Cellatlar 'Büyük Av' (Düzenle...

By IreminKaleminden

125K 6.5K 879

Kitabın telif hakları bendedir. Herhangi bir durum karşısında gerekli işlemler yapılacaktır. Cellatlar Serisi... More

GİRİŞ
2- Geri Dönüş
3- Siyahlar İçindeki Adam
4- Düşman Alanı
5- Plan
6- Kaos
7- Deborah
8- Baby Doll
9- Suikastçı
DUYURU - GERİ DÖNÜŞ
KESİT 1 - AÇIKLAMA

1- Değişen Dünya

11.3K 649 59
By IreminKaleminden

BÖLÜM 1

...DEĞİŞEN DÜNYA...

'Fırtına, her zaman ardında iyi şeyler hazırlar. Rüzgar durulur, her yer sessizleşir. Güneş tüm parlaklığıyla sessizce doğar ve yeni bir umut yerleşir tüm kalplere.'

2015 İSPANYA


Kalede, Welcome to the jungle yankılanıyordu. Üç katlı kalenin her yerine döşenmiş olan devasa müzik sisteminde bas sonuna kadar açıktı. Odasındaki banyodan yeni çıkan Alexi, elindeki havluyla saçını kurularken seslice nefesini bıraktı. Saat kaç olursa olsun kaledeki müzik hiç susmuyordu ve Maximilian hangi yılda olursa olsun hep rock klasiklerini dinliyor ve dinletiyordu.

Saçını kuruladığı havlusunu siyah deri koltuğun üzerine fırlattı. Hiçbir zaman uykuya ihtiyaç duymayan bedeni uyumak için sızlanıyordu. Günlerdir uyumamıştı. Conner ile Paris'in göbeğinde dehşet saçan bir grup yaratığın peşindeydiler. Av günlerce sürmüş, panter adamların liderlerini sonunda bulup sürünün hepsini öldürmüşlerdi. Kanlı ve yorucu bir haftaydı. Fakat Cellatlar için sıradandı; Parçalanmış insan bedenleri, yaratıkların saldırıları ve kanlı bir av partisi.

Gözlerini her kırpışında, göz kapakları açılmamak için mücadele veriyordu. İnsanlar veya uykuya ihtiyaç duyan diğer yaratıklar gibi değildiler. Uyku, cellatlar için vakit kaybı ve tembellikti. Günlerce, aylarca uyumadan enerjik bir şekilde hayatlarına devam edebiliyorlardı. Fakat elbette bir sınırları vardı. Çok uzun süreli uyumadıkları taktirde kötü şeyler olduğunun farkına vardıkları günden beri uykusuz kalmamaları gerektiğini anlamışlardı.

Alexi, o sınıra ulaşmıştı. En son ne zaman uyuduğunu hatırlamıyordu bile. Bedeninde varlığını sürdüren soğuk karanlık onu ele geçirmek için hazırda bekliyordu. Gücü bu kadar tükenmişken Alexi kontrolünü kaybetmeyi göze alamazdı. Kaleye sadece yarım saat önce ayak basmışlardı. Douglas, Maximilian ve Ajax'ı bulup, uyuyacağını haber verecek ve yatağına kavuşacaktı.

Beline sarılı havluyu çıkartmak üzereydi ki, o sırada dışarıdan gelen kahkaha seslerini duydu. Kulakları kahkahalara ve konuşmalara dikkat kesildi. Burun delikleri genişleyerek seslice havayı içine çekti. Ucuz kadın parfümü, seks ve bira.

Gücü tükendiği için her fırsatı kullanmaktan çekinmeyen karanlık, bedeninin içinde gürledi. Öfke kendini yavaş yavaş serbest bırakmaya başladı. Koyduğu kurallar yokluğunda çiğnenmişti ve Alexi bundan hiç hoşlanmazdı. Çenesi kasıldı. Beline sarılı olan havluyla odadan çıktı.

Uzun koridorun sonundan gelen seslere doğru yürüdü. Islak ayakları kalenin soğuk, gri taşlarına iz bırakıyordu. Tam da o sırada Maximilian, odasının kapısını açtı. Onun peşinden biri sarışın diğeri esmer iki kız çıktı. Zevkine düşkün cellat Maximilian, kızları kollarının arasına almış bir şeyler fısıldıyor, onlarda kahkahalarla gülüyordu.

''Maxi!'' diye gürledi Alexi. Sesi yüksek sesli müziği bile bastırmıştı. Kadınlar korku dolu gözlerle Alexi'e bakarken, tehlikeden habersiz bir şekilde Maximilian'ın kollarının altına sindiler. Sanki sarıldıkları adam, Alexi' den daha güvenliymiş gibi!

''Kaleye kadın getirmeyeceğimiz konusunda anlaştığımızı sanmıştım.''dedi. Maximilian'ın önünde durdu ve kollarını çıplak göğsünde birleştirdi. Sarhoş oldukları her hallerinden belli olan kızlar korkularından çabuk sıyrıldılar. Dudaklarını birbirine bastırıp Alexi'nin bedenini beğeniyle süzdüler.

Maximilian, kısa süreli şaşkınlığından hemen kurtuldu ve sessiz bir küfür savurdu. Alexi, karşısındaki adamın bir sonraki hamlesini çok iyi biliyordu ve Maximilian onu şaşırtmadı. Kolları arasındaki kızları kendine çekerek çarpık bir şekilde gülümsedi. ''Yarın döneceğinizi sanıyordum.''

''Ve benim yokluğumdan yararlanarak kaleye kadın mı getirdin?'' İngilizce konuştukları için yanlarındaki kadınlar onları anlamıyordu. Boş boş ikisine bakıp neler olup bittiğini anlamaya çalışıyorlardı. Anlamasalar da görüntü onlar için tatmin ediciydi; İki çıplak adam, biri kızgın biri ise serseri.

Tüm umursamazlığı ile omuz silken Maximilian'ın gülümsemesi genişledi. ''Ne yapmamızı bekliyordun ki? Sen ve sıkıcı kuralların, buralardan biraz uzaklaşmışken küçük bir eğlence düzenlemenin kimseye bir zararı dokunmayacağını düşündük. Kale tamamen bize aitken İspanyol piliçlerini buraya getirmemek elde değildi.'' Bir an keyifle parlayan gözleri Alexi'nin omzunun üzerinden bir noktaya sabitlendi. ''Ayrıca bu kuralı bozan sadece ben değilim.''dedi ve koridorun en sonundaki odayı gösterdi.

Alexi omzunun üzerinden arkaya baktı ve gördükleri onu hiç şaşırtmadı. Ajax, bir başka kadınla odasından çıkıyordu. Alexi'i görünce fısıltıyla ''Siktir!''dedi. Tamamen çıplak olan Ajax bunu umursamayıp ''Alexi!'' dedi. ''Bu ne hoş sürpriz. Nasılsın kardeşim? Av nasıl geçti?''

Karşılaştığı görüntü karşısında sinirleri iyice gerilen Alexi burnundan soluyarak,''Koyduğum kurallara sadece ben mi uyuyorum?'' diye sordu.

''Hayır, sadece sen değil. Bu ikisi haricinde Conner ve ben bu kuralı mantıklı buluyor ve uyguluyoruz.''

Alexi sesin geldiği yöne döndü. Douglas merdivenlerin tırabzanına dayanmış, kollarını göğsünde birleştirmişti. Hiçbir zaman duygu kırıntısı belirtmeyen donuk gözleriyle Maximilian'a bakıyordu.

Cellâtlar arasında Alexi'nin en iyi anlaştığı ve saldırı konularında en kurnaz planları yapan sağ kolu Douglas, her zamanki sakinliği ile konuşmuştu. Alexi çoğu zaman onun bağırmak ya da sesini yükseltmek gibi bir özelliği olmadığını düşünürdü. Çünkü yüzyıllardır beraber yaşamalarına rağmen kimse Douglas'ın sesini yükselttiğini duymamıştı. Beş erkeğin bir arada yaşaması sürekli olarak tartışmaların ve kavgaların yaşanması anlamına geliyordu. Sadece Douglas haricinde diye düşündü Alexi ve bakışlarını Maximilian ile Ajax'a çevirdi.

''Kadınlarınızı buradan çıkarın ve bir daha buraya onlardan birini getirip bizi tehlikeye atmayın. Onları düzmek istiyorsanız başka bir yer bulun. Bu son uyarım!''

''Üstündeki havluyla pek tehlikeli görünmüyorsun Alexi.''dedi Maximilian çarpık gülümsemesiyle.

''Ne kadar tehlikeli olduğumu gayet iyi biliyorsun Maximilian! Şimdi o kadınları buradan götürün.'' Ajax ve Maximilian bıkkınlıkla söylenirken Douglas, Alexi'nin peşinden ilerledi.

Daha önce birçok kez başları kadınlarla belaya girmişti. Avcı kadınlar, kimliklerini gizleyerek Cellatlara yanaşıp, kalenin sınırları içine girmiş ve onlar hakkında bilgi toplamaya çalışmıştı. Yaşanan son olayla birlikte artık Alexi kesin kuralı koymuştu.

Birkaç yıl önce avcı kadınlardan biri Ajax ile eve gelmişti. Kimliğini gizlemekte o kadar ustaydı ki hiçbiri ondan şüphelenmemişti. Ajax'ın birkaç saatlik takıldığı bir kadın olacak ve sonra evine geri dönecekti. Fakat öyle olmamıştı. Kadın önce onları uyuşturmaya çalışmış, ardından dışarıda hazırda bekleyen birliklere haber vermişti.

O günden sonra Cellatlar ve avcılar arasındaki gerginlik son noktaya ulaşmıştı. İki grup arasında dostluk süreci hiçbir zaman olmamıştı. Fakat avcılar bunca zamandır hiç onlara saldırmayı da göze alamamışlardı. O gece amaçları Cellatları ele geçirip etkisiz hale getirmekti. Onları laboratuarlarında kesip biçerek vücutlarını ve DNA'larını incelemek istiyorlardı. Cellatlar hakkındaki bilinmezlik avcıları çaresiz ve aptalca oyunlar oynamaya itiyordu.

Cellatlar, avcıların bu hareketini ilk ve son kez görmezden gelmişti. Onları bunu yapmaya iten şeyi biliyor ve bir kerelik bunu görmezden geliyorlardı. Aynı amaca hizmet ediyorlardı. İki grupta insanları korumak için savaş veriyordu. Ancak ikinci bir durum söz konusu olduğunda cellatlar Y.A.M.'ı yerle bir etmekten geri kalmayacaklardı.

Durumun böylesine tehlikeli bir hal alması üzerine Alexi diğerleri ile konuşmuş ve ortak bir karar almışlardı. Kalenin sınırlarından içeriye asla ama asla bir kadın bile girmeyecekti.

''Şimdi sırası değil Douglas.''dedi Alexi arkasından gelen adama.

''Bilmen gereken bir durum var.''

''Şimdi değil.''dedi Alexi ve odasından içeriye girdi.

Douglas hemen arkasından içeriye girince ''Burada olmaman gerek.''dedi gittikçe artan öfkesi sesine yansıdı. Sınırı çoktan geçmişti. Karanlık, onu ele geçirmeye başlamıştı bile. Kendini kaybetmeden önce uyumalıydı. O kadar uzun süre uyumayarak aptallık etmişti. Böylesine basit bir olayda kendini kaybetme aşamasına gelmişti.

Sınıra ulaşmışken yanında dostlarından kimse, hatta hiçbir canlı olmasını istemiyordu. Çünkü eninde sonunda o canlının atan kalbini durduruyordu.

''Kötü bir olay var.''dedi Douglas geri adım atmayarak.

''O zaman icabına bakın.'' diye gürledi. ''Sınıra ulaştım. Uyumam gerek.'' Belindeki havluyu serbest bırakıp yere düşmesini sağladı. Yatağa doğru ilerlerken Douglas ''Bunun farkındayım, vahşileşmeye başladın. Ama bunu duymalısın.''dedi.

''Siktiğimin olayı umurumda değil. Douglas sınırı aştım ve-

''Massachusetts.''dedi Douglas buz gibi soğuk bir ses tonuyla.

Alexi cümlesini tamamlayamadı. Kaşları çatıldı ve Douglas'a döndü. Tek bir kelime vücudunun davul gibi gerilip, kanını kaynatmaya yetiyordu. O şehrin adını duymak bile cellatlar için işkenceydi.

Douglas asla şaka yapmazdı. Sınırı aşmak Cellatlar için çok büyük bir sorundu. Bunu bildiği halde Alex'i bırakmıyordu. Durumun ciddiyetini kavrayan Alexi uyku uyuyamayacağının farkına vardı. Dolaba ilerlerken ''Dinliyorum. ''dedi. Siyah pantolon ve siyah gömlek aldı.

Sıkıntılı görünen Douglas kollarını göğsünde birleştirip kapalı kapıya yaslandı. ''Ajax ile bu gece New York'daki vampir saldırısı için yola çıkmamız gerekiyordu.''diye başladı sözlerine. ''Şehirde büyük bir grup, insanları avlamaya başladı. Fakat aldığım bazı sinyaller nedeniyle bunu iptal ettim. Bu gece siz uçaktayken topladığım verileri Conner'a attım. Şuan aşağıda bilgisayar başında incelemeye devam ediyor. Bulduklarımı doğruladı ve iş daha da kötüleşmeye başladı.''

Alexi gömleğinin düğmelerini iliklerken çatılı kaşlarla Douglas'a döndü. Douglas uzun, kızıl kahve olan saçlarını deri iple bağlamıştı. Üzerinde cellâtların rengi olan siyah renkli, deri kıyafetler vardı. Üzerindeki tüm siyahlara rağmen mavi gözleri akıl almaz derece de açık renkteydi. Neredeyse beyaza yakın bir mavilikte olan gözler, bazen Alexi'yi bile huzursuz ediyordu. Alexi'nin de gözleri mavi renkti. Ancak Douglas'ın ki kadar açık değildi.

Pantolonunu giyerken ''Ne buldun?'' diye sordu.

''Son dönemlerde fazlasıyla deprem oluyor. Bunların çoğu insanlar için hissedilmeyecek kadar düşük seviyede. Depremlerin şiddeti giderek artmaya başladı. Üç günde toplam on sekiz sarsıntı yaşandı. En son sarsıntının şiddeti altıydı. Asıl ilginç olan kısım ise sarsıntıların hepsi aynı bölgede.''

Alexi'nin tek kaşı yavaşça alnına tırmandı. Douglas iç geçirdi. Bildikleri onu rahatsız ediyor gibiydi. ''Her şeyin başladığı yer.''diyerek Douglas'ın sıkıntısını dillendirdi Alexi. ''Massachusetts.''

Hayatlarında yaşadıkları her dönüm noktası o şehirde gerçekleşmişti. Bu nedenle hepsi oradan uzakta yaşıyordu. Oraya uzun zamandır, yüzyıllardır adım atmamışlardı. Atmak gibide bir niyetleri yoktu. Ama anlaşılan henüz o şehirle işleri bitmemişti.

''Tahmin ettiğim şey mi?''diye sordu Alexi siyah botlarını giymek için koltuğa yönelirken.

''Başka bir açıklaması olamaz. Sarsıntılar doğal değil. Ne yapmamızı öneriyorsun?''

Alexi botlarını giyip iplerini bağlarken kendine zaman kazandırdı. Cellâtlar arasında ilk dönüştürülen o olduğu için, diğer cellâtlar ve cadılar onu lider ilan etmişti. Bu onun hiç umurunda değildi. Lider olmasa da olurdu. Hatta liderlik için en iyi askerin Douglas olduğunu düşünüyordu. Bazı zamanlar karar vermek, Alexi için bile zor geliyordu. Doğru olanı seçmek her zaman kolay değildi. Tekrar ayağa kalkarken cebindeki deri iple, siyah saçlarını topladı.

''Ajax'a hazırlanmasını söyle. Kapıyı kontrol etmeliyiz. Üçümüz bu gece oraya gidiyoruz. Conner uçağı hazırlasın. Maxi burada kalıp Conner ile araştırma yapmaya devam etsin.''

Douglas doğrularak yüzünü buruşturdu. ''O lanet şehre geri dönüyoruz yani.''

Alexi derin nefes alırken kafasını salladı. ''Aynen öyle.''

***

Massachusetts

''Lanet olası asalak yaratık!'' Katalya homurdanarak yüzüne sıçrayan kanı elinin tersiyle sildi. İşinin pis olmasından hiç haz etmiyordu. Yerde yatan cansız bedenlere öfkeyle baktı. ''Kan ayinin ortasına dalarsan olacağı bu!'' diye söylendi kendine.

Y.A.M.'dan -Yaratık Avcıları Merkezi- aldığı ihbarla ayinin yapıldığı depoya gelmişti. İçeride tam on vampir vardı. Hepsini öldürmek ve henüz içi boşaltılmış kabuklara dönmeyen kızları kurtarmak işin kolay tarafıydı. Zor olan tarafı ise arta kalanları temizlemekti. Bu 'Y.A.M.'ın en berbat kurallarından biriydi. Herkes kendi pisliğini temizlemek zorundaydı.

Her avcı öldürdüğü yaratıkları toprak altına göndermekle yükümlüydü. Tabii ölü sayısı onu geçiyorsa, Y.A.M. görevlileri ancak o zaman kıçlarını kaldırıp geliyorlardı. En azından bu kuralın iyi bir tarafı vardı. Etrafa saçılan kanları ve organları da Y.A.M. görevlileri temizlemek zorundaydı. Avcılar sadece bedenlerden sorumluydu.

Katalya depodaki kırık ayna parçasından yansımasını gördü. Üzerine sıçrayan kanla aynı renkte olan kızıl saçları katılaşmıştı. Yeni sahip olduğu yarasından akan kanlar boynunu kırmızıya boyamıştı. Yara yüzünün sağ tarafında kaşından başlayıp çenesine kadar iniyordu. Evine gittiği gibi ilacını kullanmazsa yara sürekli onunla kalacak bir iz bırakacaktı.

Homurdanarak önünde duran cesedi tek ayağından tuttu ve sırtına yükleyerek deponun çıkışına yöneldi. Vampirin sırtı ve cansızca iki yana açılmış kolları yerde sürükleniyordu. Birkaç dakika önce açtığı ve şimdiden kafası kopuk cesetlerle dolmuş olan çukura ilerleyip kafasız cesedi bıraktı. Tekrar depoya döndü ve son cesedin kafasının nerede olduğunu bulmak için etrafa bakındı.

Dakikalar boyunca kanlar içindeki deponun en ücra köşesine bile baktı ancak hiçbir yerde kafayı bulamadı. Eline bulaşan kanı, deri pantolonuna sürdü ve uzun trençkotunun cebinden telefonunu çıkarttı. Ezberindeki numarayı çevirirken etrafa bakınıyordu.

''Temizlik bitti mi?''

Genç kadın gözlerini devirdi. Amiri Bayan Süslü Elizabeth telefonu her zaman böyle açardı.

''Bir kafa, sanırım biraz bağırsak ve birkaç kalp haricinde bedenleri gömdüm. Son vampirin kafası hangi cehennemde bilmiyorum. Ama daha fazla aramak gibi bir düşüncem yok. Eve dönüyorum. Temizlikçileri yolla.'' Karşı taraftan bıkkınlıkla çekilen nefesi duyunca sırıttı.

''Ajan Katalya Kozlovsky! Bu rahatlığınız en sonunda üsttekilerin kulağına gidecek. Bu kaçıncı kesik kafa vakası? Saldırı sırasında daha dikkatli olmanızı emrediyorum. Bir daha böyle bir hata olmayacak.''

Katalya depodan çıkıp yere bıraktığı küreğini aldı ve bıkkınlıkla nefesini verdi. Daha önce de kesik kafalar yüzünden başı belaya girmişti. Saldırı sırasında yaratıkların kafasını koparıp sağa sola fırlatması herkesin dilindeydi.

Merkezde aldıkları ilk eğitim önce etkisiz hale getir sonra kafayı koparttı. Ancak Katalya direkt kafaları kopartarak yaratıkların işlerini tamamen bitiriyordu. Böylesi onun için hem daha eğlenceli hem de daha kanlı oluyordu. Fakat böyle birkaç vaka sonrasında Y.A.M. temizlikçileri bile kesik kafayı bulamamıştı. Aranan kafa, ertesi gün çocukların oyun parkında bulunmuştu. Saldırının olduğu ev tepelik bir alandaydı. Bu nedenle kafa yuvarlanarak çocukların oyun parkına kadar ilerlemişti. Bu da gazetelerin manşetine düşmüştü. Bunun üzerine Katalya, Y.A.M. kurucuları –yani üsttekiler- tarafından cezalandırılmıştı. Aynı hatayı üç kez daha tekrarlamıştı ve böylece Y.A.M.'daki avcılar ona kafa koparıcı lakabını takmışlardı.

''Bak bu kez sorun olacağını sanmıyorum. Etrafımda sadece köhne bir mezarlık var ve buradan insanlar sık geçmez. Olsa olsa o kafa, gece mezarından çıkacak olan bir zombinin kahvaltısı olur. Yorgunluktan ölüyorum, kafayı daha fazla arayamam. Temizlikçileri gönder onlar bulacaktır.''

''Bana karşı hitabında dikkatli ol Katalya. Verdiğim emirleri kendi yönteminle yerine getirip sorun çıkartmandan bıktım. Y.A.M.'ın sana öğrettiği şekilde emirlere uy ve görevini yerine getir.''dedi ve ardından vurgulayarak ekledi. ''Sorunsuzca.''

Genç kadın dişlerini sıktı ve gözlerini kapattı. ''Nutuk atma süreniz dolduysa kapatıyorum Bayan Elizabeth Kozlovsky. Bu yıl Noel babadan size iyi ve isteklerinize uyacak bir çocuk vermesini dileyeceğim. Böylece benden uzaklaşırsınız da rahat bir nefes alabilirim.'' dedi ve üvey annesinin suratına telefonu kapattı.

''Kendini bir şey sanan süslü maymun.''diye homurdandı. Elizabeth ile hiçbir zaman iyi anlaşamıyordu. Genç üvey annesi, onu kışkırtmaya devam ettiği sürece iyi anlaşabileceklerini de sanmıyordu.

Elizabeth'i zihninden uzaklaştırabilmek için kafasını salladı. Ağacın dalına astığı çantasını alıp, içinden kibrit ve alkolü çıkarttı. Açtığı boşluğa tepeden bakarken bugünün ne kadar uzun geçtiğini düşündü. Gece boyunca açtığı altıncı mezardı. Düşmanlar çoğalmış, işi daha zorlayıcı bir hal almaya başlamıştı. Yaratıkların sayılarının artmaya başlamasıyla Katalya'nın da şüpheleri çoğalıyordu.

Yorgunca esnerken yanıcı sıvıyı parçalara ayrılmış bedenlerin üzerine döktü. Dizlerinin üzerine çömelip kibriti alevlendirdi. Ardından mezara attı. Alev birden gürleyerek yukarıya yükseldi. Kırmızılık, mezar boyunca genişleyip bedenleri hamura dönüştürürken genç kadın sessizce izliyordu. Mezardan yükselen yanık deri kokusu, artık midesini bulandırmıyordu. Kesip biçmek, organlar, kan, hiçbiri midesini bulandırmıyordu. Artık hepsine alışmıştı. Hayatı öyle bir noktaya ulaşmıştı ki hiçbir şeyden iğrenemiyor hiçbir canlıdan korkamıyordu. Mesleği ve dünyanın yeni hali, kalbini soğutup katılaştırmıştı.

Sadece o değil, artık herkes soğuk ve cansız bir kalp sahibiydi. Yaşantıları onları bu şekilde olmaya zorluyordu. Her gün, dünyanın her yerinde av ve avcının savaşı sürüyorken hiç kimse huzurlu ve tozpembe bir hayat yaşayamıyordu. Çoğu zaman dünyanın eski halini merak edip duruyordu. Yaratıkların vahşileşmeden önceki, yasakların gelmediği ve avcıların olmadığı o eski dünya...

Alevlerin çıtırtısı dinene kadar bekledi. Ardından alevi söndürdü ve kürekle toprak atıp, mezarı kapattı. Etraftaki eşyalarını, çantaya yerleştirdi. Katlanabilir küreğini toprakla temizleyerek üzerindeki kandan kurtuldu. Kılıcını sırtına yerleştirdi ve motoruna atlayıp, karanlık yollarda süratle ilerledi.

Evine vardığında güneş henüz doğuyordu. Yorgun ve uykusuzdu. Çelik kapıyı kapatıp kilitledi. Güvenlik alarmını devreye sokan şifreleri tuşladı. Çantayı yere fırlatıp bitkince kapıya yaslandı. Birkaç saniye boyunca evin huzur verici sessizliğini dinledi. Sonra ıslık öttürdü. Aynı anda her zamanki gibi havlama sesi duyuldu ve köpeği Lidya koşarak hole çıktı.

''İşte benim güzel kızım!''

Lidya atlayarak ön patilerini Katalya'nın omuzlarına yerleştirdi. Genç kadın siyah beyaz tüyleri okşarken Lidya, Katalya'nın yüzünü yalamak için dilini çıkartınca hemen geri çekildi. Patilerini yavaşça iterek yere inmesini sağladı.

''İzin olmadığı sürece annenin kanlı suratını yalamak yok. Sonra hırçınlaşıyorsun Lidya.'' dedi uyarı dolu bir ses tonuyla. Normal Sibirya kurtlarından biraz daha gelişmiş olan köpek yere oturdu ve havlayarak cevap verdi.

''Aferin benim kızıma!''dedi Katalya köpeğinin başını okşayarak. Tembel adımlarla odasına çıkan merdivenleri tırmandı. Üzerindeki kanlı kıyafetleri çıkartıp banyoya girerken Lidya da peşinden geliyordu. Köpek, kapattığı kapının önüne koruyucu bir tavırla oturdu. Genç kadın yorgunluğuna rağmen gülümsedi. Sıcak suyun altına girmeden önce glock 26'yı yanına aldı. Silahı her zaman yanında olmalıydı. Çünkü cehenneme dönmüş bu Dünya da, saldırının ne zaman geleceği asla belli olmuyordu.

Dünyanın güzel, yaşamanın güvenli olduğu zamanlar çok eskide kalmıştı. O günleri görüp, yaşamış yaşlı insanların anlattığı masallardan ibaretti. Artık dünya onların anlattığı gibi güvenli ve yaşanılacak bir yer değildi. Herkes yaşam mücadelesi veriyordu. Özelliklede Katalya gibi avcı olanların her an tetikte olması gerekiyordu. Düşmanları onları öldürmek için ufak bir hatasını, dalgınlığını bekliyorken genç kadının bir an bile gözünü kırpmaması gerekiyordu.

Tek dertlerinin geçimi sağlamak ve var olan sınırları genişletmek olduğu yıllardan sonra zaman ilerledikçe yalnız olmadıklarını anlamışlardı. Düşmanları önceleri kimliklerini gizleyerek içlerinde yaşarken, cadıların katledilmesiyle hepsi gerçek yüzlerini ortaya çıkartmıştı. Vampirler, kurtadamlar, kedi adamlar, zombiler, hayaletler... İlk fark edilen tür cadılardı. Onların varlığından korkulması ve yok edilmeye başlanmasından sonra, insanlıkla barış içinde yaşayan yaratıkların hepsi taraf değiştirmişti. Cadı soyu yeryüzünden silinince yaratıklar insanların tehlikeli olabileceğini kabullenerek vahşileşmişti. Artık katletmekten çekinmiyor, korkmuyorlardı. Vahşiliklerini gözler önüne sererek insanları köşelerine sindirmeyi başarmışlardı.

Bu durum kabileler, krallıklar arasındaki savaş ve çekişmeleri bitirmişti. Çünkü artık hepsinin ortak ve daha tehlikeli düşmanları vardı. Dünyadaki tüm ülkelerin yöneticileri bir araya gelerek insan ırkını korumak için yeni bir koruma programı oluşturdular. Gönüllü olan herkes bu programda yani Y.A.M.'da eğitildi.

Ardından avcılar düşmanlar ile yüzleşmek ve onları avlamak için Dünyanın çeşitli yerlerine gönderildiler. Geceleri insanların dışarıya çıkması yasaktı. Çalışma düzenleri değiştirilmiş, insanların hayatları tamamen düşmanlarından korunabilecekleri en güvenli zamanlara göre ayarlanmıştı. Güneş gökyüzünü terk ettiği zaman sirenler çalıyor, sokaklardaki tüm insanlar telaşla evlerine çekiliyordu. Kapılar kilitlenip, camlar kapatılırken, avcılar sokaklara çıkıyor, av ve avcının tehlikeli dansı başlıyordu.

Buna rağmen kuralları çiğneyenler oluyordu. Yasak saatlerde evlerinden çıkanlara hiçbir ceza uygulanmıyordu. Çünkü çoğu zaten bunu canıyla ödüyordu. Dışarıdaki yaratıklardan korkmadıklarını düşünüp, eğlence ve macera için çıkan gençler ya da güç gösterisinde bulunmak isteyenler, yasağı çiğneyerek dışarıya çıkıyordu. Ancak hepsinin sonu aynıydı; Ölüm.

Avcıların hepsi her alanda üst düzey eğitimlilerdi. Her türlü silahı kullanmayı, bütün dövüş tekniklerini biliyorlardı. Y.A.M askeri açıdan en üst rütbeydi. Önceleri katılmak isteyen herkes kabul edilirken artık avcı olarak herkes kabul edilmiyordu. Çünkü avcı olmanın şartları çok ağır ve zordu.

Avcılar tek olmak zorundaydı. Her bölgenin tek avcısı olur ve oranın güvenliğinden sadece onlar sorumlu tutulurdu. Her ajana tek bir yer verilirken Katalya'nın bölgesi ise Massachusetts eyaletinin tamamıydı. Genç kadın Y.A.M.'ın neden böyle bir karar aldığını aradan geçen iki yıla rağmen henüz çözememişti. Massachusetts büyük bir yerdi ve genç kadın zaman zaman her yere yetişmekte zorlanıyordu. Ancak Y.A.M. hiçbir şekilde bu eyaletin sınırları içine başka bir ajan sokmuyordu.

Şehirlerin bölgelere ayrılıp, her bölgede tek bir ajanın olması Y.A.M.'ın en önemli kuralıydı. Bölgeler küçüktü böylece avcılar kolaylıkla onlara ait olanı koruyabiliyordu. Avcılar sadece tehlike büyüdüğü zaman arttırılıyordu. Onlar asla evlenemez, aile kuramaz ve çocuk sahibi olamazlardı.

Geçmişte yapılan hatalar nedeniyle yeni bir karar alınmış ve avcıların hepsi kısırlaştırılmaya başlamıştı. Katalya asla çocuk sahibi olmayı düşünmüyordu. Özelliklede kendiside o hata sınıfına yerleştirilen çocuklardan biriyken. Fakat Y.A.M.'ın, avcıların bedenlerine istedikleri gibi müdahale etmelerini de asla kabul etmiyordu. Kurallara göre sadece saha görevinden çekilenler ya da Y.A.M'ın masa başı işlerinde görev alanlar evlenebiliyordu. Tıpkı sözde babası olan adam gibi.

Katalya ve kız kardeşi Deborah, tüm bu karmaşanın içinde büyümüşlerdi. Bir zamanlar anne ve babaları avcıydı. Birlikte olmuşlar ve ilk hata olan Katalya doğmuş ardından aynı hatayı tekrarlayarak bir sene sonra Deborah'ı dünyaya getirmişlerdi.

Yasak çiğnenmişti. Bu nedenle Katalya ve Deborah'ın varlığından haberdar olan Y.A.M, iki kız kardeşi de anne ve babalarından ayırmış ve avcı olarak küçük yaşta eğitmeye başlamışlardı. İki kardeşe de tercih sunulmamıştı. İkisi de avcı olmaya zorlanmıştı.

Anne ve babasının yaptıkları hataların sonuçlarını onlar çekmişti. Sevgisiz ve bin bir türlü zorlukla büyümüşlerdi. Sonunda Y.A.M. onlara en büyük kötülüğü yapıp iki kardeşi birbirinden ayırmışlardı. Katalya Massachusetts de görevliyken, Deborah Dünyanın diğer ucuna Yeni Zelanda'ya gönderilmişti. Birbirleriyle telefonda bile konuşamıyorlardı. Saat farkı, ne zaman görevde olduklarını, ne tür bir tehlike içinde olduklarını bilmedikleri için sadece her ayın ilk günü birbirlerini aramak için sözleşmişlerdi. Bunun dışında ancak çok acil ve kötü bir olay olduğunda birbirlerini arayabiliyorlardı.

Anne ve babalarından nefret ediyorlardı. İkisi de, kızları elinden alınırken seslerini bile çıkartmamışlardı. Yaptıklarının sonucu olduğunu söyleyip konuyu kapatmışlardı. Ancak bu asla kapanmayacak bir defterdi Katalya için.

Annesi Maria birkaç yıl önce avcılıktan emekli olmasına çok az bir süre varken kurtadamlar tarafından öldürülmüştü. Katalya cenazesine bile gitme gereği görmemişti. Aradan geçen yıllardan sonra babası Adrian ise avcılıktan emekli olmuş ve kısa süre sonra kendinden on sekiz yaş küçük Elizabeth ile tanışmıştı. Adrian başarıları ve rütbesinden dolayı Y.A.M.'ın konseyinde görev yapıyordu. Elizabeth ise rütbeli bir avcıydı ve diğer avcılara görevlerini dağıtıyordu. Genç yaşta olmasına karşın saha görevinden ayrılmıştı. Kısa bir süre önce evlenmişlerdi. Şimdi Elizabeth, Katalya'nın hem amiri hem de üvey annesi konumundaydı.

Genç kız onları umursamıyordu. Onun için bu hayatta değer verdiği sadece iki kişi vardı. Kız kardeşi Deborah ve köpeği Lidya. Babası ya da annesinin onun için hiçbir önemi yoktu.

Kız kardeşini hatırlamanın etkisiyle iç çeken genç kadın akan sıcak suyun onu yatıştırmasına izin verdi. Katalya onu neredeyse iki yıldır görememişti ve kardeşini çok özlemişti. Onları ayırdıkları için herkesten nefret ediyordu. Ne yaparsa yapsın her zaman ikisinin görüşmesini engelliyorlardı. Sözde Elizabeth bunun için uğraşıyordu. Onun söylediğine göre konsey kardeşleri bir araya getirmeme konusunda kararlıydı. Çünkü o katı kalpli buruşuk kıçlılara göre bir avcının aile kavramı olmamalıydı. O nedenle Katalya'nın sahip olduğu tek aileyi ondan ayrı tutuyorlardı.

***

Ajax önünde duran kafaya burun kıvırarak baktı. Ayağının ucuyla top gibi vurdu. Kocaman açılmış beyaz gözler, uzamış sivri dişler ve korkuyla açılmış ağız. Hepsi vampir olduğunun kanıtıydı.

''Burada katliam olmuş.''dedi Alexi ve Douglas'a dönerek ekledi. ''Avcıların nasıl olurda bu kadar sorumsuz olduğunu anlamıyorum. Temizlik görevlileri gelene kadar bu depoya kaç insan gelebilir. Şuranın haline bak!'' Deponun her yeri kan ve iç organlar ile doluydu. O kadar kötü kokuyordu ki yaratıkları çekmemesi söz konusu bile değildi.

''Bu avcı biraz fazla sadistmiş.''dedi Douglas. Kılıcının ucuyla yerde duran bağırsağı kaldırdı.

Massachusetts'e kendi jetleriyle gelmişlerdi. Yeraltı dünyasına açılan kapıyı kontrol edecekken aldıkları yoğun kan kokusu onları buraya çekmişti. ''Aradan geçen onca zamandan sonra Massachusetts'e dönüyoruz ve karşılaştığımız görüntüye bak.'' diye homurdanan Alexi gördüklerine inanamıyordu. Cellatlar arasında Alexi insanlara karşı en büyük koruma duygusu besleyendi. Görevini çok ciddiye alıyor ve avcıların yaptığı sorumsuzlukları asla kabul edilir görmüyordu.

''Kanlar kurumuş.''dedi Ajax. ''Saatler öncesinde olmuş olmalı. Ama temizlik görevlileri hâlâ gelmemiş.''

''Avcılardan herhangi birini görsem burayı diliyle temizletirim. Hiçbir boka yaramayan aşağılık köpek sürüsünden başka bir şey değiller.'' dedi Alexi ve depodan çıktı. Yeri ezen sert adımlarla yeraltı dünyasının kapısının saklı olduğu mezarlığa doğru ilerlediler. Burada olmaktan nefret ediyordu. Şehre ayak bastığı an anılar zihnine hücum etmişti. Buranın sadece havasını solumak bile sınırlardaki öfkesini körüklemeye yetiyordu.

Yüzyıllar önce burada, tamda ayak bastıkları bu toprak üzerinde kanlı ve büyük bir savaş vermişlerdi. Tarihe isimlerini yazdıracak büyük savaş, yüzlerce ölü beden, kan, vahşet ve ilikleri donduracak kötülükte olan iblisler... Anılar zihninde kaos yaratıyor ve öfkesini alevlendiriyordu.

Ne Alexi ne de diğer cellatlar asla o günü unutamıyordu. Böylesine bir savaşın tekrarlanmaması adına her gün savaşıyorlardı. Günler, aylar geçiyor cellatlar için hiçbir şey değişmiyordu. Yalnız ve kimsesiz hayatlarında sadece öldürüyor, öldürüyor ve öldürüyorlardı. Hiçbir renk ve yeniliğin hayatlarında asla yeri yoktu.

Alexi bulunduğu konumdan şikayetçi değildi. Sadece bazen, yalnız kalıp sessizliğe gömüldüğü o anlar bir şeyin eksikliğini hissediyordu. Kalpleri her türlü duyguya mühürlendiği için eksikliğin adını bilmiyordu. Sadece içince bir yerde, karanlığın bile el süremediği o mahrem yerde büyük bir boşluk vardı.

Gözleri bulutların ardından yükselmeye çalışan güneşe kaydı. Bu saatlerde insanlar artık evlerinden çıkabilirdi. Alexi, hiçbir zaman koyulan bu kuralı mantıklı bulmamıştı. Geceleri insanların dışarı çıkmaması güvende oldukları anlamına gelmiyordu. Tehlike gündüzde onlarla birlikteydi. Gündüzleri sadece vampir, zombi ve hayaletlerden korunmuş oluyorlardı. Oysaki kedi adamlar, kurt adamlar, panterler hepsi insanlarla birlikteydi. İnsanların aralarında geziyor ve onları gündüzde avlıyorlardı.

Geceleri evde kalmaları insanları korusa da gündüzleri tamamen korumasızlardı. Askerler ve avcılar gündüzleri insanların arasında gezse de tam anlamıyla koruma ve güvenliği sağlayamıyorlardı. Alexi'e göre avcılar hiçbir işe yaramıyordu. Ne kadar eğitim görürse görsünler hepsi tıpkı korumaya çalıştıkları gibi sadece insandı. Her gün onlarca avcı ölüyordu. Ancak bu gerçek, gözü kara Y.A.M'ın umurunda değildi. Ölen her avcının yerine, saniye bile geçmeden yenisi atanıyor ve döngü böylece devam ediyordu.

Yıllar öncesinde, Y.A.M henüz kurulmadan önce insanları sadece Cellatlar koruyordu. Ancak sayıları çok az olduğu için her yerde güvenliği sağlayamıyorlardı. Bundan etkilenen devlet büyükleri bizzat onları çağırmış ve yardım istemişlerdi. İnsanlardan oluşan büyük bir ordu kurmalarını ve onları eğitmeleri istenmişti. Görevleri insanları korumak olan Alexi ve diğer cellatlar ise bunu kabul etmemişti. Hiçbir insanın yaratıkları durduramayacağını söyleseler de onları kimse dinlememiş ve Y.A.M. kurulmuştu.

İnsanlar, avcıları çok kolay kabul etmişlerdi. Bir şekilde onların varlığı insanlara huzur veriyor, güvende hissetmelerini sağlıyordu. Cellatlar ise her zaman onlarda korkuyla karışık, saygı uyandırıyordu. Cellatlardan korkuyorlardı. Çünkü Cellatların insan olmadığını, cadılar tarafından dönüştürüldüklerini biliyorlardı. Kimileri Cellatların fanatik denecek kadar hayranıydı. Kadınlar onlardan biriyle birlikte olabilmek için yarışıyor, erkekler onlar gibi olabilmek adına saçma bir uğraş peşinde koşuyorlardı.

Avcılar ve tüm Y.A.M. görevlileri ise Cellatlardan korkuyordu. Korkuyorlardı çünkü hepsinin kafasında aynı soru vardı. Cellatlar insan değildi. Fakat onlar neydi? Onları diğer yaratıklardan ayıran neydi? Ya da öyle bir ayrım var mıydı?

Alexi'nin avcılardan nefret etmesinin nedeni de buydu. Yüzyıllardır kendi hayatlarını hiçe sayarak insanları korumak için savaşmışken, birden türeyen avcıların, Cellatlardan şüphe etmesi kabul edilir değildi. Y.A.M.'ın konseyi cellatları takip etmesi için peşlerine avcılar takmıştı. Başta yardım istedikleri cellatlara artık düşman gözüyle bakıyorlardı. İnsan olmadıklarını kabullenmişlerdi ve aşağılayıcı bir düşünceyle Cellatları yaratıklarla aynı sınıfa yerleştirmişlerdi. Cellatlara saldırmamalarının sadece iki nedeni vardı. Birincisi cellatların insan ırkını korumak için yaratıkları avlaması, ikincisi ise cellatlardan korkmalarıydı.

Mezarlığın paslı kapısını açan Alexi, elini belinde asılı duran kılıcın kabzasına götürdü. Zombiler ve hayaletler tıpkı vampirler gibi sadece geceleri çıkarlardı. Ancak etrafta dönüşüm geçiren yaratıklar olabilirdi.

''Siktiğimin yeraltı kapısı!''dedi Ajax öfkeyle. ''Buradan nefret ediyorum. İblislerden nefret ediyorum. Ama nefret listemin en üstünde içi kurumuş bakire cadılar var. Gücü verip, büyük bir iblis ordusuyla savaştıktan sonra amaçsızca bizi uykuya yatıran sürtük cadılar neden hiçbir şey söylemeden cehennem olup giderler ki? Onların şehrinde olmaktan onların kokularını solumak zorunda olmaktan nefret ediyorum.''

İç çeken Douglas yoğun İskoç aksanıyla ''Kapa çeneni Ajax şimdi sırası değil. Genel olarak senin sevdiğin bir şey yok zaten.'' dedi.

Ajax dudaklarından sıkılmışçasına bir ses çıkarttı. ''Hadi oradan! Sevdiğim bir şey var. O da kesip biçmek.''dedi ve vahşice gülümsemeden önce dilini dişlerinin üzerinde gezdirdi.

Mezarlığın en arkasındaki yarısı yıkılmış tapınaktan aşağıya inen Alexi, Ajax'ın sözleri ile geçmişe sürüklendi. Dönüşümlerinin ardından cadılara saygı duymaya başlamışlardı. Söylediklerini dinler ve atacakları adımları onlara bildirirlerdi. Onlarla aynı yerde yaşar ve iyi geçinirlerdi. Fakat artık o saygıdan eser kalmamıştı. Bir zaman dost olan cadılar, cellatları sırtından sinsice bıçaklamıştı.

Karanlık kulede gözlerini açana kadar cadıların kuklaları olduklarının farkına varamamışlardı. Tüm hayatları onların elindeydi. Geçmişleri silinmişti. Aileleri, arkadaşları hiç kimseyi hatırlamıyorlardı. Evli miydiler? Çocukları var mı onları bile hatırlamıyorlardı. En eski anıları cellat olarak gözlerini açtıkları ilk gündü.

Cadıların anlattığına göre ilk iblis saldırısı gerçekleştiği zaman Dünyada ki hiçbir ordu onları yenememişti. İnsanları korumak isteyen cadılar ise dönemin en güçlü savaşçılarına haber salmış ve görevden bahsetmişlerdi. Bunu kabul eden sadece beş kişi olmuştu. Alexi bunu bile hatırlamıyordu. Neden böyle bir şeyi kabul etmişti? Böyle bir görevi kabul ettiğine göre ailesi olmadığını düşünüyordu. Yoksa onları unutacağını bilerek böyle bir şeyi kabul eder miydi emin olamıyordu. Geçmişleri ile ilgili bildikleri tek şey nereye ait olduklarıydı. Cadılar sadece bunu onlardan saklamamıştı.

Douglas'ın İskoç kanından olduğunu bilmeseler de tahmin etmesi zor değildi. Kızıl, bakır rengi uzun saçları, mavinin en açık rengindeki gözleri ve yoğun aksanı bunu belli ediyordu. Douglas cellatlar takımının beyniydi. En iyi savaş planlarını her zaman o yapardı. Sesini yükselttiği hiç duyulmamıştı. Sakinliğini her zaman koruyan biriydi.

Alexi'nin, Douglas'ı kendine bu kadar yakın hissetmesinin sebebi belki de sadece İskoç olmasından kaynaklanıyordu. Çünkü Alexi cadıların söylediğine göre bir zamanlar Galler de yaşamıştı. Keltlerin soyundan geliyordu. Kuralcı yapısıyla neden Cellatların lideri olduğunu anlayabiliyordu. Sert bir karakteri vardı. Savaş sırasında kimin nerede hangi görevi alacağına en iyi o karar verirdi ve tüm cellatları bir arada sadece o tutabiliyordu.

Ajax takımın en sinirli ve atik olanıydı. Sürekli ava çıkar kalede olduğu süre içinde ise diğer cellatlarla boğuşur, kavga ederdi. Sinirli bir yapıya sahipti. Hemen her şeye kızıp, yıkıp savurabiliyordu. Başta çekilmez olsa da zamanla ona alışmışlardı. Gece kadar siyah saçları ve gri renk gözleriyle, sarışın ve mavi gözlü Yunanlılara hiç benzemiyordu. Oysaki onunda geçmişiyle ilgili bildiği tek şey Yunanistan da doğmuş olmasıydı.

Conner, anlaşılması en zor olan cellattı. Çok sık konuşmazdı. Güldüğünü bunca yıldır Alexi hiç görmemişti. Yeşil gözleri bir ölününki kadar soğuk bakıyordu her zaman. Duygularını hiçbir zaman belli etmezdi. Güneş kadar sarı saçları ve buğday rengi teniyle en dikkat çekici cellat olabilirdi. Ancak insanların ona bakmasının asıl sebebi suratındaki korkunç yaraydı. Yüzünün sol tarafında ki kaşından başlayıp çenesine kadar inen pembe yara izi tüm dikkati üzerine çekiyordu. Yaranın şekli düz bir çizgi gibi değildi. Kılıç ya da bıçak kesiği gibi durmuyordu. Yüzü, ucu tırtıklı bir bıçak veya ona benzer bir çisimle parçalanmaya çalışılmış gibiydi. Yaranın etrafındaki derisi pürüzlü, eğri ve parça parçaydı.

O yara izinin nasıl olduğunu kimse bilmiyordu. Birbirlerini gördükleri ilk andan beri o yara izi vardı. Yara, Conner cellada dönüşemeden önce olmuştu. Bu nedenle o yaranın nasıl ve neden olduğunu bilmiyordu. Alexi, Conner'ın bu yüzden içine kapandığını ve hiç konuşmadığını düşünüyordu. Çünkü Conner'ın, günün her saniyesini o yarayı düşünerek geçirdiğini çok iyi biliyordu. Geçmişini bilememek en çok onu çıldırtıyordu. Yüzünü böylesine vahşice parçalamaya çalışan kimdi? Neden bunu yapmak istemişti? Cevapların hiçbirini bilmiyor ve sonsuza kadarda bilemeyecekti. Geçmişi ile ilgili bildiği tek şey nereden geldiğiydi. Bu da asıl sorularını cevaplandırmıyordu. Conner'ın geldiği yer ise bir zamanlar Roma imparatorluğunun topraklarında bulunan Makedonya'ydı.

Maximilian ise cadıların teklifini kabul ederek Rusya'dan gelmişti. Kadın düşkünü ve çapkın biriydi. Su gibi hatta sudan fazla votka tüketirdi. Günün her dakikası elinde votka şişesi ile gezer, ondan asla ayrılmazdı. Şakacı bir yapısı vardı. Bazen bu diğer cellatları deli etse de o olmasa her gün somurtacaklarının farkındaydılar. Maximilian cellatları bir arada tutan ve şakalarıyla ortamdaki havayı değiştiren bir savaşçıydı. Ne kadar gülse de duygularını saklamakta ustaydı. İçindeki cadılara ait olan öfke ve nefreti sadece bir kez gün yüzüne çıkartmıştı. Alexi o an Maximilian'ın öfkeli yanını görmüş ve bunu saklamakta ne kadar usta olduğunu anlamıştı. Maximilian içinde, o çapkın gülümsemenin ardında çok büyük bir bomba saklıyordu. Bir gün patlayacak ve çok büyük bir yıkıma neden olacaktı. O zamana kadar Alexi'nin gözü hep onun üzerinde olacaktı.

Yıllar önce Alexi, iblis saldırısının ardından Galler'e gidip ailesini araştırmayı düşünmüştü. Cadılara fark ettirmeden bunu yapabilirdi. Sadece o değil bütün cellatlar geçmişlerini merak ediyordu. Hepsinin planı buydu. Saldırının ardından geldikleri ülkeye gidip ailelerini araştıracaklardı. Ancak cadıların onları uyutma planlarından habersizlerdi.

Bunu neden yaptıklarını hiçbiri bilmiyordu. Görevi yerine getirdikten sonra hepsi uzun bir uykuya yatırılmıştı. Gözlerini açtıklarında kendilerini bir kulenin içinde bulmuşlardı. Bir süre değişen Dünyaya uyum sağlamaya çalışmışlar, aynı zamanda her yerde cadıları aramışlardı. Tüm cadıların öldürüldüğünü ise çok sonradan öğrenmişlerdi. Böylece bütün sorularıyla baş başa kalmıştılar.

Cadılar onları neden uyutmuştu? Hepsi yok edilirken neden onları tekrar uyandırmış ve hiçbir açıklama bırakmadan ortadan kaybolmuşlardı? Bu soruların cevabı sonsuzluğun içinde kaybolmuştu.

Alexi'i en çok düşündüren şeyse içinde hissettiği güçtü. İlk uyandıklarında gücü hiçbiri hissetmemişti. Fakat seneler geçtikçe ara sıra onları kontrol eden karanlık varlığı hissetmiş ve onlarca araştırma yapmışlardı. Kendi bedenlerini kesip biçmiş, cadıları ve büyülerini araştırmışlardı. Ancak hiçbir şey elde edememişlerdi.

Zaman aktıkça içlerindeki garip güç kendini daha çok hissettirmeye başlamıştı. Hep oradaydı, sinsi bir yılan gibi geziniyor ve cellatların en ufak zayıflık anlarında harekete geçip onları ele geçiriyordu. O anlarda öfkeleri ve kızgınlıkları artıyordu. Önceleri kısa nöbetler halinde yaşıyorken artık daha sık olmaya başlamıştı. Adeta gözlerine siyah bir perde iniyordu ve her canlı -yaratık ya da insan- hepsi kırmızı birer nokta gibi gözüküyordu. Tek istedikleri ise o noktaları yok etmekti. Varoluş sebepleri insanları korumakken zamanla yaşadıkları nöbetlerde onları bile öldürmeyi düşünüyorlardı. Alexi bunun için kendinden nefret ediyordu.

Başlangıçta her biri kendindeki bu kötülüğü keşfetmiş ancak birbirlerine anlatamamışlardı. Sonunda Alexi diğerlerine her şeyi anlatırken yalnız olmadığını, beşinde de aynı karanlık gücün var olduğunu öğrenmişti. Bu da Alexi'nin zihninde, avcı konseyinin sıklıkla sorduğu soruyu belirtiyordu.

Cellatlar insan değilse neydi?

...........

Not; Yeni bölüm salı akşamı gelecek. Serinin tanıtım videosu hazırlandı. Günlerini, saatlerini video için harcayan Eda'ya çook teşekkür ederim. Resmen aşık oldum. Videoyu izlemek için medyaya bakabilir veya profilimden linkine ulaşabilirsiniz.

Bölümde geçen şarkı; Guns n' Roses - Welcome to the jungle

Continue Reading

You'll Also Like

24.3M 1.4M 80
Doğum gününden sonra, kardeşiyle eğlenmek için konsere giden bir genç kız... Fırtına yüzünden iptal olan konserden eve dönmeye çalışırken, kendini bi...
10.4K 968 32
ALFA - OMEGA HİKAYESİ. Yılardır ruh eşimi bekliyordum . Köpekler gibi tasma takmak zorunda kalıyordum çünkü hala ruh eşimi bulamadım. Ama bir gün oku...
57.6K 1.8K 76
Gecenin bir yarısı tuhaf bir olay yaşayan Deniz, ertesi gün hafızasını kaybetmiş bir şekilde uyanır. Anımsadığı bir kaç şey ona geri kalan hayatında...
46.5K 2.2K 29
#yalicapkini #afrasaracoglu #mertramazandemir #seyfer #antepli