TAKINTI

By suheda_zsy

3.7M 141K 50.3K

Ona hiç sarılamamıştım mesela. Hiç elini tutamamıştım. Hiç öpememiştim. Hiç koklayamamıştım. Hiç sevdiğimi sö... More

TAKINTI
1.Bölüm "OKUL"
2.Bölüm "ÖZLEM"
3.Bölüm "ŞOK"
4.Bölüm "KARMAŞIK"
5.Bölüm "ENDİŞE"
6.Bölüm "BEKLENMEYEN YOLCULUK"
7.Bölüm "ÇIKMAZ SOKAK"
8.Bölüm "ÇIĞLIK"
9.Bölüm "YALNIZLIK"
10.Bölüm "BİR HAFTA"
11.Bölüm "YÜZLEŞME"
12.Bölüm "SESSİZLİK"
13.Bölüm "CESARET"
14.Bölüm "DUYGULAR"
14.Bölüm "DUYGULAR" (2.KISIM)
15.Bölüm "PİŞMANLIK"
16.Bölüm "AİLE"
17.Bölüm "UMUT"
18.Bölüm "ARAF" (1. Kısım)
18.Bölüm "ARAF" (2.Kısım)
19.Bölüm "SARHOŞ"
20.Bölüm "SERZENİŞ"
21.Bölüm "MUCİZE"
22.Bölüm "RENKLER"
23.Bölüm "MEDCEZİR"
24.Bölüm "MEFTUN"
25.Bölüm "HİCRAN"
26.Bölüm "KAYIP"
27.Bölüm "YARI ÇIPLAK"
28.Bölüm "MESAFE"
29.Bölüm "YANKI"
30.Bölüm "NEFES"
31. Bölüm "KUMPAS"
Yazar'dan
31.Bölüm "KUMPAS" (2.KISIM)
32.Bölüm "İRTİCA"
33.Bölüm "PUNT"
34. Bölüm "İNTİKAM"
35. Bölüm
35. Bölüm "ENKAZ" (2.Kısım)
36. Bölüm "NEFRET"
37. Bölüm "AVDET"
38. Bölüm "ÇAĞRI"
39.Bölüm "VİRAJ"
40.Bölüm "İTTİHAT" (1. Kısım)
40.Bölüm "İTTİHAT" (2. Kısım)
41. Bölüm "ANDAÇ"
42. Bölüm "FORSA"
43. Bölüm "DERSAADET"
44. Bölüm "EZA"
45. Bölüm "NİHAN"
46. Bölüm "YEİS"
47. Bölüm "ELFİDA"
48. Bölüm "FEVERAN"
49. Bölüm "GİRİFT"
50. Bölüm "İZAN"
51. Bölüm "TEMAŞA"
52. Bölüm "KOYGUN"
53. Bölüm "MUNTAZAR" & ÇEKİLİŞ
54. Bölüm "MEYİL"
55. Bölüm "İLTİMAS"
56. Bölüm "GİZ"
57. Bölüm "TESHİR"
58. Bölüm "İSTİNAT"
59. Bölüm "PERESTİŞ"
60. Bölüm "FEYİZ"
61. Bölüm "KIVANÇ"
63. Bölüm "İŞTİYAK"
64. Bölüm "TEMAYÜL"
65. Bölüm "DANS"
66. Bölüm "İNTİBAH"
67. Bölüm "İNHİDAM"
68. Bölüm "DİLHUN"
69. Bölüm "HİTAM" -SON-
Yazar'dan
H.P
ÖZEL BÖLÜM DUYURUSU ✨
ÖZEL BÖLÜM YAYINDA!

62. Bölüm "VUSLAT"

25.9K 1.4K 508
By suheda_zsy




Ertesi gün uyandığımda yorgunluğumun farkına daha fazla vardığım bir sabah olmuştu. Gerimizde sadece Hakan'ın kuzeninin değil, bana göre ayriyeten bir düğün daha bırakmıştık. Hakan'ın evlilik düşüncesinde ciddi olduğunu bilmek bana farklı bir enerji, tuhaf bir iç huzuru vermişti. O günden sonra birbirimizi daha bir aile gibi görmeye başlamıştık, değişik sorumluluklarım varmış gibi hissediyor ve olgunlaştığımı düşünüyordum. Kısacası, evlilik teklifi bende bir altyapı oluşturmuştu ve sanki farkında olmadan kendimi ona hazırlıyordum. Haftanın başı olduğu için beraber kahvaltımızı ettikten sonra beni okula bırakmıştı, okul sıradan bir şekilde ilerliyordu ve ilerleyen günler de buna benzer sürüp gitmişti. Hakan eve döndüğümde bana bazen ders çalıştırıyordu, bazen film izliyorduk ya da kendimize başka uğraşlar buluyorduk fakat dışarı çıkmamıştık. Doğrusu buna itirazım da yoktu çünkü odak noktamın sapmaması benim de hoşuma gidiyordu. Hakan da huzurlu gözüküyordu, öyle olacak ki evden ayrılmaya niyetli değildi. Biz hariç evimize tek giren ise evin temizlik çalışanıydı.

Bu günlerde okulda yalnızca Beyza, Cengiz ve nadir olarak Berk'le muhatap olmuştum. Sınıftan dışarı çıktığımız zamanların birkaçında da Çağatay ve Merve'ye denk gelmiştim, başta samimiyetsiz gelseler de hala beraber, daha da önemlisi hala mutlu olmaları artık uyumlu olduklarına ve birbirlerini sevdiklerine inandırıyordu beni. Yalnızca beni o kadar severken -ya da ben öyle sanarken- ve bizi ayıran Merve iken şu an bunu nasıl yadsıyıp da o kızla sevgili olduğunu anlayamıyordum. Belki de ben Hakan'la beraber olunca bu detaya çok da takılmamıştı ve eminim kendini boşlukta hissediyordu, Merve'nin de durumunun Bora'dan dolayı böyle olduğunu düşününce birbirlerine tutunmalarını anlayabiliyordum. Her neyse, artık onları görünce garipsememeye başlamıştım ve böylelikle benden onlara yayılan tek duygu da son bulmuştu.

Farklı olarak... ilk gün dans hocasının beni çağırdığını öğrenmiştim ve salona vardığımda on kız falandık. İçimizden en yeteneklilerin bizler olduğunu söyleyip çalışmalara artık bu ekiple devam edeceğimizi bildirmişti ve devamında çalışmalar şiddetle hızlanmıştı. Artık çok daha fazla çağrılıyordum ve gerçekten yetenekliler seçilmiş olacak ki hiçbirimiz dans konusunda hantal olmadığımızdan kısa sürede büyük gelişmeler kaydediyorduk. Bu durumu; ne kadar eğlendiğimi ve dansı ne kadar özlediğimi gün gün Hakan'a anlatıyordum. O da değişik sorularla bana karışılık veriyordu. Evlilik konusu ise bir daha hiç açılmamıştı, zaten ne eklenebilirdi ki üstüne? Ben de kimseye bahsetmemiştim ama içimde buna duyduğum arzu zamanla çığ gibi büyümüştü. Kendimi hayal kurmaktan alamıyordum, ansızın beliriveriyordu alnımdan aşağı sarkan beyaz tül. Fakat bunlardan Hakan'a bahsetmiyordum çünkü benim isteğimle gaza gelip bir delilik yapacak olması korkutuyordu gözümü. Bir iki kez babam, Selin ve Aras'la telefonla konuşmuştum ve hepsi de görüşmek istiyorlardı. Babamın konuşmalarından da anlıyordum ki beni kendine çekmeye çalışıyordu, biz ise evlilik planları yaptığımızdan ve aradaki aykırılık gittikçe büyüdüğünden onunla buluşmaya çekiniyordum. Aras ve Selin'e bir gün ayırmayı düşünüyordum fakat Hakan'ın Aras'ı zerre sevmiyor olması konuyu açmamı erteliyordu.

Günler sonra cuma günü Hakan'ın Çıkmaz'a gitmeyi önermesiyle rutinimiz değişmişti. Okuldan dönmüştüm ve onun hazırladığı çorbanın yanında dışarıdan söylediği yemeklerle kurmuş olduğu masada akşam yemeği yiyorduk. Bana, "Hafta içi düzenin bozulmasın diye seni sürüklememeye çalışıyorum ama telefondan bir yere kadar yürütebiliyorum ya da bir yere kadar içime siniyor. Yarın okul olmadığına göre... bu gece Çıkmaz'a gitmek ister misin?" diye sormuştu.

Ağzımın dolu olmasını umursamadan, "Tabi ki," dedim heyecanla. "Hatta hafta içi de gidebiliriz, sorun yok."

Dudaklarını yapmacık bir tavırla kıvırıp kaşlarını kaldırdı. "Yok öyle yağma."

Bazen Hakan'ı oradan, el emeği göz nuru mekanından uzaklaştırdığımı düşünüp üzülüyordum. Eminim en az buradaki kadar orasını da evi gibi hissediyordu ve seviyordu. Ancak ben gidelim desem de kabul etmiyordu ki. Bu durumda ne yapabilirdim?

Yemeğimizi yedikten sonra masayı beraberce toplamıştık ve ardından yavaşça hazırlanmaya koyulmuştuk. Gardırobumun -sipariş ettiğim gardırop gelmişti ve bence odaya çok yakışmıştı- içindeki kıyafetlere göz gezdirirken en son Çıkmaz'a gidişimizi hatırlamıştım ve yüzümde kocaman bir gülümseme belirmişti. İlk olarak Hakan'la kar topu oynayışımızı ve ne kadar eğlendiğimizi hatırlasam da sonrasında aklıma abimin kendine mekan kurması gelmişti. Nereden esmişti ki bu? Tamam, alıştığı bir ortamdı ve boş hissetmiş olabilirdi fakat bunun bir meydan okuma gibi gözükeceğini ya da Hakan'ın müşterisini çalacağını bilmiyor muydu? Gerçi bunları düşünecek hassasiyeti birbirlerine karşı yitirmiş durumdalardı ki abim gibi kalın kafalı biri asla duyarlılık göstermezdi. Beni dinleme duyarlılığı göstermeyen ve her şeyin bu vaziyeti almasını o sağlarken incelik beklemek aptallıktı zaten. Acaba pişman olmuş muydu? Neler yapıyordu? Beni özlüyor muydu? Kendine bakabiliyor muydu?

Hakan'ın burnumun ucuna dokunmasıyla irkildim. "Buruşturma yüzünü." Elbiseye asılmış olan elimin farkına varıp yere indirdiğim sırada Hakan arkadan belime sarıldı ve eğilerek çenesini omzuma yasladı. "Seçemiyor musun?"

Ölü gibi çıkan sesimle cevap verdim. "Yok... yani şey... dalmışım." Boş bakışlarımı kıyafetlerde gezdirmeye devam ettiğim sırada Hakan, "Ne düşünüyorsun?" diye sordu durağan bir sesle.

İç geçirip "Boş ver," diye mırıldandım. Anlattıracağını bilsem de canını sıkmak veya bu konudan dolayı onu gocundurmak istemiyordum. Çenesini boynuma doğru, omzuma sertçe sürtüp "Söyle," dedi itiraz istemeyen bir tonla.

Yanaklarımı şişirerek ofladıktan sonra, "Abim aklıma geldi," diye mırıldandım. Omzumdan ayrıldı ve tek elini mini elbiselerimden birine atarak, "Abim olsaydı bunları giydirmezdi diye üzülmene gerek yok bebeğim, ben de giydirmem," dedi gülerek, beni de güldürmek istiyormuş gibi.

Yüzümde oluşan gülümsemeyle yönümü ona çevirdim. "Kış günü bunu giyecek değilim..." Muzip bir tavırla burun kırıştırdım. "Ve senden izin alacak."

Kaşlarını cüretime şaşar gibi kaldırdı ve "Evlilik teklifimi gözden geçirmeliyim sanırım..." dedi gülerek.

Birkaç adımda mesafemizi kapadım ve gövdemi gövdesine yaslarken onu beyaz gömleğinin iki yanından tutup kendime yaklaştırdım. "Doğum günüme dolu dolu iki ay kaldı," dedim kıpır kıpır sesimle.

Işıldayan bakışlarıma sakince dudağının tek kenarını kıvırarak karşılık verdi ve ani bir hareketle belimi kavrayıp kendine iyice bastırdığında hakimiyeti ele almıştı, ellerim yavaşça aşağı süzülürken nefesim birkaç saniyeliğine kesildi. Yüzüme birkaç santim öteden "Kararın kesin mi yani?" diye fısıldadı kurnazlık barındıran gözleriyle.

"Im..." diye mırıldandıktan sonra, "Kararım belli, hatta tek seçenek benim için. Ama bizimkilerin gönlünü yapmaya çalışacağım," diye cevap verdim.

Kararlılığımı ölçmek ister gibi, "Olmazsa?" diye sordu tek kaşını kaldırarak.

Hiç düşünmeden, "Olmazsa onlar kaybeder," diye cevap verdim. "Senden vazgeçmek huyum değildir benim."

İstediği cevabı almış gibi dudakları genişçe kıvrıldı ve boştaki eli yanağımın altına yerleştikten sonra başparmağıyla usulca okşayarak yüzüme daha fazla eğildi. Gözlerim istemeden dudaklarına kaydığında gülümsemesi yavaş yavaş solmaktaydı, kalp ritmim sekteye uğrarken duyduğum yutkunma ihtiyacını çok zor gidermiştim. Nefeslerimizin birbirine harman olduğu bir yakınlığa kadar gelmişken ellerini üstümden çekerek geri çekildi ve "Vakit kaybetmeyelim," diye açıklama yaptı. "Ayaküstü öpülmezsin sen."

Afallayan yüz ifadem bir kez daha gülümsemeyle biçim alırken yanaklarımın kızardığını hissettiğim için tekrar yüzümü elbiselerime çevirdim. Gözüme çarpan siyah tulumuma elimi atıp yerinden çıkardığımda Hakan "O olur," demişti hemen. Tulumun yakası ceket yakası gibi olduğundan resmi gözüküyordu, belinde siyah bir kemeri vardı ve pantolonu bileğime doğru daralarak ilerliyordu. İki yaka biraz geç birleştiğinden hafif bir göğüs dekoltesi dışında bir cesurluğu yoktu. Yine de bunu iyi taşıdığımı ve beni üşütmeyeceğini bildiğimden gardırobumun kapaklarını kapadım.

Hakan'a dönüp baktığımda beyaz gömleği ve siyah pantolonuyla hazırdı. Bakışlarımı yukarı kaydırdım ve yüzüne bakarak "Ben de hemen giyineyim," dedim. Geri geri adımlar atarak kendini yatağa bıraktı ve yatar gibi yayılarak oturduktan sonra cebinden telefonunu çıkardı. "Acelemiz yok yavrum."

Yine de hızlı adımlarla banyoya ilerlemiştim ve içeri girdikten sonra kapıyı kapattım. İlk işim dolaptan maşamı çıkarıp fişe takmak oldu, ben giyinirken ısınsa işime gelirdi. Okul formalarımı üzerimden çıkardıkça kirli sepetine atmıştım, iç çamaşırlarımla kaldığımda tulumumu elime alıp içine girdim ve ardından aynada çekidüzen vermeye başladım. İki yakasını düzelttikten sonra potluk olan yerleri düzlemiştim ve bu sırada alet ısınmıştı. Kısa saçın avantajı olarak işimin hemen biteceğini biliyordum. Açık renk, rengini tek bir kelimeyle anlatmanın mümkün olmadığı saçlarıma itinayla iri dalgalar vermeye başladım. Gözüme çarpmıştı ki saçımın rengi değiştiğinden beri siyah kıyafetler daha çok yakışıyordu.

Dalgalanan saçlarım yakamın üstünden sallanırken kendimi aynada inceledim ve şıklığımın tamamlandığını düşündüm. Lavaboya maşayı bıraktıktan sonra fişini çekip yanına sarkıttım ve kapıya yönelip dışarı çıktım. Hakan bıraktığım yerdeydi, çıktığımı fark edince bakışlarını üzerime dikti ve birkaç saniyede her detayı fark ettiğine emindim. Saçlarımı iki yana sallayarak, "Olmuş mu?" diye sordum.

Tereddüt etmeden, "Olmuş," demişti içten bir sesle. Gözleri tulumuma kaydığında iyiden iyiye vücudumu süzmüştü, bunda tulumun üstüme tam oturmasının ve kıvrımlarımı ortaya koymasının da etkisi olduğunu düşünüyordum. Bir şey diyecek gibi olmuştu ama sanki vazgeçmişti, muhtemelen itiraz kabul etmeyeceğimi hatırlamıştı. Odanın içine doğru ilerlerken, "Çok az makyaj yapayım, çıkarız," dedim ve makyaj malzemelerimin yanına ilerlemeye başladım.

Duvara monteli aynanın karşısına geçtiğimde elimdeki fondöteni diğer elimdeki süngere sıkarken göz ucuyla Hakan'ı kontrol etmiştim ve hala beni düz bakışlarla izlediğini görmüştüm. Benim de ona baktığımı fark edince neye baktığını sorgular gibi gülerek göz kırpmıştım. Yalnız o gülmemişti ve cevaben, "Gözlerimden sakınacağım kadar güzelsin," demişti tedirgin sesiyle. Sesi ciddi manada tedirgin geliyordu. Neyden çekiniyordu?

Aynaya kısa bir bakış attıktan sonra tekrar ona baktım ve "Senin yoluna feda etmek onurdur benim için," diye mırıldandım sevecen bir sesle. "Sakınma."

Dudakları kıvrılmıştı ama acı bir tebessümü andırıyordu bu. "Sana dokunanı, aramıza gireni yakarım," dedi ciddi bir sesle. "Gözünü alanın ışığını keserim, zihnine girenin küllerini savururum..."

Devam edecekti ki "Ne diyorsun?" dedim güler gibi bir sesle. "Nereden çıktı bunlar?"

"Cezbediciliğinden... Baş döndürücü güzelliğinden ve göz kamaştırıcı parlaklığından..."

Gülümsedim ve süngeri yüzüme sürmeye başlarken, "Bunlardan dolayı kaybetme korkusu yaşayacak olan varsa o da benim... Sen daha önce benzerine tanık olmanın mümkün olmadığı o kusursuz çehrenden haberdar mısın? Beni ilk görüşte çarpan elektriğin başkasını da çarpmayacağını nereden bileceğim?" Dikkatli gözlerine kısa bir bakış attım. "Bilemem... Ama senin ne kadar zor olduğunu bilirim. Herkesten çok bilirim. Kimsenin kolayca seninle iletişim kuramayacağını ve kalbine dokunamayacağından emin olabilirim. Sen de ol. Benim sana doymam, seni gözden çıkarmam dünyanın sonu olur; sen böyle bir şeye ihtimal tanıyor musun?"

Cevabımdan hoşnut olmuş gibi dudakları kibirle kıvrıldı. "O olmayan ihtimali delik deşik ederim." Gülümsemesine bir de tehditvari bir yan eklendiğinde çok daha gizemli ve ürkütücü gözükmeye başlamıştı. Duyduğu -ortada hiçbir şey yokken- kıskançlık ve kaybetme korkusu içten içe hoşuma gitse de bunun çok kolay kontrolden çıkabileceğini bildiğimden, keza öyle gözüktüğünden onu dizginletici konuşmak zorundaydım. Hiç bu kadar içinden gelerek beni sakındığını hatırlamıyordum, üstelik kendini tutamıyor ve tehditleri birden dudaklarından dökülüyor gibiydi.

Fondötenimi sürdükten sonra belimden itibaren aynaya doğru eğilerek rimelimi dikkatle sürdüm ve ardından hiç cevap vermeden şarabi renkteki rujumu da dudaklarıma yaydım. Malzemeleri önümdeki rafa bıraktıktan sonra yerimde dikleşip Hakan'a baktığımda bakışları hala bendeydi. Gardırobuma doğru yürürken ben de bakışlarımı ondan ayırmayarak, "Birilerinin canı tehditler savurmak isteyeceğine mekanının ehemmiyetini düşünmeli," diyerek ayakkabılarımın yanına geldim.

Eğilip seçim yapmak üzere hepsine göz attığımda siyah, burnu açık bir topuklu ayakkabıda karar kılmıştım ve yerlerinden çıkarıp yatağın kenarına çökerek giyinmeye başladım. Hakan'ın üzerime diktiği bakışları dikkatini evden çıkıp arabaya bininceye dek varlığını muhafaza etmişti ki trafikten fırsat buldukça hala yandan, tek kaşı hafif kalkık bir vaziyette beni süzüyordu.

Yolculuğumuz sakin, havadan sudan konuşularak, keyifli geçmişti. Çıkmaz'ın hafif dik çıkıntılı sokağına Hakan her zaman yapmış olduğu gibi ani bir manevrayla girdiğinde üzerimize dikilen bakışlardaki ilk olarak şaşkınlığa ve hemen sonra bu şaşkın ifadenin tanıdığa dönüşmesine alışmıştım. Çıkmaz sokağın sonundaki duvarın önüne geldiğimizde Hakan arabayı durdurdu ve anahtarı kilitten pratik hareketlerle çıkardıktan sonra dönüp bana yandan bir bakış attı. Kemerimi çözerken bakışına karşılık gülümsedim. Tek elini arabanın kapısının koluna attığı sırada, bakışlarını ileriye dikerek, "Umarım en son olduğu gibi bir manzara beklemiyordur bizi," diye homurdandı ağzının içinde.

Onun keyfinin kaçtığını görmek benim de rengimin atmasına sebep olmuştu ve içimden içeride Hakan'ı tatmin edecek kadar çok müşterinin olmasını dilemiştim. "Sıkma canını," dedim teselli vermek ister gibi. "Yine boş olsa da bu ancak abimin mekanından heveslerini alıncaya dek sürer. Sonunda dönecekleri yer tekrar burası."

Dudağının bir kenarını umursamaz bir edayla kaldırıp "Fark etmez," dedi. "Yabancıya giden bir şey yok."

Ancak arabanın kapağını açışı da kapatışı da bu konuşmaya göre fazla sert kaçmıştı. Çıkan sesle irkilip ben de usulca dışarıya süzüldükten sonra yavaşça kapımı kapattım. Etrafa bakındığımda önceki sefer gibi bir iki kişi görmek mümkün değildi, hatta kıyaslandığında şu an kalabalık olduğunu dahi söyleyebilirdim. Küme küme olmuş insanlardan bazıları sigara, bazıları içki içiyor, bazıları aralarında sohbet ediyordu. Buraya hava almaya çıktıklarını ya da arkadaşlarını beklediklerini düşünüyordum çoğu zaman.

Arabanın etrafını dolaşıp arkasına vardığımda beni beklemekte olan Hakan'a ulaştım ve benim için açmış olduğu koluna yavaşça girip gülümsedim. Belli belirsiz, hatta hayal gibi bir şeffaflıkla o da bana gülümsemişti ve yürürken etrafı keskin bakışları ile denetlemesinden sonra binadan içeri girmiştik. İnşaat kısım aynı dağınıklık ve pespayelik içerisindeydi. Hiçbir şey değişmemişti. Işıltılı ve şık koridora çıktığımızda buranın da her zamanki gibi olduğunu gördüm. Çıktığımız inşaatlığa bakınca burası her daim temiz ve göz alıcıydı. Dar, uzun, kırmızı halılı -çevresinde altın sarısı işlemeleri olan- koridoru kol kola, benim topuk seslerim eşliğinde yürüdük ve Hakan kapıdaki güvenliğe kafasıyla selam verdikten sonra ittiği kapıdan kendi ve beraberinde beni geçirdi.

İçeri girdiğimizde karşılaştığım kalabalık manzaradan önce kulaklarıma dolan müzik sesi hoşnut etmişti beni. Basamakları inerken yüzümde bilinçsiz bir gülümseme oluşuvermişti. Dans eden, gülüşen ve eğlenen insanları görmek sanki benim mekanımdan memnunmuşlarcasına sevinmeme yol açmıştı. Çaktırmadan Hakan'a göz attığımda yüzünün sert bir ifadeye büründüğünü ve çenesinin katılaştığını gördüm. Böyle bir görüntüye sahip olmak için mi bu haldeydi yoksa gözüne çarpan bir şeye mi sinirlenmişti?

İçerisinden geçtiğimiz insan karmaşasının içinde bunu sormanın uygun düşmeyeceğini düşünerek ağzımı açmadım ve bir an önce tenhaya çıkabilmek umuduyla Hakan'ın hızlı adımlarına yetişmeye çalıştım. Nihayet sayılı boş masadan biri olan, sadece Hakan ve beni otururken gördüğüm masaya varabilmiştik ve ben hızlıca koltuğuna çökmüştüm. Hakan hemen yanımızdaki bar tezgahına, Ayhan'ın yanına gitmişti.

Yerleştiğim yerden göz ucuyla onları izlerken Ayhan'ın hemen Hakan'ın yanına geldiğini ve hararetle bir şeyler konuşmaya başladıklarını görmüştüm. Dakikalarca konuşmuşlardı ve bu sırada Ayhan müşterilere dahi bakmamıştı. Hakan sırtını çevirip bana döndüğünde Ayhan müşterilerin yanına telaşla ilerledi. Hakan etrafı delici bakışlarıyla süzüp sanki bir düzensizlik arıyormuş gibi sinirle bakınırken yanıma varmıştı. Hırsla dibime çöktü ve koltuğun sırtlığına dayanıp bacak bacak üstüne atarak yayıldı. Gövdesine sokuldum ve koltuğun tepesine uzattığı kolunun altına girdikten sonra "Bir sorun mu var canım?" diye sordum.

Yüzüme bakmadan, hırslı bakışlarını hala etrafta gezdirerek olumsuz anlamda dilini şaklatmıştı. Öyleyse neden bu haldeydi? Mekanın müşteri durumu da yerinde gözüküyordu. Ya da ben öyle sanıyordum. Keyifsiz bir ifadeyle ondan ayrıldım ve arkama yaslanıp kollarımı önümde bağladıktan sonra ben de çevreye bakınmaya başladım. Şu aklımın ermediği, hatta hiçbir zaman öğrenemeyeceğim işler ne zaman biterdi? Hakan'ın canı sıkılıyorsa ya benim de sıkılmalıydı ya onun da sıkılmamalıydı. Ya beraber düşünüp konuşmalı ve çözüm üretmeliydik ya da Hakan tek başına başa çıkmaya çalışmamalıydı.

Bacağımın üstünde iri bir elin varlığını hissedince irkildim ve ilk önce bacağımı bütünüyle kavrayabilmiş, büyük ele ve sonrasına sahibine, Hakan'a dönmüştüm. "Önemli bir şey değil," dedi alçak sesle. "Halledilir."

Zar zor gülümsemeyi başardım ve "Tamam öyleyse," diye mırıldandım.

Ayhan birkaç dakikaya içkilerimizi getirmişti. Yani Hakan'ınki içkiydi ama ben benimkini enerji içeceğine benzetmiştim. İlk olarak Çıkmaz'dan başlayan muhabbetimiz havadan sudan, alakasız yerlere dağılmıştı ve onun o iri, güçlü gövdesine yaslanmış, bütün ağırlığımı vermiş bir şekilde oturmuş etrafı süzmekteydim. Her şey yolunda gibiydi, insanlar eğleniyordu ve mutlu gözüküyorlardı. Köşede bir masada oturan ve eğlenmeyen sadece bir kişi dikkatimi çekmişti. Tek başına oturuyordu, üstünde siyah kapüşonlusu vardı ve kapüşonu bütün kafasını kapatmıştı. Ne ayağa kalkmaya niyeti varmış gibiydi ne de yanına biri geleceğe benziyordu. Arkası bize dönük olduğu için yüzünü göremiyordum, yüz ifadesini de görseydim eğlenmediğinden tamamen emin olabilirdim.

Nihayetinde kafasını kalabalıktan yana çevirdiğinde yüzünün yarısını görebildim ve tanıdık bir esmerliğe rastladım. Simasının bana yolladığı tanışmışlık hissi kaşlarımı çatmama sebep olmuştu. Kim  olduğunu tam çıkaracağım sırada Hakan'ın öne atılmasıyla kendimi toplamak ve yerimde dikleşmek zorunda kalmıştım. Kafamı kaldırdığımda bir arkadaşının geldiğini gördüm ve onlar tokalaşırken benim gözüm tekrar o çocuğa kaydı. Tanıdığımdan hem o kadar emin, hem de hiç tahmin yürütemeyecek kadar yabancı hissediyordum. Önüme uzatılmış bir el gördüğümde bakışlarım tekrar masamıza döndü ve Hakan'ın yerine çöktüğünü, arkadaşının ise benimle selamlaşmaya çalıştığını gördüm. Uzattığı eli aceleyle sıkarken "Merhaba," dedim zar zor gülümseyerek.

O da bana gülümseyerek, "Merhaba," dedi. Uzun yüzlü, seyrek saçlı bir çocuktu. "Adım Serhat. Hakan'ın yakın arkadaşıyım."

Hakan'a gülümseyerek baktım. Muhtemelen kendini Hakan'ın yakın arkadaşı sanıyordu ama onu daha önce hiç görmemiştim ya da lafı hiç geçmemişti. "Memnun oldum, ben de Ceren." Başparmağımla Hakan'ı gösterdim ve küçük bir kıkırtıyla "Hakan'la sevgiliyiz," diye açıkladım.

O da gülerek kafasını salladı. "Biliyorum, biliyorum... Mahsuru yoksa yanınıza oturabilir miyim?"

Hızlıca kafamı salladım. "Tabi... Sorun değil."

O Hakan'ın yanına oturduğunda ve ilk birkaç cümle haricinde konuya dahil edilmediğimde ilk yaptığım yönümü o kim olduğunu çıkaramadığım ancak kafamı kurt gibi kemirmeye başlayan çocuktan yana dönmek olmuştu. Sanki bu sürede zihnimde tanımlanmış gibi bakar bakmaz ismi ve onunla ilgili her şey kafamda belirmişti.

Mirza.

Elif'le aynı fakir mahalleden olan Mirza'ydı.

Onun olduğuna emin olduktan sonra tanımak için kullandığım ilgim bu defa tavrının tuhaflığına takıldı ve kaşlarım biraz daha çatıldı. Nedense çok sakıngan gözüküyordu, bir köşeye sinmişti ve yanında kimse yoktu. Kimse onunla muhatap olmasın hatta görmesin ister gibi bir tavrı vardı. Kafasını tamamen örten kapüşonu bu sebeple taktığını dahi düşünebilirdim. Peki neden? Bu sakıngan ve tetikte bekler gibi hali neden olabilirdi?

Onun hakkında bildiğim sayılı bilgilerin ışığında yürüttüğüm ilk ve tek tahmin, acaba parası olmadığı için mi bu kadar çekingen durduğuydu çünkü gerçekten fakir olduklarını gözlerimle görmüştüm ve başkaca bir tahmin yürütemiyordum. Ne yapmalıydı? Yanına gidip bir içki mi ısmarlamalıydım? Bunu kabul eder miydi? Belki de bir selam versem dahi bundan cesaret alırdı, hatta mekanın sevgilimin olduğunu söylersem çok daha rahat davranacağını düşünüyordum. Hakan ve arkadaşının konuşmasının arasına aniden girip "Bir arkadaşımı gördüm, yanına uğrayabilir miyim?" diye sordum telaşla.

Hakan halime şaşırır gibi duraksayıp yüzümü süzdü ve tek kaşı hafifçe kalkarken aceleye gelmiş bir şekilde "Git," dedi isteksiz, anlam verememiş gibi bir sesle.

Bunun üzerine yerimden fırladım. O gün bana yardımı dokunduğundan mıdır nedir, sıkıntılı halini çözme isteğiyle dolmuştum. Belki de bu benim kuruntumdu. Arada birkaç masalık mesafe olduğundan ve ben oldukça hızlı yürüdüğümden hemen yanına varmıştım. Arkadan yaklaştım ve daha o beni fark etmeden tek omzuna yavaşça elimi koydum. Dönüp afallamış bakışlarla yüzüme baktığında beni çıkarmaya çalıştığını hissettim ve zar zor gülümseyerek elimi omzundan çekip masanın çevresini dolanarak karşısına oturdum. Ölümcül derecede ciddi ve kati olan bakışları bir an olsun üzerimden ayrılmamıştı. Beni ilk gördüğünde kalkan kaşları şimdi çatıktı ve konuşmuyor, sanki benden açıklama bekliyordu. Tadı kaçmış gibiydi. Bu beni tanımamasından çok rahatsız edildiğinden, inine izinsiz birinin girdiğinden kaynaklanıyordu sanki. Uzatmadan, "Beni tanımadın mı?" dedim gülümseyerek.

Duygusuz bakışları ve kasılan çenesiyle beni yandan yandan süzdü ve "Tanıdım..." dedi homurdanır gibi. "...da... ne alaka?"

"Rahatsız ettiysem üzgünüm," dedim hızlıca. "Seni gördüm ve tanıdım... Canın sıkkın gözüküyordu, aynı zamanda burası sevgilimin, halledebileceğimi düşünerek yanına geldim."

Ağzından histerik, stresli ve sinirli bir gülüş kaçtı ve "Halledebileceğin bir şey değil," dedi alaycı bir sesle.

Tavrını garipseyerek tekrar sordum: "Bahsetmek ister misin?"

Mirza daha cevabını veremeden ne zaman yanımıza geldiğini fark etmediğim Hakan, masamızın başında bitmişti. Masanın çevresini dolaşıp yanıma oturdu ve koltukta yayılırken tek kolunu benim arkamdan ileriye uzattı. Mirza'yı sorgular gözlerle süzüp nihayetinde bana göz ucuyla baktı ve "Arkadaşının kız olduğunu sanmıştım," dedi delici bakışlarıyla.

Mirza'ya kısa bir bakış attım ve "Im... hayır..." diye mırıldandım. "Erkek... Tanışmak istemez misin?"

Hakan Mirza'nın gözlerinin içine bakarak "Lüzumu yok," dediğinde böyle bir cevap beklemediğimden yüzüne bakan gözlerimi birkaç kez kırpmak zorunda kalmıştım.

Kendimi toparladığımda güçlükle Mirza'ya döndüm ve mahçup bir ifadeyle gülümsedim. Kendimi misafirlikte oğlunun yaptığı yaramazlıklardan utanan anneler gibi hissediyordum. Daha da fenası, Mirza Hakan'ın kıskançlığını ya da hat safhadaki korumacılığını fark etmiş olacak ki anladığım kadarıyla bunun daha çok üstüne gitmeye başlamıştı çünkü kurduğu cümlelerdeki yansıtmak istediği samimiyete sahip değildik. "Beni de yalnızca Ceren ilgilendirir zaten," demişti rahat bir tavırla. "Ama görüyorum ki sevgiliden yana aklını kullanamamış."

Hakan şaşırtıcı sakinliğiyle "Ne gibi?" diye sormuştu sadece.

Mirza dudaklarını geriye doğru büküp "Bilmem..." dedi. "Fazla ilkel gözüküyorsun. Ceren ise daha naif, medeni ve... kibar bir kız. Hem... sana göre fazla çıtır değil mi?"

Son cümlesini kısık gözlerle, ciddi manada soru sorar gibi söylemişti. Gözlerim yavaşça büyüdü ve korkuyla Hakan'a döndüm. Neyse ki öfkesini kontrol edebiliyordu ancak boynunda belirginleşen damarları fark ediyordum. "Haddini aşanlara verdiğimiz cezalar da ilkel yöntemlerledir," dedi yavaşça. "Sahip olmadığı şey hakkında çok fazla laga luga yapanlara da..."

Mirza göz dağı verir gibi rahatça, kollarını iki yana açarak arkasına yaslandı ve "Sahip olmak yerine karşımdakinin kendini bana ait hissetmesini yeğlerim," diye cevap verdi. Ardından mırıldanır gibi konuştu: "Sahip olmak demek? Hım... Ceren'in seninle ne işi olduğunu bu açıklıyor sanırım."

Hakan'ın dudakları alayla kıvrıldı ve "Ne zavallı adamsın," dedi eğlenir gibi. "Şimdi de kendini Ceren'i zorla yanımda tuttuğuma mı inandıracaksın? Böylesi daha çabuk sindirilir tabi... Haklısın. Ancak esefle itiraf edebilirim ki hayatına giren kadınların sana duyduğu hislerin tamamı Ceren'in bana attığı tek bakışının içindeki sevgiyle kıyaslanamaz."

Mirza'nın rengi solmuş gibiydi ama yine de sürdürdü. "Senin için bunu başarmak zor olmuş olmalı... Ceren'i kaçırmamanı tavsiye ederim çünkü aksi takdirde bu zorba, sıkıcı halinle terk edilmeye mahkum gözüküyorsun."

Hakan'ın uç noktasına bilmeden değindiğini fark edince yavaşça yutkundum. Ne aptalca bir gerginlik oluşmuştu öyle? Ne gereği vardı bu tartışmanın? Hakan yüzündeki pişkin ifadeyle cevap verdi: "Kaç kez terk edilmiş olursam olayım başkalarının ilişkilerini tahlil etmek yerine -üstelik istenmeden- yoluna bakan adam olurum."

"Size müsaade o zaman," dedi Mirza arsız bir sırıtmayla. "Yanlış hatırlamıyorsam masama çöreklenen sizdiniz. Ceren'e kapım hep açık ama..."

Hakan ayaklandı ve artık yüzünde direnemeyen sahte sırıtmayı bir kenara bırakarak, "En küçük biriminin içinde bulunduğun bütün kapılar Ceren'in zaten," diye cevapladı ciddiyetle. Ardından işaret parmağıyla sertçe masayı işaret etti. "Benim masamdan kalkıp yine benim masalarımdan birine gidiyoruz."

Hakan'ın peşinden ben de ayağa kalktım ama hareket etmediği için ilerleyemedim çünkü Mirza laf yetiştirmeye çalışıyordu. "Konu mekan sahipliğine geldiyse kovulmadan kalkabilirim... Yeterince canını sıktım zaten, beni görmeye tahammül edemeyebilirsin."

Onun pişkinliğine karşılık Hakan sertçe yüzüne eğildi ve "Bu gece bütün içkilerin benden," dedi alçak ama vurgulu bir sesle.

Ardından bana dönüp sert bir bakış attı ve hızla elini uzattı. Aceleyle avucunun içine elimi bıraktım ve hızlı adımlarıyla beni peşinden savurmasına izin verdim. O atlattığımız şey de neydi öyle? Neden böyle bir şey yaşanmıştı? Olayların gidişatını yakalayamamış ve anlam da verememiştim. Tek bildiğim Hakan'ın sinirini atamamış olmasıydı. Az önce oturduğumuz masaya geldiğimizde Hakan elimi bıraktı ve yüzüme bakmadan sertçe koltuğa çöktü. Yanına usulca çökerken ne dersem diyeyim yanlış olacağını düşünerek sessiz kaldım ve bu sessizlik birkaç dakikaya Hakan'ın harekete geçmesini sağlamıştı. Bana dönüp "Beni ne kadar seviyorsun?" diye sormuştu hırsla.

"Ne?" dedim şaşırarak.

Bu defa, "Beni seviyor musun?" diye sordu sinirli sesiyle.

Kaşlarımı hiddetle çattım. "Delirdin mi sen? Seni sevmiyorum, sana tapıyorum! Bilmez gibi konuşma."

"O zaman neden ağzını açıp bir şey diyemedin o piçin yanında? Senin sevgini savunmak bana mı düşerdi sence? Neden hiç konuşmadın?"

Sesimi yükselterek, "Çünkü sana kanıtladıktan sonra kimse umrumda olmadı," diye cevap verdim onun duyduğu öfkeyi misliyle iade ederek. "Ne yapsaydım, şöyle seviyorum böyle seviyorum diye anlatsa mıydım? Çocuk muyum ben sizin gibi aptal münakaşalara gireyim? Bu kadar uzatmanın, hatta tartışma başlatmanın ne alemi vardı? Kısaca tanışsaydın ve kalkıp masamıza gelseydik olmuyor muydu?"

Öfkemi yatıştırdıktan sonra Hakan'ın koltuğuna sindiğini görür gibi olmuştum ve yüzüme bir süre hafifçe açılan gözleriyle baktıktan sonra sessizce önüne dönmüştü. Suratımı asarak uzun, ay şeklindeki koltukta dibinden ayrılıp ondan uzaklaştım ve diğer uca kayarak masadaki meyvelerle ilgilenmeye başladım. Getirilen atıştırmalıkların tadına bakarak epeyce vakit geçirmiştim ve onlardan da sıkıldığımda kollarımı önümde bağlayarak arkama yaslanmış, çevreyi incelemeye başlamıştım. Hakan çaktırmadığını sanarak beni göz ucuyla kontrol ediyor ama o da laf atmıyordu. Birkaç kişi gelip selam vermişti ve bir kişi de masamıza oturup Hakan'la sohbet etmişti.

Saat gece yarısını geçip mekandaki insan sayısı yarıya düştüğünde ikimiz de inatçılığımızı sürdürüyorduk ancak deliler gibi özlediğimi hissediyordum ve bir an önce koltukta açtığım mesafeyi tekrar kapatıp koynuna sokulma arzusuyla dolmuştum. Bundandır ki ona arada attığım kaçamak bakışların sıklığı epeyce artmıştı. Kirpiklerimin altından bir kez daha mağrur bir ifadeyle onu süzeceğim sırada o da gözlerini bana dikti ve öyle bir ifadeyle baktı ki sanki bakışlarımı tutmuştu, önüme dönüp kaldığım yerden bakınmaya devam etmek mümkün olmadı. Kaygıyla yüzüne bakarken onun dudağının bir kenarı yanağına tırmandı ve koltukta yanını işaret ederek, "Gel buraya," dedi bir emir gibi.

İçimden geçen yanına fırlamak olsa da omuzlarımı yalancıktan silktim ve örtmeye çalıştığım gülümsememle "İstemiyorum," dedim kendime bile inandıramadığım sesimle.

O ise aşikar bir sırıtmayla tekrar yanını gözleriyle işaret edip "Çabuk," dedi itiraz istemiyormuş gibi.

Yüzeye çıkan gülümsememle beraber daha fazla direnemedim ve ayağa kalkıp hızlıca masanın etrafını dolanarak yanına çöktüm. Fazla yakın yakına olduğumuzdan koltuğa yaslanmak, hatta hayli sinmek zorunda kalmıştım ama Hakan halden anlamaz bir şekilde bir elini bacaklarımın öte yanından koltuğa bastırarak, kafasını ise hizama eğip yüzüne yüzüme yakınlaştırarak beni kendi çizdiği sınırlar içerisine hapsetmeye çalışıyordu. Yanaklarıma toplanan kanla beraber gözlerimi kucağımdaki ellerime eğdim ama biraz daha yakınlaşırsa bakmamak mümkün olmayacaktı. "Niye naza çekiyorsun kendini bakayım?" Tek elini bacağıma attı ve kabaca sıvazladı. "İlgi mi istiyor senin canın?"

Beklemediğim bu ani hareketi ve çok daha fazlasını yapabileceğini düşündüren ses tonundan dolayı beynim tehlike sinyalleri vermeye başlamış olsa da ben yüz ifademden ve duruşumdan taviz vermemeye çalışıyordum. Bacağıma attığı elini belim ve diz kapağım arasında gezdirerek sertçe okşamaya başladı ve o an benim bu çekimser halimin onu daha çok körüklediğini hissettim. Beni köşeye sıkıştırmaktan keyif alıyor gibi gözüküyordu. Hafifçe önüme eğdiğim başıma doğru daha çok eğilerek, "Hakan Atan'a küsmek yok Barbie," diye fısıldadı içimdeki tuhaf kıpırtının fitilini ateşleyen sesiyle. "Yasak."

Fısıltısındaki çekiciliğin nefesimi tıkamaması için uğraşıp yutkunmaya çabalarken bacağımdaki elini birden çenemde hissettim ve kavradığı eliyle kafamı yukarı dikip kaldırdığı kaşlarıyla, "Neymiş?" diye sordu talepkar sesiyle.

Ne yapacağımı bilemeyişimin göz bebeklerimin içine kıpırtı ve telaşlı bir canlılık bıraktığını biliyordum ve bu Hakan'ın da gözünden kaçmamıştı; bakışlarımı incelerken ilk olarak dikkati, ardından yüzündeki zorlayıcı ifade dağılacak gibi oldu ancak hemen sonra hızlıca toparlayıp kaşlarını tavizsizce çattı. Böylelikle hepten umudumu yitirip kulağa nasıl geleceğini çaresizlikle göz ardı ettiğim sesimle, "Küsmeyeceğim," diye mırıldanıp hemen ardından bakışlarımı tekrar yere indirdim.

Teması bu şekilde olduğu sürece diken üstünde gibi hissedip onunla rahat konuşamayacağımı anlayamıyor muydu? Hayır, anlamaz olur muydu? Bu işine geliyordu ve daha çabuk lafını kabul ettirip arayı bulmaya çabalıyordu. Yüzüme alttan sokulduğunu hissettim ve yanağıma çarpan nefesiyle "Öp beni," diye fısıldadı.

Kalbimin kanını sanki daha ağır, daha vurgulu pompaladığını hissettiren bu cümle normalde belki keyifle yapacağım bir hareket içeriyordu ancak şu an ben bu haldeyken, kendimde değilken ölüm gibiydi. Çatılan kaşlarımla "Hakan..." diye mırıldandım sızlanır gibi ve bakışlarımı yerden kaldırmadan yalvarır gibi devam ettim. "Lütfen."

Kasti olduğundan emin olduğum, baştan çıkarıcı bir sesle "Hadi güzelim," diye fısıldadı sıcak nefesini bilerek yanağıma, boynuma üfleyerek. "Öp barışalım."

Yakınlığındaki sabitlikten kararlılığını çözmüştüm ve daha fazla dayanamayıp ürkekçe ilk olarak bakışlarımı, ardından başımı havaya kaldırdım ve tedirgin bir bakışa yer verdikten sonra hafifçe ona meyletmem dudaklarımızın birleşmesi için yeterli olmuştu. Sonunda istediğini almışçasına kibirli, vahşice öpüyordu beni. Alt dudağımı dişlerinin arasına alarak canımı acıtacak derecede sertçe ısırdı ve benden yana boğuk bir inlemeden sonra bu defa şefkatle, iyileştirmeye çalışır gibi yumuşak yumuşak yumuşak öpmeye başladı.

Hemen sonra bir ritim bulmuştuk ve ten uyumumuz hakimiyeti eline almıştı. Dakikalar küçük küslüğümüzden doğan hasreti değil, en son öpüşmemizden bu yana biriken hasreti silip süpürmek ister gibi olduğundan birbiri ardına eklenip hızlıca peyda olmuşlardı ve onun bana, benim de ona o zamandan bu zamana aktarmamız gereken o kadar şey birikmişti ki nefes nefese bir halde kafamızı kaldırdığımızda mekanda bir avuç insanın kaldığını gördük.

Etrafı gözledikten sonra bakışlarımız tekrar birbirine değdi ve hem yaramaz hem de mahçup bir ifadeyle alt dudağımı dişleyip "Kesin bizi gördüler," dedim çocuksu bir sesle.

Hakan kollarını iki yana açarak ve "Alem aşk görsün be," diye bağırarak ayağa kalktı ve etraftakilerden utansam da kıkırtımı durduramadım. Hakan bana sırtını dönüp bar tezgahına doğru ilerledi ve "Ayhan, kapat oğlum mekanı!" diye seslendi enerjik sesiyle.

Ayhan koşturarak önünde belirdi ve kafasıyla onayladı. "Tabi abi, hemen."

Ardından Hakan tekrar bana döndü ve "Hadi yavrum," dedi seslice. "Toparlan."

Çantamın kulpunu kavrayıp ayağa gülümseyerek kalktığım sırada az önce Hakan'ın bütün mekanı saran sesi gibi, bir başka birinin sesinden "Seni biraz meşgul edeceğiz Hakan Efendi," sözlerini duydum.

Sesteki uğursuz çınlamalar anında yüzüme, sesime, içimdeki kaslara kadar etki ederken korkuyla omzumdan geriye döndüğümde tanımadığım bir adamın bizden yana geldiğini gördüm. Hakan da çatılan kaşlarıyla adama doğru yürürken, "İzin verdim, et bakayım," dedi neyin nesi olduğunu bir an önce anlamak ister gibi, aceleci bir tavırla.

Adam Hakan'ın çelik kadar sert ifadesini ve kendine güvenini görünce bozulur gibi oldu ama onu hemen alaycı bir gülümsemeyle örtmeye çalıştı. Aralarında birkaç adım kalası karşı karşıya durduklarında adam aniden ciddileşerek, "Senden kabul etmemen durumunda hiç istemeyeceğin şeyler yaşayacağın bir isteğim olacak," dedi hızlıca.

Gözü bir anlığına bana kaydığında ürpererek yüzümdeki donuk ifadeyi topladım ve Ayhan'ın kasılmış yüz hatlarıyla yanımda belirdiğini gördüm. Gözleri ise pür dikkat olanlara kilitlenmişti. Hakan çenesinin ucunu hiddetle havaya kaldırıp "Kabul etmiyorum," dedi asabi bir sesle.

Aşırı bir seviyede sinirlendiğini görmek uzaklardan bile mümkündü. Adam başını önüne eğerek güler gibi oldu ve bu sırada üstüme doğru mekanın içinde bulunan başka bir adamın gelmeye başladığını ayrımsadım. Bunun Hakan da farkına anında varmıştı ve hiddetle çatılan kaşlarının altındaki keskin bakışları adama odaklanmıştı. Yanıma gelen adama şaşkın bakışlar attığım sırada beni kolayca kolumdan kavrayınca şaşkınlığım arttı. Hakan kafasını önüne çevirdiğinde ağzından histerik bir kahkaha kaçtı ve ardından, "İkinizi aynı anda yere seremeyeceğimi mi sanıyorsun?" diye sordu birden ciddileşerek.

Adam pişkin bir tavırla, "Denesene," diye meydan okumuştu hemen.

Hakan adama doğru iri ve kıvrak bir adım atmıştı ki mekandaki geri kalan herkesin ayaklanmasıyla gözlerimiz, dehşetle büyüyen gözlerimiz arkaya kaydı. Bunlar da kimdi böyle? Sona kalan birkaç insandan ibaret olduklarını düşünürken bunların hepsi birlikti ve Hakan'ı sıkıştırmak için sona kalmışlardı, öyle mi? Üstelik nerden baksan yedi sekiz kişi varlardı.

Hakan benden çok daha önce bu durumu kanıksayıp göz ucuyla beni kontrol etti ve adamın bana bir şey yapmadığını, hatta kolumu dahi sıkmadığını fark edince sakin kalma çabasında başarıya ulaşarak yönünü adamdan yana dönüp bıkkın bir sesle "Ne istiyorsun?" diye sordu.

Adam pişkin tavrında ısrara devam ederek, "Çok basit," dedi sırıtarak. "Mekanını kapatmanı istiyorum."

Hakan cevap vermeye tenezzül dahi etmezcesine, "Asla," dedi tükürür gibi.

Adam yalancı bir naziklikle "Dur canım, hemen reddetme," diye devam etti. Ayhan'a yavaşça döndüm ve fısıltıyla "Hakan'ın arkadaşlarından falan kimse yok mu?" diye sordum.

Ayhan kafasını endişeyle iki yana salladı. "Ne zamandır mekana gelmediği için arkadaşları uğramayı kesti."

Arkamdakinin değişik homurtular çıkararak önüme döndürmesiyle dudaklarımı birbirine bastırdım. Tamam, bu tam da benim suçumdu. Onu eve bağlayıp mekanından uzak kalmasını sağlamasaydım şu an etrafında bir sürü insan olabilirdi. "Bilirsin..." dedi adam rahat bir tavırla. "Zenginlerin ve varoşların takıldığı yerler birbirinden ayrı olur. İkisinin alıcısı da vericisi de apayrıdır. Biz de varoş kesimin çocukları olarak, doğduğumuz çevrede, doğduğumuz çevreye uygun olarak bir mekan açmak istiyoruz. Ancak senin mekanı bilmeyen yok ve işin can sıkıcı kısmı... iki kitleyi de elinde tutuyorsun. İki tarafta burada eğleniyor, başka hiçbir gece mekanı burası kadar tutulmuyor."

Hakan sadede gelmesini ister gibi, sıkılgan ve gevşek bir tavırla kaşlarını havaya kaldırdı. "Senden ricam..." diye devam etti adam. Bu sırada Ayhan tezgahına dönmüştü. "...burayı kapayıp sana uygun, janjanlı, concon bir mekan açman. Hem bizim ekmeğimizi elimizden almamış olursun, ki o dökük mahallelerde çürüyen insanlar olarak müşteriyi de bizim hak ettiğimizi düşünüyoruz, hem de daha vakıf olduğun kitleyi ve yaşantıyı idare edersin."

Hakan aheste bir tavırla dilini şaklattı. "Ben iki kesime de hakimim. Bilmediğim işlere burnumu sokmam zaten. İki taraf da memnunsa bu da başardığımı gösterir. Biraz daha vaktimi çalarsan bunu sana ağır ödetirim."

Hakan'ın usturuplu izahatını tehdite bağlamasına şaşırır gibi olduktan sonra arkaya dönüp adamlarına ne anlama geldiğini anlayamadığım, belki de boş bir bakış attı. Bunun üzerine adamlardan biri harekete geçip onlara yanaştı ve elindeki çakmağı çakıp en yakınındaki sandalyenin minderini alazlarken "Güzellikle olmazsa zorla," diye mırıldandı. "Ne zamana kadar piyasada tutulmayı düşünüyorsun ki? Her yükselişin bir de çöküşü olur."

Bir an için Hakan'ın yanında olma arzusuyla kavrulup arkamdaki adamı unutarak öne atılmıştım ki elini saçlarıma atıp sertçe asılmasıyla gerisingeri bir iki adım atıp acıyla inleyerek hatırladım. Hakan ve diğer herkesin bakışları bize döndüğünde Hakan'ın kişi sayısı bakımından dezavantajlı olduğumuzu bildiğinden kendini sakin ve soğukkanlı olmaya zorladığını biliyordum. Tek kaşını kaldırdı ve "Her kalabalığın bir de tenhası olur," dedi hepsine ithaf eder gibi. Arkamdaki adama bakarak kafasını imayla aşağı yukarı sallayıp "İndir o elini yoksa kolunla beraber keserim," dedi sessiz ama bir o kadar da inandırıcı bir tehditle.

Arkamdaki adamın alayla "Öyle mi?" diye sorduğunu duydum ve hemen ardından saçıma ağırlığını o kadar verdi ki belime kadar acıyla bükülmek zorunda kalmıştım. Hakan'ın göz ucuyla öne atılacağını gördüğüm sırada tanıdık bir erkek sesi, "Kızı bırak," otoriter bir sesle.

Şaşkınlıkla bakışlarımız o tarafa döndüğünde Mirza'nın ışık almayan bir köşede hala oturduğunu gördüm. Dudaklarım şaşkınlıkla aralanırken ona garipseyen bakışlar attığımı fark etti ve gülümsedi. "Sana mahallece zenginlerden nefret ederiz demiştim."

Hatırlamaya çalıştığım için kaşlarım hafifçe çatıldığında bu cümleyi tanıştığımız gün kurduğunu hemen anımsadım. Arkamdaki adam itirazla, "Böyle konuşmamıştık," dediğinde Mirza, "Evet ama şimdi böyle olması icap ediyor. Sal kızı," diye üsteledi.

Bunun üzerine kısa bir süre daha adamın elleri üstümde kaldı ve sonrasında tamamen serbest bıraktı. Tek elimle acıyan saç diplerimi ovuşturarak Hakan'ın yanına koşturdum ve ürkek bakışlarla yanına vardığımda tek koluyla belimi sarıp beni kendine bastırdı. Bulunduğumuz mekanın gerçekliğini reddedercesine başımı göğsüne gömdüm ve zifiri karanlığa burayı yeğledim. Gel gör ki seslere bir çare bulunmuyordu. Hakan'ın karşısındaki adam, "Evet dersen hiçbir şey kaybetmezsin," dedi ikna olmasını ister gibi. "Yine döndürürsün mekanını. Para da kazanırsın. Tek yapman gereken biraz lükse kaçmak..."

Peşinden sandalyeyi alazlayan adamın sesi duyuldu. "Ve bu işin pembe kısmı... Elimdeki çakmağı Çıkmaz sokağını tutuşturmak için kullanmak zorunda bırakma bizi."

İrkilerek kafamı göğsünden kaldırdım ve şaşkınca Hakan'ın yüzüne baktım. Kafasını aşağı eğip bana güvence verircesine baktığında ondan ayrıldım ve önüme döndüm. "Tamam..." dedi Hakan isteksiz bir sesle. "Teklifinizi düşüneceğim."

Hakan'ı iknaya çabalayan adam kendini tutamayarak kahkahayı bastı ve sonrasında, "Çocuk mu kandırdığını sanıyorsun sen?" diye sordu. "Sözleşme imzalayacağız."

Hakan'ın büsbütün gerildiğini şimdi hissetmeye başlamıştım. "Ne sanıyorsun?" diye sordu. "Burayı benim gibi yönetebileceğini mi? Ben olmasam iki güne kimse kalmaz burada, elinde patlar. İstediğinin bu olduğuna emin misin?"

Adam tecrübeli bir edayla "Bu kadarını biz de biliyoruz Atan," diye cevap verdi. "Bana satacaksın ama ben de işletmeyeceğim. Biz başka yere açacağız mekanımızı. Sadece senin işletmediğinden emin olmak istiyoruz."

Hakan'ın bunun üzerine diyecek bir şeyi kalmamış gibiydi. Adam sessizliğini bir ışık olarak görüp bu ışıkta yürümeye başladı ve iç cebinden dörde katlanmış bir kağıt ve tükenmez kalem çıkardı. Hemen yanımızdaki masaya ilk olarak açarak kağıdı ve ardından kağıdın üstüne kalemi bıraktı. Hakan yan bir bakışla kağıda göz attıktan sonra elinin ucuyla kendine çevirdi ve üzerindeki kalemi kenara iterek okumaya başladı.

Adam Hakan'a okuması için zaman tanıdıktan sonra kağıtta oyalanan bakışlarını fark etti ve bitirici darbelerini indirmeye başladı. "Akıntıya karşı kürek çekmenin faydası yok Atan. Zamanımızdan çalma daha fazla. Zaten ya güzellikle vereceksin, ya harabeye çevireceğiz. Kapıda da adamlarımız var. Gerçi seni gafil avlayacağımızı biliyorduk ama yine de tedbirimizi aldık. Sonra... güzel mi güzel sevgilini düşün. Mirza'ya bakma sen, herkesten korusa bile kendinden koruyamaz."

"Kimsenin korumasına muhtaç değil benim sevgilim," dedi Hakan kasılan çenesiyle. "Olmayacak da. Ama şu saatten sonra sizin analarınızı korumanızı tavsiye ederim."

Adam rahat bir tavırla kafasını iki yana salladı. "Konuyu dağıtmayalım Atan. Kağıda dön."

Hakan ağır hareketlerle kafasını tekrar masadan yana çevirmek zorunda kaldı ve oyalanabildiği kadar oyalandıktan sonra kalemi istemeyerek eline aldı. Deli gibi bir çare düşünüyordum ama aklıma hiçbir şey gelmiyordu. Nasıl da kapana kısılmıştık öyle! Yalvarır bakışlarımla zar zor Mirza'yı buldum ve ona yardım ister gibi baktım. Rahat olmamı söyler gibi gözlerini sakin, hatta pişkince yumunca omuzlarım kendiliğinden düştü ve artık bir çaremizin kalmadığını kabul etmek zorunda kalarak Hakan'a döndüm. O da böyle düşünüyor olacak ki kalemi parmaklarının arasında dengeleyerek kağıda doğru eğildi.

Saniyeler içerisinde hat safhada bir baş ağrısı çekmeye başlamıştım ki bunun bile birazdan yaşayacak olduğumuz kayba değer olmadığını düşünüyordum. Çaresizliğimizi ve yılgınlığımızı tarif edecek kelimelere muktedir değildik. Herkes Hakan'ın parmaklarının ucunda tuttuğu kaleme odaklanmışken kalem kağıda ilk batışını yaşadı ve mürekkep kağıtta bir nokta bırakmış oldu. İmzasına uygun bir açıyla Hakan parmağını hareket ettireceği vakit Çıkmaz'ın kapısı hepimizi yerinden sıçratacak gürültüyle açıldı ve kafalarımız o yana dönerken içeri dalan abim karşısına çıkan ilk adamı elindeki silahla yere indirdi.

Çığlığımın sesini hemen sonrasında ağzıma kapanan ellerim keserken abimin gözleri hemen benden tarafa döndü. Mirza ve diğerleri silahlarıyla beraber abimin üzerine atılacakları vakit peşinden içeri giren orduyu görerek oldukları yere çivilendiler. Benim de son gördüğüm bu olmuştu çünkü Hakan iri elini gözlerimin üstüne örterek beni sürüklemeye başlamıştı. Sesimi çıkarmadan ona ayak uydurmuştum ama korkudan bütün vücudum titremeye girmişti.

Biz bir kapıdan içeri girdiğimiz sırada silah seslerinin havaya karıştığını duydum ve hemen arkasından Hakan gözümün önünden elini indirdi. Korkuyla etrafa bakındığımda buranın duvarları raflardan oluşmuş bir içki deposu olduğunu gördüm. Ayhan da buradaydı. Hakan ona dönüp aceleyle, "Sen mi haber verdin?" diye sordu.

Ayhan tereddütlü bir bakış atıp "Evet abi," dedi çaresizce. "Başka çarem yoktu."

Hakan kısa bir süre sessiz kaldıktan sonra yorum yapmadan beni işaret etti. "Kızın başında dur."

Çıkmadan önce bana döndü ve yanaklarımı avuçları içine alıp alnımdan öptü. "Sakın korkayım deme, benim güzel kızım. Geleceğim."

Ellerini yüzümden indireceği sırada sıkıca tutundum. "Lütfen," diye fısıldadım nefes nefese. Duyduğum silah sesleri korkumu tetikliyordu. "Sen gitme. Hakan, lütfen hayatım. Lütfen gitme."

Korkuyla çatılan kaşlarımı elleriyle düzeltti ve "Koray yalnız kalır," dedi fısıltıyla. "Gitmem lazım."

Ellerim bunun üzerine ellerinden kaydı ve Hakan bunu fırsat bilip gözlerini gözlerimden ayırmadan arka arkaya kapıdan çıktı ve kapının aralık kaldığı kısa zaman zarfında silah sesleri yükselerek anında içeri sızmıştı. Tutamadığım göz yaşlarımı salarak yere çöktüm ve bacaklarımı kendime çekerek ağlamaya başladım. Ya ikisinden birine zarar gelseydi? Üstelik Hakan benim yüzümden zayıf düşüyor ve benim yüzümden gafil avlanıyordu. O zaman vicdan azabı ve acıdan ben de ölürdüm muhtemelen. Her patlayan silah sesiyle beraber ağlamam şiddetlenmişti ve her defasında korkum katmerlenmişti ancak tahmin ettiğimden daha kısa sürede ortam sükunete kavuştu.

Kafamı telaşla havaya diktiğimde Ayhan da gergince attığı voltayı kesmişti. "Bitti mi?" diye sordum telaşla.

Gergin sesi ve kapıya diktiği bakışlarıyla "Muhtemelen," diye cevap verdi. "Ama Hakan abi gelmeden çıkamayız."

"Ya gelemiyorsa?" diye çığırdım tekrar akmaya başlayan göz yaşlarımla.

Elleriyle sakin olmamı ister gibi bir hareket yaptı ve "Tamam..." diye mırıldandı yatıştırıcı bir sesle. "Beş dakika bekleriz, eğer gelen giden olmazsa çıkarız."

Gözlerimi sinirle devirerek yüzümü bacaklarıma gömdüm ve içimden sabır dilemeye başladım. Buna rağmen sessizlik dolu geçen birkaç dakika bana ıstıraptan başka bir şey vermemişti ve bu işkence kapının sesini duyup kafamı yukarı dikmemle son buldu. Hakan'ın bana ay kadar parlak gelen yüzünü görmemle ayağa fırlayıp boynuna atladım ve yüzümün ıslaklığını umursamadan suratını rastgele öpmeye başladım. Gülerek beni kendinden ayırdı ve "Güzelim, buradayım..." diye mırıldandı.

Tekrar nükseden ağlamamı ellerimi yüzüme bastırarak durdurmaya çalıştım ve başaramayacağımı anlayınca ağlamamı umursamadan ellerimi aşağı indirip "Neden gelmedin kaç dakikadır?" diye bağırdım hırçınca.

Kapıyı tek eliyle aralayarak ileriyi görmemi sağladı ve "Leş temizliği yaptık yavrum," diye cevap verdi. "Görmeni istemezdim."

Cevap veremeyip boş gözlerle yüzüne bakmaya devam edince "Hadi," dedi. "Sen dışarı çık. Ben de hemen geliyorum."

Kapıya doğru ağır adımlarla ilerledim ve çıkacağım sırada dönüp "Abim?" diye sorar gibi konuştum titreyen sesimle.

"Ona da bir şey olmadı," deyince "Biliyorum," dedim hemen. Olsa bu kadar rahat olmayacağını biliyordum. "Konuştunuz mu?"

Yüzü tuhaf bir şekil aldı. "Eski dosttan düşman olmazmış Barbie."

Dudaklarım yorgun bir tebessümle kıvrıldı ve aldığım cevapla dışarı adımımı attım. Oturduğumuz masaya dönüp montumu ve çantamı aldıktan sonra etrafıma bakınarak ve az önce duyduğum seslerin görüntülerini tahayyül etmeye çalışarak kapıya doğru ilerledim. Yerdeki kan izleri de bana yardımcı oluyordu. Fazla irdelememeye ve soğukkanlı kalmaya çalışarak kendimi kapıya attım ve ağır kapıyı kendime doğru çektim. Koridora bir adım atıp kafamı havaya kaldırdığımda şakakları sıkıntıyla buruşan, duvara yaslı abimi gördüm ve yüzümün renginin attığını bizzat hissettim. O da beni anında fark etmişti ama ne şaşırmış ne de heyecana kapılmıştı.

Usulca, sakin kalmaya çabalayarak birkaç adım daha attım ve önüne geldiğimde durup ne diyeceğimi bilemeyerek, yolunu kaybetmiş küçük bir çocuk gibi yüzüne şapşalca bakmaya devam ettim. Onda ise konuşmaya dair hiçbir çaba yok gibi dudakları birbirine kenetliydi, yalnız çok geçmeden elimden tutup beni kendine çekti ve boynuna bastırdı.

Kaskatı kesilen vücuduma abimin kokusu panzehir olmuş gibi içime çekmeye başladıkça gevşemeye meylettim ve kollarımı zar zor kaldırıp ben de ona sarılabildim. Dolan gözlerimdeki yaşlar yüzümden süzülüp abimin boynuna akıyor ve oradan da aşağı kayıyordu. Dakikalarca böyle durduğumuzu tahmin ediyordum. Tanıdık ama unutulmaya yüz tutmuş bir sesi andırıyordu kokusu, duyunca hem telaşa kapılmış hem de unutmanın eşiğinde olmanın hırçınlığını kapmıştım. Beni belimden tutup hafifçe kendinden ayırdı ve yüzüne baktığımda onun da ağladığını gördüm. "Durma burada daha fazla," dedi boğuk çıkan sesiyle. "Kapıya çık."

O an konuşabilecek ne cesareti ne de mecali kendimde bulamadım, kaskatı kesilmiştim ve sanki konuşmayı unutmuştum. Kafamı hızlıca sallayıp çarpık adımlarla koridorda ilerlemeye başladım ve sanki bu sırada ayaklarımın yere değdiğini hissedemeyecek kadar uyuşuk, his doluydum. Bundandır ki inşaat kısma çıktığımda yerdeki herhangi bir şeye takılıp düşmemek için ayrıca çaba sarf etmiştim.

Çıkmaz sokağa adımımı bastığımda tek elimle duvardan destek alarak esen rüzgarlar eşliğinde kafamı göğe kaldırıp derin bir nefes aldım. İçime giren taptaze, temiz havayı dışarıya çürümüş, kararmış ve zehir halinde iade etmiştim ve bu da bu kapıdan girişimi ve çıkışımı andırıyordu.

Çarpık ve sağlam olmayan adımlarla Hakan'ın arabasına ulaşmıştım ve kapağını açıp kendimi koltuğa attığımda bütün vücudumun sızladığını hissettim. Elimi kapının kenarına, yüzümü de elime yaslayıp karşı konulamaz düşüncelere daldığımda yine karşı konulması mümkün olmayan yaşlar da yanaklarımdan akmaya başlamıştı. Acıdan çok duygularımın boşaldığından oluyordu bu, öyle büyük bir korkudan sonra böyle büyük rahatlama dengelerimi altüst etmişti.

Ama esas altüst eden dakikalar sonra abim ve Hakan'ın konuşarak Çıkmaz'ın kapısından çıkmasıydı ki bu görüntüye bu kadar hasret kalacağımı bilseydim onları en son böyle gördüğümde doya doya bakardım. Çıkar çıkmaz ilk olarak Hakan'ın, ardından abimin gözleri beni arayıp bulmuştu ve arabada olduğumu görünce tekrar birbirlerine dönmüşlerdi.

İki arabanın ortasına gelince durup konuşmaya biraz da böyle devam ettiler. Yüzleri gergin gibiydi ama ondan daha çok halsiz görüyordum. Konuşmaları bittiğinde ilk önce el sıkıştılar, ancak sonra bununla yetinemeyip birbirlerine tereddütle sarılmaya yeltendiler. Onların kucaklaşmalarından bana sirayet eden yoğun duyguların ruhumu ezmekte olduğunu hissedip bakışlarımı yere indirmek zorunda kalmıştım.

Herkes arabalarına dağıldığında abim dönüp bana son bir bakış attığından bir kez daha göz göze gelmiştik. Hakan arabaya binene kadar şu an abimle aynı arabaya binip aynı eve gidiyor olmanın ihtimalini kafamda canlandırıyordum fakat Hakan arabaya binip dudaklarını şefkatle kıvırdığında tekrar tek gördüğüm o olmuştu.

~

Selam!! Yetiştirdim, nasılsınız? Ben meraklı🤔🤔🤔 Dev yorumlar bekliyorum!

Bahsetmek istediğim birkaç şey var: Öncelikle önceki bölüm uzun yorum yapan okuyucularıma teşekkür ediyorum. Daha sonra sizden bana bölümü hazırlayıp da atmıyormuşum gibi muamele etmemenizi istiyor ve oy sınırının dolmayışından beni sorumlu tutmamanızı rica ediyorum. Elbette siz oy veriyorsunuz ve vermeyenlerin ceremesini çekmek istemiyorsunuz ama ben de çekiyorum maalesef;( Yaani oylar tamamen sizin elinizde olan bir iş.

Her neyse, okuyucularımdan biriyle soru cevap yaptık ve dilerseniz göz atabilirsiniz. Link nasıl yerleştireceğimi bulamadığımdan görsel ekliyorum.


@mavilc kullanıcısının Mavilc Köşesi kitabının ikinci bölümü yani 😂 Göz atanlar ona da oy vermeyi unutmasın!

İnstagram hesabımızı ve parodi hesaplarımızı takip etmeyi unutmayın: takintiwattpad

Hoşça kalın, sizi seviyorum 🖤

+700

Continue Reading

You'll Also Like

154K 10.5K 40
(4) Dennis Boyle, arkadaş grubunun en aklı başında olan üyesiydi ve hata yapmaktan hep kaçınırdı. Chalsea Lorenna Almei ise onun aklını başından alma...
18.8K 1.3K 25
"Yağız "diyerek uyandı genç kadın bir rüya nasıl hem bu kadar güzel hisstetirip aynı zamanda canını yakabilmişti. Deli gibi sevdiğiniz ama ulaşamadı...
Eftalya By esmaa

Teen Fiction

330K 15K 21
Eftal: Hamileyim Dora. Eftal: Cidden hamileyim.
690K 39.7K 33
Kuru öksürükleri durmadı bir süre. Boğazının acısını ben hissetmiş gibi yüzümü buruşturdum. Hastalığı benden kaptığı için kendimi iki kat kötü hissed...