İTAATKAR #Wattys2018

Por Gizem-k

465K 17.9K 2K

Dominant köle ilişkisi ASLA yoktur. Kitap isminden öyle anlaşılabilir. Hepimizin içinde birer şeytan uyukluyo... Más

NOT
{1}~İTAATKÂR *düzenlendi
{2}~İTAATKÂR~2 *düzenlendi
{3}~YENİ *düzenlendi.
{4}~SIR*düzenlendi.
{5}~TANIK *düzenlendi.
{6}~GÖREV *düzenlendi
{7}~ACI *düzenlendi
{8}~ACI~2 *düzenlendi.
{9}~CEZA
{10}~İSTENMEYEN
{11}~GERÇEKLER
{12}~GERÇEKLER~2
{13}~KURBAN
{14}~MEDUSA
{15}~DÖNÜŞ
{16}~ACINILAN
{17}~ÖLÜM YARIŞI
{18}~ÖLÜM YARIŞI~2
{19}~ZEMHERİR
{20}~ZEMHERİR~2
{21}~EKSİK
{22}~EKSİK~2
{23}~GÜZEL
{24}~KAPAN
{25}~KAPAN~2
{26}~BAŞROL
{27}~ZAYIF
{28}~PİYON
{29}~SOĞUK DUYGULAR
{30}~VASAT
{31}~GEÇMİŞ
{32}~KÖTÜ
kapak
{33}~TUTKU
DUYURU
{34}~KAÇIRILMA
{35}~VAVEYLA
{36}~SIRLAR
{37}~MİLAT
{38}~TANRININ TUZAĞI
{39}~İSYAN VE DUA
DUYURU 2
{40}~KIRIK RUHLAR
{41}~KAN REVAN
{42}~YÜREK YARASI
{43}~SÖKÜK RUHLAR
🍃GİZEM KARACA🍃
{44}~GÜNAHIN KOKUSU
{45}~KOR VUSLAT
{46}~KEHRİBAR
{47}~SİYAH GÜL
{48}~LÂFÜGÜZAF
49. bölümden alıntı.
{49}~YEİS
{50}~VEYL
{51}~ÖLÜLER
Ciddi bir duyuru:
Kitabı Neden Silmek İstiyorum?
Toplaşalım mı bir şeyler anlatacağım?

{52}~YARALI DİZLER

1.3K 41 12
Por Gizem-k

"Önce kumun üzerine kurdum, sonra kayanın. Hiçbir şeyin üzerine kurmadım artık çökünce kaya. Sonra yeniden kurdum sık sık kum ve kayanın üzerine. Öğrenmiştim ama.
Kendilerine güvenip de mektubu verdiklerim çöpe attılar onu. Ama hiç önemsemediklerim bulup geri getirdiler bana. Öğrendim böylece.
Yapılmadı buyurduklarım. Gelince gördüm ki yanlışmış. Yapılmıştı doğru olan. Bir şey öğrendim bundan da.
Eski yaralar acır soğuklarda. Ben sık sık şöyle derim ama: Yalnız mezarın hiçbir şeyi olmayacak bana öğretecek. "

"Tane tane çoğalıyor keder, yürek nasıl baş edecek bununla?"

Bir kutu. Küçük bir kutu. Zihnimin içi aynen böyleydi. Küçük bir kutuya ne konulabilirse konulmuş, sığdırabileceğim kadar sığdırmıştım bir şeyleri. Ama artık almıyordu. Kutu o kadar çok dolmuştu ki kapak bile kapanmıyordu. Ne bir şeyler taşıyor, ne de bir şeyler ekleniyor. Zihnim bu ağırlıktan o kadar çok ağrıyordu ki artık düşünmeye bile takatimin kalmadığını hissediyordum.

Sabah arabada yaşadığım o olaydan sonra hiç bir yere uğramadan Karan'ın evine gelmiştik. Bedenen o kadar yorgun ve uyuşuktum ki, bunu sorgulayamıyordum bile. Karan kapıyı açtı ve içeriye geçtik. Küçük adımlarla salona yöneldiğimde Aren Karan'ın kollarında gözden kayboldu. Nefesimi bırakıp ayaklarımın ulaştığı ilk koltuğa oturdum. Ne yapacaktım ya da ne yapmalıydım? Sol elimi kaldırıp başımdaki ağrının üzerine koyarken gözlerim sızlıyordu. Sorgulamak istediğim ama zihnimin derin kıvrımlarında gizlenen o kadar soru vardı ki. Bunların yerine bir nefes daha aldım. Gözlerimin önüne düşen görüntüde arabadaki halim vardı. Kendimi boğarak öldürmeye mi çalışmıştım? Karan öyle söylemişti.

Hastalığım tam olarak neydi, nasıl bir şeydi bilmiyorum ama ilerlemesine izin vermeyecektim. Evet, yaşam bana ağır geliyordu ve kaldıramıyordum bazı şeyleri ama artık hesapta ölme isteği yoktu. En azından oğlum biraz daha büyüyene kadar. Yüzümde minik bir tebessüm peyda oldu. Onun okula gidişini görecektim. Okulunu, eğitimini bitirecek, koca bir adam olup iş sahibi olacaktı. Onu çok seviyordum. Tebessümüm büyüyecekti ama dudağımdaki yara sızladığında usulca ufalıp yüzümde kurudu. Aren babasına benzeyecekti bir de. Sahi, ben ne olacaktım? Çevremdekileri o kadar çok düşünmüş ve kendimin geleceğini o kadar geri plana atmıştım ki bunu şimdi farkediyordum.

Yalnızca bir adamı sevmiştim. Andrew'e olan sevgim gerçek miydi değil miydi bilmiyorum ama bir daha böylesi gelmezdi. Bir daha hiç bir erkekle kendimi aynı cümle içinde bile hayal edemezdim. Bu kaderimdi. Elim başımdan kayarak kucağıma, diğer elimin yanına düştü. Yorgun ve açtım ama yapmak istediğim tek şey uyumaktı. Kafamı kaldırıp duvarda asılı duran saate baktım. On olmasına çeyrek vardı. Gözlerim ağrı ile savaşırken koridorda duyduğum ayak sesleri bir bir zihnimin içinde yankılandı. Görüş açıma Karan girdiğinde ağır adımlarla yaklaşarak çaprazımdaki koltuğa oturdu. Yüzüne baktım. Sert, sakin bir yüzü vardı. Kemikli çenesi bir tabloya fırça ile değil de kalemle çizilmiş gibi belirgindi. Sarıya çalan saçlarıyla uyumlu kehribar gözleri yutkunmam için iyi bir sebepti sanki. Geniş alnı, düzgün burnu, bir erkek için güzel bir yüze sahipti. Omuzlarına değdi bakışlarım. Neden birkaç bedenin aynı anda omzuna baş koyabileceğini düşündüm bilmiyorum ama o kadar genişti işte omuzları. Bir erkeği süzmekten rahatsız olarak gözlerimi gözlerine kaçırdım. Ufak bir tebessüm ederek oturduğu koltukta öne doğru kaydı. "Daha iyi misin?" diye sordu tam gözlerimin içine bakarak. Gerçekten mi soruyordu yoksa bir şeyler sormuş olmak için mi? Yine de başımı sallayarak onu onayladım. "Evet," dedim. "Daha iyiyim." Bir kolunu dirseğinden kırmış ve dizine yaslamıştı. Elleri birbirinden bağımsız dizlerinin üzerinde yerini alırken başını biraz eğip elini ensesine attı. Onu izliyordum.

"Bir duş al istersen, sana temiz kıyafetler çıkardım. Sonra da istersen dinlenirsin." Yorgun yüzüm kızardı. Dudaklarımı birbirine bastırdıktan hemen sonra konuştum.

"Teşekkür ederim Karan." Adı dudaklarımdan çıkarken tuhaf bir tat bırakıyordu damağımda, bunu önemsemedim. "Başımı beladan kurtardın, bana yardım ettin ve yine yardımcı olmaya çalışıyorsun. Onca şeyin arasında bu gerçekten iyi geldi." Kaçırdığım gözlerim yine üzerine düştü. Birkaç kez konuşmaya yeltenmişti ama başını sallamakla yetindi sadece.

"Rica ederim ama lafı olmaz." Başka bir şey söyleyecek gibiydi. Kısa bir tebessüm etti. "Hadi git bir duş al." dedi. "Sonra kahvaltı yapalım ve dinlen."

"Bir şey yemek istemiyorum."

Karan ayağa kalktı. Şimdi bana yukarıdan bakıyordu. Boyu o kadar uzundu ki kendimi kısacık hissettim. "Dirençli olmak için yemelisin." Elini uzattı ve daha dikkatle bana baktı. "En azından oğlun için."

Sihirli kelinemenin oğlum olduğunu nereden tahmin etmişti? Gözlerim bana uzattığı eline kaydı. Etle sarılı parmakları ne kadar güzeldi böyle. Bana uzattığı ele elimi uzatırken çaktırmadan parmaklarıma baktım. Uzun, ince parmaklarım vardı fakat onun parmaklarının yanında küçük kalıyordu.

Ellerimiz buluştu.

Zihnimin içini tekmeleyen bir çift ayak şiddetini arttırdı ve boğazım kurudu. Kuruyan boğazımı kısa bir yutkunuşla geçirdiğimde ayağakalktım. Birkaç saniyelik bir bakışma aramızda harcandı gitti.

"Kıyafetleri odaya bıraktım." dedi. "Banyonun yanındaki oda. Ben mutfaktayım." Hâlâ tuttuğu elimin üzerine ufak bir dokunuş yaparak bıraktı. Salondan çıktığında bir süre öylece durdum ve etrafa baktım. Rahatsızdım. Ama aynı zamanda değildim de. Rahatsızdım çünkü bir yabancının evindeydim. Değildim çünkü onu uzun zamandan beri tanıyor gibiydim. Salondan çıkıp tarif ettiği odaya gittiğimde tek kişilik bir yatağın üzerine temiz havlu ve temiz kıyafetler bırakmıştı. Paketi açılmamış iç çamaşırlarını kıyafetlerin arasında gördüğümde yüzüm utançla kızardı. Çok düşünceliydi.

Havluları alıp çabucak banyoya geçtiğimde kapıyı kilitleyerek elimdekileri konsolun üzerine bıraktım. Üzerimdeki kirli eşofmanları ve iç çamaşırlarını çıkarıp yere bıraktığımda sayılı nefeslerimden birinin daha canını katlettim. Bacağımdaki dikişin üzerine kapatılmış bir bandaj vardı ama onu umursamıyordum artık. Nasılsa önemsizdi.

Çıplak ayaklarım soğuk fayansta üşüdüğünde bedenimi duşakabine taşıdım. Üşüyordum. Bu bana morgda geçirdiğim süreyi hatırlattı. Sıcak suyu açıp saçlarımı geri attığımda titrek bir nefes verdim. Kabinin kapısını çekip ellerimle yüzümü ovalamaya başladım. Keskin soluğum sıcak suyun buharına karışıp havada kayboldu. Sıcak su bedenimden parça parça dökülürken ve saçlarım sırtımda bir ağırlık oluştururken rafta duran şampuana uzanarak onu aldım. Suyu kapatarak avucuma biraz dökerek saçlarımı köpürtmeye başladım. Eylemlerimi takip ediyordum. Çünkü ancak zihnimi böyle kontrol altında tutuyordum.

Saçlarımı iyice köpürttüğümde bu kez duş jeline uzandım. Tereddüt etsemde kenarda duran yeşil life uzanarak onu da aldım. Lifin üzerine duş jelini döküp vücuduma sürdükten bir süre sonra etrafımı nahoş bir çikolata kokusu sardı. Burnuma hoş gelen bu koku derin bir nefes almamı sağladığında titrek bir soluğu daha havaya bıraktım. Gözlerimde bir yanma, sızlanma oluşurken elimdeki lifi sertçe boynuma sürdüm. Gözlerim doldu.

Zihnim, neden eski acılarıma gitmek zorundaydın ki?

Akşam yemeğini yemiş, Sally ile biraz sohbet etmiş ve sayım yapıldıktan sonra herkes yataklarında yer almıştı. Yetimhanenin içindeki soğuk, çocukların yataklarında yorganlarına sarılıp uyumalarını kolaylaştırırken küçük kıza hiç yardımcı olmuyordu. Hızlıca yataktan kalkıp hiç çıkarmadığı çoraplarıyla yatağın ucundaki hırkasına uzandı. Henüz 11 yaşında bir çocuk için çok sessiz ve aceleci hareket ediyordu. Hızlıydı.

Stefan gelecekti, biliyordu.

Neden olduğunu anlamasa da Stefan birkaç haftadır sadece üç dört günde bir geliyordu. Rose parmaklarını saydı. En son gelişinin üzerinden altı gün geçmişti. Yine de bu korkunun bir çarşaf gibi Rose'un bedenini sarmasına engel değildi. Karanlık odayı tek aydınlatan pencereden vuran gecenin ışğıydı.

Dolunay olanca güzelliğiyle en tepede duruyor ve Rose perdeleri açık pencereden onu görebiliyordu. Karanlıkta rengi belli olmayan mavi hırkasını üzerine giyindi. Ses çıkarmamak için nefesini bile tutuyordu.

Stefan gelecekti, biliyordu.

Çünkü bu gün okuldan geldikten sonra çirkin adam onu gözleriyle süzmüş ve ona bakarak bıyıklarını kıvırmıştı. Bunun aklına gelmesiyle hırkasının kollarını parmak uçlarına sıkıştırdı. Sally'e göz gezdirip iyice uyuduğuna emin olduktan sonra kendi yorganına ayak ucuna kadar indirdi ve yastığını alarak kapıya yakın, duvar dibinde duran sıralı yataklardan birinin altına girdi. Stefan geldiğinde onu burada bulamamasını ve başka bir odada olduğunu düşünmesini istiyordu. Böylece Stefan bu odadan çıkacak ve onu diğer odalarda arayacaktı.

Girdiği yatağın altına iyice saklanıp yere koyduğu yastığa başını yasladı. Üşüyordu ama bunu görmezden gelmesi gerekiyordu. Tanrıya şükür ki yatağın üzerinde yatan kız hareket etmiş ve yorganı biraz aşağı sarkarak Rose'un görünürlüğünü kapatmıştı. Kısa bir süre geçti. Kaç dakikadır orada yatıyordu farkında değildi ama içindeki endişe giderek artıyor, bir yandan da uyku bastırıyordu. Bir süre daha geçti. Sonra uyumaya ramak kala adım sesleri duydu.

Ne zaman kapandığını bilmediği gözleri açıldı. Bu sesleri tanıyordu. Stefan'ın botlarından çıkan taban sesleri artık beyninde bile yayınlanıyordu. Ağzının içi kurumaya başlarken kalbi korkuyla atmaya başladı. Kapının altından sızan beyaz ışık huzmesini gördü. Onun küçük feneri, doğru odayı arıyordu. Adım sesleri büyüyerek yaklaştı. Uzandığı yerden geriye doğru giderek sırtını duvarla bütünleştirdiyse de içinde bir şeyler korkudan titriyordu.

Kapı kolu yavaşça çevrildi eş zamanlı olarak korku büyüyüp giderek katlandı. Kapı açıldı ve birkaç adım sesi daha duyuldu. El fenerinin ışığı odayı aydınlatırken Rose soluğunu tuttu. Stefan odanın ortasına kadar geldi. Fenerin ışığı Rose'un yatağının üzerini aydınlatıyordu artık. Ama yatak boştu. Rose, onun kaşlarını çatmış olduğunu düşündü.

Adım sesleri devam etti. Rose, gözünü siyah botlardan ayırmıyordu. Adam boş yatağa yaklaştı. Yatağın tam önünde durdu ve boştaki eliyle yatağa dokundu. Parmaklar çarşafla bütünleşirken bir dizini kırıp yatağın altına eğilerek oraya doğru baktı. Rose artık onun sırtını görebiliyordu. Çenesi korkudan titrerken her daim soğuk olan parmakları dudaklarına kapandı. El feneri Rose'un yatağının altında yanıyordu.

Stefan'ın sertçe verdiği soluk Rose'un kulaklarına ulaşırken adam doğrulup eski halini aldı ve fenerin ince ışığı tüm odada gezindi. Rose'un parmakları dudaklarının üzerinden kayıp tüm ağzına kapandı bu kez. Bir an önce adamın odadan çıkmasını istiyordu. Dua etmeyi bilse bunu tarıdan isterdi ama kimse ona dua etmenin nasıl bir şey olduğunu göstermemişti. Bacaklarını toparlayarak kendine çekti. Stefan odanın içine tekrar göz gezdirdikten sonra arkasını dönüp odadan çıktı. Kapı kapandı.
Rose biraz bekledikten sonra saklandığı yerden çıkmak için hareketlendi. Şimdi daha iyi hissediyordu. Üşüyen bedenini biraz öne doğru kaydırdı ama tam o anda odanın kapısı hızla açıldı. Stefan ses çıkarmaktan çekinmeden kapıyı itti ve bedenini eğip tüm yatakların altına göz gezdirdi. Rose'un bedeni bu kez şiddetle titrerken yutkunuyordu. Stefan en son yatağın başına geldi, dizini yere koydu ve sırtını bükerek yatağa yaklaştı.

Şimdi Rose'un tam gözünün içine bakıyordu.

Sinirle kaşlarını çattı ve sol kolu kıza uzandı. Onun dirseğini tutup çekerek yatağın altından çıkardı. Rose gerçekten titriyordu ama Stefan bunu önemsemedi. Kızı yerden kaldırdı ve saçından tutup sürükleyerek odadan çıkardı. Sesini kesmek için elini ağzına kapatmıştı. Aceleci davranıyordu. Başka bir odaya girdiler. Diğerlerine göre daha küçük ve boş bir oda. Eski eşya ve yatakların depo edildiği bir odaydı.

Rose burayı o kadar iyi tanıyordu ki nefesi kesildi. İçeri girdiler. Adam kapıyı kilitledi. Rose'un bedeni adamın ancak beline kadar yetişiyordu. Eliyle ileriyi işaret etti. Rose başını iki yana sallayarak gerilerken ağlıyordu.

"Demek benden kaçmayı düşündün." dedi adam. Kaşları biraz daha çatıldı ve yaklaşarak kıza bir tokat attı. Rose'un bedeni sola doğru savrulurken yere düştü ve ağlaması biraz daha şiddetlendi. Yanağı sızlıyor ve acıyordu ama o kadar çok korkuyordu ki elini yanağına bile götüremedi. "Şimdi bir oyun oynayacağız. Yerden kalk."

Rose ayağa kalktı.
O oyun oynamayı sevmezdi ki.

Başını salladı iki yana. "Hayır. " dedi. "Ben oyun sevmiyorum."

"Susmazsan dilini keserim ve asla konuşamazsın." Elleri şiddetle tittrerken damlalar yanaklarından aşağı kayıp düştü. Stefan ona o kadar kötü davranıyordu ki gerçekten şuracıkta dilini kesebileceğini düşündü. Dilinin kesilmesini istemiyordu. Adamın dudaklarına çirkin bir gülümseme taht kurdu. "Yaklaş." dedi Rose'a. Rose korkuyla adama yaklaştı. Stefan kemerini çıkarıp yere attı. Pantolonunun düğmesini açıp fermuarı indirdi. "Hadi," dedi. "Sen de."

Rose soyundu.

Soğuktan ayak parmakları içe doğru bükülürken bacaklarından sıyırdı eşofmanı. Stefan başıyla ona devam etmesini işaret etti. Elleri titreyerek çıkardı mavi hırkasıyla tişörtünü. Şimdi üzerinde sadece altındaki iç çamaşırı vardı. Adam çirkin, soluk yüzüyle kıza baktı. İştahı açılmış vahşi bir hayvan gibi bakıyordu. Yutkundu.

Onun da elleri titremeye başlamıştı. Oysa sadece Rose'un çıplak vücuduna bakıyordu. Terleyen ellerini kıza uzatarak onu kendine çekti. Kızın başı onun yalnızca beline kadar geliyordu. Stefan uzun boylu, çirkin bir adamdı. Uzanıp kendi iç çamaşırını sıyırdı. Botlarını ve çoraplarını da çıkarıp bir kenara bıraktı.

Rose, onun gözlerinin önündeki varlığına baktı. Vücudu üşüyordu ama korkudan terlemeye bile başlamıştı. Adamın gözlerine ağlayarak bakıyordu. "Dokun." dedi Stefan. "Elini uzat."

Rose elini uzattı.

İlk kez uzatmıyordu ama her seferinde ilki gibi korkuyordu. Soğumuş parmakları onun varlığına dokundu. Sıcaktı. Rose bir an parmaklarının ısıdan yandığını düşündü ama o sırada adamın göz kapakları titremeye başlamıştı. "Oyna onunla." Yutkundu. "Biliyorsun."

Rose oynamaya başladı.

Oyunları adam rahatlayana dek sürdü. Yatağa uzanmasını söylediğinde Rose sessizce yerdeki yatağa uzandı. Sıcak gözyaşları yanaklarında bir çukur oluşturmuş ve oradan geçerek yanağını aşındırıyorlardı sanki. Adamın terlemiş vücudu üzerinde yer aldığında soluğunu bir kez daha tuttu. Görüş açısına kırmızı paketli bir çikolata girdiğinde ağlaması daha da şiddetlendi. Adam ona ısırmasını söyledi.

Ve Rose ısırarak zorlukla çikolatayı yedi.

Stefan kızın bedenine çirkin öpücüklerini bırakırken kulakları uğulduyordu. Rose nefret ederdi acı çikolatadan ama adam ona zorla yediriyordu. Biraz zaman geçti. Stefan'ın bedeni onun küçük bedeninin üzerindeydi. Adam titriyor, gözleri zevkten kapanıyordu ama bir eli Rose'un ağzının üzerindeydi. Onun çığlıklarını bastırıyordu. Rose ağlamaya devam etti. Bağırıyordu. Stefan daha sonra onu bu yüzden cezalandıracaktı, biliyordu. Ama canı o kadar çok yanıyordu ki acısını ancak böyle çıkarabilirdi.

Zaman geçti. Stefan toparlandı. Rose ağzında çikolatanın acı tadı, elindeki çikolata ambalajı ve dinmeyen gözyaşlarıyla orada öylece yatıyordu. Adam kızın üzerini giydirdi. Rahatlamış bedeni kızı kucağına aldı ve oradan uzaklaşarak Rose'u yatağına bıraktı. Çikolatanın ambalajı hâlâ parmaklarının arasında duruyordu.

Elimdeki lifi atarak suyun altına girdim. Titriyordum. Gözlerimden yaşlar hızla akmaya başladı. Ellerimi kaldırıp sertçe sildim gözyaşlarını. Ağlamayacaktım.

Gözlerimi açıp hızla vücudumdaki köpükleri temizledim. Suyun sıcaklığı tenimi yakmaya başlarken üşüdüğümü düşünmemeye çalıştım. Ah çenem titriyordu. Babacığım, diye düşündüm. Babacığım neredeydin? Benim canımı acıttılar. Gözlerim kızarmış olmalıydı. Bir kez daha saçlarımı yıkayıp suyun altından çıktığımda bedenimi havluyla sarıp saçlarımın suyunu sıktım. Kahküllerim alnıma yapışıyordu. Tamamen buharın kapladığı aynaya şöyle bir bakıp banyodan çıkarak odaya geçtim.

Duş almak bedenimi rahatlatmıştı. Şimdi daha çok uykum gelirken bir gayretle kıyafetleri giyinip havluyla saçlarımın nemini aldım. Üzerimdekiler biraz bol gelirken bunu önemsemeyip havluyu alarak banyoya geri döndüm. Geçmişi hatırlama Rose. Parmaklarımla birbirine karışmış saçlarımı tarayıp orada bulunan makineyle saçlarımı kuruttum. Etrafı toparlayıp çıkardığım kıyafetleri alıp odaya gittim. Bulduğum bir poşete kirli kıyafetlerimi koyduğumda yatağın üzerine çökmüştüm artık. Gözlerim kapanıyordu. Şurada uyusam ne olur diye düşündüm. Ama sanırım önce Karan'a görünmeliydim. Gözlerimi istemeye istemeye açıp yataktan kalktım. Üzerimde lajivert eşofman altı ve beyaz v kaya kazak vardı. Yine yatağa bırakılan beyaz çorapları da ayağıma geçirdiğimde sessiz bir soluk daha verdim. Ev sıcaktı, sıcaklık beni biraz daha mayıştırıyordu.

Odadan çıkıp mutfağı bulduğumda masada tabaklar hazır duruyor, Karan bardaklara çayı dolduruyordu. İçeri girdiğimi görünce oturmam için sandalyeyi işaret etti. Ne kadar yorgun olsamda sesimi yutarak gösterdiği yere oturdum.

Krep yapmıştı.

Kahvaltılıkları da masaya yerleştirip oturduğunda çayıma uzandım. Dudağımdaki yara bundan nasiplenirken kaşım acıdan dolayı hafifçe kavislendi. İkimiz de konuşmayarak bir şeyler yemeğe devam ettik. Tabağımdaki krep bittiğinde çayımı yudumluyordum. Ona ne demeliydim. Teşekkür ederim? Zaten sürekli bunu demiyor muydum? Üstelik bu kez ne için teşekkür edecektim?

Çayımı yudumlamaya devam ettim. Karan çatalını salatalık dilimlerine batırıyor ve onları yiyordu. Tabağını temizlediğinde gözleri gözlerime kalktı ve bununla birlikle onu dikkatlice izlediğimi yeni farketmiş oldum. Peçeteyle ağzını silip suyunu yudumladı.

''Bir şey sormak istiyorum?''

Bardağı masaya bırakarak gözlerine bakmaya devam ettim. ''Tabi.'' Artık uyumak istiyordum ama bunu dillendirecek cesaret uzaklaşmış gibiydi.

Yüzü biraz gergin biraz da tereddütlü bir izlenim oluştururken değişimi meraklanarak izledim. Sormak istiyor ama karar veremiyor gibiydi. Sonunda sormaya karar verdiğinde dudaklarını araladı eş zamanlı olarak kaşlarını çatmıştı.

''Şu adam," dedi. Kaşlarını biraz daha çattı. ''Hastanede telefonundaki mesajı gördüm. Hâlâ rahatsız mı ediyor seni?"

Bir an tüm bedenimim buz kestiğini hissettim. Bunu açıkça söylemesi beni rahatsız ederken ellerim masanın altından dizlerimin üzerini buldu.

"Umarım," dedim kısık bir sesle. Boğazımı temizledim. "Umarım rahatsız etmez." İçimde bir şeyler fokurduyordu. Neler oluyordu? Zihnimin içi kaynamaya başladı. Bu korkuydu. Gözlerim önümdeki boş tabağa düştü. Beni bulmasını istemiyordum, bana zarar vermesini istmiyordum. Tanrım, mutlu olmak çok mu zor? Bakışlarım yeniden ona doğru kalktı. Biraz endişeli görünüyordu. Tanrım, bir kez mutlu olsam ne olur?

Karan başını salladı ve yüzüme daha dikkatli baktı. "Gözlerinin altı çökmüş. Seni ilk gördüğümde de çöküktü ama bu kadar değil."

Ona acıyla gülümsemek istedim. Dişlerimi göstere göstere gülmek. Ama yorgundum. Gülümsemeye bile tâkâtim yoktu ve dudaklarım acıyordu. Sanki gerçekten gülümsersem dudaklarımdaki çatlaklardan kan fışkıracakmış gibi hissediyordum. Olmadı. Sessiz kalarak ona cevap vermedim. Masanın altındaki ellerimi dizlerimden çektiğimde gözlerim de mutfağı gezintiye çıktı. Aydınlık beyaz bir mutfaktı. Tertemizdi. Bakışlarım yönünü bulmuş gibi tekrar onun gözleriyle çarpıştığında tırnaklarım avuçlarıma battı ve dudakları yine aralandı.

"Tanrıya inanıyor musun Rose?"

Göz bebeklerim bir tur titredi. Tanrıya inanıyor muydum? Sesim çıkmıyordu. Boğazım dilimi yutmuş gibiydi sanki. Başımı sallayarak onu onayladım. Evet tanrıya inanıyordum. Karan da buna karşılık başını salladı. "O halde" dedi yutkunuşundan hemen önce. Ses tonu sakinlikle bezeliydi. "Tanrıya dua et."

Gözlerim yine titredi. Ama Karan, ben dua etmeyi bilmem ki.

Boğazımda bir ur vardı. Bu ur oraya o kadar yerleşmişti ki artık benden bir parça oluvermişti. Bazen hatta çoğu zaman parmaklarımı bu urun ertafına sarıp tırnamlarımı saplayarak onu oradan çıkarmak istiyordum. Çıkarıp atmak. Ama o o kadar benim bir parçam olmuştu ki yapamıyordum. Şu anda bu ur o kadar şismişti ki neredeyse nefes alamayacaktım. Nefes alamıyor ama onu oradan atamıyordum da.

Bu, öylesine bir şey değildi.

Bu ölesiye bir şeydi.

Varlığını farkedemediğim saatin tik takları kulaklarımı aşındırdı. İçimde bir şeyler bana baskı yapmaya başlarken bakışlarım onun gözlerinden indi ve masada takılı kaldı. Kahvaltı bıçağı. Sağ elimi kaldırıp masanın üzerine bıraktım. Şimdi bıçakla elim aynı hizzadaydı. Bıçağı tenine sürt.

Bedenim titredi. Ne kadar sürerdi? Kan, insan bedenini ne kadar sürede terk ediyordu?

Parmaklarım bıçağın sapını kavradı. Gümüş rengi gözlerimi alırken içimi kavuran dalgalar yükseliyordu. Bir boğaz temizleme sesi işittim. Parmaklarım bıçağı tutmayı hızla bıraktı.

"Dua etmeyi bilmiyorsun değil mi?"

Bakışlarım aniden onu bulduğunda bunu nereden anladığı sormak istedim. Ağzım şaşkınlıkla aralanmıştı. "Gözlerin bilmiyormuş gibi bakıyordu." dedi. Konuşmaya devam etti. "Oradan anladım."

"Bana kimse nasıl dua edileceğini öğretmedi Karan." diye itiraf ettim. İçimdekileri dışarıya taşırıyordum. "Tanrı, ona dua etmediğim için mi beni yüz üstü bıraktı yoksa?"

"Hayır hayır." diye karşı çıktı hemen. Ama benim zihnim inanmıyordu bu hayıra. "Tam olarak neler yaşadığını bilmiyorum Rose ama eğer sen gerçekten tanrıya inanıyorsan tanrı seni yüz üstü bırakmış olamaz." Gözlerim düşündüklerimle birlikte kısıldı. "Yani sen şimdi bana tanrıya gerçekten inanıp inanmadığımı mı soruyordun?"

Tanrım Sana gerçekten inandığımı hissettiremedim mi yoksa?

"Hayır Rose." Yüzünden bir yumuşama geçti. "Sadece tanrı hatırlanmak ister. Zor zamanlarda Tanrıyı düşündüğünü tahmin edebiliyorum. Öyle değil mi?"

"Evet," dedim. Omuzlarım pişmanlıkla düştü. Ne demek istediğini anlamıştım. "İyi zamanlarımda da Tanrıyı hatırlamalıyım değil mi?"

"Evet."

"Tamam, yapmaya çalışacağım." dedim onu başımla onaylarken. Elimi enseme atıp ovdum. "Aren'in yanına uzanabilir miyim bir süre? Çok yorgun hissediyorum sonra gideriz zaten."

"Tabi ki gel göstereyim odayı." dedi masadan ayaklanırken. Ona eşlik ederek ben de masadan kalktım. "İstediğin kadar kalabilirsin dedi." Onu onayladığımı gördüğü anda ağır adımlarla masadan uzaklaşarak mutfaktan çıktık. Onu takip ettim. Koridoru geçip kapısı açık olan odadan içeriye girdi. Ardından odaya geçtiğimde bir an için ona ne söylemem gerektiğini gerçekten bilemedim. Sanırım burası onun kendi odası olmalıydı. Aren'i yatağına yatırmış ve ince bir pike ile de üzerine örtmüştü. "Teşekkür ederim." diye fısıldadım tırnaklarım bilincim dışında avuçlarımın içine saplandığında sadece yutkunmakla yetindim. Bazen Aren'i bile unutuyordum. Bu aklıma geldiğinde kendimi yine kötü hissettim. Başını sallayarak cevap vermedi ve arkasını dönüp odadan çıkmak için yeltendiğinde arkamı dönüp yatağa oturdum. Ellerini kapının kulpuna götürerek bakışlarımızı buluşturdu yeniden. "Bir gün," dedi yüzümü inceleyerek "Sana dua etmeyi öğreteceğim Rose." diye fısıldadı. Ben orada olduğum yerde öylece kalırken kapıyı yavaşça ardından çekerek odadan çıktı. Dilim damağım kurmuştu. Kendime gelip pikeyi kaldırarak oğlumun yanına uzandım. Gözlerim uyumak için sızlıyordu ama düşündüm, hangi bir gündü?

İnsanların sürekli aradığı şey sürekli istediği şey neydi?

Mutluluk.

Düşünüyordum eğer tanrı insanlara o istediği mutluluğu verecekse başka bir şeyi almak isteyecekti. Hep mutluluk istediğim için kaybetmiştim elimde olanları. Kaybın yuvası olmuştu ellerim. Tanrı sonsuz değil miydi? O halde sonsuz olan tanrının yarattığı mutluluk da sonsuz olmalıydı.

Tanrım artık mutluluk istemeyeceğim söz, sadece mutsuzlukta verme yeter.

Uyanalı birkaç dakika oluyordu. Kemiklerin biraz daha uyumak için sızlıyordu ama uyuyamayacağımın farkındaydım. Saat kaç olmuştu ya da kaç saattir, ne zamandır uyuyordum bilmiyordum ama beni gülümsemeye zorlayan bir şey vardı. Kendimi tutuyordum. Aren'in dokunuşlarıyla uyanmıştım. Elleriyle yüzüme dokunuyor ve alnımın üzerindeki kısa saçlarımla oynuyordu. Henüz çok samimi olmadığımız için uyandığını belli etmedim, benden uzaklaşmasını istemiyordum. Dudaklarının arasından anlamadığım heceler mırıldanırken nefesi tenimi kaşındırıyordu. Onu seviyordum. Eliyle dudağımın üzerindeki yaraya ufak bir dokunuş yapıp yine dudağımın üzerindeki yarayı öptüğünde burnumun kemeri sızladı. Biraz daha böyle durursak ağlayacaktım. O yüzden yavaşça gözlerimi araladım.

"Oğlum," dedim içimde bir yerler titrerken "Uyandın mı sen?" Gözleri beni kıskandıracak kadar güzeldi. Elimin tekini kaldırıp dağılmış saçlarını düzelttim. "Uyandım anneciğim." dedi. "Ama kolum çok acıyor." Dizlerinin üzerinde oturmuş alçılı olan kolunu gösteriyordu. Uzanıp yanağını öptüm gülümsemeye çalışarak. "O bir süre daha acıyacak sonra kesilecek acısı." dedim bir kez daha yanağından öperek. "Hem Markus sana istediğin oyuncağı alacaktı unuttun mu?"

"Unutmadım ki ne zaman alacak?"

"Ne zaman istersen." Toparlanıp oturdum. Saçlarımı sırtıma atıp gerindiğimde gözlerim duvar saatine kaydı. Öğleni biraz geçiyordu. Bu da demek oluyordu ki iki saatten fazla bir süredir uyuyordum. Yataktan kalkarak alçılı koluna dikkat edip Aren'i indirdim. Yatağın üzerini toplayıp odaya kısa bir göz attıktan sonra elini tuttum ve birlikte odadan çıktık. "Acıktın mı?" diye sordum yürürken. Elimi sıkıp başıyla onayladı. Şirince gülümsemeye çalıştığında kıkırdadım. Birlikte gülerek salondan içeriye girdiğimizde Karan'ı koltukta otururken buldum. Sehpanın üzerinde bir bilgisayar vardı ve önündeki kağıtlara bir şeyler yazıyordu. İçeriye girdiğimizi görünce elindeki kalemi bırakarak bilgisayarı kapattı. "Ne zaman uyandınız?" diye sordu yerinden kalkıp televizyonun önünde giderken. "Az önce." diye yanıtladım. Ünitenin üzerinden bir şeyi alarak arkasını dönüp bana doğru geldi, elinde telefonum vardı. "Telefonun çaldı," dedi elini uzatarak. "Bir saat önce cevapsız çağrı." Teşekkür ederim." dedim başımı eğerek. Bana cevap vermedi. "Acıktın mı?" diye sordu gülümseyerek. Aren kafasını sallayıp "Evet." dedi. "Hadi gel o zaman karnını doyuralım, sana bir şeyler hazırlamıştım." Başını kaldırıp gözlerime baktığında gözlerimi onaylar anlamda kırptım. Eğilip Aren'i kucağına aldığında "Teşekkür ederim." dedim. "Çok düşüncelisin."

"Önemi yok." dedi tebessüm ederek. "Ablamın çocukları kalır arada ben de alışkınım."

"Karissa mı?" diye sordum kaşlarımı kaldırarak. "Hayır." dedi, tebessüm ediyordu hâlâ. "Karissa hiç evlenmedi ve çocuğu da yok. Diğer ablamın."

"Anladım." bir an Karissa sanmış Markus hakkında konuştuklarını getirmiştim aklıma. Karan ve Aren uzaklaştıklarında rehbere girerek hastanede kaydettiğim numarayı aradım. Birkaç çalıştan sonra açıldığında "Rose?" dedi ağabeyim. Sesi endişeli geliyordu. "Özür dilerim unuttum," dedim. "Uyuyordum az önce uyandım."

"Konu sen olunca endişeleniyorum."

"Tekrar özür dilerim." Yutkundum. "Bugün buluşalım mı?"

"Evet." Gülümsediğini hissettim. "Ne zaman alayım seni?" Ona saati söylediğimde kısa bir sohbet edip vedalaşarak telefonu kapattık. Kendimi küçük bir kız çocuğu gibi hissediyordum. Bir abim vardı. Henüz tanışmadığım bir babam vardı. Yılların özlemi duruyordu içimde. Sanki her kötülükten beni koruyacaklarmış gibiydi. Burnum tekrar sızladı. Ellerimle saçlarımı düzeltip lavaboya gittim. İşlerimi hallettiğimde üstüme başıma çekidüzen vererek mutfağa geri döndüm. Karan içine ekmek doğradığı çorbayı Aren'e içirirken raftan bir bardak alarak kendime su doldurdum. Birkaç muhabbet sonrası hazırlanarak evden çıktığımızda Aren'i arabaya bindirip kemerini bağladım. Karan bizi eve bırakacaktı. İkimiz de arabaya yerleştiğimizde arabayı çalıştırarak evden uzaklaştı, müzik açmamıştı. Dudaklarımı birbirine bastırarak elimin üzerindeki yaralara baktım, geçmek bilmiyordu. Bir süre sonra başımı gayri ihtiyari ona çevirdiğimde zaten bana bakıyor olduğunu gördüm. Bu beni birkaç saniyeliğine dumura uğramıştı. "İyi misin?" diye sordu gözlerini kısarak. "Evet." diye mırıldandım sesimi bulabildiğimde. Boğazını temizleyerek yerimde dikleştim. "Evet iyiyim."

"Atlatacaksın." dedi. Birden bire söylediği şeylere kaşlarım çatıldı. "Atlatacaksın ve düzelteceksin her şeyi." Sesini nasıl böyle etkili kullanabiliyordu? Konuşmaya devam etti. "Sadece kendini kaybetme yeter."

Sadece kendini kaybetme yeter

Elimi saçlarımın arasından geçirerek çaresiz bir nefes aldım. Gözlerim dikiz aynasından Aren'e kaydı, camdan dışarıyı izliyordu. "Kaybedecek tek bir şeyim kaldı." Bakışlarını tekrar üzerinde hissettim. Diyecek başka bir şey bulamayarak nefeslendim "Tamam." dedim nedensizce. Bir şeyler daha söylemeyi düşündüm ama ortalığı daha fazla bulandırmak istemiyordum. Bir şey söylemedi. Sonra da hiç konuşmadık. Yarım saatten daha az bir süre sonra eve geldiğimizde arabayı durdurdu. İkimizde indiğimizde kucağımda kirli kıyafetlerin olduğu poşetten evin anahtarını çıkardım. Karan Aren'i arabadan indirmişti. Aren bizden uzaklaşıp dikkatli adımlarla evin kapısının önüne gidip beklerken yönümü tekrar Karan'a çevirdim. "Teşekkür ederim." dedim tebessüm ederek. Dediğimi duymayarak arabasını doğru ilerledi. "Numaramı telefonuna kaydettim." dedi bana bakmadan. Yüzüm tepkisizlik ile şekillendi. "Bir sorun veya sıkıntı olursa aramaktan çekinme." "Peki." dedim. Bu kez gerçekten diyecek başka bir şey bulamamıştım. Arabasına binerek kapıyı kapattı. Arkamı dönüp eve doğru adımlamaya başladım. Zihnim karışıyor, aklım olur olmaz şeylerle bulanıyordu. Bu minnet olmalıydı değil mi? Anahtarı yuvasından söküp kapıyı araladığım sıra sert bir fren sesi duydum. Aralık kapıdan içeri girerken evin anahtarını çıkarıp kapıyı biraz daha araladım. İçeri girecekken kolumu saran güçlü bir kola yönüm değişirken elimdeki anahtarlar düştü. Kaşlarımı çatarak başımı eşzamanlı kaldırdım.

Gözlerim gri gözlerle çarpışırken içimden soğuk bir ürperti geçip bedenimi baştan ayağa titretti. "Rose." dedi nefes nefese. Sert solukları alnımın üzerindeki saçları dağıtırken dilim damağım kurudu. Dudağım boğazımdan dalgalarla taşacak olan çığlığı atmak için arandığında avucuyla çenemi kapattı. Gözlerim yaşarmak üzereydi. Beni konuşmama fırsat vermeden kapıdan evin içine sürüklediğinde sokak kapısını kapatmadan önce Karan'ın dehşetle bakan gözlerini gördüm. Sonra kapı kapandı ve beni sadece iterek ortada bıraktı.

"E..Erik,"

"Rose." Gözleri bu kez anlayamadığım duygularla bakıyordu. Ķötü duygularla. Boğazımda düğümlenen korku şimdiden etkisini göstermeye başlamıştı. Aren neredeydi? Tanrım, Tanrım Sana inanıyorum. Sana gerçekten inanıyorum. "Erik," dedim kurumuş sesimle bir kez daha. "Ne..ne yapıyorsun?"

"Seni buldum Medusa." Bir Çığlık gibi yankılandı sözler beynim de. Titreyen bedenimi zapt etmek imkansızdı. "Aklını mı yitirdin?!" diye bağırdım dehşetle. "Senden uzaklaşmak istiyorum anlamıyor musun?" Çenem titremeye devam etti. "Gözlerine baktığımda sana olan korkuyu göremiyor musun?!"

Dişlerini sıkarak yüzünü yüzüme yaklaştırdı. Birden eli ile çenemi kavrayıp sıkarken canımı yakmaya başladı. Elimle bileğini tutarak uzaklaştırmaya çalıştım. "Sana seni sevdiğimi söylemiştim!" Ağlamaya başladım. "Seni sevmiyorum." dedim konuşmaya çalışarak. "Git, lütfen git." Beni bu kez duvara ittiğinde bırakarak bağırdı. Bağırmasının şiddetiyle geriye sendelerken parmaklarımla çeneme dokundum. "Artık gitmelisin." diye mırıldandım boğuk bir sesle. Yanaklarımdan ki gözyaşlarını sildim. "Hayatımdan tamamen gitmelisin." Bir şey söylemedi ama çenesinin giderek kısılması beni korkutmaya devam ediyordu. Bir hıçkırık sesi duydum. Benden gelmiyordu. Gözlerim hızla salonun kapısını bulduğunda Aren'i kirişin ardında saklanmış ağlarken gördüm. Bu görüntüyle afallarken boğazımdaki acıyı karşıladım. boğazımda bir yumru vardı. Erik'in verdiği sert nefesi işittim. Kulaklarım adım seslerini duyduğunda bir çığlık taştı dudaklarımdan. İkinci bir çığlık boğazımı yarıp geçerken hızla Aren'in önünde durdum. Ağlamaya devam ediyordum. Ağlamaya devam ediyordu. Gözlerim ıslandı korkuyla. Aren'e dikkatle bakıyordu. Bakmamalıydı. Uzanmaya çalıştığında "Uzak dur!" diye bağırdım elini şiddetle ittirerek. Boğazımdan taşan hıçkırığı serbest bıraktım. "Oğlumdan uzak dur Erik!" Bana dehşetle bakarken sokak kapısı sertçe açılıp duvara çarptı. Karan hızla içeriye girip onu ensesinden kavradığı gibi yere fırlattığında bir hıçkırık daha serbest bıraktım. İki büklüm olup Aren'i kucakladığım gibi odalardan birine girdim ve kapıyı kapatıp içimi çeke çeke ağladım. Bağıra bağıra ağladım. Kollarımın arasında Aren vardı. Bana yaslanmıştı ama onu unutarak ağlamaya devam ettim. Tanrım dedim içimden Tanrım seni unutmuyorum ama beni unutuyorsun. İçeriden gelen gürültüler beni kendime getirdiğinde gözlerimi temizleyip burnumu çekerek Aren'i kendime daha çok çekip kulaklarını kapattım. Eğer hatırlasaydım kulaklarına bir çocuk şarkısı mırıldanırım ama hiç çocuk şarkısı bilmiyordum ki. Göğsüm bunun eksikliği ile ağrırken tekrar ağlamaya başladım. Sarsıla sarsıla ağlarken sesim çıkmıyordu. Zihnimin içerisinde dalga misali ezen anılar canımı yakıyorlardı. Neden hiç çocuk şarkısı bilmiyordum sanki. Tanrım beni çocuk yarattın Ama neden hiç çocuk olmadım! Çok dakikalar sonra bulunduğumuz odanın kapısı açıldığında kalbim boğazımda attı. Kim olduğuna bakamadan biri eli ile omzuma dokunduğunda "Bırak beni!" diye bağırdım omzuma koyduğu elini şiddetle ittirerek. "Rose," dedi kehribar gözlerin sahibi. "Sakin ol benim." Kasılan bedenim bu sözlerle gevşerken başımı kaldırıp ıslak gözlerle baktım yüzüne. "Daha erken müdahale etmeliydim üzgünüm." Gözlerim tekrar yaşarırken burnumu çektim, başımı salladım iki yana. Gözleri çeneme kaydığında dişlerini sıktı. İçimdeki açık yaraları da görüyor muydu? "Gitti mi?" diye sordum korka korka. Aren hıçkırmayı kesmişti ama gözyaşı akıtmaya devam ediyordu. Çaresiz hissediyordum. "Gitti dedi güven veren bir sesle. Gitti, diye düşündüm. Ama tekrar gelecek. "Rose," diye fısıldadı tekrar. Ne kadar geçtiğini anlayamadığım bir süre sonra ona baktım ve bir elimle gözlerimin altını temizledim. "Üzgünüm." dedim fısıldayarak. Biraz geri çekilip Aren'e baktığımda artık ağlamadığını gördüm. Belki de tekrar uyuyacaktı. "Üzgünüm bu ana denk gelmeni istemezdim," Dudaklarımı yaladım. "Ama ömrümün geri kalanı hep böyle geçecekmiş gibi. "Böyle olmayacak." dedi "Kendini kaybetme." Böyle olmayacak mıydı? Bunun teminatını verebilir miydi? veremeyeceğini düşündüğüm için bunu ona sormadım. Sessiz kalışım karşısında bana elini uzattı. Gözleri ısrarlı baktığında ellerine tutunarak Aren'le birlikte ayağa kalktım. Dikkatle yüzüme baktığında benim bakışlarım tuttuğum ellerindeydi. Parmak boğumları morarmıştı. Ellerini bırakıp yüzüne daha dikkatli baktım. Sol yanağında kızarıklık vardı, yumruk mu yemişti? Aren'i kucağımdan indirip sol elimi kaldırarak dikkatle kızarıklığın üzerine koydum. Sıcak yanağı avucunmun içindeydi. İkimizinde kaşları çatılırken "Buraya darbe almışsın." diye fısıldadım. Parmaklarım hafifçe elmacık kemiklerine dokunuyordu. "Çok acıdı mı?"

"İyi görünmüyorsun." dedi söylediğim şeyi duymazdan gelerek. Zamanın parçaladığı dudaklarımı aralayıp çıkmak isteyen sesi serbest bıraktım. "Değilim çünkü." İtiraf ettim. Merakla baktı gözlerime. "Bana gidelim?" Başımı salladım iki yana. "Ağabeyim gelecek." Elimi yanağından indirdim ama gözleri halâ benim gözümün içine bakıyordu. "Çillerin varmış." dedi beni şaşırtarak. Konuyu nasıl çabucak böyle değiştirebilmişti? "Evet," zaman kazanmak adına yutkundum. "Birkaç tane var."

"Güzeller."

Dudaklarım söylediği şeyle kıvrılmak istediler ama bu mümkünmüş gibi görünmüyordu. "Teşekkür ederim." demekle yetindim. "Hep teşekkür ediyorsun." dedi gözleri yüzümü inceliyordu hâla. Bedenimde yer edinen korku beni tamamen terk ettiğinde kaşlarım havalandı. "Teşekkür edeceğim şeyler yapıyorsun."

"Ne yaptım ki?" diye sordu kaşlarını havalandırarak. Aramızda en fazla iki adım kadar mesafe vardı. Beni mi taklit ediyordu? "Çillerimin güzel olduğunu söyledin."

"Güzel değiller miydi yoksa?"

Bu kez beni gerçekten gülümsettiğinde yüzüm kızardı. Başımı eğmeden önce onun da güldüğünü gördüm. "Ağabeyin gelene kadar burada bekleyebilirim." dedi kendinden emin bir tavırla. Başımı iki yana salladım. "Buna gerek yok. Bugün seni çok meşgul ettim zaten. Abim de birazdan gelir." Söylediklerim onu tatmin etmese de başını sallayıp eğilerek Aren'in saçlarını öptü ve kulağına birkaç şey söyleyerek tekrar doğruldu. Onu kapıya kadar uğurladığımda "Kendine dikkat et. " dedi, başımı salladım. "Sonra görüşürüz."

Evden çıkıp arabasına bindiğinde kapıyı kapatıp kilitledim. Salona girip televizyondan bir çizgi film kanalı açıp Aren'le konuşarak onu sakinleştirdiğimde de birkaç şaka yapıp onu gülümsetebilmiştim. Kıyafetlerimi değişerek saçlarımı taradım. Aynanın karşısına geçip birkaç kremi çenemdeki kızarıklığın üzerine sürterek kapatmaya çalıştım. Hallettiğimde Aren için temiz kıyafetler alıp o çizgi filmini izlerken giydirmeye çalıştım ama kolu alçılı olduğu için bu biraz zor olmuştu. sonunda bunu da hallettiğimde evdeki dağınıklığı toplayıp Joshep'in gelmesini bekledim. Saat yaklaşırken dün geceden beri yaşananlar zihnimdeki süzgeçten yavaşça akıp gözkapaklarımın üzerine oturdu. Bir sigara yakıp içmek istiyordum ama bundan vazgeçerek oturmaya devam ettim. Başımın içinde bir ağrı vardı gibiydi. Her yerim ağrıyordu. Midem stresten dolayı bulanmaya başladığında gözlerimin önündeki görüntüleri savuşturmaya çalıştım. Midem bir kez daha çalkalandığında bunu umursamadım ama terlemeye başladığımda lavabonun yolunu tuttum. Ağzımın içi tükürükle dolmaya başlıyordu. Bacaklarım titreyerek klozetin önünde diz çöktü ve kusmaya başladım. Öğürdükçe daha fazla kusuyordum ve midem daha fazla bulanmaya devam ediyordu. Burnumu çekerek öğürmeye devam ettim. Kusacak bir şey kalmamıştı ama içim ısrarla bir şeyleri dışarıya taşırmak istiyordu. Karnımı sıkarak midemdeki bütün safrayı kustuğumda rahatladığımı hissettim. Sifona basıp nefeslendiğimde gözlerim yorgunlukla titriyordu ama ayağa kalkarak ağzımın içini çalkalayıp dişlerimi fırçaladım. Yüzüme birkaç kez su çarpıp toparlandığımda omuzlarımı gevşetmeye çalışarak derince bir nefesi daha içime çektim. "Sakin ol Rose."

Havluya uzanıp yüzümü temizlediğimde yüzümdeki tüm kremler gitmişti ama bunu umursamadım. Birkaç saat sonra kızarıklık tamamen geçerdi nasıl olsa. Aren'in yanına dönmeden önce bir bardak su içip rahatlamıştım. Yine de Joshep görmesin diye kremi yeniden çeneme sürdüm. Elimle ensemi ovalayarak içeriye geri döndüğümde Aren çizgi film izlemeye devam ediyordu. Gülümsemeye çalıştım. Zil çaldığında adımlayarak kapıya yaklaştım ve temkinle delikten dışarıya baktım. Joshep gelmişti. Dağınık saçlarımı kulaklarımdan arkaya atarak kendime çeki düzen verdiğimi hissettiğimde kapıyı araladım. Gülümseyerek kapıyı tamamen açtığımda Joshep de gülümsüyordu. Bana sarıldığında kollarının arasına girerek bunu doğal karşıladım. "Merhaba."

"Merhaba. İçeri gel." dedim gülümsemeye devam ederek "Seni biriyle tanıştırmak istiyorum." Yüzüne yayılan merak ifadesi dikkatimi dağıtırken spor kıyafetler giymiş olduğunu fark ettim "Kim?"

"Gel hadi." Elimle salonu işaret ettim. Sokak kapısını kapatıp içeriye girdiğimizde onu salona yönlendirdim ve koltukta dizlerinin üzerinde oturmuş gülümseyerek çizgi film izleyen Aren'i gördü. Kaşları şaşkınlıkla havalandığında hemen sonra dudağının kenarı usulca kırıldı. Gözlerinin parladığını gördüm. "Aren." diye seslendim yanına ulaştığımda. "Bak kim geldi." Gözlerini televizyondan çekerek önce bana sonra da ağabeyime baktı. "Dayın geldi." dedim gülümseyerek. gülümsememle o da gülümsediğinde "Markus?" diye sordu. "Evet." Saçlarını parmaklarımla tarayarak "Markus senin dayın. Bu da Joshep dayın, benim ağabeyim." Gözleri şaşkınlık sonrası sevinçle parladığında "Bir dayım daha mı var?" diye sordu peltekçe. Kıkırdayarak alnının köşesini öptüm. "Evet oğlum." dedim ağabeyime bakarak. Yanımıza yaklaşarak koltuğa oturdu ve dudaklarını Aren'in saçlarına dokundurdu. "Birazdan ağlayabilirim." dedi ansızın. Sakince konuştum. "Ağlama lütfen."

Aren ile tokalaştıklarında koluna ne olduğunu sordu. Araba kazası diye açıkladım, duraksadı. "Sen iyi misin peki?" Gözleri hızla bedenimde gezinirken içimi bir sıcaklık kapladı. "Evet iyiyim, arabanın içinde ben yoktum merak etme." Başını salladı. "Hazırsanız çıkalım o halde, sizi götürmek istediğin bir yer var.

"Tamam birkaç dakika içinde geliyorum." Telefonumu alıp Markus'u aradığımda nasıl olduklarına dair birkaç konuşma yaptık ve onu durumundan haberdar ettiğimde üzerimize ceketlerimizi giyip evden ayrıldık. Sokak kapısını kilitlemiştim ve ağabeyim de Aren'i arkaya bindirip kemerini bağlamıştı. Çantamı omzuma asarak arabanın kapısını araladığımda gözlerim etrafta gezindi. Sokağın başında Karan'ın tanıdık arabasını gördüğümde içimde bir sıcaklık damarlarıma doğru akıntıya geçmişti. Gitmemiş, beklemişti. Başımı eğerek ona selam vermeden önce minnetle gülümsedim. Selamımı başını eğerek alırken bakışlarımı ondan uzaklaştırıp arabaya bindim. Yol boyunca konuşup durduk. Aren de sohbet etmeye çalışıyor, arada ağabeyim onu güldürüyordu. Onları böyle izlerken düşünmeye başladım. Ara ara hatta çoğu zaman vicdansızın teki oluyordum ama annem benden daha vicdansızdı. Ben oğlumu geri almak için bırakmıştım arkadaşıma. O ise hiç geri almamak üzere bırakıp terk etmişti beni yetimhaneye. Hiç değilken öksüz yetim kalmıştım. Tanrı aşkına bir kere bile mi gelmemişti yanıma? Bir kere bile mi beni merak etmemişti? Beni o çukura bırakarak öldürürken hiç mi gözümü kırpmamıştı yoksa? Sen bir kere sandın ama ben her gün öldüm anne. Markus'un aldığı bilekliğe sürdüm parmaklarımı. Acımasız olmayı da öğrenmiştim acınacak olmayı da. Bunların içinde en kötüsü ise kendime acımaktı. Onu bulduğumuzda Annem bana acıyacak mıydı? Sadece bir kez saçımı okşasın yorgunluğumu alsın istiyordum. Sadece bir kez saçımı okşasaydı küçükken taramasını istediğim saçlarım artık o kadar önemli değil diye düşündüm. Joshep annemi görmüştü. Ne hissediyordu acaba, içinde neler olup neler bitiyordu? Ona bununla ilgili onca soru sorabilirdim fakat dilimin ucuna tüneyen kelimeleri orada bırakıp sessizliği seçtim.

Kalemin kaderimi yazdığı günlerden birinde ellerim soğuktan titriyordu. Kışın ayazı acımasız oluşunu sertçe yüzüme vururken kalem, kaderimi yazmaya devam ediyordu. Sivri kurşun kalem beyaz kağıdı yırta yırta çizdi harfleri. Kalem, eziyet ettiği kağıdın üzerinden bir el tarafından tutulup çekildiğinde bağrı yırtılmış kağıt gözbebeklerimin önünde defalarca kez yere düştü. Şunlar yazılıydı.

Sen artık çocuk değilsin.

O kağıdı hırsla kapıp yok etmek istercesine havaya atıyordum fakat kağıt gözlerimin önünde her seferinde aynı yazıları göstererek döne döne ayaklarımın ucuna iniyordu. Gerçekleri ezemedim. Gerçeklerin ne kadarına dayanabilirdim. Zihnim hatırladığım ayrıntılarla ayarlanırken kadehimdeki sudan boğazımın kuruluğunu giderecek seviyede su içtim. Rheese Morgan hemen karşımda oturuyor, yüzümü en ince ayrıntısına kadar inceliyordu. Babamla karşılaşacağım anın bu kadar erken olmasını beklemiyordum, ya da bu kadar geç. Joshep sizi bir yere götürmek istiyorum dediğinde bizi babama getireceğini tahmin etmemiştim. Gözlerim dolu doluydu, ağlayamıyordum bile. Yaşlı ellerinin arasındaki mendili kaldırıp bir kez daha ıslanan gözlerini sildiğinde dişlerimi sıktım. Tanrım, bir an evvel ağlamayı kesmeliydi. Karşılaştığımızda ikimizde titreyerek sarılmış tek laf edememiştim. Kokumu derince içine çekip annen gibi kokuyorsun dediğinden beri konuşmuyor sessizce gözyaşı döküyordu. Annem gibi kokmak istemiyordum. Annem artık annem miydi? Emin değildim. Gözlerini silmeye devam ettiğinde dikkatle ona bakıp yüzünü inceledim. Saçlarınım neredeyse çoğu beyazlamış, teni kırışmıştı. Göz altları çökük ve hafifçe şiş, yüzü tahminimce ovaldi. Gözlerimin rengini ondan almış olmalıydım. Sakallarını tıraş edip gelmişti, kaç yaşındaydı?

"Baba," Joshep Aren'i kucağında tutuyor, tabağındaki kızarmış patatesi onunla paylaşıyordu. Bakışlarını bize kaldırdığını hissettim. "Sakinleş biraz. Lütfen ağlama." Rheese Morgan başını salladı. Burnunu çekip gözlerime baktığında içtenlikle gülümsedi. "Heyecanlandım biraz, afedersiniz." Joshep de gülümsediğinde dudaklarım kıvrılmak için meyillendi.

"Ben de heyecanlıyım." Gözlerimdeki sisler orayı terk ettiğinde geriye sadece biraz buğu kaldı ama onu hala yeterince net görüyordum. "Babamı ilk defa görüyorum." Dudaklarını araladı, yuvarlanan kelimeler dökülemediğinde konuşmaktan vazgeçerek eliyle uzanıp Aren'in saçlarını okşadı. Ona şirince gülümsediğinde Rheese Morgan da gülümsüyordu. Geçmişin tozu genzimi gıdıkladı. Başıma keskin bir saplantı girdiğinde bu okşayışın küçükken saçlarımda yer edinmesi için her şeyi feda edebileceğini düşündüm. Ağlamamak için dudağımı dişledim. "Seni çok aradım." dedi bir an sonra. Elini Aren'in saçlarından çektiğinde ben de bakışlarımı çektim ellerinden. "Yıllardır seni arıyordum." Gözleri acı ile parlıyordu. "Sana her an yaklaştığımı düşündüğümde biraz daha kaybediyordum." Ellerim Masanın altından dizlerime yapıştı. Ucu Yanık kelimeleri zihnimi içine asıldığında göğsümün acıyla sıkıştığını hissettim. "Ümidimi yitirmek üzereydim ama hiç vazgeçmedim Rose."

"Baba," diye konuştum genzimdeki ağırlıkla. Geldiğimizden beri ona ilk defa böyle sesleniyordum. Gözlerindeki duygu değişimlerini fark ettim. "Sana çok ihtiyacım vardı."

Hâlâ ihtiyacım var

Dudaklarım titredi, gözlerim doldu ve burnum acıyla sızlamaya başladığında aynı şeyleri onun da yaşadığını fark ettim. Masanın üzerine elini uzatıp bekledi. Elimin tekini masanın altından çıkarıp eline bıraktığımda avuç içimi öperek gözyaşını akıttı. Elim gözyaşı ile ıslandığında uzanıp yanındaki ıslaklığı sildim. "Kızım." dedi ikimizin de duygularının yoğun olduğu şu anda. Seni nasıl bu kadar naif çıkabiliyordu? "Artık seni buldum, bırakmayacağım." Ona sarılıp sarsıla sarsıla ağlamak istiyordum. Babacığım beni buldun demek istiyordum. Ama bir kere daha kaybetme ne olursun.

O andan sonra yüzümüzden gülümseyişler eksik olmadı ara sıra yine hüzünlendik ama gülümsemeyi başardık. Elli yedi yaşında olduğunu öğrendim. Ara sıra Aren'in de katıldığı keyifli bir sohbet geçmişti bir şekilde aramızda, ama hiç annemden konu açılmamıştı. Hepimizin ona dair kırgınlıkları vardı. Dudaklarıma yer edilen gülüşle bir kez daha Joshep'in anlattığı olaya güldüğümde zamanı durdurmak istedim.

Önümüzdeki yemekler sohbet ettiğimiz için bitmemiş soğumuştu. Bir garsondan onları almasını istemiştik ve ilk kaderimizdeki şarabı yarılamıştık çoktan. Rahatlamış hissediyordum. Babam gülümsemeye devam ediyordu, göz kenarları karışmıştı. İçim nedensizce bir sıcaklıkta dolarken bu ortamda Markus ve Sally'nin de olması gerektiğini düşündüm. Hepsi bir araya geldiğinde asıl ailem onlar olmuş oluyordu. Elimle bilekliğimi okşarken yarım bir gülüş sergiledi Joshep. "Ufalık uyuyakaldı." Aren'i tutmaya devam ederken başını göğsüne yasladı. Uzun uzun izlemek istedim bu manzarayı. Aren kucağında uyuya kalmıştı. Normal bir andı herkese göre ama benim için öyle değildi.

Kalbimde bir ağrı hissettim, bu kez mutluluktandı. Saatlerdir buradaydık, hava kararmıştı ve saat çok geç bir vakit değildi ama yine de "Toparlanalım." dedi babam. "Dinlenelim hepimiz." Gözlerimin içine istekle bakarken başını hafifçe eğdi. "Fakat yarın tekrar görüşelim olur mu kızım?" Dudaklarıma aptalca bir tebessüm daha hakim olurken her günümün böyle geçmesini dilerdim. Tanrım sesimi duy. Başımla onayladım dudaklarımı yalarken. "Tamam." Alnına dökülen birkaç tutamı geriye doğru yatırırken gözlerinden Taşan mutluluğu okuyabiliyorum. Kendimi küçük bir kız çocuğu gibi hissettim. Babasını bulmuş bir kız çocuğu gibi.

Eliyle uzanıp avucumun içini tekrar okşarken dizlerimdeki yaraların hepsini öpecekmiş gibi bakıyordu. Sonunda ve başında düştüm ama oyunların hiçbirini isteyerek oynamadım babacığım, oyunlar dizlerimi kanattı bir daha hiç oynayamadım. Gözlerimi şefkat dolu bakışlarından ayırıp elimi kendime çektiğimde yüzümdeki tebessüm yerini koruyordu. "Lavaboya gideyim daha sonra çıkalım olur mu?" onaylayan mırıltılarını işittiğimde kol çantamı alıp Aren'e kısa bir bakış attıktan sonra lavabonun yolunu tuttum. Lavaboya girip aynanın karşısına geçtiğimde ilk işim ellerimle yüzüme dokunmak oldu. Parmaklarımı dudaklarımdaki gülümsemeye dokundurdum yavaşça ve gözlerimin içine daha dikkatle baktım. Gerçekti, mutlu olmuştum.

Tanrım teşekkür ederim.

Kahkaha atmak istedim. Genzim acı bir kahkahayı dışa vurmam için beni zorluyordu. Lavabodaki birkaç kızın bakışlarını hissettiğimde toparlanıp kendime hakim oldum. Beni delilikle suçlamalarından korkup ellerimi yüzümden uzaklaştırdığımda hâlâ gülümsüyordum. işimi halledip ellerimi yıkadıktan sonra yüzümü de yıkayarak kenarda bulunan kağıt havludan birkaç tane kopardım. Yüzümdeki ve ellerindeki ıslaklığı sildim. Kâhküllerimin uçları biraz nemlenmişti ama önemli değildi.

Aynada biraz daha kendime baktığımda alnımdaki yaranın kapandığını gördüm. Kâhküllerim onu kapatıyordu. Dudağımın köşesindeki yara ve çenemde biraz kızarıklık vardı. Saatler öncesinde yaşanan olayı anımsamamaya çalıştım. Çantamdan kapatıcı kremi çıkarıp kızarıklığı kapattığım saniyelerde telefonum çaldı. Bir kadın ağlayarak içeri kabinlerden birine girdiğinde kaşlarım çatılmıştı. Telefon ısrarla çalmaya devam etti. Çantamdan çıkardığında Karissa'nın aradığını gördüm. Parmaklarım aramayı cevapladığında kadının ağlama sesleri şiddetlenmişti. "Alo?"

"Merhaba Rose?"

"Merhaba," Yutkundum. Ses tonu ifadesiz miydi yoksa ben mi öyle olduğunu düşündüm. Dilime dolanan onlarca kelimeyi yutarken aralarından bir kaç tanesini yakalamayı başardım. "Bana bir haberin var değil mi?"

"Evet," diye konuştu yavaşça. Bir şeyler içimi burktu. Kadının ağlama sesi miydi, yanına gitmeli miydim? "Lidsney bulundu." Annem? Parmaklarım derime saplandı. Vücudumda oluşan titremeye engel olamadım. Kulağım artık ağlayan kadının seslerini duymuyordu. İçeri birilerinin girdiğini fark ettim ve birilerinin de çıktığını. "Adresi sana vermeden önce buluşup konuşmamız lazım, ortada dönen bir şeyler var." duraksadı "Rose? Orada mısın?" Zihnime dökülen gerçekler beni sarstı. "Evet." dedim sesimi bulduktan hemen sonra. "Annemi bulduğunu söylüyorsun."

Bir saat zamanda geriye doğru hızla aktı. Fakat geçen süre dizlerimdeki kana bulandı. Bir kızın çıkmayan sesini işitti kulaklarım. Dizleri her yara oluşunda bağırışları yüreğimi dağlıyordu. Ruhum, ellerini kaldırarak kulaklarını kapatırken dizlerimdeki yaralarını açıldığını hissettim. Kader kalemini tekrar oynattı. Yırtılmış kağıt ayaklarımın ucuna düştü ve aklım bulanırken şunları okudum.

Yandın mı, yoksa çoktan küle mi döndün?

Ben artık küçük çocuk değildim anne. Zihnimin içindeki kız çığlık attı. Sesi beynimi yarıp duvarlarımı yıkarken ellerim titremeye başladı. Ben artık çocuk değilim diye bağırıyordu

Ben artık çocuk değilim Ben artık çocuk değilim, dizlerimi senin de kanatmana izin vermeyeceğim.

*&*

B

ölüm hakkındaki görüşleriniz?


Seguir leyendo

También te gustarán

1.6M 27K 33
Efsan zorla evlendirilmekten kurtulmak için Mardin'den İstanbul'a kaçar. Ama yağmurdan kaçarken doluya yakalanacağını nerden bilebilirdi. İstanbul'u...
1.6M 85.1K 47
En yakın arkadaşının hattını değiştirmesi sonucu, ona yeni numarasından mesaj atmaya çalışan Ada, aslında mesajı attığı kişinin bir yıldır hoşlandığı...
25.3M 900K 78
♌ İNTİKAMDAN DOĞAN TUTKULU BİR AŞK ♌ Küçük yaşta anne ve babasının ölümüne şahit olan acımasız genç bir adam... Edim Demiray. Daha on sekizinde uyuş...
2.1M 132K 60
pabucumun bayboyu Ayşen: Ama senin gibi tiplerden hoşlanmam. Ayşen: Senin gibi tipler dediğim. Ayşen: Kötü çocuk gibi takılan. Ayşen: Zeki ve çalışk...