, suratında çapkın bir ifade asılıydı. ''Ama o asabi kahverengileri hiçbir şeye değişmem.''

İçimde sıcacık bir akıntı dolaştı, dudaklarımın hafifçe kıvrılıp ona küçük bir tebessüm bahşetmesine engel olamadım. Utanç içinde hemen önüme döndüm. Kalbim onun yanındayken asla normal atmıyordu ve bunu fark etmesini istemezdim.

''Çok garip,'' dedim kendi kafamı başka şeyleri düşünmeye çalıştırmakla uğraşırken. Yürümeye başladık. Halimi görmesem de bunun, yani göz rengimin değişmesinin şaşılacak bir olay olduğunu biliyordum. İlk fırsatta bir ayna bulup kendime bakmak istiyordum. ''Ayrıntılara bu kadar özen gösterdiğine göre, gideceğimiz yer çok önemli bir yer olmalı.''

''Senin için öyle olduğunu düşünüyorum,'' diye yanıtladı.

Hızlandığında adımlarımı hemen ona uydurup gerisinde kalmaktan kaçındım. ''Benim için mi?'' dediğimde sesim şaşkınlığımı gizleyememişti. Kaşlarımı çattım. ''Alaz, nereye gidiyoruz? Gerçekten hiçbir şey anlamadım.''

''Gidince görürsün, dedim ya.''

Gözlerimi kapatıp açtım. ''Bari bir ipucu ver.''

Şimdi mavi olan fakat benim arkasındaki siyahlığı gördüğüm irisleri tekrar beni bulduğunda, ''Sizin oralarda 'sürpriz' diye bir kelime yok mu?'' diye sordu.

Elimi enseme atıp kaşıdım. ''Var?'' dedim, ''bunun konumuzla ilgisi ne?'' der gibi.

''Güzel, o kelimenin anlamı ne?''

Doğru kelimeleri bulmak adına biraz düşündüm. Biraz sonra kelimeler tek tek döküldü ağzımdan. ''Hiç beklenmediği için insanı şaşırtarak sevindiren ya da insanın üzüntüsüne yol açan olaylara denir.''

''Buradakiyle aynı,'' dedi Alaz ve benim yüzümdeki anlam karmaşası iyice büyüdü.

''Ne yani beni üzmek için bir yere mi götürüyorsun?''

''Ne?'' derken bu sefer kaşları çatılan Alaz olmuştu. ''Kelimenin o anlamını mı aldın cidden?'' Şaşırmış gibiydi. Sesi sertleşti. ''Sen benim hiç iyi bir şey yapacağımı düşünmez misin?''

Ensemdeki elimi aşağı indirip havaya rağmen terleyen avuç içlerimi pantolonuma sürdüm. ''Neden benim için iyi bir şey yapasın ki?''

Suratındaki ciddiyet büyürken gözleri kısıldı. ''Bunun nedenini hâlâ bulamadın mı?''

Bir iki saniye durdum, güç bir soruydu bu. ''Bana değer verdiğin için,'' demek istedim, ''benden hoşlandığın için,'' yahut ''beni sevdiğin için'' ancak arabada kurduğu cümle içime yer etmiş ve bunların hepsini yerle bir etmişti. O sözler beynimde alevli bir halde yankılandı. Ormanın soğuk havasında derin bir nefes alıp ''Buldum,'' dedim kendimden emin bir şekilde, dudaklarım bu yanıtı vermem için beni adeta tehdit etti. ''Doğru ya, senin himayende olduğum için.''

''Efsun,'' dedi tüm harflerin üzerine basa basa. ''Seninle başa çıkmak çok zor.''

Omuzlarımı kaldırıp indirdim. ''Neyse ki sen zoru seviyorsun.''

Alaz'ın öfkeli ifadesinin yerini söylediklerimle beraber daha sakin bir hal aldı. Biraz durdu, kurduğum cümleyi tarttı. Göz bebekleri tekrar beni bulduğunda, ''Güzel,'' dedi. ''En azından bu hallerin tamamen beni daha fazla etkilemek içinmiş.''

Bir an güzel bir laf söyleyip, ardından topladığım tüm karizmayı kendimi ele verdiğim bir cümleyle nasıl dağıttığımı bilmiyordum. Dudaklarımı aralayıp "Öyle değil," diye inkâr etmek istedim fakat bunun beni iyice rezil bir hâle düşüreceğini biliyordum. Susmak en iyisiydi çünkü konuştukça batıyordum. Yanaklarıma hücum eden ısı dalgasıyla beraber üzerimdeki yünlü kapüşonlunun yakasını tutup silkelemek istiyordum. Utançla bakışlarımı Alaz'dan çevirdim. Fakat o çekmedi. Daha fazla bu konu üstüne konuşup batmak istemiyordum bu yüzden onun bakışlarının altında biraz daha sessiz kaldım.

Yan yana yürümeye devam ederken, onu şöyle bir süzdüm. Tıpkı bana verdiği üst gibi onun giydiği tişörtün de sol göğsünün üzerinde yeşil zeytin dalı sembolü vardı. Düşünmekten kaçınarak dudaklarımı araladım. ''Bu kıyafetler bir teşkilat üstü gibi,'' dedim. Soru sormaktansa konuya bu şekilde girip ağzından laf almak daha kolay oluyordu.

''Öyle.''

''Burada teşkilat var mı ki?'' dediğimde sesim hayret doluydu.

''Elbette,'' dedi kısa ve net. Şimdi, biz bir teşkilat kıyafeti mi giyinmiştik? Öyleydi. Peki bu ne teşkilatıydı? Neden bu kıyafetleri giyinmiştik ve nereye gidiyorduk? Hiçbirinin cevabı yoktu. Bedenimde çoğalan merak duygusuyla yürümeye devam ettim. Ancak her an dudaklarımı açıp bir şey söylememek için kendimi zor tutuyordum.

Biraz daha yürüdükten sonra ormanın ardında sıra sıra dizilmiş tek katlı evler göründü. Yaklaştıkça evlerin yıkık dökük, dayanıksız olduğunu fark ettim. Burası izbe, terk edilmiş bir şehre benziyordu. Alaz'a döndüm ve ''Artık nereye geldiğimizi söyler misin? Burada işimiz ne?'' diye sordum. Sabrımın son kalan kırıntıları da tükenmişti, öğrenmek istiyordum. Sanırım sürprizlerden pek hoşlanmıyordum.

Alaz'ın dudakları hareketlendiğinde bu sefer beni aydınlatacağını düşündüm, öyle de oldu. ''Burası bir 'maglo' köyü.''

Şaşırmış bir vaziyette önüme dönüp attığımız her adımda daha da yaklaştığımız köye baktım. Kasvetli bulutlar yolları çamurlarla örtülü bakımsız köyün üzerine gri bir örtü örtmüştü adeta. Etrafta kimse yoktu, duyulan tek ses rüzgarın korkunç uğultusuydu. Alaz'a baktım. ''Neden buradayız?''

''Üzerimize giydiklerimiz Nephan'ın yasal olmayan gizli yardım örgütlerinden GAYA'nın kıyafetleri. GAYA, maglolara yardım etmekten çekinmez, onlar için uğraşan tek örgüt. Elbette bu henüz kraliyet mensupları tarafından bilinmiyor.''

''Senin haricinde?'' diye sordum. Kafasını ''evet,'' dercesine salladı. Cümlelerini parça halinde kafamda birleştirmeyi denedim. Alaz da maglolara karşı değil miydi? Tek kaşım havalandı. ''Yani biz buraya kılık değiştirerek maglolara yardım için mi geldik?''

''Hepsine değil,'' diye cevapladı. Kara göz bebekleri beni buldu. ''Seni bana bağışlayan o kızın ailesine yardım etmek için geldik.''

''Seni bana bağışlayan,'' kelimesi kulaklarımda yankılandı, kalbim tatlı bir şekilde kasıldı, dudaklarım kendiliğinden aralandı. ''Alaz...'' diyebildim sadece.

''Şimdi değil,'' dedi, sesi en normal tonundaydı. ''Teşekkürünü burada işimiz bittikten sonra almak istiyorum.''

Dudaklarımı birbirine bastırıp gülümsememi bastırmaya çalıştım fakat bunda ne kadar başarılı olabilmiştim bilmiyordum. Bakışlarımı ondan ayırıp yolu izlerken bile dakikalar boyunca silinmedi tebessümüm. Köye yaklaştıkça içimdeki heyecan arttı, neredeyse attığımız her adımda ayaklarımız çamura bulanıyordu, siyah botlarımın hemen her noktası kahverengiye boyanmıştı lakin bu umurumda değildi. Yerlerde biriken karları eritmeye gücünün yetmeyeceği belli olan ferah bir yağmur çiseliyordu, küçük damlalar yüzüme çarpıp duruyordu. Etrafta yanmış odun kokusu hakimdi, evlerin bacalarından dumanlar süzülüyordu. Yerlerde taş, talaş parçaları, yol kenarlarında çöp atıkları vardı. Temiz değildi, bakımlı değildi ve güzel kokmuyordu. Eğer bacalardan yükselen dumanları görmesem burada hayat olabildiğine inanamazdım.

İçten içe bu manzaraya üzülmüştüm. Ben bu ülkenin yabancısı olmama rağmen buradakilerden kat kat lüks bir evde yaşıyor, en güzel imkanlarla geçiniyordum.

Anlamsız bir suçluluk duygusu yükseldi ruhumda. Adaletsizlikleri hiçbir zaman sevmemiştim, sevemeyecektim. Elimde bir gücüm olsa, herkesin aynı şartlar altında yaşamasını, kimsenin ezilmemesini sağlamak isterdim. Ama biliyordum ki böyle bir şey hiçbir yerde olamazdı, ne benim dünyamda ne burada ne de bilmediğim başka evrenlerin bir köşesinde...

Kusursuz, acının olmadığı bir yer var mıydı ki?

''Bu ev.'' Alaz'ın sesiyle beraber düşüncelerimden arınıp, çenesiyle işaret ettiği sağ tarafımızdaki tek katlı eve baktım. Siyah demir bir kapısı vardı ve kapı yeni yapılmış gibi sağlam duruyordu. Beyaz pencerelerinin önünde rüzgara karşı direnç sağlayan demir parmaklıklar vardı. Buradaki çoğu evin aksine çatısı sağlamdı. İşin aslı ben daha kötü bir manzara bekliyordum ve öyle olmadığına mutlu olmuştum.

Alaz'la beraber evin siyah kapısının önüne gittim. Yumruğuyla kapıya üç kere vurdu, kalbimin gümbürtüsü onun yumruğundan az ses çıkarmıyordu. Kapının açılmasını ve karşılaşacağım manzarayı görmeyi heyecanla bekledim. Derken birkaç saniye sonra kapı gıcırdayarak açıldı. Açan kişi, on üç - on dört yaşlarında bir erkek çocuğuydu. Bu çocuğun o daha adını bile bilmediğim ancak hayatım için kendini feda eden maglo kızın kardeşi olduğuna şüphem yoktu çünkü onun gibi ufak tefekti. Kumral bir teni, parlak ela gözleri vardı ve bakışlarında aynı masum sıcaklık hüküm sürüyordu. Bizi görünce yüzünde mutlu bir gülümseme açtı, Alaz'ın elindeki paketlere baktı ve kafasını içeri çevirmeden seslendi. ''GAYA'dan gelmişler!'' Sevinçle parıldayan gözleri Alaz'ın elindeki paketlere odaklanıyordu ister istemez, ağzını açıp ''onları alabilir miyim'' dememek için kendini zor tutuyor gibiydi. Alaz bunu anlamış olacak ki paketleri çocuğa uzattı. Çocuk büyük bir arzuyla küçük kollarıyla tüm paketleri tuttu. En üstteki pakete çenesini yaslayarak düşmemesini sağlamaya çalıştı ve tekrar bize baktı. ''İçeri gelin lütfen.''

Bunu kabul etmek istiyordum ve bundan dolayı hemen Alaz'a baktım, beni başıyla onayladı. Çocuk arkasını döndüğünde peşinden içeri girdim, Alaz arkamdaydı, kapıyı o kapattı. Evin girişinde küçük, dar bir koridor bulunuyordu, sağ duvarda asılı ahşap kırık askılığı ve yere yan yana dizilmiş ayakkabıları saymazsak bomboştu. Ama evin içi sıcacıktı, üstelik güzel bir yemek kokusu hakimdi.

Çocuğu takip edip bulunan tek kapıdan oldukça küçük bir salona girdik. Gözüme ilk ilişen yanan bir soba ve sobanın üzerindeki kapağı kıyık bırakılmış tencere oldu. Tek penceresi ince, çeşitli yerlerinde yırtıkları olan bir tülle örtülü odayı incelemeyi sürdürdüğümde ikinci dikkatimi çeken şey tam karşımda, birkaç adım ötemde minderlerin üzerinde oturup kucağındaki bebeği uyutan taş çatlasın on beşinde olabilecek minyon kızdı. Bu kızın da gözleri tıpkı kardeşininki gibi elaydı fakat teni ona göre biraz daha açık, saçları biraz daha sarıya dönüktü.

''Hoş geldiniz efendim,'' dedi kız, elindeki uyuyan bebeği minderin üzerine bırakır bırakmaz ayağa kalktı. Boyu diğer kardeşleri gibi kısaydı. İki elini önünde birleştirdi ve hafifçe eğildi. ''Sizi görmek çok güzel." Burukça gülümsedi. ''Teşkilatınız sayesinde günlerdir sıcakta oturuyor, taze, güzel yemekler yiyoruz.''

Kızın gülümsemesine karşılık vermek istedim ama boğazımdaki yumru ve sulanan gözlerim buna karşı geldi. Ablalarının yokluğuna benim sebep olduğumu bilseler yine de böyle davranırlar mıydı?

Derin bir nefes alıp onun masum bakışlarından kaçınmak adına istemsizce başımı soluma çevirdim ve o an bir başka görüntüyle karşı karşıya geldim. Solda bir yatak vardı ve yatağın üzerinde uzun kır saçlı, gri sakallı orta yaşlarda bir adam uyuyordu. Fakat bu rahat bir uykuya benzemiyordu, adam can çekişiyor gibiydi, alnından aşağı terler süzülüyor arada kısık iniltileri duyuluyordu.

''Babanız mı?'' diye sordum sessizce. Sorumla beraber Alaz'ın da adama baktığını hissettim.

''Evet,'' dedi kız, babasının baş ucuna gitti. Yastığın kenarında duran bakır tepsinin içindeki suya bezi batırdı, sıktı ve babasının yüzünü yavaşça temizledi. ''Uzun zamandır hasta, direnci yok. Nasıl ilgileneceğimi bilmiyorum,'' derken bize baktı. ''Ama GAYA bize yardım ettiğinden beri en azından onun için sıcak çorba pişirebiliyorum.''

''Babam çorba içemiyor ki!'' dedi bizi kapıda karşılayan erkek çocuğu. ''Dorsa ortalıktan kaybolduğundan beri daha beter bir hâl aldı.''

Dorsa olarak bahsettiği kişinin hayatımı kurtaran kız olduğunu düşündüm ve içim burkuldu. Güçlükle, ''Dorsa kim?'' diye sordum.

''Ablamız,'' dedi çocuk. Düşüncem doğrulanmıştı. ''Günlerdir ortalıkta yok, arkadaşlarım zengin bir büyücü ya da carise fahişe olmak için kaçtığını söylüyor, aynı şeyi annem için de söylüyorlar.''

Ben daha çocuğun söylediklerini tam olarak idrak edemeden ablası, ''Boran!'' diye bağırdı.

Boran'sa ''Ne var?'' diye tersledi. ''Sana kalsa haklarında hâlâ iyi konuşmalıyız. İyi olan tek şey ne biliyor musun abla? Dorsa bizi terk ettiğinden beri aldığımız bu muhteşem yardımlar!''

Kız başını onaylamazca salladı. ''Annemin aksine Dorsa bizi terk etmedi! Ya kaçırıldı ya da esir alındı, onun hakkında bir daha sakın böyle konuşma!'' dedikten sonra bize baktı. ''Lütfen onun söylediklerine bakmayın, kız kardeşimiz öyle birisi değildir.''

Dolan gözlerimi nasıl saklayacağımı bilmiyordum. Kıza başta yanıt veremedim, sadece ona inandığımı belli etmek için kafamı aşağı yukarı hareket ettirdim.

''Eminim çok iyi bir kızdır.'' Sesim buruktu, kesinlikle güçlü değildi.

''Öyle ve bir gün geri dönecek, inanıyorum.''

Gülümsemeyi denedim lakin bunda ne kadar başarılı olduğum meçhuldü. Buna ben de inanmak istedim...

*

Dorsa'nın ailesinin evinde keyifli bir saat geçirmiştik, karınlarının tok, durumlarının iyi olduğuna emin olmak beni sevindirmişti, bunların hepsinin Alaz sayesinde olmasıysa kalbimde ona karşı büyük bir yer daha açmıştı. onlarla beraber yemek yemiştik, ilk defa küçük bir bebekle karşılaşmış, onu sevmiştim, Alaz kimsenin ona dikkat etmediği bir anda evin babasının yanına gitmiş ve ona Dorsa'ya yaptığı şifa büyüsünden yapmıştı.

Kalbim, onların mutlu olmasının verdiği huzurla dolmuştu. Buraya geldiğim günden beri ilk defa kendimi bu kadar iyi hissediyordum. Aldığım nefesin ilk kez farkına varmıştım sanki, soğuk hava ilk kez bugün ulaşabilmişti ciğerlerime. Ve bunu yanımdaki adama borçluydum.

Maglo köyünün tenha sokaklarında arabanın yanına gitmek için yürürken içimdeki sevinci daha fazla tutamadım ve ona bakıp minnet dolu sesimle ''Alaz,'' dedim.

Ancak Alaz'ın dudaklarıma kapanan eli buna mani oldu. Bedenimi sertçe geriye çekti ve önünde bulunduğumuz bir evin duvarına sırtımı yasladı. Bir eli hâlâ dudaklarımdayken, başını hafifçe sola eğip duvarın ardındaki yola baktı.

Neler oluyordu?

Meraklı gözlerle onu inceledim lakin ağzımdaki elini indirmek için bir şey yapmadım. Susmam gerekliydi, birini ya da birilerini görmüştü, belliydi. Artık bunları anlıyordum fakat kimler buradaydı?

Alaz'ın bakışları oradayken ben de kafamı hareket ettirmek, incelemek istedim ancak bu imkansızdı.

Bir kapı gıcırtısı işittiğimde korkuyla gözlerimi duvarına sindiğimiz yabancı evin açılan kapısına iliştirdim. Alaz da aynı yere baktı. Kapıdan bir adım dışarı çıkan siyah giyimli, oldukça yaşlı bir kadın elini bize doğru kaldırdı ve ''gelin'' işareti yaptı. Alaz kadına güvenmiş olacaktı ki elini dudaklarımın üzerinden çekti, bu sefer bileğimi tuttu ve beni de kendisiyle beraber yaşlı kadının evine doğru götürdü.

Eve girmeden hemen önce omuzumun üzerinden ne olduğunu anlamak için arkama baktım ancak hiçbir şey göremedim.

Karanlık, tek odalı evin içine girdiğimizde yaşlı kadın kapıyı arkamızdan kapattı. Ben kendimi daha fazla tutamadan, hâlâ bileğimi tutan Alaz'ın mavi irisleriyle göz göze gelip ''Neler oluyor?'' diye sordum. ''Kimden kaçtık?''

Tek camın güneşliğini çeken yaşlı kadın bana baktı ve Alaz'ın aralanan dudaklarından çıkacak cevaptan önce konuştu. ''Sen yeni misin?''

O an yine buradan olmadığımı belli edecek bir cümle kurduğumun farkına vardım. Bir suratının her tarafında kırışıklıkların olduğu yaşlı kadına bir de Alaz'a baktım. Elbette beni kurtaran Alaz oldu çünkü ben ne diyeceğimi bilmiyordum. ''Teşkilatta yeni ve maglolar hakkında pek bir şey bildiği söylenemez.''

''Ah,'' dedi gri saçlı yaşlı kadın ve gülümsedi, tüm dişleri sağlam ve beyazdı. ''Bu kadar genç yaşta hayatlarınızı tehlikeye atarak böyle işlerle uğraşmanız çok güzel.'' Ağır ağır yürüyüp pencerenin solunda kalan zeminde uyuyan kara kedinin mama kabına gümüş testiden biraz su doldurdu. Sonra bana baktı. ''Onlar Cadı ve Caris konseyiydi. İki bina ötedeki çiftin yeni bebekleri oldu, onu kontrol edecekler.''

Gözlerimi kıstım. ''Sağlığı için mi?''

Kadın komik bir şey demişim gibi gülümsedi. ''Keşke öyle olsa,'' dedi. Sonra başını salladı. ''Ülkenin felaketini getirecek olan lanetlinin o olup olmadığını anlamak için.''

Yutkundum. ''Eğer o olursa ne olacak?''

''Efsan,'' dedi Alaz bu sefer uyarır gibi. Sanırım sorduğum sorular yersizdi, çünkü bana sadece ya sinirlendiğinde ya da başkalarının yanındayken ''Efsan'' diyordu, bunu çözmüştüm.

Ancak kadın onun uyarı tonlamasına takılmadı. ''Çocuğu alıp icabına bakacaklar.''

Kanım donmuştu, bunun ne demek olduğunu iyi biliyordum. Giyotinle infaz edilen insanlar geldi aklıma, sonra o keskin demirlerin altında küçücük bebeği hayal ettim. Tüylerim tek tek ürperdi, ellerim uyuştu. Bu nasıl bir düşünce yapısıydı? Nasıl bu kadar acımasız olabilirlerdi? Bir bebeğin onlara ne gibi bir zararı olabilirdi ki? O daha ağzını açıp yemek bile isteyemiyordur, ülkeyi nasıl mahvedecek?

''Bir on dakikaya çıkarlar,'' dedi yaşlı kadın doğrulurken. Eliyle arkamızda kalan duvarın altındaki minderi işaret etti. ''Otursanıza.''

Yaşlı kadın oturduğumuz süre boyunca bize hayat hikayesini anlattı, hiç evlenmemiş, bir yuva kurmamıştı, bir çocuğu yahut tek bir akrabası yoktu. Yıllar boyunca tek başına yaşamıştı, annesinin ve babasının nerede olduğunu bilmiyordu, bildiği tek şey gözünü açtığı günden beri manevi olarak yalnız olduğuydu. Karnını bazen GAYA'nın getirdikleriyle, bazen de karıştırdığı çöplerden bulduklarıyla doyuruyordu. Fakat bunca durumsuzluğa rağmen evi temizdi ve kötü kokmuyordu.

Yaklaşık on beş dakikanın ardından kadın ayağa kalktı, pencerenin tülünü çok hafif araladı, dışarıyı izledi. Tülü örttükten sonra bize dönerek ''Bebek temiz çıkmış, gidiyorlar,'' dedi. Bu içimi rahatlattı. ''Acele edin, Büyücüler Konseyi birazdan burada olur. Onlar gelmeden önce gidin.''

Kadının söyledikleriyle beraber Alaz tek hamlede ayağa kalktı. Elini bana uzatıp kalkmama yardımcı olmak istedi. Bunu daha önce de yapmıştı ve hiçbirinde elini tutmamıştım ancak bugünden itibaren öyle bir şey yapamazdım. O, bugün yaptıklarıyla beraber benim kalbimin en derinlerine ulaşmıştı. Hafifçe tebessüm ettim ve tarihte ilk kez kendi isteğimle Alaz'ın elini tutup yerden kalktım.

Birleşen ellerimiz Alaz'ın gözlerinde anlık bir parıltıya, dudaklarında yarım, çarpık bir gülümsemeye sebep oldu.

O sıra yaşlı kadından hayret dolu, yabancı bir cümle yükseldi. ''Oh, mio dio!'' Hızlı adımlarla yanımıza geldi. Titreyen parmaklarını birbirine kenetlenen ellerimizin üzerine koydu. ''Oh mio Dio!'' dedi bir kez daha. ''Bu bağ...'' Ellerimizi okşadı. ''Bu bağ çok güçlü!'' Kahverengi gözleri kocaman açıldı. ''Hiç böyle bir şey görmemiştim! Oh, mio Dio!'' Kadın irice açılan gözleriyle ellerimize bakmayı sürdürürken ben hiçbir şey anlamayan ifademle Alaz'a baktım. O ciddi ifadesiyle kadını izlemeyi sürdürüyordu.

''Kızım,'' dedi kadın ve kahverengi iri gözlerini bana dikti. ''Beni dinle ve hayatın boyunca bu adamdan ayrılma!'' Sonra aynı şekilde Alaz'a baktı. ''Sen de delikanlı, beni dinle ve bu kızı yanından ayırma!'' Tekrar ellerimize bakıp, ''Oh mio Dio!'' dedi. ''Bu sizin felaketiniz olur!''

Ben hayret dolu ifademle kadının söylediklerini birleştirmeye çalışırken, Alaz gözlerini bana dikerek ''Ona söyleyin," dedi. "Bana kalsa bir saniye bile yanımdan ayırmam." Sesi biraz ciddiyet biraz da haylazlık barındırıyordu. Kadının söyledikleri onu memnun etmiş gibiydi.

Kadın bir anda sertleşen bakışlarını bana dikti ve ''Kızım, bu çocuğun tersine gitme!'' diye azarladı.

İrkilerek korkuyla elimi elinden çektiğinde Alaz'ın güldüğünü hissettim. Göz ucuyla ona baktığımda gülmediğini adeta sırıttığını gördüm. Daha fazla burada kalırsam kadın beni büyüleyecekti sanki, gerilmiştim ve nihayet kekelememeye dikkat ederek konuştum. ''Büyücüler konseyi gelmeden çıksak iyi olur.''

Korkmuş olmamın kendisini eğlendirdiği Alaz, dudaklarını birbirine bastırarak gülümsemesini gizlemeyi denerken, ''Haklısın,'' dedi. ''Çıkalım hadi.'' Kapıyı açmadan önce kadına baktı. ''Evinizi bize açtığınız için teşekkürler, bu iyiliğiniz karşılıksız kalmayacak.''

''Ben iyiliği karşılık bekleyerek yapmayı çoktan bıraktım evlat!'' dedi kadın. ''Kız arkadaşın haklı, daha fazla beklemeyin ve gidin.''

Alaz onu başıyla onayladı ama ben bir şey söylemedim. Hemen arkamı dönüp kapıyı açtım ve soğuk havaya kendimi bıraktım. Alaz da arkamdan çıktığında yaşlı kadın bizi izlemeden kapıyı kapattı.

Ormana karışana kadar ikimizden de çıt çıkmadı. Uzun boylu ağaçlar bedenlerimizi gizlemeye başladığında sessizliği ilk bölen ben oldum. ''O yaşlı kadın hakkında ne düşünüyorsun?''

Omuzlarını kaldırıp indirdi, gözleri hâlâ maviydi. ''Kaçığın teki olduğunu düşünüyorum.''

Biraz kırıldım, ben daha özel bir cevap vermesini beklerdim çünkü kadının söylediklerini önemsemiştim. Sanki bunu hatırlatmak ister gibi, ''Bizim aramızda güçlü bir bağ olduğunu söyledi,'' dedim.

''Öyle,'' diye yanıtladı beni.

''Ne öyle?''

Bana baktı. ''Bence de aramızda güçlü bir bağ var.'' Gözleri kısıldı. ''Bunu bu zamana kadar hissetmemiş olamazsın, değil mi?''

''Bilmiyorum,'' derken omuz silken ben oldum. ''Yani, ben...'' Nefeslendim. ''Böyle şeylere ne ad verilir bilmem ki.''

Gülümsedi. Yürümeye devam ederken birden elini elime attı, bileğimi kavradı ve sadece tenime değmesi bile içimde nahoş bir akıntıya sebep oldu.

''Sana dokunduğumda, için titriyor mu?'' diye sordu.

Biraz durdum. Eli hâlâ elimi kavrarken yalan söyleyemezdim bu yüzden dilimle kuruyan dudaklarımı ıslatıp birden, ''Evet,'' deyiverdim.

''Benim de,'' dedi kaçınmadan. ''İşte bağ bu,'' diye devam ettirdi. ''Bunu anlamak için kaçık, yaşlı bir maglo olmaya gerek yok. Bizim aramızda muhteşem bir çekim var, sen ne kadar yok saymak istersen iste.''

Söyledikleriyle küçük yüreğim heyecanla kasıldı ve bundan dolayı bakışlarımı ondan kaçırıp tekrar önüme döndüm. Elini bileğimden çektiğinde mutsuz bir ruh haline büründüm. Hep tutmasını isterdim lakin kalp sağlığım için bu iyiydi. İçim içime sığmıyordu, Alaz'ın arabasına varana kadar gülümsemek için can atan dudaklarımı bastırmayı denedim, bu ilk defa bu kadar zor gelmişti.

Nihayet siyah arabasının önüne geldiğimizde, Alaz sürücü koltuğuna geçmeden önce benim için ön yolcu kapısını açtı ve içeri girmemi bekledi. Tam gireceğim sıra yapmadığım bir şey aklıma geldi ve hemen ''Alaz,'' diyerek arkamı döndüm.

Alaz'ın bir eli arabanın kapısında öbür eliyse tavanındaydı bu nedenle arkamı döndüğümde onun kollarından oluşan bir kapana kısılmış gibi hissettim. Suratlarımız oldukça yakındı ve gözlerimiz anında birbiriyle buluştu, şapkasının altında kalan irislerinin tekrar o güzel siyahlığa kavuştuğunu o an fark ettim. Kara irisleri yüzümün her bir noktasını özenle süzdü, tek kaşı ''Ne oldu?'' dercesine havalandı.

Derin bir nefes aldığımda soluduğum şey onun hiçbir zaman kendini kaybetmeyen odunsu kokusu olmuştu. Sakinleşmek adına yutkundum ve ''Ben...'' dedim. Gözleri maviyken onunla konuşmak çok daha kolaydı! ''Bugün beni çok mutlu ettin.''

Gülümsedi. ''Güzel, demek ki amacıma ulaşmışım.''

Dişlerimi göstermeden tebessüm ettim. ''Bunun için teşekkür etmek istiyorum.''

Omuzlarını kaldırıp indirdi. ''Teşekkür istemiyorum,'' dedi. ''Gözlerini düzeltelim,'' diye devam etti. Ellerini arabanın üzerinden çekti ve yanaklarımı avuçlarının arasına aldı. Dokunuşuyla suratım ısı miktarını artırmakta gecikmemişti. Alaz saniyelerce gözlerime baktı, kirpiklerini birbirine bastırıp açtığında işinin bittiğini anlamıştım fakat ellerini yüzümden ayırmadı. Yıllarca bunun hasretini çekmiş gibi baktı, yüreğim üzerine büyük ayakların yürüdüğü bir serçeninki kadar hızlı çarpmaya başladı. Başparmağı yanağımın üzerinde hareketlenirken bakışları dudaklarıma indi. ''Efsun,'' dedi boğuk sesiyle. ''Aslında bir şeyi istiyorum.''

''Neyi?'' diye soramadım çünkü demek istediğini anlamıştım.

Yutkundu, adem elması hareketlendi. Tek elini yanaklarımdan çekip, başındaki şapkanın gölgelik kısmını arka tarafa çevirdi. Hemen sonra benim başımdaki şapkayı tek harekette çekip aldı ve alınlarımızın birleşmesine engel olan tüm şeyler ortadan kalktı. ''Seninle tamamlanmamış bir ikinci öpücüğümüz vardı,'' dedi ve aralanan dudaklarımdan bir şey çıkmasına izin vermeden beni öptü.

Ve zaman o ormanın içinde yaklaşık bir dakika boyunca bizim için ilerlemeyi durdurdu...

*

Nephan'da geçirdiğim günleri sevmeye başlamıştım.

Maglo köyünde yaşadığım o günden sonra, ''Alaz'la aramdaki çekimi tam olarak hissettiğim o andan sonra'' diye düzeltti bilincim. Günler daha güzel, daha heyecan verici, daha keyifli ve üzgündüm ama ''daha az ailemi düşünerek'' geçiyordu. Alaz her ne kadar onun ''yaşlı bir kaçık'' olduğunu düşünse de ben yaşlı kadının söylediklerini düşünmeden edemiyordum. Birbirimizden ayrılmamızın bizim felaketimiz olacağını söylemişti... Bu doğru olabilir miydi? Ondan mıydı Alaz'ı görmediğim zamanlarda kalbimde hissettiğim o değişik sızı?

Kulağa pek de mantıklı gelmiyordu.

Düşüncelerimi şimdilik bir kenara atarak karşımdaki şişelere baktım. Artık onları düşürme aşamasını geçmiş sayılırdım ve şimdi onları havalandırmam gerekiyordu. Bu konuda düşürme kadar başarılı değildim. Çünkü Alaz tam arkamdaydı, nefesi ensemdeydi ve ben artık ona karşı olan hislerimi bastırmak için eskisi kadar güçlü paravan oluşturamıyordum.

Belimin iki yanındaki parmaklarını yavaşça hareket ettirip ''Yapamayacak mısın?'' diye sordu, nefesi saçlarımı yukarıdan dağınık bir topuz yaptığım için açıkta kalan ensemin üzerinden süzülüp gitti. Dudakları köprücük kemiğime dokunduğunda ruhum hazla kasıldı.

Evet güçleri ilk denediğim an yanımda olup bana destek olması işe yarıyordu, onun sayesinde daha kolay hissediyordum içimdekini fakat sonrasında bu iş bozuluyordu. İçimde saklanan güç yerine Alaz'a odaklanıyordum ve bu iyi değildi.

Derin bir nefes aldım ve kollarının arasından güçlükle ayrıldım. Geri geri yürüdüğümde ne yapmaya çalıştığımı anlamak için beni izliyordu. ''Öyle odaklanamıyorum,'' dedim nefes nefese. ''Uzaklaşmamız lazım.''

Alaz'la aramı iyice açtım. Bakışlarımı ondan kaçırıp şişelere baktım. Elimi uzattım ve Alaz'ın yanımda, birkaç adım uzağımda olduğunu unutmayı denedim. Fakat saniyeler içinde benden olmayan bir güçle geriye çekildim. Gövdem Alaz'ın gövdesine yapıştığında elleri geriye kaçmamı engellemek için belimden tuttu. Alnına düşen siyah saç tutamlarının gölgelediği, uzun, sık siyah kirpiklerin arasında saklı haylaz bakışları benimkilerle buluştuğunda ''Yaşlı kadının söylediklerini hatırlamıyor musun?'' diye sordu. Esmer suratında yapay bir ciddiyet hakimdi. ''Yanımdan ayrılmaman gerekiyor.''

Nerede tutacağımı bilemediğim ellerimi göğsüne yerleştirdim, şimdi kalbi avucumun altında atıyordu ve bu benim çok hoşuma gidiyordu. Yutkundum ve resmî bir tavırla kaşlarımı gözlerimin üzerine indirdim. ''İşine gelince yaşlı kadını bir filozof yapıyorsun.''

''Onu kaçık olarak gördüğüm gerçeği, söylediklerinin kulağa mantıklı geldiğini değiştirmez. Kadını dinlemelisin.''

''Senin aksine ben kadının söyledikleri üzerinde gerçekten düşünüyorum ama,'' dedikten sonra bakışlarının gözlerimden aşağılara indiğini gördüm. Nefeslenmek daha zor bir hâle geldi. ''Yanından ayrılma derken kastettiği tam olarak bu değildi!''

Söylediklerim noktalanır noktalanmaz geri çekilmek istedim -istiyormuş gibi yaptım- fakat Alaz'ın güçlü elleri sayesinde bir milim bile oynayamadım. ''Bence tam olarak buydu,'' dediğinde başını biraz daha eğdi ve benim dudaklarım bana sormadan, kendiliğinden araladı.

''Hey siz ikiniz?'' Kuray'ın sesi ortama hakim olduğunda aramızdaki elektriğin ömrü bir iki saniye içinde son buldu. ''Gitmemiz gereken bir eğitim olduğunu biliyorsunuz değil mi?''

Alaz benden ayrılmadan hemen önce sinirli bir ifadeyle gözlerini kapatıp açtı, ardından ellerini belimden çekip sert tavrıyla Kuray'a döndü. ''Lan bela mısın sen!''

Üzerine asker yeşili bir tişört ve kot pantolon giyip, kıvırcık saçlarına güzel şekiller vererek her zamanki dinç halini alan Kuray sırıttı. ''Evet, yaklaşık beş yaşımdan beri.'' Masmavi gözlerinin üzerine konan sarı kaşlarından biri havalandı. ''Bunu yeni mi fark ediyorsun dostum?''

''Seni saraya alanın ben...'' dedi Alaz ve Kuray büyük bir hevesle cümlenin devamını beklerken o göz ucuyla bana baktı ve sustu. Kendini zor zapt ediyor gibiydi, derince nefes aldı.

''Sizi düşünüyorum canım,'' dedi Kuray fakat sesi düşünceden çok uzaktaydı. Biz her yakınlaştığımızda ortaya çıkıp bunu bölmek onun için artık keyifli bir aktivite haline gelmişti. ''Eğitime böyle terli terli gitmeniz hoş olmaz sonuçta. Gidip bir duş alırsınız, efendime söyleyeyim sonra...''

''Kuray yeter,'' diye bağırdı Alaz ben kıpkırmızı bir renge bürünmüşken. İşaret parmağını kaldırıp ona doğru bir adım attı. ''Kes sesini yoksa değerlinin başına geleceklerden ben sorumlu olmam.''

Kuray, Alaz'ın bu söylediğiyle beraber bacaklarını sıkı sıkıya birleştirdi, yüzü korku dolu bir hal aldı ve hemen, ''Tamam kardeşim ya,'' dedi o da gerileyerek. ''Eğleniyoruz şurada.''

''Sen eğlenme,'' diye yanıt verdi Alaz ve tekrar bana baktı. Kuray'a bakarkenki öfkesi benimle buluştuğunda solmuş, suratı daha sakin bir hal almıştı. ''Bugün eğitime Kuray'la gideceksin.''

Çenem sol omuzuma doğru kalktı. ''Neden?''

''Benim bir işim var.''

''Ne işi?'' diye sorma cesaretini kendimde bulduğuma inanamıyordum.

Alaz duraksadı. Gözleri önce Kuray'a, ardından tekrar bana değdi. Ve nihayet sorumu cevapladı. ''Bade'yi almam gerekiyor.''

O an bu soruyu sormamayı ve Alaz'dan aldığım cevabı duymamayı isterdim, çünkü o zaman kalbimin bu kadar acımazdı. Vücudumdaki kıskanç hücreler çok kötüydü, bunun bir görev olduğu bilincinden çok uzaktaydılar ve beni kötü etkiliyorlardı. Hislerimi çaktırmamayı deneyerek, ''Tamam,'' dedim fakat bunda ne kadar başarılı olmuştum, bilemiyordum.

*

Eğitime Kuray ve Liva'yla beraber gelmiştim. Bars, Alaz'la tartıştığı o günden beri ortalıkta yoktu ve nerede olduğunu bilmiyordum. Muhtemelen sadece ben bilmiyordum ve soramamıştım da, kendim suçlu hissettiğimden bu konuda ağzımı hiçbir şekilde açamıyordum.

Eğitime erken geldiğimiz için o kasvetli salonda durmak yerine Mehsa ve Barın'la bahçeye çıkmıştım. O sırada Mehsa bana bulduğu dans kulübünden bahsediyordu. ''O kadar güzel ve uygun fiyatlı ki! Tam enerji atmalık. Belki sen de gelmek istersin, ha?''

Bir şeyler söylüyordu fakat benim aklımda dönüp duran şey Alaz ve Bade'nin şu an neler yapıyor olduğuydu. Neden hâlâ gelmemişlerdi?

''Efsan!'' diye bağırdı Mehsa ve kolumu cimcikledi. Canımın acısıyla irkildim ve ona baktım. ''Ha? Ne?''

''Off.''ladı Mehsa. ''Sana diyorum kızım ya, niye dinlemiyorsun beni?''

O sırada bugün yağmurun yağmaması sebebiyle kuru kalan çimlerin üzerinde sırt üstü yatan Barın, ''O senin gibi gereksiz şeylere meraklı değil, ondandır,'' dedi. Ellerini başının altında birleştirmişti ve gökyüzünü izliyordu.

''Öyle mi dersin abiciğim?'' dedi Mehsa mavi bakışlarını kendisinin çok zıttı olan abisine diktiğinde. ''Aynı lafı Helen'e de diyebilir misin acaba? Çünkü bana burayı o önerdi. Kendisi de üye olmuş.''

Bu cümleyle beraber Barın elektrik şoku yemiş gibi yattığı yerden ayağa fırladı, gözlerini irice açtı ve ''Ne dedin?'' diye sordu. ''Helen dans kulübüne mi katılmış? Ne dansı!''

Mehsa havaya kaldırdığı elini gelişi güzel salladı. ''Salsa var, tango var, hiphop var... Var da var.''

Barın iyice açılan gözlerinin ardından, ''Erkek var mı?'' dedi.

Mehsa omuzlarını kaldırıp indirdi. ''Elbette vardır.''

Barın'dan daha önce duymadığım tarzda bir küfür çıktı. ''Ben bu kızla yakın olmak istedikçe bu kendini iyice başka erkeklerin arasına atıyor anasını satayım!''

''Abi!'' diye cırladı mavi gözlü arkadaşlarım. ''Orası dans kulübü, başka bir şey değil. Hem, dilersen sen de kaydolabilirsin.''

''İşim olmaz,'' dedi Barın ve düşen moduyla ayağa kalktı. ''Kalkın hadi, dersliğe gidelim.''

O yürümeye başladığında Mehsa'yla ben de aynı anda ayaklandık. Attığımız iki adım sonrası Mehsa bana dönüp, ''Senin neyin var?'' diye fısıldadı.

Ona hislerimi söylemek istedim, Alaz'la aramızda olanları, kalbimdeki çarpıntıyı, yaşadığım bunca kıskançlık krizlerini. Ama yapamadım, şimdi yapamazdım. ''Sıkıldım,'' dedim sadece.

Hafifçe tebessüm etti. ''İşte bu yüzden dans diyorum ya! Bize çok iyi gelir, sen de kaydolmaya ne dersin?''

Omuzlarımı kaldırıp indirdim. ''Alaz buna müsaade eder mi?''

''Etsin bir zahmet.'' Koluma girdi. ''Sen onun kuklası mısın Efsan? Kendi istediklerini neden yapmayasın, esir gibi yanında yaşıyorsun. Sosyal bir aktivite edinmene bir şey dememeli. Hem, kimbilir burada ne kadar kalacaksın...'' Bu kısmı fısıltıya yakın söylemişti. ''Bıraksın da o bahsettiğin zindanı andıran evine dönmeden önce hayatı yaşayabilesin.''

Mehsa ve Barın ailemin ne kadar tutucu olduğundan, bana koydukları kurallardan ve hayat tarzımdan haberdarlardı ve evimi bir zindan olarak görüyorlardı. Zeyhan'a bu kadar dönmek isteyişimi saçmalık buluyorlardı ama burada yaşayamayacağımı bildiklerinden pek de üstelemiyorlardı.

Mehsa'ya cevap vermedim. Eğitim alanının içine girmeden hemen önce arkamı döndüm ve Alaz'la Bade'yi görmeyi bekledim. Fakat tanıdık tek yüz bile görebilmiş değildim, muhtemelen hâlâ gelmemişlerdi.

Asık suratımla önüme dönüp eğitim alanının kasvetli koridoruna girdim. Bugün alacağımız ilk ders Bayan Enisa'nındı. Koridorda dümdüz ilerlerken karşıma çıkan bedenlere ''belki Alaz'dır'' düşüncecsiyle bakıyordum lakin hiçbirinde ona rastlamamıştım.

Daha sonra, koridorun başından bize doğru gelen siyah pelerinli adamı gördüm. Bu, Bay Lefter'in ta kendisiydi. Beni görmemesi adına bakışlarımı çevirmeyi düşündüğüm an kafasını kaldırdı ve göz göze geldik. Ona doğru yürürken mecburen tebessüm etmek zorunda kaldım. Bay Lefter bana aynı şekilde karşılık verdi ve aramızdaki mesafe kapandığında, ''Merhabalar,'' dedi.

Barın ve Mehsa aynı anda, ''Merhaba efendim,'' diye karşılık verdiler.

Bay Lefter onlara attığı resmi bir gülümsemenin ardından bakışlarını tekrar bana iliştirdi. ''Efsan, seni biraz alabilir miyim?''

''Şey,'' dedim ve nasıl reddedemeyeceğimi bilemediğimden elimi enseme attım. ''Eğitim başlayacak.''

''Sadece birkaç saniye,'' dedi ve göz kırpıp Barın'la Mehsa'ya döndü. ''Siz içeri girebilirsiniz.''

Mehsa'yla göz göze geldiğimde onun Bay Lefter'e attığı ters bakışı yakaladım. Gözleri bana değdiğinde, ''Derslikte bekliyoruz,'' dedi. Kafamı sallayarak onu onayladım ve gitmelerini izledim. Aslında hiç uzaklaşmalarını istemiyordum. Ellerim gerginlikten terlemeye başlamıştı.

''Efsan, uzun bir süre oldu.'' Bay Lefter sesiyle varlığını tekrar hatırlattığında el mecbur ona baktım. Konuyu nereye getireceğinden emindim. ''Asistanlık mevzusunda kararını verebildin mi?''

Elbette verebilmiştim. Alaz'la bunu konuşmuştuk ve o kesinlikle onaylamıyordu, benim de onu dinlemem gerekliydi. Böyle riskli bir işe girmemem gerekiyordu, bunun bilincindeydim. Bu sebeple reddetmek için ağzımı açtım.

''Bay Lefter, ben...'' dediğim an, gözlerim eğitim alanının giriş kısmına ulaştı. Gördüğüm manzaraya karşı kalbim acı içinde büküldü, içimde bir şeyler fokurdadı. Alaz ve Bade aynı anda içeri girmişlerdi, Bade çıplak elini Aalz'ın koluna geçirmiş parmaklarıyla kolunu kavramıştı. Ona gülerek bir şeyler anlatıyordu ve Alaz'ın simsiyah irisleri onun gözlerine odaklıydı. Bir düzmece olduğunu bildiğim halde, öfkelenmeme hakim olamadım. Nefes alışım, soluk boruma bir şey takılmış gibi güçleşti. Bu manzarayı görmek istemiyordum, Alaz'ın Bay Lefter hakkında bilgi almak adına Bade'yle yakınlaşmasına gerek yoktu. Bay Lefter'in teklifini kabul edersem bu manzarayı görmeme gerek kalmayacaktı.

''Evet sen, Efsan?''

Profesörün sesini tekrar işittiğimde, aklımda yer eden zehirli fikirle başımı ona çevirdim. Ağzımda biriken tükürüğü yuttum ve dudaklarımı birbirine bastırdıktan sonra, ''Teklifinizi kabul ediyorum, Bay Lefter,'' dedim. Cümlem noktalanır noktalanmaz bize biraz daha yaklaşan Alaz'ın şimdi alev saçan simsiyah bakışlarıyla göz göze geldim.

Geçen bölüm yorum ve oy sayımız düşmüştü, bu bölümde çok daha fazla artması dileğiyle! :)

Yeni bölümde neler olacak sizce?

Alaz'ın tepkisi ne olur?

Sizce Efsan kabul etmekle iyi bir şey yaptı mı?

Bu bölümde en sevdiğiniz olay ne oldu?

Yeni bölüm için oy hedefi: +3000

Yorum hedefi koymuyorum bu sefer çünkü sırf hedef geçilsin diye güzel yorumların üzerine geçen alfabeleri, emojileri görmek istemiyorum. Gönlünüzden geçenleri yazmanızı diliyorum, gereksiz yere zahmete girmenizi istemiyorum elbette, haksızlık bu.

Paragrafların boş kalmaması dileğiyle.

Atacağım kesitler için takip edebileceğiniz instagram hesabım: sulisindunyasi

Sizi seviyorum, mutlu günlerimiz olsun. (Siyah Kalp)

Continue Reading

You'll Also Like

107K 5K 13
"MARDİN'DE AŞK" Birbirlerine olan aşklarını ifade etmek için konuşmaya gerek yok . Belki de sessizlik, kalplerinin birbirine daha da yakınlaşmasına...
2.1K 429 6
🖤💛 BOZ-KIR 💛🖤 -Dur o halde sana daha başka bir soru yönelteyim. Birazdan sayıklarken elleri ve tü...
826 169 8
Berfin, babasının katilinin yanında intikam almak için işe başlar. Ortaya çıkacak sırlar, ihanetler, duygu durumları, kozlar, aşk, nefret, intikam, o...
325 59 5
Efsanelere inanan, onları araştıran bir adam ve onun küçük casus kızı. Adam gitti, kül oldu. Avcılar artık kızın peşinde. Kül baba'nın gül kızı'nın p...