Felatun Bey ile Rakım Efendi

By ClassicsTR

21.4K 813 207

Şekilsel Batılılaşmayı temsil eden ve kimlik bunalımı yaşayan Felâtun Bey, günlerini gezip eğlenmekle geçirir... More

Birinci Bölüm
İkinci Bölüm
Dördüncü Bölüm
Beşinci Bölüm
Altıncı Bölüm
Yedinci Bölüm
Sekizinci Bölüm
Dokuzuncu Bölüm
Onuncu Bölüm
Onbirinci Bölüm

Üçüncü Bölüm

2.3K 80 7
By ClassicsTR


Rakım Efendi ile dadısı Cenab-ı Hakk'ın bir lütfu olarak gördükleri Canan'ın eğitim, öğretimiyle ilgilenmeye başladılar. Bu arada, zavallı kızda bazı hastalıklar varmış. Rakım, Canan'ın geldiğinin ikinci günü, durumu bir hekime anlatmak ve bir çare bulmak için Galata'da oturan doktor dostuna koştu. Şefkat ve merhametle bir faytona binip geldiler. Doktor kızı iyi bir muayeneden geçirdi. Korkulacak bir şey olmadığını, hastalığın Kafkasya'nın soğuk ikliminden kaynaklandığını, İstanbul'un sıcak ikliminde şifa bulacağını bildirdi. Ayrıca hastanın, reçetedeki ilaçların yanında bir de her sabah mutlaka taze inek sütü içmesini tavsiye ederken deniz havasının yararlı olacağını, şarkı söylerken dahi göğsünü yormaması gerektiğini ilave edip Allah'ın izniyle bir şeyinin kalmayacağını söyledi.

Dadı kalfa bu hastalığın nasıl bir hastalık olduğunu anlayamadı fakat Rakım her şeyin farkındaydı. Hekimi teşekkürle, nezakette kusur etmeyerek gönderdi. Dadısına tekrar tekrar hastalığın önemini, gösterilmesi gereken ilgiyi hatırlattı. Biçare Fedayi'ye, böyle bir garibe yapılacak hizmeti hatırlatmaya gerek yoktu. Her şey ortadaydı. Zavallı dadı, kızı kendi rahatı için istemişti, fakat şimdi kendi kızın iyileşmesi için gayret edecekti. Bu Arapların iyileri de ne kadar iyi olur.

Canan bir tarafta tedavi görüp eğitilirken, biz hikâyemizin şu tarafına bakalım:

Asmalı Mescit'teki İngiliz kızlarına verilecek ders için cuma günleri belirlendiğinden, cuma gelince Rakım öğleden sonra saat yedide kalktı, oraya gitti.

Bu İngilizlerin kibar bir aile olduğunu söylemiştik. Hikâyemizin temel taşlarından biri de bu İngiliz aile olduğundan durumları hakkında biraz bilgi almalıyız.

Evet bu İngiliz aile kibar çevredendi ama öyle lord, dük filan gibi üst sınıflardan değil. Kağıt ticaretiyle varlığını beş yüz bin İngiliz lirasına tamamladıktan sonra ticareti terk ederek ömrünün geri kalanını rahatlık ve huzur içinde geçirmek üzere İstanbul'a gelmişlerdi. Bu ailenin erkek çocukları yoktu. Aile anne, baba ve iki kız evlattan ibaretti. Bu kadar bir servetle bu kızların iyi bir evlilik yapabileceklerini, kendilerinin de rahat rahat yaşayabileceklerini düşünmüşler ve böyle düşündükleri için de hiçbir iş, fikir onları bu rahat yaşamdan uzaklaştıramamıştır.

Atalarından kendilerine geçen isim Ziklas olup beyefendinin eşine dahi Misters Ziklas diye hitap edilirdi. Kızları da bu ismi alabilecekleri halde, evlerinin içinde büyük kıza Can, küçüğüne de "Margrit" diye hitap edilirdi. Bu aile Kanterburi şehrinden olup çevrelerindeki Fransız ailelerle ticaret sebebiyle yakınlaştıkları için gayet iyi, hatta güzel denebilecek bir Fransızca konuşabiliyorlardı. Rakım ile de bu lisan sayesinde anlaşıyorlardı, bu sebeple Rakım, şimdiden ders vermekte başarılı olacağını anladı.

Can ile Margrit bir elmanın iki yarısı gibiydiler. İkisinde de fidan gibi boy, zarif endam, fakat buna karşılık kıpkırmızı bir çehre, mavi gözler, beyaza yakın açık lepiska saçlar! Tipik İngiliz kızları yani...

Anlatılanlara göre göze hoş gelmeyen kızlar oldukları zannedilmesin. Her güzelin kendisine mahsus bir güzelliği olup, bu güzelliğe rağbet edenler, onları bu halleriyle severler. Bu tecrübeyle sabittir.

Sözün kısası... Rakım, iyi İngiliz kağıtlarından birkaç tane alıp, kalın kalemle "elif, be, te, se, cim, ha, hı, dal, zel, rı, ze, je..." harflerini çizip, kızlara öğretti. Bir hafta içinde bunları çalışmaları gerektiğini vurguladı, kalktı, geldi.

Vay yazar efendi, yalnız bu kadarcık mı? Aralarında hiç konuşma olmadı mı? Hiç olmazsa babalarıyla analarıyla da mı konuşmadı? Hayır. O gün başka bir şey yaşanmadı. Evde bekleyen dadısı ile Canan'ı merak ettiğinden hemen Kumbaracı yokuşundan Tophane'ye inip -parası olduğundan- bir sürücü beygirine binerek Salıpazarı'ndaki evine geldi.

Vay! Artık yaya yürümemeye de mi başladı? Estağfirullah! Kendisine her ders için nasılsa bir İngiliz lirası veriyorlardı. Madem ki Cenab-ı Hak bunu verdi, o da layıkıyla kullanmalıydı. Artık Rakım Efendinin, bu nimete karşılık şükür niyetiyle Beyoğlu'na hayvanla gidip gelmesi uygundu. Hatta sabahleyin bile niçin bir hayvana binmemiş olduğuna üzüldü. İşte bizim Rakım'ın Allah ile yakınlığı böyle bambaşkaydı.

Her zaman evine geldiğinde kendisini dadısı karşılardı. O akşam kendisini karşılayan Canan olmuştu. Kalfanın sayesinde Canan'ın üstü başı düzelmiş, yüzüne renk gelmişti. Rakım bunları görüyordu fakat yine de alışılmış düzenin bozulmasına bir anlam veremeyerek açıklama istemeye mecbur oldu.

Rakım: Dadı, ben her akşam eve gelince senin yüzünü görmeye alışmıştım. Bu akşam bu âdeti değişmiş gördüm.

Fedayi: Evladım, beyim! Allah bize bir güzel beyaz cariye vermişken artık akşam gelir gelmez benim siyah yüzümü görmenin ne anlamı var? Ben tembih ettim.

Rakım: (Koşup dadısının kucağına atılarak ve boynuna sarılıp şapur şupur öperek) Yok dadıcığım yok. Senin yüzün bana valide çehresi kadar tatlıdır. Cennetten huri çıksa da gelse bana senden güzel görünmez. Ben her akşam senin mübarek yüzünü görmeliyim.

Sonra vallahi Canan'ı buradan göndermeye beni mecbur edersin. Hem ona bu tembihleri verme. Çocuktur. İhtimal ki bazı ümitlere düşer. Bende ise o gibi ümitlerin eseri bile yoktur.

Fedayi: A beyim, canım niçin böyle?

Rakım: Sana dedim ya işte! Sen beni evladın gibi seviyorsan benim istediğim gibi hareket edersin.

Koca Rakım dadısına bu hutbeyi okuduktan sonra "Hazır İngiliz kızlarını bugün başlattık ya! Dur bakalım şu Çerkez'e de başlatalım. Bu mu onları geçer yoksa onlar mı bunu?" diye Canan'ı yanına çağırıp ona harfleri gösterdi. Vay kızcağızdaki sevinç... Evet, Çerkezler okuma hususunda pek hırslı olduklarından bir Çerkez'i okutmak kadar sıkıntılı bir şey olamaz.

Canan'ın İngiliz kızlarını geçeceği daha ilk haftasında anlaşıldı. Çünkü Rakım her gece Canan'ın yanında bulunur, Canan her şeyi layıkıyla öğrenir ve dersin tekrarını isterdi. Rakım da tekrar etmeye mecbur olurdu.

Öte tarafta, İngiliz kızlarına ders vermeye başlayalı bir ay olmuş, bu bir ayda verdiği ders ile kızlara yalnız "elif, be" gibi harfleri değil her türlü heceyi öğretmişti. Bunların hangi kelimenin yanına geldiğini, sağda, solda, ortada nasıl yazıldığını anlattıktan sonra elif, vav, ye, he harflerinin Türkçe uzatma harfleri olduğunu, çeşitli harekeleri ve bunların görevlerini anlatarak "baba, kuzu, küpe, tuti" gibi kelimelerin imlâsını da göstermeye başlamıştı.

Fakat Canan bunlarla kıyas edilmez. Bir ay içinde dört beş heceden oluşan kelimeleri yazdığı gibi, bunları "benim, senin, onun, bizim, sizin, onların" gibi ifadelerle dahi birleştirebiliyordu.

Demek oluyor ki, Rakım ders için kendisince bir yol açmıştı. Evet öyleydi.

Bir cuma günü Rakım her zaman olduğu gibi Mister Ziklas'ın evine gidince kime tesadüf etse beğenirsiniz? Felatun Beye. Rakım, Felatun Beyi, kızlarla validesi ve pederi yanında bulup, ders günü olduğundan onlarla birlikte muallim efendinin gelmesini beklediğini, hatta kızları kendince imtihan ettiğini gördü. Felatun Bey, Rakım Efendiyi görünce ayağa kalkarak İngilizler de anlasın diye Fransızca konuşmaya başladı:

Felatun: Ha ha hay! Sen mi idin birader, hanımların hocası?

Rakım: (Mahzun bir ifadeyle) Evet efendim, bendenizdim beyim!

Mister Ziklas: Vay demek oluyor ki tanışıklığınız vardır.

Felatun: (Gayet gururlu, kendinden emin) Evet! Kendilerine muhabbetim tamdır. O da beni sever, zannederim.

Rakım: Dünyada benim sevmediğim adam mı vardır? Ben ki herkesin güzel düşüncelerine şiddetle muhtacım. Herkesi sevmeye bunun için de mecburum.

Felatun: (Rakım'a) Mister ve Misters Ziklas ile tanışalı iki ay oldu. Sizin de buraya gelişiniz iki ayı geçmiş ama nasılsa tevafuk edilmemiş.

Rakım: Kısmet bugün içinmiş efendim.

Felatun: Tanışmamız peder efendi vasıtasıyla oldu. Kendilerini benden evvel tanıma şerefine ulaşmışlar. Sonra da beni getirip Mister Ziklas'ın kızlarına takdim ettiler.

Mister: Evet, bundan dolayı peder efendi hazretlerine nasıl teşekkür edeceğimizi bilememekteyiz.

Felatun: (Kendinden emin haline biraz alçak gönüllülük katarak) O sizin nezaketinizdendir efendim.

Aradan bazı havayi sözler geçtikten sonra:

Rakım: Beyimiz müsaade buyurur musunuz? Biraz da derse bakalım mı?

Felatun: (Biraz önceki haliyle tebessümünü devam ettirerek) Hay hay! Hatta ben de şimdi, hanımları imtihan ediyordum.

Rakım: Nasıl bari, iyi buldunuz mu?

Felatun: (Aynı yüz ifadesiyle) Hanımların zekalarına ve gayretlerine söylenecek söz var mı? Fakat birader, ben bu derslerin içinde bazı şeyler görüyorum da bir mana veremiyorum. Kısaca... Şu "elifba"da bu "pe, çe, je," harfleri var mı ya? Biz mektepte iken elif, be, te, se, cim, ha, hı, dal, zal, rı, ze, sın, şın..." diye okuduk, bunları görmedik. Bunlara ne isim vermeli?

Can: Evet muallim efendi! Felatun Bey öyle söyledi, bizim aklımız karıştı.

Rakım: Hayır efendim! Bu açıklamada akıl karıştıracak bir şey yok. Felatun Bey daha iyisini bilirler ama birdenbire akıllarına gelmedi. Çünkü beyim, biz mektepte buyurduğunuz gibi okuduk. Ama bizim okuduğumuz "elifba" yalnız Arapça içindir. Türkçe için ise ondan daha fazla, birkaç harfe daha ihtiyacımız vardır. Mesela "paşa, çavuş, müjde" yazacağımız zaman nasıl yazarız? Elbette bu harflere ihtiyaç duymaz mıyız?

Meğer Felatun Bey, Rakım Efendi gelmeden bu harfleri görüp de eski "elifba" olmadığını düşündüğü zaman, hazır şurada acemi İngilizlere Eflatun'luk satmak için, muallim olan kişinin asla Türkçe bilmediğini ve böyle adamlara müracaat edilirse kızların hiçbir şey öğrenemeyeceklerini ortaya sürerek, henüz kim olduğunu bilmediği hocayı bir güzel alaya almış imiş. Bu defa, kendisi işin doğrusunu öğrenince suratına garip bir kırmızılık gelerek:

Felatun: Evet evet! Hakkınız var. Anladım.

Mister: Ben de böyle düşünmekteyim. Bizde Türkçe harfleri öğrenmek için bir tablo vardır, orada harfler gösterilmektedir.

Felatun: Benim de aklıma geldi efendim. Bir şüphem daha var ama söylemek için muallim Efendi hazretlerinin müsaadelerini isterim.

Rakım: Estağfirullah efendim! Amaç hanımların bir şeyler öğrenmesidir. Uygun olursa yaptığınız açıklamalardan biz de istifade ederiz.

Felatun: Estağfirullah efendim! Hatırıma gelen şu ki, biz şu "be"yi görmüşsek de böyle "be"ler görmemişizdir. Hani demek isterim ki efendim, böyle karmaşık şeylerle hanımların zihni bozulmasa daha iyi olur.

Margrit: Öyle ama bu harfleri öğrenmemiş olsak harfleri birbirine nasıl bitiştirebiliriz. İşte, pederimin biraz önce getirdiği tablo burada, bizim yanımızdadır. Biz hoca efendinin verdiği dersleri buna denk değil bundan daha üstün bulmaktayız, diye tabloyu açıp söz konusu olan harfi gösterdiyse de, Rakım ona lüzum görmeden bir kalem alarak:

– Efendim! Mesela Mustafa yazacak olsak -mim- -sad- -tı- -fe- -ye- diye yazmayız. Bunları mutlaka birleştiririz, deyince Felatun bunun farkına varmış, bu kez utancı önceki utancını da geçmiştir.

Amma yaptınız ha! Artık Felatun harfleri, heceleri de bilmesin olur mu?

Bilmiyor değildi. Fakat hani ya bazı adamlar vardır ki, kendi bildikleri şeyleri nasıl öğrenmiş olduklarını bilmezler. İşte Felatun Bey de bildiği şeyi nasıl öğrenmiş olduğunu bilmeyenlerdendi.

Felatun Bey düştüğü mahcubiyet üzerine daha fazla durmayıp biraz sonra kalktı gitti. Rakım ise o gittikten sonra ne fazileti, ne de cehaleti hakkında bir kelime bile etmeyip yalnız kendi işiyle meşgul oldu. Akşamüzeri giderken de Ziklaslara, "Efendim böyle haftada bir ders hanımlar için az ve bana ettiğiniz lütuf ise hizmetime nispetle çok. Rica ederim dersleri haftada iki güne çıkarmama müsaade ediniz." demiş ve bu ricası memnuniyetle karşılanmıştır.

Bir ay içinde Rakım Efendinin Mister Ziklas'ın evinde kazandığı itibarın derecesini öğrenmek ister misiniz? O kadar ki Rakım Bey aile içinde yalnız hoca sıfatıyla kabul edilmez, bir aile dostu gibi hürmet görür, namuslu, mahcup, "yazar kimliği" olan âlim bir şahıs olarak kabul edilip, buna göre davranılırdı.

O akşam Rakım evine biraz erkence geldi ve evinde olağanüstü bir durum gördü. Gördüğü şey Canan'ın evde olmamasıydı.

Rakım: Dadı! Canan nerede?

Fedayi: Buradadır Beyim.

Rakım: Buranın neresinde? İşte evimiz üç oda bir sofadan ibaret. Her yere baktım yok.

Fedayi: (Biraz bozularak) Buradadır Beyim. Şimdi gelir.

Rakım: Canım, nerede ise söyle. Söylenmeyecek bir yerde ise onu da söyle. Benden saklı bir işiniz var diye mi inanayım?

Fedayi: Vallahi Beyim, biz bu işi senden saklı görmeye karar vermiştik ama hata etmişiz.

Rakım: (Telaşla) Ne oldu canım.

Fedayi: Bir şey olduğu yok. Komşumuz ... Beyefendi cariyeler için, piyano öğretmek üzere bir madam tutmuş. Biz de heves ettik. Sana söylemiş olsaydık izin vermezsin diye korktuk da...

Rakım: (Biraz öfkeyle) Evet, dadıcığım! İzin vermezdim. Şimdi de iznim yoktur. Canan piyano öğrenmek hevesine düşmüşse, hiçbir dileğimi geri çevirmeyen Cenab-ı Hak bu dileğimin kabulü için de kolaylık gösterir. Sana düşüncelerimi doğrudan doğruya söyleyeyim mi? Sen yanında olmadıktan sonra Canan'ın sokak kapısından dışarı çıkmasına razı değilim.

Sen yanında olduktan sonra nereye istersen al götür. Dünyanın hali acayiptir. Sonra kıza verdiğimiz terbiyeyi kabul ettiremezsek yazık etmiş oluruz.

Zavallı Rakım bu sözleri öyle bir edayla söyledi ki, dadısına anlatmak istediği fikri Fedayi fazlasıyla anladı. Aradan yarım saat kadar geçtikten sonra Canan geldi. Beyi eve gelmiş bulunca, huzuruna çıktı. Ama korkusundan titreyerek çıktı. Yani Rakım, sert bir söz söyleyecek olsa kıza bir fenalık geleceğini halinden anlamıştı. Bunun üzerine:

Rakım: Gel bakalım Canan. Gel korkma yavrum. İşte ben dadıma tembih ettim. Bundan sonra nereye gitmek isterseniz dadımla beraber gitmeye izinlisiniz. Fakat dadım olmayınca kapıdan dışarıya çıkmana rızam yoktur. Sen piyanoya mı heves ettin kuzum? Ben sana piyano alırım. Ben de buraya senin için öğretmen getirtebilirim.

Zavallı kızcağız, efendisinin kendisini azarlamadığı gibi, piyano alacağını vaat ettiğini işitince sevincinden efendisinin boynuna sarılacağı geldi. Buna teşekkür edecek oldu. Lâkin Türkçeyi henüz gereği gibi konuşamadığından söyleyeceği söz ağzında kaldı.

Artık bundan sonra Rakım'da bir piyano ile bir de piyano hocası arzusu kendini gösterdi. Her akşam eve gelip de Canan'ın yüzünü görünce, "Hani ya verdiğiniz söze ne oldu?" der gibi baktığını zannediyor ve üzülüyordu. O ara nakit yirmi beş otuz lira verip bir piyano almak uygun değildi. Fakat bu uğurda bir borca girmeyi de göze almıştı. Asıl mesele öğretmen bulabilmek ve ona ayda dört beş lira ücret vermekti. Rakım için bu güçtü.

Bir gün Rakım yine Beyoğlu'nda Matya Ancel isimli bir Fransız dostunun evindeydi. Salonda bulunan dört beş kadın piyano çalıyorlardı. Bunların birkaçı Matya'nın eşi, kardeşi gibi akrabasıydı. Rakım'ı herkes sevdiği gibi bu aile de sevmiş, orada bulunuşundan memnun olmuşlardı. Hatta Rakım'ın ricası üzerine esmer, güzel bir madam piyano başına geçip "o dökülen kumral saç" ile "hüsnün de var iken" gibi birkaç alaturka hava çalmıştı. Orada bulunanlar bu havaların Rakım'ı memnun edeceğini hesap ederlerken tam tersi onun hüzünlendiğini görerek şaşırdılar. O kadar ki sebebini bile sordular. Rakım "Adam, bende olan çocuklukları bilmez misiniz?" diye kendini savunurken, orada bulunanlar Rakım'ın bir aşk ateşiyle yandığını ya da başka bir şey olduğunu zannettiklerinden, Rakım "Hayır efendim hayır! Gönlüm gerçekten pek hassastır. Ancak hiçbir şeyle alakalı değildir, hürdür. İşin içinde başka bir iş var. Bir cariyem vardır. Piyano çalmayı merak ederek ... Beyin evine gelen bir öğretmenden diğer cariyelerle beraber ders almaya gitmiş.

Henüz acemi, henüz hayata dair bir şey bildiği yok. Hayatı tanımayan bir kızı öyle her yere göndermek bence uygun olmadığından, piyano derslerine bu şekilde devam etmesini yasakladım. Kendisine piyano alacağımı da vaat ettim. Şimdi aklıma yine o geldi de..." diye halini açıkladı. Derken esmer kadın ayağa kalkarak "Evet efendim! Siz benim en kabiliyetli öğrencimi elimden aldınız. Ben ötekilere bir şey öğretemiyorum. Sanırım beş hafta oldu, o kızı dersimden uzaklaştırdınız. Şimdiye kadar daha ileriye giderdi." deyince Rakım bu tesadüfe şaşırarak:

Rakım: Demek oluyor ki muallimesi sizdiniz madam.

Madam: Evet efendim, o şerefle müşerref idim.

Rakım: Estağfirullah! Fakat...

Madam: Yok, kızın ahlakı için yasakladıysanız tamam özrünüz kabul edildi. Çünkü arkadaşları pek şeytan şeylerdi.

Matyo: Güzel ama, şimdi bunun çaresi?

Rakım: Vallahi efendim çaresi madama bizim kız için rica etmektir ama ...

Matyo: Evet, işte o "aması" fena... Ben de bilirim ki fena... Zira bizim baba Rakım öyle bir liraya falan öğretmen getirtmez ki!..

Esmer madam: Özellikle de ben Rakım Efendiye bir liraya gitmem. Daha çok, bir şey için gitmek isterim.

Orada bulunanların hepsi: Nedir bakalım o şey?

Esmer madam: Büyüktür efendim büyük. Rakım Efendinin dostluğu! Eğer beni dostluğu ile ödüllendirirse her hafta ... Beyden çıkınca onun cariyesine de giderim.

Rakım: (Büyük bir teşekkürle) Demek oluyor ki bizi iki başlı ihya edeceksiniz efendim.

Esmer madam: İşte benim pazarlığım budur! İşinize gelirse...

Esmer madamın adı, Jozefino'dur. Madam Jozefino, Rakım'a bu imkanı sunması üzerine yalnız Rakım'ı değil, bütün herkesi memnun etmişti.

Jozafino: Bak yalnız bir şey var ki o olmaz ise olmaz. İyi bir piyano isterim. Öyle olur olmaz piyanoya parmaklarımı dokunduramam. En azından 800 frangı gözden çıkarmalı.

Herkes: Öyle ya!..

Rakım: Olur olmaz piyanoya parmak dokundurmanıza ben de izin vermem. Lakin piyanoyu seçebilmekte âcizim. Hangi piyanoyu beğenirseniz emrediniz şimdi alayım.

Jozefino: Buradan çıkınca beraber gideriz.

Rakım Jozefino'nun sunduğu bu imkana teşekkür etti. Gerçi Jozefino şu ihsanı Rakım'dan ziyade Canan'ın hatırı için sunduğunu açıklasa da biz meselenin iç yüzünü biliyoruz. O ... Beyin cariyeleri pek havayi olduklarından bir şey öğrenemezlerdi. Canan ise kendisine gösterilen dersi hemen aldığından ileride ... Bey, cariyelerinin hiçbir şey öğrenemediklerini söylerse, Jozefino "İşte filan kızcağıza da onlara verdiğim dersi verdim, pek güzel öğrendi, bunlar ise gayret etmedikleri için öğrenemediler." diyebilmek niyetiyle işi bu şekle getirmişti. Neyimize lazım? Rakım'ın ihtiyacı bir muallime idi. İstediğinden iyisini hem de bedavaya buldu.

Matyo'nun evinden çıktıktan sonra gittiler. Kulekapısı'nda bir mızıkacı dükkânına girip Jozefino'nun seçtiği oldukça iyi bir piyanoyu, yedi yüz franga aldılar. Rakım dört yüz frangını peşin verdi. Geri kalanı içinse, Jozefino'nun tavsiyesi üzerine, bir ay süre isteyip piyanoyu sırık hamalına yüklettiği gibi evine getirtti.

Vay Canan'daki sevinç! Kız çıldıracak be! Öyle ki odada dadısının boynuna sarılmış yüzünü gözünü öper. Bu hali Rakım da gördü. Canım ne kadar duygulandı ya! Kızın bu kadar çok sevinmesi, Rakım'ın hislerini uyandırıp gözlerini yaşla doldurdu. Ve bu lütfu için Allah'a kalben yönelerek bu zavallı kızcağızı bu kadar sevindirmeyi nasip ettiği için teşekkür etti.

Üç odadan ibaret olan evi, üç kişi aralarında paylaşmışlar, misafir kabul edecekleri yer olan salonlarını da döşemişlerdi. Madem sözü bu kadar açtık. Gelin şu evin içine bir göz gezdirelim.

Evceğiz bir katlı idi. Zeminde mutfak, kiler, odunluk ve ev altı olup merdivenle çıkılınca ufak bir gezintiye varılır ve tam karşıya gelen camlı kapı açılınca salona girilirdi. Eski halinde üç odanın üç kapısıyla bir de hela kapısı salona açılırdı, fakat sonradan gördüğü tamirle Rakım bu biçimi değiştirdi. Kapılar bir koridor içinde kaldı. Hela karşıya gelen odanın sol tarafında kalır, bu halde odalara ve helaya yol veren koridorun yalnız sağ tarafı sokağa bakar ve odalar ışığını bu sokak tarafından alırlardı. Salonun sol tarafta üç penceresi olup ortadaki pencere, karşısında kalan kapıya uyum sağlaması için ona benzetilmişti. Hani, "yarık pencere" denilen camlı kapı gibi bir şeydi. Bu pencerelerin açıldığı taraf dört yüz arşın kadar küçük bir bahçeydi. Bu bahçenin zemini sokak zemininden yüksek olup, bahçeye salonun camlı kapısından da üç ayak bir merdivenle inilirdi.

Evin şeklini ve bölümlerini anladınız ya! Şimdi bunun içini güzelce boyayınız, kağıtlayınız, yerlere âlâ kilimler döşeyiniz, salonun içine yarım takım kanepe, bir ayna ve bir konsol koyunuz. Aynanın iki tarafına güzel resimler asınız. İşte Rakım'ın salonunu gözünüzde canlandırmış olursunuz. Hele merdivenin yanındaki camlı kapıya karşı, duvara piyano koyulduktan sonra o mini mini salon ne kadar güzel olur!..

Rakım'ın odası, sağ tarafta en başta bulunan odadır. Kapısından girdiğinizde sizi pencereler karşılar. Odanın sağ tarafı kütüphanedir. Sol tarafında Rakım'ın karyolası görülür. Kapıdan girildiği zaman her iki tarafta kalan boşlukta birer dolap vardır. İçi antika ve tuhaf birçok hırdavatla doludur.

Bu odanın yanındaki oda Canan için ayrılmıştı. Aslında Rakım, Canan'ın odasının kendi odasına yakın olmamasını istemişti. Fakat dadı, bu odanın yüklüğü olmadığından burada rahat edemeyeceğini söyleyerek burayı Canan'a ayırmıştı. Odaya girildiği zaman sol tarafta bir karyola, sağ tarafta ufak bir konsol üzerinde bir güzel ayna, yanında iki çiçeklik, kapı tarafında bir tuvalet takımı, pencerenin önündeki küçük bir masa üzerinde dikiş malzemeleri görülüyordu.

Bu arada şunu da hatırlatalım... Rakım'ın sadece bir tuvalet takımı olup o da Canan'ın odasında bulunduğundan sabahları orada hazırlanırdı.

Dadının odasına gelince... Bu odanın penceresi olmayıp koridorun sonunda bulunan bir pencerenin bahçeden aldığı ışıkla yarım yamalak aydınlanırdı. Bu oda, eski zaman odaları gibi yüklü dolaplı bir şey olup, dadı kalfa karyolada yatmadığından alaturka yatak takımı yüklükte hazır bulunurdu. Bu oda aynı zamanda Rakım'ın da Canan'ın da sandık odalarıydı.

Jozefino perşembe günlerini Canan'ın ders günleri olarak belirlemişti. İlk kez derse başlanılan perşembe günü Rakım Efendi de evdeydi ve saat 10 civarında madam geldi. Canan gelen hocanın kendi hocası olduğunu görünce madamı kucaklayıp yarı Türkçe yarı Çerkezce memnuniyetini dile getirdi. Madam Jozefino bir kelime Türkçe anlamadığından o da kızı kucaklayıp öptü ve Rakım'a "Mösyö Rakım, şu çocuğun dilini anlamam ya! Bunun gözleri bana her şeyi pek âlâ anlatıyor." dedi. Rakım Jozefino'nun Canan için gösterdiği bu muhabbete memnun ve müteşekkir olup, zavallı kızı sadece öğrenci olarak değil kız kardeş olarak da kabul etmesini tavsiye etti.

Jozefino, Rakım'ın salonunu pek güzel buldu. Hele salondan bahçeyi izleyip düzenlenişini, temizliğini görünce fazlasıyla memnun oldu.

Jozefino: Mösyö Rakım evinizi pek beğendim. Ne zevklere sahipmişsiniz! Vallahi kutu gibi bir saloncuk, odalarınızı da görmek isterim.

Rakım: Madam, bundan başka yerlerimiz yalnızca yatak odalarımızdan ibarettir.

Jozefino: Çocuk olmayınız! Biz dost değil miyiz? Yatak odaları olsun!.. Göreceğim.

İnsanoğlunun bu denli serbest oluşuna doğrusu şaşılır.

Bu söz üzerine Rakım odaları Madam Jozefino'ya gösterdi. Canan'ın yeteneğini uzun uzadıya tarif etmek gerekir mi ya? Jozefino odaları tertemiz buldu. Her şey yerinde, intizamlı. O kadar memnun oldu ki, böyle bir eve, böyle bir cariyeye sahip olmasının Rakım Bey için ne büyük saadet olduğunu bin kez tekrar etti. Rakım, dadısı Fedayi'yi takdim ederken annesi yerinde olduğunu anlatınca madam onu da iltifatlara boğdu.

Bugün Canan'ın Rakım Efendinin evine gelişinin üçüncü ayıydı ve özellikle Jozefino bir aydan beri Canan'ı görmemişti. Bu sürede Canan'ın seçilip güzelleştiğini, yüzüne renk geldiğini görünce sevinçle dersini yarım saat içinde verip bitirdi. Sonra Rakım ile Canan hakkında şu bir iki kelimeyi ifade etti:

Jozefino: Uzatmayınız Mösyö Rakım! Cariyeniz pek güzel, pek zeki, pek anlayışlı.

Rakım: Daha, yavaş yavaş açılır madam!

Jozefino: Onu demek istemiyorum! Siz de gençsiniz, o da! İki genç bir yerde, fena âlem değildir ha!

Rakım: Yok, işte bu düşünceniz yanlıştır.

Jozefino: Niçin sanki, ayıp bir şey mi?

Rakım: Ne ayıp olacak? Özellikle benim cariyemdir.

Jozefino: Öyle ise ne...

Rakım: Ama ben kendisini kız kardeşim gibi seversem memnun olacağım.

Jozefino: Durunuz bakalım, o sizi kardeş gibi sevecek mi?

Rakım: Benden kardeşlikten başka bir şey görmezse ne yapacak? Elbet o da beni kardeş gibi sevecek.

Jozefino: Onlar bugünkü lakırdılar kuzum. Durunuz bakalım, biraz daha zaman geçsin de... Siz de melek misiniz sanki? Bir güzelden istifade etmeyi protesto mu ettiniz?

Rakım: Yok, Canan'ı bu yolda terbiye etmek istemem.

Jozefino: Neyse sizi tebrik ederim dedim aaa!

Bu sırada saat on bir buçuğa gelmişti. Jozefino bu sözleri bitirdikten sonra Rakım'a, Canan'a ve Fedayi'ye veda ederek çıktı, gitti.

Bu Canan'ın nasıl bir niyetle alınmış olduğunu hatırlarsınız ya! Güya ihtiyar Fedayi'yi rahat ettirmek için alınmıştı. Öyle değil mi? Halbuki bîçare Fedayi hâlâ mutfaktan çıkmamıştı.

Canan'ın kendisine yardımı, yalnızca yukarı hizmetini üstüne almasından ibaretti. Haftada bir gün çamaşıra girişir, diğer vakitlerini ise giyinmiş kuşanmış olarak dersiyle, dikişiyle geçirirdi. Hele piyano geldikten sonra artık bir dakikasını boş geçirmemeye başladı. Dersten usansa piyanoya, piyanodan usansa dikişe oturur, sadık Fedayi ise kızcağız ne kadar kendisini eğlendirirse o kadar memnun olurdu.

Fedayi'nin bu kızı Rakım'dan kıskanmamasına şaşıracak mısınız? Kıskanması ne mümkün. Fedayi'nin elinden gelse kızı hemen kaptığı gibi Rakım'ın koynuna koyacağı belliydi. Hatta "Benim beyim melek midir nedir? Karşısında huri gibi bir kız gezdiği halde, asla alıcı bir gözle baktığı yok." diye canı dahi sıkılıyordu. Ne zaman moda bir kumaş çıksa dadı kalfa Rakım'a rica ederek "Gençtir, giyinsin kuşansın, karşında temiz gezsin." diye mutlaka aldırırdı. Aldırdığı anda nerede güzel biçki biçen bir hanım varsa götürüp rica minnet en yeni moda bir elbise biçtirir ve kızın kendisine diktirip giydirirdi. Sonra Canan kumaşı biçmek için dahi kimseye muhtaç olmadı ya! Hangi entari kendisine daha güzel olursa onu söker ve onun üzerinden yenisini biçip, sonra ikisini dikerek isteğine ulaşırdı. Zavallı kızcağız endam düşkünü, güzellik fakiri değildi ki giydiği kendisine yakışmasın. Ne giyerse kendisine kaşık gibi yakıştırırdı.

Okuyucular içinde bu kadar saadeti Rakım için çok görenler varsa, haksızlık etmiş olduklarını kendilerine hatırlatırız.

Bir adam, yedi sekiz sene gece gündüz demeyerek, göz nuru dökerek iyi bir tahsil için gayret ettikten sonra bu kadar mükâfata bile sahip olmazsa tahsilin, ilmin ne meziyeti kalır?

Tahsilde Canan nasıl hızlı ilerlerse, İngiliz kızları da o süratle ilerlemektedirler. Bunlar her ders kırk elli kadar Türkçe kelimeyi hocalarına sorup, deftere kaydederek ezberlerlerdi. Şu ara çat pat dili kullanmaya bile başlamışlardı. Hele okuma ve kitap hususunda, başkalarının diğer hocalardan bir sene de öğrenemeyecekleri şeyleri bunlar öğrenmişlerdi.

Rakım hakkında ailece gösterilen hürmet ve riayete dayanarak daha fazla gelişen muhabbet gereğince Rakım, bazı akşamlar yemeğe bile kalıyordu. Hele bir pazar günü ailece Kağıthane'ye gidilmiş ve Rakım'ın da onlara eşlik etmesi hepsini memnun etmişti. Bu münasebet ve bu muhabbet bu kadarıyla kaldı.

Mister Ziklas'ın her İngiliz gibi denize merakının olması ve Rakım'ın da bu merakta Mister Ziklas'dan aşağı kalmaması Mister Ziklas'ın iki çifte sandal almasına sebep oldu. Bu iki sandalı Salıpazarı limanında muhafaza etmesi için Rakım'a verdiler. Bazı pazar günleri Rakım sandalı Tophane iskelesine getirerek İngilizlerle orada buluşup sandala binerler, Kadıköyü'ne, Adalara doğru yelken açarlardı. Fakat bu sandal gezintisi başka türlü yorumlanabileceğinden birkaç satır açıklama yapmalıyız.

Can ile Margrit'in, sandal gezintisine çıkıldığı zaman, kendilerine özel denizci kıyafeti giymeleri alışkanlıklarıydı. Bu elbise; başta ruganları, gemici şapkaları -ki bunların etrafını mavi bir kurdele kuşatmış ve yine mavi kurdele çene altına geçirilmiştir- saçlar kuru kuruya toplanıp omuzlar üzerine salıverilmiştir. Arkada beyaz bir frak gömleği, ki yakaları mavi olup devrik yerinde birer beyaz çapa resmi vardır. Gömleğin kolları daha mavidir. Bu gömleğin üzerinde şinelvari kısa bir yağmurluk vardır. Bu, gerekli olduğu zaman kullanılırdı. Ayakta dizden yukarıya kısa ve beyaz bir fistan. Bu da mavi kurdeleden askılar ile omuzlara tutturulmuştur. Fistanın üzerinde mavi kuşak. Özellikle yün bir kuşak. Ayakta dizden yukarı kadar birer beyaz çorap. Bunun üzerine baldırlara kadar yüksek birer çift mavi potin. İşte bir de yarım değir mi mavi canfesten bir boyun bağı bu giysiyi tamamlardı.

Bu iki genç tayfa kürek oturaklarına oturdukları zaman Ziklas dümen yenesini ele alır ve Rakım ile Misters Ziklas karşı karşıya otururlardı. Yelken fora etmek, yelken sarmak iki genç tayfanın işi olup şayet kürek çekmek icap ederse, o zaman dümen yenesini Misters Ziklas eline alıp kocası ile Rakım ve iki güzel tayfa küreğe geçerlerdi. Sandalın içinde çerezlenecek ufak tefek her şey bulunduğu gibi, âlâsından İngiliz biraları dahi eksik olmazdı. Bu sandal seyahatlerinde zevke sefaya Rakım doyamazdı. Hele hava düşüp de kürek çekmek zorunda kalındığı zaman, büyük kız pruva tarafından birinci hamlede, Rakım ikincide, küçük kız üçüncüde ve babaları dahi dördüncü hamlede bulunduğundan, İngiliz gemicileri gibi küreklere eğilerek asılırlardı. Bu asılmada ta arka üzerine yatıncaya kadar yaslandıklarından bu yaslanmada yan tarafta kalsalar bile Rakım büyük kıza, küçük kızda Rakım'a yaslanır ve Rakım bundan fazlasıyla zevk alırdı. Fakat annelerine veya babalarına kötü bir zan hissettirir mi dersiniz?

Vay! Rakım'da böyle hevesler de vardı ha?

Niçin olmasın? Size Rakım'ı melektir diye mi anlattık? Bununla birlikte Rakım'ın aldığı zevk tamamen hissi ve vicdani bir şeydi. Bundan ötesini asla hatırına bile getirmediği için analarına ve babalarına en küçük şüphe sezdirmezdi.

Sandal seyahati dedik de hatırımıza geldi. Bir gün Felatun Bey de Ziklas ailesiyle sandal seyahatine çıkmıştı. O gün hava biraz lodos olup Adalar açıklarında biraz büyükçe dalgalar oluşmuş, bu sırada deniz, sandalı karpuz gibi kaldırıp yere vurduğunda İngilizler bundan fazlasıyla zevk almışlardı. Oysa Felatun Beyin canı başına sıçramış "Anacığım anacığım!" diye bağırmıştı. Genç İngilizler bu bağrışmadan bir şey anlayamadılar ama beyin halinden korktuğunu hissettiler. Ve o günden sonra birkaç kez bu durumla eğlendiler. Hatta bu hali Rakım'ın kulağına kadar getirmişlerdi.

Söz yine Felatun Beye mi geldi?

Öyle ise haber verilecek ufak tefek birkaç şey daha olduğundan bu arada onları da söyleyiverelim.

Continue Reading

You'll Also Like

Kayıp Ruhlar Ormanı By GECE

Mystery / Thriller

68.9K 6.9K 39
Wattys2018 finalisti MysteryTR 2019'a damga vuran paranormal kazananı. #32 in Fantastik #34 in Fantastik #37 in Fantastik Fırtınalı bir gecede iş...
4.2K 90 11
M.Ö. 427-347 yılları arasında yaşamış olan Eflatun düşlediği en iyi devleti, Sokrates'le birlikte, bu kitapta anlatır. Devlet'te iki düşüncenin çatış...
DOĞUŞ By 🦊

Science Fiction

1K 645 8
okuyuculara gerçekten ben insanmıyım sorusunu sorrduracak HARİKA BİR KİTAP...
KUŞ GÖZÜ By 𝓜🦋

Science Fiction

215 114 11
✨Kara Kış Festivali 2024 Favori Hikayesi seçilmiştir.✨ "Winston'da artık uyumak istiyordu. Gözlerini kapattığında, kendini uçsuz bucaksız yeşil bir v...