"GÖLGE" - Magic Serisi I ∞

By rabiaabalta

34.4K 2.5K 2.4K

# WattpadFantasyTR Okuma Listesinde /'Sylvia, kasabaya ilk inişinde tanıştığı kişinin bir kara büyücü olacağı... More

1. Gizem(Kasaba)
2. Gizem(Grimlocks)
3. Gizem(Koruma Kalkanı)
4. Gizem(Açılış Balosu)
5. Gizem(Zehir)
6. Gizem(Ressam)
7. Gizem(Kuyu)
8. Gizem(Duyuru)
9. Gizem(Yasaklı Kütüphane)
10. Gizem(Büyü Tarihi)
11. Gizem(Lanetli Zindan)
12. Gizem(Hayaletin Yolu)
14. Gizem(Ceza Odası)
15. Gizem(Beni Bekleyen Ev)
16. Gizem(Davetsiz Misafir)
17. Gizem(Hazır Büyü Kitabı)
18. Gizem(Felaketin Habercisi)
19. Gizem(Kehanet)
20. Gizem(Aynadaki Yansıma)
21. Gizem(Vizyon Bağı)
22. Gizem(Erken Bir Veda)
23. Gizem(Derine İnen Kökler)
24. Gizem(Tuval)
25. Gizem(Sorgu)
26. Gizem(Şüphe)
27. Gizem(Kayıp Anılar)
28. Gizem(Kalitra'nın Kadehi)

13. Gizem(Ejderhanın Kafesinde)

773 94 26
By rabiaabalta


Önümdeki 'platforma' döndüm. En azından hayalet çocuk öyle olduğunu söylemişti. Bu bir tuzak mıydı, yoksa beni özgürlüğüme kavuşturacak olan yol muydu? Platformun içine dikkatlice bastım. Adımlarıma dikkat ederek içinde bir tur attım. Oldukça küçük bir alandı. Bir kulaç genişliğindeydi ve alanın çoğunu anka heykeli kaplamaktaydı.

Uzanarak ankaya dokundum. Dikkatle altın kaplamalı kanatlarını ve yakuttan yapılma gözlerini inceledim. O sırada kanadına işlenmiş olan yazı dikkatimi çekti.

'Syngaradosa'

Kaşlarımı çattım. "Syngaradosa?"

Birden platform hareketlendi ve sallanmaya başladı. Anka heykelinin yakut gözleri parladı. Korku içinde kendimi duvardaki boşluktan atmaya yeltendim.

O esnada anka, kendi etrafında ağır hareketlerle dönmeye başladı. Platform ankanın hareketiyle beraber yukarı doğru yükseliyordu.

Rahat bir nefes aldım. Hayalet sadece beni korkutmak istemiş olmalıydı. Yalancı pisliğin teki olması bir yana, kara büyüyle ilgili söylediklerinde haksız değildi. Bu aralar çok sık kendimi kaybediyordum. Normalde asla kara büyü yapan biri değildim. Ve bunun önemli bir sebebi vardı. Kara büyü hayatımı mahvetmişti. Sahip olduğum her şeyi benden almıştı. En değerli şeyimi. Annemi.

Annem bir kara büyücü tarafından öldürülmüştü. Lovena'ya bunu anlatmak istememiştim. Aslında bu kimseye anlatmak istediğim bir şey değildi. Ama artık kara büyüden nefret etme sebebimi anlamışsınızdır sanırım.

Platform nihayet durduğunda, dışarı adım atarak dikkatlice etrafı inceledim. Grimlocks'un üst katlarından birinde olmalıydım. Önümde iki ayrı yöne uzanan koridorlar vardı. Pencerelerden içeri sızan güneş ışığı, zindanda sandığım kadar uzun kalmadığımı gösteriyordu. Bu rahatlamamı sağlamıştı. Tek sorun, hangi yöne gideceğimi bilmiyor olmamdı.

"Imm... Bir yol gösterme büyüsü tam şu anda iş görür," diyerek değneğimi çıkardım. Gözlerimi kısarak hafızamı yoklamaya çalıştım. Bir hatırlayabilsem...

"Nasıldı..." diyerek başımı kaşıdım. Gözlerimi sımsıkı yumarak zihnimi yokladım. "Aklıma gelmiyor! Resmen kayboldum!"

Son cümlemin ardından birdenbire zeminden bir levha fırlayarak karşımda belirdi. Geriye sıçradım. Sağ tarafı gösteren ok işaretinde 'Orta Bölüm', sol tarafı gösteren ok işaretinde ise 'Sağ Kanat' yazılıydı.

"Bu şeylerde hareket sensörü mü var?" dediğimde levha kafasını kaşıdı.

Değneğimi kemerime takarak sağ tarafa doğru var gücümle koştum. Orta bölüme ulaştığımda rahat bir nefes aldım. Kat büyüsünü kullanarak zemin kata inebilirdim. Derin bir nefes aldım ve gözlerimi yumarak elimi şıklattım. Gözlerimi açtığımda, okulun kapısı tam karşımdaydı.

"Sonunda!" diye haykırdım kendime engel olamayarak.

Portallar aktifleştirilmişti. Portalların önünde öbek öbek öğrenci grupları yığılmıştı ve geçiş yapmak için sıralarını bekliyordular. Hızla kendimi bahçeye atarak bizimkileri aramaya koyuldum. Hızlı adımlarla etrafta dolanırken Knight ve çetesini gördüm. Calvin beni fark etti. Elini yavaşça kaldırarak tebessüm etti. Selamına karşılık vermeden yanlarından geçtim. Calvin'e ve aniden 'aşırı samimi' tavırlarına güvenmiyordum. Kaba olmak, aptal yerine konmaktan iyiydi.

Tam o sırada, onları akuamarin taşıyla bezeli bir geçidin önünde buldum. Lovena iki eliyle el sallayarak beni yanlarına çağırdı. Koşarak yanlarına vardığımda, kollarımdan tutarak beni karşısına aldı.

"Ne oldu sana böyle! Darmadağın olmuşsun! Güzelim saçlarına ne yaptın?"

"Ne?" diyerek elimi başıma götürdüm. Ve rutubetli ve nemli bir zindanda uzun süre kalmanın kabarık saçlarım için hiç iyi olmadığını öğrendim.

Lovena kolları sıvayarak arkama geçti ve kabarık saçlarımı itinayla örmeye başladı. Bu takdire şayandı, çünkü ben bu saçlarla doğmuş olmama rağmen onlara söz geçirmeyi hiç öğrenememiştim. O saçlarımla meşgulken ben nefes nefese başıma gelenleri anlatmaya başladım.

"Judegard'a gitmiştim... Sonra aşağı indim bir de ne göreyim... Lanetli zindana inmişim... Sonra bir de hayalet çocuk... Sonra dedi ki -7. kat... Sonra bir de platform vardı ve ben-"

"Dur," dedi Rena ellerini öne uzatarak. "Sylvia nefes al. Ne oldu? İşinin uzun sürdüğünü sandık. Az daha yetişemeyecektin."

"Lanetli zindana düştüm!" dedim ellerimi iki yana açarak.

"Tokan var mı?" dedi Lovena. "Neyse dur, bende fazladan olacaktı."

"Orası gerçek miymiş?" dedi Raven kocaman gözlerle. "Vay be Sylvia. Grimlocks bingon tamam! Bu listede bile yoktu!"

"Dinlesenize beni!" diye patladım. Birden hepsi duraksadı.

"Bunu da nasıl başardın?" dedi Lovena. Örgüyü omzumdan aşağı saldı ve yanıma geldi.

"Hiç fikrim yok," dedim. "Bir de o sinir bozucu hayalet çocuk! Onu bir elime geçirirsem!" dedim dişlerimi sıkarken.

"Gıcık Gremlin'le mi tanıştın?" dedi Rena.

"Gremlin mi?" dedim kaşlarımı çatarak.

"O gerçek miymiş?" dedi Lovena meraklı bakışlarla.

"Aslında gremlin değil. Ama buradakiler ona öyle der," dedi Rena. "Zor bir gün geçirmişsin anlaşılan."

"Az daha ölüyordum!" dedim.

Lovena öne doğru çıkarak bana sarıldı. "Sorun yok, hepsi geçti. Şimdi buradasın." Gülümsedi. "Ayrıca saç felaketine el atacak bir arkadaşın olduğu için çok şanslısın."

Güldüm. Derin bir nefes alarak rahatlamaya çalıştım. Neyse ki zindandan kurtulmayı başarmıştım. Geziye de yetişmiştim. Her şey yoluna girmişti. Neredeyse her şey.

Akuamarin geçidinde diğerlerinin arkasında sıraya girdim. Hemen paralelimde Parker ve Daniel sıra bekliyordu. Parker, boynunda fotoğraf makinesi, elinde defteriyle heyecandan yerinde duramıyordu. Ateşatar'ın defterine ateş püskürtmesi planının nasıl gideceğini merak ediyordum. Biraz da endişeliydim. Daniel ise oldukça alakasız bir şekilde telefonuyla ilgileniyordu. Onun favori ejderhası Şimşekkıran da orada olacaktı. Ama Daniel heyecanını dışa vuran bir tip değildi. Daha çok şöyleydi, 'Hey, ben Daniel. Her işimi ciddi yaparım ve bir sebep yokken küresel ısınmadan bahsetmeyi severim. Parker'ı anlatmak içinse bir cümle yeter miydi, bilmiyordum. Ama son zamanlarda daha çok böyle olacaktı, 'Hey, ben Parker. Ve bilinçaltı büyülerinden geçtim.'

Sıranın ilerlediğini fark ettiğimde, öne doğru bir adım attım. O sırada arkamdaki biri omzumun üstünden başını uzatarak fısıltıyla konuştu.

"Bana kızgın mısın?"

Aldığım derin bir nefesi burnumdan verdim. Arkama dönmeden konuştum.

"Rahat bırak beni Calvin."

"Yanlış bir şey mi yaptım?" dedi. Sesi öylesine içtendi ki, bir an için kendimi kötü hissettim. Bir anlığına birden, yanlış yere hüküm veriyormuşum gibi geldi.

"Yanlış kişilerle arkadaşsın," diye fısıldadım. Önümde duran Raven'ın omzuna dokundum.

"Pişt, yer değiştirebilir miyiz?"

Arkasına dönerek yamuk bir yüz ifadesiyle bana baktı.

"Kaynak yapma teklifi mi bu?"

"Knight'ın grubuyla dip dibeyim," dedim gizlice arkamdakileri işaret ederek.

Omzumun üstünden arkaya doğru baktı. Gözlerini yumarak başını salladı. Elini sırtıma koyarak beni öne doğru iteledi ve yerimi aldı. Grubun arkasını daima kollardı. Umursamaz tavırları bir yana, Raven hiç sahip olmadığım erkek kardeşim gibiydi. İnsana güven veriyordu. İmdadıma yetiştiği için ona minnettardım.

Önümde çok az kişi kalmıştı. Benden bir sıra önde olan Rena'nın da geçmesiyle, sıranın en önüne gelmiştim. Geçidi kolaçan eden eğitmen Bayan Higglepot'tu. Cadı şapkasını düzelterek geçide doğru baktı.

"Eskiden süpürgeler vardı," diye mırıldandı. Yüzünde nostaljik bir gülümseme belirdi. "Uçarken sürekli kargalara çarpardın. Ah, eski günler..."

Onu anlıyormuşçasına gülümsedim. Halbuki süpürge deyince tek hatırladığım, evimizin holündeki dolapta duran ve amcamla asla kullanmadığımız temizlik süpürgesiydi.

Bayan Higglepot geçitten geçmem için onay verdiğinde, akuamarin geçide döndüm. Masmavi tabakası göz alıcı bir şekilde parlıyordu. Gözlerimi yumarak içine doğru bir adım attım. Bu hissi seviyordum. Hız trenine binmek gibiydi adeta. Boyutlar arası yolculuk etmek güzeldi. Gözlerini açtığında bir de bakıyordun ki...

Bir kafes mi?

Ha?

Nerede olduğumu anlamak için etrafa bakınıyordum ki, bir ejderhanın hemen dibimde durduğunu fark etmemle nefesimi tuttum. Korktuğumu anladığı anda ölüydüm. Neyse ki beni merakla incelemekten başka bir şey yapmadı. Eğer sizde de bir Kleefleigh şansı varsa, geçitlerle seyahat ederken 'geçiş bölgesi' yerine böyle absürt bir yerden çıkarsınız. Sesimi çıkarırsam ejderhayı yanlış bir hareket yapmaya sevk edebileceğim için öylece durdum. Ama birine sesimi duyurmam ve şu etçil, anti insan sever, ateş üfleyici dev ejderhadan beni kurtarmasını istemem lazımdı. Neyse ki o esnada Parker beni fark etti ve ejderhayla içinde bulunduğumuz alana geldi.

"Oo... Sylvia... Bak, seni sevmiş," dedi fotoğraf makinesiyle bir fotoğrafımı çekerken. Fotoğrafımı çekti. Yanımdaki ejderha yüzünden korkudan morarmış ve pişik olmuş bir bebeğin çaresizliğiyle orada kaskatı halde dikilirken fotoğrafımı çekti. Ve hatırlatıyorum, Parker kesinlikle normal biri.

Sonra aniden kader arkadaşım olan ejderha kocaman dilini pürtüklü ağzından çıkararak beni yaladı.

"Seni gerçekten sevmiş," dedi Parker hayretle. Birkaç flaş daha patladı. Ben ise annesinin zoruyla palyaço yanına itelenmiş çocuklar gibi dikilmeye devam ettim.

"Çok şanslısın. Pek sıcakkanlı bir hayvan değildir," dedi Parker alnını elinin tersiyle silerken. Ben de terlediğimi fark ettim. Neyse ki ejderha bugün beni ikinci kez şereflendirerek bir kez daha yaladı.

"Teşekkürler. Buna ihtiyacım vardı," dedim ejderhaya zorlu bir gülümseme atarken. Ve donakaldım. Ejderhanın tasmasındaki yazıyı bir kez daha okumaya çalıştım. Gülümsemem kayboldu ve tekrar Parker'a döndüm.

"Parker..."

"Efendim?" dedi kaşlarını çatarak.

"Lütfen bana şu an Ateşatar 3000'in yuvasında olmadığımı söyle."

"Şey..." dedi. Alnını kaşıdı. "Sen teknik olarak yuvasında değilsin. Yuvası daha geride ve sen şu an-"

"Parker." diye lafını böldüm. "Lütfen bana bu ejderhanın Ateşatar 3000 olmadığını söyle."

"Aslında öyle," dedi endişeli bir sırıtışla.

Ve ben dünyanın en tehlikeli ejderhalarından biriyle aynı kafeste olduğum gerçeğini sindirmeye çalıştım. Derisi kızıl renkte, iri ve görkemli kanatlara sahip kocaman bir ejderhaydı. Şimdiye kadar birçok kişiyi kül etmişti, dehşet bir atış menziline sahipti, oldukça agresifti... Ayrıca şu an tam dibimde duruyordu. Benden gözlerini ayırmıyordu. Az pişmiş, çok pişmiş arasında tercih yaptığına bahse vardım.

Ben son dualarımı ederken, Bay Grount görüş alanıma girdi. Parker'ın yanına geldi.

"Gruptan ayrı ne yapıyorsunuz Bay Peterson?" dedi Bay Grount.

Parker eğleniyormuş bir görüntü sergilerken kafasıyla beni işaret etti. Bay Grount beni gördüğünde yetkili biri duruma el attığı için sevinmiştim, ama Bay Grount gülmeye başladı. Hayır, gülmeye değil, kahkaha atmaya başladı. Karnını tutarak öne eğildiğinde bu kadar komik olanın ne olduğunu merak ettim. Bir ejderhanın canlı dondurması olmuştum burada. Her tarafım salya kaplıydı. Gerçekten komik görünüyor olabilirdim aslında. Ama üstüme yapışan salyanın iğrençliği, gülme dürtümü bastırıyordu.

Bay Grount'un bana değil, ejderhaya baktığını anlamam uzun sürmedi. Başımı sağa çevirdim. Ve ben de az daha Bay Grount'un tepkisini verecektim. 3 metre uzunluğundaki devasa ejderha, köpek oturuşuna geçmişti. Kafasını eğmişti ve kocaman gözlerle bana bakıyordu. Bu mümkün olamazdı. Değil mi?

Beni tekrar yaladığında cesaretlendim ve elimi ona doğru uzattım. Elimi fark etti ve burnunu elime doğru uzattı. Koca burnunu okşadığımda kedi gibi mırladı. Bay Grount'un kahkahası tekrar çınladı. Parker kollarını kavuşturmuş, tarihi bir ana tanıklık edermişçesine olanları izliyordu.

Birden ejderha beni başının üstüne alarak ayaklarımı yerden kesti. Pullu derisine tutunmaya çalışarak duruşumu düzleştirdim. Biraz kıpırdandıktan sonra sırtına yerleşmiştim.

Bu noktada size söylemeliyim ki, okulda ejderhaya binme dersi almıyoruz. Ve benim devasa mitolojik yaratıkların üstünde seyahat etmekle ilgili hiçbir tecrübem yoktu.

Ama ejderha bana bu kadar ısınmışken, ona güvenmeye karar vermiştim. Birden ani bir sıçrayışla yerden havalandı ve kanatlarını kuvvetle çırpmaya başladı. Yerden yükseldiğimizde ona daha sıkı tutundum. Gittikçe daha da yükseğe çıktık. Kısa süre sonra tüm arenayı tepeden görebilecek kadar yükselmiştik.

Bir süre bulutların arasında süzüldük. Elimi uzatarak bulutların parmaklarımın arasında dağılmasını izledim. O kadar doğal, o kadar güzeldi ki, sanki bunu daha önce yapmıştım. Bu his hiç de yabancı değildi. Bunların hiçbiri yabancı değildi.

Yavaşça süzülerek yere iniş yaptığımızda, dikkatlice Ateşatar'ın üstünden indim. Ateşatar beni yere indirdikten sonra havalandı ve kafesine döndü.

Az önce ne olmuştu öyle?

Uzaktan bana doğru gelen Lovena'yı fark ettiğimde heyecanla ona el salladım.

"Neredeydin sen!" diye seslendi yanıma gelirken.

"Ateşatar'laydım," dedim heyecanla. "Beni sırtına aldı. Havalandık!"

Tereddütlü bakışlarla bana baktılar. Kollarımı iki yana açtım.

"Gerçekten!"

Tam o anda Parker koşarak yanımıza geldi ve heyecanla konuştu.

"Sylvia, bu müthişti!" Fotoğraf makinesini işaret etti. "Tekrar yapmalısın ki bu kez fotoğrafını çekeyim." Baygın gözlerle ona baktım.

"Ne? Bunu elinin tersiyle itmen senin sorunun," diye mırıldandı.

"Nasıl yani?" dedi Rena. "Siz ciddi misiniz?"

"Evet!" dedi Parker enerji patlamasıyla. Fotoğrafları gösterdi. "Bak!"

Şaşkınlıkla Parker'ın gösterdiği fotoğrafları incelediler. Ben de bir o kadar şaşkındım. Böyle vahşi ve ilkel bir canlının neden bana karşı bu kadar iyi olduğunu aklım almıyordu. Belki çok üzerine düşmemeliydim. Kesin bir şey vardı ki, gerçekten çok şanslıydım.

Parker fotoğraf makinesiyle yanıma geldi.

"Şuna bak," diyerek bana ejderhanın beni yalarken çektiği fotoğrafını gösterdi.

"Parker... sil onu," dedim sakince.

"Pek sanmıyorum," diyerek sinsi bir şekilde gülümsedi. Benden bir adım uzaklaştı. Onu kovalayacağıma inanıyor muydu cidden? Salya yüzünden zor hareket edebiliyordum.

"Parker," dedim artık sakin olmayan bir sesle. "İdolün tarafından kısık ateşte pişirilmek istemiyorsan, sil onu."

"Zaten bir kere başıma geldi kaybedecek bir şeyim yok," diye bağırdı kafasını iki yana sallarken.

"Sana sil dedim!" diye bir çığlık attım.

Sonuç olarak silmedi. Ama silmemekle de kalmadı, bu fotoğrafı okul gazetesine verdi, defterine bir kopyasını yapıştırdı ve sınıfların olduğu katın duvarına 100x150 cm2'lik bir çerçeveyle çerçeveletip koydurdu. Bay Grount' un izni varmış sanırım. Quamfer da itiraz etmemiş. Neden etsin ki? Böylece her güne rezil olmuş şekilde uyanır, rezil bir şekilde günü bitiririm ki tüm gün rezil olmak için etrafta cirit atmayayım. Tabii az alay konusu olmamıştım. Sınıfların koridorunun duvarında bir ejderha tarafından yalanırken tek gözümü kısmış, tiksintiyle ağzımı buruşturmuş bir fotoğrafım asılıydı. Faresmine hatırasıymış.

Her sabah öğrenciler resmin altından benim yüz şeklimi taklit ederek, barış işareti yaparak ve ejderhanın beni yaladığı anı iki kişi canlandırarak fotoğraf çekilmek için sıraya giriyorlardı. Aynı çocuğu iki gün arka arkaya aynı sırada gördüğüme emindim. Zamanla unutulur diye düşünürken her sabah kuyruk daha da uzuyordu. Hiç rezil olduğunuz bir olaydan sonra kafanıza kese kâğıdı geçirip dolaşmak istediniz mi? İşte bu benim her günkü ruh halimdi. Birkaç gün utanç duygusu dışında bir şey hissetmemiştim.

Her ne kadar Clara, Aaron adındaki çocuk ve tanımadığım birkaç kişi daha beni ejderhayla bağ kurabildiğim için tebrik etseler de okulun geri kalanı bunu pek umursamıyordu. Umursadıkları tek şey ejderha tarafından yalanırken çekilmiş ve çerçeveletilmiş fotoğraftaki rezil olmuş Sylvia'ydı. Yani... lisede işlerin nasıl yürüdüğünü bilirsiniz.

Lovena her resmin yanından geçtiğimizde kahkaha krizine giriyordu. Rena ve Raven ise benim taklidimi yapıyorlardı ve itiraf etmeliydim ki gerçekten de komikti. Knight Wannel ise tamı tamına 3 kez benimle dalga geçmişti. Sonuncusu şuna benziyordu.

"Ejderhaya minnettar olmalısın." Yılan gibi bakışlarıyla beni süzdü. "Onun sayesinde biraz önemli biri oldun."

"Evet, öyle oldu," dedim fotoğrafa bir bakış atarken. "Ve sen, hala önemli biri değilsin."

Bana gözlerini kısarak baktı. Bakışına karşılık verdim. Sınıfıma gitmek üzere yanından geçmeye yeltendiğimde, çelme takarak dizlerimin üstüne düşmeme neden oldu. Ellerimi önüme siper ederek yüzümün yere yapışmasına engel oldum.

"Bilinçaltı Büyülerinin Püf Noktaları demek..." diyerek kahkaha attı. "Bilinçaltı büyülerinin ne demek olduğunu biliyor musun ki?"

Elim bir an değneğime gitti. Bize yaklaşmakta olan birinin sesini duyduğumda elimi hemen geri çektim.

"Bay Wannel... Elinizde bir kitap görüyorum. Ama keşke çalışmak için başkalarının kitaplarını kullanmanız gerekmese..." Bay Grount Knight'ın elinden kitabı çekip aldı.

Başucuma gelen birinin bana elini uzattığını gördüm. Yerden Chesco'nun yardımıyla kalktığımda, dizlerimin ne kadar acıdığını fark ettim. Chesco'ya baktığımda, o bana bakmadı. Uzun süreden beri herkese mesafeliydi. Bana yardım etmesi hala bizi birazcık da olsa umursadığını gösteriyordu. Davranışlarındaki ani değişimin sebebi ise hala gizemini koruyordu. Bay Grount kitabı bana uzattığında tebessüm ederek aldım.

"İyi misiniz Bayan Kleefleigh?" diye sordu Bay Grount, Wannel merdivenlerde gözden kaybolurken. Bay Grount'un ona ne dediğini merak etmiştim ama Wannel'a pek etki etmemişti. İnip bir kahve için demediğini umuyordum.

"İyiyim Bay Grount."

Chesco'nun çoktan yanımızdan ayrılmış olduğunu fark ettim. Sınıflara ilerliyordu.

"Bay Igrid bu sıralar pek sıkılgan," dedi Grount. "Derslere de pek katılmıyor. Bir bilginiz var mı?" Yaşlı yüzündeki kırışıklıkları daha da belirginleştirecek bir şekilde gülümsedi.

"Hayır efendim," dedim Chesco'nun arkasından bakarken.

"Umarım sorun neyse çözülür," dedi.

Bu ilgili tavrı bende şüphe uyandırmıştı. Birdenbire Chesco'yu sormasının sebebini merak ettim. Yoksa Lovena haklı mıydı? Belki de gerçekten yaşlı Bay Grount'a fazla yükleniyordum. Oysa onu suçlamanın bana bir faydası yoktu. Masum olmasını ben de herkes kadar isterdim. Gördüklerimin başka bir açıklaması olmasını çok isterdim.

"Zor zamanlar yaklaşıyor Bayan Kleefleigh," dedi bana dönerek. "Zor zamanlar."

Gülümsedi. Yanımdan ayrılarak sınıfların koridorunda gözden kayboldu.

Continue Reading

You'll Also Like

48.2K 3.8K 30
Anılar, ruha sinmiş tatlı bir kokuya indirgendi. Yaşananlar, kan sızdıran lanetlere gebe halde. Masumiyet bir hançerin ucunda asılı kaldı. Kader o gü...
1.1M 73.7K 80
Bir doğum lekesi, dört Zamancı... September'ın hayattan bir beklentisi yoktu. Zaten sosyal bir hayatı da yoktu. Tek arkadaşı olan Essie dışında tüm...
1.2K 311 15
Son dönemlerde sosyal medyaya, alışılmışın dışında bir yaşam koçu damga vurmuştu. Söylenenlere göre görüşmeye giden kişileri mutfağına davet ediyor...