SARSINTI

By mangaokuru

687K 53.4K 53.1K

"Hakkına girdiğimi söylediğinde cehenneminde yanacağımı da kastettiğini anlayamadım." 01.02.2019~08.06.2020 More

GİRİŞ
1.EY MAZLUM DİYARBEKİR
2.ASİ ÇÖMEZ
3.TAPULU MAL
4. KÜRŞAT YAZAR, BEKİR BOZAR
5. MÜREKKEP MÜREKKEP ACI
6.AŞK EMEKLİSİ
7.BİR GARİP PARYA
8. KALBE İHANET
9.BU EZİYET TÜM HALKLARA
11. ÇALDILAR GENÇLİĞİMİZİ
12. DELİ YANGIN
13. GÖRDÜĞÜM İLK ERKEK
14.AMİD GÜLÜ
15. FIRTINADA SAVRULAN
16. ANKARA RÜZGARI
17. ALLAH YALANI SEVMEZ
18. YARİN GÖĞSÜNE SIĞABİLMEK
19. BENDE HİÇ GÜNAH YOK, KABAHAT SENDE
20. YARDAN IRAK YAŞANIR MI?
21. YASAKLARIN ÖTESİ
22. PAYLAŞILAN YÜK
23.HASRETİNDEN PRANGALAR ESKİTTİM
24.İKİ ARADA BİR DEREDE
25. AYRILIK ÖLÜMDEN BETER
26. SENDEN ÖTE, BENDEN ZİYADE
27. YOLUN SONU GÖRÜNÜYOR
28. AKASYA MİSALİ ÇİÇEK AÇTIN
29. DÜŞEN HEP YERDE Mİ KALIR?
30. SEVDA KUŞUN KANADINDA
31. REALİST HİKAYE, ROMANTİK KAHRAMAN
32.KARA TRENİN DUMANI
33. YÜZÜĞÜN LANETİ
34. MEKTUBUM GİT YARE VAR
35. KORKAK YİĞİT
36. ACIMASIZ SEVDA
37. DOKUNSAM SOLAR MISIN?
38. YÜREĞİM KÖPÜK KÖPÜK SEVDAN
39. CACIĞIN DÖRT ATLISI
40. AL BENİ KOYNUNDA SAKLA
41. GEÇTİĞİN KÖŞELERDE DİKİLİ BİR TAŞ OLAM
42. PİŞMANLIĞIM VE SEVDİĞİM
43. BENİ KÖR KUYULARDA
44. KANA BULANDI DİCLE
45. FİNAL
VEDA

10. BENİ AĞLATIRSAN DOYMA YAŞINA

15.8K 1.4K 1K
By mangaokuru

*Not: Medyadaki müzikle okumanızı tavsiye ederim❤*

Birlikten kuvvet doğar, diye bir söz vardır. Atalarımız bunu hangi durumda kim için söylemişler bilemiyoruz. Ancak görünen o ki her zaman doğru değildi, birlikten her daim kuvvet doğmuyordu. Bekir, tepesinde salınan, üstündeki tozlardan sarı ışığı net olmayan ve bozuk olduğu için devamlı yanıp sönen lambanın sadece oturduğu masayı aydınlattığı sorgu odasındayken bunu gayet iyi anlıyordu.

Nezarethanede polislerin deyimiyle "ufak çaplı isyan" birkaç jop darbesiyle susturulmuş ve bunun yegane sorumlusu Bekir de diğer üç gençle birlikte yaka paça sorguya alınmıştı. Polisler tarafından sürüklenirken gördüğü tek şey Kürşat'ın endişeli gözleriydi. Reis, diğer polisler tarafından başka bir sorgu odasına alınana kadar kendisini sürükleyenlere direnç göstermemişti. Hatta orada Bekir'den başka kimse yokmuş gibi sadece ona bakmıştı. Esmer oğlan ise sanki o ana kadar kavga eden onlar değilmiş gibi gülümseyerek bakmaya çalışmıştı reise. Nedense Kürşat'ı teselli etmek, iyi olduğunu söylemek istemişti. Fakat buna fırsat bulamadan bir masa ve bir sandalyenin olduğu sorgu odasına alınmıştı. Son anda tek görebildiği Kürşat'ın hala sürüklenerek koridorda ilerletildiğiydi.

Yaklaşık beş dakika önce alındığı bu sorgu odasında başlangıçta yalnızdı. Ne gelen olmuştu ne giden, bu yüzden güvensiz hissediyordu. Zira ne geleceğini bilememek, kurbanlık koyun gibi öylece beklemek tahmin edilemeyecek kadar aciz hissettiriyordu. Yine de içinden bir ses kimsenin gelmemesinin daha iyi olacağını söylüyordu. Çünkü bu karakollarda kaybolan gençlerin sayısı azımsanmayacak kadar çoktu.

Esmer genç, her ne kadar istemese de korkarak gelecek olanı beklerken az önce onu bırakırken kapanan kapı tekrar açıldı ve iki polis girdi. Birinin elinde muhtemelen kendisine ait bilgileri taşıyan dosya varken diğeri elindeki sigara paketini gömleğinin cebine tıkıştırıyordu. Bekir, polisler geldikleri gibi kapıyı tekrar üstlerine kapatırlarken tekrar karanlığa boğulan odada az öncekinden daha güvensiz hissetti. Işığı ancak kendine yeten lambadan dolayı esmer genç odadaki polislerin yerleri hakkında net bir bilgiye sahip olamazken adımlardan çözmeye çalıştı gelenlerin ne yaptığını. Kulak kabarttığı seslerin bir kişiye ait olduğunu çözerken diğerinin kapı girişinde beklediğini tahmin etti.

Tüm bunlardan öte Bekir, hiçbir zaman yaşamadığı bir kaygıya tutulurken ilk kez girdiği sorgunun nasıl bir şey olduğunu bilemiyordu. Tam bu bilinmezlik içinde ise şunu anlıyordu. Korku sözcüğü göremediğimiz şeylerde anlam kazanıyordu. Ve esmer genç şu an o kelimenin anlamını iliklerine kadar hissediyordu. Elleri masanın altında paltosunun ucuna sıkı sıkıya sarınmışken polislere karşı çıkmasını sağlayan cesareti kayıplara karışmıştı. Buz gibi havaya rağmen soğuk soğuk terlerken gözlerini de masaya dikti. Bu sırada polislerden birinin etrafında tur atmaya başladığını duydu.

"Adın, soyadın?"

Geldiklerinden beri ilk kez konuşan adamla korkusu artarken boğazında onlarca düğüm oluştu. Kaba ses, kibirli bir tonla sorduğunda bir an gözlerini konuşan adama çevirmek istediyse de son anda engel oldu kendine. Nedense onlara bakmazsa sorgu daha çabuk bitecekmiş gibi gelmişti.

"Bekir Baybaşin."

Adam "Hmm," diyerek bir tur daha attıktan sonra devam etti. Küçümseyen bir tonda ortaya saldığı bu tepki esmeri daha çok germekten başka bir işe yaramamıştı.

"Nerelisin Bekir?"

Zaten bildikleri cevapları neden bir de ondan duymak istediklerini anlayamadı esmer oğlan. Polislerin bu tavrı babasını hatırlattı ister istemez Bekir'e. Evlatları devletle karşı karşıya gelmesin, sağ salim olsunlar diye her şeyi sineye çekmiş adamın onca fedakarlığı boşa gitmiş gibiydi. Koruyup kolladığı evladı polislerin karşısında, birazdan olacakları göstermek ister gibi üstten bakan iki memurun insafına kalmıştı. Zihninden bunlar geçerken dudakları ondan bağımsız bir şekilde sorunun cevabını verdi.

"Diyar-ı Bekir."

Hissettiği gerginliğe rağmen sakin çıkan sesi buradaki tek avantajıydı. Madem babasına karşı gelip asla istemediği bir pozisyonda bulmuştu kendini o halde kendine saygısını yitirmemeliydi. En azından bu şeref yoksunu varlıkların karşında eğilmemeliydi.

"Peki ne işin vardı senin o örgütle?"

Örgütten kastının YKG olduğunu anladı. Ancak hem onlardan kimsenin adını vermemek hem de gerçekten onlarla bağı olmadığından kendinden emin bir şekilde cevapladı.

"Örgütle işim olmaz."

Karanlık odada iki güçlü kahkaha yankılandı. Etrafında turlayan polis tam karşısında durdu, diğer polisin de odanın öteki ucundan masaya doğru yaklaşan adım seslerini duydu.

"Kavgada ne işin vardı o zaman lan?"

Aniden kahkahasını kesen adam masaya güçlü bir şekilde vurup bağırınca irkildi Bekir. Yerinde zıplar gibi olunca ister istemez gözlerini masadan çekip ışığın altına geçtiği için artık görünür olan polise dikti. Tepesi açılmış saçları, kırlaşmış sakalları ve bir kısmı sarıya kaçan bıyıkları ile fazlasıyla irrite ediciydi.

"Yoldan geçerken gördüm, ayırmaya çalışırken de arada kaynadım."

Madem ben yandım başkası yanmasın diyerek kurduğu bu cümle karşısındaki elemanları daha çok kızdırdı. Adam, sert bir ifadeyle kendisine bakarken masaya gelen diğer polis elindeki dosyayı Bekir'in kafasına vurdu. Esmer genç, aldığı darbeyle refleskle başını geriye çekerken dişlerini sıktı. Bu odadan şu heriflere dokunmadan çıkmak için içinden dualar etmeye başladı.

"Sen kimi kandırdığını sanıyorsun lan?"

Bekir, az önceki tedirginliğini üstünden atarken damarlarındaki kanın fokurdadığını hissetti. İsterlerse tüm karakolu üstüne salsınlardı yine de bu denli haysiyetsizlere beklediklerini vermeyecek, kimseyi satmayacaktı.

"Kandırmıyorum, doğruları söylüyorum."

Yanındaki adama alev alev yanan elalarıyla bakarken aniden çenesinden tutulmasıyla karşısındaki polise bakmak zorunda kaldı.

"Yani diyorsun ki ne örgütle ne de kavgayla alakam yok. Nezarethanedeki Kara Murat tavırlarım da öylesineydi?"

Çenesi sıkılı olduğundan konuşamazken sadece başını salladı. Zaten iyi ki konuşamıyordu yoksa hemen ardından duyduğu cümleden sonra ağzından çıkan en iyi ihtimalle küfür olurdu.

"Oğlum hem Diyarbakırlı'sın hem de militan olmadığına inanmamızı mı bekliyorsun?"

Cümlesini bitirir bitirmez tuttuğu çeneyi çok güçlü bir şekilde iterken Bekir geriye doğru sandalyesiyle birlikte düşer gibi oldu. Son anda ellerini öne uzatıp masaya tutunarak dengesini sağlarken beklemediği bir darbe aldı sol tarafından. Sandalyesi daha genç olan polis tarafından tekmelenirken ne olduğu anlayamadan yerde buldu kendini. Masa ile sandalye arasında kalan bacakları, sert bir şekilde yerle buluşan kafası, sırtına batan sandalyenin demiri yüzünden acıyla inledi. Kavgada aldığı darbelerden dolayı zaten hassaslaşmış olan çürüklerle dolu bedenine bu yerle buluşma seansı fazlasıyla sancılı gelmişti.

Bekir, daha bu acıya alışamadan ardındaki sandalyenin itildiğini duydu. Vücudundaki ağrıları azaltacakmış gibi kapanan gözlerinden dolayı görmese de seslerden ve yaydıkları enerjiden iki polisin de başında dikildiğini anladı. Nitekim çok geçmeden bir el arkadan saçlarına asıldı.

"Söyle lan, ulusun ne senin?"

Esmer genç, konuşmak için derin bir nefes aldı. Bu saatten sonra ne olursa olsundu. Muhtemelen sağ çıkamayacaktı zaten. O yüzden en azından haysiyetini korur, inkar ettikleri varlıklarını gözlerine sokardı. Bu yüzden büyük bir kinle ve rahatlıkla cevapladı.

"Kürt'üm."

Ve hemen ardından karnına bir tekme yerken saçlarındaki el tarafından başı hızla yeri buldu. Tüm gün darbelere maruz kalmış bedeni daha fazla dayanamayıp polislerin küfür içerikli konuşmalarını geri planda çalarken yeni darbeleri karşılıyordu. Yediği her tekmede, yüzüne aldığı her yumrukta, sırtına değen her temasta biraz daha kendini kaybedip karanlığa gömülürken zihninden geçen tek şey babasıydı. Okumaya gönderdiği oğlunun ne halde olduğunu görürse yaşayacağı hayal kırıklığını düşünmek polislerin dayağından daha acıydı.

****************

Tarifsiz bir acı vardı. Vücudunun her zerresi sızım sızım sızlıyordu. İki polis kollarından tutarak onu taşırken ayakları geriden gelerek yerde sürükleniyordu. Şişmiş göz kapakları neredeyse kapalı haldeydi. Maruz kaldığı işkenceden sonra bayılınca uyanması için üstüne su döktüklerinden başı ve gövdesi ıslaktı. Soğuk karakol koridorlarından geçerken esen hava ıslaklığıyla birleşince aştıkları her metrede biraz daha bilicinin açılır gibi olmasına neden oluyordu. Fakat bu sadece acıyı en derinden hissetmesini sağlıyordu. Şişmiş kapakları ardında kalan gözleri ancak yeri görebilmesini sağlayacak kadar açılırken beyni hiçbir iletiyi algılayamıyordu. Tüm fonksiyonlarını acıya odaklamıştı adeta. Bu yüzden nereden geçip nereye vardıklarını anlayamadı Bekir. Sadece en sonunda uzun bir tahta parçasının üzerine fırlatılır gibi bırakıldığını hissetti. Gerisi tekrar karanlıktı.

********

Karlarla kaplı sokakta kendini bulduğunda bir an nerede olduğunu şaşırdı. En son Ankara'da polis karakolunda dayak yediğini hatırlarken şimdi kendini bambaşka bir yerde bulmuştu. Neresi olduğunu anlamak için etrafı süzerken gecenin karanlığına ek olarak garip bir sis örtüyordu her yanı. Bu yüzden büyüdüğü sokağı tanıması normalden geç olmuştu.

Her zaman ekmek aldığı fırını, veresiye yazdırdığı bakkalı, bahçesinden elmalarını çaldığı Galip amcanın evini görünce ancak dank etmişti. Ve yıllarca kaybettiği çocuğunu bulmuş bir annenin sevinci doldu yüreğine. Gözleri hissettiği mutlulukla dolarken buraya nasıl ve ne zaman geldiğini umursamadı. Annesini, babasını, abilerini ve yeğenlerini görecekti. Daha önemli ne olabilirdi ki?

Hissettiği bu yoğun duygularla koşmaya başladı. Amed'in kışları hep çetindi. Bunun kanıtı olan karlara bata çıka ilerlerken yüzüne vuran rüzgar, paçalarının ağırlaşmasını sağlayan ve ayaklarına sızan sular ürpermesine neden olurken hissettiği en net somut duygunun bu olduğunu fark etti. Nedense gördükleri, duydukları hep sis perdesinin ardındaymış gibi gelse de bu üşüme hissini iliklerine kadar yaşamıştı.

Genç adam yattığı taburede gördüğü rüyadan bağımsız olarak üstüne dökülmüş sudan dolayı tir tir titrerken bacaklarını kendine çekmişti. Zatüre olmak üzereydi, ancak şu an ne onu ne de başka bir şeyi fark edecek durumda değildi.

Yine de bunu görmezden gelip biraz bile hızını azaltmadan evine doğru ilerledi. Sıra sıra dizilmiş evler, karların ağırlığına dayanamayıp eğilmiş ağaçlar, tek tük yanan sokak lambaları, bazen usul usul bazen de tüm gücünü kanıtlamak ister gibi esen rüzgarı aşarak sonunda yer yer dökülmüş mavi boyalı avlu kapısına vardı. Uzaklardan gelen köpek havlamalarının eşliğinde kapıyı çalmak için elini kaldırdığı sırada fark ettiği şeyle gerisin geri indirdi yumruğunu. Her daim kapalı olan kapının açık oluşuna şaşırırken yavaşça itti mavi kaplı metali. Önce başını uzatıp öyle baktı karları kürenmiş avluya. Daha sonra damdan sarkan buzların gölgelediği pencereden sızan ışıkla kötü bir şey olmadığına kanaat getirip bedeninin geri kalanını soktu. Tamamen avluya girdiğinde ardından kapıyı kapatarak yürümeye başladı.

Damdan temizlenen karın iki katlı evin kenarlarında biriktiğini, üst katın ışıklarının sönük olduğunu gördü. Oturma odasının ve annesi ile babasının yatak odasının bulunduğu giriş katında sadece ışık vardı. Bu sebepten yönünü merdivenlere çevirmeden ilk kata döndürdü. Aradaki yaklaşık on metreyi sonunda annesini görebilecek olmanın heyecanıyla hemen aştı. Zira hayatının en zor üç ayını geçirdikten sonra tek ihtiyacı ana kucağıydı. Nihayet evin kapısına vardığında bunu da açık görmek artık onu şaşırtmazken vücudu ince ince sızlamaya başladı. Kaynağını bilemediği bir ağrı kendini gösterirken dişlerini sıkarak eve girdi. Ailesini görebilecekken bu ağrının hiçbir önemi yoktu.

Eve ayakkabılarını hangi ara çıkardığını anlayamadan girerken buğulu sesler duyuluyordu oturma odasından. Birkaç adım sonra kalabalık oturma odası görünür olurken vücudunun aniden ısınmaya başladığını hissetti. Bunu yavaş yavaş yanan odanın köşesindeki kömür sobasına yorarken gözleri beyaz tülbentli, basma fistanlı, yüzüne yılların yorgunluğu oturmuş kadını buldu.

Dudaklarından acı bir "Daye (ana)," nidası dökülürken gözlerinin sulandığını hissetti. Bu sesini ve varlığını sadece annesi fark etmiş gibi kadının gözleri anında oğlunu bulurken geri kalan herkes sohbetlerine kaldıkları yerden devam ediyordu. İşin ilginç yanı aynı odada olmalarına rağmen sesleri suyun altındaymış gibi geliyordu Bekir'e. Buna bir anlam veremezken annesinin eliyle dizini işaret etmesiyle dikkati tamamen ona odaklandı. Sobaya biraz uzak bir köşede oturan kadına doğru giderken hissettiği huzur artıyor, gözlerinde birikmiş olan yaşlar akmaya başlıyordu. Aştığı her mesafe vücudundaki her bir ağrıyı daha belirginleştiriyordu mutluluğuna zıt bir şekilde. Ancak bu annesinin yanına vardığında deli gibi özlem giderecek olmasına engel değildi.

Sonunda aradaki mesafeyi sıfıra indirdiğinde bir saniye dahi tereddüt etmeden yere oturdu. Annesinin dizlerine başını koydu ve geriye kalan her şey önemsiz oldu. Başından beri var olan sis perdesi daha da kalınlaşırken annesi her şeyden belirgin oldu. Kokusu, saçlarına konan elleri, başını yasladığı kemikli dizleri ve hissettirdiği huzur. Üşümesi de ağrıları da önemsiz birer ayrıntı gibi geri kalan her şeyle birlikle flulaşırken yaşları gözlerinden akıp burnuna düştü. Oradan da annesinin dizlerine dökülürken konuştu.

"Daye, ez dixwazim malê vegerim."

Eve dönmek istediğini söylerken öylesine içten konuşmuştu ki annesinin elinin duraksadığını hissetti. Bunun üstüne asla konuşmayan kadının birkaç kelam edeceğini sandı ancak öyle olmadı. Kadın sanki oğlunun acısını, hüznünü, çaresizliğini, yorgunluğunu görmüş ve onları almak istiyormuş gibi saçlarını okşamaya devam etti.

Bekir, üstünde başkasına ait kabanla yeni yeni ısınırken uyanmamıştı. Öyle derin bir uykudaydı ki bunun sebebinin maruz kaldığı soğuk mu yoksa yapılan işkenceler mi olduğu belli değildi. Başını yasladığı ve uyuduğu için haberinin olmadığı dizin sahibi tarafından saçları usul usul okşanırken ondan daha beter durumda olduğunu da bilmiyordu kendisine şefkat gösteren gencin.

Kürşat, dizinde uyurken devamlı inleyen ve ara ara "Daye," diye sayıklayan genci kendi yüzü kan revan içindeyken sarıp sarmalıyordu. Nezarethanenin beton duvarlarını aşan bir merhametle esmer oğlanın saçlarını okşarken yüreğinde büyük bir sızı vardı. Öyle ki bu sızı gördüğü tüm işkencelerden daha beterdi. Günlerce, aylarca hatta yıllarca dayak yeseydi ama dizinde yatmış olan adam bu halde olmasaydı. Onun acısı yüzünden kendi acısını unuturken elinden gelen tek şey öylece boş boş yanında durmaktı.

Her şeyden korumak istediği adamı bu halde görmek inanılmaz bir azap yaşamasına neden olurken dizlerine damlayan yaşlarla kalbi dağlandı. Dudakları hala anlamsız mırıltılar salan adamın acısını hissetmek için kelimeleri çözmesine de gerek yoktu zaten.

Genç adam, annesine sürekli eve dönmek istediğini tekrar ederken bunu canı gönülden söylüyordu. Artık Ankara'da kalmak da okumak da istemiyordu. Orası Bekir'e göre değildi. Annesi ve babası olmadan katlanamıyordu. Siyasetten anlamazken kendini bir anda içinde bulmuştu, kimliğini reddeden insanların arasında sıkışıp kalmıştı. Nefes alamıyordu, eve dönmekten başka çaresi yoktu.

Bekir, ağlamaya devam edip annesine derdini anlatmaya çalışırken bir ses duyuldu. Sis perdesini yırtan bu ses dizilerinde yattığı kişiye yani annesine ait olmalıydı. Ancak annesinin Türkçe bilmediği halde nasıl bu türküyü dillendirdiğini anlayamadı.

"Ela gözlüm ben bu elden gidersem,
Zülfü perişanım kal melul melul.
Kerem et aklından çıkarma beni,
Ağla gözyaşını sil melul melul."

Kürşat, dizlerine düşen yaşlarla birlikte gözlerinden acısını akıtırken kucağındaki adamı iyileştirecekmiş gibi mırıldanmaya başladı.

"Elvan çiçekleri takma başına,
Kudret kalemini çekme kaşına.
Beni ağlatırsan doyma yaşına,
Ağla gözyaşını sil melul melul."

Sakinleştirmek, acısını dindirmek istercesine söylediği her kelime Kürşat'ı yakıyordu. O an derdi kendi hisleri değil, bu ela gözlü gencin yaralarını sarmaktı.

"Karac’oğlan der ki ölüp ölünce,
Bende güzel sevdim kendi halimce.
Varıp gurbet ele vasıl olunca,
Dostlardan haberim al melül melül."

İki adamdan daha genç olanı annesine sığındığı bir rüyada aslında bambaşka birinden teselli bulurken öteki kendini unutmuştu. Aklı da kalbi de dizlerine uzanmış, onun paltosuna sıkı sıkı sarınmış, tipiye tutulmuş gibi tir tir titreyen çocuktaydı. Ağlayarak inleyen gencin dudaklarından çıkan her "Ah," çığ çığ büyüyüp kahverengi gözlü oğlanı altında eziyordu. Kürşat artık biliyordu ki bu nezarethaneden bedeni sağ çıksa da kalbi tamamen kül olmuş olacaktı.

~~~~~~~~

Berbat ötesi bir bölümle karşınıza çıktığım için üzgünüm. Fakat haftalardır yazmaya çalıştığım halde elimden gelen sadece bu. Beğenmediyseniz söyleyin, cidden ona göre hikayeyi kaldıracağım.

Yazamadığım için moralim çok bozuk. Hayalimde bu kadar yavan değildi bu bölüm fakat ben yapamadım. Tüm beceriksizliğimle bu hikayeyi de mahvettim, gördüğünüz gibi.

Sanmayın ki Kürşat'ın duygularını anlattım. Ben onu başka bir bölümde, muhtemelen sonrakinde, anlatacağım. Tabi eğer kaldırmazsam. Bu sadece girişi gibiydi.

Neyse canlar, ben daha gidip bir yerlerde bu kötü bölümden dolayı utançtan ölmeye çalışacağım. Kendinize iyi bakın. Sizi accaip seviyorum.💛❤

Continue Reading

You'll Also Like

39.6K 4.8K 7
Şehirde zenginliği ve gücüyle nam salmış Birkan Nesih'in ölümü üzerine cinayeti araştırmaya giden Sonat Fikret'in gördükleri ve yaşadıkları...
4.4K 847 23
Kaldım, Çünkü sen vardın
564K 72.4K 56
[TAMAMLANDI] No:31'in üçüncü kitabı.
1M 63.4K 40
"Bana cehennemi yaşatmana rağmen, sen benim cennetimsin Meira." Fantastik değildir. DİKKAT! Bu kitapta cinayet, psikolojik ve fiziksel şiddet gibi r...