İSYAN ÇİÇEĞİ

By karakalem82

3.7M 199K 139K

Fırat bencildi, İsyan Çiçeği asiydi, lakin kaderleri bir yazılmıştı. İkisi birbirine aitti, ayrılık ölüm geti... More

Merhaba
1. Bölüm
2. Bölüm
3. Bölüm
4. Bölüm
5. Bölüm
6. Bölüm
7. Bölüm
8. Bölüm
9. Bölüm
10. Bölüm
11. Bölüm
12. Bölüm
13. Bölüm
14.Bölüm
15. Bölüm
16. Bölüm
17. Bölüm
18. Bölüm
19. Bölüm
20. Bölüm
21.Bölüm
22. Bölüm
23. Bölüm
24. Bölüm
25. Bölüm
26. Bölüm
27. Bölüm
28. Bölüm
29. Bölüm
30. Bölüm
31. Bölüm
32. Bölüm
33. Bölüm
34. Bölüm
35. Bölüm
37. Bölüm
38. Bölüm
39. Bölüm
40. Bölüm
41. Bölüm
42. Bölüm
43. Bölüm
44. Bölüm
45. Bölüm
46. Bölüm
47. Bölüm
48. Bölüm
49. Bölüm
50. Bölüm
51. Bölüm
DUYURU
52. Bölüm
53. Bölüm
54. Bölüm
55. Bölüm
56. Bölüm
57. Bölüm
58. Bölüm
59. Bölüm
60. Bölüm
61. Bölüm
62. Bölüm
63. Bölüm
64. Bölüm
65. Bölüm
66. Bölüm
67. Bölüm
68. Bölüm
69. Bölüm
70. Bölüm
71. Bölüm
72. Bölüm
73. Bölüm
74. Bölüm
75. Bölüm
76. Bölüm
77. Bölüm
78. Bölüm
79. Bölüm
80. Bölüm
81. Bölüm
82. Bölüm
83. Bölüm
84. Bölüm
85. Bölüm
86. Bölüm
87. Bölüm
88. Bölüm
89. Bölüm
90. Bölüm
91. Bölüm
92. Bölüm
93. Bölüm
94. Bölüm
95. Bölüm

36. Bölüm

36.7K 2K 1.1K
By karakalem82







Eylem

Hayatın ne denli acımasız olduğunu bir kez daha idrak ettiğim zifiri karanlık bir gecenin ortasındaydım. Tüm bu yaşadıklarımın kabus olduğuna inanmak, bir an önce uyanıp Fırat'ın kollarında teselli bulmak istiyordum fakat etrafımı saran demir parmaklıklar o kabustan uyanmama izin vermiyordu.

Gerçekti. Arabamdan bir poşet uyuşturucu çıkmış ve bir anda kendimi akıl sır erdiremediğim bir resmin içinde bulmuştum. İnsanoğlunun başına her an her şeyin gelebileceğinin bilincindeydim fakat bunu biliyor olmam nezarette olduğum gerçeğini kabullenmeme yetmiyordu. Burada olmayı hak edecek bir şey yapmamıştım.

Uyuşturucu kullanmıyordum. Satmıyordum da. Yazık ki bunu anlatmak için sabahı beklemek zorundaydım. Sorun şu ki nasıl anlatacağım hakkında en ufak bir fikrim yoktu. İçeriğinin ne olduğunu bile bilmediğim o zehri arabama kimin koyduğunu bilmiyordum. Bildiğim tek şey başımın büyük belada olduğuydu.

Attığı bir tweet nedeniyle yedi yıl ceza alıyordu insanlar ve ben bizzat arabamda uyuşturucu madde bulundurmuştum. Kullanmadığım gerçeği beni kurtarmaya yeter miydi bilmiyordum. Bu konu hakkında hiçbir şey bilmiyordum.

Kafam karmakarışıktı.

Arda "İyi misin?" diye sorduğunda onaylarcasına başımı sallayıp ellerimi kollarımda gezdirdim. Hapse girme ihtimalimi düşündükçe üşüyordum.

Oturduğumuz bankın ucundaki battaniyeyi alıp bacaklarıma örttü Arda. Bir anda irkilip ucundan tuttuğum battaniyeyi yere bıraktım. Burada oturuyor olmak bile yeterince zordu benim için. Ne kadar üşüsem de o battaniyeyi kullanamazdım.

Arda tekdüze bir ses tonuyla "Bağımlı mısın?" diye sorduğunda şaşkınlıkla yüzüne baktım. Başını duvara yaslamış boş gözlerle demir parmaklıklara bakıyordu.

Arda bile sorma gereği duymadan o paketin benim olduğuna inanıyorsa savcıyı ikna etmem imkansızdı.

Cevap vermedim. Kimseyi ikna etmek gibi bir niyetim yoktu, o paket bana ait değildi.

Derin bir sessizlik içinde saatleri devirirken yarına dair düşüncelerime yayılan belirsizlik sinirlerimi bozmaya başlamıştı. Sabah olduğunda işlemediğim bir suç nedeniyle tutuklanabilirdim. Ve tutuklandığım takdirde o suçu işlemediğimi kanıtlamam en az altı ay sürerdi. Bunu bilmek için hukuk okumaya gerek yoktu, gazete okumak yeterliydi.

Etrafta bizim dışımızda kimse olmaması sinirlerimi daha da zorluyordu. Arda'nın suçlu olduğumu kabullenip, bunu büyük bir olgunlukla karşılaması, beni yargılamaya kalkmaması, hesap sormaması, abisinin adını bir kere bile zikretmemesi de ayrıca zorluyordu. Normal şartlar altında başıma gelecekleri sıralayıp kendisini de yaktığım için hayıflanıyor olması gerekiyordu fakat ağzını bile açmıyordu. Ebesini çoktan gözden çıkarmış, üstüne de bir bardak soğuk su içmiş gibi bir hali vardı.

Geçmek bilmeyen dakikalar aleyhime işliyordu. Her ne kadar korkmadığıma inanmak istesem de hapse girmekten deli gibi korkuyordum. Bir suçum olmadığını düşünüp o ihtimali yok saymaya çalışıyordum fakat ülkemizde suçsuz olduğunu kanıtlamak hayli zordu.

Nefes alışverişlerim hızlanmaya başladığında ayağa kalkıp gömleğimin üstten iki düğmesini açtım. Demir parmaklıklar üstüme üstüme geliyordu. Kendimi kapana kısılmış gibi hissediyor, yere göğe sığamıyordum.

Avucumu duvara yaslayıp sakin bir nefes almaya çalıştım fakat olmuyordu. Ciğerlerime sıkışan hava nefes almama engel oluyordu.

Arda telaşla ayağa kalkıp yüzüme doğru eğildi. Ne yapacağını şaşırmıştı.

"İyiyim merak etme" dedim kesik kesik "Geçer şimdi."

İyi olmak zorundaydım.

"Hiç iyi görünmüyorsun" dedi tedirgin bakışlarını yüzümde gezdirip "Panik atağın mı var?"

Başımı olumsuz anlamda salladım. Varsa da bilmiyordum. Çok korktuğumda tansiyonum çıkıyor, hemen akabinde burnum kanıyordu fakat panik atağım olup olmadığını bilmiyordum.

Tekrar nefes almaya çalışıp, başaramayınca banka oturdum. Gözlerimi kapatıp başımı geriye yasladım sonra. Sakin olmak zorundaydım. Suçlu olan insan paniğe kapılırdı, ben suçsuzdum.

Arda'nın "Memur Bey!" diye bağıran sesiyle gözlerimi açtım. Parmaklıklara yanaşmış, panik içinde bağırıyordu.

"İyiyim, korkma" dedim sakin görünmeye çalışarak. Yanıma gelip tek dizinin üzerine çöktü. "Aç mısın?" dedi bir çözüm bulma umuduyla "Ya da su falan ne bileyim kahve ister misin?"

"Su olur" dedim yorgun bir nefes verip. Bu defa gerçekten korkuyordum.

Sessizliğe gömüldüğümüz uzun bir zaman diliminin ardından bir polis memuru bizi nezaretten çıkarmış ve kapısında Emniyet Amiri yazan odaya getirmişti. Kapıyı tıklatıp içeri girdiğinde biz de peşi sıra içeri girdik.

Fırat ve Oğuz odadaydı. Kapının tam karşısındaki masanın hemen önünde karşılıklı koltuklarda oturuyorlardı. Masanın diğer tarafında takım elbiseli bir adam oturuyordu. Bizi getiren polis dışarı çıktığında Arda odanın ortasına doğru ilerlemişti. Bense olduğum yerde kalmıştım. Fırat'ın bakışları kısa bir an gözlerime değmiş fakat sonrasında Arda'nın gözlerine sabitlenmişti. İfadesizdi bakışları, ne düşündüğünü çözemiyordum.

Odaya yayılan sinir bozucu sessizlik yerin dibine girme isteğimi kat be kat artırırken Oğuz ayağa kalkıp elini Arda'nın omzuna yerleştirdi. "Ne yaptınız oğlum siz?" diye sorarken bakışları gözlerimi bulmuştu.

Utancımdan ölmek üzereydim. Arda'nın hiçbir suçu yoktu. Benim de yoktu ama benim arabamdan çıkmıştı o lanet zehir.

Oğuz'un gözlerine daha fazla bakamadım. Bakışlarımı yere sabitleyip "Arda'nın bir suçu yok" dedim. Sesimdeki titremeye engel olamamıştım. "Beni eve bırakacaktı sadece, sonra polisler geldi. Ben polislere de söyledim ama dinlemediler. Araba benim, Arda'yı bırakın dedim ama bırakmadılar."

Demiştim gerçekten de fakat kimse dinlememişti. Benim yüzümden gecesi berbat olmuştu çocuğun. Fırat bırakmazdı ama kardeşini, kurtarırdı.

"Ne işiniz vardı orada bilmiyorum fakat bu size ders olsun" dedi Oğuz "Birileri kötü bir şaka yapmış belli ki, siz de buna fırsat vermişsiniz. Bir daha öyle yerlere gitmeyin ki bu tür yanlış anlaşılmalar olmasın."

Ellerimi önümde birleştirmiş öylece yere bakıyordum. Daha önce Fırat'la tartıştığımız bir sebepten bu defa karakola düşmüştüm ve kendimi nasıl savunacağım hakkında hiçbir fikrim yoktu. Şu yaşananları yüz kişiye anlatsak yüzü de benim suçlu olduğumu düşünürdü.

"Siz yatın kalkın Ekrem Abi'ye dua edin" dedi takım elbiseli adam "Ekrem Çakır ismine duyduğum saygı ve hürmetten dolayı en ufak bir tereddüt duymadan bırakıyorum sizi. Bir daha karşıma çıkarsanız gözünüzün yaşına bakmam ama, ona göre!"

Nasıl yani serbest miydik?

Bu kadar kolay mıydı?

Kolay olmadığını anlık bir sevinçle Fırat'a baktığımda anlamıştım. Yanıma gelmediği gibi yüzüme bakma gereği de duymuyor, dümdüz bakışlarla karşısındaki adama bakıyordu. Öfkeliydi.

Öfkeli olmakta haklıydı üstelik. Beni terasta bıraktığı o geceden sonra arabamdan çıkan uyuşturucunun benimle ilgisi olmadığına inanmasını bekleyemezdim. Muhtemelen o paketin Selim'e ait olduğunu düşünüyor ve ne kadar aptal olduğumu haykırmamak için kendini zor tutuyordu.

Kim yapmıştı, neden yapmıştı bilmiyordum fakat amacına ulaşmıştı. Tutuklanmamıştım, ceza da almamıştım belki ama birazdan çok daha çetin bir savaş verecektim. Sevdiğim adamın içimi üşüten bakışlarına, kalbimi bin parçaya ayıran ağır hakaretlerine maruz kalacak ve günün sonunda kaybeden yine ben olacaktım.

Fırat ayağa kalkıp "Çok teşekkür ederim Levent Bey" dedikten sonra aynı şekilde ayağa kalkan adamla tokalaştı. "Emin olun kardeşim ve nişanlımla ilgili en ufak bir şüphem olsaydı böyle bir ricada bulunmazdım. Ben ikisine de kefilim, bundan sonra daha dikkatli olacaklarından hiç şüpheniz olmasın."

Nişanlım demişti.

Ne de güzel demişti. Bugün duyup duyabileceğim tek güzel kelime bu olsa gerekti.

Nişanlım.

Oğuz da binbir teşekkür cümlesi kurduktan sonra gitme vaktimiz gelmişti. Fırat kapıya doğru ilerlerken de, kapıyı açıp dışarı çıkarken de yüzüme bakmamıştı. Benim ne durumda olduğumu düşünmekten çok çok uzaktı.

Şaşırmıyordum artık. Neden bilmiyorum fakat beni suçlamak çok kolaydı. 'Eylem yapar' fikri bir şekilde yerleşiyordu insanların zihnine ve ben bu yaftadan kurtulamıyordum. Arda bile sorgusuz sualsiz inanmıştı suçlu olduğuma. Kimin ne düşündüğü umurumda bile değildi fakat Fırat'ın beni görmemesi zoruma gidiyordu. Ne kadar korktuğumu değil, hak ettiğimi düşünmesi zoruma gidiyordu.

Fırat'ın arkasından Arda da çıkmıştı odadan fakat benim ayaklarım geri geri gidiyordu. Kimseden hakaret işitecek durumda değildim. Yorulmuştum. Suçlu da olsam şu an bunu duymak istemiyordum.

Oğuz elini omzuma koyup başıyla kapıyı gösterdiğinde sessizce dışarı çıktım. Fırat koridorda Mustafa'yla konuşuyordu. Arda hızlı adımlarla dışarı çıkıp gözden kaybolduğunda Oğuz "Hadi Eylem" dedi.

Böyle durumlarda içime çöken yalnızlık hissinden nefret ediyordum. Fırat, Arda'nın abisiydi ve her ne olursa olsun ömrünün sonuna kadar kardeşinin arkasında olacaktı. Arda uyuşturucu kullanıyor dahi olsa Fırat onun için elinden geleni yapacaktı. Bu defa benim için de yapmıştı fakat gün gelecek benimle uğraşmaktan sıkılacaktı. Hiçbir mecburiyeti olmadığı için de, o gün geldiğinde arkasını dönüp gidecekti.

Bense o tarihi öne çekmekten başka bir şey yapmıyordum.

Dün geceden bu yana yaşadığım stres, özgür olduğum gerçeğini hissetmemle beraber mideme kramplar girmesine neden olmuştu. Midemden yukarıya doğru bir asit salgını başlamış, dün sabahtan bu yana hiçbir şey yemediğim için de ayakta duracak dermanım kalmamıştı. Daha fazla ayakta duramayacağımı anladığımda topuklu ayakkabılarımı çıkarıp kendimi dışarı attım. Tek istediğim yalnız kalmaktı. Yalnız kalıp içimdeki zehri akıtmak istiyordum.

Dışarı çıkar çıkmaz Ceren ve Selim koşarak yanıma geldi. Onların gecesini de mahvetmiştim anlaşılan. Ceren kollarını boynuma doladığında alt dudağımı dişleyip nefesini tuttum. Ağlamayacaktım.

"Şükürler olsun" diye iç çekip uzun uzun sarıldıktan sonra geri çekildi "Aklımı kaçıracaktım Eylem, ne bu saçmalık? Ne uyuşturucusu, ne alaka?"

"Bilmiyorum Ceren" dedim üstüme çöken ağırlıkla "Saatlerdir düşünüyorum fakat hiçbir şey bilmiyorum."

"Sen... iyi misin?" dedi tedirgin bakışlarını yüzümde gezdirip. Hiç iyi değildim.

"Yorgunum sadece" diye geçiştirdim. 

Elini yüzümde gezdirip saçlarımı okşadı. "Bir hastaneye gidelim istersen, yüzün bembeyaz olmuş."

"Bence de" dedi Selim kolumdan tutup "Yürü gidiyoruz."

O kadar gücüm yoktu ki, karşı koymak için direnince elimdeki ayakkabılar yere düştü. "Selim bırak n'olur, eve gitmek istiyorum" dedim bıkkınlıkla. Ayaklarım buz kesmişti.

Selim kolumu bıraktı. Bırakmaktan başka şansı yoktu çünkü. Fırat parmaklarıyla çenesini kavramış, tüm gücüyle geriye doğru ittiriyordu. Öylesine öfkeliydi ki, tek eliyle sürüklüyordu adeta Selim'i.

Hırslı adımlarla yürüyüp Selim'in kafasını sertçe duvara çarptığında dudaklarımdan firar eden çığlığa engel olamamıştım.

Gözü dönmüş gibiydi.

"Fırat" diye bağırıp öne doğru atıldım fakat duymuyordu. Selim'in dehşete düşmüş bakışlarına aldırmadan parmaklarını iyice sıkıp kafasını kendine doğru çekti ve ikinci kez duvara vurdu. Ölümüne vuruyordu.

"Fırat yapma n'olur" diye bağırıp kolunu tuttuğumda bakışları gözlerimi buldu. Öyle bir yangın vardı ki gözlerinde, elim ateşe değmişçesine geri çekildim. Gözbebekleri cayır cayır yanıyor, etrafını saran kırmızı damarlar kor ateşler saçıyordu.

Selim "Bırak..." diye inlediğinde bakışları tekrar Selim'i buldu. Parmaklarını tüm gücüyle sıkarken yüzüne ölümcül bir ifade yerleşmişti, öldürmeden içi soğumayacaktı. Selim Fırat'ı durdurabilmek için tüm gücüyle çabalıyordu fakat nafile bir çabaydı, çırpındıkça kendini tüketiyordu.

Fırat boştaki eliyle Selim'in çenesine sert bir yumruk geçirdi.

O yumruğu ben yemişçesine "Yeter!" diye bağırdım. Öldürecekti.

Selim can çekişiyor fakat Fırat umursamıyordu. "Senin ecdadını sikerim!" dedi yüzünü yüzüne yaklaştırıp "Bir daha seni Eylem'in yanında, yöresinde görürsem gelmişini geçmişini sikerim senin!!!"

Boğazındaki elini gevşetip Selim'in nefes almasına izin verdikten sonra suratına ikinci bir yumruk geçirdi. "Ah..." diye acıyla inledi Selim.

Çığlık çığlığa bağırarak araya girmeye çalıştığımda birisi bedenimi kollarının arasına hapsedip ayaklarımı yerden kesti.

Mustafa.

Kollarımı bedenime yaslayıp sımsıkı sarmıştı bedenimi kurtulamıyordum. Fırat Selim'e bir yumruk daha attığında "Ya bıraksana!" diye çırpınmaya başladım "Öldürecek görmüyor musun?"

Ayaklarımı tüm gücümle bacaklarına vuruyor, ulaşabildiğim her yerine tırnaklarımı geçiriyordum fakat bırakmıyordu.

Fırat "Anlaşıldı mı?" diye bağırdığında Selim çaresizce kafasını salladı. Gözyaşlarım sel gibi boşalıyordu gözlerimden. "Fırat yeter, bırak n'olur..." dedim yenilgiyi kabul edip. Kendi istemediği sürece elinden kimse alamayacaktı Selim'i. Karakolun bahçesinde ölüm saçıyordu fakat bir Allah'ın kulu da gelip ne yapıyorsun demiyordu. Diyemiyordu.

Çırpınmayı bıraktığımda Mustafa da kollarını gevşetmişti. Ayaklarım yerle temas ettiği anda öne doğru bir adım atıp "Fırat" dedim yalvarırcasına "Onun suçu değil, bırak n'olur..."

Selim'i hırsla yere fırlatıp "Bu sana son uyarım..." dedi tükürür gibi "Bir daha bu kızın tırnağına zarar gelirse, yedi sülaleni sikerim senin!"

Selim'in kana bulanmış yüzüne bakıp perişan bir halde yanına yaklaştığımda Fırat kolumu sert bir şekilde tutup beni sürüklemeye başladı. Polisler bile uzaktan izliyordu olanları. Oğuz kimsenin müdahale etmesine izin vermiyordu.

Karşı koymayı bırakıp Fırat'ın büyük adımlarına ayak uyurmaya çalışırken gözyaşlarım durmaksızın akıyordu. Tükenmiştim artık.

Fırat bahçe kapısının önündeki cipin ön kapısını açıp kolumu serbest bıraktı. Yüzüme bile bakmadan diğer tarafa yöneldi sonra. En ufak bir tereddüt duymadan biletimi kesmişti. Eylem yapardı çünkü, aptaldı Eylem.

O an ismimi haykıran sesle içimde bir şeyler kopmuştu. Abim gelmişti. Yolun diğer tarafından koşar adım bana doğru ilerliyordu. Kapıyı hızla kapatıp abime doğru koşmaya başladım. O kadar korkmuştum ki, hesap sorulmaya değil yalnız olmadığımı bilmeye ihtiyacım vardı. Fırat bunu yapmaktan çok uzaktı.

Yola çıktığım anda Fırat ve abimin "Eylem" diye bağıran sesleri acı bir fren sesine karıştı. Ayaklarım olduğu yere çivilenirken bacaklarıma temas eden beyaz arabaya bakıyordum. Şoför tam zamanında frene basıp durmayı başarmıştı fakat hemen arkasındaki araç o kadar şanslı değildi. Büyük bir hızla çarpmıştı beyaz arabaya. O anki sarsılmanın etkisiyle öne doğru atılan araçtan abimin beni geriye doğru çekmesiyle kurtulmuştum.

Sonrasında aracın şoförü "Ne yapıyorsun kardeşim?" diye bağırarak dışarı çıkmış, diğeri de aynı şekilde bağırmaya başlamıştı. Diğer araçlardan yükselen korna sesleri de eklenince sinirlerim alt üst olmuştu.

Abim başımı ellerinin arasına alıp yüzüne bakmamı sağladığında yeşil gözlerine duyduğum özlem genzimi yakmıştı. Titreyen dudaklarımın arasından "Abi" diye bir inilti dökülürken küçük bir çocuk gibi ağlamaya başladım.

Gözlerine yerleşen soru işaretlerini hızla savuşturup "Şşştttt" diye fısıldadı. Başımı göğsüne bastırıp sımsıkı sarıldı sonra. "Korkma" dedi "Tamam" dedi "Geldim bak" dedi "Burdayım, yanındayım" dedi.

Duymak istediğim ne varsa bir bir sıraladı.

"Çok korktum" dedim gözyaşlarımın arasından "Arabamda..." diye başladım fakat devamını getiremedim. Hıçkırıklara boğulmuştum.

"Şşştttt... tamam" dedi saçlarımı okşayıp "Korkma sakın. Kimse bir şey yapamaz sana. Seni o kodese tıkmaları için önce benim cesedimi çiğnemeleri gerekir, sakın korkma."

Bedenimi saran kollar ruhuma ilaç gibi gelmiş, gözyaşlarım usul usul abimin göğsüne süzülmüştü. İçim çıkmıştı ağlamaktan. Aradığım ne varsa abimin kollarında bulmuş, dün geceden beri ruhumda biriken zehri hunharca akıtmıştım.

Dakikalar sonra nispeten sakinleştiğimde geri çekilip gözlerime baktı abim. "Ağlama artık" dedi gözyaşlarımı silip. "Gel" dedi sonra elini omzuma yerleştirip. Öne doğru bir adım attığımda çıplak ayaklarımı fark edip "Ayakkabıların nerede?" diye sordu. Ses tonuna yerleşen şefkat iliklerime işlemişti.

Fırat'ın bize doğru geldiğini fark edince bakışlarımı yere sabitleyip "Bilmiyorum" dedim. Gözlerini perdeleyen kalın duvarlara bir kez daha çarpmak istemiyordum.

"Tamam boşver ayakkabıları, gel hadi" dedi. İtiraz etmedim. Fırat'ın hakaretlerini çekemeyecek kadar yorgundum.

Abimin adımlarına ayak uydurup yolun karşısına geçmek için hareketlendiğimde "Sinan" diye seslendi Fırat. Abim dişlerini sıkıp olduğu yerde kaldı.

Şu an en son istediğim şey ikisinin kavga etmesiydi.

Fırat büyük adımlarla yanımıza gelip "Eylem benimle gelecek" dedi kati bir sesle. En ufak bir tereddütü yoktu. Elini sırtıma yerleştirip "Hadi" dedi sonra.

"Abimle gitmek istiyorum" dedim makul bir tonda. Daha fazla sinirlenmesini istemiyordum. Daha fazla sinirlenip, kalbimi daha fazla kırmasını istemiyordum.

"Hayır" dedi tereddütsüz "Benimle geleceksin!"

Hala gözlerine bakmıyordum.

Abim "Eylem benimle gelmek istiyorsa, benimle gelecek!" dedi tehditkar bir tonda. İkisi de yükseliyordu, hissediyordum.

"Uzatma Sinan!" diye bağırdı Fırat "Bir de seninle uğraşamam sabah sabah, işine bak!"

Benimle uğraştığı yetmezmiş gibi bir de abimle uğraşamazdı tabii. Uğraşmasındı o zaman.

Abim sorarcasına yüzüme baktı. İzin alıyordu benden, biliyordum. Fırat'la gitmek istemediğimi anladığı anda kıyamet de kopsa bırakmayacaktı beni.

O kıyametin kopmasına izin veremezdim. Fırat'ın ne pahasına olursa olsun dediğini yapacağını biliyordum. Sadece ben durdurabilirdim onu fakat abimin önünde kavga etmek istemiyordum. Abimin canının yanmasını istemiyordum. Selim'in yaşadıklarını abimin de yaşamasını istemiyordum.

Zoraki bir tebessüme sığınıp "Fırat haklı abi" dedim "Yeterince yorulduk zaten, eve geçelim biz."

Abimin kaşları çatıldı. Kızkardeşinin, sevgilisinin evinden kendi eviymiş gibi bahsetmesini hazmedemiyordu tabii.

"O ite bunun hesabını soracağım" dedi konuyu başka tarafa çekip. Şu durumda kendini tutması takdire şayandı. Fütursuzdu abim. Önünü ardını düşünmez, değil Fırat feriştahı gelse geri adım atmazdı. Beni üzmemek için göz yumuyordu hazmedemediklerine.

Kollarımı beline dolayıp sımsıkı sarıldım ve "Onun suçu değil abi" dedim "Bu defa gerçekten değil."

Abimin konuşmasına fırsat vermeden Fırat'ın arabasına yöneldim sonra. Oğuz'un yanında sabırsızca bekleyen Ceren koşarak yanıma geldi. Utana sıkıla gözlerine bakıp "Ceren" dedim sessizce "Selim'i yalnız bırakma n'olur."

Elini yanağıma yerleştirip anlayışla başını salladı "Selim'i düşünme sen, bir güzel uyu kendine gel. Çoktan hak etmişti o dayağı, sen de biliyorsun."

"Sen yapma bari" dedim usanmışçasına.

Umursamazca omuz silkti "Umarım aklı başına gelmiştir" Hemen ardından gözlerini devirdi "Hiç sanmıyorum ama... neyse."

"Offf" diye isyan ettiğimde kolumu tutup Range Rover'ın kapısını açtı. "Hadi git artık sen, hasta olacaksın. İş çıkışı uğrarım konuşuruz, hiç iyi görmüyorum bu aralar seni."

Koltuğa oturup onaylarcasına başımı salladım. Yanağımdan öpüp kapıyı kapattı. Kapı kapandığı anda Fırat aracı hareket ettirmişti. Başımı geriye yaslayıp bakışlarımı camdan dışarıya çevirdiğimde Oğuz'un kaza yapan iki aracın şoförüyle hararetli bir şekilde konuştuğunu gördüm. Abim ya da Fırat'la değil Oğuz'la gitmeliydim belki de. Nedense arkamı toplamak hep ona düşüyordu ve benim için yaptıklarını asla başıma kakmıyordu.

Eve gidene kadar geçen süre boyunca camdan dışarıyı izleyerek konuşmak istemediğimi net bir şekilde ifade etmiştim. Sessizliğin iyi geldiği anlardan birinde değildik oysa ki. Düşündükçe kırgınlığım da, kızgınlığım da artıyordu. Hiç suçum yokken hayatımın en kötü gecelerinden birini geçirmiştim ve her normal insan gibi sevgilimin bana hesap sormasını değil destek olmasını istiyordum.

Abimi üzmemek adına Fırat'la gitmeyi tercih etmiştim fakat bu gidişin sonu nereye varacaktı kestiremiyordum. Öylesine yorgundum ki en ufak bir siteme dahi tahammülüm yoktu. Umarım sınırlarımı zorlayıp da geri dönüşü olmayan hatalar yaptırmazdı bana.

Fırat otoparka girip aracı durdurduğunda hızla dışarı çıkıp asansöre yöneldim ve eve girene kadar bir kez bile yüzüne bakmadım. Kapıyı açtığı anda da doğrudan banyoya girip ayaklarımı küvete soktum. Duş başlığını alıp küvetin kenarına oturduktan sonra dakikalar geçmişti fakat ayaklarımın temizlendiğine ikna olmuyordum bi'türlü. Ovaladıkça daha çok kirleniyordu sanki.

Kapı iki kez tıklatıldıktan sonra "Salona gel" dedi Fırat. Gittim. Sırtı kapıya dönük bir şekilde duruyordu salonun ortasında. Üzerini değiştirmiş, siyah bir takım elbise giymişti.

Cama doğru ilerleyip görüş alanına girdikten sonra kollarımı göğsümde birleştirdim ve gözlerine baktım. İfadesiz tutmaya çalıştığı gözlerinden öfke taşıyordu.

Meydan okuyan bakışlarıma karşılık kaşlarını çatıp "Neden gittin oraya?" diye sordu.

"Gitmek istedim çünkü" dedim dümdüz bir sesle.

"Neden bana haber vermedin?" dedi hafiften öfkesine yenilip. Kendini tutmakta ne kadar zorlandığını görebiliyordum.

"Aradım, açmadın" dedim.

Güldü. "Bu mu yani?" dedi sinir yüklü bir ses çıkarıp "Mustafa'ya söylemeyi ya da Oğuz'u aramayı, hiç olmadı gitmemeyi akıl edemedin yani?"

Başımı yukarı doğru kaldırıp "Tüm bunlara gerek olduğunu düşünmüyorum" dedim "Sana haber vermek için aramıştım, izin almak için değil."

Sabrının son aşamasında olmasına rağmen derin bir nefesi ciğerlerine çekip "Benden izin almanı beklemiyorum senden" dedi. Son derece ciddiydi üstelik bunu söylerken.

Öne doğru bir adım attı sonra "Yaşanan onca olaydan sonra o lanet yere gitmemen gerektiğini idrak edemiyor musun sen?" diye bağırdı "Bu kadar mı aptalsın?"

Yine başlıyorduk ve benim artık aptal olduğumu duymaya tahammülüm kalmamıştı.

"Yaşadığım onca olayla dün gece yaşadıklarımın hiçbir ilgisi yok" dedim gözlerimi gözlerine dikip "Hız yapmayı seviyorum, gitmek istedim ve gittim. Bu kadar basit!"

"Gitmek istedin ve gittin öyle mi?" dedi gözlerini kısıp "Gittin ve arabandan uyuşturucu çıktı, bu kadar basit yani?"

Dalga dalga yükseliyordu ve ben artık haklı olmasına katlanamıyordum. Haksız olmam ne kadar kötü olduğum gerçeğini değiştirmiyordu çünkü. Bana hesap sormasından bıkmıştım, görmüyor muydu?

"Geceyi karakolda geçiriyorsun, seni kurtarabilmek için bin tane adama laf anlatmaya çalışıyorum, sabaha kadar seni temize çıkarmak için uğraşıyorum ve sen karşıma geçmiş yaptığının doğru olduğunu mu savunuyorsun?"

Ses tonundaki aşağılayıcı tını ve küçümser bakışları kendimi berbat hissetmeme neden oluyordu. Haklıydı işte, neden zorluyordu  hala?

Anlık bir öfke patlamasıyla "Uğraşmasaydın!" diye bağırdım "Ben mi dedim bin tane adama laf anlat diye? Anlatmasaydın!"

Sesim duvarlarda yankılanıyor fakat Fırat gözünü bile kırpmadan gözlerime bakıyordu. Öyle cool, öyle küstahtı ki bakışları, aklımı kaçırmam işten bile değildi.

Haklı olmanın haklı gururunu yaşıyordu tabii, seviyeme inemezdi.

"Ben buyum tamam mı?" dedim aramızdaki mesafeyi kapatıp "Bundan sonra da değişebileceğimi hiç sanmıyorum. Yapma dediğin ne varsa yapacağım, ne kadar kızsan da bağırsan da aşağılasan da bildiğimi okumaya devam edeceğim. Belanın ortasına atlayıp sonra köpek gibi pişman olacağım ama aynı hatayı bin kez daha yapacağım."

Gözüme dolan yaşları geri gönderip başımı iki yana salladım. "Başka türlüsünü bilmiyorum çünkü. Bugüne kadar yapma denilen ne varsa yaptım ben. Kimseden izin almadım, kimseye hesap vermedim, ne yaptımsa kendim yaptım, kendime yaptım."

Omuzlarım pişmanlıkla çökerken bir adım geri çıktım "Yaptığım aptallıklar yüzünden çok büyük bedeller ödedim belki ama kimseden yardım istemedim ben. Senden de istemedim, istemem de. Benimle uğraşmak zorunda değilsin. Bıraksaydın kalsaydım içerde. Çekseydim aptallığımın cezasını. Ben mi dedim sana beni kurtar diye?"

"Saçma sapan konuşma Eylem" dedi keskin bakışları eşliğinde "Konumuz benim seni kurtarmam değil, senin orada olman. Ne zaman arkamı dönsem belanın ortasına atıyorsun kendini." İki elini birden havaya kaldırıp öfkeyle bağırdı "Senin arabanda uyuşturucunun ne işi var Eylem? Senin hala o itle ne işin var?"

Telefonu çalmaya başlamıştı fakat bana bağırmakla meşgul olduğu için cevap veremiyordu. Arayan kişinin de vazgeçmeye niyeti yok gibiydi.

"Selim'in bu olayla bir ilgisi yok" dedim. Telefonu çalmaya devam ediyordu.

Alay edercesine güldü. "Senin yani o paket?"

Geceyi nezarette geçirmiştim ve tek istediğim duş alıp uyumaktı. Fakat Fırat'ın sorgusu bitecek gibi durmuyordu. Doğrusunu öğrenmek amacıyla sormuyordu üstelik soruları. Doğrusunu biliyormuşçasına hesap soruyordu.

"Benim..." diye başladığım cümleyi tamamlayamamıştım. 'Değil' diyecektim devamında fakat Fırat susmak bilmeyen telefonunun sesine daha fazla katlanamayıp telefonu açtı.

"Ne var?" diye bağırdığında sesi kafamın içinde yankılanmıştı. Yeni fark ettiğim üzere başım çatlıyordu. Sesini bir ton alçaltıp "Bağırmıyorum Nisa" dedi sonra "Tamam geliyorum" diye de devam etti.

Telefonu kapattığında omzuna çarpmak suretiyle yanından geçip kapıya yöneldim. Bir an önce defolup gidebilirdi, cehennemin dibine kadar yolu vardı.

"Nereye gidiyorsun?" dedi tahammülsüz bir tonda.

Gözlerine bakıp "Cehennemin dibine!" diye bağırdım ve tekrar kapıya yöneldim. Kolumdan yakalayıp sabır dilenircesine ofladı. "Yat dinlen, gelince konuşacağız."

"Konuşacak bir şey yok" dedim son derece sakin bir tonda "Arabamdan uyuşturucu çıktı bildiğin üzere ve üzülerek söylüyorum ki o paket bana aitti. Selim'in ağzını burnunu boşuna kırdın yani. Şimdi izin verirsen yatıp dinlenmek istiyorum. Eski sevgilinin yanına gönül rahatlığıyla gidebilirsin yani, hiç huzursuz olmana gerek yok. Ben gayet iyiyim."

Alaycı tavrım sakin kalma çabalarını alt üst etmeye yetmişti. Dişlerini sıkıp "Siktirtme eski sevgilini!" dedi öfkeyle. Kolumdaki elinin yardımıyla bedenimi kendine doğru çekti sonra. Kor gibi yanan gözlerini gözlerime dikip "Beni zorlama Eylem!" dedi tehditkar bir tonda "Benim damarıma basma, zararlı çıkarsın!"

Meydan okurcasına başımı yukarı doğru kaldırdığımda kolumu savurup bir adım geri çıktı. "Yat uyu, aklını başına topla gelince konuşacağız!"

Çıkıp gitti sonra.

Burada durup sıramın gelmesini beklemeyecektim. Ben bu haldeyken çekip gitmesine mantıklı bir açıklama getirmeye çalışmayacaktım. Yanımda olmak yerine bana hesap sormasını anlayışla karşılamayacaktım. Benden esirgeneni kimseye bahşetmeyecektim.

O kadar yüce gönüllü bir insan değildim yazık ki.

Yatak odasına girip üzerimdeki kıyafetlerden kurtulduktan sonra banyoya doğru ilerledim ve  jakuziyi es geçip duşakabine girdim. Üstüme sinen pislikten kurtulabilirsem şayet Ceren'e gidecektim. Kimsenin afrasını tafrasını çekecek durumda değildim.

Dakikalar boyunca bedenime çarpan su da, gözümden süzülen yaşlar da o pislikten kurtulmama yetmemişti. Gece boyunca yaşadıklarım öyle bir sinmişti ki ruhuma kurtulamıyordum. Hapse girme düşüncesi beni tüketmişti fark etmeden. Fırat'ın tavırlarıysa tamamen bitirmişti.

Sıcak suyun altında titremeye başladığımda saatler geçmişti belki de, bilmiyordum. Yere oturup sırtımı fayansa yaslamıştım. Donuyordum.

Son on dakikadır banyodan çıkmak için büyük bir savaş veriyor fakat başaramıyordum. Suyu kapattığım anda titreme nöbetine giriyordum.

Ateşim vardı muhtemelen ve yapabileceğim en doğru şey soğuk suyu açmaktı. Sorun şu ki öleceğimi bilsem yine de o cesareti gösteremezdim. İçim titriyordu.

Uzunca bir sürenin ardından az da olsa kendimi toparladım ve suyu kapatmadan duşakabinden çıkıp doğrudan yatak odasına yöneldim. Elime ilk geçen atlet ve şortu giydikten sonra kendimi yatağa bıraktım ve yorganı kafama kadar çekip uykuya teslim oldum.

"Eylem" diye bağıran ses beynimde yankılanıyor, kulaklarım uğulduyordu. Gözlerimi hafifçe araladığımda Fırat'ın endişe yüklü bakışlarıyla karşılaştım fakat göz kapaklarımdaki ağırlığa karşı koyamıyordum.

Yorganı üstümden çektiğini hissedince "Yapma, donuyorum" dedim yalvarır gibi. Elini alnımda hisettim sonra. Buz gibiydi. İttirdim elini.

"Yanıyorsun" dediğini duyar gibi oldum fakat yanılıyordu. Çok üşüyordum. Koltuk altımda bir soğukluk hisettim sonra. "Rahat bırak beni" dedim kolumu itmeye çalışıp. Çok güçlüydü başaramadım. Öylesine bitkindim ki gözlerimi açmayı bile başaramıyordum. Sessizce ateşimi ölçmesini bekledikten sonra yan dönüp ellerimi yanağımın altında birleştirdim. Uyumak istiyordum.

Uyumama izin vermedi. Kollarını sırtımda ve bacaklarımda hissettikten kısa bir süre sonra yataktan havalanmıştım. Gözlerimi güçlükle aralayıp "N'yapıyorsun, bırak beni" diye mırıldandığımda "Ateşin çok yüksek" dedi "Düşürmemiz lazım."

Banyoya girmişti. "Hayır" dedim kucağından inmeye çalışıp "Duş aldım ben, istemiyorum."

"Eylem" dedi uyarırcasına. Karşı koyacak takatim yoktu.

Başım omzuna düştü. "Çok üşüdüm sabah, su çok soğuktu" dedim sayıklar gibi.

"Ah Eylem" dedi bedenimi jakuziye bırakırken. O kadar soğuktu ki tenimin değdiği yerler, kaçarcasına boynuna sarıldım. "Yapma n'olur, çok üşüyorum."

"Şşştttt" dedi avucunu saçlarımda gezdirip. Kollarımı gevşetip dudaklarını alnıma bastırdı sonra. "Ateşini düşürmek zorundayız" dedi ikna edici bir ses tonuyla "Hadi sevgilim."

Kollarımı boynundan uzaklaştırıp ayağa kalktığında dizlerimi kendime doğru çekerek bacaklarıma sarıldım. Titriyordum. Duşakabine girip suyu kapattıktan sonra tekrar yanıma geldi. Sabah açık bıraktığım su hala akıyordu. Üstelik hava kararmıştı. Allah cezamı vermiş, doğal gazdan önce suyun anasını ağlatmıştım.

Fırat duş başlığını eline alıp suyu açtıktan sonra dizinin üstüne eğilip suyun sıcaklığını kontrol etti. Ayaklarıma çarpan su irkilmeme neden olmuştu. "Çok soğuk" dedim ellerimi omuzlarına yerleştirip. Omuzlarından destek alarak ayağa kalkmaya çalıştım fakat izin vermedi. Kolunu belime dolayıp "Şşşttt, rahat dur" dedi ve suyu başımdan aşağı tutmaya başladı.

Yüzüme çarpan su koca bir buz kütlesinin ateşle buluşması gibi bir etki yaratmış, tenim alev alev yanmıştı. Hem donuyor, hem kavruluyordum. Ateşliyken duş almak kimin fikriyse Allah onun da belasını verirdi inşallah. Kalbim duracaktı.

Kaçarcasına boynuna sarılıp "Yeter, tamam" dedim bitkin bir halde "İyiyim ben, kapat suyu n' olur."

"Ya sabır" diye mırıldandı. Takım elbisesi sırılsıklam olmuştu. "Sevgilim" dedi sonra uyarı dolu sesiyle "Eğer sudan çıkmak istiyorsan karşı koymayı bırak çünkü ateşin düşmeden bu banyodan çıkmayacağız."

Sessizce boyun eğdim. Dediğini yapacağını biliyordum çünkü. Kollarımı boynundan uzaklaştırıp yere oturdum. Ceketini çıkarıp bir kenara fırlattıktan sonra suyu bedenimde gezdirmeye başladı. Karşı koymamak için büyük bir uğraş veriyordum. Gözlerimden nedensizce akan yaşlar tenimi ısıran soğuk suya karışıyor, bedenim fırtınaya tutulmuş bir yaprak gibi titriyordu.

Boşta olan eliyle yüzümü okşadı. Şefkat dolu dokunuşu yüzümden saçlarıma, ardından usulca boynuma doğru ilerledi. Tenime dokunan parmakların iyileştirici etkisi ruhuma işlerken dudaklarımdan acı dolu bir inilti firar etti. İçimdeki asi kız çocuğu en ufak bir şefkat belirtisi gördüğünde kalkanlarını indiriyordu. Dün geceden bu yana dik tutmaya çalıştığım başım öne doğru eğilmiş, yalnızlığın omzuma bindirdiği yükler teslimiyetin huzur dolu hafifliğiyle yer değiştirmişti.

Fırat hayranı olduğum parmaklarını boynuma yerleştirip başparmağını yanağımda gezdirdiğinde başımı kaldırıp gözlerine baktım. Öyle güzel bakıyordu ki, sadece bakarak tüm benliğimi çepeçevre kuşatıyor, sarıyor, sarmalıyor, dingin bakışları tüm korkularımı çekip alıyordu.

"Seni asla bırakmayacağım" dedi korkularımı hissetmişçesine "Ne yapmış olursan ol, nasıl bir belaya bulaşmış olursan ol elini uzattığında ben hep orada olacağım. Bunu bil ve bir daha asla gözlerime öyle bakma..."

Başını iki yana sallayıp ıstırap dolu bir nefes verdi. "Öyle kimsesiz gibi bakma gözlerime..."

Başını öne eğip bir nefes daha verdi. Gözlerime baktı sonra. "Sen öyle bakınca aklımı kaçırıyorum Eylem" dedi çaresizce "Bana bunu yapma, benim canımı yakma. Canım yanınca kontrolümü kaybediyorum ben, yapma."

"Yeter" dedim acı içinde "Yeter n'olur." Kollarımı boynuna dolayıp sımsıkı sarıldım sonra "Çıkalım artık, çok üşüdüm."

Sarılması gerekiyordu artık, daha fazla dayanamayacaktım.

Duş başlığını bırakıp kollarını belime sardı. Her sarıldığında aynı duygular sarıyordu benliğimi. Güçlü kolları evimde hissettiriyor, dünyadan soyutlanıp sadece ikimiz kalıyorduk.

"Gel tamam" dedi kolunu bacaklarımın altından geçirip beni kucağına alırken. Başım omzuna düştüğünde dudaklarını alnıma bastırdı. Hasta olmak hiç bu kadar iyi hissettirmemişti.

Ayağa kalkıp kapıya doğru yöneldi sonra. "Musluğu kapatmadın" diye mırıldandım. Yeterince ziyan etmiştim suyu, fazlasına lüzum yoktu. Geri dönüp jakuzinin kenarına oturdu ve musluğu kapattı.

Tekrar ayağa kalkıp yatak odasına girerken alnımdan öptü yine. Kafamın içinde kocaman bir taş vardı sanki, taşıyamıyordum.

"Düştü mü ateşim?" diye sorduğumda "Bakacağız" dedi gülümseyerek. Tebessümünden öpüp başımı tekrar omzuna bıraktım. Çölde kalmışçasına kuruyan dudaklarıma can vermişti dudakları.

Beni şifonyerin önündeki pufa bırakıp bir havluyla geri döndü. İkimiz de sırılsıklam olmuştuk. Havluyu saçlarıma uzattığında "Mahvettik her yeri" diye mırıldandım. Konuşacak mecalim yoktu.

Gözlerime bakıp tekrar gülümsedi. Öyle içten gülmüştü ki, gülüşüne ithaf ettiğim şarkı kulaklarımda çınlamıştı fakat benim eşlik edecek gücüm yoktu.

Saçlarımı usulca kurulayıp havluyu omuzlarıma bıraktıktan sonra giyinme odasına yöneldi. Geri döndüğünde elinde bir tişört ve penye bir şort vardı. Omzumdaki havluyla tüm vücudumu kuruladıktan sonra gözlerini gözlerime sabitleyip üzerimi değiştirdi. Böyle bir anın böylesine masum olması inanılır gibi değildi fakat öyle kontrollüydü ki hareketleri en ufak bir rahatsızlık hissetmemiştim. Gözlerini gözlerimden bir an bile ayırmamış, bedenimle değil ruhumla ilgilendiğini bir kez daha hissettirmişti.

Elimi tutup yatağa oturmamı sağladıktan sonra bir kez daha ateşimi ölçtü. Başım yastığa düşmüştü kendiliğinden. Endişeli bakışlarına karşılık "İyiyim" dedim eline uzanıp.

Elimi tutup yanıma oturdu ve diğer elini yüzüme yerleştirdi. Eğilip dudaklarını alnıma bastırdı sonra. Üşüyordum fakat içim yanıyordu. Tekrar gözlerime baktığında "Çok susadım, su verir misin?" dedim kuruyan boğazımdan çıkan pürüzlü sesle.

Dudaklarını elimin üstüne bastırıp ayağa kalktı ve telefonunu alıp odadan çıktı. Suyla beraber bir hap getirmişti içmem için. Hafifçe doğrulup sırtımı başlığa yasladıktan sonra hapı içip yorganı boğazıma kadar çektim.

Ayağa kalkıp yorganı aşağı doğru çekti ve işaret parmağını havaya kaldırdı "Duş alıp geliyorum hemen, örtme üstünü!"

Onaylarcasına başımı sallayıp gözlerimi kapattım. Uykuyla uyanıklık arasındaki ince çizgide dolanırken Fırat geri dönmüştü. Beni kucağına alıp kapıya yöneldiğinde "Nereye gidiyoruz? Çok uykum var" diye mırıldandım.

"Önce karnını doyuracağız, sonra canına okuyacağım" dedi göz kırpıp "Topla kendini bir an önce."

"Ateşim var ama" dedim alnımı yanağına yaslayıp "Nasıl kıyacaksın?"

"Boşuna mı uğraşıyorum saatlerdir?" dedi gülerek "Düşer birazdan ateşin, merak etme."

"Düşersem görürsün gününü" dedim gözlerimi kapatıp "İnşallah düşerim!" Yine tepeden bakacaktım İstanbul'a anladığım kadarıyla.

Başım dönmüştü o ana gidince. Kendim atlardım zaten, bir kez daha kaldıramazdım o travmayı.

"Bu defa başka planlarım var" dediğinde gözlerimi açıp yüzüne baktım. Sinsi bir gülüş hakimdi gözlerinde. Başka bir ana gitmiştim şimdi de. Buz kesmişti her yanım.

"Terasa kilitleme n'olur" dedim rica eder bir tonda "İstersen aşağı at ama terasta bırakma. Donuyorum zaten, kalamam o soğukta. Ateşim de var hem. Ölürüm yani kesin, sen direkt at beni aşağıya."

Salona girip koltuğa oturduktan sonra başımı omzuna yaslayıp dudaklarını alnıma bastırdı. Sesli bir nefes verdi sonra. "O gece... " dedi acı çeker gibi "Sen terastayken... hayatımın en zor sınavını verdim ben. O itin seni nasıl kullandığını, senin onun için nasıl kendinden vazgeçtiğini görünce çıldırmıştım zaten."

O anı yaşıyormuşçasına bir nefes verip devam etti. "Üstüne senin o ayarsız dilin de eklenince tamamen kaybettim kontrolümü. Öyle bir konuşuyorsun ki bazen... korkuyorum elimde kalacaksın bir gün."

"Hiç öyle sınavdan çıkmış gibi bir halin yoktu" dedim gülerek "Mışıl mışıl uyumuş gibiydin."

Çenemden tutup yüzüne bakmamı sağladı. "Benim sınırlarımı zorlama Eylem" dedi her bir harfin üstüne basa basa "Bi'dur artık, yeter!"

Elimi yanağına yerleştirip parmaklarımı sakallarında gezdirdim "O paketin arabamda ne işi vardı gerçekten bilmiyorum..."

"Senin orada ne işin vardı Eylem?" diye kesti cümlemi.

"Biliyorsun işte" dedim omuz silkip "Söz konusu araba ve hız olunca mantıklı düşünemiyorum ben. O an çok cazip bir fikir gibi gelmişti ama işte... yanlış gelmişse demek."

"Gelmesin bir daha!" dedi uyarıcı bir tonda.

Elimi yanağından çekip tüm samimiyetimle "Söz veremem" dedim. Veremezdim. Aynı hatayı tekrar tekrar yapacağımı adım gibi biliyordum çünkü. Ben buydum.

"Pekala" dedi hafifçe doğrulup "Sonuçlarına katlanacaksın o halde."

Tehditkar bakışları beni pişman edeceğini haykırsa da geri adım atmadım "Ne yapacaksan yap ama tutamayacağım bir söz vermemi isteme benden. Sana yalan söylemek istemiyorum."

Biraz daha doğrulduğunda kucağından kalkmak zorunda kalmıştım. Koltuğa kıvrılıp başımı yana doğru yasladım. Bakışları canımı sıkıyordu. Neden her şeyi bu kadar ciddiye alıyordu ki? Azıcık eğlenmek istemiştim sadece. Bu kadar kuralcı olmak zorunda mıydı?

Ayağa kalkıp telefonunu eline aldıktan sonra birini aradı ve "Yukarı gelin" dedi buyurgan bir tonda.

"Of Fırat ya" dedim sıkılmışçasına "Sonra katlansam olmuyor mu sonuçlarına? Ateşim var zaten, yorma beni."

Ters ters gözlerime baktı. "Ateşin olmasının sebebi yaptığın saçmalıklar zaten. Başına gelecekleri göze alıp kafana göre hareket ediyorsun madem, bedelini ödeyeceksin."

"Ne yapacaksın ki?" dedim meraksız bir tonda. Ne yapabilirdi yani? Aşağı atacak değildi sonuçta, biraz sallandırıp geri çekiyordu.

Kapı çalınca bana cevap verme gereği duymadan kapıya yöneldi. Polisi aramış olamazdı herhalde.

Mustafa yanında iki adamla birlikte odaya girdiğinde başımı koltuktan kaldırdım. Hemen ardından Fırat da gelmişti.

Mustafa bana başıyla selam verirken diğer iki adam bakışlarını yerden kaldırmadan yanyana dizilmişti.

Fırat kısa bir süre gözlerini adamların üstünde dolaştırdıktan sonra Mustafa'ya dönüp "Sizin göreviniz ne Mustafa?" diye sordu. Öyle bir sormuştu ki bildiğini unuturdu insan.

Mustafa tereddütsüz "Eylem Hanım'ı korumak" dedi.

"Eylem Hanım bu geceyi nezarette geçirdi ama" dedi Fırat. Mustafa cevap veremedi. Diğer ikisi zaten yaşam belirtisi göstermiyordu.

"İşinize son veriyorum" diye devam etti Fırat. Bunu söylerken en ufak bir duygu kırıntısı dahi yoktu yüzünde. Mustafa'nın aksine.

Mustafa yıkılmıştı. Koskoca adam bir anda un ufak olmuş, gözleri hayal kırıklığıyla gölgelenirken omuzları tonlarca ağırlığın altında kalmışçasına çökmüştü.

Yüzünün her bir zerresine yerleşen onlarca duyguya inat "Peki Fırat Bey" dedi dümdüz bir sesle.

Fırat bir duvardan farksızdı. Çok emindim ki Mustafa'nın yaşadığı yıkımı anbean gözlemlemişti fakat hiç etkilenmemiş görünüyordu. Hissettiğim vicdan azabı katlanarak çoğalırken başını yukarı doğru kaldırıp "Detayları Oğuz'la konuşursunuz" dedi. Mustafa onaylarcasına başını salladığında ise tek bir sözcük döküldü dudaklarından "Çıkabilirsiniz."

Mustafa ve diğer iki adam odadan çıktığında hırsla ayağa kalkıp karşısına dikildim. "Ne yapıyorsun sen ya? Bu mu yani? Böyle mi cezalandıracaksın beni?"

"Gördüğün gibi yaptığın hatalar yalnızca seni bağlamıyor" dedi gözlerini gözlerime dikip "Çok üzüldüysen eğer bundan böyle saçmalamadan evvel iki kere düşünürsün."

"Bu çok saçma" dedim isyan edercesine saçlarımı savurup "Derdin benimleyse eğer beni kovarsın, hiç suçu olmayan çalışanlarını değil."

"Öyle bir ihtimal yok!" dedi kati bir sesle "Ki zaten sen de bunu çok iyi biliyor ve sana olan zaafımı sonuna kadar kullanıyorsun."

Başım dönünce kollarına tutunup "Ben kötü bir şey yapmadım" dedim sayıklar gibi "Neden inanmıyorsun?"

"Tamam" dedi panik içinde kolunu belime dolayıp "Eylem" diye bağırdı sonra. Gözlerim kararmıştı. Düşmek üzereyken belimi daha sıkı sarıp bedenimi bedenine yasladı.

"Ben bir şey yapmadım" dedim tekrar "O adamı görünce vazgeçmiştim zaten, yarışmayacaktım."

"Hangi adamı?" dedi kaşlarını çatıp.

"Bülent'in kardeşiymiş" dedim başımı omzuna yaslayıp. Tutmasa düşecektim. "Ben bir şey yapmadım ama. Bu defa gerçekten yapmadım. Kızma artık, n' olur."

"Tamam kızmıyorum" dedi sesli bir nefes verip. Elini sırtıma yerleştirip saçlarımdan öptü sonra. "Kızmıyorum tamam."

Kapı çaldı o anda. "Mustafa'yı da kovma" dedim gözlerine bakıp. Cevap vermedi. Alnımdan öpüp beni koltuğa bıraktıktan sonra kapıyı açmaya gitti.

Koltuğa uzanıp başımı kolçağa yasladım. Gözlerim kendiliğinden kapanmıştı. Açlıktan mı ateşten mi bilmem, bayılmak üzereydim.

Meriç'in sesi odayı doldurduğunda gözlerimi açmak zorunda kalmıştım. Elindeki tencereyi masaya bırakıyordu. "Annem çok telaşlandı, öncü kuvvet olarak beni gönderdi. Eğer hastaysan birazdan o da gelecek haberin olsun."

Fırat yorgun bir ifadeyle saçlarını karıştırıp ofladığında yanağına uzun bir öpücük bıraktı. "Babaannemi hiç söylemiyorum, hemen arkamdan yollara düşmüş olabilir."

Fırat elini Meriç'in omzuna atıp şakağından öptükten sonra "Çok yorgunum Meriç" dedi sesine çöken ağırlıkla "Ara annemi söyle, herkes otursun yerinde, iyiyim ben."

Dün gece hiç uyumamıştı ve hala bana bakıcılık yapıyordu.

"Hemen" dedi Meriç ve cebinden telefonunu çıkarıp havaya kaldırdı. Başını Fırat'ın yanağına yaslayıp bir selfie çekti sonra. Delil olarak sunacaktı muhtemelen.

Bir taraftan fotoğrafı göndermekle uğraşırken "E niye çorba istedin ki o zaman?" diye sordu "Bi' dünya yemek gönderdi annem."

Bakışlarını ekrandan çektiğinde göz göze gelmiştik. "Eylem" dedi şaşkınlıkla yüzüne bakarken. Hızlı adımlarla yanıma gelip elini yanağıma koydu sonra "Ne oldu sana? Ne bu halin?"

Doğrulmaya çalışıp "Hiç, öyle üşütmüşüm biraz" dedim.

"Yat yat, kalkma" dedi omzuma hafifçe bastırıp "Abi ateşi var" dedi sonra Fırat'a dönüp "Metin Amca'yı çağıralım bir baksın, çok solgun görünüyor."

Öyle samimiydi ki endişeli tavırları, utanmasam kalkıp boynuna sarılacaktım. Boynuna sarılamasam da doğrulup koltuğa yaslanmayı başarabilmiştim. Fırat yanıma gelip elini alnıma yerleştirdiğinde "İyiyim" dedim elini tutup "Biraz halsizim sadece."

Meriç koşarcasına masaya doğru ilerleyip "Dur ben sana annemin çorbasından getireyim, bir şeyin kalmaz" dedi. Tencereyi alıp salondan çıktı sonra.

Fırat elimi avucunun içine hapsederek yanıma oturdu. "En son ne zaman yemek yedin Eylem?"

Hatırlamıyordum.

Alt dudağımı ısırdığımda "Tam bir baş belasısın biliyorsun değil mi?" dedi.

Onaylarcasına başımı salladım. Biliyordum.

Yüzünü boynuma gizleyip dudaklarını tenime bastırdı sonra. Kızgın kumlardan serin sulara atlamak gibiydi dokunuşları.

Başparmağını elimin üstünde gezdirirken "Çok fena canımı sıkıyorsun" diye fısıldadı.

Başımı geriye doğru atıp gülümsedim "Biliyorum."

Tekrar boynuma gömülüp "Şu an sana çok kızgınım fakat boynundan kopamıyorum" dedi.

Parmaklarımı saçlarının arasından geçirip kıkırdadım "Onu da biliyorum, bilmediğim bir şey söyle."

Söylesindi artık, canıma yetmişti.

"Biliyorsun zaten" dedi dudaklarını boynumda gezdirip.

Nefesi şah damarımdan içeri sızdı, kalbim tekledi, boynum desen yoktu artık.

"Duymak istiyorum" dedim küçük bir çocuk gibi. Duymam lazımdı. Şımarıklık değil bir ihtiyaçtı bu benim için.

"Pekala" dedi geri çekilip. Simsiyah gözleri yıldızlı bir geceden farksızdı. Elini yanağıma yerleştirip başparmağıyla alt dudağımı okşadı. Kalbim duracaktı.

Dudakları aralandığında midem boğazıma kadar çıkmıştı. Gözlerim karardı bir an. Kulaklarım uğuldadı.

"Eylem" dedi panik içinde. Başım eline düştü. Ölecektim heyecandan.

"Bak ya" dedi gülerek. Kahkaha atıyordu galiba tam duyamıyordum. Yüzümü boynuna gizleyip sımsıkı sarıldı.

Sonrası yoktu bende.

Continue Reading

You'll Also Like

1M 43.4K 57
Aile problemleri yüzünden evden kaçmış ve kendi ayakları üzerinde durmaya çalışan, aynı zamanda sinir hastası olan Pare, ucuza gelsin diye ikinci el...
4M 255K 44
Aylardır izlediği yayıncıya olan hislerinin arttığını düşünen İzem, artık onun dikkatini çekmek ister. Dağhan'a ilk mesajı değildi ama bu sefer onun...
479K 19.5K 42
30-50k izlenen Yağız her gün yayın açar, Sohbet eder ve korku oyunları oynar. Işıl ise o yayıncıya aşık bir kızdır. Işıl habire yağıza Instagramdan y...
251K 5.7K 22
Hocam mı?kocam mı? +18 SAHNELER OLUCAK RAHATSIZ OLUCAKLAR OKUMASIN ÖĞRETMEN ÖĞRENCİ İLİŞKİSİDİR