İSYAN ÇİÇEĞİ

By karakalem82

3.7M 199K 139K

Fırat bencildi, İsyan Çiçeği asiydi, lakin kaderleri bir yazılmıştı. İkisi birbirine aitti, ayrılık ölüm geti... More

Merhaba
1. Bölüm
2. Bölüm
3. Bölüm
4. Bölüm
5. Bölüm
6. Bölüm
7. Bölüm
8. Bölüm
9. Bölüm
10. Bölüm
11. Bölüm
12. Bölüm
13. Bölüm
14.Bölüm
15. Bölüm
16. Bölüm
17. Bölüm
18. Bölüm
19. Bölüm
20. Bölüm
21.Bölüm
22. Bölüm
23. Bölüm
24. Bölüm
25. Bölüm
26. Bölüm
27. Bölüm
28. Bölüm
29. Bölüm
30. Bölüm
31. Bölüm
32. Bölüm
33. Bölüm
34. Bölüm
36. Bölüm
37. Bölüm
38. Bölüm
39. Bölüm
40. Bölüm
41. Bölüm
42. Bölüm
43. Bölüm
44. Bölüm
45. Bölüm
46. Bölüm
47. Bölüm
48. Bölüm
49. Bölüm
50. Bölüm
51. Bölüm
DUYURU
52. Bölüm
53. Bölüm
54. Bölüm
55. Bölüm
56. Bölüm
57. Bölüm
58. Bölüm
59. Bölüm
60. Bölüm
61. Bölüm
62. Bölüm
63. Bölüm
64. Bölüm
65. Bölüm
66. Bölüm
67. Bölüm
68. Bölüm
69. Bölüm
70. Bölüm
71. Bölüm
72. Bölüm
73. Bölüm
74. Bölüm
75. Bölüm
76. Bölüm
77. Bölüm
78. Bölüm
79. Bölüm
80. Bölüm
81. Bölüm
82. Bölüm
83. Bölüm
84. Bölüm
85. Bölüm
86. Bölüm
87. Bölüm
88. Bölüm
89. Bölüm
90. Bölüm
91. Bölüm
92. Bölüm
93. Bölüm
94. Bölüm
95. Bölüm

35. Bölüm

44K 1.9K 1.1K
By karakalem82




Selam okurcanlarım😍

Bu bölüm en büyük destekçilerimden birine @senanurturan12345678 e geliyor♥️

Çok seviyorum seni çok😍

Eylem

Sabah güneşi ısrarla gözlerimi taciz ediyor fakat beynim uyanmayı reddediyordu. Dün gece hayatımın en güzel doğum günü hediyesini almış ve bana o hediyeyi bahşeden adamın kollarında huzurlu bir uykuya teslim olmuştum. Sonsuza kadar o kolların arasında kalabilirdim. Beynimi suçlayamazdım.

Gözlerimi hafifçe aralayıp sırt üstü uzandığımda sol tarafımdaki boşluk beynime bir çimdik atmış ve yataktan fırlamıştım. Fırat yoktu. Sabah sabah ne demeye kalkıyordu ki yanımdan? Küçük esnaf gibi dükkanı kendisinin açması gerekmiyordu sonuçta. Koskoca patrondu. CEO'ydu. Yönetim kurulu başkanıydı. Tüm bunların kendisine verdiği yetkiye dayanarak sabahlarını çok daha keyifli bir şekilde değerlendirebilirdi. Öğretecektim artık yavaş yavaş.

Ayaklarımı sürüyerek salona girdiğimde Sinem ve Arda koltukta uyuyordu. Fırat'sa zebani gibi başlarına dikilmiş Arda'yı dürtüyordu.

Üzerinde gri bir yelek ve pantolon vardı. Sabah sabah yıkılıyordu yine. İyi ki o karizmayla beni dürtmemişti.

Ayağıyla Arda'yı dürtüp "Arda" diye seslendi tekrar. Nihayet amacına ulaşmıştı. Arda homurdanarak gözlerini açtığında elini uzatıp "Anahtarı ver!" dedi sert bir tonda.

Esneyerek tekli koltuğa oturdum ve bacaklarımı yukarı çekip ilk yarım saatin geçmesini beklemeye başladım. Ancak uyanıyordum.

Arda yukarı doğru kaykılarak cebinden çıkardığı anahtarı Fırat'a uzattı.

Fırat anahtarı sert bir şekilde alıp "Bir daha sakın aramadan gelme" dedi "Hatta gelme sen bir daha!"

Arda ağzının içinde bir şeyler mırıldanıp başını aşağı yukarı salladı. 'Ben sana şimdi bir şey derdim de götüm yemiyor' hareketiydi bu.

Fırat'ın sesiyle Sinem de gözlerini açmıştı. Kısa bir an nerede olduğunu anlamaya çalışırcasına etrafa baktıktan sonra başını yavaşça koltuktan kaldırıp boynunu tuttu. Koltuk çok rahatsız olduğu için boynu tutulmuştu tabii.

Bakışları Fırat'ı bulduğunda mahcup bir ifadeyle "Kusura bakma Fırat Abi, uyuyakalmışım" dedi. Duymuştu tabii Arda'ya söylenenleri, üzerine alınmıştı. Bu Fırat da harbi öküzdü yani. Benim şu an araya girip Sinem'i rahatlatmam gerekiyordu fakat tam olarak ayılamamıştım henüz. Hiç konuşasım yoktu.

"Estağfurullah Sinemciğim" dedi Fırat yumuşak bakışlarıyla "Sen istediğin zaman gelebilirsin de kalabilirsin de. Burası Eylem'in de evi artık. Nasıl ki, daha önce en yakın arkadaşınızın evine rahatça girip çıkabiliyorsanız şimdi de aynı şekilde devam etmeniz beni mutlu eder. Çekinme lütfen."

Yalnız şu an Sinem benim en yakın arkadaşım olarak burada değildi. Şu pozisyonda olsa olsa eltim olurdu.

Arda uyku sersemi bir halde saçlarını karıştırıp "Kendimi, onun bunun çocuğu gibi hissediyorum yemin ederim" dediğinde dudaklarımdan firar eden kahkahaya engel olamadım.

Haklıydı ama çocuk.

Kahkaham sabah sabah abartılı kaçmışsa demek, Fırat'ın bakışları bana çevrildi. Geldiğimi yeni fark ediyordu.

Yüzümde gezinen bakışlarına öyle bir ifade yerleşmişti ki, sadece bakarak dudaklarımdaki kahkahaya eşlik ediyordu.

Hayranlık dolu bakışlarına karşılık daha çok gülmeye başladım. Mutluluk hormonlarım fezaya ulaşmıştı sabah sabah.

Yanıma gelip elini yanağıma yerleştirdiğinde hormonlarım iyice sapıtmış, dudağımın kenarına minik bir öpücük bıraktığında ise çoktan horon tepmeye başlamışlardı.

"Ben çıkıyorum" derken elimi tutarak ayağa kalkmamı sağladı. "Sen kahvaltını yap sonra Mustafa seni holdinge getirecek. Devir işlemlerini halledelim önce, sonrasında konuşmamız gereken şeyler var."

"Neyi devrediyorsun abiciğim?" diyen sesle ikimiz aynı anda Arda'ya döndük. Tek kaşını havaya kaldırmış, aklınca eğleniyordu. "Bir sevgili uğruna çocuklarımın geleceğini ziyan etmiyorsundur umarım?"

Kollarımı Fırat'ın beline sarıp pis pis sırıttım. "Abin köşkü üstüme yaptı Ardacığım. Fakat endişelenmene gerek yok, sen ve yeğenlerim sonsuza kadar kalabilirsiniz köşkte. Müştemilatı size tahsis ederim. Kira da almam bak, sözüm söz."

"Sinem isterse bana uyar" dedi salak.

Sinem gözlerini devirip küçümser bir bakış attı. "Çocuklarıma bu haksızlığı yapamam, hiç kusura bakma. Maazallah cinsine falan çeker, kaldıramam yani."

Arda'nın gözleri parladı. "Bir deneyip bakalım, olmazsa evlenmeyiz tamam."

Çok mantıklıydı.

"Neyi deniyoruz pardon?" diye bağırarak ayağa kalktı Sinem "Çocuk yapıp, beyinsizse evlenmeyecek miyiz?"

Kızı ortada bırakacaktı şerefsiz.

"Sinirlenme hayatım" dedi Arda geriye doğru yaslanarak "O kadar istiyorsun madem, evleniriz tamam."

Gülmemeliydim.

Sinem'in tokat atmak için havaya kalkan eli Arda tarafından durdurulmuştu. Bileğinden yakaladığı kızı kendine doğru çekip "Ağır ol Doktor Hanım" dedi "O kadar uzun boylu değil."

Dudaklarına yerleşen arsız gülümseme Sinem'i çıldırtmaya yetmişti fakat Arda uzaklaşmasına izin vermiyordu. Öyle bir harlanmıştı ki ikisi de, bir kıvılcım düşse ortalık yangın yerine dönecekti. Hepimiz yanacaktık.

Sinem dişlerinin arasından "Bırak kolumu" diye tısladığında Fırat "Arda!" dedi sert bir şekilde.

Arda memnuniyetsizce parmaklarını gevşetti. Sinem'in gözlerine yerleşen öfke dolu kıvılcımlara bakılırsa şakanın dozu kaçmıştı. İşaret parmağını havaya kaldırıp "Bir daha benimle bu şekilde konuşursan yemin ederim pişman ederim seni!" dedi titreyen sesiyle.

Arda geri zekalısı gözlerini tavanda gezdirip  "İstemem yan cebime" diye mırıldandı. Beyinsiz.

Sabah sabah yaşanan bu saçma gerginliğe son vermek için öne doğru atıldığımda Fırat kolunu belime sarıp "Gel sevgilim, biz çıkalım" dedi sessizce.

"Delirtti ama kızı" dedim gözlerine bakıp.

"Biz yine de çıkalım" dedi kapıya doğru yönelip. Mecburen adımlarına ayak uydurdum. Neden çıkıyorduk ki? En heyecanlı yerindeydik.

"Dövüşmesin şimdi bunlar" dedim başparmağımla arkamı gösterip "Yazık olur Arda'ya bak, demedi deme."

Dış kapının hemen önünde durmuştuk. "Bırak şimdi Arda'yı" dedi gözlerime bakıp. Kollarını belime sarıp yüzünü boynuma gizledi sonra. Kokumu içine çekti uzun uzun.

Hadi o dozlanıyordu, benim neden başım dönüyordu?

Kokusu beni sarhoş ediyordu sanırsam.

Kollarını daha sıkı sarıp aramızdaki mesafeyi sıfırladığında yay gibi gerilmişti bedenim. Tutmasa düşecektim.

Dudaklarını şah damarıma bastırıp derin bir nefesi ciğerlerine çektikten sonra "Fazla çekmiyorum, çabuk gel" diye fısıldadı.

Manyak.

Başımı geriye atıp kıkırdadım. "Çek çek, iyice bul kafayı. Yoksunluk krizine falan girersin sonra, neme lazım."

Geri çekilip gülen gözlerle yüzüme baktı. "Birkaç saat idare ederim sanırım. Gecikirsen de artık sen düşün olacakları."

Öyle bir ifade vardı ki yüzünde, gözleri, dudakları alev alev çağırıyordu yangınlara. Öyle bir şerefsizdi ki insanı çılgınlıklara sürüklüyordu.

Midemdeki krampları yok sayıp "Git hadi, ben içerdeki keçilere bir bakayım" dedim.

Dudakları dudaklarımı buldu. Böyle apansız öptüğünde kalbim deli gibi çarpıyordu. O çarpmanın şiddetiyle yer gök birbirine karışıyor, yer ayağımın altından kayıyordu.

Ellerimi omuzlarına yerleştirip dudaklarına teslim olurken belimi saran kolları sayesinde ayakta durabiliyordum. Böylesi bir işkence ne görmüş ne de duymuştum. Beni her öptüğünde nefesim kesiliyor fakat iliklerime kadar yaşadığımı hissediyordum.

Dudaklarımı azat edip alnını alnıma yasladığında sıcak nefesi yüzüme vurmuş, dünya durmuştu.

"Sende bir şey var" dedi karmakarışık bir ses tonuyla "O şey her neyse sonum olacakmış gibi hissediyorum." Elini boynuma yerleştirip başını yavaşça iki yana salladı. "Öyle bir girdin ki kanıma, deli oluyorum sana baktıkça."

Geri çekilip başparmağını alt dudağımda gezdirdi. Gözleri gözlerimi delip geçiyordu. "Bir ayar ver kendine yoksa fena olacak" dedi sitem edercesine "Boynundan kopup da işe gidemiyorum kızım, manyak ettin tüm dengemi."

Dudaklarımı esir alan kocaman gülümsemeyle kara gözlerine yerleşip kollarımı boynuna doladım. "Bizde böyle, işine gelirse."

Kendi benim canıma okuyor, gık demiyorum, iki manyak oldu diye şikayet ediyor paşam. Gitmeyiversin olsun bitsin, onu da mı ben söyleyeceğim?

"Geç kaldım Eylem" dedi kollarını gevşetip "Bırak da gideyim." Sızlanıyordu bildiğin.

Kollarımı boynuna sarıp "E git" dedim 'i' harfini çekiştirerek. Dudağının kenarına küçük bir öpücük bıraktım sonra. "Geç kalmışsın madem..." bir öpücük daha bıraktım "Git bence de."

Kolları öyle bir gerilmişti ki kahkaha atacaktım neredeyse. Kıvranıyordu adeta.

Dişlerini sıkıp belimi sıkıca sardığında o kahkahayı atmıştım. "Gül sen gül..." dedi başını aşağı yukarı sallayıp "Acısı çıkacak nasıl olsa, gül sen!"

"Ya tamam git hadi" dedim kollarımı boynundan uzaklaştırıp "Yapıştın bırakmıyorsun, sonra da atar yapıyorsun! Kuruttun boynumu çeke çeke, bana da günah ama yani, yeter!"

Yüzünü boynuma gizleyip uzun uzun soluklandıktan sonra geri çekildi. Aşk vardı gözlerinde.

"Bana da günah ama yani, bence de yeter!" dedi bezgin bir nefes verip. İlk kez bir çocuk kadar masumdu bakışları.

"Zor tabii" dedim imalı bir bakış atıp "İnsan bazı duygular besleyince karşısındaki kişiye, öyle kolay kolay gidemiyor haliyle."

"Yani" dedi onaylarcasına.

Bekledim. Bekledim. Bekledim.

Başka bir şey söylemedi. Öküz gibi bakıyordu.

"Yani?" dedim sorarcasına.

Yüzsüz gülümsemesi eşliğinde göz kırpıp "Anladın sen onu..." dedi ve yanağıma bir öpücük kondurup kapıdan çıktı.

Belki anlamıyordum. Belki geri zekalıydım ben olamaz mıydı?

Hayır yani bu kadar zor muydu anlatmak?

Seni seviyorum.

Bu kadar basitti işte.

Yok söylemeyecekti. Ya emin değildi ya da düpedüz salaktı işte. Başka açıklaması yoktu.

Vampir gibi boynumu kemirmeyi biliyordu ama domuz.

Seviyorsa demek.

Sevse söylerdi muhakkak.

Sevmese neden dibimden ayrılmasın manyak mı bu adam?

Off Allah'ım! Akıl mı bırakıyordu insanda?

Salona döndüğümde Sinem'in gözlerinden ateş çıkıyordu adeta. "Bana ne senin motorundan ya? İnsan gibi kullansaydın, ben mi dedim önüme atla diye?"

Arda kaşlarını çatıp Sinem'e doğru bir adım attı. "Ben onu bunu bilmem, ödeyeceksin. Daha dün aldım ben o motoru, kaskosu bile yok. Ya ödersin ya da polise giderim."

Oha Arda oha!

"Ay çok korktum" dedi Sinem ellerini havaya kaldırıp. Yüzünü Arda'ya yaklaştırıp dişlerinin arasından tısladı sonra "Çocuk mu kandırıyorsun sen, geri zekalı? Polisle mi korkutacaksın beni?"

Yani. Saçma olmuştu gerçekten de.

"Tamam numaranı ver, ben motoru yaptırınca ararım seni, ödersin hasarı." dedi salak.

"Motora karışmam da beynindeki hasara bir güzellik yaparım" diye yapıştırdı Sinem "Sen yarın gel fakülteye, ikinci el bir şeyler ayarlarım ben sana. Kokuşmuş falan idare etcen artık, seninki bitmiş, kasıyor çok."

Arda heyecanla atladı. "Kaçta geleyim?"

Sinem sarsılmıştı tabii. Bir an afallayıp saçlarını geriye doğru savurdu. Yutkundu. Elleri yumruk haline geldi.

"Yüzsüz" dedi ayağını yere vurup "Üstüne de alınmıyor beyinsiz!"

Çantasını alıp kapıya yöneldi sonra. Beni fark edince ikinci kez afalladı. Öyle uçmuşlardı. "Ben... gidiyorum Eylem Abla" dedi titreyen sesiyle. O kadar elektriğe ben de titrerdim yani. Trafo gibiydiler.

"Git kuzum sen, git" dedim elimi omzuna atıp "Bir dinlen, bir sakinleş konuşuruz."

"Bir de bana ödetecek hasarı, beyinsiz" dedi hırsla. Delirmiş gibiydi.

"Bunun abisi de böyle kuzum, boşver" dedim omzunu sıkıp "Avantacılar biraz."

"Derse de geç kaldım zaten. Kara bulut gibi çöktü üstüme uğursuz!"

"Ben bırakayım istersen" dedim göz kırpıp.

"Aman aman, istemez" dedi gülerek "Geç kalmasına kaldım zaten, bir de canımdan olmayayım."

Dış kapıyı açtığımda Mustafa'yla burun buruna gelmiştik. Bizi dikizliyordu yine anlaşılan.

Çok kısa bir an gözlerimi bulan bakışları Sinem'e çevrildiğinde önce bir şaşkınlık yayıldı yüzüne. Hemen ardından tanıdık birine rastlamanın sevinciyle gözlerinde bir ışık yanıp söndü. Aynı anda dudakları sevincini gizleyememiş, belli belirsiz bir tebessümle yukarı doğru kıvrılmıştı.

Çok sıradanmış gibi görünen bu tepkiler söz konusu Mustafa olunca aklımı karıştırmaya yetmişti. İlk kez gülümsüyordu. Bıyığının altına gizlediği o bir saniyelik masum tebessümü görmüştüm işte.

Sinem "Günaydın" dediğinde yüzü yine her zamanki ifadesizliğine bürünmüş başını öne eğip hafiften kafa sallamıştı.

"Kaçtım ben Eylem Abla." dedi Sinem aceleyle asansöre yönelip "Akşam gelsene özledik muhabbetini."

"Araşırız" dedim bakışlarımı Mustafa'dan çekmeden. Kulaklarımda acı bir melodi çınladı.

Gönlüme bir ateş düştü yanar ha yanar

Ümit gönlümün ekmeği umar ha umar

Elleri ak yumuk yumuk ojeli tırnakları

Nerelere gizlesin şu avucun nasırları...

Yorulmuştum.

Sabah sabah bu kadar duygu yüklemesi fazlaydı bünyeme. İlk yarım saatte boş boş duvara bakardım ben, alışkın değildim.

Mustafa omzunun üstünden Sinem'e bakıp iç çektiğinde elimi omzuna atıp ben de iç çektim. "Gel bakalım aslan parçası."

'Tövbe estağfurullah' der gibi yüzüme bakıp elindeki poşeti uzattı. Bir poşet dolusu mandalina vardı elinde.

"Geçsene" dedim poşeti alıp.

"İyi böyle" dedi robot gibi. Paşa gönlü bilirdi. Kapıyı suratına kapatıp salona geçtim. Bir de bunun gönül maceralarıyla uğraşamayacaktım.

Salona girdiğimde Arda telefonuyla uğraşıyordu. Karşısındaki koltuğa oturup poşeti kucağıma aldım. Elime aldığım mandalinayı soyarken "Hiç uğraşma bence" dedim "O iş yaş."

Kafasını kaldırıp yüzüme baktı. "Uğraşmaya değer bence. On üzerinden on yani kız, her türlü gideri var."

"Sana bir çakarım görürsün gideri!" dedim elimdeki mandalinayı kafasına fırlatıp "Sinem benim kardeşim sayılır, uzak dur yoksa fena bozuşuruz."

Mandalinayı havada yakalayıp ağzına attı. "Abimin hatrına yaparsın bir güzellik artık. Sen adresi ver yeter, gerisi bende. Siniri bir geçsin de, vahşi cazibeme fazla dayanamaz zaten."

"Arda çok ciddiyim, uzak dur kızdan! Avcunu yalayacaksın zaten boşa uğraşma. Akıllıdır Sinem, vahşi cazibe falan işlemez yani."

"En sevdiğim kız tipi" dedi hayran hayran.

"Tipini ...." diye başlamıştım ki telefonu çaldı.

Başını arkaya doğru yaslayıp açtı telefonu.

"Efendim aşkım.... hiç öyle yeni uyandım... yok ya erkenden uyumuşum yorgundum bayağı... bu gece olmaz yarış var... yılın yarışı kızım ne diyorsun sen... tamam yavru... ben de seni seviyorum... hadi kapat hadi..."

Telefonu koltuğa fırlatıp ofladığında tiksinircesine yüzüne baktım. "Ya sen ne pis bir adamsın ya? Ne utanmaz, ne arlanmaz, ne adi ne şerefsiz bir adamsın sen!"

"Ne yaptım şimdi ya?" dedi şaşkınlıkla.

"Sevgilin var madem Sinem'den ne istiyorsun geri zekalı?" dedim öfkeyle.

"Ha o mu?" dedi umursamazca "Yok ya sevgilim değil, takılıyoruz öylesine."

"Bize gelmez o işler, az ötede takıl" dedim ters ters "Son kez söylüyorum, Sinem'den uzak dur Arda!"

Geçiştirircesine kafa sallayıp ayağa kalktı. "Gittim ben, görüşürüz yengeciğim."

Mandalinalarımı koltuğa bırakıp hızla ayağa kalktım. Kolunu tutup "Yarış mı var bu gece?" diye sorduğumda tek kaşını kaldırıp yüzüme baktı.

"Ne sen sordun, ne ben duydum yengeciğim! Ebemin anası ağladı artık, yeter!"

"Of Arda ya" dedim kolunu çekiştirip "Yılın yarışı dedin, duydum."

Tuhaf bir şekilde ciddileşti.

"Bak Eylem, sen abimi tanıyamamışsın belli ki ama bu işin şakası yok. Geçen sefer olanlardan sonra bu gece oraya gelirsen ikimizi de öldürür abim."

"Yok artık" diye çıkıştım "Bir kere kavga ettik diye bir daha yarışlara katılamayacak mıyım yani? Ölürüm daha iyi!"

"Kızım git manikür pedikür bir şeyler yaptırsana sen. Manyak mısın nesin anlamadım ki? Bak benim başımı belaya sokma yine, yeter bezdim. Yarış falan yok bu gece unut!"

"Sinem de gelirdi kesin ama neyse..." dedim kolunu bırakıp.

"Yemezler!" dedi cinsine tükürdüğüm "Öldürür diyorum kızım, kıtsın herhalde. Basmıyor mu kafan?"

Kapıya doğru ilerleyip tam çıkacakken arkasını döndü. İşaret parmağını bana doğru uzatıp "Sakın Eylem!" dedi büyük bir ciddiyetle "Sakın!"

Şimdi daha çok gidesim gelmişti. Şu hayatta iki zevkim vardı, biri şarkı söylemek diğeri araba kullanmak. Her ikisi de anlatılmaz yaşanır duygulardı benim için. Vazgeçemezdim.

Fırat anlardı beni kesin. Bülent olayı ekstrem bir durumdu yani, her dakika kavga edecek değildim ya birileriyle.

*****

Mustafa'yı eve gönderip kıyafetlerimin büyük bir kısmını getirtmiştim. Öncesinde Safiş'le yarım saatlik bir telefon görüşmesi yapmak zorunda kalmıştım tabii. Telefonu açar açmaz ağlamaya başlamış, beni ne kadar çok özlediğini, abimin mendebur suratından illallah ettiğini, o öyle perişan oldukça içinin nasıl yandığını anlattıkça gözyaşlarım sessizce eşlik etmişti gözyaşlarına. Çok özlemiştim.

Otoparka indiğimizde Mustafa'yla fikir ayrılığına düşmüştük. Benim arabamla gitmek istemiyordu deve. Fırat Bey'in emri diyordu başka bir şey demiyordu.

"Sen bilirsin" deyip arabamın kapısını açtığımda ağzının içinde homurdanarak yanıma geldi. Bir de bununla uğraşıyordum.

Aracın üstünden ters ters gözlerine bakıp sürücü koltuğuna geçtim. Mustafa da aynı anda yolcu kapısını açmıştı. Fakat Mustafa oturamamıştı çünkü oturması gereken yerde bir hediye paketi vardı. Paketi elime alıp kucağıma bıraktıktan sonra üzerindeki kurdelayı çözüp kutuyu açtım.

Müzikli bir kar küresiydi içindeki. 'İyi ki doğdun' yazıyordu alt kısmında. Kürenin içinde gitar çalan bir kız vardı. Gözümden bir damla yaş düştü.

O kız biliyordu ki yanında olmasa da arkasında onu hep koruyup kollayan bir abisi vardı.

***

Holdingin kapısından içeri girerken tuhaf bir heyecan vardı içimde. Fırat'ı görecek olmamdan çok sevgilisi olarak işyerine gelmemdi sanırım sebebi.



Mustafa'yla beraber asansöre binip devasa binanın üçüncü katına çıktıktan sonra Fırat'ın odası olduğunu düşündüğüm odaya yöneldik. Mustafa kapıyı tıklattı. İçeri girdik.

Karşı duvarı boydan boya kaplayan camın önündeki masada oturuyordu Fırat. Yanıbaşında elindeki tabletin ekranına bakan bir kız vardı. İkisinin bakışları aynı anda bize çevrilmiş ve Fırat koltuğunu geriye doğru ittirip ayağa kalkmıştı. Yüzüne yayılan tebessüm ayaklarımı yerden keserken kıstığı gözleriyle beni baştan ayağa süzüp yanıma geldi. Kolunu belime sarıp şakağımdan öptüğünde kalakalmıştım.

İlk kez bir holding sahibi tarafından bu şekilde karşılanıyordum ve nasıl tepki vereceğimi bilmiyordum. O holding sahibi birkaç saat önce koynumdan çıkıp gelmişti gerçi ama tuhaftı yine de.

Kulağıma yanaşıp "Hoş geldiniz Eylem Hanım" dedikten sonra sesini bir ton kıstı "Olası bir krizin eşiğindeydim ben de tam, iyi ki geldiniz."

Yavaşça geri çekilip "Ne yapıyorsunuz Fırat Bey?" dedim dişlerimin arasından "Kendinize gelin lütfen."

Aklı başında insanlardık sonuçta. Ortalık yerde dozlanamazdık.

Ellerini ceplerine koyup alt dudağını dişledi. Gözlerinde çilingir sofrası kurulmuştu yine.

Ortalık yerde dozlanmakta bir sakınca görmüyor gibiydi.

"Toplantı için sizi bekliyorlar Fırat Bey" diyen sesle kapıya çevrilmişti bakışları. "Geliyorum" dedikten sonra memnuniyetsiz bir nefes verip "Özge" dedi odadaki kıza dönüp "Sen Eylem Hanım'la ilgilen, bir saate kadar gelmezsem de toplantıyı basıp acil durum çağrısı yap."

"Peki Fırat Bey" dedi Özge gülerek. Benim yaşlarımda, asistan görünümlü, sevimli bir kızdı.

Fırat elini boynuma yerleştirip yanağımdan öptükten sonra "Bir saat" dedi izin alır gibi "Maksimum."

Geri çekildim yine. "Beklerim ben, sorun değil."

Bir gerilmiştim nedense. Fırat odadan çıktığında Mustafa da onu takip etmiş, Özge'yle başbaşa kalmıştık.

"Oturun lütfen Eylem Hanım" dedi Özge tedirginliğimi anlamış gibi. Masanın karşısındaki koltuğa oturdum.

"Ne içersiniz?" diye sordu. "Kahve lütfen" dedim. Masanın üzerindeki telefonu alıp kahve getirmelerini söyledi. Fırat'ın sevgililerinin ofise gelmesine alışkın gibiydi.

Çok zekiydim yine bugün.

Yaklaşık on dakika kadar sonra Özge'yle sohbet aşamasına geçmiştik. Fırat'ın nasıl bir işkolik olduğunu, en ufak hataya dahi tahammülü olmadığını, Mehmet Bey'in çok kolay bir patron olduğunu ancak holdinge gelmek gibi bir alışkanlığı olmadığını öğrenmiştim.

"Peki Ekrem Bey?" dedim on dakikalık samimiyetimizden aldığım cesaretle. Çok yaşlı olmasa gerekti. Neden kenara çekilmişti ki?

"Ah Ekrem Bey..." dedi iç çekip "Ben tanışma fırsatı bulamadım ne yazık ki fakat öyle güzel şeyler duydum ki hakkında, hayran olmamak elde değil. Çok disiplinli, çalışkan, insana değer veren, yufka yürekli bir adammış. Çok isterdim tanımayı fakat iyileşme ihtimalinin olmadığını söylüyorlar. Koskoca Ekrem Çakır'ın yatağa mahkum bir hayat sürecek olması çok acı gerçekten. Umarım bir mucize gerçekleşir de, aramıza döner bir gün."

Fırat'ın babası yatalak bir hasta mıydı? Neden söylememişti bunca zamandır? Sevdiğim adamın babası hakkındaki bu acı gerçeği bilmiyor olmam normal miydi? Bu kadar mı bihaberdik birbirimizden? Bu kadar mı uzaktık?

"Eylem Hanım?" diyen Özge'nin sesiyle düşüncelerimden sıyrılmaya çalıştım. Kalbim sızlıyordu.

"Umarım" dedim boş gözlerle yüzüne bakıp "Umarım iyileşir."

Sonraki dakikalarda Özge üstüne düşeni fazlasıyla yapıp, sıkılmamam için üstün bir çaba göstermişti fakat zihnim öylesine doluydu ki söylediklerine konsantre olamıyordum. Şu an yapmak istediğim tek bir şey vardı; Fırat'a sarılmak istiyordum.

Öylesine güçlüydü ki gözümde, onun da bana ihtiyacı olabileceğini hiç düşünmemiştim bugüne kadar. Tam bir ahmaktım.

Ekrem Bey'e de sarılmak istiyordum hatta. Sarılmak çareydi tüm dertlere. Derman olamasam da ortak olurdum acılarına.

Göğsüme bir taş oturmuştu sanki, çok kötü hissediyordum.

Ne kadar olduğunu bilmediğim bir sürenin sonunda Özge artık pes etmiş, izin isteyip odadan ayrılmıştı. Derin bir nefes alıp oturduğum yerden kalktım ve Fırat'ın koltuğuna oturdum. Masanın üzerinde bir fotoğraf çerçevesi vardı. İçinde de yıllar öncesine ait olduğu belli olan bir fotoğraf. O fotoğrafta Sedef Hanım hayranlıkla yanındaki adama bakıyordu. Fırat'ın babası olduğu o kadar netti ki o adamın, kara gözlerindeki keder olmasa Fırat olduğundan endişe edebilirdim. Benim aşık olduğum kara gözlerdeki güç, yerini hüzne bırakmıştı Ekrem Bey'de.

Duyduklarımın etkisiyle böyle bir kanıya vardığımı düşünmek istiyordum fakat değildi, hüzün vardı o bakışlarda. Nerede görsem tanırdım.

Kapının açılmasıyla içine düştüğüm buhrandan çıkabilmiştim. Fırat hızlı adımlarla içeri girdiğinde ayağa kalkıp yanıma gelmesini bekledim. Nihayet yalnız kalabilmiştik.

Gözlerini gözlerime kenetleyip kollarını belime sardığında sabırsızca boynuna sarıldım. Topuklu ayakkabılarım sayesinde boylarımız eşitlenmişti. Dudaklarımı boynuna bastırıp kokusunu içime çektikten sonra daha sıkı sarıldım. Üzülmesin istiyordum. O benim dertlerimi yükleniyordu, ben de ona ilaç olmak istiyordum. İstediği kadar dozlansın, onu üzen her şey boynumdaki nefesine karışıp yok olsun istiyordum.

Boynuma uzun bir öpücük bırakıp "Sen hep böyle geleceksen, daha sık gelmelisin bence" dedi keyifli bir tonda.

Başımı geriye atıp gözlerine baktım. "Gelirim."

Masaya yaslanıp beni bacaklarının arasına çektikten sonra bakışlarını yüzümde gezdirdi. "Bir şey olmuş?"

Durum tespiti yapıyor fakat onay bekliyordu. Elimi yanağına yerleştirip parmaklarımı sakallarında gezdirirken "Olmuş olabilir" dedim imalı bir şekilde göz süzüp.

"Ne olmuş olabilir?" dedi tek kaşını kaldırıp.

"Kalp gözüm açılmış olabilir."

Başını geriye atıp boğuk bir gülme sesi çıkardı. Hemen ardından gözlerime bakıp "Ne gördün peki?" diye sordu.

"Seni" dedim gözlerinden içeri sızıp.

Kaşları çatıldı. Aynı anda gözlerine çok sayıda soru işareti yerleşmişti. Başparmağımı elmacık kemiğinin üstünde gezdirdim usulca. Birlikte tüm engelleri aşıp, tüm acıların üstesinden gelebilirdik. Dermansız bir hastalığa çare olamazdım belki ama başını göğsüme yaslayıp, saçlarını okşayabilirdim. Yeterdi, kendimden biliyordum.

"Beni?" diye sordu gözlerini kısıp.

Elimi kalbinin üzerine yerleştirdim. "Burada çok büyük bir boşluk olduğunu, o boşluğu yalnızca benim doldurabileceğimi, bensiz yaşayamayacağını falan işte" dedim gülerek.

Yüzüne tarifi imkansız bir gülümseme yayıldı. "Kalp gözün biraz fazla açılmış olmasın" dedi kendini beğenmiş bir edayla "Dikkat et, boğulmasın."

"I-ıh" dedim başımı iki yana sallayıp "Gördüm ben göreceğimi." Kollarımı boynuna sarıp kulağına yanaştım sonra "Sen bana mecbursun, bilemezsin."

Çarpık gülümsemesi eşliğinde gözlerime baktı. Özgüvenimin ulaştığı nokta aklını karıştırıyor olmalıydı. "Sen öyle diyorsan" dedi mecburi bir kabullenişle.

Yüksek tonda bir kahkaha atıp "Ne yaparsın, umut fakirin ekmeği" dedim. Yüzsüzlükte bir yere kadardı.

Sessizce gülüşümü izledi. İzledi. İzledi. Yüzümde gezinen bakışları aşık olma sebebiydi.

Söylemiyordu ama seviyordu işte. Sevmese böyle güzel bakamazdı.

Ben bakışlarına kendimce anlamlar yüklemeye çalışırken ani bir hamleyle kolunu belime sarıp aramızdaki mesafeyi sıfırlamış, hemen ardından dudaklarım dudaklarının istilasına uğramıştı.

Ortalık yerde öpüşmekte de bir sakınca görmüyordu sanırım.

Ellerimi omuzlarına yerleştirip ittirmeye çalıştım fakat ne mümkündü? Ben ittirdikçe daha çok celalleniyordu.

Bayılacaktım.

Keşke bayılsaydım.

Biz kendimizi kaybedip arş-ı alaya doğru yükselirken kapı çalmış ve Fırat öpüştüğümüzü söyleyemeden aynı kapı ardına kadar açılmıştı.

Panik içinde geri çekildim fakat çok geçti, Hayrünnisa bizi öpüşürken basmıştı.

Uzaklaşmak için geriye doğru bir adım attığımda Fırat izin vermedi. Belimdeki kolunu daha sıkı sarıp ayağa kalktı. Hiç öpüşürken yakalanmış gibi durmuyordu.

Kapıya doğru dönüp sert bakışlarını Hayrünnisa'ya yöneltti sonra.

"Pardon" dedi Hayrünnisa "Yalnız olduğunu sanıyordum."

Yüzüne bakmıyordum fakat ses tonundaki burukluğu duymamam mümkün değildi. Duymak istemiyordum oysa ben. Dün söylediklerinden sonra ne sesini duymak, ne de yüzünü görmek istiyordum. Uzak olsundu bana.

"Gel" dedi Fırat ifadesiz bir tonda.

Nereye geliyordu pardon?

Öfkeli bakışlarımı Fırat'a yöneltip uzaklaşmak istediğimde yine engel oldu. "Özür dileyecek" dedi gözlerime bakıp. Sımsıkı sarmıştı belimi.

"İstemiyorum" dedim dişlerimin arasından "Uzak dursun yeter."

Riyakarlığa asla tahammülüm yoktu. Biliyordum ki Hayrünnisa söylediklerinden dolayı pişman değildi. Fırat istediği için özür dileyecekti benden. O özrün hiçbir kıymeti yoktu benim için. Dürüst olup bana karşı düşmanca tavır takınması çok daha erdemli bir hareketti, ikiyüzlülüğün gereği yoktu.

"Eylem" dedi Hayrünnisa. Bakmadım yüzüne. Sinirden elim ayağım titriyordu. En zayıf noktamdan vurmuştu beni, unutmam mümkün değildi. Unutmuş gibi yapmamsa imkansızdı.

"Tamam sakin ol" dedi Fırat kulağıma doğru yanaşıp.

Oluverirdim canım ne olacak? Kolaydı çünkü.

Eski sevgilisine bir kaş göz işareti bir şeyler yaptı sonra. Çıktı gitti Hayrünnisa. Konuşmadan anlaşıyorlardı ne güzel, yaşanmışlıkları vardı malum.

Kapı kapandığında "Bak bu yılanı benden uzak tut, fena olacak yoksa!" dedim öfkeyle.

"Tamam, tamam, bi' sakin ol" dedi kollarımı tutup.

"Ya bırak ya!" dedim kollarımı savurup. Az bi sakin olmuştum Hayrünnisa içine etmeden evvel. Sensör takmıştı sanki yılan.

Fırat'ı ittirip cam kenarına doğru ilerledim. Sevmediğim ot burnumun dibinde bitmeye devam edecekti anlaşılan. Bir süre camdan dışarıyı izledim fakat nafile bir çabaydı, sığamıyordum odaya.

Ters bakışlarım Fırat'ı buldu kendiliğinden. Masanın köşesine oturmuş beni izliyordu. Birkaç saniye yüzüme baktıktan sonra "Gel buraya!" dedi buyurgan bir tonlamayla. Omuz silkip bakışlarımı camdan dışarıya çevirdim tekrar.

"Eylem" dedi uyarırcasına.

"Ne var?" dedim gözlerimi ardına kadar açıp.

İstifini bozmadan emir buyurdu "Gel dedim!"

Ayaklarımı yere vurarak yanına gidip kollarımı göğsümde birleştirdim ve "Ne var?" dedim tekrar. Fırat da en az Hayrünnisa kadar suçlu ve uyuzdu, hiç uğraşmasındı.

"Çöz o kollarını" dedi gözleriyle kollarımı işaret edip.

Alay yüklü bir kahkaha atıp kollarımı serbest bıraktım. 'Oldu mu?' dercesine yüzüne baktığımda masadan uzaklaşıp tam karşıma dikildi "Düzgün bak!"

Kalp gözüm kapanmıştı maalesef, düzgün bakamıyordum.

Gözlerimi kırpıştırıp sahte bir tebessümle güldüm. Söylediklerinin ciddiye alınacak bir tarafı yoktu.

"Bir daha Nisa ya da herhangi gereksiz biri yüzünden bana öyle bakarsan fena yaparım!" dedi yüzsüz.

O kadar ciddiydi ki saçmalarken, sinirlerim bozulmuştu, gülüyordum salak salak.

"Anlaşıldı mı?" dedi ellerini belime yerleştirip. Hala ciddiydi.

Kollarımı göğsümde birleştirip omuz silktim. "İstediğim gibi bakarım. Kimsenin bakışına kimse karışamaz sonuçta."

Nedense sakinleşmeye meyillenmiştim hafiften.

Belimdeki elleriyle beni kendine doğru çekip burnunu burnuma sürttü. "Öyle bir karışırım ki, inanamazsın!"

"Hiç yılışma çok sinirliyim şu an" dedim fakat sesim hiç de sinirli gibi çıkmamıştı. Fiziksel teması kesmeliydik bir an önce.

Burnunu bu defa boynuma doğru kaydırıp kulağımın hemen altında soluklandı "Seni bir yere götüreceğim ama önce bir şey söylemem lazım."

"Söyle" dedim omuz silkip.

"Çok güzelsin bugün" dedi kulağımın içine içine.

Ses tonuna yerleşen hayranlık beynime doğru esmişti. İlk kez güzel olduğumu söylüyordu. Öyle içten söylüyordu ki hem de, çok güzelmişim gibi hissediyordum.

Dudaklarını şah damarıma bastırdığında kalan sinirim de buhar olup uçmuştu. Ellerimi omuzlarına yerleştirip "Yapma" dedim sitemle "sinirim geçiyor."

Tekrar boynumdan öpüp "Sinirini severim senin" diye fısıldadı. An itibariyle kayısı kıvamına gelmiştim.

"Sev sen sev" dedim gülerek "sinirimi sev sen!"

Geri çekildiğinde gözlerinde muzip pırıltılar vardı. Bal gibi anlıyordu pislik ama söylemiyordu.

"Gel hadi" dedi elimi tutup "Geç kalıyoruz."

Kapıya doğru ilerlemeye başlayıp beni de peşi sıra sürükledi. Odadan çıktığımızda etrafımızdaki tüm gözler bize çevrilmişti. Fırat, Özge'nin masasının önünden geçerken "Ben çıkıyorum Özge, önemli bir şey olursa ararsın" dedi ve hızlı adımlarla asansöre yöneldi.

Asansörde üç kişi vardı. Bizi görünce üçü arasında anlık bir bakışma gerçekleşmiş, sonrasında hemen toparlanıp Fırat'la selamlaşmışlardı.

Elim hala elindeydi. Asansörden inerken de, holdingden çıkarken de bırakmamıştı. Meraklı bakışlara ya da kimin ne dediğine aldırmıyordu. Normalde ben de aldırmazdım fakat tüm bakışlar üstümüzdeyken bu pek mümkün olmuyordu, çok tuhaf hissediyordum.

***

Hipodroma gelmiştik.

Bin kere düşünsem yine de hipodrama geleceğimizi tahmin edemezdim fakat hiç şikayetçi değildim. Asi'nin yarışı vardı. Yarış dedin mi akan sular dururdu bende.

Son anda yetiştiğimiz için çok kısa bir an görebilmiştik Asi'yi. Yarış başlamak üzereydi. Vip tribünde yerimizi almış, padokta gezinen atları izliyorduk. Asi, göz alıcı güzelliğiyle çimlerin üzerinde salındıktan sonra zor da olsa starting box'a girmişti.

Yarış başladığında Fırat öne doğru ilerleyip ellerini ceplerine yerleştirdi. Aralarında Asi'nin de bulunduğu sekiz at delicesine koşarken, gözünü bile kırpmadan Asi'yi izliyordu. Mağrur bakışları yaşadığı heyecanı ele veriyor, yüzüne yayılan haz dolu tebessüm aklımı başımdan alıyordu. 

Hemen önümüzdeki bir metre yüksekliğindeki duvara yaslanıp yarışın yüzündeki yansımasını izlemeye başladım. Kazanma arzusunun ne derece güçlü bir duygu olduğunu çok iyi biliyor ve hissettiği duygulara tüm kalbimle eşlik ediyordum. Asi'yi izlemesini bir ömür izleyebilirdim.

Spikerin son düzlüğe girildiğini söyleyen heyecanlı sesiyle beraber ellerini hemen önündeki silindir şeklindeki korkuluklara yerleştirip öne doğru eğildi. Atların sürekli değişen sıralamasını anlatan spikerin sesi çılgınca bağırıp tezahürat yapan yarışseverlerin sesine karışıyordu fakat Fırat tüm bunları duymuyor gibiydi. Dünyadan soyutlanmıştı.

Son yüze girildiğini belirten anonsla beraber olduğu yerde dikleşip "Hadi oğlum" diye mırıldandı. Asi öndeydi. Bunu anlamak için yarışı izlemeye gerek yoktu, Fırat'ın bakışları yeterliydi. Öylesine büyük bir hazla yanıyordu ki gözbebekleri, zafer adım adım yaklaşıyordu, görüyordum.

Yarış sona erdiğinde Asi'nin adı hipodramda yankılandı. Kazanmıştı. Fırat yumruk yaptığı elini hafifçe öne doğru savurup gururla gülümsedi. Onun haricinde en ufak bir tepki vermemişti. Her daim kazanan olmanın doygunluğu vardı tavırlarında. Öylesine küstah, bir o kadar kibirliydi duruşu, bakışları.

Ona aşık olma sebebim de tam olarak buydu işte. Gücünün farkında olması ve bunu göstermekten asla çekinmemesi.

Sinir bozucu düzeyde seyreden özgüveninden zevk alıyordum psikopat gibi. Yüzündeki ifadeye baktıkça çıldırıyordum şu an.

Heyecanla öne doğru atılıp aramızdaki mesafeyi kapattığımda bakışları gözlerimi buldu. Ellerimi sabırsızca yanaklarına yerleştirip dudaklarına tutkulu bir öpücük bıraktım. Gözlerindeki ateş yakıyordu tüm benliğimi.

Geri çekilip "Tebrik ederim" dediğimde kollarını belime sarıp ayaklarımı yerden kesti.

"Bunu duymak için deli olan biri var şu anda" dedi içimi ısıtan bakışlarıyla "Gel birlikte kutlayalım."

At bile bizim kafadandı, ne diyebilirdim ki?

Birlikte Asi'nin yanına gittiğimizde karşılaştığım manzara beklediğimden öteydi. Asi'nin bakışları Fırat'ın kopyasıydı. Başını yukarı doğru kaldırmış, mağrur bakışlarıyla etrafa bakıyordu. Fırat'ın geldiğini fark ettiği anda tuhaf bir ses çıktı boğazından.

Fırat gülümsedi. Asi başını öne eğip beklemeye başladı. 'Sev beni' diyordu açık açık.

Fırat elimi bırakıp Asi'ye yaklaştı. Elini boynuna yerleştirdi. Kömür karası tüylerini şefkatle okşadı. "Aferin oğlum" dedi gururla.

Zafer kazanmış bir komutan edasıyla şaha kalktı Asi. Asaletine yakışır şekilde sevincini gösteriyordu.

Fırat erkeksi bir kahkaha attı. O da asaletine yakışır şekilde sevincini gösteriyordu.

Aşırı dozdan gidecektim.

Çok güzellerdi.

Asi ön ayaklarını tekrar yere koyduğunda Fırat elini atın yüzünde gezdirdi. Nasıl da yakışıyorlardı birbirlerine.

Öyle güzel görünüyorlardı ki, ben sevincimi asaletime yakışır şekilde gösteremeyecektim ne yazık ki. İkisinin de ağzını yüzünü parçalamak istiyordum şu an.

Büyük bir coşkuyla kollarımı Asi'nin boynuna dolayıp "Ya sen nasıl bir kralsın?" diye bağırdım. Huysuzlanmıştı fakat umursamadım. Tam karşısına geçip ellerimi yüzüne yerleştirdim. Bakışları öyle manidardı ki, gözlerimi alamıyordum. "Sendeki karizma Çakır erkeklerinde yok be" dedim yüzünü okşayıp "Atsın oğlum sen kendine gel."

Yüksek sesli bir kahkaha attığımda geriye doğru kaçmıştı. Fırat kolunu karnıma yerleştirip arkama geçti. "Demek öyle?" dedi kulağıma doğru yanaşıp. Kolunun yardımıyla bedenimi kendine doğru çekip sırtımı göğsüne yasladı sonra "O kadar etkilendin madem, Asi'yle yatarsın artık geceleri."

Arkamı dönüp kollarımı boynuna doladım. "I-ıh" dedim kaşlarımı yukarı doğru kaldırıp "Kırk tane Asi bir Fırat Çakır etmez." Kulağına doğru yanaşıp fısıldadım sonra "Sevinsin diye söyledim ben, favorim kesinlikle sensin."

Asi homurdanmaya başlamıştı. Kusura bakmasındı da herkes sırasını bilecekti.

Fırat alay edercesine gülüp "Çok onore oldum gerçekten" dedi "Teşekkür ederim."

"Rica ederim" dedim bir kahkaha daha atıp. Daha çok güldü. Ne çok gülüyordu bugün.

Bir kez daha zaman mekan kavramını yitirip transa geçmiştik ki Asi'nin sesiyle kendimize geldik. Çıldırmış gibiydi. Öylesine huysuzlanmıştı ki, iki seyis zor zapt ediyordu.

"Şu an seni öldürebilir" dedi Fırat bakışlarını Asi'den çekmeden "Öyle kıskandı."

Ses tonu memnuniyetini ele veriyordu. Asi Fırat'ı kıskanıyordu, Fırat Asi'nin onu kıskanmasından hoşlanıyordu, bense Fırat'ın bu artist tavırlarına bitiyordum. Herkes ayrı psikopattı.

Fırat kollarını çözüp Asi'ye doğru hareketlendiğinde yanağına kocaman bir öpücük bıraktım. Asi iyice çıldırdı. "Yapma" dedi Fırat uyarırcasına "Bilenmesin şimdi sana."

Bir at kalmıştı zaten karışmadık, şimdi tamam olmuştu.

"Ya, ona soracaktım" dedim yanağından bir kez daha öpüp. Kollarım hala boynundaydı.

"Eylem" dedi gözlerime bakıp.

"Ne?" dedim sitemle.

"Yapma" diye uyardı.

"Gece Asi'yle yatmak istiyorsun herhalde" dedim muzip bir tonda.

Kollarımı boynundan uzaklaştırıp "Asi'ye kalmam merak etme" dedi pislik.

Göz kırpıp Asi'ye yanaştı sonra. Ben de kalmazdım da işte o kısasın sonu fena yere gidiyordu. 3. kat falan olsa neyse de 21 çoktu.

Hipodromdan çıktığımızda hava kararmıştı. Fırat Oğuz'la beraber bir davete katılacağını söyleyince ben de Cerenlerle buluşmaya karar vermiştim. Fırat Mustafa'nın beni bırakmasını uygun görmüştü fakat ben kendi arabamla gitmek konusunda inat etmiştim. Birlikte holdinge dönüp arabamı aldıktan sonra Mustafa ve iki korumanın olduğu araçla beraber gelmiştim Bakırköy'e.

Sorun şu ki bu gece büyük yarış vardı ve Ceren Burak'la beraber Bostancı'ya gidecekti. Sinem evde kalacaktı kalmasına da ben nasıl kalacaktım onu bilmiyordum. Deli gibi istiyordum yarışa katılmayı.

"Hadi kızım ya, izlersin sadece" dedi Ceren ısrarla.

Yani.

"Kafayı yemişsiniz yemin ederim" dedi Sinem bıkkınlıkla "Oturun işte evde, ne yarışı gece gece."

Yarım saattir devam ediyordu tartışmamız. Çok büyük bir savaş veriyordum kendimle.

"İyi tamam ben gidiyorum" dedi Ceren çantasını alıp. Savaşı kaybetmiştim.

"Dur ben bir Fırat'ı arayayım" dedim heyecanla ayağa kalkıp.

Aradım. Açmadı. Bir kez daha aradım yine açmadı. Üçüncü kez denedim fakat açmamakta ısrarlıydı. Kesinlikle gitmemem gerekiyordu şu durumda fakat kendime engel olamıyordum.

Bostancı'ya geldiğimizde yarış başlamak üzereydi. Mustafa nereye gideceğimizi sorma gereği duymadan peşime takılmıştı neyse ki. Geldiğimiz yerden pek memnun olmasa da hesap sorma cesaretini de gösterememişti. Fırat'ın haberi olmadan buraya gelebileceğime ihtimal vermiyordu tabii.

Selim, Burak, Yavuz ve Esra'nın olduğu gruba yanaştığımızda Ceren "Selam gençler" diyerek Burak'a sarıldı. Selim beni gördüğüne şaşırmıştı fakat kısa sürede şaşkınlığını atıp yanağımdan öptü.

"Geleceğini bilmiyordum" dediğinde zoraki gülümsedim. "Öyle ani gelişti. Ceren ısrar edince kıramadım."

Ateşe yürüyordum adım adım.

Diğerleriyle de selamlaştıktan sonra yarışın start alacağı alana ilerledik. Coşkuyla bekleyen kalabalığın ortasındaki son model araçları gördüğümde hissettiğim heyecan huzursuzluğumu bastırmaya yetmişti. Kesinlikle yarışmalıydım.

Selim beni arkasına doğru çektiğinde 'Ne oluyor?' dercesine yüzüne baktım. Bakışlarını takip ettiğimde bizi izleyen orta yaşlı bir adamla göz göze gelmiştim.

"Ne oluyor?" dedim Selim'in kolunu tutup "Kim o adam?"

"Bülent'in kardeşi" dedi tedirgin bakışlarıyla.

Selim'in öldürdüğü Bülent'in kardeşiydi demek. Benim yüzümden Selim'in öldürdüğü Bülent'in kardeşi.

Bakışlarım tekrar adama yöneldiğinde kin dolu bakışlarıyla karşılaştım. Biliyordu sanki.

Mümkün değildi.

Bilse şu an Selim burada olamazdı. Kasten adam öldürmekten kaç yıl yatardı kim bilir?

"Eylem" dedi Selim aramıza girip "Kendine gel ne yapıyorsun?"

Ne yapıyordum ki? Bülent'in zihnime yerleşen görüntüsünden kurtulmaya çalışıyordum sadece.

"Biliyor" dedim bilinçsizce.

"Saçmalama" dedi Selim kolumu tutup "Kimse bir şey bilmiyor, kendine gel."

Bir insan durduk yere bu kadar büyük bir nefretle bakamazdı. Mümkün değildi.

"Nasıl bu kadar rahat olabiliyorsun?" dedim hayretler içinde.

Yüzünü yüzüme yaklaştırıp uyarırcasına gözlerime baktı. "O pislik geberdi diye üzülecek değilim Eylem. Sen de bir an önce toparlan, daha fazla dikkat çekme."

Bu kadarı çok fazlaydı. Çok acımasızdı. Ne olursa olsun bir insan ölmüştü fakat Selim değil vicdan azabı çekmek, üzülmüyordu bile.

Başımı iki yana sallayıp susmaktı tek yapabildiğim. Ne diyebilirdim ki?

Yavuz "Hadi başlıyoruz" dediğinde Selim çoktan yarış heyecanına kapılmıştı. Benimse tüm hevesim kaçmıştı. Selim'in omzunun üzerinden ileri doğru baktım fakat gitmişti Bülent'in kardeşi. Vicdan azabıyla kavruluyordum.

"Ne işin var senin burada?" diyen sesle olduğum yerde sıçrayıp sesin geldiği tarafa döndüm. Arda panik içinde yüzüme bakıyordu. Korku dolu bakışlarını gözlerime sabitleyip "Abimin haberi var mı?" diye sordu. Öylesine telaşlıydı ki ses tonu, huzursuzluğum tavan yapmıştı.

"Yok" dedim başımı iki yana sallayıp. Korku dolu bir nefes verdikten sonra telaşla kolumu tutup yürümeye başladı.

"Canına mı susadın kızım sen, ne demek haberi yok?"

"Aradım açmadı" dedim kolumu çekip. Ayağımda topuklu ayakkabılar vardı, yetişemiyordum adımlarına.

"Mustafa nerede?" diye sordu.

"Bilmiyorum buralardaydı" dedim bıkkınlıkla. Heyecanım kursağımda kalmıştı. Bir ton laf işitecektim Fırat'tan, ki zaten bunu göze almıştım fakat değmeyecekti.

Arda koşuyordu neredeyse. "Ya of, bi' dur Arda ya" dedim nefes nefese "Arabam şu tarafta."

"Doğru eve gidiyorsun" dedi gösterdiğim tarafa yönelip "Olur da ayrılmazsanız da benden mümkün olduğunca uzak duruyorsun. Sana kıyamıyor benim canıma okuyor anasını satayım, şamar oğlanına döndüm senin yüzünden!"

Bir insanın ölümüne sebep olduğum gerçeği Fırat'ın gazabına uğrayacak olmamdan daha baskın geliyordu. Selim'in vurdumduymazlığı ise hepsini bastırıyor, kendimi berbat hissetmeme neden oluyordu.

"Ceren'e haber verseydim bari" diye söylenirken tek istediğim bir an önce eve gitmekti. Fırat ne derse 'haklısın' diyecek ve başımı göğsüne yaslayıp Bülent'i zihnimden tamamen silecektim.

Biz plan yaparken hayat bize bir tarafıyla gülüyordu çoğu zaman. Bu gece bunu bir kez daha idrak etmiştim.

Başımı Fırat'ın göğsüne yaslayıp da zihnimdekilerden kutulamayacağımı anlamam çok uzun sürmemişti.

Arabamın yanına yaklaştığımızda hiç olmayan bir şey olmuş, polis illegal olarak düzenlenen yarışa baskın yapmıştı. Siren sesleri duyulduğu anda herkes bir tarafa kaçışmış, Arda da bir an bile beklemeden beni yolcu koltuğuna oturtup direksiyona geçmişti fakat araç hareket ettikten kısa bir süre bir polis otosu önümüzü kesti.

Polislerden ikisi bizi apar topar dışarı çıkarıp kimlik bilgilerimizi sorgularken diğer iki polis memuru da aracın içinde arama yapıyordu. Arda'nın sorgulayan bakışlarına verecek bir cevabım yoktu zira arabamda ne aradıklarına dair en ufak bir fikrim yoktu.

Gecenin bir yarısı anlık bir kararla geldiğim saçma sapan bir yerde arabamdan neden uyuşturucu madde çıktığına dair bir fikrim olmadığı gibi.

Bölüm sonu🎬

Eylem bu defa fena çuvalladı bakalım hayırlısı🙇🏻‍♀️

Yeni bölüm çabuk gelir umarım, özlüyorum sizi malum😍

Hoşça kalın♥️

Continue Reading

You'll Also Like

151K 9.8K 25
Berdel konulu bir GAY hikayesidir. Eşcinsel evliliğin yasal ve normal olduğu bir evrende geçmektedir. •Şiddet, cinsellik ve olumsuz öğeler içermekted...
102K 3.6K 50
Sen benimsin, aksini düşünen sonunuda düşünsün. +18 Cinsellik fazla bulunuyor bunu bilerek okuyalımm. Askeri kurgu Çocukluk aşkı Arkadaşlıktan doğan...
792K 47.7K 45
Hale, sosyal medyada yazdığı bir yorumun hayatını bu denli değiştireceğini nereden bilebilirdi ki.
Haz By 🍀

Romance

78.9K 716 9
"Siktir, kırmızı senin rengin." Sütyenimin açıkta bıraktığı göğüslerimi öpmeye başladı. Bir eliyle kalçalarımı sıkıyor diğeriyle de kasıklarımı okşuy...