War of Hearts

By sleepintheatlantis

79.4K 7K 4.8K

⭐ 2019 Wattys Ödülleri "Hayran Kurgu" kategorisi kazananı ⭐ Kendi hayalinizde oluşturup aşık olduğunuz kişi k... More

Bilgilendirme
çalma listesi
Giriş
Birinci Bölüm
İkinci Bölüm
Üçüncü Bölüm
Dördüncü Bölüm
çöp kutusundaki önemli taslak
Beşinci Bölüm
Altıncı Bölüm
Yedinci Bölüm
Sekizinci Bölüm
Dokuzuncu Bölüm
Onuncu Bölüm
On Birinci Bölüm
On İkinci Bölüm
On Üçüncü Bölüm
On Dördüncü Bölüm
On Beşinci Bölüm
On Altıncı Bölüm
On Yedinci Bölüm
okunmamış 1 ileti
On Sekizinci Bölüm
On Dokuzuncu Bölüm
Yirminci Bölüm
Yirmi Birinci Bölüm
Yirmi İkinci Bölüm
Yirmi Üçüncü Bölüm
Yirmi Dördüncü Bölüm
Yirmi Beşinci Bölüm
Geçmiş
Yirmi Altıncı Bölüm
Yirmi Yedinci Bölüm
Yirmi Sekizinci Bölüm
Yirmi Dokuzuncu Bölüm
Otuzuncu Bölüm
Otuz İkinci Bölüm
Otuz Üçüncü Bölüm
Otuz Dördüncü Bölüm
Otuz Beşinci Bölüm
Otuz Altıncı Bölüm
Otuz Yedinci Bölüm
Otuz Sekizinci Bölüm
Otuz Dokuzuncu Bölüm
Kırkıncı Bölüm
Kırk Birinci Bölüm
mucizeler yalnızca onlara inananları bulur
Kırk İkinci Bölüm
Final
Teşekkür

Otuz Birinci Bölüm

1.3K 118 184
By sleepintheatlantis

"Onu annen mi yaptı?"

Calum'la yatağın üzerinde tembellik yapıyorduk. O, odamı tararken omzuma yaslanmıştı. Her cümlesi içimden bir parça koparıyordu.

Ben cevap vermeden onaylanacağını bildiği için devam etti.

"Bir santim bile kaymamış."

Odamdaki her eşyayı böyle değerlendiriyordu. Masamın üzerindekileri bile. Renklerini, yerlerini, şekillerini...

Hepsinde benden ve kendisinden iz arıyordu. Sabah ışıklarıyla değerlendirmeleri daha net oluyordu.

Bahsettiği annemin bana on beş yaşımdayken hediye olarak yaptığı ayçiçeği tarlası resmiydi. Duvarımın üzerinde duruyordu. Kapı açıldığında arkaya gizleniyordu. Tekrar kapatana kadar görünmüyordu. Onu babamdan böyle gizlemiştim. Odaya annemin resimlerini asmamdan nefret ederdi. Evin herhangi bir köşesine yerleştirilmesinden de.

"Calum," ertelediğim soruyu sorma vakti gelmişti.

Calum, hım sesi çıkardığında dudaklarımı ıslatıp annemin resmine bakışlarımı sabitledim.

"Kendini mutlu hissediyor musun? Pişmanlıkların var mı?"

Bir süre sessiz kaldı. O rahatsız edici sürede gözlerimi sarı ayçiçeklerinin bulunduğu tarla resminden ayırmadım.

Annemle ikimiz babamdan gizli gitmiştik. Teyzemin çiftliğinde bir tarla tamamen ayçiçeklerine ayrılmıştı. Yedi yaşındaydım ve tarladaki çiçeklerin boyu benden uzundu. Kaybolmaktan korkmama rağmen içine dalmaktan çekinmemiştim. O zamanlar çok daha cesurdum.

"Mutluyum ve hayır bir pişmanlığım yok," duraksadı ve devam etti. "Elbette isyan ettiğim olaylar olmuştur. Herkes 'keşke,' der. Sonra düşününce aslında yaşanan her şeyin birer deneyim olduğunu fark eder."

Onu seviyordum. Mantıklı düşünmesini, tüm farklı düşüncelere açık olmasını, onun her halini seviyordum.

"Ama seninle birlikte değildim." dedim. Onu kendimden nefret ettirmek istemediğim halde sözlerim o yöndeydi.

Karnımın üzerinde dinlenen elime uzandı fakat tutmadı. Onun yerine kolumda parmağını dolaştırmaya başladı. Bir tüy gibi. Dokunmuyordu ama öyle bir dolaştırıyordu ki içimi ürpertiyordu.

"Sen yazdın ama öyle değil mi? Ben senin hayallerine ortak oldum. İstemediğin hiçbir şeyi yazmadın. Bu da doğal olarak bizi birbirimize bağlıyor."

Gözlerimin dolmasını istemiyordum. Onun bu kadar anlayışlı olması beni çok mutlu ediyordu. Bir yandan da korkuyordum. Gerçekleri söylediğini biliyordum elbette ama benden gizlediği bir yanının olmasından da endişeliydim.

Ben onun yerinde olsam sinirlenirdim. Sevdiğim kişinin aslında benimle olmadığını, benim hissettiklerimi hissetmemiş olmasını düşünmek bile nefes almamı zorlaştırıyordu.

"Felicia,"

Başını omzumdan çekip doğruldu ve yan dönüp bana baktı.

"Elinde olsaydı benimle olacağını biliyorum."

Uğruna her şeyi feda edebilirdim. Gidişini ve beni arkada bırakmak zorunda kalışını görmektense onunla birlikte gitmeyi tercih ederdim. Michael beni anlayışla karşılardı biliyorum. Onun da benimle gelmesini isterdim ama onu sürüklemek, hayatından koparmak doğru gelmiyordu. Evet, en yakın arkadaşımdı ama benim bencilliğim yüzünden kendi hayatını geride bırakamazdı. O yüzden ondan ayrılmak zorunda kalırdım ve en çok ona üzülürdüm. Mutlu olduğunu düşünerek içimi rahatlatmaya çalışırdım.

Her şeye rağmen yıllar önceki düşüncem değişmiyordu. Elimde olsa onun yanında olabilmek adına her şeyi göze alırdım. O nasıl geldiyse ben de yapabilirdim. Sadece yolu öğrenmemiz gerekiyordu.

Calum istemezdi biliyorum ama bir şekilde ondan gizleyip o gittiğinde peşinden gidebilirdim. Kulağa çok imkansız geliyordu ama neden olmasın ki? Sonuçta o gelmişti. Benim yazdığım kitaptan çıkmıştı. Neden ben kitaba giremeyeyim ki?

"Hey," Calum yanağıma avucunu yerleştirdi. Elmacık kemiğimin üzerinde baş parmağını gezdirdi.

"Beyninden dumanlar yükseliyor."

Kıkırdadım ve bakışlarımı eğdim. Calum ve şu ciddi zamanda kurduğu eğlenceli cümleler beni benden alıyordu.

"Hadi planlarımızdan bahsedelim."

Soru sorar gibi ona baktım. Planların ne olduğu hakkında en ufak bir fikrim dahi yoktu. Açıklamaya başladı.

"Michael ile konuştuk. Annenin doğum gününü kutlamak için bir gece burada kalmamız şart. Ardından bir gece kamp yapacağız."

Yüzüm aydınlandı. Calum planları beğendiğimi fark ettiği için gülümsedi.

"Görmek istediğim birkaç yer var. Aynı olup olmadıklarını bilmek istiyorum."

Son cümlesini tamamladığında kalbim sızladı. Onu buraya getirme fikri beni tedirgin etmişti. Sonuçta ikimizin hikayesi ilk burada başlamıştı. Onun hayat hikayesi burada başlamıştı. Her yer aynıydı. Hatta bazen iyi yazabilmek için o an olayı yazdığım yere gidip detaylı bir şekilde inceler öyle yazardım. Tamamen aynı olmasını sağlamaya çalışmıştım. Bazen sadece ağlamak için bile oralara giderdim.

Uzak mesafe ilişkisi bana sorarlarsa o kadar zor değildi. Bence asıl zor olan sevdiğin kişiye hiçbir zaman dokunamayacağını, ulaşamayacağını bilmekti. Platonik aşk bile bu kadar zor değildi. Ben Calum'ı sadece hayallerimde görmüştüm. Ki orada bile böyle değildi. Genelde bulanıktı. Hiçbir zaman şimdiki kadar net olmamıştı.

Şu anda karşımda canlı bir şekilde beni izliyordu. Tepkimi ölçmeye ve ona göre konuşmaya devam etmeye özen gösteriyordu.

Saçları hayal ettiğimden daha kıvırcıktı mesela. Biraz bile uzasa kıvrılmaya başlıyordu ve onu sevimli göstermesi gerekirken daha çekici gösteriyordu.

Yüzünde iki tane ben vardı. Yazarlar genelde fiziksel özelliklere böyle detaylar eklemeye korkarlardı. Bir zaman karakterlere gamze bile yazılmıyordu. Gamze bir kusur olarak görülüyordu. Benler de yazarları hala endişeye sürüklerdi. Edebiyat dünyasında yazılı olmayan bir kural vardır. Karakterler dış görünüş olarak kusursuz olmalı. Kimse kusursuzluğun tanımının ne olduğunu sormamıştı. Herkes aynı dış görünüşü kitaplarına yazmıştı.

Bir dönem uzun boy mavi göz, bir dönem kaslı erkekler, bir dönem kötü erkekler, bir dönem zayıf kadınlar, bir dönem dişli kadınlar. Her dönemde farklı bir karakter tipi ele alınmıştı. Günümüzde kusurlu karakterler yavaş yavaş gün yüzüne çıkmaya başlamıştı. Belki de ben bu yüzden bu kadar sevilmiştim. Karakterlerim insanların içindendi. Onlar gibilerdi. Hiçbiri ulaşılmaz değildi.

"Endişe etmeye başlıyorum. Yangın söndürücü getirmeli miyim?"

Düşüncelerimden sıyrılıp düşünür gibi yaptım. Ardından işaret parmağım ve baş parmağımı birbirine yaklaştırıp ikimizin arasına kaldırdım.

"Bir parça öpücük alsam düzelecek gibiyim."

Calum, günümü şenlendiren içten bir kahkaha attı. O anki yüz ifademi ve muhtemelen utana sıkıla söylediğim isteğimi şirin bulmuştu.

Uzanıp bana gerçekten minik bir öpücük verdi. Bir parça bile değil. Az önce koluma yaptığı gibi minicik.

Beni eve getirdiği o gün bile dudakları benimkilere daha fazla temas etmişti. Benimle oyun oynuyordu.

"Yeterli mi?"

Yüzümü ekşittim ve başımı işaret ettim.

"Dumanlar daha fazla çıkıyor. Görmüyor musun yoksa?"

Sızlandığım için tekrar güldü. Bu sefer daha büyük bir öpücük için dudaklarını dudaklarıma yaklaştırdı. Uzun, yavaş ve beni tüm düşüncelerimden çıkaran çok güzel bir öpücük verdi. Dudakları bir erkek için çok fazla yumuşaktı. Kollarımı ona dolayıp kendime doğru çektim.

Calum beni yatağa sırt üstü yatıracağı sırada ondan ayrılıp endişeyle kapıya baktım. Elleri belimi destekliyordu. Kaşlarını çatıp bana ne olduğunu sordu.

Bakışlarımı onun siyaha dönmeye başlamış gözlerine çevirdim.

"Michael ve annem hala gelmedi."

Başını gülmek için eğdiğinde saçları göğsüme değdi. Beni desteklemeye devam edip yatağa uzanmamı sağlayacak kadar elini aşağıya indirdi. Omuzları gülmesinin etkisiyle sarsılıyordu.

"Neden gülüyorsun ki?" diye sızlandım. Kollarımı gevşetmek yerine onun ensesinde daha sıkı birleştirdim.

Ağırlığını dirseklerine verip derin bir nefes aldı ve bana cevap verdi.

"Bizi hep bölmeleri senin de canını sıkmış anlaşılan."

Tebessüm ettim. Calum galiba buraya gelmeden önce tüm ayrıntıları düşünmüştü. Yoksa Michael çoktan kapımıza dayanırdı. Saat neredeyse sabah dokuz olmuştu. O, güne, özellikle de annemin evindeysek, sabahın ilk ışıklarıyla başlardı. Önce koşmayı sevmediği halde koşuya çıkar, gelirken fırına uğrayıp çörek alırdı. Bazen koşuya diye çıktığında sadece fırına yürüdüğünü düşünüyordum.

"Michael'ı uyarmış olabilirim."

Elmalı kurabiye kokularını da düşününce annemi de Michael'ın tuttuğunu düşündüm. Calum'ın bu kısmı ayarlamış olmasına sevinmiştim. Zaten gereksiz yere bir utanç denizi içinde yüzüyordum. En azından onu öperken basılmaktan kurtulmuştum.

"Yine de sanırım aşağıya inmemiz gerekecek."

Annemin evinde olduğum için de utanıyordum. En son buraya Ashton ile birlikte gelmiştik. Annemin dalda dala atladığımı düşünmesini istemiyordum. Ashton ile hiçbir zaman sevgili olmamıştık ama annem sürekli bizi yanlış anlıyordu. Daha doğrusu Ashton öyle anlamasına sebep olacak davranışlar sergiliyordu.

Calum ise daha saygılı ve utangaçtı. Mesafesini koruyordu. Annemin yanında benimle çok resmiydi. Elbette bu canımı sıkıyordu ama annemin düşüncelerini önemseyerek hareket ettiği için memnundum.

"Elmalı kurabiyeler mi yoksa ben mi desem kurabiyeleri seçecek gibisin."

O tek eliyle pijamamın altından karnımı ellediğinde gıdıklanarak kahkaha attım. Söyledikleri de kahkaha atmama sebep olabilirdi ama sıcak elleri onun cümlelerinin etkisini kaybettirmişti. Aklım tamamen ellerine ve üzerimde olmasına kaymıştı.

"Seninle birlikte elmalı kurabiyeleri yemeyi tercih ederim."

Calum, sorudan büyük bir ustalıkla sıyrıldığımı fark ettiğinde dudakları bir gülümseme için yukarıya doğru kıvrıldı. Sorusunda ciddi olsaydı onu seçeceğimi biliyordu.

"Haklısın aşağıya insek iyi olacak."

Üzerimden çekilip yatağın üzerine oturdu. Sırtı bana dönükken ben de doğruldum.

"Fotoğraf makineni de alalım." diyerek masaya gitmek üzere ayağa kalktığında birden sarsıldı.

Yatağın üzerinde büyük bir hızla emekleyip yanına ulaştım. Calum'ın beline kolumu destekleyip ayağa kalktım.

Endişeyle ona baktım. Gözlerini sımsıkı kapatmış ellerini yumruk yapmıştı. Vücudu kaskatı kesilmiş gibiydi ama artık sarsılmıyordu.

"Calum! İyi misin?"

Calum, sanki nefes almaktan mahrum kalmış gibi derin bir nefes alıp ciğerlerini havayla doldurdu. Gözlerini açıp bana baktı. Kızarmış gözlerine rağmen hafifçe tebessüm etti.

"Yataktan birden kalkınca başım döndü. Gözüm karardı ama iyiyim. Endişe etmene gerek yok. Bu, genelde herkese olan bir şey."

Biliyordum ama konu Calum'dı. Onun her farklı davranışı tüm sinirlerimi ayağa kaldırıyor ve gözlerimi dört açmama sebep oluyordu.

"Emin misin?" diye sordum. Sesim titriyordu. Bu kadar korktuğumu fark etmemiştim bile.

Gülümsemesi genişledi. Beni sakinleştirmeye çalışmak için gözlerini gözlerimden ayırmadı.

"İyiyim, sevgilim. Korkma, iyiyim."

Kolunu omzuma atıp bana doğru eğildi ve sarıldı. Tuttuğumu bile fark etmediğim nefesimi bırakıp ona sıkıca sarıldım.

Sadece başı dönmüştü ama farklı ve kötü bir şey de yaşanmış olabilirdi. Gitmiş bile olabilirdi. Bunu düşündükçe kollarımı ona daha çok sardım. Sanki ne kadar sıkı sararsam onu benden alamazlarmış gibi.

Öyle olsaydı sonsuza kadar kollarımı ondan ayırmazdım.

"Hadi aşağıya inelim."

Onu bırakmayacağımı göstermek için kolumu belinden ayırmadım. O da itiraz etmeden bana itaat etti. Birlikte masamdan fotoğraf makinesini alıp odadan çıktık ve aşağıya indik. Merdivenlerde normalde olduğumuzdan daha yavaş hareket ettim. Başı dönmüştü ama yine de olanları göz ardı edemezdim. Merdivenler düşmek için en elverişli yerdi ve ben ona zarar gelsin istemiyordum.

"Günaydın uykucular."

Michael mutfaktan elinde bir meyve sepetiyle çıkıp bize seslenmişti. İkimizin de yüzüne dikkatle baktı ve bahçeye yöneldiği halde duraksadı.

"Bir şey mi oldu?"

Ona doğru koşup sarılarak ağlamak istiyordum ama Calum'ı bırakmak istemiyordum. Altı üstü bir baş dönmesi diye benimle dalga geçmelerini ve yüreğime su serpmelerine ihtiyacım vardı. Birinin bu durumun hafif bir olay olduğunu belirtmesini istiyordum.

"Sadece başım döndü."

Michael, benim yüzüme dikkatle baktıktan sonra kendisine cevap veren Calum'a gülümsedi.

"Eminim ki açlıktandır. Kurabiye kokuları iki sokak öteden bile duyuluyordu."

Neden ikisinin rahatlık içeren sesleri beni ferahlatmıyordu? Hala kalbim sonsuz bir süratle atıyordu. Ağlamamak için dişlerimi sıkıyordum.

Calum bana doğru baktı. Ben de ona doğru başımı kaldırdım. O, az önce olanlardan ayrılmıştı. Ya  gerçekten yaşadığı ufak bir baş dönmesiydi ya da beni sakin tutmaya çalışıyordu. İlki olması için dua ettim.

Calum bana göz kırptıktan sonra Michael doğru bir noktaya değinmiş gibi konuşmaya başladı.

"Ah, bak açlık olduğunu hiç düşünmemiştim," elini karnının üzerine koyduktan sonra ovuşturdu. "Öpüşmek insanı acıktırıyor. Sen acıkmadın mı? Sana daha fazla mı efor sarf ettirmeliydim?"

İmasına karşılık yanaklarıma kan hücum ederken Calum üzerimdeki gerginliği azalttığı için keyifle gülümsedi. O sırada Michael'ın sesi aramıza girdi. Hala haylaz bir çocuk ifadesiyle bizi izliyordu.

"Demek sonunda öpüştünüz. Sizi o kadar uzun süre yalnız bıraktım ki açıkçası daha ilerisini yaşamadığınız için hayal kırıklığına uğradım."

Calum kahkaha atarken ben "Tanrım!" diyerek inledim. Annem de bahçeden başını uzatmış bize baktı.

"Michael el falına bakmamı istemiştin. Neredesin?"

Calum'ın kahkahası annemin sesi yüzünden azaldı ve bir gülümsemeye evrildi.

"Benim de el falına bakar mısın, Agatha?"

Annemin yüzü, Calum'ı görünce ışıl ışıl bir tebessümle aydınlandı. Annemin kızı olduğumu böylece bir kez daha kanıtlamış oldum. Annem eliyle hemen yanına gelmemizi işaret etti.

Çoğunlukla annem gibi olamadığım için üzülüyordum. O hiçbir zaman olumsuzluklar üzerine yoğunlaşmazdı. Her zaman iyi şeyleri düşünürdü. Evrenin enerjisine inanırdı. 'Ne gönderirsen onu alırsın.' düşüncesiyle ilerler hep evrene olumlu düşünceler, istekler gönderirdi.

Bilinmeyen bir gücün bana Calum'ı bahşettiğini düşünürsem annemden olumlu düşünce gönderme taktiğini öğrenmem gerekecekti. İşime yarayabilirdi. İlk önce olumsuz düşünceleri yoksaymam gerekirdi. Bu biraz zordu tabii. Özellikle de az önce yaşananlar dolayısıyla üzerimde yüksek bir negatif enerji deposu vardı.

Calum beni bahçeye doğru yönlendirirken Michael fotoğraf makinesini elimden alıp açmaya çalıştı.

"Agatha, Felicia'nın fotoğraf makinesini kullanıyor musun? Kullanılmadığı için bozulmuş olma ihtimalini düşünüyordum da."

Annem biz ahşap masaya geçerken başını salladı. Bugün saçlarını açık bırakmıştı. Orman Kraliçesi gibi görünüyordu. Güzel ve korkusuz.

"Kullanıyorum. Rainbow'un ihtiyacı olursa diye saklamak istedim. Bozulmaması için de kullandım."

Calum şaşkınlıkla bana döndüğünde omzumu silktim. Annem babamı hala seviyordu. Arkadaş olarak. Ayrı ve çok uzak ülkelerdeyken tabii. Babam da onu o zamanlarda seviyordu. O yüzden annem bu ismimi kullanırken çok rahattı. Babam da bazen bana Felicia derdi. Sonuçta bana verdikleri isim ortak aldıkları bir karardı.

"Burada daha çok bu ismim kullanılıyor," diye açıkladım.

Lisede babam her yerde bana bu isimle seslenirdi. Komşular bile Felicia ismimden habersizdi. Annemi yakinen tanıyanlar bilirdi sadece. Babamın bir başka olumsuz yanı.

"Hey,"

Calum, annem ve Michael el falı bakmaya başladığında bana doğru yaklaşıp çenemi yavaşça tuttu ve kendisine bakmam için hafifçe çevirdi.

"Seni seviyorum, sevgilim."

Sevgilim.

Bu kelimeyi daha önce de kullanmıştı. Birkaç dakika önce. O sırada çok daha başka bir olaya odaklandığım için sevinmeye vakit bulamamıştım.

Flörtöz bir ifadeyle, "Sevgilim mi?" dedim. Bu kelimeyi ondan duymak harika hissettirmişti.

Aynı ifadeyle bana gülümseyip kulağıma doğru yaklaştı.

"İzin verirseniz sevgiliniz olmak istiyorum, Felicia Rainbow Godfrey."

Elimi onun yanağının üzerine yerleştirip okşadım. Gülümsemem gittikçe büyüyor, içime huzur doluyordu.

"İzin vermeli miyim acaba?"

Dudaklarını kırılmış bir biçimde büzdü. Kısa bir süre düşünür gibi davranıp sessizliğini korudu.

"Tüm elmalı kurabiyelerimi sana versem? Kalbimle birlikte."

Kalbini verip kalbimi alacağını belirten bir sesle bu cümleyi kurmuştu. Kalbim zaten ondaydı. Birden geri çekilip ona döndüm ve öpmek üzere uzandım.

"O zaman izin veriyorum." diye fısıldadım dudaklarına doğru.

O da bana uzandı ama ben onu öpmeden geri çekildim. Kaşlarını bir anlık çatsa da ifadesini bozmamaya çalıştı. Sonuçta ona karşı ne hissettiğimi biliyordu.

"Ben de seni seviyorum, sevgilim."

Duydukları onun dudaklarının yukarıya doğru kıvrılmasına, gözlerinin o gülümsemesiyle birlikte kısılmasına sebep oldu ve uzanıp beni tutkuyla öptü.

Continue Reading

You'll Also Like

728 135 19
Toprakla bağım kesildi ve düşmeye başladım. Düşerken elbisemin etekleri ve saçlarım uçuşuyordu. Demek, dedim yanarak değil de boğularak öleceğim. Ols...
46.4K 2.3K 14
"kurtarıcısına aşık kız... klişe hikaye." "komşu kızına platonik aşık çocuk mu söylüyor bunu?" ya da asi'nin şebnem'in kızı olarak doğup büyüdüğü ve...
1.9K 553 22
"Geçmiş ve şuanki hayatların trajik hikayeleri aynı döngü içerisinde tekrar ediyor. Farklı boyutların insanları "Anı taşıyıcılarını" seçiyor.Taşlar d...
838K 67.3K 13
arkadaşlarıyla birlikte orduya katılan jungkook, ilk görüşte etkilendiği komutan kim taehyung'a cinsel içerikli mesajlar atmaya başlar. taekook, tex...