TAKINTI

By suheda_zsy

3.7M 141K 50.3K

Ona hiç sarılamamıştım mesela. Hiç elini tutamamıştım. Hiç öpememiştim. Hiç koklayamamıştım. Hiç sevdiğimi sö... More

TAKINTI
1.Bölüm "OKUL"
2.Bölüm "ÖZLEM"
3.Bölüm "ŞOK"
4.Bölüm "KARMAŞIK"
5.Bölüm "ENDİŞE"
6.Bölüm "BEKLENMEYEN YOLCULUK"
7.Bölüm "ÇIKMAZ SOKAK"
8.Bölüm "ÇIĞLIK"
9.Bölüm "YALNIZLIK"
10.Bölüm "BİR HAFTA"
11.Bölüm "YÜZLEŞME"
12.Bölüm "SESSİZLİK"
13.Bölüm "CESARET"
14.Bölüm "DUYGULAR"
14.Bölüm "DUYGULAR" (2.KISIM)
15.Bölüm "PİŞMANLIK"
16.Bölüm "AİLE"
17.Bölüm "UMUT"
18.Bölüm "ARAF" (1. Kısım)
18.Bölüm "ARAF" (2.Kısım)
19.Bölüm "SARHOŞ"
20.Bölüm "SERZENİŞ"
21.Bölüm "MUCİZE"
22.Bölüm "RENKLER"
23.Bölüm "MEDCEZİR"
24.Bölüm "MEFTUN"
25.Bölüm "HİCRAN"
26.Bölüm "KAYIP"
27.Bölüm "YARI ÇIPLAK"
28.Bölüm "MESAFE"
29.Bölüm "YANKI"
30.Bölüm "NEFES"
31. Bölüm "KUMPAS"
Yazar'dan
31.Bölüm "KUMPAS" (2.KISIM)
32.Bölüm "İRTİCA"
33.Bölüm "PUNT"
34. Bölüm "İNTİKAM"
35. Bölüm
35. Bölüm "ENKAZ" (2.Kısım)
36. Bölüm "NEFRET"
37. Bölüm "AVDET"
38. Bölüm "ÇAĞRI"
39.Bölüm "VİRAJ"
40.Bölüm "İTTİHAT" (1. Kısım)
40.Bölüm "İTTİHAT" (2. Kısım)
41. Bölüm "ANDAÇ"
42. Bölüm "FORSA"
43. Bölüm "DERSAADET"
44. Bölüm "EZA"
45. Bölüm "NİHAN"
46. Bölüm "YEİS"
47. Bölüm "ELFİDA"
48. Bölüm "FEVERAN"
49. Bölüm "GİRİFT"
50. Bölüm "İZAN"
51. Bölüm "TEMAŞA"
52. Bölüm "KOYGUN"
53. Bölüm "MUNTAZAR" & ÇEKİLİŞ
54. Bölüm "MEYİL"
55. Bölüm "İLTİMAS"
57. Bölüm "TESHİR"
58. Bölüm "İSTİNAT"
59. Bölüm "PERESTİŞ"
60. Bölüm "FEYİZ"
61. Bölüm "KIVANÇ"
62. Bölüm "VUSLAT"
63. Bölüm "İŞTİYAK"
64. Bölüm "TEMAYÜL"
65. Bölüm "DANS"
66. Bölüm "İNTİBAH"
67. Bölüm "İNHİDAM"
68. Bölüm "DİLHUN"
69. Bölüm "HİTAM" -SON-
Yazar'dan
H.P
ÖZEL BÖLÜM DUYURUSU ✨
ÖZEL BÖLÜM YAYINDA!

56. Bölüm "GİZ"

23.3K 1.2K 307
By suheda_zsy



Gittikçe efkarın deminin arttığı bazı gecelerde sabah, gün ışığı, aydınlık her şeyden uzak gözükür. Gecemize demini salan ve hatırlamaya dahi korktuğumuz, kıyısını köşesini dolaştığımız ama odaklanmayı inatla reddettiğimiz hatıralarımız zihnimizin tam ortasında olmasına rağmen anıların içinde en işlevsizidir de. Hatırlamaya dahi korktuğumuza göre en korunaklısı, en dokunulmazı ancak tesiri en yüksek anıları, çevrelediğimiz parmaklıklarla zapt etmeye çalışsak da bu ancak tamamen serbest kalmamasını sağlar. Gerçek şudur ki bu anıların tutsak hali dahi günün her dakikasına azar azar rayihasını bırakmaya yetecek güce sahiptir ve bu az dediğimiz etki bütün dengelerimizi avuçlarına alabilecek niteliktedir.

Öylece, durduğu yerde durmasına ve ayaklanmasına sebep olacak hiçbir uyarıcıya rastlamamasına rağmen zihnin her daim dinç, capcanlı bölümü de bu anılara aittir. Bazı geceler kafamızın içine işlediği güne lanet eder ve hiç yaşanmamış olmasını dilerken hemen diğer yanda aklımızı çelen iyi ki yaşamışım hissi gecenizin hepten karman çorman olması için iyi bir sebeptir. Bazı geceler, aynı anının içindeki diğer kimseler derin bir uykudayken siz anıyı derine, daha derine bastırmaya çabaladığınız sırada saatlerin geçtiğini fark edersiniz. Derine bastırmak geçici bir kaçış olduğu gibi anının içinizden çıkmasını daha da zorlaştıracak bir yoldur.

Aradan geçen bunca zamana rağmen detaylar olmasa dahi yaşattığı hislerin bu denli yoğun, taze kalması şaşırılacak bir durumdur. İnsan için en önemli şeyler bile bir anlığına aklından çıkabilirken bu anıların nasıl olur da mesaisi sabah yataktan kalkıp gece uykuya dalana dek sürer? Kafamızı yastığımıza koyduğumuz anda bir virüs gibi zihinden başlayıp bütün vücuda dağılan ve uykunuzu saatlerce geriye iten bu yaşanmışlıkları keşke yastığa, yorgana, havaya karıştırabilmenin ve vücuttan atmanın bir yolu olabilseydi. Çünkü geleceğin binbir türlü şekle girebileceği gerçeğiyle gelen ümidin aksine geçmiş, kapana kısılmış bir fare gibi sadece yaşanmışlıklar ve yaşanmamışlıklar arasına sıkışıp kalan ve insana vahametten başka hiçbir şey veremeyen bir olguydu. Düşünüldüğünde en huzur dolu hatıranız dahi hasret ve özlemiyle size kasvetten başka bir şey vaat edemiyorsa geçmişin etkisinden çıkamayıp geleceği göremeyen bir insandan ne beklenebilirdi ki?

Hakan da bu bir şey beklenemez, toparlanması imkansız ve geçmişe yakasını kaptırmış insanlardan mıydı? Bana diktiği bakışlar ölü müydü, kafasında geçmiş yılları canlandırıyor ve o zamanda mı yaşıyordu? Bunu nereden bilecek ve nasıl tatmin olacaktım? Korkarım içimdeki bu kuşkuyu yok etmeye o bile güç yetiremeyecekti. Belki... belki o kız karşımıza çıktığında bunun cevabını bulabilirdim ve açıkçası o cevap beni ürkütüyordu. Hiçbir zaman o kızın onda ne tamamen bittiğinden ne de ne ifade ettiğinden emin olabilecektim. Bilinmezle savaşmak en berbat şeydi, hiçbir şekilde onu tanımamama rağmen içten içe kıskançlık duyduğumu hissediyordum. Benim yıllardır bir fark yaratmak için çırpındığım adamda onun yokluğu bile yıllardır taze ve özeldi. Birden onu görmek ve tanımak istediğimi fark ettim. Ne olursa olsun nasıl biri olduğu merak uyandırıcıydı. Bir daha ne zaman kısmen de olsa karşımıza çıkardı acaba? Eminim göz kırpıp kaçmak değildi niyeti, onu tutan bir şeyler olmasa bir daha gelecekti. Kalabalık ortamları kolluyordu ve nedense bu maskeli balo işi tam ona göreymiş gibi bir his vardı içimde. Kaçamak da olsa yüzünü gösterme cesaretinde bulunarak bir kez gelen için bu gece fırsat olabilirdi. Herkesin içinde çıkıp gelse ve yine herkesin içinde Hakan'ın bir seçim yapma hakkı olsa ne derdi acaba? Beni rezillik ve utancın içine gömüp onu tercih edebilir miydi? Bu konuda neden ona hiç güvenemiyordum?

Hissettiğim kaygıyla önleyemediğim bir kaş çatılması yaşarken sessiz adımlarla arkadan bedenine yanaşıp kollarımı beline sardım. Hafif bir şaşkınlıkla kafasını geriye çevirip yüzüme baktı ve gülümsedi. Tekrar tezgahtan tarafa dönüp ekmekleri dilimlemeye devam ederken  kalıplı sırtına kafamı yatırdım. Kuşkulu sesiyle, "Bir şey mi oldu bebeğim?" diye sorduğunda aklımdan geçenleri doğrudan söylemenin ne kadar tutarlı olacağını tartmaya çalışıyordum.

"Hiç..." diye mırıldandım en sonunda. "Balo hakkında ne düşünüyorsun?"

Sorgulayıcı bir sesle "Eğlenebiliriz..." dedikten sonra "Sen ne düşünüyorsun?" diyerek bana soru yöneltti.

"Yılbaşına baş başa girmek daha iyi olur diye düşünmüştüm... ve galiba hastalanıyorum." Onaylamaz bir sesin ardından ani bir manevrayla bana döndü ve kendimi iki bacağının arasında buldum. Bel oyuntuma tek eliyle bastırarak bedenlerimizi birleştirdi ve kaçmaya ya da göz göze gelmemeye ihtimal bırakmadı. "Dürüst ol," dediğinde sesi düzdü. "Neden kaygılanıyorsun?"

"Onlarca bilmediğim insanın arasına giriyorum her defasında ve bu kez yetmezmiş gibi maskeli olacaklar. Ürkütüyor. Anlamıyor musun?"

"Peki sen yanımda hiçbir şeyden korkmaman gerektiğini anlamıyor musun?" diye sorduğunda bir anlığına susup "Ya senden korkuyorsam?" deyiverdim.

Kaşları çatıldı. "Ne demek oluyor bu?"

Gözlerimi kaçırıp "Bilmiyorum..." dediğimde elinden kurtulmaya çalıştım ama bu daha çok beni kendine bastırmasına ve daha katı bir sesle "Ne demek oluyor bu?" diye sormasına sebep olmuştu.

Tekrar gözlerine bakarken nefesimi seslice dışarı verdim. "Bilmiyorum Hakan... Bana benim hissettiğim duygular gibi güçlü duygularla gelmiyorsun ve bunun insanların içinde açık etmesinden korkuyorum. Çok... gurur kırıcı. Bunu demek istiyordum."

Kaşlarını havaya kaldırarak sahici bir ses ve tavırla "Seni seviyorum ben..." dediğinde belimdeki el yumuşamıştı. "Aşık olmayabilirim, senin hissettiklerini hissetmeyebilirim ama seviyorum... Onların bu ikisi arasındaki ayrımı yapabileceklerini mi sanıyorsun?"

Bahsettiği sevmenin insancıl bir sevgi olduğunu biliyordum. Kollarından yavaşça kurtulup sandalyelerden birine çöktüğümde "Tamam..." dedim keyifsiz bir sesle. "Gidelim o zaman."

Yüzümü düz bir ifadeyle bir süre süzüp tekrar tezgahtan yana döndü ve ekmeğin kalan küçük kısmını da birkaç dilime ayırıp dilimlerden üç beş tanesini avuçlayarak masaya bıraktı. Yakınımdan bir sandalye çekip çöktüğünde "Canın başka bir şey istiyor mu?" diye sormuştu.

Kuru bir sesle "Hayır..." diye geveledim.

Onun da tadı kaçmış gibiydi. Masadakilerden ufak ufak atıştırmaya başladığımızda "Alışverişe çıkmamız gerekecek," dedi yüzüme bakmadan.

Bunun üzerine yorum yapmamamla kuru sohbetimiz sonra ermiş, düşünceli bir kahvaltı süreci geçmişti. Gizemli Kız'ı korkuyla anmama sebep oluyorsa bu bile onun suçuydu ve bu denli kaygıyla beni baş başa bırakıp buna göz yumduğu için sinirlenmiştim. İçimden. Biliyordum, belki de en iyi ben biliyordum, hisleri söküp atmak elde değildi ancak aşk olmasa dahi bana verdiği kıymetin o kızdan daha fazla olmasını umup buna bari güvenmek istiyordum ama bu dahi mümkün değildi. Doğrusu ilişkimiz onun gözünde yeni yeni boyut değiştirdiğinden acele mi ediyorum diye düşünmeden edemiyordum ancak diğer yanda da o kızın korkusu canıma yetmişti. Gerçekte karşılaşsak aşkımla ya da Hakan'a olan bakış açımla onu ve varsa aşkını yere vuracağımı bildiğim birinin belirsizliğiyle, daha hiç savaşa yeltenmeden kazanması ve beynimi bu nedenli meşgul etmesi sinirlerimi bozuyordu. O kızla ilgili kafamı kurcalayan her şeyin Hakan'la bile değil, bizzat kızın kendisiyle ancak çözülebileceğini düşünmeye başlamıştım ve kahvaltı sonrasında boş boş geçirdiğimiz birkaç saatin ardından alışveriş yapmak için arabaya yerleştiğimizde o günün bugün olabileceğine dair bir his vardı içimde. Bir yandan her şey yeni kıvam kazanıyorken gelmesinden deli gibi korkuyor, diğer yandan o ve onun sürekli olarak rahatsız eden varlığından kurtulmak istiyordum. Eminim dünyevi görüntüsü ve varlığı zihnime saldığı tehlikeli duruşundan daha güçsüzdü ve böylelikle her şey daha basit bir hal alacaktı.

Farkında olmadan seslice nüksettiğim iç çekişimin sessiz arabada olması gerekenden daha yüksek bir etki bıraktığını fark etmemle çaktırmadan Hakan'a baktığımda o da yandan bana bakıyordu. Bir şey söylemek ister gibi dudaklarını yaladı, ben de demesini bekledim fakat susmayı tercih etti. Oluşan sessizlik zihnimin davetini daha net duymamı sağladı ve tekrar düşüncelerime kendimi bırakacakken Hakan birden, "Bilmediğim bir şey mi var?" diye sordu.

Gözlerine dikilen gözlerimle boş boş baktım ve aklıma doğum gününde olanlar ve hemen ardından yok ettiğim notlar geldiğinde "Hayır..." dedim kuru bir sesle.

Alçak ama içten bir sesle "Emin misin?" diye sordu.

Cevap olarak kafamı aşağı yukarı sallamamla tatmin olmamış bir ifadeyle önüne döndü ve yolu izlemeye devam etti. Zaten kızın gelmeye niyeti varsa bugünü asla kaçırmaz ve değerlendirirdi, böylece bütün bu sakladığım şeyler ya inceldiği yerden kopar ya da sır olarak kalmaya devam ederdi. Ben ve bilinmeyen biri arasında. Tek katlı, butik gibi, yalnızca kostüm ve buna ilişkin şeyler satan bir dükkanın önünde durduğumuzda geceye yaklaştığımızı büsbütün hissettim ve bu yaklaşım belki o kızaydı da. Gerilen vücudumla Hakan'ın uzattığı elini tutarak dükkandan içeri girdim ve çok da büyük sayılmayan, belki de bundan ötürü gözlerimizi acıtacak derecede bir renk cümbüşüne maruz bırakan dükkana giriş yaptık. Ben etrafı şaşkın bakışlarla inceleyerek ilerlerken Hakan ilgisiz bir tavırla boşluğa doğru, "Selamun aleyküm?" diye seslendi.

Kimi yerde raflara özenle sıralanmış kostümler, kimi yerde gelişigüzel bir vaziyette üst üste yığılmış giysiler vardı ve bu kadar malzemeye mekanın yetersiz olduğunu düşündüm. Absürt sayılabileceklerden olağanüstü şık gözükenlere kadar her çeşit giysi mevcuttu ve yer yer bırakılmış aksesuarlar da ilginç gözüküyordu. Kumral bir kız vitrinlerin birinden boynunu uzatarak yanımıza yaklaşmaya başladığında Hakan'la olduğumuz yerde durduk. Çalışan kız, "Hoş geldiniz," diyerek yanımıza geldi ve güler yüzlü bir ifadeyle "Ne bakmıştınız?" diye sordu.

Gece yılbaşı gecesi olduğu için garipsemeyeceğini düşünüp direkt olarak "Akşam maskeli baloya davetliyiz," dedim ben de gülümseyerek. "Doğrusu benim için tuhaf bir tecrübe olacak ve ne giyeceğim hakkında pek bir fikrim yok." Tek elimle Hakan'ı gösterdim. "Tabi sevgilime de bakıyoruz."

Kadın, "Aslında korkulacak bir şey yok," diyerek arkasını dönüp ilerlemeye başladığında onu takip etmemiz gerektiğini anlamış ve peşine düşmüşken Hakan kadının bizi görmeyişinden yararlanıp arkadan beni yakaladı ve aceleyle boynumu öperken "Sevgilime de bakıyoruz..." diyerek kısık sesiyle beni taklit ettiğinde hoşuna gittiğini anlamıştım. Kıkırdamamı olabildiğince bastırmaya çalışarak onu kendimden itmeye çalıştım ve büyüyen gözlerimle aramızda birkaç adım mesafesi olan kadını işaret ettim. Kadın aniden arkaya döndüğünde saniyeyle normal halimize döndük ve "Önemli olan elbiseyi seçebilmek, ardından maske uydurmak kolay," derken yaşadığım heyecanla zonklayan kulaklarımdan ne dediğini çok sonra idrak edebilmiştim. 

Birkaç vitrin geçip kadının bizi yönlendirdiği bölüme geldiğimizde elbiselerden çok maskeler ilgimi çekmişti ve ilk olarak onlara bakmaya başlamıştım. Hakan da benimle beraber geldiğinden maskeleri aynı anda inceliyorduk. Kadının eli kostümlerin üstünde kalsa da ses etmeyip maskeleri inceleyişimizi izlemeye başladı. Ben hepsini tek tek inceleme peşindeyken Hakan hemen, "Ben bunu alıyorum," deyince kafamı şaşkınlıkla kaldırdım ve uzandığı maskeye baktım. Tüm yüzü kaplayacak şekilde beyaz renkteydi, yalnızca göz çevresi ve göz çevresinden aşağı süzülmüş yerler simsiyahtı. "Bu çok korkunç," dedim kaşlarımı çatarak. "Ben korkarım."

Dudağının tek kenarı yukarı kıvrılırken maskeyi kavramıştı. "İronik olur. Hem korkak, hem aşık."

Gözlerimi devirirken ondan tarafa döndüm ve "Alacak mısın onu gerçekten?" diye sordum.

Bu sırada maskeyi başından geçirmesi cevap niteliğindeydi ve taktıktan sonra yüzüme gözlerini açarak bakınca geri geri sendeleyişim ikisini de güldürdü ve Hakan gülerek maskeyi tekrar başından sıyırırken "Bunu alıyorum," dedi kadına doğru. Homurdanarak tekrar maskelere döndüm. "Gözüm alışınca da korkacağımı mı sanıyorsun?" Başka savunmam yoktu nerdeyse.

O takım elbiselere doğru ilerlerken neşeli gelen sesiyle "Bakacağız," diyordu, ben ise bazı maskeleri fazla abartı, fazla sade, fazla saçma buluyordum. Nihayetinde bir tanesine görür görmez elim gitti ve alıp incelediğimde daha bir kafamda yatarken gülümsedim. Sadece dudaklarımı açıkta bırakacak kısmı açıktı ve maskenin tamamı yeşil ve yeşilin tonlarındaki tavus kuşu tüyleriyle bezenmişti. Gülümserken Hakan'a doğru döndüm ve "Bana doğum gününde yaptığın benzetmeyi hatırlıyor musun?" diye sordum.

Kafasını kaldırıp önce bana, sonra elimdekine baktı ve tekrar gülümsedi. "Zor unuturum ben, bilirsin."

"Alalım mı bunu?"

"Al güzelim. Yakışır sana."

Kadına döndüm. "Bu da bende."

Onlarla beraber kostümlere bakmaya başladığımda tek renk, desensiz bir şey hayal ediyordum çünkü maskem oldukça şatafatlıydı. Hakan için en temizinden siyah beyaz bir takım elbise seçip işin içinden sıyrılmış fakat benim için hala bakınır haldeydik. Baktığımız elbiseler benim kafamdakinden çok uzak ve karışık olunca "Aslında ben maskeye dikkat çekmek istiyorum," dedim kadına bakıp. "Daha sade şeyler bakmamız mümkün mü?"

Elbiselere koyduğum filtre işimizi oldukça kolaylaştırmış, kadının önümüze sunduğu yeni elbiselerden hemen seçim yapmıştım. Siyah, straplez, saten bir elbise bulmuştum; ara boydu ve diz kapağımla bileğim arasında bir yerde biten, hafif pileli bir eteği vardı. Üst kısmı göğüslerime tam oturmuştu ve sıkı bir belden sonra uçuş uçuş bir eteğe dönüşüyordu kumaş. Alışverişi yaptıktan sonra akşam yemeği için bulunduğumuz konuma ters yönde tekrar yola çıkmıştık. Radyonun kısık sesi arabanın içini dolduruyordu, hem heyecanlı hem de gergin hissediyordum. "Yemekten sonra hemen eve mi gideriz?" diye sorduğunda "Evet," diye yanıtladım. "Ancak yetişiriz."

"Hım..." diye mırıldandı muzip bir sesle. "Başka bir şey unutmadık yani?"

Kaşlarım çattım. "Neyi ima ediyorsun?"

"Hediye almayacak mıyız birbirimize?"

"Hım..." diye mırıldanırken gülümsemiştim. "Aslında benimki hazır. Aras'la kalırken almıştım bir şey. Eminim beğeneceksin."

Kaşlarını havaya kaldırırken bilmişlikle kafasını salladı. "Tamam. Benimki de hazır o zaman."

"Göreceğiz..."

Yine lüks gözüken bir restoranın önünde durduğumuzda aşağı inip içeri ilerlerken buraya daha önce abimle geldiğimi anımsamıştım. Hakan elini belime attığında sessizce iç geçirdim ve etrafı incelerken içeri girdik. Gösterilen masaya yerleştiğimizde menüden iki farklı sipariş vermiştik. Yemekleri beklerken, "Daha önce başka bir maskeli baloya katılmış mıydın?" diye sordum.

"Evet," dedi kararsız bir sesle. "Galiba bir kez daha düzenlenmişti. Sıradan oluyor, kasmana gerek yok. En azından o zaman arkadaşlar arasında birbirimizi tanımıştık."

Tek kaşım kendiliğinden kalkarken etrafta göz gezdirdim. "O maskelerle kendimi bile tanıyacağımı sanmıyorum."

"Salsana biraz sen," derken ciddiydi. "Kimseyi tanıman ya da tanımaman gerekmeyecek. Hep beraber olacağız. Tamam?"

"Tamam..." diye mırıldandığımda duyduğum kaygılardan bihaber oluşu beni daha çok endişelendirmişti. Yemeklerimiz geldiğinde her şey bitmek için başlar, dedim içimden. Ne ondan sonsuza dek kaçabilir, ne de belirsizliğiyle yaşayabilirdim. O ve ondan doğabilecek ihtimaller için hayatımın akışını değiştirmek korkaklık olurdu. Bu partiye de bundan sonraki her etkinliğe de ondan dolayı ret karar vermeyecektim, karşımıza çıkarsa eğer bir çare düşünmek daha mantıklıydı. Hakan düşünceli tavrımdan yola çıkarak olsa gerek –ya da ne düşündüğümü biliyordu, konu o olunca hiçbir şeyi kestiremiyordum- birden fazla anlam taşıyan bakışlarıyla, sırıtarak, "Beni kaybetmezsin, korkma," dedi. Dudaklarımı zoraki bir tavırla kıvırırken somut bir kaybedişten mi yoksa soyut bir kaybedişten mi bahsediyor olduğunu düşünüyordum. Kesinlikle duyduğum soyut bir kaybetme korkusuydu.

Yemeklerimizi yediğimizde tekrar arabaya atlamış ve başka hiçbir yere uğramadan eve gelmiştik. Hazırlanmak, tekrar yola çıkmak epey zamanımızı alacağından pek oyalanmadan ben hazırlanmaya koyulmuştum fakat Hakan daha rahat gözüküyordu. Bodrum kattaki koltuklardan birinde yayılmış televizyon izlerken "Arkanı dönme sakın," dedim ama cevabını almadan soyunmaya başlamadım. 

Kısa sürede "Tamam," cevabı gelmiş ve elim pantolonuma gitmişti fakat hemen ardından tam karşı hizama gelen televizyon ekranı siyaha dönüşünce "Hakan!" diye çığırıp elimi pantolonumdan çekmiştim. Gür kahkahasına engel olamayıp tekrar televizyonu açmıştı ama çoktan ona doğru ilerlemeye başlamıştım bile. Yanına gittiğimde koluna yapıştım ve çekiştirmeye başladım. "Hadi kalk, senin de hazırlanman gerek hem."

Koltukta kalmak için dirense de en sonunda ayağa kalkmıştı. Onu merdivene doğru biraz sürükleyip "Herkes kendi odasına canım," dedim eğreti bir samimiyetle.

Beni taklit ederek "Öyle mi canım," dedi ve "Gece karanlıktan korktuğunda da bunu diyebilecek misin bakalım," dedi meydan okuyan bir tavırla.

"O ayrı," diyerek lafı ağzına tıkadım ve alelacele bir tavırla onu odamdan yolladım. Ona karşı tuhaf bir çekimserlik hissediyordum ve bu nedendi anlayamamıştım. Belki yaşından, belki ne zamandır dayatılan abi algısından ve belki de lakayt olduğu zamanlarda dahi yüzünün o resmi astarından kaynaklıydı. Bazen ona karşı fazla atılgan, bazen ise fazla tutuk hissediyordum.

Düşünceli adımlarla tekrar dolabın kenarına yürüyüp yatağımın ucuna oturarak ağır ağır soyunmaya başladım. Kapana kısılmış gibi hissetmem normal miydi, zira o partiye gitmemenin bir yolu yokmuş gibi hissediyordum. Peki gittiğimde ve o da geldiğinde ne olurdu? En fazla ne olurdu? Evet, sanırım bunun cevabını biliyordum: Hakan bütün İstanbul'un önünde bana verdiği namı ve şöhreti yine bütün İstanbul'un önünde acizliğe dönüştürebilirdi. Belki de bütün İstanbul'un önünde dürüstçe seçim yapmaktan kaçınmaz, benim durumumu ise zaten benden önce bu insanlara sahip değildi diyerekten hiç düşünmezdi. Pekala... böylesine hazır mıydım? Böyle bir ihtimali düşünmeden edebilecek miydim? Böylesi bir ihtimalden sonra Hakan'ın bedenen ya da ruhen değil, zihnimdeki -nerdeyse tamamını kaplayan- duruşunu kaybetmeye hazır mıydım?

Sonucu mecburen görecektim, bu kapana kısılmaktı işte. Tabi kız gerçekten oradaysa ve kendini gösterirse. Ayna karşısında düşünceli bir sakinlikle elbisemi giyindim ve makyaj yapmaya başladım. Elbette maskeyi çıkaracağımız zamanlar da olurdu. Fondöten, rimel ve mat, koyu mor bir ruj sürdükten sonra maskemi yüzüme tuttum ve nasıl durduğuna baktım. Gizemli. Gizemli duruyordu ve bugün orada herkes gizemli olacaktı.

 Saçlarımı çok da tepeden olmayan dağınık bir topuz yaptıktan sonra dolabıma ilerleyip siyah stiletto ayakkabılarımı çıkardım ve giydikten sonra yanıma yine siyah kare bir çanta alıp merdivene doğru yürüdüm. Koridora tırmandığımda Hakan'ı sırtını duvara yaslamış –hem de maskeyle- bir vaziyette görünce korkuyla yerimde sıçradım ve ayağa kalktığımda –ben daha maskemi takmamıştım- ellerimle gözlerimi kapayarak sırtımı ona döndüm. "Hadi ama, bütün gece benlesin," diyordu ama gülmekten de kendini alamıyordu.

 "Gerçekten komik mi?" diye çığırdığımda gülmesi katlandı ama devam ettim. "Bütün gece böyle olacağız, beğendin mi yaptığını?"

Biri ellerimi çekiştirdiğinde direndim ama gücüne karşı koyamadığımda kendimi serbest bıraktım. Ellerimin yüzümden inmesiyle tekrar görüş açımı beyaz, korkunç bir yüz doldurdu ve gözlerimi korkuyla yumup kafamı başka yana çevirdim çünkü Hakan kahkahalarının arasından ellerimi de bırakmıyordu. "Hakan çıkar şunu! Lütfen!"

Saniyeler sonra gülmesini durdurabildiğinde "Kızım ama alışman lazım," dedi hala neşeli çıkan sesiyle. "Bütün gece böyle durmak zorundayım. Bak bana."

 "Ama ben sana demiş..."

"Bak!"

Gözlerimi hafifçe aralayarak yüzüne baktığımda ilk olarak istemsizce tekrar yumdum ama sonraki açışım kafamı geriye iterek, uzaktan bakmak şartıyla daha uzun sürmüştü. Hakan bakabildiğimi görünce büründüğü otoriter ciddiyetinden sıyrıldı ve tekrar gür bir kahkaha patlattı. Aynı zamanda kapıya doğru ilerliyorduk. Suratımı asarak onu takip ederken birden dönüp, "Sen tak bakayım?" dediğinde takmak yerine maskemi yüzümün üstüne tuttum. "Hım..." diye mırıldandı beğeniyle. "Güzel. Günlük hayatta da düşünebilirsin maske işini."

"Nedenmiş?"

 "Güzelliğini gizlemek herkes açısından daha korunaklı olur."

Asık suratım anında yumuşarken onun bunu iltifat olsun diye söylemediğini biliyordum ama yine de "Teşekkür ederim..." diye mırıldandım.

Arabaya yerleştiğimizde korkum biraz daha hafiflemiş gibiydi. Sessiz, yolu takip eder halde bir yolculuk geçiriyorduk. Bir ara Hakan, "Yeni yıla birlikte gireceğiz," demişti. "Nasıl hissediyorsun?"

"İnşallah..." dediğimde "Anlamadım?" diye karşılık verince "Mutluyum..." demiştim bu defa. "Yıllardır kayıp olan aşkımı, hatta benliğimi bulmuş bir şekilde gireceğim."

Yolu izlerken "Benim için... çok tuhaf," diye mırıldanmıştı. "Koray yok. Yerine aynı evi paylaştığım bir kız var. Ve bu kız Koray'ın kardeşi." İç geçirip kısa süreliğine bana bakmıştı. "Ama yine de ben de mutluyum."

Kıvrılan dudakları ve hafifçe küçülen gözleri yaşadığım bütün yılların bu güzellikten, bu kareden uzak olduğu için ne boş olduğunu düşündürdü. Belki de şu an bu gülüşün tam göbeğindeydim de ileriki yıllar asıl gittikçe uzaklaşmak olacaktı. İçime düşen kasvetin yayılmasına bu defa izin vermemiştim. Sinan'ın şu daha önce de apar topar gelip apar topar gittiğim mekanının önüne geldiğimizde Hakan arabayı durdururken maskemi kafama geçirmiştim. O ise zaten gözüm alışsın diye yolculuğun başından beri maskeliydi ve ben de korkmamak adına bir formül üretmiştim; sadece gözlerine bakıyordum. Kol kola girmiş bir vaziyette mekandan içeri girdiğimizde herkesin ve neredeyse yüzleri hiç gözükmeyecek şekilde maskeli oluşu beni ürküttü ve ayaklarım geri geri giderken Hakan "Sakin ol," diye fısıldadı. "Hayat dersi vermek istemem ama günlük hayatta da çoğu insanın maskeli olduğunu bilirsin. Bu çok daha korkunç."

"Sana da çok karmaşık gelmiyor mu?" diye sorduğumda "Hayır," diye cevapladı. "Büyük resme bakma. Sadece bana bak."

Çalan müzikle beraber dans eden insanların arasında bir yer edindiğimizde hem ortama adapte olmaya çalışıyor hem Hakan'la dans ediyordum. Aradan dakikalar geçmesine rağmen Hakan da kimseyi tanıyamamıştı, hatta kimse kimseyi tanıyamıyordu çünkü ne birbirleriyle selamlaşan ne de tokalaşan insanlar görüyordum. Bir elim omzundaydı ve diğer omzuna da hafifçe alnımı yaslamıştım. Doğum günü gecesinde gördüğüm gözlerle göz göze gelmek ne feci olurdu kim bilir! Hakan bile tanımasa da ben hatırlayacağımdan o kadar emindim ki. Kafamı kaldırıp çevreyi inceledikçe rahatlamaya başlamıştım çünkü gerçekten kimse tanınır halde değildi ve bu birden rahatlatıcı gözükmüştü. Hakan kafasını bana eğip "Sıkılıyor musun?" diye sorduğunda gülümseyerek kafamı iki yana salladım. Allah'ım, maskesi bir vampiri andırıyordu ve gerçekten korkunçtu!

Dakikalar tahmin ettiğimden çok daha sakin, hatta düşündüğümden de olaysız bir şekilde sürüp gidiyordu. Dolayısıyla bu vücuduma etkisini pozitif yönde bir gevşeyiş olarak göstermişti ve daha serbest hissediyordum. Gecenin sonlarına doğru, yani tam gece yarısı herkesin dışarıya çıkıp dilek balonu uçuracağını öğrenmiştim Hakan'dan ve o vakte çok yaklaşmadan "Lavabo nerde?" diye sordum ihtiyacımı görmek için.

Eliyle tarif ettikten sonra, "Gelmemi ister misin?" diye sorduğunda gülümsedim ve "Kaybolma yeter," dedim.

Kalabalığın arasından kimseyle muhatap olmadan ilerlemeye özen göstersem de istemsiz olarak göz analizinde bulunuyordum ve lavaboya vardığımda kafam allak bullaktı. İçeriye girdiğimde kimseyi göremedim ve rastgele bir kabine girdim. Kendimi aşırı paranoyaklıkla suçlayıp azarlarken kapı gıcırtısı değil ama dışarıdan belli belirsiz bir ses geldi. Kulak kabarttığımda da bu seslere anlam veremedim ve işimi bitirip dışarı çıktığımda kimse yoktu. Aynalardan birindeki kırmızı öpücük izi hariç. Kaşlarım çatılırken aklıma ilk olarak Gizemli Kız'ın gelmemesi için uğraşıyordum çünkü saplantılı bir şekilde ona odaklanmam haricinde elimde hiçbir şeyim yoktu. Pekala, saçmalıyordum, biri eğlenmek amaçlı yapmış ve gitmişti. Buna rağmen ellerimi yıkarken kaşlarım hala çatıktı ve içten içe acele ediyordum. Kendimi mekana attığımda ilk işim hızlıca etrafı süzmek olmuştu. Peki o olsa bile nasıl tanıyacaktım ki? Yüzünü dahi tam anlamıyla görememiştim ki zaten şu an muhtemelen yüzü de örtülüydü. Bu düşünceden yola çıkarak gözlerimi çevreden alıp bu defa Hakan'a bakınırken kadrajıma tıpkı o günkü modelde ve renkte, zümrüt yeşili bir elbise ilişmişti. Bakışlarımı yukarı kaydırıp kızın yüzüne tırmandığımda göz göze geldik. Aramızda hatrı sayılır bir mesafe vardı ve o da siyah maskesinin ardından beni izliyordu. Kaşlarım bir kez daha hafifçe çatılırken ona doğru adımlarımı hızlandırdım ve o da bunu fark etmesiyle yerinden doğrulup göz temasını kesmeden hızlıca ilerlemeye başladı. Benden kaçtığını anlayınca hiç çekinmeden koşar vaziyet aldım çünkü bu defa onu kaçırmaya hiç mi hiç niyetim yoktu.

O korktuğum insanlar artık anlamını yitirdiğinden olsa gerek, kimisini kenara, kimisini öteye-beriye iterek koşulsuz şartsız bir kovalamacanın içine girdim ve kızın anlık gelen dalgınlıktan olsa gerek, bir koridora sapmasıyla işimin kolaylaşacağını anladım çünkü pek tabi kendini çıkmaza sokmuştu. Aynı koridora ben de saptığımda direkt olarak karşımda bulmuştum onu, kısa bir koridordu. Gözlerini bana dikerken diğer yandan kapıları zorluyordu ama sanırım hepsi kilitliydi. Adım adım ona yanaşırken "Kaçmaktan sıkılmadın mı?" diye sordum. "Sen o kızsın değil mi, önceki partide de gördüğüm kız?"

Her cevap alamadığım saniye için bir adım atıyordum. "Bak, yarattığın gizem hiç mi hiç etkili değil. Bu halinle bile, seni hiç tanımamama rağmen çıkarabiliyorum."

Kapıdan umudunu kesmiş olacak ki aramızda beş altı adım kalası yerinde dikleşmesiyle ben de durdum. "Evet, çünkü sen zavallısın," dedi ilk defa duyduğum sesiyle. Farklı, tiz bir sesi vardı. "Hakan'ı kaybetmekten o kadar korkuyorsun ki, o kadar odaklanmışsın ki, kafayı o ve benle bozmuşsun," dedi ve sinir bozucu bir ifadeyle dudaklarını kıvırdı. "Buna mahkumsun."

 Kafamı iki yana salladım. "Yo... Bana kafayı bozduran şey sen ya da Hakan değil... belirsizlik." Cevap vermeden yüzüme bakmasıyla devam ettim. "Senin gibi gizemden, sırdan, kaçmaktan, kovalamaktan hoşlanmam. Bunlara ayıracak vaktim yok. Açık oynamayı severim. Sen de denemek ister misin?"

Kuşkulu sesiyle "Nasıl?" diye sordu.

Tek elimi temkinlice maskeme atıp durdum. "Mesela... Hakan'da yıllar sonra ikinci baharı yaşatan kızın yüzünü görmek ister misin? Günlerdir gördüğü tek kızın yüzünün nasıl bir şey olduğunu merak etmiyor musun? Zira ben geçmişe gömdüğüm kızın yüzünü görmek isterim..."

Maskenin altından alaycı bir gülüş sesi duymamla duraksadım. "Bu kadar eminsen tarihe gömüldüğümden, neden benden bu denli korkuyorsun? Seni hala bana karşı duyarlı yapan ne? Küllerimden doğacak olduğumu bilmen mi?"

Elimi aşağı indirirken dudağımın tek kenarı yukarı kıvrıldı. "Denemeye ne dersin?" Muhtemel sonu ertelemeye gerek yoktu.

Buradan bakınca siyah gözüken gözlerine kararsız bir ifadenin çökmesini umursamadım ve onun bile itiraz edemeyeceği bir hızla kolunu kavrayıp koridorun ters yönüne doğru sürüklemeye başladım. Kolunu kendine doğru çekiştirirken bırakmamı söylüyordu ama onu asla umursamıyordum. Tek bildiğim elimden kaçırmadan Hakan'la yüzleşebilmekti. Onunla dans ettiğimiz yere doğru kolundan tutarak sürüklediğim bir insanla sürat içinde ilerlerken bir kalabalık olduğunu veya göz yanılması gibi bir şey yaşadığımı ayrımsadım fakat inatla yürümeye devam ettim. Hakan'ın yanına vardığımda gerçekten başına insanlar toplanmıştı. Bir çocuk karşısında dikilmişti ve elinde tuttuğu –saçma bir şekilde- saat kolyeyi sallıyordu. Yanında kedi maskeli bir kız vardı. Hakan'ın gözü beni görmemişti bile. Çocuk, "Senin hala kafan bir milyon ya," diye bağırdı dalga geçer gibi ve sesi tanıdık geliyordu. "Bununla mı girmeyi planlıyordun yeni yıla?"

Maskesini çenesinin altından tutarak sıyırdı. Çağatay'dı. Ardından bana kısa bir bakış attı ve yanımdaki kıza gözleri kaydığında gereğinden fazla bakıştılar. Ardından tek eliyle beni işaret ederek, "Bu kızı hiç hak etmiyorsun," dedi gözlerini kısarak.

Hakan'ın sinirden bütün vücudu kasılmıştı, öyle ki konuşmakta bile güçlük çekebilecekmiş gibi duruyordu. Avuç içi açık bir vaziyette Çağatay'a elini uzattı ve "Feriştahına kadar kaymadan önce onu bana ver," dedi mekanik bir sesle. Çağatay vurur gibi eline saat kolyeyi bıraktı ve "Asla düzelmeyeceksin," dedi acır gibi.

Olanları kavramaya çalışırken diğer yandan kızı tutuyordum ama sanki o da artık kaçmaya çabalamıyordu. Hakan ve Çağatay'ın arasına kıvırcık saçlı bir kız atıldı ve maskesini sıyırıp yere fırlattıktan sonra –Hande idi- işaret parmağını Çağatay'ın göğsüne vura vura "Sen benim kardeşimle böyle konuşamazsın!" diye bağırdı tane tane, gücünün yettiği kadar.

Çağatay Hande'nin koluna dokunacağı vakit Hakan ışıktan daha hızlı bir hamleyle Çağatay'ın kafasına kafasını geçirdi ve çığlıklar eşliğinde Çağatay yere serilmişti. "O elini keserim senin!" diyerek karnına tekmeler atmaya başladığında olanları sindirmekte güçlük çekiyordum, vücudumda ne halde olduğundan emin olduğum bir yer varsa o da elimdi ki kızın kolunu acıttığımdan artık emindim. İnsanlar Hakan ve Çağatay'ın arasına girerken nerdeyse hemen hemen herkesin maskesi inmişti ve Çağatay'ın yanındaki kedi maskeli kızın Merve olduğunu görmüştüm. İrkilmiş ifademden abimle göz gelince sıyrıldım. Bana büyük bir esef ve onaylamazca baktıktan sonra buruşmuş yüzünü iki yana sallamış ve yavaşça uzaklaşmıştı.

Kafam iyice allak bullak olurken Çağatay'ı salonun diğer tarafına götürmeye başladılar. Sinan gelmiş ve ortalığı yumuşatmak adına herkesin dışarı çıkmasını istediğini, gece yarısının yaklaştığını ve dilek feneri uçuracağımızı söylemişti. Hakan nihayet beni fark ettiğinde "Hadi bebeğim," dedi olanları sezdirmek istemiyormuş gibi. "Gidelim."

 "Hakan," dediğimde duraksadı. Hiçbir şey birazdan göreceğim tepki kadar beni sarsmazdı. Beni süzerken yeni fark ediyormuş gibi yanımda duran kıza şüpheyle baktı ve tekrar bana döndü. Kıza dönüp hızlıca elimi maskesine attım ve anında başından yukarı sıyırdım. "Bu kızı tanıyor musun?"

Cevap almadan önce kısaca kızı incelemek istemiştim, üstünkörü baktığımda koyu yeşil gözleri, ince dudakları ve dik bir burnu olduğunu gördüm. Kaşları da kalın ama biçimliydi. Kalbimin ağzımda attığını hissederken dolan gözlerimle Hakan'a döndüm. Belki de yıllardır görmediği aşkıyla kavuşturuyordum.

Boş bakışları değişmediğinde kaşlarım çatıldı ve işin tuhaf kısmı Hakan'da bu bile olmamıştı. Dudağının tek kenarı umursamaz bir ifadeyle yukarı kıvrıldı ve tek kelimeyle, "Hayır," diye cevapladı.

Aralanan dudaklarımla kıza döndüğümde şaşkınlığımla gevşeyen elimden yararlanarak kurtulduğu gibi yanımdan fırladı ve koşarak uzaklaşmaya başladı. E peki kimdi o zaman? Bir defa daha allak bullak olmuş bir ifadeyle arkasından bakakalırken Hakan "Herkes çıktı yavrum," dedi bana seslenir gibi. "Hadi."

Zar zor kafamı ona çevirip gülümsedim ve "Tamam," dedim cılız bir sesle.

Mekandan dışarı çıkarırken montlarımızı giymiştik ama elim ayağım sanki tutmuyordu. Olabildiğince düşüncelerimi bastırmaya çalışıyordum çünkü düşünsem de bu kafayla bir yere varamayacaktım. En azından anın tadını çıkarmak istiyordum zira bunları düşüneceğim bolca zamanım olacaktı. Kapıda herkese paketler halinde dilek balonları dağıtılıyordu, ben almıştım ama Hakan almamıştı. Zaten herkes gibi caddeye indiğimizde ben daha önce hiç uçurmadığımdan benim dilek balonumu Hakan ayarlamıştı. Geri sayım başlarken balonu dikkatlice tuttum ve Hakan'ın gözlerine baktım. O da o sırada dilek tuttuğumu anlamıştı. İlk aklıma gelen ve en istediğim olacak şekilde, aramızdan artık şu belirsiz şeylerin kalkmasını ve birbirimize karşı tamamen yalın kalmamızı dilemiştim. Hep bir ağızdan sayılan geri sayım bittiğinde herkesle beraber ben de balonumu bırakmıştım. Gökyüzü dilek balonları ile aydınlaşmış bir hale geldiğinde oldukça güzel bir görüntü çıkmıştı ortaya. "Hakan, bak!" dedim heyecanla. Tek eliyle belimi kavrayıp benimle beraber kafasını yukarı dikerken "Görüyorum bebeğim, görüyorum..." diye mırıldandı.

Devamında burada olan işimiz bitmişti, tekrar mekana girmemiş ve Hakan'ın arabasına yerleşmiştik. Evimize doğru yola çıktığımızda sanki bütün belalardan gittikçe uzaklaşıyor ve Hakan'la olan herkesten uzak yuvamıza dönüyorduk. "Bütün yılım seninle geçer mi dersin?" diye sordum sırıtarak. Şu kız olayı kafamı kurcalamaya devam ettiği kadar rahatlatmıştı da. Demek ki önceki partide yaşananlar da Gizemli Kız'a ait değildi.

Hakan da cevap olarak sırıtarak, "Seni bırakır mıyım dersin?" diye sorduğunda gülümsemem katlanmıştı. Radyoya doğru uzanıp "Şimdi sana eski ama tam seni anlatan bir şarkı açacağım ancak anlayamayabilirsin," dedim.

"Nedenmiş?" diye sorduğunda "Yabancı," diye cevap verdim. Diğer yandan şarkıyı açmaya çalışıyordum.

"Sen anlıyor musun?"

"Evet."

"O zaman bana çevir," dediğinde ona sinsi bir bakış attım ve dudaklarımı yalayıp "Peki..." diye mırıldandım. Bu sırada Katy Perry'in E.T şarkısı açılmıştı. Kadının sesine bağıra bağıra şarkısıyla değil çevirisiyle eşlik ederken o da ben de mutluyduk ama o aynı zamanda sözlere odaklanmıştı.

 Youre so hypnotizing
Büyüleyicisin 

Could you be the devil, could you be an angel
Şeytan olabilir misin, bir melek olabilir misin?

Your touch magnetizing
Dokunuşun cezbedici 

Feels I am floating, leave my body glowing
yüzer gibiyim, vücudumu kor halde bırak  

  They say be afraid
Bana korkmamı söylüyorlar 

Youre not the others, futuristic lover
Sen diğerleri gibi değilsin, gelecekçi aşkım 

Different DNA, they don't understand you
DNA'n farklı, onlar seni anlamaz  

  Youre from a whole another world
Sen tamamen farklı bir dünyadansın 

A different dimension
Farklı bir boyuttan 

You open my eyes
Gözlerimi açtın 

And I'm ready to go, lead me into the light
Ve ben gitmeye hazırım, bana ışığa doğru öncülük et   

  Kiss me, k-k-kiss me
Öp beni, ö-ö-öp beni  (Burada ciddiyetimi sorgular gibi bakmıştı.)

Infect me with your love,fill me with your poison
Bana aşkınla bulaş, ve beni zehrinle doldur 

Take me, t-t-take me
Al beni, a-a-al beni 

Wanna be your victim, ready for abduction
Kurbanın olmak istiyorum, beni kaçırmana hazırım 

Boy, youre an alien, your touch are foreign
Oğlum, sen bir yabancısın, dokunuşun yabancı 

It's supernatural, extraterrestrial
Doğa üstü, dünya dışı 

Youre so supersonic
Sesten hızlısın 

Wanna feel your powers, stub(?) me with your lasers
Güçlerini hissetmek istiyorum, beni lazer ışınlarınla çarp 

Your kiss is cosmic, every move is magic
Öpüşün sonsuz, her hareket sihir   

...

  There is this transcendental, on another level
Burada insan bilincinin sınırını aşan şey var, farklı bir seviyede 

Boy, youre my lucky star
Oğlum, sen benim şans yıldızımsın 

I wanna walk on your wave length
Dalga boyunda yürümek istiyorum 

And be there when you vibrate
Ve sen titreştiğinde orada olmak istiyorum 

For you I risk it all' all
Senin için her şeyi riske ederim her şeyi 

~

Şarkı bittiğinde "Nasıl ama?" diye sordum yandan yandan bakarak. "Muazzam," derken samimi gözüküyordu. "İçimde nedense bu şarkıyı sana hatırlatacağıma dair bir his var."

Neden bahsettiği hakkında bir fikrim yoktu ama "Olur," dedim keyifle. 

Eve girdiğimizde ikimiz de yorgun hissediyorduk ancak Hakan için yılbaşı gecesi bitmemiş gibiydi. İkimiz için de kadehlere şarap doldurup elime tutuşturmuş ve montumu çıkarmayıp terasa çıkmamı söylemişti. Nereye gittiğini bilmiyordum ama portmantoda bir yerlere ona aldığım kot ceketi bıraktığımı hatırlayıp yanıma aldım ve ardından bahsettiği terasa çıktım. Manzara harikaydı ama aşırı üşüyordum. Birkaç dakika etrafı inceledikten sonra Hakan'ın "Güzel mi..." diye soruşuyla kendime geldim. Ona irkilerek dönüp gülümsedim ve "Çok güzel..." diye mırıldandım.

Cebinden çıkardığı saat kolyeyi başımdan aşağı geçirip boynuma astı ve "Senindi," dedi. 

Kaşlarım çatıldı ve "Çağatay neden bunu eline almıştı?" diye sordum.

"Bizi hala hazmedemedi çünkü," dediğinde başımı eğip kolyeye baktım. Eskitme modelliydi. Teşekkür ederken gülümsedim ve elimdeki paketi ona doğru uzattım. "Bu da benden."

Pakete bakarken "Senden bir şey beklemediğimi biliyorsun," dedi teyit etmek ister gibi. "Biliyorum... ama aklıma seni getirdi."

Paketi açtığında kot ceketin arkasındaki Barbie yazısını görene kadar espriyi anlamadı ve gördüğünde ise oldukça şaşırdı. "Nasıl? Erkek ceketine mi?" diye sorduğunda gülerek kafamı salladım. Hemen ceketi üstüne geçirip denerken "Nasıl oldu?" diye sordu gülerek.

Telefonumu çıkarıp "Sırtını dön," dedim ve arkadan fotoğrafını çekip sonrasında ona gösterdim. "Fena da durmamış ha," dediğinde "Bence de," diyerek ona katıldım ve mermerin üstüne bıraktığım kadehlere yöneleceğim sırada duvara yaslanmış uzun, tüfek tarzı silahı görünce kanım çekilmiş bir halde Hakan'a döndüm.

Hala gülümser bir halde "Korkma," dedi şefkatli bir sesle. "Babam yılbaşı geceleri hep silah atardı. Ondan bana geçen alışkanlık işte. Atalım mı beraber?"

Kaygılı bakışlarım tekrar silaha döndüğünde kararsızca baktım. Hep bir kaza çıkacakmış gibi hissediyordum. "Bilmiyorum... Beni huzursuz ediyorlar.  Ama sen varken kontrolden çıkamayacağına eminim..."

Yüzüne bakıp gülümsediğimde o da keyifli bir ifadeyle silaha doğru uzandı ve aynı zamanda "Beni kanıksamaya başlıyorsun..." dedi.

Eline aldığı silahı kurcalarken ona, "Baban yaşıyor mu?" diye sordum.

"Evet?" dedi soruma anlam verememiş gibi. Ardından devam etti. "Ölmüş gibi bahsettim değil mi? Hala yapıyordur belki de, bilmiyorum. Onlarla kalırken şahit oluyordum."

"Hım..." diye mırıldandığımda "Tanıştırabilirim seni bir gün istersen?" diye sordu kurnaz bir bakış atıp.

Bunun beni utandıracağını biliyordu, keza yanaklarımın kızardığını hissettim ve "Olabilir..." diye mırıldandım belli belirsiz bir sesle.

Terasın kenarına doğru ilerlerken içten içe halime güldüğünü biliyordum ama dışından bir şey demeyip "Gel," dedi sadece.

Yanına korkak adımlarla ilerlerken hafifçe yan çizmeye niyetlenip, "İstersen sen yap sadece?" diye sordum sessizce.

Yüzüme onaylamayan bir bakış attığında bunu kabul etmeyeceğini anlayıp korkulukla arasında açtığı mesafenin içine girdim ve Hakan'ın yukarı kaldırdığı silahın tetik kısmındaki elinin üstüne elimi koydum. "Haber ver bana."

"Üç... iki... bir..." Aynı anda tetiğe bastığımızda silah geri teperek kurşunu içinden fırlatmıştı. Tek atış yapacağımızı sanmıştım ama Hakan'ın devam etmesi üzerine hemen adapte olup onunla beraber tetiğe basmaya devam etmiştim. Sanki stres atıcı bir yanı vardı. Sanırım içerideki kurşunlar bittiğinde silahı temkinlice tepemizden indirdi ve bana bakıp, "Nasıl?" diye sordu.

Gülümsedim... "Güzeldi."

Silahı kenara bırakıp kadehlerimizi elimize aldığımızda Hakan tokuşturmamı ister gibi bana doğru uzattı. "Şerefe."

Kadehimi onunkine hafifçe çarptım. "Şerefe sevgilim."

Kafamızı yıldızlı gökyüzüne dikerek sessizliğe teslim olduğumuzda kafamızın içinde dönen çarkların sesi duyulacak gibiydi ama ne olursa olsun birbirimizin varlığından güç alıyor gibiydik. Düşünmem gereken ve bilinmez olarak nitelendirebileceğim tonla şey olsa da kafamda hepsini korkutucu yapan, kaybetme korkusunu yaşattıran varlık şu an tam yanımdaydı ve bu en azından şimdilik üstümüze oynanan oyunların bizi teğet geçtiğini gösteriyordu.

~

Selamlar, nasılsınız? Nasıl buldunuz, yorumlar neler? 

Sizinle bu paragrafta birazcık konuşalım mı, ya da ben dert yanayım mı :d Bugüne kadar bölüm atma-yazma konusunda çeşitli sorunlar yaşadım, atlattım ya da atlatamadım bu önemli değil çünkü şu an yaşadığım çok başka ve duygulandırıcı. Ne mi? Finale yaklaşıyoruz :') Çok çok yakın diyemem ama finali oluşturacak olay örgüsünün içine girdik giriyoruz ve bilirsiniz ki basılacak olan kitapların genelde finali sitede olmaz. Kitaplaşmayla alakalı kesin bir şey yok ama eğer olursa -ki istiyorum- elle tutulur cinsten bir kısmı basıldıktan sonra okuyun istiyorum. Hal böyle olunca bölümleri tereddütlü yüklüyorum çünkü ciddi manada yaklaşıyoruz. Sizce ne yapmalıyım, sizin fikirleriniz neler?

Veee asla bölüm hakkındaki görüşlerinizi bildirmeyi unutmayın çünkü beklemedeyim :) Bu ve bundan önceki bölümü en az 500 oya ulaştırırsak sevinirim. Ayrıca bölümlerle ilişkin fotoğraflar paylaştığımız parodilere de göz atmanızı öneririm, hepsine İnstagram adresimizden kolayca ulaşabilirsiniz > takintiwattpad.

Görüşmek üzere!

Continue Reading

You'll Also Like

424K 3.9K 8
BAKTIKÇA KAYBOLUYORUM.GÜN GEÇTİKÇE SİLİNİYORUM.YARDIM ET GÖZLERİNDEKİ KARANLIKTA BOĞULUYORUM. SİSLİ BİR GECE GİBİ , SONSUZ BİR GİRDAP GİBİ. ÇIĞLIKLA...
2.6K 264 11
Ben Okyanus Kara. Kimileri için bir kurtarıcı, Kimileri için bir hırsız, kimileri için bir çıkış yolu, kimileri için bir katil, kimileri için bir mel...
876 104 6
"Sence bana aşık olman ve mantığını çiğnemen ne kadar doğru bir karar, Beste? Bizden asla biz olmaz ki... Belki birbirimize uygun değildik, belki ma...
484K 25.5K 40
(2) Thomas Boyle, hayatında ilk defa saf bir kadını arzuladı. Bellanita Hill, Thomas Boyle'un ilk karmaşası oldu ve bu onu çok daha çekici kıldı.