TAKINTI

By suheda_zsy

3.7M 141K 50.3K

Ona hiç sarılamamıştım mesela. Hiç elini tutamamıştım. Hiç öpememiştim. Hiç koklayamamıştım. Hiç sevdiğimi sö... More

TAKINTI
1.Bölüm "OKUL"
2.Bölüm "ÖZLEM"
3.Bölüm "ŞOK"
4.Bölüm "KARMAŞIK"
5.Bölüm "ENDİŞE"
6.Bölüm "BEKLENMEYEN YOLCULUK"
7.Bölüm "ÇIKMAZ SOKAK"
8.Bölüm "ÇIĞLIK"
9.Bölüm "YALNIZLIK"
10.Bölüm "BİR HAFTA"
11.Bölüm "YÜZLEŞME"
12.Bölüm "SESSİZLİK"
13.Bölüm "CESARET"
14.Bölüm "DUYGULAR"
14.Bölüm "DUYGULAR" (2.KISIM)
15.Bölüm "PİŞMANLIK"
16.Bölüm "AİLE"
17.Bölüm "UMUT"
18.Bölüm "ARAF" (1. Kısım)
18.Bölüm "ARAF" (2.Kısım)
19.Bölüm "SARHOŞ"
20.Bölüm "SERZENİŞ"
21.Bölüm "MUCİZE"
22.Bölüm "RENKLER"
23.Bölüm "MEDCEZİR"
24.Bölüm "MEFTUN"
25.Bölüm "HİCRAN"
26.Bölüm "KAYIP"
27.Bölüm "YARI ÇIPLAK"
28.Bölüm "MESAFE"
29.Bölüm "YANKI"
30.Bölüm "NEFES"
31. Bölüm "KUMPAS"
Yazar'dan
31.Bölüm "KUMPAS" (2.KISIM)
32.Bölüm "İRTİCA"
33.Bölüm "PUNT"
34. Bölüm "İNTİKAM"
35. Bölüm
35. Bölüm "ENKAZ" (2.Kısım)
36. Bölüm "NEFRET"
37. Bölüm "AVDET"
38. Bölüm "ÇAĞRI"
39.Bölüm "VİRAJ"
40.Bölüm "İTTİHAT" (1. Kısım)
40.Bölüm "İTTİHAT" (2. Kısım)
41. Bölüm "ANDAÇ"
42. Bölüm "FORSA"
43. Bölüm "DERSAADET"
44. Bölüm "EZA"
45. Bölüm "NİHAN"
46. Bölüm "YEİS"
47. Bölüm "ELFİDA"
48. Bölüm "FEVERAN"
49. Bölüm "GİRİFT"
50. Bölüm "İZAN"
51. Bölüm "TEMAŞA"
52. Bölüm "KOYGUN"
53. Bölüm "MUNTAZAR" & ÇEKİLİŞ
54. Bölüm "MEYİL"
55. Bölüm "İLTİMAS"
56. Bölüm "GİZ"
57. Bölüm "TESHİR"
58. Bölüm "İSTİNAT"
59. Bölüm "PERESTİŞ"
60. Bölüm "FEYİZ"
62. Bölüm "VUSLAT"
63. Bölüm "İŞTİYAK"
64. Bölüm "TEMAYÜL"
65. Bölüm "DANS"
66. Bölüm "İNTİBAH"
67. Bölüm "İNHİDAM"
68. Bölüm "DİLHUN"
69. Bölüm "HİTAM" -SON-
Yazar'dan
H.P
ÖZEL BÖLÜM DUYURUSU ✨
ÖZEL BÖLÜM YAYINDA!

61. Bölüm "KIVANÇ"

23.8K 1.4K 566
By suheda_zsy




Sert rüzgarlarla sallanan ağaçlarla çevrelenmiş, karanlığın nerdeyse gökten yere indiğini düşündüren puslu yoldan ürkütücülüğünü alan şey orantısız bir küme halinde ilerlettiğimiz araba konvoyunun içinden fışkıran keskin ışıklı farlar ve her arabadan çıkan çılgınca sesler, şarkılardı. Tıpkı bir lunaparkta çarpışan arabalara binmişiz gibi Hakan'ın akran akrabalarının birbirlerinin arabalarını sıkıştırmak, tam çizik atacakken değmeden hızlanmak gibi garip bir oyun anlayışları vardı ve Hakan'ı da eğlendirdiğini düşündüğüm bu oyunu o da gelin arabasına yapmaktan hiç gocunmuyordu. Genel itibariyle damadın kullandığı ve gelinin de yanında neşeli bir ifadeyle oturduğu arabanın civarından ilerliyorduk, Hakan çok kez o arabayı sıkıştırıp laflar atmıştı ki zaten arabaların camları müthiş soğuğa rağmen ardına kadar açıktı, birbirleriyle iletişimi kesmiyorlardı. İçlerinden biri zaman zaman meydan okurcasına veya bir yarışa davetiye çıkarırcasına gaza yüklenip kıvrak manevralarla kendini öne atıyordu, yine içlerinden biri illa ki buna uyup gaza basıyordu ki Hakan hemen hemen hepsine ayak uydurup kısa süreli yarışıyordu. Bütün bu olanları somurtkan yüz ifademle ve önümde bağladığım kollarımla incelerken bir arabadan yolun sonundan dahi duyulabilecek yükseklikte oyun havası çalıyordu. Havada karışan sesleri ve göz ardı edilemeyecek enerjiyi, neşeyi düşününce benim de bu duygularıma gem vurmayıp açığa çıkmasını sağlamak aklımdan sıkça geçiyordu fakat düğüne gelmeden önceki aralarına karışma hevesimin kırıldığını hissediyordum.

Ben ailesine uyum sağlamaya çalışırken o da yanımda olsaydı ve bunun için çaba sarf etseydi şu an onu zora sokmazdım fakat şimdi de ben onu uğraştırıp bilmediğim bir ortamda tanımadığım kişilerle bir arada olduğumu hatırlatmak istiyordum. Bütün gün beni bir başıma bırakmasına dayanan rahatlığını ondan almam lazımdı çünkü bir daha böyle bir süreç içine girmeye hiç niyetim yoktu. Yüzündeki eğlenen sırıtışla benim tarafımdaki yan aynayı kontrol ederken beni ve yüzümdeki ifadeyi dakikalar sonra fark edince onun da yüzündeki sırıtış solup "Abartmıyor musun?" diye sordu anında adapte olduğunu gösteren gerginlik dolu kaş çatmasıyla.

"Neyi? Bütün geceyi tek başıma geçirmemi mi?" diye sordum gözlerinin içine bakarak ve kısa süre sustuktan sonra onun konuşmasına fırsat vermeden, "Kuzenlerini görünce aklın başından gidecek kadar özlediysen veya başkasına ihtiyaç duymuyorsan, ben gelmeyedebilirdim," diyerek devam ettim.

Yüzüme bir süre kayıtsız bir ifadeyle bakıp hiçbir şey demeden kasılan çenesiyle önüne döndü ve bir süre yolu izledikten sonra, bu sürede sakinleşmeye çabalamış gibi bitkin ve yumuşak çıkan sesiyle, "Sence onları görünce seni unutmam mümkün mü? Beş yaşında çocuk muyum ben? Kasten yaptım," dedi sakince.

Öne doğru eğilerek yüzüne bakmaya çalıştım. "Neden peki?"

İnatla yola bakmayı sürdürürken, "Ailemle tanışırken benden yardım almanı ya da çekinip bana sığınmanı istemedim. Daha birebir tanışasınız diye. Benim yönlendirmemle değil de kendiliğinden gelişen sohbet eminim daha yararlı olmuştur," dedi ve bakış açısı bakışlarımın garipser bir ifadeye dönüşmesini sağlarken devam etti. "Kuzenlerimle de zaten gecenin sonunda tanışacaktın. Bir iki saat sıkılmanı orada telafi ederiz diye düşündüm."

Hiç istemesem de ister istemez yatışan sinirimle nefesimi dışarı vererek arkama yaslandım ve tekrar kollarımı önümde bağladım. Kendi düşüncesini mantıklı bulmaktan başka ilkesi yok muydu yani? Bu muydu yalnızca önemli olan? Belki de bu fikri ters tepecek ve sohbet ederken umulmadık bir aksilik olacaktı? O zaman nasıl toparlayacaktık ya da ben Hakan'ı nereden bulacaktım?

Koltuğunda kıpırdandı ve kafasını yoldan alıp bana çevirdiğinde konuyu dağıtmak ister gibi sırıtıyordu. "Gördün mü oynayışımı?" diye sorduğunda yüzümü ifadesiz tutmaya çalışsam da oynaşının tamamı bir kez daha gözümün önünden saniyeler içerisinde geçmişti. Dilimden soğuk olmasını umarak, "Gördüm," kelimesinin dökülmesini sağladım.

Bakışları baygınlaşırken "Hadi ama," dedi tahammül etmekte güçlük çekiyormuş gibi. "Trip mi atacaksın cidden? İlişkimizin bütün farklılığını silip süpürme."

Kaşlarımı havaya kaldırarak "Demek ki bazen sıradan da olmak gerekiyormuş," dedim kinayeyle. "İnsanların bir bildikleri varmış."

"Sıradan bir ilişki bana hitap etseydi seninle tanıştığımızda yalnız olmazdım," derken ciddi gözüküyordu. "Ve sen de sıradan bir kız olsaydın şu anda da yine yalnız olurdum, arabada tek başıma ve açıklama yapma zorunluluğum olmadan."

Yüzüne cevap veremeyecek halde dikkatli bakarken cümlesinden sonra önüne döndü ve direksiyonu yeniden kavradı. Çenesi tekrardan gerilmişti, ileriye diktiği keskin bakışlarını gölgeleyen biçimli kaşları çatılmıştı. İçimde özür dileme isteği uyansa da bu kadar çabuk dönmek saçmalık olacağından bu dürtüyü bastırdım, uzatmayacaktım ama özür de dilemeyecektim.

Issız yolun sonunda arkalı önlü trafiğe çıktığımızda yollar tenha sayılsa da gürültümüzü kesmek zorunda kalmıştık, nispeten sessizce ilerliyorduk ve epeyce yol gitmiştik. Nereye gittiğimizi sormuyordum, gidince görsem de çok bir şey kaybetmezdim. Cama yasladığım kafam hafifçe titreşirken gelin arabasının yavaşlamasıyla biz de dahil diğer arabalar da ağır ağır ilerlemeye başladığından geldiğimizi anlamıştım. Sırayla caddedeki diğer arabalardan sıyrılarak hepimiz sağa saptık ve biraz ilerledikten sonra ilk önce gelin arabasının durduğunu gördüm ve sonrasında da biz durduk. Kafamı dikip etrafa baktığımda sahile geldiğimizi gördüm, siyah deniz bir çarşaf gibi yavaşça ama ürkütücü bir halde dalgalanırken Hakan arabanın anahtarını kilitten çıkardıktan sonra bana döndü ve benim de ona baktığımı görünce yüzümü kısa bir süre süzdükten sonra bir eliyle çenemi hafifçe kavrayıp ardından yüzüme doğru eğildi ve dudağımı bastırarak öpüp geri çekildi.

Şaşkınca büzüşen dudaklarıma uyumlu bakışlarımla yüzüne bakakaldığımda "Seni böyle görmek istemiyorum," dedi hem merhamet hem katılık içeren sesiyle. Yalnız sonrasında "Uzatma," dediğinde bu defa salt bir tavizsizlik sezmiştim.

Gözlerimi devirerek onun yaptığı gibi kapı koluna uzandığımda aynı anda yere ayak bastık ve bedenime çarpmaya başlayan rüzgarların sadece dudağıma vuranını hissettim. Ondan iz taşıyan her şey nasıl hassasiyetten çatlayacak kıvamdaysa şu anda da dudaklarım bedenimin üstünde tek nefes alan toprak gibiydi. Bir dokunuşuyla üstümde güller yeşertebilirken bir başka dokunuşuyla toprağımı iliklerime kadar kurutabilecek bir kudrete sahipti, arabanın etrafını dolaşırken ona bu gücün önemini ayrımsayarak göz ucuyla baktım. Düşündüklerimden şu an için habersiz olsa da bunun o da farkındaydı, dile getirdiğim gibi dışa da yansıttığımdan bunun kolayca idrakına varıp komutaya geçmişti.

Sırasıyla arka arkaya sıralanmış arabaların teker teker kapıları açıldı ve boş asfaltta aniden küçük bir kalabalık oluştururken aralarında şakalaşan, gülen ve nereye gittiğini bilen tayfanın peşine takılmıştım. Hakan bana dönüp kısa bir bakış attı ve tek eliyle belimi sarıp beni kendine çekti. Bedenlerimiz birbirine değerken birbirimize bakmadan ilerlemeye başladık. Sahile kıyı bir caddedeydik, kuytu bir yerdi ya da geç vakit olduğundan bizden başka kimse yoktu. Sahilin bitişiğindeki yoldan denizi izleyerek ilerleyip iki katlı, çok da lüks ve büyük olmayan bir mekanın önüne geldik. Damat kapının önünde pantolonundan çıkardığı anahtarla kilidi açmaya çalışırken arkasında sürü halinde birikmiştik. Peşpeşe içeri girdiğimizde damat bütün lambaların düğmelerini bularak loş ışıkların mekanı gözlerimizin önüne sermesini sağladı. Herkes gibi ben de etrafı incelemeye başladığımda çok sayıda tahta sandalyesi ve masası bulunan, orta düzeyde, meyhane tarzı bir yer olduğunu anladım. Böyle mütevazi ve samimi bir yeri bilerek ya da konumu için seçtikleri aklımdan geçerken içlerinde Hakan da olmak üzere erkekler saniye içerisinde masaları birleştirme kararı alıp çekiştirmeye başlamışlardı. En sonunda upuzun bir masa meydana getirdiklerinde yine hızlıca çevresine sandalyeleri yerleştirdiler.

Herkes gibi ben de masaya yönelirken ceketimi ve çantamı masanın üstüne bıraktım. Hepimiz soyunmaya başlamıştık, erkeklerin bir çoğu ceketleriyle beraber kravatlarını da boynundan sıyırmıştı fakat Hakan bağını çözse de çıkarmayıp yakasından aşağı sarkmasına izin vermişti. Hemen oyun havalarının ağırlıkta olduğu müzikler açılmaya başlandı, insanlar benim pek üstümde durmuyorlardı ya da benimle konuşmaya fırsat bulamamışlardı. Mekanın açıkta olan kısmına herkes çıkıp oynamaya başlarlarken ben uzun, koca masada iki kızla birlikte oturuyordum. Onlarla da dipdibe olmadığımdan ve müzik sesi yüksek olduğundan hiçbir konuşma eğilimi yaşanmamıştı. Sandalyemin sırtlığına yaslanmış bir şekilde Hakan'ı izlemeye başladığımda bu tarz oyun havalarının onluk olduğunu o ana dek hiç düşünmemiş olduğum aklıma gelse de sonrasında zaten pek de içten -en azından zeybekte olduğu gibi- oynamadığını gördüm. Oynuyordu ama erkek kuzenleri kadar kıvrak ve hareketli değildi. Hareketlerindeki olgunluk ettiği dansla da herhangi bir zedelenmeye uğramamıştı. Önden birkaç düğmesi aralık olan beyaz gömleği onun derisine ayrıca bir saygı gösterir gibi kırılgan ve nazik duruyordu, omzundan aşağı sarkıttığı kravat sanki kimin yakasını süslediğinin bilincindeymiş gibi bir kravattan çok rozeti andırıyordu. Ona ve onun nizamına yaraşır şekildeki saç traşı onu inanılmaz kılmıştı, keskin bir titizlikle yapılan traş onun o inatçı olduğu konulardaki tavizsiz ifadesini anımsatıyordu.

Bangır bangır müziğe itimat etmeden sadece ona odaklanmış ve bu sırada kendi dikkatimde kendimi kaybetmiş bir halde yüzüne baktım. Dudaklarındaki gülümsemeden gerçekten eğlenip eğlenmediğini anlayamasam da mutlu olduğunu anlamıştım. Belki ortam ona göre değildi -belki de tam da ona göreydi- ama kuzeni adına mutlu gözüküyordu. Kavisi metresi metresine hesaplanmış bir yol gibi olan kaşları gülerken zaman zaman kalkıp iniyordu, bir diken kadar güçlü kirpiklerinde ve kaşlarında rol oynayan her tüyün çok büyük bir görevi olduğunu düşünüyordum; onlardan biri düşüp yere değse sanki gökyüzünden yeri iyice bellenmiş bir yıldız yere çakılmış gibi hissederdim. Yüzünün merkezindeki kavisli ve kesinlikle simetrik olan burnu bütün bir suratına etki ediyor ve her şeyin tamamlayıcısı haline geliyordu. Soluk pembe, orta boyuttaki canlı dudakları kimi zaman kızarıp can alıcı bir renk alıyor; zaman zamansa solarak sanki yüzünden kaybolmayı diliyordu. Dudaklarının rengi her ne olursa olsun ardında gözüken dişleri daima bembeyaz ve güçlü gözüküyordu. Diziliminde beşeri bir faktörün katkısının olmadığına inanmanın güç olduğu bu dişler zaman zaman o çıkık kemikli çenesinin gergin durmasına sebep oluyordu.

Bedenindeki tek bir çiziğin mahiyetinin dahi satırlarca sürecek olduğu bu adamı elbette tam anlamıyla tasavvur etmek mümkün değildi, ne desem eksik ya da yavan kalacak, varlığını neye benzetmeye kalkışsam acizlikten başka bir şey olmayacaktı. Güzelliği insanı bazen aklından şüphe ettirmeye ve onun varlığının inandırıcılığı karşısında eksik kalmaya zorluyordu. Bu da beni ona sahip olmanın güçlüğü ve onu kaybetmenin yakınlığı hatta korkusuyla başbaşa bırakıyordu.

Gerçi... evet, kusursuz denebilecek bir fiziksel yapıya ve görmeyi bildikten sonra aşık olunabilecek bir karaktere sahip olduğu doğruydu ve bu beni elimden kayıp gitmesi konusunda korkutuyordu fakat... Hakan kadınlara önem veren biri değildi. Kendisinin başka bir kadınla muhatap olması bir yana, onunla konuşmaya çalışanlara karşı dahi nasıl bir tavır takındığını görür gibiydim. Benden gizli bir şeyler dönmesi neredeyse imkansızdı ve Hakan gibi ilişki kurma özürlüsü biri için pek korkmamam gerekiyordu sanırım. Ancak Gizemli Kız'ımız hariç... Onun o her yerde hissettiğim hayalet varlığı gerçekten tehlikeliydi işte. Yakışıklılığından etkilenip elde etmek isteyecek kız topluluğundansa katbekat daha fazla şekilde o kızın tek başına oluşturduğu gizem ve gerilimden korkmalıydım. En azından Hakan'ın tavrı diğer kızlara sabitse de o kıza açık uçluydu ve bu bile asıl neyden korkmam gerektiğini açık ediyordu.

Dakikalarca eğlenip oynadıktan, oynarken yorulduktan sonra ortaya içkiler çıkmaya başlamıştı ve hep bir elden hazırladıkları için önümdeki bomboş, kuru masa birden rakı sofrası haline gelmişti. Baştan aşağı masa donatıldıktan sonra herkes sandalyelere yerleşmeye başlamıştı, Hakan yanımdaki sandalyeye kurulur kurulmaz elini bardağına attı ve tam dudağına götüreceği sırada benimle göz göze gelince, "Sen de ister misin?" diye sordu.

Hiçbir şey demeden kafamı iki yana sallayınca çekincelerimden kurtulmamı istiyor gibi, "Biz bizeyiz burada, yabancı yok; içebilirsin," diyerek sürdürdü.

Onaylamaz bir mimikle karşılık verdikten sonra aniden hatırlayarak, "Araba kullanacaksın, sen de içme!" diye onu ikaz ettim.

Dudağının bir kenarını yukarı kaldırarak umursamaz bir mimik yaptı ve "Bana bir şey olmaz," dedikten sonra tuttuğu bardağı kafasına dikti. Yüzünde hafifçe kırışan burnundan başka bir şey değişmemişti, onun o rakıyı ağırlarken inip kalkan adem elmasını izlerken dudaklarımın kuruduğunu hissetmiştim. Unutmadan, masanın diğer ucunda saçlarını ilk kez dümdüz gördüğüm için garipsediğim ve ilişkimiz hakkında ne düşündüğünü bilmediğim için göz göze gelmekten sakındığım Hande oturuyordu. Onu yalnızca arada kaçamak bakışlar atarak süzüyordum ve spor giyinişinden ödün vermediğini görmüştüm. Masada oluşan boşluk ve manasız bir sessizlik bana devrilecek diye korkarken birden birlikte yaşadıkları çocukluk anılarını konuşmaya başlamışlardı. Ben de bunları hevesle ve gülerek dinlemeye başladığımda Hakan'ın dikkatinin bir kısmı hep bende olduğundan bunu o da anında fark etmişti ve onun yüzü de içten bir gülümsemeyle yeşerirken arada dinlediğim anıları anlamamı kolaylaştırabilmek adına bana eğilip detaylar ekliyordu. Genelde kavga-dövüş, maçların ve yaramazlıkların hakim olduğu hatıra silsilesinin içerisinde Hakan'ın başka bir çocuğun kaşını sapanla attığı taşla yarması da mevcuttu. Ben muhabbete katıldıkça ve bu anıların içerisinde bulunmayan sayılı kişilerden olduğumdan, bana anlatma ilgisi arttığında yahut sorduğum sorularla yavaş yavaş aralarına karışmış ve onlara da kendimi gözlemleyerek tanımalarına izin verirken ben de onları aynı şekilde belleğime yerleştirmiştim.

Babacan bir tavırla direkt olarak bana bakarak her şeyi anlatan, Melih adındaki yuvarlak yüzlü, biraz da bedenen toplu olan şirin mi şirin, Hakan yaşlarındaki bir çocuktu. Benden olsa olsa bir iki yaş büyük olabilecek Tuğba adında kumral bir kız kardeşi vardı ancak annelerinin kim olduğunu henüz çözememiştim. Hakan'la yaşıt gibi duran, olgun ve asil bir görünüşe sahip esmer, Sinem adındaki kız tek çocuktu ve bunlar dışında bir de ikisi de erkek olmak üzere ikiz kardeşler vardı ve Hakan'dan küçük olsa da benden büyük olmalıydılar. Diğer birkaç kişinin gelinin kuzenleri ya da arkadaşları olduğunu sonradan öğrenmiştim. Uzun uzadıya muhabbet edildikten ve en azından onlar için eski günler iyice yad edildikten sonra Melih birden ayağa fırlayarak "Buraya duygusallaşmaya gelmedik ya kardeşim!" diyerek yüksek sesle konuştu seslenir gibi ve hemen ardından mekanın ortasına fırlayarak tekrar gümbür gümbür bir müzik açtı. Masadakiler alkışlarla yerinden kalkarken onların bu halihazırdaki enerjileri bana komik geldiğinden gülümseyerek onları izlemeye başladım. Hakan omzuma vurarak ve elinden bardağını bırakmadan ayağa kalkarken "Gelsene," dedi gülerek. "Dansçıyım diye geçiniyorsun?"

Yüzüne muzip bir ifadeyle sırıtarak bakarken gözlerimi devirdim ve "İlgi alanımdaki danslar bunlar değil," diyerek cevapladım. Sonrasında nispeten ciddileştim ve "İyiyim ben böyle," diye cevap verdim.

Hakan varla yok arası bir eğimle kafasını yana yatırdıktan sonra diğerlerinin yanına gitti. Kısa sürede Hande ile karşılıklı, kollarını açmış bir vaziyette oynar konuma gelmişti. Onları çenemin altına yasladığım elimle gülümseyerek bir süre izledim, Hande'ye karşı duyduğu şefkati ve iltiması her bakışında görebiliyordum. Hande de ablalık vasfı olarak ona karşı korumacı bir tutum ve merhamet besliyorsa da Hakan'ınkinin yanında solda sıfırdı. Hatta çoğu zaman Hande'den küçük olduğunu unuttuğunu dahi düşünüyordum. Acaba bu tutumu Hande'nin başına gelen olaydan sonra mı yoksa başından beri mi mevcuttu?

İkisinin eğlenen hallerini izleyen keyifli ifadem yerini buruşturulmuş bir kağıt gibi buruk bir hale bıraktığında tadımın kaçtığını hissettim ve bakışlarımı onlardan çektim. Gözlerimi bu defa adının Emir olduğunu hatırladığım damada ve isminin az önce Rana olduğunu öğrendiğim geline diktim. Anlamlarını bir tek kendilerinin bilebileceği ışıltılı, yorguna benzeyen ama derin bir enerjiyi de içlerinde saklayan bakışlarla birbirlerine bakarak dans ediyorlardı ve ikisi de içten, dev bir mutluluğu ağırlıyorlardı. Onların o kallavi gülüşlerinin kırıştırdığı çehrelerine bakarken birden önüme başka bir boyut serilmiş gibi, geride bıraktıkları birilerinin olup olmadığını düşündüm. İnsanın sevdiği kadının ya da adamın başkasıyla evleneceği günün tarihini bilmesi ne feci olurdu, kim bilir. Bütün bir gün hatta birkaç gün öncesinde dahi ızdıraplar başlayabilir, o saatler işkenceden farksıza dönüşebilirdi. Bu duruma alışmak ne zor olurdu, canından öte gördüğün sevgilinin evlendiğini hazmetmek ve artık onu hayal etmenin dahi meşru olmadığını bilmek insanın ağrına nasıl da giderdi.

Herkesten önce onu senin tanıdığına ve herkesten daha çok senin onu sevdiğine kendini inandırmışken bir başkasının ona sahip olması ve onun değerini senden daha az bilmesine rağmen oluşan eşleşme ne kadar da can sıkıcıydı. Fakat neticede kabul etmek gerekiyordu; ne kadar kıymet verdiğinizin ve onu ne kadar sakındığınızın kimsece bir önemi yoktu. Karşı tarafın istediği belki de kendine ömür boyu sadık kalacak, vefalı bir sevgili değil de nazlı bir yarenin gönlünü eğlendirmekti.

Gelinin, gelinliğinin eteğini her savuruşunda bir başka kadının içindeki ateşi harladığını hisseder gibi oldum. Etraf flu bir hal alırken ve odaklandığım tek şey gelinliğin dantelli eteği olmuştu ve zihnim müzik sesini dahi etkisiz hale getirmeyi başarmıştı. Ne kadar zaman sonra olduğunu asla tespit edemeyeceğim bir vakitten sonra, Hakan'ın, "Böyle bir ortamda şu yüz ifadesine nasıl sahip oluyorsun, anlamıyorum," diyerek yüzümü işaret parmağıyla çizdiği daireyle göstermesiyle kendime geldim. Önüme dökülen saçlarımı kulağımın arkasına iterken kasılmış dişlerimi çözdüm ve derinden çatıldığını hissettiğim kaşlarımı gevşetmeye çalışarak yüzüne baktım.

Tek elimi çevremdeki bir şeyi savar gibi hafifçe savurduktan sonra "Saçma bir şeye takıldım, mühim değil," dedim onunla alakalı olduğunu düşünüp üstelememesini umarak.

Hakan ayakta dikilmeyi sürdürerek masadaki bardağını eline aldı ve gözlerini benden ayırmadan kafasına dikti. Yüzümü düz bakışlarla süzdükten sonra bardağı dudaklarından indirip masaya bıraktı ve bu sırada yavaş, romantik bir parça çalmaya başlayınca müziği işitir işitmez tek elini avucu tavana bakacak şekilde bana uzattı, gövdesini de hafifçe öne doğru eğmişti. "Benimle dans eder misin Barbie?"

Yüzüne bakarken peyda olan gülümsememle eline kısaca göz attıktan sonra tek elimi avucunun içine bıraktım ve dudaklarına götürüp nazikçe öptükten sonra ayağa kalktım. Ona doğru gülümseyerek bakarak ve emin adımlarla boş alana geldiğimizde gelin ve damatın yanında dans etmeye başladık. Hakan'ın iki eli de belimdeydi, benim ise iki elim de onun omuzlarının üstündeydi ve iki gözüm de iki gözünü bırakmamak suretiyle sarmalamıştı. Kadrajım olabilecek en güzel manzaraya sahipken bakışlarımı ondan almak ne mümkündü, bütün uzuvlarını ezberlediğim bu adamı, bir kez daha ilk defa görüyormuş merakı ve hevesiyle incelemeye başladım. Güzelliğinin izahını ya da benzerini bulmak mümkün değildi, sanki onun yaratılış hamuru herkesten farklıydı. Artık onsuz bir yaşamı güneşsiz bir dünyaya benzetiyor, onunla uzak düşme ihtimalinden duyduğum derin korkuyu kafamın gerilerine istikrarla itiyordum.

Tam da şu anda göğsüme aniden sızan o his gibi, ne zaman iki fazla insan yüzü görsem garipsiyor, bir an önce o ikimizden başka kimsenin girmediği bodrum katının, o soğuk ve insanı üşüten bir görüntüye sahip bodrum katının ana kucağı kadar güvenli ve sıcak hissettiren yatağında birlikte olmayı hayal ediyordum. İnsan içinde vakit harcamaya, onlarla lakırdı ederken birbirimizle geçireceğimiz zamanı zayi etmeye ne lüzum vardı? Gözlerine bakarken onunla bir an önce başbaşa kalabilmeyi ve hudutsuzca hareket edebilmeyi diledim. Onun bana açtığı hareket alanı sınırsız dünyada her zaman olduğumdan çok daha özgür ve ufku açıktım.

Gözlerime diktiği bakışları ve şefkatle kıvrılan dudaklarıyla yüzüme baktı ve "Sıkıldın mı?" diye sordu.

Tebessüm ederek kafamı iki yana salladım ve çevremde bakışlarımı gezdirdim. Sevgili olma kaidesi gözetmeden, herkes birbiriyle eşleşmiş ve dans etmeye başlamıştı. "Herkes çok sıcakkanlı burada."

"Beğenmene sevindim..." dedikten sonra manalı bir sessizliğe meydan açtı ve sonra tekrar o, "Ama benimle evde başbaşa olmayı tercih edersin?" diye sorar gibi konuştu kendinden emin bir tavırla, yüzümdeki sıkıntılı hali çözmüş gibi.

Yüzünü süzdükten sonra bilmişliğine gülümsedim ve hızlıca kafamı aşağı yukarı salladım. "Bu benim değişmez bir lütfum değil midir zaten?"

Tek kaşını hafifçe kaldırdı ve sırıtarak, daha çok cevabı duymak ona keyif verecekmiş gibi, "Öyle midir?" diye sorarak üsteledi.

Sakin ve huzurlu bir ifadeyle gözlerimi yumdum. "Ömrümün sonuna dek."

Bedenine yavaşça sokulduktan sonra başımı göğsüme yasladım ve dansımıza yeni bir boyut kazandırırken onunla aldığımız her farklı şeklin yeni bir dünyanın kapısını araladığını, ona her temas ettiğimde derimi ve içimdeki hisleri bambaşka mucizelere gebe bıraktığını düşündüm. Ona doymaya ve keşfetmeye bir ömür yeter miydi acaba? Ona doyamadan can vermek gözü açık gitmeye başlıca bir sebep değil miydi? Göğe karışan son nefesimin acizliği ne bariz olurdu o zaman kim bilir!

Bir süre sessizce dans ettikten sonra  müziğin sonuna gelince herkes birbirinden ayrıldığında Hakan beni göğsüne daha bir bastırdı ve saçımı okşamaya başladı. Çevreyi boynundaki kısıtlı açıyla incelediğimde yeni bir müzik açacaklarını sandım ama Melih "Saat epey geç oldu, biraz da sahil kenarına çıkalım mı?" diye bir fikir attı ortaya ve o fikri onaylayan mırıltılar ve tepkiler takip edince toparlanmaya başladık.

Ben ceketimi giydikten sonra Hakan'a göz attığımda hemen yanımda kravatını bağlıyordu, yanımdaki sandalyenin sırtlığına astığı takım elbisesinin ceketini omuzlarından kavrayarak kaldırdım ve giydirmeye hazır vaziyette tutarak arkasına geçtim. Tek kaşı ve dudağının bir kenarı yukarı kıvrılmış bir halde omzunun üstünden bana göz attığında, yüzünde göz ardı edilemeyecek çapkın bir ifade vardı. Buna sırıtmamla karşılık verirken bizi ikizlerden biri yakaladı ve seslice "Evliliğe hazır başka bir çift de görüyorum ben!" diye seslendiğinde herkes ilk önce şaşkınca ona, sonrasında da onun bakışlarının izlediği görünmez yolu takip ederek bize bakmıştı. Kısa bir dalga halinde kıkırtılar duyduk ve Hakan benim yerime de konuştu. "Neden olmasın? Belki de bir sonraki toplanmamız benim düğünümde olur?"

Şaka ve gerçek arası bir tavırla söylemişti bunu, daha kimse bir tepki veremeden Sinem ilk olarak benimle birebir bir dialoga girişti ve kapıya yakın bir yerde montunun fermuarını çekerken, "Kaç yaşındasın Ceren?" diye sordu canlı bir sesle.

Kısa bir süre "Im..." diye mırıldanıp "On sekiz," diye cevap verdim. Hakan göz ucuyla bana baksa da müdahale etmemişti. Aramızdaki yaş farkı benim için hiçbir sorun teşkil etmese de karşıt bir görüşle şu an karşılaşmak istemiyordum. Gerçi altı üstü bir yaş arttırmıştım fakat en azından reşit olduğumu sansalar iyi olurdu.

Sinem kaşlarını kaldırarak "Hım..." diye mırıldandı ne düşündüğünü anlayamadığım yüz ifadesi ve ses tonuyla. Üstünde çok durmadım ve Hakan kollarını ceketin içinden geçirdikten sonra yakalarını düzelterek ellerimi üstünden çektim. Doğrusu sahil soğuk olacaktı ama çok durmayacağızı düşünüyordum.

Herkes toparlandıktan sonra erkekler masaları eski haline döndürmüşlerdi ve biz de sandalyeleri yerleştirirken onlara yardım etmiştik. Sırayla herkes kapıdan dışarı çıktı ve son çıkan damat hem ışıkları kapamış hem de kapıyı kilitlemişti. Dağınık bir grup haline yolda ilerlemeye başladık ve hemen karşı caddeye geçtiğimizde denizin yanıbaşındaydık. Yıldızlı bir geceydi, rüzgar esiyordu ama şiddetli değildi. Sahilin kumları üstünde herkes belli bir çemberde bir yana dağılırken Hakan'ı görmek için arkama baktığımda kaldırımın üstünde Sinem'le bir şeyler konuştuğunu gördüm. Rahatsızlık vermemek adına bakışlarımı sürdürmeyip önüme döndüm ve kuma batıp çıkan topuklarımın varlığını ayrımsadığımda eğilip hiç gocunmadan ayakkabılarımı çıkardım ve elime aldıktan sonra yürümeye devam ettim. Yumuşak kumun ayaklarıma bıraktığı his açık ara farkla daha rahat ve gevşeticiydi. Denizin dibine ancak kuru olduğundan emin olduğum mesafedeki kumların üstüne oturdum ve bacaklarımı da önüme uzattım. Ellerimi diz kapaklarımın hizasından bacaklarıma sararken gelin ve damadın ilerideki iskemlede oturduklarını ve ayaklarını buz gibi olduğunu tahmin ettiğim suya uzattıklarını gördüm.

Yüzümde sevimli bir tebessüm oluştuğu sırada sağ yanıma birinin oturduğunu fark ettim ve kafamı çevirmemle tereddütlü bir gülümsemeyle bana bakan Hande'yi gördüm. Şaşkınlığımı üzerimden çabucak attım ve "Selam," dedim ben de ona gülümseyerek.

"Selam..." diye mırıldandığında kafasında söyleyeceklerini toparladığını hem ses tonundan hem de sıkıntılı yüz ifadesinden anladım. Doğrusu ilişkimiz hakkında hüküm vermesine ya da verir gibi konuşmasına katlanamazdım. Ben ses çıkarmadığımda oluşan fırsattan yararlandı ve "Doğrusu şaşırdım..." diye devam etti. "Ama ilk duyduğum zamanki kadar değil." Güldüğünde ben de güldüm ve "Doğrusu ben de şaşırdım..." dedim onu taklit eder gibi. "Yani Hakan'a..."

Kafasını tasdikler gibi salladı. "Değil mi... Asıl şaşırtıcı olan o ya zaten. Yanlış anlama, çok hoş bir kızsın sen... ama... bu Hakan işte... bilirsin, biraz..." yüzüme bakıp gülümseyerek burun kırıştırdı. "...imkansız."

Gülerek başımı aşağı yukarı salladım ve "Maalesef biliyorum," dedim onunla beraber kıkırdayarak.

"Onu hiç..." deyip dudak büktükten sonra devam etti. "Bir kızla hayal edemezdim. Yani ciddi bir ilişki boyutunda. Olmuş, hem de en yakın arkadaşını kaybetmek pahasına olmuş. Seni çok seviyor olmalı. Hayret etmeden duramıyorum."

"Tatlı dil yılanı bile deliğinden çıkarıyor demek ki... Şaşırtıcı ama pek de değil. Çünkü aslında naif biri. Taş kalpli olmadığını ve günün birinde bir şekilde o kalpte bir şeyler yeşereceğini biliyordum."

Yüzüme hayret dolu bakışlarla bakarken bir kez daha bilmiş bir tavırla kafasını salladı ve ardından, "Zaten artık öğüt alacak raddeyi geçmişsiniz. Herkes kendi yolunu çizmiş. Sadece senin adına pişman olmamanı dileyebilirim... Koray için."

Dudaklarımı zar zor kıvırdım ve "Olmayacağım," dedim zoraki tebessümümle.

Bunun üzerine ayağa kalktı ve kalçasındaki kumları silkelerken "Sana teşekkür etmek geliyor içimden," dedi samimi bir sesle. "Kardeşimle umarım aranız hiç bozulmaz."

Teşekkürün Hakan'ı eski takıntısından kurtardığım için olabileceğini düşündüm ve "Umarım..." dedim gülümseyerek. Kısa sürede yanımdan kaybolmuş ve diğerlerinin arasına karışmıştı.

Önüme dönüp yeryüzünde insanı aciz hissettirmede bir ağacın onlarca dallarından biri gibi olan, ucu bucağı gözükmeyen ve yaratıcının engin kudretinden ipuçları veren simsiyah, tıpkı bir yılan sürüsü gibi kımıl kımıl eden ve insanı istemeden derin düşünmeye iten çalkantılı denizi izlerken yanıma birinin çöktüğünü ve bu kişinin Hakan olduğunu kısa sürede çözmüştüm. İşte, acizlik ağacının kökü şimdi yanımda duruyordu. Ay ışığının yüzünün yarısına vurduğu ve diğer yarısının da gölgede kaldığı çehresini bir kez daha pür bir dikkatle inceledim, kaç defa yaparsam yapayım onun şu güzelliğine aklım asla ermeyecekti. Kafası hafifçe benden yana dönük olsa da bakışları denizin dalgalı yüzeyindeydi ama aklı bendeydi, hissediyordum. Bakışlarımı yüzünden çekmeyi aklımdan geçirsem de bunu yapmak istemedim. Kim bilir bir daha ne zaman tepemizde yüzlerce parlak yıldızın, ayak ucumuzdan başlayarak kilometrelerce uzanan denizin önümüzde olduğu bir günde Hakan'ın bu açıdan yüzünü izleyebilirdim?

Gözlerini yavaşça bana çevirdiğinde benim ona dikilmiş ve gereğinden dikkatli duran bakışlarımla karşılaşmıştı ama bu onu şaşırtmadı. Hatta dudaklarını hafifçe kıvırarak içten ama küçük, yorgunca bir tebessüme ev sahipliği yaptı ve avuçlarını kuma yaslayarak geriye doğru uzandı. "Uçsuz bucaksız denizi izlemen gerekiyor bu gözlerle sanırım," derken sesinde de hoşnut bir yan vardı.

Gözlerimi gözlerinden ayırmayarak "İzliyorum," diye cevap verdim. "Hem de ikisini birden."

İmayı anlamakta hiç güçlük çekmedi fakat nedense yüzü ciddi bir hal aldı. "Senin şu vefanı ve koşulsuz şartsız duyduğun sevgiyi gördükçe seni hayatımın dışında asla hayal edemez oluyorum, hatta öyle ki en başa geçiyorsun; senin kadar olmasa dahi ben de sana tapıyorum." Şimdi benim bakışlarımdaki dikkat onun bakışlarına da bulaşmıştı.

Tapmaktan kastının öncelik vermek gibi bir şey olduğunu anlayınca gülümseyerek başımı öne eğdim ve "Ne mutlu bana o zaman..." diye mırıldandım. "Artık karşılıksız hiçbir şey ortada kalmamış demektir."

Beni hiç duymamış gibi insanı ürperten bir ciddiyet, dikkat, hatta gerginlik dolu yüz ifadesiyle yüzüme bakmayı sürdürdü. "Sana karşı duyarsızlığımın kapıları kapandı," dedi tane tane ve devam etti. "Hatta her konuda, her hususta hassasiyet göstermekten kendimi alamıyorum. Bana verdiğin ve benim de tutunduğum sevginin, saygının ve değerin pahasını biçemiyorum. Haliyle zihnimin içinde tek kımıldayan şey haline geliyorsun. Senin bu teslimiyetini ve bağlılığını düşündükçe ömrümün geri kalanını sensiz geçirme ihtimali kanıma dokunuyor. Seni benden veya beni senden mahrum ettiğim bir gündoğumunun burnumdan geleceğini, günün bana zehir olacağını şimdiden seziyorum. Artık seni bensiz, beni de sensiz düşünemiyorum..." dediğinde yüzümde ne yapacağımı bilemeyen bir ifade belirmişti.

Bu sözler insanın aklını başından uçuracak kadar güzel, kıymetli ve dahası umulmadık bir zamanda dilinden kıyıya vurmuş cümlelerdi ve dolayısıyla çocuklar gibi mutlu olmam gerekiyordu fakat kesinlikle öyle bir atmosfer olmadığını söyleyebilirdim. Bilakis elle tutulur cinsten bir gerginlik söz konusuydu ve bu da Hakan'ın yüzünden bana doğru yayılıp sirayet eden bir duyguydu. Daha fazla direnemeyen kaşlarım çatıldı ve pes etme sırası dilime geçti, o da daha fazla direnemez iken "Çok güzel şeyler söylüyorsun..." diye mırıldandım yüzüne bakarak. "Ama neden bu kadar ciddisin?"

Gözlerinin içindeki köklü ciddiyet bir an için sarsıldı ve "Ceren..." diye fısıldayarak yavaşça yutkundu. "Aramızdaki birbirine kenetli sıkı bağa evlilikle kilit vurmak istiyorum."

Dilinin altındaki baklanın ve ciddiyetinin sebebinin önemli bir teklif olduğunu anlayınca kafamdaki soru işaretleri silindi fakat bu sefer de içimi müthiş bir hızla turlayan, karnımın üstünde, kıpır kıpır değişik varlıklar peyda oldu. Güler gibi oldum ama tam da gülemedim, "Hakan... bu çok önemli bir karar," dedim heyecanlı bir sesle ama sözlerimde samimi olduğum kadar değildim de. Evet, önemliydi ancak biz zaten bunu biliyorduk ve daha önce de önemli kararlar verdiğimiz olmuştu.

Gözlerini yumarak "Biliyorum," dedi hızlıca ve devam etti. "Her şeyin farkındayım ve her şeyi göze alıyorum. Beraber olmamız kaçınılmaz, birbirine geçmiş iki halka gibiyiz. Benim şu saatten sonra seni bırakmamın olanağı yok. Peki sen? Sen de öyle değil misin?"

"Evet..." dedim yavaşça, dalgaların çıkardığı sesleri bastırarak. "Benim de seni bırakma ihtimalimin akla sığar bir tarafı yok. Fakat... zaten birlikteyiz ve birbirimizden hiç ayrılmıyoruz. İstesek de ayrılamayız. Evlenmek için biraz erken değil mi? En fazla ben isterim bunu ama daha çok senin adına ani bir karar olmasını istemem. Hem... hem daha reşit değilim?"

Bakışlarının içindeki köze dönmüş ateş birden harladı ve "Dillere destan bir düğün yapmak istiyorum," dedi bastıra bastıra. "Göremediğim ve kıymetini bilemediğim aşkına ettiğim ayıbı telafi etmek istiyorum. Sana layığını takdim etmek geliyor içimden. Daha sonra..." kısa bir süre siyah gökyüzüyle birleşen siyah denizde göz gezdirdi ve kirpiklerinin tel tel ayrılışını burdan netçe görebilirken ve onları incelemeye dalacağım sırada tekrar bana döndü. "...terk edip gitmiş bir kızın yasını tutmaya devam eden adam olmak istemiyorum. En yakın arkadaşının kardeşine göz koymuş adam olmak istemiyorum. Onu evine alıp yatıp kalkmakta kullanan bir adam olmak istemiyorum." Kısa bir süre sessiz kaldığında onun beni, benim de onu anlayan bakışlarımıza meydanı bıraktık fakat sonrasında o devam etti. "En başta Koray ve Cengiz olmak üzere kimsenin, bana inancı olmayan kimsenin umrumda olmadığını bilirsin. İnsanlara göre hayatıma yön vermek ise asla yapmayacağım bir şeydir. Fakat şu an, kalben istemem haricinde senin, taze bir genç kızın itibarını ve hakkında söylenenleri, düşünülenleri dikkate almak mecburiyetindeyim. Senin ayağına değen en ufak taşın icabına bakmayı görev bilmeliyim." Ardından bakışları öyle bir hal aldı ki kalın bir katmandan sıyrılıp daha alt perdeden, direkt olarak gözlerime saplandığını hissettim. "Bana emanet edilen kız kardeşi, yüreği, ömrü, zerresine kadar müdafaa etmede bir asker gibi olma zorunluluğundayım. Sen herkesi karşına alarak ve imkansız bir aşka gönül bağlayıp bırakmayarak, sonra da imkansızı oldurarak kendini riske attıysan ben de o riskin gerçekleşmemesi adına çabalamak durumundayım."

Dudakları birbirinin üstüne kapandığında ikimiz de dev bir balyoz darbesi yemiş gibiydik. Sarsılmış gözler ve yüz ifadesiyle birbirimize bakmayı kestik ve sanki suyun altında dakikalarca kalmış ve nihayet kafasını yüzeye çıkarmayı başarmış biri gibi birbirimizden başka yerlere bakıp nefes nefese kalmış bir halde soluklanmaya başladık. Çünkü bu söylenenlerle ikimizin de soluğu kesilmiş durumdaydı. Benim, hücrelerime kadar ziyadesiyle bocalanan saadetin oluşturduğu heyecan soluğumu kesmişse de Hakan'ınki çok başkaydı. Kim bilir ne zamandır içinde biriken ve söylemeye fırsat bulamadığı hislerine tercüman olmaya çalışmıştı o.

Benim için fark etmezdi, onunla karşılıklı oturup konuşabildiğim her an zaten davullu zurnalı bir düğündü bana. Birlikte olduğumuz sürece bir nikah var ya da yok pek umrumda olmazdı ancak o her şeyden önce benden yaşça büyük biri olarak, bunun itibarımı zedeleyeceğini düşünüyorsa haklılık payı mutlaka vardı. Gerçi içten içe ben de Cengiz ve abim gibilerine bana onun gerçekten kıymet verdiğini kanıtlamak istiyordum. Yine de bu... çok külfetli bir işti. Belki sade, sessiz sakin bir düğün yapardık ama bu bile meşakkati azaltmaya yetmezdi çünkü en küçük düğün bile nihayetinde düğündü. Ne kadar bana uzak olduklarını hissetsem de bu konuyu oturup konuşacağım anne babam vardı ve asla sıcak bakacaklarını sanmıyordum. Hele anneme kalsa Hakan'dan ayrılmalı ve abimden af dilemeliydim. Yine de... her şeye rağmen; belki hiç belki de çok sonra evlenebilecek olsak da Hakan'dan bunları duymak ve beni evlenmeye layık gördüğünü öğrenmek, bana gelinliğini giyip aynaya ışıltılı gözlerle bakan kızın hevesini tattırmıştı.

Göğüs kafesimin içinde meydana gelen garip kıpırtılara sahip olmaya çalıştığım sırada Hakan kafasını dalgalı denizden bana doğru hafifçe çevirdi. Tekrardan, "Bak," diyerek konuşmaya başladığında sesi bu defa çok daha alçak ve yumuşaktı. "Senin için ben nasıl imkansız ve zorsam, benim için de değil evlenmek, yeniden birine karşı bir şeyler hissetmek ve o meyus halimden çıkmayı başarmak o kadar imkansız ve zordu. Ama oldu. Bunu yapan sensin. Bana tekrardan gelecek hayali ve planı kurdurmayı hatırlatan sensin, içime yaşama sevinci salan sensin. Seninle evlenmek sana duyduğum minnetin çeyreğine bile karşılık gelmeyecek. Beni bu kıvama getiren senken, eski sevgilim de dahil herhangi başka bir kızı hayatıma almayı aklımın ucundan dahi geçirirsem kendimi adamdan sayamam ben. Sayamam. Kim olsa sayamaz." Mırıltılar sona doğru kendiyle konuşur gibi bir hal aldıktan sonra usulca sustu ve kendine kısa bir süre tanıdıktan sonra kafasının yönünü tamamen benimkine çevirip gözlerimin içine baktı. "Birbirimizden başka kimsemizin olmadığı bariz. Senin öyle, artık benim de. Bu halimi eski sevgilim görse tanıyamaz. Onun bıraktığı adam değilim, bambaşka biriyim. Biz birbirimizi bıraktığımız gibi kalamadık. Zaten bir tek ben bunun için çaba sarf ettim ama senin karşında bu kadar dayanabildim işte. Artık ben de o illetli aşktan yakamı kurtardım. Senin isteyince yapamayacağın hiçbir şey yok."

Aniden Hakan'ın bu konuşmayı yapmak için o kıza karşı duyduğu hislerinin bittiğinden emin olmayı beklediğini düşündüm. İçimde o fırtınalı ve sıkıntılı günlerin bittiğine ve daha önemlisi değdiğine dair bir hareketlilik, neşe hissederken tıpkı denizin kıyıya vuran dalgası gibi o his de yüzüme şapşalca bir mutluluk olarak tesir etmişti. Hakan'ın çok nadir görebileceğim, küçük bir çocuğunkini andıran beklenti dolu gözlerine sahip yüzüne usul usul yaklaştım ve "Bunları düşünmen bana kırk gün kırk gece düğün eder," diye mırıldandıktan sonra aramıza çok az cismin girebileceği kadar az bir mesafeden birbirimize baktık. Hakan'ın bakışları ona verdiğim önemi bir kez daha görmüş gibi afallar bir ifade aldı ve kaşları hafifçe yukarı kalktı.

İkimizin de gözleri birbirimizin yüzünde gezinirken duraksatan tek bir nokta vardı ki, dudaklar. Onun cümlelerinin içimde kabarttığı minnet, sese dökemeyeceğim kadar yoğun ve başka bir alemdenmiş gibi olduğundan konuşmaya çabalamaktan vazgeçerek aramızdaki mesafeyi dudaklarımızla kapattım. Titrek dudaklarım bu defa bir teşekkürle hareket ederken Hakan'ın da ne demek istediğimi anladığını hissettim, ona geç olmasının hiçbir önemi olmadan, sonunda aşkıma duyduğu saygının ve sahip çıkmasının hayal edemeyeceğim kadar güzel, mutlu hissettirdiğini aktarmaya çalıştım. Onun dudaklarındaki ağır hareketlenme ise fazla sakıngandı, sanki bunu çoktan hak ettiğimi söylüyor ve bana bu kadar geç tattırdığı için pişmanlık duyuyordu. Dudaklarıma değen dudakları gibi, kıyıya vuran dalgalar çıplak ayaklarımı ıslatmaya başlamıştı ama değil ayaklarımın ıslanması, kıyamet kopsa ondan ayrılamayacak gibiydim. Canla başla çabalayıp da çok uzun zaman sonra dönüt aldığınızda hevesinizin kaçmamış olduğu çok az şey vardır, Hakan benim için buna tek örnekti. Hevesim kaçmadığı gibi katlanmış, harlanmış, arzum yanarak pişmiş ve değişen tek şey ham bir bir aşkın yerini pişmiş bir aşka bırakmış olmasıydı.  Bundan dolayıdır ki dudaklarımın arasındaki dudaklarının bana verdiği zafer gözümde paha biçilemez, mahiyeti tarif edilemez bir haldeydi.

Yakınımızdan bir yerden bir erkeğin, "Hop! Hop!" diye seslenmesiyle Hakan'dan sıçrayarak ayrılmak zorunda kaldım. En azından beşeri bir faktör olmasa ayrılmayacağımı biliyordum. Hakan'la aynı anda kafamızı kaldırdığımızda onun ikiz kuzenlerinden birinin bize doğru geldiğini gördüm. Hakan bakışlarını baygınlaştırırken ben beni utandıracak ve seviyesiz olabilecek herhangi bir şakaya maruz kalmamak adına kafamı denizden tarafa çevirdim. Göz ucuyla gördüğüm kadarıyla Hakan'ı arkadan yakaladı ve omuzlarına yerleştirdiği ellerini sıkarken, gelin ve damadı kastederek, "Sizde nikah var mıydı kardeşim?" diye sordu gülerek.

Çocuğun şakasının az önceki konuştuğumuz konu üzerine gelmesini sadece ikimizin anlayabileceğini düşünerek Hakan'a baktığımda o da bana dönmüştü ve birbirimize gülümsedik. Sonrasında, "Henüz değil," dedi Hakan yavaşça.

Kuzeni, "O zaman kızdan ayrılacaksın koçum," deyip sırtına vurduğunda yüzünde de alabildiğince büyük bir sırıtma vardı. Hakan omzundan geriye bakmaya çalışarak ve yanaklarını şişerek ofladı. "Ne boş adamsın oğlum. Sen küçükken de böyleydin, yanımızdan kızları alır arka tarafta kendin takılırdın."

Çocuk Hakan'ın arkasından çıkıp bana bakarak "Yo... yo..." diyerek inkar etmeye çalıştı ama yüzü her şeyi ele veriyordu. "Bu doğru değil."

Hakan eliyle onu baştan savar gibi bir hareket yapınca çocuk bu defa "Gidiyoruz," dedi yanımıza gelme amacını hatırlamış gibi. "Herkes arabalara bindi."

Çevreme bakındığımda iskelede ve sahilde kimseyi göremedim ve arabaların farları yanınca gözüm direkt asfalta kaydı. Hakan da asfaltı kontrol etmişti ve ayaklanırken "Ne ara gittiniz... hiç fark etmedik..." deyince kuzeni gerisingeriye asfalta dönmeye koyulurken, "Kim olsa fark etmez," diye mırıldanmıştı.

Hakan her adımda bizden uzaklaşan kuzenini umursamayıp bana döndüğünde  ben de yerimden kalkmıştım. Islak ayaklarımın üstüne yapışan kumlara umutsuz bir bakış attığımda Hakan da benimle beraber ayaklarımı fark etti. Üzgün bir sesle, "Ayakkabılarımı giyemem şimdi..." diye mırıldandım.

Kısa bir süreden sonra, "Giyme o zaman," diye cevap verdi ve uzanıp elimi tuttuğunda asfalta doğru sahilin kumunda ilerlemeye başladık. Ayakkabılarım olmayınca açılan boy farkını bir kez daha fark ettim ve kendimi babasının elini tutarak ve savrularak ona yetişmeye çalışan kız çocuğu gibi hissettim. Sahilin kumlu yolu bittiğinde altımızdaki zemin betona dönüşeceği sırada ayağımı kaldırıma atmak için kaldırmıştım ki Hakan beni belimin iki yanından kavrayarak havaya kaldırınca gülerek çığlık attım. Beni kucağına alıp arabasına doğru ilerlemeye başladığında henüz harekete geçmemiş arabaların içinden bizi görebildiklerini tahmin edebiliyordum. Yüzüm yüzüne hizalanınca avuçlarımın arasına suratını aldım ve sanki ellerimde dünyanın en değerli, işlenmemiş mücevherini tutuyormuş gibi büyümüş gözlerle ona bakarken "Seni seviyorum..." dedim ama sanki ben dememiştim de dilim kendiliğinden şakımış gibi his dolu çıkmıştı sesim.

Beni sarsmamaya çalışarak bir eliyle arabanın kapağını açmaya çabalarken dudağının tek kenarı da yukarı kıvrılmıştı. "Biliyorum," diye cevap verdi sakince. "Bu hayatta tek emin olduğum şey senin sevgin."

Beni koltuğa usulca bıraktığında emniyet kemerimi bağlamaya koyuldu ve yüzüme çarpan, çarptıkça hayat veren nefesiyle "Yuvamıza dönüyoruz..." diye mırıldandı.

Aşkından baygınlaşan bakışlarımla yüzüne melül melül baktım ve "Çok özledim," dedim şapşal bir ifadeyle.

Yüzünde çarpık bir gülümsemenin peyda olmasına izin verdi ve elimde tuttuğum ayakkabıları eline alıp ayaklarımın yanına bıraktıktan sonra geri çekilip kapımı kapattı. Arabanın önünü dolaşacağı sırada diğer arabaların birinden yine bir müzik yükseldi ama ben ancak Hakan dönüp Melih'e laf yetiştirmeye başladığında kasti olarak açtıklarını anladım. Böylelikle şarkının sözlerini anlamaya çalıştığımda kahkahalarla gülmeye başlamıştım. "Ne oldu sana, ne oldu böyle. Nerde o eski taş fırın erkeği, bir anda oldun light erkeği..."

Hakan işaret parmağını sallaya sallaya Melih'e bir şeyler dedikten sonra yanıma oturduğunda benim kadar eğlenmiyordu. Hala kahkahalarını zaptedememiş bana dönüp baktı ve arabayı çalıştırırken "Senin de hoşuna gitti tabi..." dedi kafasını imayla sallayarak.

Kendimi kontrol etmeye çalıştıkça daha çok gülmeye başladım ve yola koyulup Hakan'ın çenesinin kasılmaya başladığını fark ettiğimde nihayet susup, gülmekten çatallaşan sesimle, "Ay... senin bu kuzenlerin alem! Onlara gülüyorum sadece," diye açıklama yapmaya çalıştım. Fakat Hakan'ın pek kulak astığı söylenemezdi, bana cevap vermeyince ben de kendi kendine yatışmasını bekleyerek sessiz kaldım.

Yola koyulduğumuzda yine aralarında değişik numaralar dönüyordu ama gelişimiz kadar hareketli değildik, herkes yorulmuştu sanırım. Ben de bunlara dahil olmuş olacağım ki koltukta cama doğru kıvrılıp kafamı yaslayarak uyuklamaya başlamıştım. Doğrusu uyumuyordum ama kısık gözlerimi tamamıyla açacak enerjim de yoktu. Hakan'ın arada beni kontrol ettiğini göz ucuyla görüyordum ama hiç konuşmadan yolun yarısına kadar gelmiştik. Tam gözlerimi tamamıyla yummuş ve açmaya halim kalmamışken Hakan'ın telefonuna gelen bildirim sesiyle uykum parçalara ayrıldı.

Hakan telefondan önce beni kontrol edip ardından telefonu eline aldı ve uyandığımı fark ettiği için "Melih bir şarkı yollamış, dinleyin diyor," dedi. Öndeki arabada Melih olduğu için gözüm oraya kaydı ama tabi ki onu göremedim. Hafifçe doğrulduğumda Hakan şarkıyı başlatmıştı. Bir yerlerden tanıdık gelen melodiyi gözlerimi kısarak dinledim ve sözlerine ikimiz de dikkat kesildik.



"Hangi masal geçti başından, hangi iklimde kaybettin gölgeni...
Pencere önü çiçeği gibi, yalnız mı kaldın yoksa kalabalıklarda...
Bu şehirde bir ben vardım, dinle sevgili.
Bu adamı küllerinden baştan yarattın.
Cam kırıkları üzerinden beni kurtardın, bir kuşun kanadında göğe çıkardın.

Son sevdiği olur musun, kırık dökük kalbimin.
Son gördüğü olur musun ayrılırken dünyadan."

Şarkı bittiğinde ikimiz de buz kesmiş gibi hareketsizdik. Oluşan sessizliği ben bozdum ve "Ben beğendim," dedim orantısız çıkan sesimle.

Peşimden Hakan da "Ben de," diyerek katıldı ve şarkıyı tekrar tekrar, arabaya bağlayarak dinlemeye başladık. Hatta Melihler ve diğerleriyle yolumuz ayrıldığında dahi dinlemeye devam ettik ve ancak evimizin önüne gelip arabayı durdurduğumuzda müziğin sesi kesildi. Beni tekrar kucağına alarak eve taşıdı ve ilk kattaki banyodan girene kadar kucağından indirmedi. Küvetin içine bıraktığında suyu açtım ve unutulmaz geceden somut olarak tek kalan kalıntıları, ayağımdaki kum tanelerini suya tutarak akıp gitmesine sebep oldum. Arkalarından boş gözlerle bakarken Hakan eğildi ve suyu kapadı, ardında kolumdan tutarak inmeme yardım etti. Işıkları kapatıp kendimizi hızlıca bodrum katına attık.

Ben pijamalarımla banyoya girip üstümü değiştirmeye başladığımda Hakan da içeri de giyiniyordu. Kirlenen abiyeyi nazikçe çıkarıp kenara koydum ve pijamalarımı giyindikten sonra aynanın karşısına geçip acıyarak makyajımı temizledim, neyse ki saçlarım hala bozulmamıştı. Yüzüm doğal halini aldığında bir de dişlerimi fırçaladım ve sonra abiyemi kucaklayıp kapıdan dışarı çıktım.

Hakan giyinmişti -kısmen- ve yatmaya hazırlanıyordu. Altında siyah eşofman altı vardı ve üstü çıplaktı. Yorganını kaldıracağı sırada göz ucuyla bana; pijamalarıma ve sade yüzüme bakarak gülümsedi ve "Gündüz Barbie, gece cimcime," diye mırıldandı.

Yanından geçerken gülümsedim ve "Gündüz Hakan Atan, gece Hakan Atan," dedim içerisinde binbir tane kimliğin olduğunu kastederek.

Koltuğun kenarına yarın kuru temizlemeye verilmesi ya da Hakan'ın dolabına asılması üzere elbiseyi bıraktıktan sonra tekrar yatağımıza döndüğümde Hakan sırıtarak yatağa yerleşiyordu. Diğer kenarın yorganını da ben kaldırdım ve yavaş ama kıvrakça içeri sızıp gülerek üstümü örttüm. Yorganın altından ona ışıldayan gözlerle baktığımda o da beni gülümseyerek izliyordu. Yatakta bedenimi sürerek gövdesinin üzerine çıktım ve göğsünün altına bir öpücük kondurup tekrar önüme dökülen kısa saçlarımla kafamı havaya dikip yüzüne baktım. Bir eliyle saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırdıktan sonra yanağımı avuçladı ve başparmağını gezdirmeye başladı. Gözlerimi yumarak, "Bugün her şey çok güzeldi..." diye mırıldandım uykulu bir sesle. "Ailen dediğin kadar var. Herkes çok sıcakkanlı..."

"Memnun olmana sevindim... sonuçta... gelinleri olman yakındır."

Gülümseyip "Hakan..." diye mırıldanarak başımı önüme eğdiğimde yanağımdaki eliyle çenemden tutup tekrar havaya dikti. "Bu çok zor değil mi?" diye sordum. "Senin de benim ailemle tanışman gerek ve... küçük olduğumu düşünecekler. İzin vereceklerine zerre itimadım yok."

Sert yüz ifadesi fakat sakin çıkan sesiyle, "Zaten benim olanı meşrulaştırmak için onlardan izin almayacağım," diye cevap verdi. "En fazla reşit olmanı beklemek zorunda kalırız."

Aralık olan ağzımı diyecek bir şey bulamamla kapadım. Evet, zaten evli gibi yaşıyorduk ve körü körüne izin vermemeleri saçma olacaktı ama veremeyeceklerdi işte. Biliyordum ve en azından babamın içine sinsin isterdim. Diğer yandan benim ruhum duymadan çevirdikleri dolapları hatırlayınca pek de böyle bir vefa borcum olduğunu da sanmıyordum.

İşin içinden çıkamayacağımı fark edince düşüncelerimi dağıtmaya karar verdim ve tekrar Hakan'a gören gözlerle baktığımda sıcak bir gülümseme sundum. "Bugün bana hissettirdiğin taşkın duygular için teşekkürler."

Dudakları kıvrılırken bakışları yorgunlaşmıştı. Yaptıklarını bir teşekkür sebebi olarak görmediğini biliyordum. Cevap olarak, her kelimeyi bastır bastıra, "Benden vazgeçmediğin için teşekkürler," demişti ve bu o gece duyduğum son cümleydi.

~

Herkese selam!! Baştan sona kontrol etme fırsatım olmadı, umarım çok hata yoktur ve beğenmişsinizdir. Kısa gelebilir ama daha fazla uzatmak istemedim, bu bölümün kotası bu kadardı🤷🏻‍♀️

Bir kısmınızın bu bölümlerden ziyade aksiyon okumayı beklediğini biliyorum, önümüzde o tarz bölümler de var ama yavaş ilerlemeyi tercih ediyorum. Zaten kafanızdaki soru işaretlerinin çoğunun cevabı kurgumun içerisinde mevcut fakat sırasını bekliyor. Size de sabırlı olmanızı tavsiye ediyorum.

Başka bir konu... Özellikle Ceren'in Hakan'a karşı duyduğu iltimas başta olmak üzere zaman zaman karakterlerin tavırlarından şikayetçi olduğunuzu görüyorum. Fakat bugüne kadar fark etmiş olmanız gerektiği şekilde ben sıradan bir aşkı değil, hat safhada, aşırı duygularla yaşanan aşkı yazıyorum. Her türlü mantığa uymayan davranışı beklemeniz gerekir.

Halide Edip Adıvar'ın bir sözü var: "İnsan, romanına koyduğu insan timsallerinin elinde esir olduğunu benim kadar siz de bilirsiniz. Biz onların yüzünü, ruhunu, hayatını biraz seçilir çizgilerle hazırlar hazırlamaz insanın elinden çıkıyorlar, istediklerini söylüyorlar ve yapıyorlar." Yani, sizin eleştiri niyetine yazdığınız bazı şeyler bizim bile değiştiremeyeceğimiz, müdahele edemeyeceğimiz şeyler olabiliyor. Belki de bunu kitabın ta en başında belirtmem gerekiyordu. Onların yaşadıklarını kağıda döken aracıdan bir başkası değilim ben.

Bir diğeri ise en çok da kitabımızın basımı için etkileşim konusunda atak yapmamızın önemle gerektiği. Lütfen sadece bu bölüme değil, önceki bölümlere de dönüp unuttuğunuz varsa oy verin. Yanı sıra yorumunuzu da bilmek istiyorum, epeydir parmak sayısını geçen uzun, dolu dolu yorumlarla karşılaşmadım attığım yeni bölümlerde. Yapanlara sözüm yok tabi :)

Sınırımız her zaman oy sınırı ve yine aynı: 700.

Neyse, çok uzattım 😛 İnstagram'dan bizi takip edin ve anketlere, canlı yayınlara, soru cevaplara katılın: takintiwattpad

Parodiler: cerenssoysal,
hakanatann
koraaysoysal
cengizsaruhaan
merveddes
cagatayttetik
1arass

Görüşmek üzere, hoşça kalın🖤

Continue Reading

You'll Also Like

2.2M 139K 60
pabucumun bayboyu Ayşen: Ama senin gibi tiplerden hoşlanmam. Ayşen: Senin gibi tipler dediğim. Ayşen: Kötü çocuk gibi takılan. Ayşen: Zeki ve çalışk...
1.4M 53.9K 54
DİKKAT: ÖĞRETMEN ÖĞRENCİ KURGUSUDUR +18 VARDIR RAHATSIZ OLACAK OKUMASIN. Defne çocuk ruhlu biridir. Bir akşam canının sıkıntısı ile anonim bir uygul...
1.7M 91.2K 48
En yakın arkadaşının hattını değiştirmesi sonucu, ona yeni numarasından mesaj atmaya çalışan Ada, aslında mesajı attığı kişinin bir yıldır hoşlandığı...
794K 54.5K 34
Peyda, bir Gerçek Aile/Kaçırılmış Çocuk klasiğidir. "Şimdi, on yedi yıl sonra annem ve babam karşımda dikiliyorlardı. Onları görüyor, onlarla aynı m...