TAKINTI

By suheda_zsy

3.7M 141K 50.3K

Ona hiç sarılamamıştım mesela. Hiç elini tutamamıştım. Hiç öpememiştim. Hiç koklayamamıştım. Hiç sevdiğimi sö... More

TAKINTI
1.Bölüm "OKUL"
2.Bölüm "ÖZLEM"
3.Bölüm "ŞOK"
4.Bölüm "KARMAŞIK"
5.Bölüm "ENDİŞE"
6.Bölüm "BEKLENMEYEN YOLCULUK"
7.Bölüm "ÇIKMAZ SOKAK"
8.Bölüm "ÇIĞLIK"
9.Bölüm "YALNIZLIK"
10.Bölüm "BİR HAFTA"
11.Bölüm "YÜZLEŞME"
12.Bölüm "SESSİZLİK"
13.Bölüm "CESARET"
14.Bölüm "DUYGULAR"
14.Bölüm "DUYGULAR" (2.KISIM)
15.Bölüm "PİŞMANLIK"
16.Bölüm "AİLE"
17.Bölüm "UMUT"
18.Bölüm "ARAF" (1. Kısım)
18.Bölüm "ARAF" (2.Kısım)
19.Bölüm "SARHOŞ"
20.Bölüm "SERZENİŞ"
21.Bölüm "MUCİZE"
22.Bölüm "RENKLER"
23.Bölüm "MEDCEZİR"
24.Bölüm "MEFTUN"
25.Bölüm "HİCRAN"
26.Bölüm "KAYIP"
27.Bölüm "YARI ÇIPLAK"
28.Bölüm "MESAFE"
29.Bölüm "YANKI"
30.Bölüm "NEFES"
31. Bölüm "KUMPAS"
Yazar'dan
31.Bölüm "KUMPAS" (2.KISIM)
32.Bölüm "İRTİCA"
33.Bölüm "PUNT"
34. Bölüm "İNTİKAM"
35. Bölüm
35. Bölüm "ENKAZ" (2.Kısım)
36. Bölüm "NEFRET"
37. Bölüm "AVDET"
38. Bölüm "ÇAĞRI"
39.Bölüm "VİRAJ"
40.Bölüm "İTTİHAT" (1. Kısım)
40.Bölüm "İTTİHAT" (2. Kısım)
41. Bölüm "ANDAÇ"
42. Bölüm "FORSA"
43. Bölüm "DERSAADET"
44. Bölüm "EZA"
45. Bölüm "NİHAN"
46. Bölüm "YEİS"
47. Bölüm "ELFİDA"
48. Bölüm "FEVERAN"
49. Bölüm "GİRİFT"
50. Bölüm "İZAN"
51. Bölüm "TEMAŞA"
52. Bölüm "KOYGUN"
53. Bölüm "MUNTAZAR" & ÇEKİLİŞ
54. Bölüm "MEYİL"
55. Bölüm "İLTİMAS"
56. Bölüm "GİZ"
57. Bölüm "TESHİR"
58. Bölüm "İSTİNAT"
60. Bölüm "FEYİZ"
61. Bölüm "KIVANÇ"
62. Bölüm "VUSLAT"
63. Bölüm "İŞTİYAK"
64. Bölüm "TEMAYÜL"
65. Bölüm "DANS"
66. Bölüm "İNTİBAH"
67. Bölüm "İNHİDAM"
68. Bölüm "DİLHUN"
69. Bölüm "HİTAM" -SON-
Yazar'dan
H.P
ÖZEL BÖLÜM DUYURUSU ✨
ÖZEL BÖLÜM YAYINDA!

59. Bölüm "PERESTİŞ"

25.9K 1.3K 478
By suheda_zsy





Aramızdaki, yaşanması adına nicedir harcanan emek ve zaman ağırlığınca haz veren bedensel yakınlaşma bu geride bıraktığımız vaktin acısını çıkartırcasına uzayıp gitmiş; son derece aheste, gevşek bir hal almıştı. Bedenlerimiz arasındaki baştaki çarpık uyum şu an günlerce çalışılmış bir dans gibi, iç içe geçmiş yapboz parçalarını andırırcasına muntazam bir bütünleşmeye dönüşmüştü. Yattığımız yerde gösterdiğimiz uyum göz kapaklarımın ardındaki perdede bedenlerimizin hareketli bir dansla göğe yükselmesiyle farklı bir heybet kazandı, yükseldikçe yükselip bulutların üstünde de ritmimizi tuttururken bedenlerimizin oluşturduğu rüzgarlar sanki gökyüzüne bir tarih atar gibiydi.

Ruhlarımız el ele tutuşup sanki geçmişteki, aramızda geçen bütün tatsız günleri ortadan kaldırmak adına yolculuğa çıkmıştı; sanki ilk karşılaştığımız andan itibaren içinde olmamız gereken ilişki ve yakınlık tam şu an gerçekleşmişti. İçimde tohumunu çok zaman önce attığım ağaçların meyvelerinin kızardığını hissettiren tuhaf, zaferimsi bir sevinç ancak aynı zamanda da içinde bulunduğumuz durumun gerçek olduğuna inanamayacağım kadar iyi hissettirmesinden olsa gerek, kaybetme ya da tekrarlanmamasından duyduğum kaygı ve korku da vardı. Bu tarifi mümkün olmayan, dudaklarımı ilk defa bir canlıya temas ettirdiğimi düşündüren ender hissin çabucak yaşanıp bitmesinden duyduğum korku dudaklarımı endişeyle titretti. İlk defa bu denli zamanı durdurabilmeyi dilerken önce saçma bir şekilde teknolojinin gelemediği raddeye sinirlenip ardından Hakan gibi bir yaratıktan daha gelişmiş, daha olağanüstü bir buluşa kainatın şahit olamayacağını düşündüm ve içimdeki şanslı hissetme duygusunun katranının artmasına  bilmeden sebep oldum.

İçinde bulunduğumuz vaziyetin benim tarafımdan bin farklı anlamla yorumlanabileceğini bilsem de onun  benden ne aldığını bilmiyordum; ona bir şeyler vermeye çalışmayı kesip bu defa ondan bir şeyler almaya çabaladım: Dudağından başlayıp ağzının izlediği yolu takip ederek ciğerlerine sızıp karışmış olan kokulara kadar benden önceki bütün kadınların en ufak kalıntılarını dahi silip süpürmek istercesine iştahlanıp hareketlerimin asabiyetle sertleşmesine engel olamadım. Bende oluşan ve onun dudaklarının üzerimde bıraktığı farkındalığın onda da meydana gelmesine olan isteğimi, belki de ihtiyacımı bastıramayıp net bir yolu olmasa da bunun için yaşadığım yoğun hisleri ona aktarmaya çalıştım. Zihnimi yakan düşünce ve kıvancın hararetinin ince ince ağzıma aktığını hayal edip bunu Hakan'a sızdırdığımı düşünmeye başladım. Bu ince akan, hayali sıvının içinde yaşadığım kafa patlatan yoğun hislerin dışında bu anı ne kadar çok beklediğimi anlatan yaşlı umudum ve ona duyduğum aşkın insanın iradesini ortadan kaldıracak gücü de vardı.

Bir süre sonra iki dudağım da boşluğa düşünce gözlerimi kırparak araladım ve şaşkınca daima olmasını isteyeceğim, kadrajımda başka hiçbir şeye yer vermeyecek yakınlıktaki yüzüne baktım. Elleri üstüne yatağa tutunduğunda suratıma çarpan hızlı nefesi ve inip kalkan göğsüyle, bir süre içinde gizli bir dalgalanmanın yaşandığı gözleriyle gözlerime kıpırtısızca baktıktan sonra bedenimden ayrı olanı bedenini dikleşerek tamamen doğrulttu. Ağır hareketlerle bana sırtını dönüp yatağın ucuna oturdu ve gözlerini yumarak kafasını yere eğdi.

Oluşan, ses etmeme izin vermeyen gerginlik içinde korkak bakışlarla bedenini izlerken içimde, içten içe hep o gelmesini beklediğim kötülüğün geldiğine dair bir his vardı. Kısa ama bana yaşadığım hislerin tesiriyle oldukça uzun ve zorlu gelen bir süreden sonra gözümü kırpmadan izlediğim kafasını kıpırdatarak omzunun üstünden yüzüme baktı ve güçlük çekiyormuşçasına bir zahmetle dudaklarını kıvırdı. Karşılığında tedirgin bakışlarımdan zerre ödün vermeyip işlevini sürdürdüm ve bununla beraber konuşmasını tetiklemiş olacağım ki, "Dayanamayacağım bir şey hissettim az önce," deyip tarif etmesi olanaksızmışçasına doğru kelimeleri bulmanın zorluğu karşısında yüzünü buruşturdu. "Bir tür... saplantı gibiydi." Bacağını yatağa atarak yönünü hafifçe bana çevirdiğinde bu kez dudakları daha kolay kıvrıldı ve devam etti. "Seninle ilgisi olduğunu sanmıyorum." Biraz durup muzipçe sırıttı. "Belki de vardır... Vücudumda bir sarsıntı etkisi bırakmadın değil."

Yüzümdeki kaygı silinirken yerini kendiliğinden gelişip yayılan bir gülümseme aldı ve ayak diretme ihtiyacı hissedip "Hı..." dedim inanmıyormuş gibi. "Bu da erkeklerin her kıza söylediği sözlerden mi?"

Bana kınarcasına attığı bakışları ve birbirine bastırdığı dudaklarının arkasında yatan gülümsemeyle yandan bir  bakış attı ve "Yakın temas haline olduğum kadınlarla konuşmaya vakit ayırdığımı mı sanıyorsun?" diye sordu.

Ağzımdan bir kahkaha kaçarken aslında sözünü doğrulamasına ithafendi. Gülerken yüzümün yarısını yastığa gömüp tek gözümle "Gerçekten pisliksin," dedim ona bakarak.

Tekrar yatağa dönüp başlığa yaslanırken gözünün ucuyla bana bakarak dinginleşmiş sesiyle, "Temizleniyorum..." diye mırıldandı.

Yüzüne tepkisizce bakakalırken bir süre konuşamadan bakıştık ve iç geçirerek kendime geldim. "Neden beni bunca zaman bundan mahrum bıraktın?" diye sordum yumuşak ama ciddi bir sesle. "Hayatın boyunca yaptığın en büyük bencillik olabilir."

Kendinden emin bir sesle "Değil," deyince kaşlarımı çattım. "Seni kendime ayırmamdan daha büyük bir bencillik olamaz."

"Sen değil, ben kendimi sana ayırdım," dedim düzeltircesine. "...ve bunun en büyük özverim olarak kalması için çabalayacağım."

İleriye bakarken kafasını iki yana sallayarak gülümsedi ama içine ışık tutmayan bir gülümseyişti bu. Yine bana bakmadan "Buna değer miyim bilmiyorum," diye devam etti. "İşin ucunda pişmanlık duymanı istemem."

"Değersin," dedim bilinçsizce bastırarak ve sürdürdüm. "Olabilecek olan her türlü saplantılarına, paranoyaklıklarına, güven sorunlarına ve sınırlama isteğine olağan bir tavırla yaklaşacağım. Hepsinin aniden terk edilmiş biri için normal olan hastalıklı kalıntılar olduğunu düşünüyorum. Sadece benim o kız olmadığımı iyice kavratabilmek adına her istediğini yapmam, yerine getirmem mümkün değil. Koyduğun sınırlara uymadığımda da odağımın asla sapmayacağını göstereceğim sana."

Sözlerimle kafasını bana çevirerek kıvırdığı koluna yasladı ve yüzüme yakından, dikkatli bir bakış atıp "Onarılması zor bir adamım ben," dedi kendiyle alakalı gerçekleri acımasız bir sesle teyit ediyormuş gibi. "Belki de imkansızdır. Kendimi bilince sana ve çabana yazık edeceğimden daha çok korkuyorum. Bu o kadar yüksek olasılık ki."

Yüzündeki keyifsiz ifade sözlerine samimiyet katıyordu. Dudaklarımı yavaşça birbirine bastırıp gözlerimi ondan ayırdım ve herhangi bir yere diktikten bir süre sonra tekrar ona baktım. "Bunu zaman gösterir. Belki de omuzlarından kendiliğinden geçmişi atarsın ve belki de... dediğin gibi, kuruntulu bir adam olarak kalırsın ancak ben seni hep böyle tanıdığım için zerre yabancılık çekmem." Gülümsedim ama acı bir tebessümden ötesi olamamıştı. "Mükemmel bir sevgili ya da ilişki örneği talep etmiyorum senden," diye devam ettiğimde sesim daha bitkin, alçak çıkmıştı. "Sen ve senden doğan her şeyi kabulümden geçirebilirim."

Yüzüme ne düşündüğünü asla açık etmeyen kayıtsız suratı ve bakışlarıyla dik dik baktı ve ardından yine ifadesiz yüzüyle yattığı yerden doğrulup elleri üstünde üzerime gelmeye başladığında bakışlarımızı zerre kesintiye uğratmamış, usta bir donukluk ve hayvani denebilecek bir odaklanmışlıkla avını süzüp bunun tadını çıkarır gibi tekrar -yüzünün salt ciddiyetine karşın- olabilecek en yakın pozisyonda, bedenimin üstünde yerini aldı. Az önce manasız bir huzursuzlukla kestiği büyülü seansı kaldığı yerden yakalayıp devamını icra etmemizi sağladı. Karşılığımı bu şekilde verir gibiydi; ya minnet duyuyor ya da bana bir şeyler anlatmaya çalışıyordu ancak buna kesin bir saptama koymam oldukça zordu, emin olduğum bir şey varsa kelimeleriyle cevap verebileceği bir şey söylememiştim ona. İkimiz arasında yeni bir iletişim yolunu keşfettiğimizi ya da herkesin bildiği bir şey olsa da bizim henüz fethettiğimizi düşündüm ve bu beni belki de ilişkimiz için önemli bir dönemeç olmasından daha çok sevindirdi. Çünkü onu olduğu gibi anlamak ve ona kendimi olduğu gibi anlatabilmek, o çok önemsediğim karşılıklı ilişkiden dahi ileri geliyordu.

Bir saat ya da daha fazla bir süreden sonra mutfağa çıkıp akşam yemeğini hazırlamaya koyulmuştuk, içimde çocuksu bir neşe ve aniden depolanmış gibi hissettiğim bir enerji vardı. Hakan'ın -düşük ihtimal olsa da- ben yokken ya da hizmetlilerden birinin alışverişe çıktığında aldığını düşündüğüm çiğ tavuk kanatlarını ve tam bir isim veremeyeceğim diğer bölümleri hazırladığı baharat harcıyla karıştırıp orta boy kabın içinde tepetaklak ederken söylediği üzere dolaptan büyük boy kolayı almıştım, tezgahın ve onun yanına gelip güçlükle kolayı kaldırarak kabın yanına koydum.

Yavaşça ona dönüp kalçamı tezgaha verdiğimde ellerimle de iki yanımdan tutundum ve gülerek çok ciddi bir iş yapar gibi dikkate bürünen yüzüne bakarken tek elimi kaldırıp kafamın üstünden, bana şans getirdiğini düşünmeye başladığım saçlarıma koydum. "Saçlarım için bir şey demedin?"

"Gözlerine bakıyordum..."

Yüzümdeki manasız gülümseme kendini içi dolu ve daha anlamlı yöne devirdiğinde usulca yere baktım. Cümlesinden sonra oluşan boşluk ansızın yakalandığım ince fikirli cevabındandı ve hemen laf yetiştirmek gibi bir kaygım da yoktu zaten. Sessizliğimden yararlanırcasına "Yakışmış," diye devam etti. "Biliyordum zaten. Tavus kuşuna yakışmayan tüy olur mu? Yalnızca... bunu sadece benim lafımla yapmadığını duymaya ihtiyacım var."

Son cümlesi çizdiği o katı kurallı, dediğim dedik adam görüntüsünün altında yatanın bu ilkelerle çeliştiğini gösteriyordu. Dediği kadar ne kontrolcü ne de korumacıydı esasında, her şey terk edilme korkusundan doğuyordu. "Yo," dedim hemen. "Anladım ki saçlarımda değişiklik düşünmemem onlara kafa yormadığım ya da buna vaktim olmadığı içinmiş. Meğer çok fazla uzamışlar."

Elleriyle hala tavuklarla uğraşırken göz ucuyla bana bakıp ciddiyetle, "Dışarı çıktığını haber vermedin," dediğinde bir açıklama bekler gibiydi.

Yüzüne takıldığı noktanın gerçekten burası mı olduğunu düşünerek boş gözlerle bakakalırken az önceki, hakkındaki kontrolcülükle alakalı fikirlerimde şüpheye düşer gibi olsam da hemen toparlanıp "Babamın karısı kuaförmüş," dedim hemen adapte olmuş gibi yaparak. "Dükkanını da sokağına açmış. Beni görünce saçlarımı kestirmeyi düşünüp düşünmediğimi sordu ve kararsızlığımı belli edince ona güvenmemi söyledi. İki dakkalık yoldu yani, hem sürpriz olsun istediğimden bunu söyleyemezdim."

Az önce konuşurken üstünü örtmeye çabaladığı gergin bakışını atıp konuştuktan hemen sonra önüne dönmüştü zaten, şu anda da önüne bakıyordu ve yine bana dönmeden devam etti. "Kadınla anlaştığını çıkarabilir miyim buradan?"

Etrafta göz gezdirirken iç geçirip "Yani..." diye mırıldandım. "Anlaştık. Ama net bir duyguya varmak için erken. Neyse... belki de varmam falan gerekmez? Ne derece muhattap olabiliriz ki onunla?"

"O hiç belli olmaz," derken ciddi gözüküyordu. Sonra aklına bir şey gelmiş gibi, "Gerçi doğru, önümüzdeki birkaç ay muhatap olmayacağınız kesin," dedi hafiften çıkışarak.

İstemsiz olarak ağzımdan bir kıkırtı çıktı ve dünkü ses tonunu hatırlayınca, "Neden o kadar sinirlendin?" diye sordum.

Yandan ters bir bakış atıp "O hiçbir şeydi," dedi düz bir sesle. "Emrivakilerden, konuşulmuşun dışına çıkılmasından hiç hoşlanmam."

Hemen "Ama benimle alakalı değildi ki," diye kendimi savunmuştum ki "Biliyorum yavrum," diye cevap verdi ve baharatlı ellerini hafifçe iki yana açtı. "O yüzden bu kadar sakinim."

Gülümseyerek tavaların olduğu dolabı eğilip açtım ve en uygununu alıp doğrulurken "Doğru," dedim. "Düne bakarak bayağı melek gibisin."

Ocağın altını yakıp tavayı üstüne koydum ve tezgahın kenarındaki sıvı yağ şişesinden biraz akıttığım sırada, muzip bir ifadeyle yüzüme bakıp "Ama ne meleği?" diye sordu.

İkimiz de gülüşürken tatlı sohbetlerle çaktırmadan özlemimizi gidermeye çalışıyorduk, bugün daha iyi anlamıştım ki birbirimizin yokluğunda kıvranacak kadar bir alışmışlık söz konusuydu ve en önemlisi bunun Hakan'da daha belirgin olmasıydı. Ona terk edilmişliğini hatırlatmamak adına bir süre evden ayrılmamayı düşündüm ki zaten şu an için böyle bir niyetim de yoktu.

Tavadaki yağ kızınca tavukları üstüne atmıştık, ilk postayı yerleştirirken yağın sıçramasıyla Hakan tıpkı bir kurşunun önüne atlar gibi abartı bir sıçramayla kendini bana siper edince buna epeyce gülmüştüm ve sonrasında bundan doğan sohbetle gerçek bir kurşun için de aynısını gözünü kırpmadan yapacağını söylemişti. Büyük bir tabak dolusu tavuk parçalarını kızarttıktan sonra masaya yerleşmiştik, kola döktüğüm iki büyük bardaktan birini Hakan'ın önüne sürdükten sonra but parçalarının birinden çatalımla iri bir et parçası kopardım ve ağzıma atıp keyifle çiğnedikten sonra leziz olduğunu ifade etmeye dair bir mırıltı çıkardım. Ben "Müthiş olmuş bu!" diye atılırken Hakan bir elindeki eti sıyrılmış kemik parçasını masaya bıraktı ve nazikçe elimden çatalımı alıp masaya koyduktan sonra butlardan birini alıp bütün yağı ve baharatıyla, olduğu gibi avucumun içine yerleştirdi. Elim kısa bir süre havada asılı kalsa da "Et elle yenir," deyip elinde tuttuğu parçayı iştahla yediğini görünce ona ayak uydurmaya çalıştım; sanki yeni dünyaya gelmiştim ve o benim rehberimdi, her şeye onun bakış açısıyla bakmaya çalışıyor, onun yordamıyla kendimi yoğurmak istiyordum.

Elimle yediğimde hakikaten lezzetine daha iyi varmış gibi hissettim, kısa süre sonra ellerim, ağzım, ağzımın kenarları hatta suratımın bir kısmı batsa da bu umrumda olmamıştı; üstelik bardağım da aşırı kirli gözüküyordu ama Hakan'ın bu tarz şeylerle benden soğuyup tiksinmeyeceğini, hatta umrunda bile olmadığını bildiğimden rahattım. Hakan benden çok daha hızlı yemesine rağmen ondan epey önce tıka basa doymuştum, kolamın son yudumunu da kafama diktikten sonra gerinerek "Ay," diye bir tepki verdim. "Bence sen o karanlık işleri bırakıp aşçı olmalıymışsın."

Beni eğlendiren cümlem onun dik dik yüzüme bakmasına sebep olmuştu. "Sen öğren diye yapıyorum," dedikten sonra hafifçe gözlerini kıstı. "Evlendiğimizde kim aşçı oluyor görürsün."

Aniden yüzüme toplanan kanımla beraber utandığımı hissetsem de çaktırmamaya çalışıp, tek gözümü kısarak "Bu sıralar çok mu tekrarlıyorsun bunu yoksa bana mı öyle geliyor?" diye sordum ama cevabını beklemeden "Abimin arkadaşıyken ve hiçbir umut yokken ben bu vaziyetimizi oldurmuş kişiyim, şimdi hele bir de beni umutlandırırsan bunu gerçek edebileceğimin farkındasın, değil mi?" diye sordum yarı alaycı yarı ciddi bir tavırla.

Tek elini meydan okurcasına havaya kaldırdı. "Hodrimeydan. Gelinlik bile seçebilirsin."

Gözlerim büyürken hem duyduklarıma inanamıyor hem de benimle dalga geçip geçmediğini tartmaya çalışıyordum. "Sen şaka mısın? Daha düne kadar sevgili olmaya bile ayak diretiyordun? Sevgili olmam ama evlenirim, öyle mi?"

Dudaklarını rahat bir tavırla geriye doğru büktü. "Biz kadınlarımıza helalimiz olmadan dokunmayız."

Ağzımdan gür bir kahkaha kaçarken "Siktir," diyerek ayağa kalktım. "İki gün öncesinin playboyuna bak."

Ellerimi yıkamak için tezgaha ilerleyip çeşmeye uzandım ve elime sıvı sabun sıkıp yıkamaya başladığım sırada tam sırtımın arkasında başka bir bedenin varlığını hissettim. Bedenimin iki yanından Hakan'ın kolları çıkarken ve o da ellerini benim ellerimin üstünden suyun altına tutarken üstüme çöküşü ve kafasını kafama yaslamasıyla varlığının tesirini iyice arttırmıştı. Vücudum kasılırken ve bunun en net örneği kalakalan ellerim olurken onun bedeninin himayesinde kendimi iyice büzdüm. Burnunu saçlarıma hafifçe sürterken kulağıma doğru "Birincisi," diye fısıldadı çelik kadar sert sesiyle. Sesindeki sertlik ve otoriter ton beni daha da büzüştürürken nefesim kadar yakınımda oluşu da çaresiz hissetmemi sağlıyordu. "Benimle konuşurken sakın çizgini bozma."

Anladığımdan ya da hazmettiğimden emin olmak istiyor olacak ki kısa süre duraksayıp ardından yine saçıma sürtünmeye devam ederek "İkincisi," diye fısıldadı bu defa. Fısıltısındaki ürkütücü ton göz ardı edemeyeceğim ya da kendime hiçbir şekilde teselli bulamayacağım kadar netti. Nefesimi tutarak bir an önce konuşmasını ve beni aldığı bu zihnen, bedenen ve ruhen olan kafesten bir an önce serbest bırakması için beklediğim sırada, "Kendini kimlerle kıyasladığına dikkat et," diyerek noktayı koyup ilk önce suyun benim ellerime doğrudan değmesini engelleyen ellerini suyun altından, ardından da bedenini bedenimden çekerek varlığının izini kaybettirdi.

Güçlükle kıpırdattığım ellerimi yıkamaya devam ederek zaman kazanmaya ve kendimi toparlamaya çalıştım; onun bana verdiği cesareti ve cüreti yine onun bir anda yerle bir etmesi, edecek gücünün olması ve benim bunu bu kadar net ve ansızın görmem kanımı dondurmuştu. Tamamen kafamı toplamış sayılmasam da daha fazla oyalanamayacağımı anlayınca suyu kapattım ve yüzümü ondan tarafa döndüm. Ayaktaydı, ince ve uzun parmaklarıyla kola şişesinin kapağını çeviriyordu. Yerimde huzursuzca kıpırdanırken ne yapacağımı bilememiştim, yüzünü çekimser bir bakışla incelerken o da bana otoriter bir bakış attı ve kaşlarını kaldırarak "Anlaşıldı mı?" diye sordu.

Belli belirsiz bir kafa sallamayla beraber "Hı hı," diye mırıldandım, hala evlilik konusunda ciddi olup olmadığını anlayamamıştım. Ayaklarımı zorlayarak ileri doğru adım attığımda masadaki bardakları alıp tekrar tezgaha döndüm ve onları yıkayıp tezgaha ters kapattıktan sonra bir de pizza kutusunu katlayıp çöpe attım. Tekrar Hakan'a döndüğümde o da bana kayıtsız gözlerle bakıyordu. "Ne yapmak istersin?" diye sordu.

Dudaklarımı geriye doğru, omuzlarımı kaldırarak büktüm. "Bilmem."

"O zaman gel... Bodruma inelim."

Mutfak kapısına doğru yürürken peşine takıldım ve onu gerisinden takip ederken "Orası daha çok... ya özel ya da sıradışı durumlarda kullanılmak için yapılmışa benziyor... Biz şimdi epey bayağılaştırdık?" diyerek yorumumu belirttim aklıma geldiği gibi.

Tek elini nazikçe gerisindeki bana uzatıp elimi usulca kavrarken, yüzüme dikkatli bir bakış atıp "Bizim her anımız öyle bebeğim," diye cevap verdiğinde üstümdeki gerginlik tamamen eridi ve yüzümün şapşal bir ifadeye ev sahipliği yapmasından mı bilmem, Hakan gülerek önüne döndü. Merdivenin başına geldiğimizde eğilip o kamufleli kapağı kaldırdı ve önden benim geçmemi istediğini kafasıyla işaret etti. İlk adımımı temkinlice atarken diğer basamakları çok daha savurgan bir tavırla indim. Benim hemen ardımdan o da kapağı tekrar yerine çekip yere ayak basmıştı. El yordamıyla tuşlardan birini bularak ışıkların yanmasını sağladım ve salonun içine doğru ilerlemeye başladım. Ben geniş koltuklardan birine kendimi bırakırken Hakan bilgisayar koltuğuna çökmüş ve tuşuna basmıştı. Gözlerimi devirirken "Hayır..." diye sızlandım. "Oyun mu oynayacaksın?"

Tam da o bilindik oyunun logosuna tıklarken "Yo," diyerek üstünkörü bir inkarda bulunsa da evet oyun oynayacaktı ve kim bilir kaç saat sürecekti. Oflayarak kumandalara uzandım ve televizyona tutarak tuşuna bastıktan sonra arkama yaslandım. Kanallara kısaca göz atıp Cartoon Network'ü buldum ve bildiğim çizgi filmlerden birine rastlayınca izlemeye başladım.

Dakikalar sonra, ben iyice ekrana dalmışken Hakan'ın kafasını kaldırmak aklına gelmiş olacak ki "Gerçekten mi?" diye sormasıyla göz ucuyla yüzüne baktım.

"Evet," dedim dik dik. "Sen çocuk gibi saatlerce oyun oynuyorsun ya?"

Aynı şey mi, temalı söylense de önüne çoktan döndüğünden cevap vermek yerine kaldığım yerden izlemeye devam etmeyi tercih etmiştim. Aradan dakikalar ve hatta bir saate yakın zaman geçtikten sonra iyice mayışmış ve koltuğa sinmiş bir haldeydim, uykuyla aramda çok az bir mesafe vardı. Arada Hakan'ın çıkardığı seslere, tuhaf tepkilere ve zaman zaman yükselen mehter marşına da aldırış etmiyordum artık, nihayetinde göz kapaklarım artık kaldıramayacağım kadar ağırlaştığında uykuya teslim olduğumu idrak ettim.

Ta ki aradan ne kadar zaman geçtiğini asla kestiremeyeceğim bir süre sonra televizyonun sesi kesildiğinde gözlerimi açmamıştım ama duyularım ayağa yeniden dikilmişti. Hemen ardından yığılmış gibi, yapış yapış bir sakıza benzer şekilde esnemiş olan vücudumun altından iki kolun geçtiğini ve kavrayarak beni havalandırdığını hissettim. Kollarım ve bacaklarım boşlukta sallanırken belim ve baldırlarım çok sağlam bir yere yaslanmıştı. Tekrar yumuşak bir zemin altıma konduğunda yatağıma yatırıldığımı hissettim ve bunu yapanın da Hakan olduğunu çözmem çok uzun sürmemişti. Saatler öncesi gibi onu kendime çekmek ve öpmek istedim, eminim işin içine uykunun mahmurluğu karıştığında yaşadığım sarhoşluk katbekat artacaktı. Benden tam ayrılacakken tek elimi boynuna atmaya çabalasam da nazikçe elimi alıp yanıma koymuştu ve hemen ardından bir yorganın üstüme kapandığını hissetmiştim.

Uykunun serbest kalmasına izin vermediği gözlerimi açmasam da kaşlarım küskün bir tavırla çatılmıştı. Bilincim tamamen berrak olmasa da salt kirli de sayılmazdı, en azından Hakan'ın yorganı kaldırıp yanıma uzandığını netçe hissedebilmiştim. Kafamın altındaki zeminin birden yastık olmaktan çıkıp gergin bir göğse dönüştüğünü ayrımsadım ve saçlarımın arasına uzun, ince parmaklı bir el yavaşça dolaştı. O bilindik gevşeme ve kendimi güvende hissedişim onun parmak uçlarından benim saç diplerime, ardından bütün vücuduma tesir etmişti. Bir kedi gibi şükranla ona sokulurken bir gece dahi olsa onunla geçmemişse ne denli bir israfta olduğumu düşündüm. Parmakları çok küçük bir kıpırtıda bile hasar görebilecek kırılgan bir canlıya ya da nesneye dokunuyormuşçasına eğreti, yabancısı olduğu bir naziklikle can bulmuştu ve saç tellerimden daha varla yok arası hissettiren bir hassasiyetle okşamasını sürdüyordu. Hiç beklemediğim bir anda, o unutmaya yüz tutmuş seslendirmeli tonla, "Ve ağzım ağzını öptü ise, çünkü için sözle doludur," dedi kadifemsi bir sesle.

İçimde şiiri bilişimin tanıdık hissi ve sesinin şiire göre kıvrılmasının yeşerttiği huzur ve heyecanla kıpırdandım, bir yandan da duyduğumu belli etmeye çalışıyordum. Aynı kontrollü ve muntazam tonlamayla, "Elim eline değdi ise, çünkü elin yaratılmış işler doğurur," diyerek devam etti.

Sesindeki edebi akıntılara kapılan ton sanki bu kabataslak düzenlenen, az eşyalı bodrum katına dahi dalga dalga yayılıp tesir etmişti ve her şey, akla gelebilecek her şey bu ses karşısında mecburi bir zarifliğe bürünmüştü. "Gözlerine baktım ise, ki bakmışımdır; onlar bir denizi sezme derinliğindendir." Yavaşça yutkundu, yutkunuşunu duyma yakınlığında olmak öyle büyük bir saadeti içime bırakmıştı ki an içerisinde o kıpırtısız bedenimin içinde dev bir taşkınlık hissetmiştim. "Ve saçlarına, ve boynuna, ve omuzlarına baktım ise..." diyerek devam etti içimdeki bütün sanata dair birikimlerimi mest ederek. "Ki bakmışımdır, onlar bir kuşun uçuşunu sezme derinliğindendir."

Hafifçe duraksayarak bütün hücrelerimin ayağa dikilip meraklanmasına sebep verdi, "Ey sözlerim benim," diyerek sürdürdüğünde hepimiz rahat bir nefes aldık. "Onlar ki bana her zaman, bir diriliş verenedir."

Araya vurgulu bir sessizlik bıraktıktan sonra sesindeki kendinden eminlik bir kat daha koyulaşarak, "Meselem bitmeyendedir," dedi kararan bir tonla ve koyduğu noktaya dair bir kıpırtısızlık içine büründü.

Gözlerimin örtüsü huzurlu bir eyleme devrilirken Hakan'ın beni, benim ise Hakan'ı uyuduğunu sandığım sessiz bir bekleyişten sonra hala gözlerimi aralamamış fakat uykuya da dalamamış bir haldeyken, "Bir an kayboldun gibi, yaşadım kıyameti. Yoruldun ama buldun ey kalbim emaneti," diyerek uykulu bir sesle, okuyacağım şiire giriş yaptım.

Her ne kadar onun bana yaptığı önderlikle sesimi tonlamalarla eğip bükmeye çalışsam da ne onun kadar şiirin içine karışabilmiş, ne de uykudan tam anlamıyla sıyrılabilmiştim. Yine de onun jest saydığım davranışına karşılık ben de ona bir şiir takdim etmeyi kendime borç bilirdim. "Yeniden su yürüdü dalıma yaprağıma. Bir bakışın can verdi kurumuş toprağıma."

Bütün sanatların ondan türemiş olabileceğine dair hastalıklı bir düşünceye sahipken karşısında herhangi bir sanat eserini beyan etmek oldukça sancılıydı. Hala kıpırtısızdı ama kolumun altındaki gövdesinin kasılmasını beni dinlediğine yormuştum. "Çiçeğe durdu kalbim içtim parmaklarından. Göz çeşmem suya erdi sevda kaynaklarından. Bir aydınlık denizin sonsuz derinliğinde, yüzüyorum gözünün yeşil serinliğinde."

Ondan bir kıpırtı göremesem de kısa bir süre sessiz kaldıktan sonra devam ettim. "Bir ışık, bir kelebek, biraz çiçek, biraz kuş. Yeni bir ülke yüzün ellerimde kaybolmuş."

Tek elimi ona bakmadan el yordamıyla kaldırıp parmak uçlarımı yüzüne dokundurdum ve usul usul yüzünde bir titreme gibi gezdirmeye başladım. "Soluğum bir kuş gibi uçuyor ellerine. Kapılıp gidiyorum saçının sellerine."

Parmak uçlarım göz kapaklarına geldiğinde gezintimi kesintiye uğratmamak için kasti olarak gözlerini yumması uyumadığını anlamama yetmişti. "Gözlerinden göğüme sayısız yıldız akar. Bir gülüşün içimde binlerce lamba yakar." Sanki bütün bir dünya parmaklarımın ucundaydı.

"Bir kurtuluştur o an çağrılsa senin adın. Sesin ne kadar sıcak, sesin ne kadar yakın." Duraksadıktan sonra devam ettim. "Tabiat bir bembeyaz gelinlik giymiş gibi. Yüzüme kar yağıyor sanki elinmiş gibi."

Varlığının yüceliği karşısında binlerce onu yükselten şiir okusam da ender görülen güzelliği karşısında yetersiz olacağı farkındalığının bana verdiği hafif çaresizlikle kaldığım yerden sürdürdüm. "Sensiz geçen zamanı belli yaşamamışım. Sensizlik bir kuyuymuş aşamamışım."

"Bir yol buldum öteye geçerek gözlerinden. İşte yeni bir dünya peygamber sözlerinden."

Titrek ve kısa bir nefes aldıktan sonra benimle aynı anı yakalayarak şiirimin son mısralarında bana eşlik etti: "Ölüm bize ne uzak, bize ne yakın ölüm. Ölümsüzlüğü tattık bize ne yapsın ölüm."

Sesime karışan sesinin şiirin gidişatını ve içime bıraktığı etkiyi büsbütün değiştirmesiyle onun bana parmak ucuyla çıktığı desteğin dahi beni bambaşka biri yapacağını ayrımsadım ve bu dizelerdeki ses uyumunu değil aklıma, zihnimin bütün yapraklarına tek tek kazıyıp her ne zaman hafızamda geriye dönüş yapsam bu ses dalgalarıyla karşılaşmayı umdum. Yorgun düşen elim cansız bir yılan gibi boynunun kenarına düştüğünde göğsüne daha bir sokularak gözlerimi yumdum, tekrar uykuya dalmadan önce hissettiğim tek şey saçlarımın üzerinde gezinen bir çift, onun tarafından olduğu için eşsiz hisler doğurabilecek dudaktı.


~

Ertesi sabah alarmımdan önce kendiliğimden uyanmıştım, gözlerimi etrafta gezdirdiğimde Hakan'ın da uyanık olduğunu ve tek eliyle saçlarımla oynarken düşünceli bir tavırla tavanı izlediğini görmüştüm. Yerimde doğrulup "Günaydın," diye mırıldandıktan sonra yanağına uzanıp öptüğümde beni hiç duymamış gibi, "Bu evden hiçbir yere kıpırdamak yok," demişti düz bir sesle.

Yüzüne bakarken gülümsedim. "Neden? Bu kadar sarsılacağını hiç düşünmezdim."

Gözlerini gözlerime çevirip "Hiç bu kadar yalnız hissetmemiştim," dedi sahici bir sesle.

Kaşlarım ayaklanırken "Hiç mi?" diye sordum, ikimiz de o kızdan sonraki zaman dilimini kastettiğimi biliyorduk.

Kafasını olumsuz anlamda iki yana salladıktan sonra "Hiç," diyerek tasdik etti. "Sadece evden biri değil, kendimden bir şeyler eksilmiş gibi hissettim. Ben de kendimden beklemezdim doğrusu... neden oldu anlamadım. Ama bildiğim bir şey varsa seni hep görüş alanımda tutacağım."

Ellerimin üstünde ona doğru tekrar uzandım ve gülümserken yüzlerimiz arasında santimler kala durdum. "Böyle iyi mi?"

"Çok iyi," diye cevap verse de benim aksime ciddiydi.

İlerleyen dakikalarda Hakan yatağı toplarken ben formalarımı giyinmek üzere banyoya girmiştim ve giyindikten sonra hala tam alışamadığım saçlarımı aynanın karşısında tarayıp ufak kıskaçlı bir tokayla yüzümün üstüne düşebilecek tutamları arkaya tutturmuştum. Çıktığımda Hakan az buçuk ortalığı toparlamıştı, beraberce merdiven basamaklarını tırmanırken aniden durdu ve bedeninin yönünü bana çevirdiğinde her an kucağına düşebileceğim bir durumda olduğumuzdan merdivenin kenarlarına sıkı sıkı tutundum. "Sence hava nasıl?" diye sordu birden aklına düşmüş gibi.

Yersiz sorusu karşısında gözlerimi çevremde gezdirdim ve kısa bir süre düşündükten sonra "Isınmıştır bence..." diye mırıldandım kararsızca.

Yüzümü dikkatli ama duygusuz bakışlarla süzüp "Güzel," diye mırıldandı ve başka hiçbir şey demeden önüne dönüp tekrar basamakları tırmanmaya başladı. Arkasından bir süre bön bön baksam da onu takip ettim ve üst kata çıktıktan sonra kapağı bu defa ben kapattım ve Hakan beni koltuğunun altına aldıktan sonra mutfağa doğru ilerledik. Bedeni yanında çok küçük, cılız kalıyordum ama sarıp sarmalayışı sanki bunu telafi ediyordu ve asla güçsüz gözükmüyordum. Mutfağa girdiğimizde düşünüp taşınmıştık ama ikimizin de iştahı pek açık değildi, sadece kahvaltılıkları masaya sıralayıp çay bile demlemeden, meyve suyuyla kahvaltımızı etmeye başlamıştık. Sorumluluk sahibi bir baba gibi beni karşısına almış ve kahvaltı sırasında okulumla, derslerimle, gelecek planlarımla alakalı beni sorgulamaya başlamıştı. Bu beni heyecanlandırmıştı; gözlerimdeki ışıl ışıl parıltılarla dinliyor, engel olamadığım sırıtışımla cevap veriyordum.

Üstesinden gelemeyeceğim ders olmadığını söyleyerek ona olumlu cevaplar veriyordum, ta ki geleceğimi sorgulatmaya başladığında "Benim tek gelecek kaygım sensiz olmak," diye cevap verdim. "Gelecek sensizse gelsin istemem."

"Bensiz de olsa gelecek," diye cevap verdi sakince. "Ve öyle bir durumda çekeceğin tek sıkıntı içsel olmalı." Yüzüne kayıtsızca baktım. Bu defa, "Anladın mı?" diye sorunca bakışlarımı yere indirip kafamı salladım.

Bu kez o ışıltılı bakışlarla, "Seni çok güzel yerlerde hayal edebiliyorum," dedi, sesinde umudun yeşerttiği canlılık vardı. "Çok güzel bir kariyerin olabilir. İşte o zaman, tıpkı bugünkü gibi, yine kimseye eyvallahın olmaz."

Asık suratımı kaldırıp gözlerine baktığımda varlığını yeni hissettiğim dolu dolu gözlerimdeki yaşı sezdim. "Neden böyle söylüyorsun?" dedim kaşlarımı çatarak. "Neden yalnız kalacakmışım gibi konuşuyorsun?"

Gözlerimdeki ıslaklığı fark ettiğinde yüzündeki ümitli ifade silindi ve bakışlarını kayıtsızca yüzümde gezdirdikten sonra "Bunun temennisini nasıl verebilirim?" diye sordu. Ardından kafasını yere eğerek iç geçirdi. Tekrar bana baktığında "Bak," dedi ciddiyetle. "Ben bunun sözünü yıllardır aileme dahi veremiyordum. Sana da veremem. Yolumuzu biliyorsun... dikenli, keskin... Bana kalsa, bize tam bir ömür değil, üstüne birkaç kişinin daha ömrünü verseler yetmez. Ama işler öyle yürümüyor cimcime. Ben seni kime bırakırım?"

Kaygının hakimiyeti altına girmiş yüzüm sıkıntıyla buruştuğunda, "Bir sorun mu var?" diye sordum.

"Yo," diyerek karşı çıktı. "Sadece..." şimdi onun da suratına sıkıntı çökmüştü. "Seni gittiğim yerlere götürmeye kıyamam ben... Ardımda bırakmam gerekirse seni en iyi yine sana emanet edebilirim. Sen kimseye emanet edemeyeceğim kadar güzelsin, benimsin; o yalnızca bana mahsustu ve... emanet yerine ulaştı."

Yüzünü sessizce izledikten sonra artık akacağını anladığım damlaları kamufle etmek için başımı önüme eğdim. Anında damlalar yanaklarıma düşerken ellerimin tersiyle onu temizlemeye çalıştım ve göz ucuyla Hakan'ın başımda bittiğini gördüm. Çenemin altında bir el hissetmemle kafamın kaldırılışı bir olmuştu. Direkt gözlerine bakakalırken "Güzelim..." diye mırıldandı. "Duygusallığın insana bir şey kattığını gördün mü sen hiç?"

Çenemdeki elini tutup ayağa kalktım ve yalvaran gözlerle yüzüne bakıp "Benim senden başka kimsem yok," dedim titreyen sesimle. Diğer yandan dışında kaldığım olaylar mevcutsa bu tepkilerimi görmesini ve ona olan bağlılığımı hesaba katmasını sağlamaya çalışıyordum. "Beni yalnız bırakamazsın."

Kollarımı açıp iri gövdesine sarıldığımda elleri bir süre havada kalsa da nefesini vererek o da kollarını bana sardı. "Bunları biliyorsun sanıyordum," diye mırıldandığında kafamı kaldırıp yüzüne baktım. "Seni kimse öldüremez." İki elimle birden kollarını dokundum. "Hem çok güçlüsün sen."

Baygın bakışlarını etrafta gezdirdikten sonra tekrar bana döndü ve "Herkesin bir zaafiyet anı vardır," dedi düz bakışlarıyla.

Küskün bakışlarla yüzüne dik dik bakınca saçlarımdan tutup beni tekrar kendine bastırdı ve "Anlaşıldı," dedi söylenir gibi. "Seninle bu konuları konuşamayacağız."


Okula geç kalmamam için birbirimizden ayrılmamız gerektiğinde masayı toplamaya yeltenmiştim ki Hakan çalışanın geleceğini söyleyip bıraktırmıştı. Portmantonun önünde mantolarımızı giyerken Hakan birdenbire onun olduğunu düşündüğüm siyah bir bereyi kafama geçirdi. Gülerek yüzüne bakarken "Neden?" dedim.

"Benim güzel kızımsın da ondan," cevabını verdikten hemen sonra elimden tutup kendiyle beraber beni de dışarı çıkarmıştı. Açılan kapının içinden ondan hemen sonra ben çıkınca bahçedeki göz alıcı, parlak beyazlık dikkatimi çekti, kafamı kaldırdım ve sevinçle "Hiih!" diye bir çığlık attım.

Hakan gözünün ucuyla geriye dönüp bana bakarken kahkaha atıyordu. Elini daha sıkı sıkıp birkaç adımla yanına ulaştım ve "Sen biliyor muydun?" diye sordum cırlama tarzı bir sesle.

Tekrar kafasını sallarken elinden kurtulup bahçeye saldırmayı planlayarak "Oynayalım mı biraz?" demiştim ki elimi daha sıkı kavrayarak yanıtımı verdi. Bahçe kapısından kendiyle beraber beni de çıkardığında yüzüme bakıp "Hasta olursun," diye açıklama yapmıştı.

"Saçmalama!" diyerek bir kez daha kurtulmaya çabaladım ama yine aynı kararlılıktaydı. "Rahat dur," dedi kaşlarını yalancıktan çatıp. "Hava buz gibi. Uzaktan izle."

Gözlerimi kıstım. "Nasıl olsa alışkınım, değil mi?"

Uyarıcı bir tonla "Cimcime," dedikten sonra, "Dilini keserim senin," diye devam etti.

Suratımı astım ve arabasına yönümüzü döndüğümüzde beni o ihtişamlı arabanın karlı görüntüsü irkiltti ve pusuya yatmış bir hayvan gibi gözüktüğünü düşündüm. Hakan sanki kaçacağımı düşünüyormuş gibi beni koltuğuma kadar oturtmuştu ve sonrasında kendi yerine yerleşmişti. Ben kısa sürede suratımı asmam gerektiğini unutup geçtiğimiz yollardaki karlara cama yapışmış bir halde hayran hayran bakmaya başlamıştım. Hakan'ın sokağının -ya da sokağımızın- ilk defa kar altındaki görüntüsüne rastlamıştım ve her yer göz alıcı gözüküyordu.

Aniden aklıma gelmesiyle Hakan'a dönüp "Balta?" diye sordum. "Üşümez mi?"

Yolu izlerken çenesini olumsuz anlamda yukarı kaldırıp "Kulübesine girmiştir," dedi.

Ben tekrar yolu izlemeye koyulduğumda ve aradan dakikalar geçtikten sonra Hakan kendi müzik listesine girmişti, şarkılar arasında gezinirken Manga'nın Bir Kadın Çizeceksin, şarkısında durdu ve sesini yükseltti. Nakaratta bağıra bağıra şarkıya eşlik ettiğinde bir yandan bu şarkının listesinde bulunuşunu düşünüp diğer yandan üstüme almam gereken yerleri düşünüyordum çünkü kasti bir şekilde dinlettiği aşikardı.

Bir kadın çizeceksin, onun gibi bırakıp gitmeyecek. Saklayıp gömeceksin -ki senden başka- kimseler sevemeyecek.



Okul binasının önüne geldiğimizde Hakan'ın devasa bir hayvanı andıran siyah arabası ağır ağır durdu ve Hakan bana dönüp "Paran var mı?" diye sordu.

Kafamı salladım. "Var."

Gözlerini kıstı. "Ceren? Gizli gizli bir yerde mi çalışıyorsun? Nasıl hiç bitmiyor paran?"

Şirince gülümseyip omuzlarımı kaldırarak ellerimi iki yana açtım ve "Masrafım olmuyor," diye yanıtladım.

Gözlerini devirip elini arka cebine atmasıyla yüzümü buruşturdum ve "Lütfen Hakan!" diyerek karşı çıktım. "İstemiyorum."

Tepkimi görünce duraksadı. "Bebeğim bu konuları ne zaman aşacağız?" diye sorduğunda tek omzumu hafifçe havaya kaldırarak ona nazlı bir bakış attım.

Nefesini verirken elini cebinden çekti ve "Tamam," dedi kabullenir gibi. "Cengiz de okulda zaten."

"Evet!" dedim sevinçle. Para kabul etme konusunda gocunmayacağım tek kişi abimdi sanırım. Ona doğru meylettiğimde o da yanaştı ve tek eliyle belimi kavrayıp beni iyice kendine çekti. Yanak yanağa öpüşürken gözlerim dudaklarına kaysa da hemen toparladım ve vedalaştıktan sonra aşağı atladım.

Binaya doğru yürürken Hakan'ın adeti olduğu üzere ben içeri girmeden yerinden kıpırdamadığını hatırlayıp arkaya döndüm ve arabanın camının arkasından anında göz göze gelmemizle sorgulayan bakışlarına sinsi bir ifadeyle karşılık verip kaşlarımla yerdeki karları işaret ettim. Kaşları hiddetle çatılırken işaret parmağını havaya kaldırıp tehdit eder gibi ileri geri salladı. Gülerek önüme döndüm ve basamakları çıkıp binanın kapısından içeriye girdim.

Sınıfa çıktığımda son girenlerden olmuştum, kısa sürede ders başlamıştı. Genel olarak kendimi derse verdiğim bir gün olmuştu, teneffüslerde Beyza ile sohbet ederken sadece öğle arasında kantine inmiştik. Cengiz bir kez yanıma uğramıştı, onla da havadan sudan sohbet etmiştik ve gün böylelikle bitmişti. Bir sonraki, hatta bir sonraki gün de bunun benzeri olarak geçmişti. Okul rutindi, eve döndüğümde ise Hakan bana belli bir süre ders çalıştırıyor, ardındansa ya film ya da dizi izleyip uyuyorduk. Günlerden birinde annem aramıştı, olanları abim ona yeni itiraf etmişti ki sesinde taze, kaygılı bir heyecan söz konusuydu. Nasıl olacağını kendinin de bilmediği uzlaşmayı ortaya atıp durmuştu ve beni dinlemek yerine tokat attığını, Hakan'la ise çok mutlu olduğumu bastırmaktan başka bir şey çıkmamıştı ağzımdan. Başka bir gün diğerlerinden farklı olarak saatlerce Balta ile ilgilenmiş ve onunla oyunlar oynatmıştık. Dışarı hiç çıkmıyorduk ve bundan memnunduk da. Benim zaten istediğim buydu ancak Hakan'ın aktif gece hayatından bu denli kurtulur gibi kendini soyutlaması zaman zaman şaşırtıyordu. Sevgili olduğumuzdan bu yana değiştiğini hissettiğim pek bir şey yoktu ve hatta onun anlatmak istediğini yeni yeni kavrıyor gibiydim; biz zaten birbirine bağlı bir çift gibiydik öncesinde de ve şu an değişen çok bir şey olmamıştı. Sevgili olmaya değer vermeyişini daha iyi anlıyordum şimdi. Yeni eklenen tek şey olan öpüşme de ilk ve son olarak o güne sabit kalmıştı, ne ben buna dair büyük bir adım atmıştım -çünkü ondan bekliyordum- ne de o bunu bir daha tekrarlamıştı.

O tattığım ve yeni tanıştığım değişik hisleri özlüyor ve arzuluyordum ancak dilindeki gönül çeldirici sözler aramızda bir sorun olmadığını anlamama yettiği için çok da takılmıyordum. Tek aklımı kurcalayan yinelememesinin bir sebebe mi dayandığıydı. Belki de basitleştirmek istemiyordu, çünkü o gün aşırı özlem hissettiğinden bunu gerekli görmüş olabilirdi.

Ta ki cuma günü ertesi gün okul olmadığı gerekçesiyle Çıkmaz'a gitmeye karar vermiştik, hem ikimiz de özlüyorduk hem de Hakan'ın dediği gibi boş bırakılmayacak bir yerdi. Okul yine sıradan ama bu defa yorucu geçmişti. Eve taksiyle dönmüştüm ve elimde Cengiz'in unutup da çıkışta elime tutuşturduğu kabarık zarf vardı. İçerisine babamın harçlık bıraktığını, hatta onlara gittiğimde neden kimsenin akıl edemediği hususunda onları azarlayarak hazırladığı bir zarf dolusu para olduğunu söylemişti ve her ne kadar almamak için dirensem de en sonunda ciddi anlamda kızıp beni korkutarak almaya ikna etmişti. İçine bakmamıştım ama tek elimle kavrarken çıkıntıyı netçe hissedip zorlanacak kadar bir kalınlık hissediyordum. Kapıyı kapatıp koridorda ilerlerken Hakan önüme çıkınca ben de ona doğru ilerledim ve ortada buluştuk. Kollarımı uzanıp beline sararken "Geciktin biraz?" dedi sorarcasına.

Başımı gövdesinden kaldırmadan "Trafik vardı," diye cevapladım.

"Ben yemek yaptım. Giyin gel. Sonra çıkarız."

Karnından ayrıldım ve gülümseyerek "Tamam," dedim. Tam yoluma devam ediyordum ki "O elindeki ne?" diye sorunca tekrar ona dönüp ilk önce ona, sonra elimdeki zarfa ve sonra yine ona bakıp "Şey ya..." diye mırıldandım. "Babam... Cengiz'le harçlık yollamış. Bu kadar kabarık gözükmesine bakma, ben bir şey istemedim, onun içinden gelmiş."

Onaylamaz bir mimik yapıp elini bana doğru uzattı ve "Benim kimsenin parasına ihtiyacım yok diyemedin mi?" diye sordu. Talepkar eline şaşkınca bakarken kendimi eline zarfı koyarken buldum.

"Öyle ama... belki iyi olabilir..." diye mırıldanınca kaşları ciddiyetle çatıldı. "Ne istiyorsan benden isteyeceksin. Neye ihtiyacın varsa ben burdayım, anlaştık mı?"

Yükselmeye her an müsait gibi duran yüz ifadesine şaşkınca bakıp kafamı aşağı yukarı salladım. Sırtını dönüp mutfağa ilerlerken elindeki zarfı havaya kaldırıp "Pedere de söyle, bu hareketi hiç hoşuma gitmedi," dedi. Şaşkın bakışlarımı ancak o mutfaktan içeri girip gözden kaybolduğunda önüme çevirebildim ve merdivene doğru yürürken neye sinirlendiğini anlamaya çalıştım. Babamların bize bir acıma hissettiğini falan mı düşünüyordu acaba? Onun gibi gururlu bir adam için çok da anlaşılmaz değildi gerçi, yeteri kadar parası vardı ve dışarıdan yardım almak onun onurunu zedeleyecek türdendi.

Bodruma indiğimde ilk işim ışıkları açmak olduktan sonra bir yandan soyunurken diğer yandan kıyafet seçmeye çalışıyordum. Hiç şık elbise giyecek havada değildim, elim siyah bir tayta ve yine siyah bir kazağa giderken üstüme alacağım parçayı iddialı seçmeliyim diye düşündüm ve bunun üzerine dore rengi, parlak spor bir ceket aldım. Ayağıma siyah, topuklu botlarımı geçirdikten sonra aynanın karşısına geçip bir kat fondöten, rimel ve parlatıcı sürdüm ama yemekte parlatıcının silineceğinden emindim. Saçımı yine serbest bırakıp öndeki tutamları salaşça arkada bir yerlere tutturdum. Çanta dahi almayıp telefonumu cebime attıktan sonra merdiveni tırmanmaya başladım ve kapağı yana kaydırıp içinden çıktıktan sonra tekrar kapayıp mutfağın yolunu tuttum.

İçeri girdiğimde Hakan'ı baş köşede oturur vaziyette, masayı ise kurulu buldum. Kafasını elindeki telefonundan kaldırdı, çorbaları kaselere dökmesine rağmen başlamamıştı. Hemen yanındaki sandalyeyi çekerken "Çok açım," dedim sabırsız bir tonla.

Elime kaşığı alıp çorbayı karıştırırken göz ucuyla Hakan'a baktığımda hala beni izlediğini gördüm. "Ne oldu?" diye sordum gülümseyerek.

"Vazgeçtim," dedi düz bir sesle. "Gitmiyoruz."

Yüzümü gözünü kırpmadan izlediğinden bunun güzelliğime bir atıf olduğunu anlayıp utanarak gülümsedim ve tek elimle saçımın bir yanını kulağımın arkasına sıkıştırırken "Saçmalama," diye mırıldandım. Çorbamdan bir kaşık alırken "Bunu sen mi yaptın?" diye sordum çatık kaşlarımla ona dönerek. Sormamın sebebi çorbanın hem leziz olmasından hem de bildiğim kadarıyla mercimek çorbasının zahmetli olmasındandı.

O da eline kaşığını alırken "Evet," diye cevap verdi. "Nasıl olmuş?"

Yeni aldığım yudumu yuttuktan sonra "Müthiş," diye mırıldandım. "Nerden öğrendin yemek yapmayı?"

Masaya yasladığı dirseğinden destek alarak kaşığını yudumladıktan sonra "Ergenliğimin ilk yıllarında çıkmıştım ayrı eve," dedi. "Çocukken yemek tarifleri öğrenmeyi ve yapmayı kendime zaruriyet gibi görmüştüm. Ama sonraları hayatım düzensizleşince yeme içme düzenim de bozuldu, ya dışarıda yiyordum ya da yemiyordum. Sen eve gelince, unuttuğumu sanıyordum ama unutmamışım, tekrar denedim ve yıllar sonra ev yemeği yaptım. Meğer unutmamışım."

Kaşlarım ayaklanırken "Hım..." diye mırıldandım. Bu hoşuma gitmişti. Tıpkı çorbası gibi yaptığı pilavı ve yanında kızarttığı köfteleri de çok lezzetliydi, yeme kotamı doldurduğum halde kendimi alamamıştım. Ayağa kalktığımda midemi aşırı ağırlaşmış hissettim ve elim karnıma giderken ağır ağır yürümeye başladım. Hakan bunu fark edince "Aman," dedi dalga geçerek. "Hassas sevgilim benim."

"Ne dedin sen?" diyerek yanına seke seke gittiğimde ağırlaşmış midemi unutmuş gibiydim, gülerek "Şımarma," derken ikimiz de siyah ağırlıklı kombinlerimizin üzerine siyah montlarımızı giyiniyorduk ve kendimizi hızlıca dışarı atmıştık. Yağmaya ara veren ve erimeye yüz tutmuş kar bugün yine yağmaya ve kalan tortuların üzerinde tutmaya başlamıştı. Dışarı çıktığımızda hafif hafif yağan karın altında bulduk kendimizi ve Hakan'a dönüp kirpiklerime konan kar tanelerini işaret ederek "Bunlara dokunabiliyor muyum reis?" diyerek dalga geçtim.

Gözlerini devirirken bir eliyle kapüşonunu düzeltmeye çalışıp diğer eliyle bahçe kapısını açtı ve geçmem için yol verdi. Geçerken önünde durdum ve yakasına sıkışmış kapüşonunu dışarı çıkarıp eğilerek ensesine doğru, boynundan öptüm. Yine hızlıca ondan ayrılıp gülümsedim ve basamakları çabucak çıkıp arabanın önünü hızla dolandım. Göz ucuyla gördüğüm kadarıyla Hakan şaşırmıştı ve zaten içimden gelen bu ani refleksi sorgulamaması için kaçarcasına hareket etmiştim.

Yolculuk güzeldi, karlarla kaplı yollar genel olarak tenhaydı. Sanki dünyanın kabuğuna çekilip bize ve aşkımıza meydanı bıraktığı bir masal diyarında geziniyorduk. Çıkmaz görüş alanıma girdiğinde bu düşünce yerle yeksan olmuştu tabi, varoş ve burjuva kesimin bu denli ustaca karma olduğu sokakta başka bir dünyaya ait olunduğu düşünülebilirdi belki ama o dünya kesinlikle masallar diyarı olamazdı.

Hakan'ın kıvrak arabası sertçe sokaktan içeri daldığında ilk defa böyle bir boşlukla karşılaştığım için bakışlarımın şaşkına dönmesine engel olamamıştım, koca sokakta bir iki kişi ancak vardı. Ama sonra da havanın karlı ve soğuk oluşunu düşünüp doğal bulmuştum ve şaşkınlığımı kendi kendime sindirmiştim. Aşağı indiğimizde Hakan arabasının kenarında benim kaputun etrafını dolaşmamı bekledi ve yanına vardığımda beni kolunun altına alarak hızlıca virane binaya soktu. Bu, içerideki lüks mekanla tezat oluşturan ve her seferinde ilk olarak garipsediğim yıkık dökük inşaattan hızlı denebilecek adımlarla ilerledik ve kırmızı halılı koridora çıktığımızda ilk defa müzik sesini duyamadım. Ben mekandaki tuhaflığı tespit etmeye çalıştığımdan, Hakan ise ne düşünüyorsa, sessizdik ve kapının önüne vardığımızda Hakan kolunu benden indirip güvenliğe yanaştığından bir şeyler konuşacaklarını anlayıp onu beklemeden kapıyı ittim ve içeri girdim. Kapı gerisin geriye Hakan ve güvenliğin üstüne kapanırken büyümüş gözlerime mekanı süzerek basamakları indim ve tuhaflığın sebebini tam olarak gördüğümden içimin rahatlaması gerekse de bu olmamıştı. Müzik sesi koridora gelmiyordu çünkü açık değildi, hatta içeride tek bir kişi dahi yoktu.

Hakan'ın bundan haberi var mıydı? Mutlaka vardı. Peki o zaman beni niye getirmişti? Boş masaların arasında gözüme çıplak gelen mekana bakına bakına ilerlerken bu alışık olmadığım görüntüyü yadsımaya çalışmakla meşguldüm. Kapının açıldığını duyduğumda direkt kafamı çevirdim ve içeri giren Hakan'a "Mekan kapalı mı?" diye sordum, tam varla yok arası, olumsuz bir kafa sallamayla bana karşılık veriyordu ki gözü benden sonra çevreye kayınca tıpkı benimkisi gibi -belki daha kontrollüce- büyüdü. İşte o zaman onun da hiçbir şeyden haberi olmadığını anladım.

Yanımdan rüzgar gibi geçerek benden çok daha önce bar tezgahına vardı ve "Ayhan!" diye seslendi daha çok gürlemeyi andıran bir sesle. Ayhan göz önüne çıkana kadar ben de ona yetişmiştim, tezgaha vardığım sırada Ayhan telefonu kulağından indirerek yanımıza geldi ve Hakan konuşmasına fırsat vermeden "Ne lan buranın hali?" diye sordu.

"Abi ben de onu öğrenmeye çalışıyordum şimdi..." dedi Ayhan çekimser bir sesle. Gözü kısa süreliğine bana kaydı ama sonra tekrar hemen Hakan'a baktı. "Koray..." dedi nerdeyse kıvranarak. "...yeni mekan açmış..." Tek elini ensesine atıp yüzünü buruşturarak kaşıdı. "Bugün açılışı... bilirsin... bir yığın etkinlik, indirim falan..."

Diyecek bir şeyi kalmamış gibi ellerini iki yana açtığında Hakan da ben de ondan gözlerimizi alamıyorduk; başka bir açıklama beklediğimizden değil de yaşadığımız şokla dünyadan kopuşumuzdandı bu. Demek yeni mekan açmıştı? Ne demekti bu? Bir savaş ilanı mı yoksa sadece kendi yoluna baktığının göstergesi mi? Hakan yavaşça taburelerden birine çöktüğünde ne düşündüğünü ve ne hissettiğini asla kestiremediğimden ben de yan tabureye sessizce yerleştim ve tezgaha kollarımı uzatıp kafamı içki vitrinlere dönük şekilde üstüne yatırdım.

Uzun denenilecek bir sessizlik batağına hiç anlamadan düşüp yine hiç anlamadan dakikalarımızı kurban etmiştik. Benim tek düşündüğüm amacının art niyetli mi yoksa saf mı olduğuydu. Hakan'a ne maddi ne manevi zarar gelsin istemiyordum. Hele daha fazla yüz göz olmalarını hiç mi hiç istemiyordum. Onlarca tahmin ve teori türetirken Hakan'ın Ayhan'a içki siparişi vermesiyle irkilerek kafamı kaldırdım. Yandan yandan onu süzerken birden bana bakınca "Özür dilerim," dedim pat diye. Aslında özür dilememi gerektirecek bir durum yokmuş gibi gözükse de onun canının sıkılması failinin kimin olduğu önemsiz bir şekilde özür dilememi gerektiriyordu. Yüzüme bakmayı sürdürünce "Müşteri kaybetmene üzüldüm," dedim dudaklarımı birbirine bastırarak.

Benim aksime hiç üzülmemiş gibi sakince, "Kaybeden yok Ceren," diye cevap verdi. "Yine biz kazandık."

Yüzümde buruk bir tebessümün belirmesine sebep olurken kısa bir süre duraksayıp "Ona kin beslemiyor musun?" diye sordum.

"Hayır," dedi hemen. "Sevindim onun adına. Yabancıya giden bir şey olmadı."

Düşüncelerindeki sağduyu afallamama ve onla bir kez daha gurur duymama sebep olurken Ayhan'ın tezgaha koyduğu birayı elinden anında kapıp bir dikişte bitirince istemsiz olarak söylediklerindeki samimiyeti sorgularken buldum kendimi. Bardağı sertçe tezgaha bıraktıktan sonra tabureden hızlıca aşağı indi, kolumu sertçe tuttuğunda gözlerindeki ifadenin karardığını gördüm. Kendiyle beraber beni de sürüklerken birden aşağı kaymış ve onu takip eder olmuştum. Kenarlardaki masalardan birine gittiğimizde beni önüne çekti ve masayla arasında kalmamı sağlarken "Madem mekan boş, tadını çıkaralım, değil mi?" diye sordu sırıtarak, yalnız keyifsiz olduğu her halinden belliydi.

Üstüme yürüyerek beni iyice masa ve bedeni arasında sıkıştırdığında durmayıp devam etti ve kendimi masanın üstüne çökmüş bulurken müthiş bir el çabukluğuyla bir elini belime, diğer elini omzumun üstüne yerleştirip iterek beni masaya yatırdı. Üstüme uzandığını hissettiğimde bugüne kadarki ağırdan alışını ve günlerdir bana dokunmadığını düşünerek istemsizce korktum, bedenini bir çırpıda araladığı bacaklarımın arasına yerleştirdiğinde yüzü de her zamankinden daha yakındı, nutkum dururken nabzımın hızı nerdeyse ışıktan daha fazlaydı. Tek elimi refleksle göğsüne yerleştirirken kendimi gülmeye zorlayarak "Yangından mal kaçırmıyorsun?" dedim sayıklar gibi. "Yoksa abimden böyle mi intikam alacaksın?"

Şakaya vurarak sorduğum sorunun altında yatan gerçeklik onun hızını kesmeme yetti, kayıtsız bir ifadeyle duraksadı ve gözlerindeki karartı saniyeden saniyeye açılarak yok oldu. Bacaklarımın arasından yavaşça ağırlığını alarak doğruldu ve ardından bana da elini uzattı, eline kısa bir bakış atarak tutundum ve beni kaldırmasına izin verdim. Masada oturur vaziyete geçtiğimde birkaç adım ötemde dikiliyordu o da, "Ne oldu?" diye sordum sesimin saf çıkmasını umarak.

Bana bakmadan kafasını iki yana salladı ve "Hiç," dedi. Ardından yüzüme baktı ve "Böyle düşünüyorsan gerek yok," deyip ağır adımlarla ilerlemeye başladı.

Yalandan gönlünü almaya falan çalışmayacaktım, sessizce onu takip ettim. İlk mekandan sonra viranelikten çıktık. Arabanın yanına geldiğimizde "Eve mi gidiyoruz?" diye sordum ve kafasını sallamasıyla arabanın önünü dolanmaya yeltendim. Haliyle ona sırtımı dönmüştüm, kafama yediğim ve yediğim andan dağılan ıslak ve soğuk bir cisimle gözlerimi sıkıca yumdum ve kısa zamanda onun bir kar topu olduğunu anlayınca gözlerimi ağır ağır aralayarak ve aynı ağırlıkta kafamı ondan tarafa çevirerek "Savaş mı ilan ediyorsun?" diye sordum bastırmaya çalıştığım gülmemle. 

Dişlerini göstererek nerdeyse keyifli bir kahkaha atmış ve "Hı hı," derken kafasını sallamıştı. Kar topu yapabilmek adına aceleyle çevreme bakınırken onun diğer elinde bir tane daha olduğunu fark etmemle son anda arabanın kenarına çökerek saklandım, kahkahamla beraber kar topu yerde parçalanırken çöktüğüm yerde hızlıca bir top da ben oluşturup yerimden hızlıca kalktım. Onu kar topu yuvarlamaya çalışırken bulmuş ve gafil avlamıştım, kafasına hedef alarak attığım kar topu ensesine saplanmış ve yakasında parçalara ayrılmıştı. Elini "Hassiktir!" diyerek benim açımdan korkutucu bir sesle ensesine attı ve gözlerini sıkıca yumdu.

Bir süre hareketsiz kalınca soğuktan canının acıdığını düşündüm ve arabanın önünü bir kez daha ona gitmek için dolanmaya başlarken "Özür dilerim..." dedim yalvarır gibi. Koşarcasına gittiğim yanına birkaç adım kalmıştı ki gözlerini birden açıp arkasından çıkardığı kar topunu suratımın ortasına fırlattı. Olduğum yerde kalakalırken benim için işte şimdi savaş başlamıştı.

Onun art arda attığı kahkahalarına karlı suratımla korkutucu olduğunu umduğum bir bakışla karşılık vermiştim. Bir onun, bir benim aldığım darbe ve sırasıyla attığımız kahkahalarla nerdeyse bir saat boyunca oynamaya devam etmiştik. Hayatımda oynadığım en eğlenceli kar topu savaşıydı ve Hakan'ı hiç bu kadar uzun süre gülerken görmemiştim. Üstelik Çıkmaz'ın da böyle bir tablo bir kenarına, buna benzer bir görüntüye dahi hiç rastladığını düşünmüyordum. Sokağın boşalması bize unutulmaz bir gün yaşatmıştı, hiç kimse mekanının boşa çıkmasını böyle kutlayamaz ve tahminimce aynı gün bu kadar eğlenemezdi. Hakan'ın içindeki çocuğun ölmediğini ve bunu görmek için bir sürü şeyden vazgeçmem gerektiğini anlasam da yine aynı şeyleri yapacak kadar fütursuzdum. Kırk yılda bir ortaya çıkacak olan hiç görmediğim yönlerine şahit olabilmek ve o özel anları kaçırmamak için bütün bir ömrümü ona köle edebilirdim.

Dönüş yolunda boğazıma takılan öksürükle beraber kendimi hiç hissetmediğim kadar yuvamda hissettiren eve doğru huzurlu bir yolculuk yapmıştık.

~

Selamlaar! Bölümü beğendiniz mi bilmiyorum ama yaşanan aksaklıklardan gerçekten ben de rahatsızım ;( Ancak başına oturup bitirebildim, sabrınız için teşekkür ederim veee her zaman olduğu gibi yorumlarınızı bekliyorum.

Bir de bu bölüme hem sizin hem de benim için gelecek bölümün tarihini az buçuk belirleyebilmek adına sınır koyacağım. +600 oyu aştığımızda hazırsa hemen değilse birkaç gün içinde güncellerim :))

Hoşça kalın, görüşmek üzere💕💕

İnstagram: takintiwattpad

Continue Reading

You'll Also Like

484K 25.5K 40
(2) Thomas Boyle, hayatında ilk defa saf bir kadını arzuladı. Bellanita Hill, Thomas Boyle'un ilk karmaşası oldu ve bu onu çok daha çekici kıldı.
6.4K 2.9K 22
Her kesin bir geçmisi vardır. Unutmak isteyip unutamadığı, çakılıp kaldığı. bilinmezlikler.. Boşluklar ve yok oluşlarla dolu... Belki yok olmuştu ad...
424K 3.9K 8
BAKTIKÇA KAYBOLUYORUM.GÜN GEÇTİKÇE SİLİNİYORUM.YARDIM ET GÖZLERİNDEKİ KARANLIKTA BOĞULUYORUM. SİSLİ BİR GECE GİBİ , SONSUZ BİR GİRDAP GİBİ. ÇIĞLIKLA...
1.2M 19.9K 31
Efsan zorla evlendirilmekten kurtulmak için Mardin'den İstanbul'a kaçar. Ama yağmurdan kaçarken doluya yakalanacağını nerden bilebilirdi. İstanbul'u...