Felatun Bey ile Rakım Efendi

By ClassicsTR

21.4K 813 207

Şekilsel Batılılaşmayı temsil eden ve kimlik bunalımı yaşayan Felâtun Bey, günlerini gezip eğlenmekle geçirir... More

Birinci Bölüm
İkinci Bölüm
Üçüncü Bölüm
Dördüncü Bölüm
Beşinci Bölüm
Yedinci Bölüm
Sekizinci Bölüm
Dokuzuncu Bölüm
Onuncu Bölüm
Onbirinci Bölüm

Altıncı Bölüm

1.2K 56 9
By ClassicsTR

Beşinci bölümün sonunda bahar mevsimine kadar yaşanan bazı olaylar anlatıldı. Bu olaylar anlatıldığı gibi kaldı mı?

Ne gezer? Hatta Rakım için, bu garip gece bile henüz bitmedi. Jozefino'dan duyduğu, gördüğü gariplikler, kızlarda gördüğü aşka dair duyarlılıklar hepsi birleşip Rakım'ın zihnini oldukça meşgul etmişti. Tophane'den inerken yürüye yürüye kendi evini değil Fındıklı'yı da geçip Kabataş'a gelmişti. Aklı başına geç geldi.

Acayip! Bu kadar dalgınlığın sebebi neydi?

Söyledik ya işte! Jozefino'nun söyledikleri, İngiliz kızlarının tavırları, bir de Canan meselesi. Rakım, Jozefino'yu insaniyetli, terbiyeli, nazik bir kadın olarak tanımıştı. Ancak aralarında yaşanan aşkın gereği olarak Jozefino'nun böyle Canan'ı destekleyici konuşmaları olmamalıydı. Bir ara "Adam... Kadının hakkı var, bizim yaşadıklarımız sadece bir ihtiyaç gereğiydi." demişse de "Yok ama bu kadın beni severdi ben de onu severdim. '-İdi, idim' değil beni hâlâ sever, ben de onu severim. Jozefino kırkında bir kadın olmasına rağmen öyle bir köşeye atılacak güzellerden değildir. O endâmı, o terbiyesi, o kibar tavrıyla herkes kendisini sevebilir. İyi ama ... Yok... Mutlaka..." diye bu kadının davranışlarına böyle kesin hükümler veremezdi.

İngiliz kızlarına gelince... O baygın mavi gözler gittikçe başka bir hal almıştı. Hele bu akşam, Hafız'ın o gazelini okurken kızlarda gözlerin süzülüp gittiğini, nefeslerin içlere sığmadığını görmüştü. "Şüphe yok bu kızlarda aşk duyguları uyanmış, sevmek sevilmek ihtiyacı hissetmeye başlamışlar. Acaba bu iç geçirişler kimin içindi? Ah bunların sırdaşı olmayı öyle isterdim ki! Bilsem kimin için iç geçiriyorlar. O sevdikleriyle bunları bir yerde görsem. Bir âşığı sevdiğiyle görmek ne mutluluktur." diye düşüncelerinin içindeki gizli saklı, örtülü gerçekleri keşfetmek için zihnini zorluyordu. Hele aklına Canan geldikçe...

Kabataş'ta aklı başına gelip geri döndükten sonra evine gelip kapısını tıklattı. Canan'ın biraz gecikmiş olduğuna bakılırsa zavallı kızcağızın uyumuş olduğu anlaşılır. Kız gecikti fakat Rakım'ın kapıyı bir daha tıklatmasına fırsat vermedi. Koştu, geldi, kapıyı açtı. Elindeki şamdanın ışığı gözlerini kamaştırıyor, uyku mahmurluğu gözlerinden gitmiyor, bu da onu öyle güzelleştiriyordu ki tarif edilemez. Rakım bu güzellik karşısında kendini kaybetmiş, yatak kıyafetleriyle gördüğü Canan'a karşı olur olmaz şeyler düşünmüştü. Fakat derhal aklını başına toplayıp, temkinli davrandı.

Yukarıya çıktılar. Rakım üstünü başını değiştirip kanepeye uzandı. Canan da bir şeylerle meşguldü. Derken Rakım, Cananla şaka niyetiyle söze başladı.

Rakım: E... Koca Canan! Galiba senden bize hayır yok.

Canan: (Heyecandan yüreği oynayarak) Neden efendim?

Rakım: Neden mi? Sana müşteri çıktı a kuzum.

Vah zavallı kızcağız. İnsan böyle güzelleri nasıl sever bilir misiniz? Yüreği acıya acıya sever.

İşte bir adamı tatlı tatlı ağlatan, bu gibi kızların şefkatle karışık olan muhabbetidir. Bîçare Canan, efendisinden bu sözleri işitince elindeki elbise öylece elinde kalarak şaşırıp, kesik kesik....

Canan: Müş...te....ri mi çıktı efendim?

Rakım: Hem de müşterinin yağlısı. Senin için bin beş yüz altın veriyorlar.

Bu sözleri söylerken Rakım'ın gözleri sulandı, ama şiddetle gözlerini kırpıp yaşlarını kuruttu.

Canan: (Heyecanından dayanamayarak) Çok para değil mi efendim?

Rakım: Çok para.

Canan: (Gayet ciddi) Satacak mısınız efendim?

Rakım: Sen ne dersin?

Canan: Ben sizin malınızım efendim. Siz bilirsiniz.

Rakım: (İçinden kabarıp gelen kötü hissi yutmaya çalışarak) Yok sen ne diyeceksin. Ben onu bilmek isterim.

Canan: (Gözleri dolup burnu kızararak ve dudakları titreyerek) Ben ne diyebilirim efendim. Size para lâzım. Bin beş yüz altınınız olursa benim gibi tam on beş tane Canan satın alırsınız.

Kızın bu sözleri üzerine Rakım engel olayım derken gözlerinden yaşları boşaltıverdi. Canan bu hali görünce dayanamayıp o da başladı. Bu halin hem Canan, hem de Rakım için acıklı bir hal olduğu görülüyor. Fakat bu acının içinde büyük bir lezzet de vardı. Bu lezzeti herkesler bilmez. Ancak başına gelenler bilir. Ömrünü odun gibi geçirmeyenler bilir. Rakım yine sözüne devam etti.

Rakım: Hayır, sen beni yanlış tanımışsın Canan.

Canan: (Yüzünde bir rahatlık belirerek) Beni satmayacak mısınız efendim?

Rakım: Satacağım, satmak istiyorum.

Canan: (Öncekinden daha beter bir acıya düşerek) Siz bilirsiniz efendim.

Rakım: Ama nasıl satacağım bilmiyorsun ki. Senin için verecekleri bin beş yüz altını ve burada ne kadar elmasın, elbisen varsa hepsini sana vereceğim. Sen bunlarla zengin bir hanım olacaksın. Nasıl razı mısın?

Canan bu sözleri işitir işitmez, daha başından beri elinde tutmuş olduğu elbiseyi fırlatıp atarak kendisini efendisinin kolları arasına atar. "Ben ne bin beş yüz altın isterim ne de elmas... Ben sizi isterim efendim, sizi isterim. Sizin esiriniz kulunuz olayım bu bana yeter." diye Rakım'ın ayaklarını öpmeye başlar.

Rakım: (Kendisini tutup) Öyle ama Canancığım, sen hep böyle kalacak değilsin ya. Gençsin, güzelsin, zekisin, beceriklisin. Gidecek olduğun yerde seni mutlaka odalık ederler. Hem zengin olacaksın, sana benden ne fayda...

Canan: (Hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlayıp) İstemem efendim istemem! Bana ne odalık olmak, ne de zengin olmak lâzım. Ben sizin kapınızda, ocağınızda kul olayım. İsterseniz öleyim.

Rakım: Hayır sen benim kız kardeşim ol. Lakin...

Canan: Ben şimdiye kadar sizin kapınızda sürdüğüm saadetin şükrünü yerine getirmekten acizim. Başka hiçbir şey istemem.

Rakım: Ama sen benim sözlerime dikkat etmedin. Yine tekrar edeyim, kardeşim ol diyorum.

Canan: Dikkat ettim efendim. Ne demek istediğinizi anladım. Ne yalan söyleyeyim, kardeşiniz olmam.

Rakım: Kardeşim olmaz mısın?

Canan: Olmam efendim.

Rakım: Kız niçin?

Canan: (Rengi al al...) Olmam efendim. Olmam. Kardeşiniz olmak bana esiriniz olmak kadar lezzet vermez. Ben şimdiye kadar devam eden halimden memnunum diyorum. Beni satmayacak iseniz ayaklarınızı öpeyim, kurbanınız olayım efendim. Beni yine eski halimle bırakınız. Siz yine "Canan" dedikçe dünyalar benim olur. "Kardeşim" diyecek olursanız yüreğimde bu lezzeti bulamam. Artık beni daha fazla söyletmeyiniz efendim, işte dedim ya... Eğer satacaksanız, sizi bir sene içinde bin dört yüz altın kazanmaktan alıkoymaya yüreğim razı olmaz.

Her şey buraya kadar geldikten sonra Rakım güç yetiremeyip kendisine koyduğu yasağa yenilmiş, kıza sarılarak:

Rakım: Satmam seni Cananım satmam. Sen benim için dünyadaki her şeyden daha kıymetlisin. Milyonlarca altınları da onların olsun. Sen bana yetersin. Fakat kardeşliği kabul etmemen canımı sıktı.

Canan: (Efendisinin kolları arasından edebini, vakarını bozmadan sıyrılıp çıkarak) Kardeşliğinizi kabul etmem. Şimdiye kadar yaşamış olduğum hayattan memnunum, dedim. Biraz önce vermiş olduğunuz teminatla daha memnun oldum. Ben bir saat önce sizin için nasıl bir Canansam şimdi yine o Cananım. Her zaman, vereceğiniz her emir benim için büyük bir şereftir. Var olunuz, sağ olunuz da... Ben, sizi uyurken görsem de bana yeter. Hem müsaade ediniz, artık odama gideyim.

Canan bu sözleri söylediğinde, efendisinde cevap olarak derin bir sessizlik gördü. Yavaşça odasına çekilip kendisini yatağa attı.

E... Rakım o geceyi nasıl geçirdi?

İşte bunun düşünülmesi gerekir. Yarım saat kadar çılgınca düşüncelere kapıldıktan sonra fırlayıp "Garip! Bana kim engel oluyor ki? Malım olması gerekmez. İşte kız da kardeşim olmayı kabul etmeyip ....." diye Canan'ı arzulasa da, başka bir düşünceye kapılıp "Hayır dikkatli davranmak gerek, bu aceleye bir anlam veremiyorum? İşte yanımda yatıyor, ne zaman olsa benim değil mi? Acele işin pişmanlığı, sonra fayda vermiyor." diye garip bir üzüntüyle yatağına girdi. Bu ıstırap sabaha kadar devam etti.

Siz bu hale cinnet mi dersiniz ahmaklık mı?

Biz ikisini de kabul etmiyoruz. Aşkın bir de böylesi vardır. Kavuşmuşken ayrısınızdır. Bunu yaşayanlar çok nadirdir. Bu insanlar, bu aşkın zevkini de bir istisna kabul ederler.

Size kendisini adamış, hatta kendisini malınız olarak görmüş bir kızı yanı başınızda bulup da nefsinize uymamak için ondan mahrum oldunuz mu? Bu hicranın lezzetini tattınız mı? Böyle bir hissi yaşadıysanız Rakım'a ne deli dersiniz, ne de ahmak. Eğer yaşamadıysanız, divane demekte de ahmak demekte de mazursunuz.

O şehvet denilen şey yok mu? Pek pistir. Gerçekten pistir. Kişinin ruhunda duyduğu o kutsal temiz aşk şehvete bulaşırsa aşkın zevki kaçar, varlığının özü bozulur. Özü bozulur, zevki kaçar ama o an kişinin gözleri şehvet hırsıyla perdelendiğinden bu pis lekeyi göremez.

Efendim, kavuştuğumuz anda bile yaşamış olduğumuz ayrılığın, mahrumiyetin doğurduğu hayallerin lezzeti ne kadar büyük ve devamlıdır. Bir hainlik, akılsızlık ânı olan şehvet ise ne kadar da kısadır. Sadece birkaç saniyeden ibarettir. Bu şehvet hastalığının verdiği zevk de ne kadar çabuk biter. İnsan sevgiliden kırk yıl ayrı kalsa, aşktan doğan lezzet kırk yıl devam eder. Hem de öyle taze, öyle şuh, öyle çılgın bir halde devam eder ki....

Eğer kırk yıl ayrılık değil vuslat olsa, bundan alınan lezzet insanı zamanla soğutur, aşkı söndürür.

Güzel ama dört saat önce Jozefino ile kucak kucağa olan molla Rakım için bu ince hesabın bir kıymeti var mı? Aşk adına söylediklerimiz onun nazarında da böyle midir?

Bu türden inceliklerin hükmü Rakım'da olmayacak da kimde olacak? Dört saat öncesiyle Rakım'ı yargılamayalım. O dört saat önce bu gece yaşadıklarını yaşamış mıydı, aşkın bu türlüsünü görmüş müydü? Bir de ertesi gününe bakalım.

Ertesi günü ne olmuş ki?

Ne olacak? Rakım sabahleyin erkenden kalktı. Soluğu Beyoğlu'nda aldı. Jozefino'yu yatağından yeni kalkmış bir halde buldu. Günaydın bile demeden:

Rakım: Madam, siz bu akşam bana neler diyordunuz?

Jozefino: Ne diyordum, ne bileyim ben? Sana bin bir türlü şey söyledim.

Rakım: Beni metres gibi değil bir dost gibi gör, kabul et, dememiş miydin?

Jozefino: Evet öyle demiştim.

Rakım: Öyleyse, emin olunuz ki bundan sonra sizi dost gibi, ana gibi, kardeş gibi bileceğim.

Jozefino: (Sevinçli haline biraz hüzün karışarak) Korkarım dediğim oldu.

Rakım: Bu akşam Canan beni cayır cayır yaktı, diye durumunu anlatmaya başladı. Öyle içli anlattı ki Jozefino'nun yüreği kabardı.

Jozefino: Çok sevindim ama bu demek oluyor ki kendi kendime senden el çektim.

Rakım: (Kadının dizlerine kapanarak) Seninle yaşadıklarımı sonsuza kadar hatırlayacağım. Hele dostluğum kıyamete kadar devam edecektir. Rica ederim, beni şu, bu gece almaya başladığım lezzetten de mahrum etme.

Jozefino: Delisin, zalimsin, hainsin...

Rakım: Bu kadar azarlanmaya sebep ne?

Jozefino: Her iki ilişkiyi bir arada sürdüremediğin için.

Rakım: Ama Jozefino bana merhamet et, aklım daha fazlasına dayanmayacak.

Jozefino: Şimdi üzerine varmayacağım. İçindeki yangının pek ateşli, pek şiddetli olduğunu görüyorum. Sonra tekrar gelirsin. Fakat sana bir müjde vereyim, sen bu gece biçare Canan'ı ihya ettin. Onun bu gece acıyla döktüğü gözyaşlarının büyük bir zevke dönüştüğünü bil. Zavallı kızcağız! Sen benim elimden Rakım'ı değil canımı alsan üzülmem. Rakım senin hakkındır. Sana layıktır.

Şu aşağıdaki olayı da anlatırsak, bahara kadar yaşanmış olan olayları bitirmiş oluruz. Şöyle ki:

Canan'ın satılması meselesinin üzerinden bir hafta kadar zaman geçmişti. Bir gün Rakım, Taksim önlerinde Felatun Beye rastladı. Hiç eski bir tanıdık bırakılır mı?

Rakım: (Samimiyetle) Vay benim keyifler!

Felatun: Hiç sorma birader. Şu yastan kurtuldum ya, halime şükürler olsun. Malûm ya pederin ölümü üzerine yas tuttum. Bu alafrangada olağan bir şeydir. Fakat doğrusu her tarafım simsiyah kesildi.

Rakım: Evet, alafrangada vardır ama biz Türkler buna uymak zorunda değiliz ki. Cuma geceleri bir Yasin-i Şerif okuyarak ölmüşlerimizi anmak....

Felatun: Öyle ama beni kendi halime bırakıyorlar mı ki?

Rakım: Size kim karışır?

Felatun: Kim mi karışır? Hey birader hey, hiç sorma başım öyle bir belaya çattı ki!

Rakım: Aman!

Felatun: Bela ama tatlı bela! Gönlüm mini mini bir aktrisin sevgisiyle doludur.

Rakım: Yas tutman için bu mini mini tiyatro oyuncusu mu zorladı?

Felatun: Evet, zavallı kızcağız! Pederin vefatına benden fazla yandı tutuştu.

Rakım: Acayip!

Felatun: Evet oldukça tuhaf bir kızdır. Ama ne yas? Yemek tabaklarına varıncaya kadar siyahta ısrar etti. Siyah tabaklar aldırdı. Kendisi de tiyatroda siyahtan başka bir renk giymez. Elinden gelse güneşin, gökteki yıldızların üzerine siyah bir tül çekecekti.

Rakım: Doğrusu, gerçekten şaşılacak şey!

Felatun: Kendisini görmek istemez misin?

Rakım: Müsaade ederseniz niçin görmeyeyim. Fakat bu kadar muhabbet duyduğunuz bir kızı yabancılara....

Felatun: Be adam, sen hâlâ kaba Türklük taslıyorsun. Alafrangada böyle şeyler var mıdır?

Rakım: Ben nedense kendimi bir türlü alafranga olarak görmedim, göremeyeceğim de.

Bu sözler üzerine şu tiyatro oyuncusunu görmek için aşağıya, dört yol ağzına doğru dönerler. Rakım; sevdiği adamın babasının ölümüne bu kadar üzülen ve yemek tabaklarına varıncaya dek özellikle siyahı tercih eden bu kadının gerçekten de usta bir tiyatro oyuncusu olduğunu düşünür.

Felatun: Yine nerelere daldın be? Sen hep böyle dalgın gezersin.

Rakım: Hayır birader, bir şey yok. Birisinin bir işi vardı da...

Felatun: (Hor gören bir tavırla) İş, iş, iş... Bu kadar iş ne? Ne zaman bitireceksin bu işleri be adam! Yeter artık kazandığın para! Biraz da kazandıklarını yemeye bak.

Rakım: Ne yapalım birader. Bizim bağımız yok, bahçemiz yok. Gelirimiz yok, giderimiz yok. Çalışmazsak ne yeriz.

Felatun: Bu gençlik bir daha ele geçmez yahu. Yarın sakalına kır düştükten sonra paran olsa da kadınlar yüzüne bakmaz. Biraz olsun gençlikte yaşamalı. Sen de bizim peder gibi olacaksın galiba. Biçare adamcağız kazandı, biriktirdi, sıra rahat rahat yemeye gelince ömrü yetmedi. Bunlardan ibret almalı, öyle değil mi?

Rakım: Allah rahmet eylesin.

Felatun Beyin bu fikirleri Rakım'a göre değildi. Sessizce, biraz daha ilerlediler.

Rakım: Haberiniz var mı birader? Bizim Reyhan Efendi Anadolu'da bir yere kaymakam olmuş. Öyle memnun oldum ki. Bana geçen gün birisi söylemişti.

Felatun: Vallahi haberim yok. Pederin vefatından beri kaleme adım atmadım ki. Efendim, bu acayip kadın bizi fena sardı. Gündüzden akşama kadar yanından ayırmaz. Gece dahi ona eşlik etmelidir. Belası nerede diyeceksin? Sonra da tutup gece evine bırakacaksın. Tut ki evine getirdiniz, bırakıp gidemezsiniz ya! Geceyi orada geçireceksin. Bir dert ki...

Rakım: Dert ama tatlı dert değil mi?

Felatun: Sormaya ne gerek var? Ses bülbül, piyano emsalsiz. Hele o "alokans", kelimelerin edası. Ağzından ballar akar. Racine, Boilean, Moliére gibi ünlü şairlerin eserlerinden birisini eline aldı mı, insanı deli eder. Ben böyle bir okuyuş, daha ömrümde görmedim. Hiç Fransızca bilmiyor olsan yine anlarsın. Kadın okuduğunu vücut diliyle anlatıyor. Tiyatrocu bu, malum ya. Beni en çok etkileyen şey okuyuşundan kendisinin de etkilenip hüngür hüngür ağlaması. O haldeyken bir de bana sarılıp gözyaşlarına boğulmuyor mu ya! Bu kadar duygusal bir kadın görmedim.

Hem yürüyüp hem de konuştular. Rakım, bir tiyatro oyuncusunda, ağlamak istediği zaman ağlayacak yeteneğin olduğunu, dahası, bu yeteneğin olması gerektiğini bilirdi. Sözünü ettikleri yere geldiler. Burası (C) oteliydi. Bu otelde öyle herkes kalamazdı. Kesesine güvenenler hariç. Zira burada bir sütlü kahve beş frank, yani yirmi beş kuruştu. Hatta burada kuruşun adı bile geçmez. Gele gele özel bir daireye geldiler. Burası yan yana iki oda ve küçük bir salondan ibaretti. Felatun'u deli eden matmazel, Fransızlara özel bir nazla sıçrayarak geldi. Bizim divanenin boynuna sarılıp öptü.

– Je te presente man... (Sana takdim ederim benim...), diye Felatun, Rakım'ı takdim etmek istemişti.

– Pas besoin je ne suis pas une inbecile, on conçoit tout de suite que monsieur est un de tes amis (Lüzumu yok, ben eşek değilim ya... Hemen anlaşılıyor ki bu efendi senin dostlarından biridir), diye karşılık verdi. Bunun üzerine Rakım:

– J'ai l' honneur ma... (İftihar ederim ki benim...), diye alafrangadaki gibi "Sizinle tanıştığıma memnun oldum." tarzında bir şey söylemek istemiş fakat kadın buna da fırsat vermeyip:

– Assez monsieur, assez ici entre jennes gens on ne fail pasces bétisesla onytutoit tout bonnement (Yeter efendim yeter. Burada gençler arasında bu hayvanlıktan etmezler. Burada doğrudan doğruya senli benli konuşurlar), diye Rakım'a, hiç hak etmediği bir muamelede bulunmuştu.

Felatun: (Rakım'a) Görüyorsun ya birader, ne serbest bir kadın. İnsan, böyle bir kadından sıkılır mı? Efendim nedir o seramoniler, fasonlar!

Rakım: Öyle efendim öyle. Allah için pek nazik.

Bu konuşmanın sonrası hep Fransızca olarak devam etmiştir.

Kadın: Hey bana bak Felatun! Bir dostu buraya getirirler de hiçbir şey ikram etmezler mi?

Felatun: Gerçekten isabet ettin Polini. (Kadının adı Polini'ymiş.)

Polini: Bir şampanya filan?

Rakım: Hayır dostum. Benim içkiyle aram iyi değildir. Ama bir kahve içerim.

Polini: Oh, ne hayvanlık!

Bu konuşmanın akışı siz okuyuculara belki garip gelir. Fakat alafranga âlemini gezmiş, tozmuş olanlar bilirler ki burada hiçbir abartı yok. Bu konuşma tarzı Fransız aşüftelerine özgü bir şey olup en işvelilerinin de muhabbeti böyledir. Özellikle bir tiyatrocuysa...

Rakım: (Polini'ye cevap olarak) Hakkınız var dostum. Lâkin ben "bonvivor" geliriyle yaşayanlardan değilim. İşimle gücümle uğraşırım. Şimdi buradan çıkınca işime gideceğim.

Polini: Demek oluyor ki "ovrye" amelesin.

Felatun: Evet, geçimini kalemle sağlayan bir amele.

Polini: Bravo, gazeteci misin efendi?

Rakım: Her şey. Ufak tefek roman, gazete, tiyatro hemen hepsiyle meşgul sayılırım.

Polini: Ne güzel, demek oluyor ki bizden sayılırsınız. Yani güzel sanatlardan.

Felatun: Şâirdir de!

Rakım: Estağfirullah.

Polini: Elbette öyle olacak. Öyle ama efendi, biraz şampanya sizin gibi ince adamlara ilham verir. Bizim gibi âşıkların da kalplerini yakar. Öyle değil mi? Maymun, şebek, tavşan!

Felatun: Bence öyle!

Rakım: Herkes düşüncesini söylemekte serbest mi?

Polini: Şüphesiz.

Rakım: Bana göre öyle değil. Bir yudum şarapla gelen ilhamı, şairliği ben ne yapayım? Hem, insanın kanını şarapla kaynatan aşktan ne doğar ki?

Polini: "Olele" O... Bu efendi ne filozofmuş ama! Felatun adını bu efendiye vermeliymiş. E... Suda haşlanmış sümsük hindi, bak efendi senin gibi değil. Sana dünyada kaç şey lazımdı? Kadın, şarap, müzik öyle değil mi?

Felatun: Böyle fikirleri bana senin aşkın verdi.

Polini: Hele bak şu tahta güvesine! Hâlâ yerinden kımıldamıyor. Misafirin geldi işte. Şimdi gidip...

Felatun: Ha.. pardon. Bu çıngırağın ipini de yapmadılar gitti. Şimdi işin gücün yoksa tâ apartman kapısına kadar git, büyük çıngırağı çek.

Polini: Efendi, sana memnuniyetlerimi sunarım. Yalnız bir şeyler eksik. Yazar dediğin biraz serbest olur. Siz ise benden de mahcup duruyorsunuz.

Rakım: Her şeyde orta yolu tutturmak iyi değil midir?

Polini: Bizim bu istakoz Felatun pek yılışık şey. Ne dümeni var, ne pusulası. Okyanus, sevgide yolunu şaşırmış çalkalanıp duruyor. Anlıyorsun ya! Yine de severim külhaniyi be...

Felatun: (Emirlerini vermiş, işini bitirmiş gelir.) Bir çay ısmarladım ki! Rom da var, canı isteyen...

Polini: Gördün mü bak? İşte ömrümde bir gayret sarf ettinse o da budur. Canı isteyen punç içer. Canı isteyen de çay....

Birlikte oturup punçlarını içtiler. Dereden tepeden konuşurlarken Felatun Bey, böyle bir yaşantının alaturkada bulunamayacağını söyleyerek alafranga hayatın güzelliklerinden bahsetti. Mesela:

– Neye yarar o Türk kadını, tavrından gururundan yanına varılmaz? Güya yarım gülüşle insanı ihya edecek. Bunu bile esirgeyerek yüzünden düşen bin parça olur. Hanıma kendini yarandırmak mümkün olmaz. Nazı çekilmez, şakası tat vermez. Bilirsin ya a kardeş bilirsin ya! Ama bir cariye al. Bizim gibi serbest, hür adamlar bir esirden ne lezzet alabilir? Kim bilir gönlü kimdedir? Esirin olduğu için sana ram olmaya mecburdur.

Rakım bu sözleri işittikçe Felatun'un fikirlerine nasıl tepki vereceğini bilemedi. Zihninden, bir Osmanlı hanımının vakarı, yüceliği yerindeyken insana verdiği zevki düşündü. Buna karşılık insan şu Fransızın kahrını neden çeker ki? Bunda ne hikmet vardı? Bir adam, bu kadından işittiği hakareti başka birisinden işitse kafasını kırardı. İnsan bu kadına katlanmaya neden mecbur olurdu ki? Hele Felatun esirden söz açınca Rakım az kalsın bir kahkaha koparacaktı. Ama buna engel oldu. Sonra "Hey şaşkın, esirde yürek yok mudur? Beş on kuruşa bir kızın hürriyetini satın almak işten bile değildir. Onun yüreğini satın al da gör, sana ne kadar yar olur. Ah benin Canancığım, zavallı kızcağız...." diye içinden pazarlık ederek, Felatun'a görünürde bile şak şak etmemişti.

Rakım bir saat kadar belki daha fazla bu iki âşığın yanında oturmuş sonra kalkmıştı. İkisine de veda ederek kapıdan çıktı. Felatun kapıya kadar ona eşlik etti. Büyük salona vardıklarında Felatun Rakım'ın düşüncelerini almak için:

Felatun: Eee... Nasıl buldun bizimkini bakalım?

Rakım: Âlâ! (Tebessümle) Hiç olmazsa insanın üstüne mayonez dökmüyor ya!

Felatun: Bırak Allah'ını seversen şu eşek İngilizleri. Ayda dört lira için onların kahrını niçin çektiğini anlayamıyorum.

Rakım: Ne yapalım birader para da lazım.

Felatun: Aman bu oğlanın paraya olan aşkından aman! Gel be gel, sana ayda dört lirayı ben vereyim.

Rakım: Teşekkür ederim birader. Ben hayatımdan memnunum.

Felatun: Gururuna dokunmasın. Gerçeği vallahi gerçeği söylüyorum. Sanki sana ayda dört İngiliz lirası vermeye gücüm yok mu?

Rakım: Estağfirullah birader. Sana öyle bir şey söyledim mi? Ben Ziklas ailesinden memnunum.

Felatun: Şu havuç gibi İngiliz kızlarında ne buluyorsun bilmem. Gerçekten nasıl yaşanır bilmiyorsun be. Üstelik gücün de yok değil. Bir ayağın daima Beyoğlu'nda. Şöyle haline göre bir apartmanın, mini mini bir metresçiğin olsa fena mı olur?

Rakım: (Aklına hemen Jozefino geldi. Bu konuda tek söz etmenin bile sır vermek olduğunu bildiğinden) İyi olur ama birader, ben kendim için değil, sizin için bile israfın bu derecesini hayırlı görmüyorum.

Felatun: (Alaycı bir tavırla) Ne israf mı? Pir ol be. Sen Felatun'u o kadar eşek mi zannediyorsun? Hesap edecek olsam, şu üç ay zarfında kazandığım harcadığımdan fazla olmasa bile, birbirine denktir.

Rakım: Bak! Öyleyse diyecek bir sözüm yok. Bu hayat tarzı, bir kazançla karşılanıyorsa ne âlâ kardeşim. Bir adam kazandığı kadar yaşayabilir. Bu arada, kız kardeşiniz de rahattır değil mi? Çünkü onu her şeyden önce düşünmelisiniz. Malum ya!

Felatun: Bizim Rakım yine filozofça konuşmaya başladı. Rahat ol birader, rahat ol. Kazancım yolunda ve talihim de gayet iyi...

Rakım: Hangi işe giriştiniz bakalım. Ticaret filan mı?

Felatun: Bizim gibi adamların ticareti nasıl olur bilmez misiniz?

Rakım: Ne bileyim ben.

Felatun: Akşam oldu mu cebine kırk elli lira koyarsın. Oyun salonuna gidersin...

Rakım: (Suratı asık bir ifadeyle) Vay...

Felatun: Dur acele etme. Başlarsın oynamaya... Eğer zar işlerse kırk elli lira daha büyür, kalkarsın.

Rakım: Oynamaya başlayalı bir ay olmuştur eminim.

Felatun: Nereden bildin?

Rakım: Çünkü böyle zarar etmeye başlayınca kalkmak, üstelik kırk elli lira kazandıktan sonra kalkmak olsa olsa bir aylık kumarbazın işidir. Birkaç ay sonra eskidikçe bu iş de değişir.

Felatun: Sen benim için korkma.

Rakım: Ben sizin için korkmam. Kumarda sizi esir almazlar. Ayda on beş yirmi bin kuruşluk gelir için korkarım. Siz de bilirsiniz ki, yirmi otuz bin lira birkaç ay içinde kumara kaptırılabilecek servetlerdendir.

Felatun: Eee... Artık bana hayat dersi mi veriyorsun?

Rakım: Hayır. Şimdilik adiyo.

Felatun: Adiyo mon şer!

Size şaşıracağınız bir şey söyleyeyim mi? Bu iki arkadaş ayrılırlarken birbirinin aleyhine düşünerek ayrıldılar. Felatun, Rakım için "Kendisinde bu servet yok, böyle bir metresle C oteli gibi bir otelde ömür sürdüğü yok. Kıskandığından böyle söylüyor. Eğer onun da elinde on beş bin lira bulunsa, o zaman benim hayatımın hayat olduğunu kabul ederdi." demiş; Rakım da Felatun için "Kendisi Ziklas'ın evinden kovuldu ya, şimdi ayda dört lirayı kendisi vererek beni de oradan uzaklaştırmak istiyor. Kaça alırım ben böyle dört liraları? Kendim kazanmıyor muyum? Bir mirasyedinin servetine ancak dalkavuklar itibar eder. Varsın beyim yaşasın. Biz bunların çoğunu gördük, işittik. İşittiklerimizden de gördüklerimiz kadar ibret aldık." demişti.

Siz bu iki fikrin hangisini onaylarsınız? Biz Rakım'ı tasvip ederiz. Çünkü bir mirasyedinin, özellikle Felatun Bey gibi bir mirasyedinin servetinin sabit olduğu, kazandırmadığı tecrübeyle bilinir.

İşte bahar mevsimine kadar yaşanmış bulunan ayrıntılar bunlardan ibaretti. Anlattık, bitirdik.

Continue Reading

You'll Also Like

11.6K 475 24
Don Kişot'u bilirsiniz, hani şu ince-uzun, sakallı, şövalye romanları okuya okuya sonunda şövalye olmaya özenen roman karakteri. Dulcinea del Toboso'...
13.6K 564 9
Beyaz Zambaklar Ülkesinde adlı eserinde Petrov, 20'nci yüzyılın başında Finlandiya'nın Rusya'ya karşı verdiği bağımsızlık mücadelesini tüm yönleriyle...
122K 7.9K 6
Klişè Wattpad hikayelerinden sıkıldınız mı? Öyleyse bu kitap hiç size göre değil. Wattpad'de yazılmış her kurguyu,karakteri ve kinayeleri harmanladık...
20.8K 400 23
Cezmi, Namık Kemal'in İntibah'tan sonra kaleme aldığı ikinci romanıdır. Türk edebiyatında tarihi roman türünde yazılmış ilk eser kabul edilen Cezmi...