İntihar Süsü.

By Undominel

5.2K 283 109

Tanrı diyor ki aranızda dolaşan katiller var... Sizlere ip ucu verdim, işte onlar! Gözlerinden akan zehri sak... More

1.Bölüm ☀ Eskici Bar.
2.Bölüm ☀ Dedektif.
3.Bölüm ☀ Delil.
4.Bölüm ☀ Yüzük.
5.Bölüm ☀ İpucu.
6.Bölüm ☀ Ayaz Ateş.
7.Bölüm ☀ 1996.
8.Bölüm ☀ Kanıt.
9.Bölüm ☀ Kadir Cerrah.
10.Bölüm ☀ M Harfi.
11.Bölüm ☀ Bul beni.
12.Bölüm ☀ Oyun.
13.Bölüm ☀ Kuzey.
14.Bölüm ☀ İstihbarat.
15.Bölüm ☀ Rusya.
16.Bölüm ☀ Balo gecesi.
17.Bölüm ☀ Köstebek.
19.Bölüm ☀ Suikast.
20.Bölüm ☀ Final.

18.Bölüm ☀ İhanet.

121 6 0
By Undominel

''Bunun ne işi var burada?''

Cümleler dudaklarımdan harf harf dökülüyor, gecenin soğukluğuna karışıp gidiyordu. Kuzey'in sıcak nefesini ensemde hissediyordum. O da meraklı bakışlarıyla homurdanıyor, bir şeyler söylemeye devam ediyordu.

O sırada bir ayak sesi, dikkatimi dağıtmıştı. Başımı bir hışımla sağa çevirdiğimde, Kuzey mekanik bir ton ile bir şeyler söylüyordu.

''Ne halt ediyor bu?''

''Ayaz?''

Ayaz, tüm heybeti ve dik duruşuyla hepimizi arkasında bırakmış ve kendini kurban edercesine olay mahalline doğru ilerliyordu.

''Ayaz, dur-''

O sırada dudaklarıma kapanan bir el ve belime sarılan bir kol yüzünden geriye çekilmiştim. Dudaklarıma ısrarlıca baskı uygulayan elin sahibi, aynı zamanda kulağıma fısıldayan adam ile aynıydı. 

''Sessiz ol.'' dedi usulca Kuzey. ''Bizi duymamalılar.''

O sırada cihaz, elimden kayıp gürültüyle yere düştüğünde, Ayaz bunu örtbas edercesine boğazını temizlemiş ve güçlü birkaç adım sonrası kendini olayların koyuluğuna bırakmıştı.

Neler olduğunu göremiyor ve üstüne üstlük sesimi dahi çıkartamıyordum. Gecenin karanlığında parlayan yıldızlara baktım. Başımı gökyüzüne çevirdiğimde, algılarım daha bir açılıyor ve seslere daha kolay kulak kesilebiliyordum.

''Nereden çıktı bu?'' Bu ses, Mersa'ya aitti.

''Sen de kimsin?'' Üçüncü bir şahsın sesi.

''Tanrım, Mersa? Bize davetsiz misafirler olduğunu söylememiştin. Bu özel bir toplantıydı. Sen, sen bize yalan söyledin.''

''Hayır.'' diyordu Mersa, ''Pekâlâ bir yanlışlık olmalı... Semih?''

Sesler bir anda bıçak gibi kesilmişti. Ayaz'ın alaycı kahkahasını duyduğumda, gülümsedim. Artık içeriye dalma vaktiydi. Dudaklarıma baskı uygulayan elini tırmalarcasına dudaklarımdan ayırmaya çalışırken, Kuzey belime baskı uygulamaya devam ediyordu.

''Rahat dur.''

Kesinlikle rahat durmuyordum...

''Ayaz Ateş.'' demişti Ayaz. Kendi ismini zikrederken, karanlığın ve duvarların arasından onu hayranlıkla seyrediyordum. Aynı ilk gün ki gibiydi. Aynı ilk tanıştığımız an gibi...

''Beni Zorbey'ler iyi tanırlar. Öyle değil mi Semih Zorbey?''

Gözlerim neredeyse faltaşı gibi açılmıştı. Bu puzzle'da bir yanlışlık vardı. ''Ne?'' dedim cılız bir şekilde. ''Olamaz.''

''Siz tanışıyor musunuz?'' dedi Mersa. Her şeyden habersiz bir Tanrı gibiydi. Oysaki cehennemine aldığı meleklerini sorgulamadan etmezdi.

''Tanışma faslını geçtiğimizi sanıyordum.'' Ayaz, otoriter bir tavırla cümlesini kurduğunda, daha fazla yerimde duramayıp Kuzey'in bir boşluğunu yakalamış ve neredeyse aradan sıvışmıştım. Kuzey'in hapsinden kurtulmuş Ayaz'a doğru ilerliyorken... Kuzey'in, ''Sevgilin de sen de aynısınız.'' dediğini duyuyordum.

Yüzümdeki anlamsız gülümsemeye engel olamazken, Ayaz'a doğru bir adım atmaya yeltenmiştim. Kirli duvarların ardından atacağım bir adım sonrası, artık görünmezlik pelerinini yok etmiş bir kadın olacaktım. Rus istihbaratı ve diğer iki kişi dışında herkes, benim de burada olduğumu bilecekti.

Atacağım adımı geri çekmeme sebep olan şey, olayların baş kahramanı olduğu iddia edilen Semih'in o tanıdık, kalın ve iğrenç sesiydi.

''Git buradan, Ateş.''

''Ne için? Yoksa korkuyor musun Semih?''

''Ben kimseden korkmam!''

Ayaz, güçlü bir kahkaha patlattı. ''Yapma... Bunu bir kadının boyunduruğu altında, konuşma izni alırken mi söylüyorsun? Bir tahminde bulunmak istiyorum izninle. Sen kimselerden korkmayan bir adamsın öyle değil mi? Üstelik General Çevik'ten bile... Bu durumu açıklığa kavuşturalım, korkmaman sence de normal değil mi? General Çevik'i öldürebilecek kadar cesur bir adamdın oysaki.''

General Çevik'i Semih mi öldürmüştü?

''Sen ne seksi bir şeysin öyle. Zeki adamları hep sevmişimdir, Ayaz.'' Mersa keskin ve alaycı bir kahkaha patlattığında, ellerimi yumruk şekline getirip daha çok sıktım.

''Sen de tahmin ettiğimden fazla zeki.'' dediğinde Semih, gözlerim şaşkınlıkla aralanmıştı. Kuzey, neler olup bittiğini anlamak için kulak kesilirken, hızlı nefes alışverişlerime engel olamıyordum. Bu gece ters giden her şeyin açığa çıkma gecesiydi.

''Her zaman kendini ön plana çıkartmaya çalıştın. Kimi zaman ise geri planda durmak senin tercihindi. Çünkü bu istihbarat adına türlü bilgileri toplayabilecek tek kişi sendin. Herkes sana güveniyor ve herkes bir şeyleri seninle paylaşıyordu. İstihbarat içindeki agresif tavırlarına kimse anlam veremezdi. Çünkü o gün tatsız hiçbir şey yaşanmamış olmasına rağmen sen hep bir şeyleri kırıp döker ve yine gün sonunda, seninle beraber çalışan iş arkadaşlarına ceza verirdin. Onlara ceza vermenin tek sebebi, sahiben Mersa'ya yeterli bilgiyi taşıyamamış olman ile alakalıydı, öyle değil mi?''

Kanım, kelimenin tam anlamıyla donmuştu. Kendimi gecenin soğuğunda buz kesen bir nehir kadar soğuk hissediyordum. Damarlarımdan ılık akan kan bile, vücudumun ısısını yükseltmeye yetmiyordu. Ayaz bu kadar şeyi nereden biliyordu? Mersa'nın homurdandığını duyuyordum, etraf az sonra savaş alanına dönebilirdi. Etrafa, fırtına öncesi sessizlik hakimdi. Fakat şartlar bu sefer eşit değildi.

''Mersa ve diğerleri mi? Merak etme, o iş bende. Bu özel bir toplantı olduğu için herhangi bir elektronik cihaz, kayıt aracı ve silah getirmeleri yasak.''

Demişti Kuzey. Geçmişten kulağıma bir ninni edasında çıkagelen cümleleri zihnimin gerisinde bıraktım ve şimdiki zamana odaklandım.

''Sizi şaşırttım öyle değil mi Dedektif Semih Zorbey?''

Ayaz'ın alaycı tavırları bir noktadan sonra hoşuma gitmeye başlamıştı. Ömrüm boyunca Semih Zorbey gibi bir adamdan nefret ediyor olmam, bunun başlıca sebeplerinden bir tanesiydi. Yinede kendi istihbaratımızın içinde köstebeklik yapacağı, kırk yıl düşünsem aklıma gelmezdi.

''Her şeyin mimarı benim.'' dedi Mersa. ''Gördüğün gibi yakışıklı çocuk.''

''İşçisi o sanırım?'' Ayaz, eliyle -tahmin ettiğim kadarıyla- Semih'i işaret ediyordu. ''Siz... Şu kendi zekâ seviyesini diğerlerinden üstün tutan. Halbuki kendi zekâ seviyeleriyle bir bok başaramayan insan topluluğun başkanı ve yardımcısı değil misiniz?''

''Sesini kes.'' dedi Mersa, sert bir şekilde. Alaycı tavrı gittikçe sönen ve etrafa soğuk külleri savrulan bir koru andırıyordu. Ardından bir tetiğin çekilme sesi duyuldu fakat ateş eden kimse yoktu. Kuzey, buzdan farksız olan parmaklarımı ısrarlıca tutarken, ''Bekle.'' diye fısıldadı. Keskin nişancılar yerini almış, ateş etmek için hazır olduklarını söylüyorlar.

Kuzey'in sesi kulağımın dibinde yankılanıyorken, gözüm tüm heybeti ve cesaretiyle iki katilin karşısında dikilen adama baktı. Ayaz Ateş'e...

Onun güzel heybetli vücudu ve seksi dudakları... Dağınık kahverengi saçları ve büyüleyici bakışlarıyla tam da benim sevdiğim adam gibi duruyordu. Üzerine giyindiği beyaz gömleği ve kalçasına tam oturan siyah pantolonu... Tanrım, bunları düşünmek için yanlış zamandı. 

''Haydi olayları biraz daha açığa kavuşturalım.'' Ayaz, iki elini birbirine çarptı ve ortamda, havaya atılan kırbaç sesine benzer bir ses oluştu.

''Gaye.'' bunu söylerken işaret parmağını havaya kaldırdı. ''Bir numaralı laboratuvar çalışanımız, günün birinde ekip arkadaşı Çınar ile birlikte esrarengiz bir şekilde öldürülüyor. Kim olduğu bilinmez bir kişi, bizim el ve göz taramamızı geçerek içeriye sızıyor. Üstelik kimse bundan şüphelenmiyor, herkes neden öldürüldüklerini düşünüyor. Hatırlıyor musun Semih? O gün orada değildin. Söylesene, neden değildin?'' Güldü. ''Ben cevaplayayım... Gaye, sizin ekibinizden birisiydi ve bu zamana kadar size yardım etti ve siz de işiniz bitince onu öldürdünüz. Pardon...'' dedi Ayaz, bir öksürük yardımıyla boğazını temizlerken. ''Sen öldürdün, Semih.''

Semih, keyiften yoksun bir şekilde güldü. ''Bana veya istihbarata bunu kanıtlayacak neyin var, geri zekalı?''

''Devam edeyim...'' Ayaz, birkaç adım sonra gözden kaybolmuştu. Muhtemelen onlara doğru ilerlemiş ve görüş açımdan silinmişti. Bulunduğu yer daha aydınlıktı öyle ki gözümün önüne düşen gölgesinden, hal ve hareketlerini izliyordum.

''General Çevik'in öldürülmesi. Tam bir ironi hikâyesi, öyle değil mi? Gerçek yerinin belli kişiler tarafından bilinmesi ve bu belli kişilerden biri senin olman. Tanrım, ne ironi ama! Günün birinde Çevik öldürülüyor ve TV ekranında en alakasız kişi beliriyor; Mersa. Dedektif, bu ancak çocukların izlediği çizgi filmlerde olur.''

Ayaz'ın sesi gittikçe yükseliyordu.

''Ve sonra, Ayça ile aramda olan bağ konusu.'' dediğinde, tuşuna basılmış bir bebek gibi ileriye atılmıştım. Ayaz'ı sırtından görüyordum. Önünde ona doğru bakan üç kişi vardı ve hemen yukarıda karanlığa ustaca gizlenmiş, kiremit renkli çatının üzerinde Rus istihbaratının özel keskin nişancıları duruyordu.

Gözlerim Mersa'yı buldu. Üzerine siyah renkli, kalçasında biten düz bir elbise giyinmişti. Sırtına altını gri renkli paltosu ve omuzlarına kadar kestirdiği yeni kısa saçları ve parlak yeşil gözleriyle Ayaz'a doğru bakıyordu. Gözlerim Semih'i buldu.

Semih'in bütün surat ifadesi bozulmuş, kaşları çatılmıştı. Beni gördüğünde yüzünün alacağı ifadeyi o kadar çok merak ediyordum ki... En az üzerine giyindiği bordo renkli ceketi kadar kızarmıştı. Yorgun bakan mavi gözleri sola devrildi ve can alıcı noktayla karşılaştı.

Benimle...

Ayaz'ın dikkatini dağıtan şey muhtemelen varlığım olmuştu. Geldiğimi ayak sesimden anladığını ve Semih'in özellikle bir noktaya dikkat kesildiğinden fark ettiğini düşünüyordum. Ağır çekimdeymişçesine arkasını döndü ve omzunun gerisinden bana bir bakış attı.

Aynı sekiz sene önce olduğu gibi...

  

Geçmiş;

''Ve bu da son belgeleri. Ölüm tarihi...'' Harun saçlarını karıştırırken, suratını ekşitti. ''Şey...''

Harun, görevinde oldukça yeni bir polisti ve çoğu belgeden anladığı filan yoktu. Yinede Semih Zorbey, ısrarla bu polisi benim eğitmemi istemiş ve yanıma göndermişti.

''11.03 yazıyor burada. Hastane kayıtlarına öyle geçmiş anladığım kadarıyla.'' Ellerimi saçlarımdan geçirirken, elimde tuttuğu mavi kapaklı dosyayı, Barış'a uzattım. Kızıl renkli saçlarını ensesinden topuz yapmış, emrime amade bir asker edasıyla yanı başımda dikiliyordu.

''Her şey çok güzel. Bu dosya zaten çözümlenmiş, olay yeri incelenmiş. Yeterli ipuçları bulunmuş ve katil neredeyse belli olacak. Anlamıyorum, bu dosyayı kim hazırladı ve bu incelemeleri kim yaptı?''

Kaşlarım çatık bir şekilde önce Barış'a sonra Harun'a baktım. Etraf, is kokuyordu. Öyle ki elinde bir lavanta demetiyle karşı caddeden koşan çocuğun elinde tuttuğu lavanta kokusu bile, etrafı yumuşatmaya yetmiyordu.

O sırada kalabalığın aksine, olay mahallinin önünde iki elini arkadan birleştirmiş, siyah pantolon askılı ve boyu neredeyse, 1.85 boyunda bir adam dikiliyordu. Kahverengi saçları ensesini yalıyor, kafasını sürekli başka tarafa oynatıyordu.

''Kim bu?''

''Ateş Bey.'' dedi Harun, cümlesini düzeltti sonra. ''Dedektif Ayaz Ateş.''

Yine mi bu adam? diye geçirdim içimden. Neden her dosyama muhalefet olmak zorundaydı ki? Bu kadarı da fazlaydı! Karlı bir havanın ardından erimeye yüz tutmuş ve o güzel beyaz rengi çamura bulanmış bir elbise gibi yerde uzanan kar birikintilerini umursamadan geçerken, ona doğru ilerledim.

Attığım birkaç adımdan sonra tam dibindeydim.

''Dedektif Ayaz?''

Omzunun gerisinden bana bakmıştı.

Aynı Sekiz sene sonra bakacağı gibi.

  

Günümüz;

''Tüm bunlar ne anlama geliyor?''

Ayaz'a doğru hızlı adımlarla yürüdüğümde, Mersa'nın suratının ekşidiğini fark ettim. ''Bir bu eksikti.'' der gibi suratıma bakıyordu.

Ayaz'ın yanına geldiğimde, ''Ayaz!'' dedim sertçe. ''Sana bir soru sordum.''

O sırada Kuzey, rolü gereği sahneye fırlamış ve tüm ihtişamıyla bize doğru yürüyordu. Üzerine giyindiği siyah deri ceketi, siyah postal botları ve siyah boğazlı kazağı... Mersa, onu görür görmez alaycı bir tavırla iki elini birbirine çarptı ve ''Kuzey? Nedense seni gördüğüme hiç şaşırmadım.'' dedi.

Gülmüştü. Kuzey, onun gülüşüne soğuk bir tavırla karşılık vermiş ve keskin bakışlarını önce bana, sonra Mersa'ya çevirmişti.

''Sohbetiniz inanılmaz sıkıcıydı. Özellikle senin Ayaz.'' İşaret parmağını Ayaz'a uzattı. ''Gerçekleri açığa kavuşturuyorken, bir film aktörü gibi davranmayı deneme bir daha ki sefere, komik oluyorsun.'' Belinden çıkarttığı silahını havaya fırlatıp, tek eliyle yakaladığında: ''Bir işi halledeceksen, çabuk halletmelisin. Bilirsin, Tanrı'nın ölüm meleğinin öldürmesi gerekenler listesi bayağı bir uzun.'' dedi.

Kuzey, namluyu ilk olarak Mersa'ya doğrultmuştu. Mersa hiç şaşırmamış, aksine bu sahneyi gülümseyerek karşılamıştı. Semih, atik bir hareket ile Mersa'nın önüne geçmişken, kendini ona siper etmişti. 

''Ayaz, tüm bunlar ne demek oluyor? Sen bu kadar şeyi başından beri biliyor muydun?''

Gözlerim sadece ona odaklanmıştı. Odak noktamda ev sahipliği yapan tek kişi Ayaz'dı. Hemen solumda, bana ihanet eden bir adam vardı. Karşımda ise bana yalan söyleyen bir adam... Ayaz susmuştu, konuşmuyordu. Sanki bildiği ama sustuğu çok şey vardı. Önce yutkundu, ardından gözleri Kuzey'i, sonra yeniden beni buldu.

''Köstebeğin aslında Dedektif Semih Zorbey olduğunu mu? Evet biliyordum. Seni yeşil göz cinayetleri davasına itenin, o olduğunu da.''

Sanki sırtımdan bir ok yemiş gibi doğrulmuştum. Bir acı tüm uzuvlarıma yayılırken, gözlerim ardına kadar açılmıştı. Art arda yediğim hamleler, bu şaşkınlık bedenime fazlaydı.

Başımı bir hışımla sola çevirdim.

''Bu ne demek oluyor, Semih?''

Semih'e doğru bir adım attığımda, Ayaz'ı çoktan geride bırakmıştım.

''Sana bir soru sordum!''

Ayaz sol el bileğimden kavramış beni geriye doğru çekerken, Kuzey çoktan avına odaklanmış bir avcı gibi namlusunu Mersa'ya doğrultmuştu. Mersa, en sıkışık anında bile gülümsemeye devam eden cesur bir kadındı. Cesurluğun vücut bulmuş haliymişçesine, Semih'i kenara itmiş ve kollarını iki yana açmıştı.

''Neden beni öldürmüyorsun? Bu fırsatın eline bir kez daha geçeceğini sanmıyorum.''

Kuzey'in dudakları yarım ay misali kıvrıldığında, gözleri bir üst noktayı buldu. ''Bu gece zaten seni öldürmek için planlandı, Mersa. Sadece sen hiçbir şeyin farkında değilsin.''

Ayaz, ''Kesinlikle.'' deyip beni belimden kavradığı gibi kendisine çekerken, gözlerim halen daha Semih'in çelik mavisi gözlerindeydi. Gözlerini, gözlerime dikmiş uzun bir süre bakmaya devam ediyordu.

General Çevik'i o öldürmüştü. Tüm sokakta yankılanan heybetli ses buydu. İkinci babamı benden alan kişi o'ydu... Bu kadar insanın ölümüne sebep olan ve bize ihanet eden oydu.

Ayaz'ın kollarından çıkmak için debelenirken, Kuzey Mersa'ya: ''Bu son.'' der gibi bakmış ve tetiği çekmek için parmağını aparata yaslamıştı. Kuzey'in suratında yer edinen zafer gülümsemesinin aynısı Mersa'daydı. Sanki bir şeyleri mahvedebilecekmiş gibi gülümsüyordu.

Kuzey'in Mersa'ya doğrulttuğu silahı var gücümle aşağıya indirdiğimde, etraftaki herkes donmuş bir balmumu heykeli gibi suratıma bakıyordu. Dudaklarımdan dökülen cümlelere kilit kesilmişler iken sert bir rüzgâr esti. Açık olan saçlarım suratımı tırmalıyorken, bir zaman zarfı gerektiğini dile getirdim.

''Bir dakika.''

İstediğim tek şey, bir dakikalık bir zaman dilimiydi...

Kuzey, şaşkınlık içeren bir ifadeyle gözlerimin içine bakıyordu. Gözlerimin yeşilinde neyi gördüğünü bilmiyordum fakat bana öfke kusmak için saniye saydığını biliyordum. Kuzey'i ve Ayaz'ı arkamda bırakarak, Semih'e doğru ilerledim. Onunla yaşamış olduğum tonlarca anım vardı. Gittiğimiz cinayet mahallinde, beraber çözdüğümüz ipuçları... Babacan bir tavırla bana yardım edişleri ve sözde beni koruyuşları...

General Çevik'in bir numaralı adamlarından biri onun katili, aynı zamanda istihbaratımızın köstebeğiydi.

Mersa'nın hemen önünde kendini siper etmiş duruyorken, bordo renkli koyu paltosuna eşlik eden koyu renkli siyah kare desenli atkısına baktım. Onu, atkısından tutup boğazını öldüresiye sıkmamın yanı sıra, aklıma binbir çeşit öldürme yöntemi geliyordu.

Ellerime baktım... Onu kendi ellerimle öldürebilirdim.

''Neden?''

Sesim oldukça cılız çıkmış ve ıssız sokakta bir bilye gibi yuvarlanmıştı. Belki de bir kelimeye binlerce soru sığdırmıştım. Semih, suratıma bir numaralı cinayet silahı olan bıçağın keskin tarafı kadar keskin ve soğuk bakıyordu. Suratında tek bir mimik dahi oynamıyor, göğsünü öne çıkartmış, kendini siper etmeye devam ediyordu.

''Sana bir soru sordum, neden!''

Sesim gittikçe gürleşiyordu. Küçük bir bilye yuvarlanışı, gittikçe bir çığa dönüşüyordu. Etrafa görünmez karlar yağdırıyordum. Bu gece, intikam gecesiydi.

Bir yanda Mersa, arkada sevdiğim adam... Onun önünde, en sevdiğim insanın katili duruyordu. Onu, bordo renkli atkısının iki kenarından kavramış ve boğazını sıkacak şekile germiştim. Atkı gittikçe boğazına sarılıyor ve nefes almasını engelleme görevi görüyordu.

''Sana neden diye sordum, Allah'ın belası!''

''Çünkü canım öyle istedi.'' dediğinde, elleri refleks olarak parmaklarımı bulmuştu. Dizlerinin üzerine çökmesine saniyeler kala, parmaklarımı atkısından çekmem için adeta debeleniyordu. Sırtını, sokak lambasının sert gri renkli direğine çarptığında, dudaklarından küçük bir inleme sesi döküldü.

''Çünkü canım öyle istedi.'' Cümlesi gittikçe harlanmama sebep oluyordu. Onu elimden geldiğince boğmak için uğraşıyorken, bağırıyordum.

''Seni öldüreceğim!''

O sırada belimde hissettiğim bir baskı, ayaklarımın yerde sürüklenmesine sebep olmuştu. Kuzey, beni belimden tuttuğu gibi çekmeye çalışırken, parmaklarım halen daha onun atkısına dolanmış, bırakmıyordu. İntikam yemini ettiğim bu gece, onu öldürmeden ayrılmayacaktım. Elimi sert bir yumruk haline geçirmiş ve suratına vurduktan birkaç saniye sonra, Kuzey beni sokağın köşesine fırlatmıştı.

Dengemi yakalamamı sağlayan, Ayaz'ın boşluğumda yakaladığım eli olmuştu. Gözlerinde buz gibi bir ifade vardı. Beni buradan götürmeye yeminliymiş gibi gözlerimin içine bakıyordu fakat yanılıyorlardı... Semih'i öldürmeden, hiçbir yere gitmeye niyetim yoktu.

''Kes şunu, dokunmayın bana!''

Ayaz'ın el hapsinden kurtulur kurtulmaz, belimdeki silahı kavramış ve önce ışıkların altında parlayan Kuzey'e doğrultmuştum. Kuzey'in tam da ensesine hedef alırken, ''Çekil şuradan!'' diye bağırdım. ''Çekilin, bizi yalnız bırakın!''

''Şovu kes artık Ayça.'' dedi Mersa, tok bir ses ile. ''Buraya senin saçma intikam sahnelerine oyuncu olmaya gelmedik. Ah bu arada arkadaşlar...'' Mersa, sağ elini havaya kaldırdı. ''Lütfen, arkadaşınızı buradan alın, canımı sıkmaya başlıyor.''

Öfke, vücuduma bir iğne misali saplanmışken, şırıngasından damarlarıma enjekte edilen sıvıyla kanım adeta sevişiyordu. Gözlerimin kızarmasına ve tüm vücudumdaki enerjinin yükselmesine engel olamıyordum. Sadece birkaç saniye içinde verdiğim ilahi bir karar ile silahı Mersa'nın kalbine doğru çevirdiğimde, tetiğe basmam için tek bir saniyem vardı. Fakat Kuzey, atik bir hareketle önüme atılmış ve beni engellemişti.

''Sen ne bok yediğini sanıyorsun?''

Namlunun ucunda rastladığım yüz bulanıktı. Muhtemelen Kuzey'in siyah ve kahverengi karışımı gözlerini, gözlerimin içine dikmiş, sinirli bir ifadeyle suratıma bakıyordu. Kaşları çatıktı, dudakları gergin... Elinde tuttuğu silahı aşağıya indirmiş, bağırmaya devam ediyordu.

''Duygusal davranmayı kes. Onu şu an öldüremezsin!''

Mersa, sol elini havaya kaldırdığında gülümsedi. ''Neden, yoksa korkuyor musunuz? Pekâlâ bu bilindik bir şey. Ayça'nın ve senin de benden ölesiye korktuğunuzu biliyorum. Bana bilmediğim şeylerle gelin. Mesela, Ayaz'ın yatakta ne kadar performans sahibi bir erkek olduğuyla. Değil mi Ayça? Sen biliyorsundur. Ayaz, yatakta nasıl biri? Seksi, öyle değil mi-'' 

Öfke, bedenimin vücut bulmuş hâli gibiydi. Mersa beni tahrik etmek için elinden gelen her şeyi yapıyordu. Kuzey'i umursamadan silahımı tekrardan Mersa'ya doğrulttuğumda, Kuzey bileğimi neredeyse kırabilecek güçte kavramış ve sertçe aşağıya indirmişti.

''Beni iyi dinle Ayça, seni bir kere daha uyarmayacağım.'' dedi bileğimi sıkarken ve kulağıma sıcak nefesiyle yavaşça üflerken. ''Bir kere daha tekrarlarsan aynı hatayı, sana yemin ediyorum sevgilinin gözü önünde kırarım bileğini. Ve kimse sesini çıkartamaz, anlıyor musun? Rahat dur.''

Kuzey'in öfkesi, teninde çabucak belli oluyordu. Yüz hatları gerilmiş, diliyle kurumuş dudaklarını ıslatıyordu. Arkasını döndüğünde, elini alnına yasladı.

''Ayaz, al şunu buradan.''

Silah bulunan sağ elimi havaya kaldırdığımda, sırtım Ayaz'a dönüktü. Muhtemelen de onu durduran hamlem, bu olmuştu.

''Yaklaşma!'' diye bağırdım. Ayaz atacağı adımı geriye çekerken, uzaktan seyirci gibi olayları izlemeye devam ediyordu. ''Hepiniz kendi meselenizle meşgul olun, tamam mı? Rus istihbaratı filan umurumda değil.'' Gözlerimi, karşımda duran adama çevirdim. Nasıl da kendinden emin ve umursamaz bir tavır takınabilmişti?

''Bana verecek cevapların olmak zorunda!''

Ona tekrardan bağırdığımda, eliyle çenesini sıvazlamış gözlerimin içine bakıyordu.

''Ne duymak istiyorsun?''

Sesi, alay kokuyordu. Yeni çıkmış kır renkli sakallarının arasında belli olan dudaklarından bir gülümseme geçti. ''Farkında değil misin? Bir yeşil göz cinayetinden mesele nerelere geldi. Senin sorunun da tam olarak bu aslında. Kendini tek bir noktaya odaklayıp, diğer her noktaya kör kalmak. Tek bir noktaya odaklandığın için asıl tabloyu hiçbir zaman göremedin. Benden bir sorunu cevaplamamı mı istiyorsun?''

''Bize neden ihanet ettin?'' Sesim oldukça gür çıkıyordu. ''Yemek yediğin kaba nasıl pislersin! Seni saygıdeğer, gözümde yüksek bir mertebede olduğunu zannediyordum. Görüyorum ki yanılmışım. Sen karaktersiz herifin tekisin.''

Semih dilini dudaklarına yasladığında, arkaya doğru gerindi. Başını onaylar bir biçimde aşağı yukarı sallıyorken, ''Neden?'' diye sordu usulca. ''Baban veya General Çevik. Karakter konusunda benden daha üst bir tavır mı sergilemişlerdi?''

Semih, can alıcı noktamdan beni vurmak için olağanüstü bir çaba sarf eder gibiydi. Ellerime toplanan güç, silahımı ona doğrultmamı tetiklemişti. Korkutucu olan şuydu ki sadece onu değil... Kuzey'in, şakağına silah doğrulttuğu; Mersa'yı bile öldürebilirdim. Ve belki de Kuzey'i... 

Ayaz'ı alıp buradan gitmek ve uzun süre sessizliğe bürünmek olacaktı sonraki planım.

Nefesimi gürültüyle dışarıya bıraktım.

''Sizin gibi aptalların yanında, Mersa'yı seçmem sence de çok doğru bir seçenek değil mi? Gücün timsali bir kadın ve hepinizden daha zeki. Üstelik daha vahşi. O aptal örgütte kaldığım her saniye daha çok harcandım. Bir deliler hastanesinden farksızdı. Gücüm asla görülmedi ve ben asla saygıyla karşılanmadım. Hep aptal insanlar, aptal kurallar ve aptal sizler vardı.''

Ayaz, ayaklanır gibi oldu fakat Kuzey'in onu tek bir hamleyle durdurduğunu işitiyordum. Olaylar etrafımda dönüyordu fakat gözlerim halen daha Semih'in yorgun bakan mavi gözlerindeydi.

''Bu kadar hikâye yeterli. Şimdi küçük kız.'' dedi usulca, bir eliyle önüme düşmüş saç tutamını kulağımın arkasına sıkıştırırken... ''Defol git buradan.'' Güldü. ''Bu bir emirdir.''

Semih, tüm esefiyle arkasını döndüğünde herkese ve her şeye açık bir halde kendisini siper etmişti. Kuzey, Mersa'nın şakağına silahının namlusunu yaslamış fakat ölüm ile yaşam arasındaki o ince çizgide Mersa'yı bakışlarıyla öldürmeye çalışır gibiydi.

Saatin yelkovanı akrebiyle sevişirken, kan tam anlamıyla beynime sıçramıştı. Kulaklarımda bir uğultu, gözlerimde bir bulanıklık vardı. Vakit gece 01.18 geçiyordu. Vakit, ölümü sonsuzluk geçiyordu.

Semih arkasını döndüğünde, silahımı kurşunun sırtından kalbine girecek şekilde hedeflemişken, gözlerimi kapattım. Bu son virajdı ve benim yüzümden hep beraber şarampole yuvarlanacaktık. Rus istihbaratının kesin talimatı neydi?

''Silahlarınızı kullanmayacaksınız, bulunduğunuz konumlarda tehlike teşkil edecek harekette bulunmayacaksınız.''

Bu kuralı asla çiğnemeyeceğime söz vermiştim. Eğer vermeseydim, az sonra duyacağım kurşun sesi benim silahımdan çıkmış olacaktı. Ve muhtemelen bir kez daha duyacağım o kurşun sesi, benim beynimde patlayacaktı.

Evet, bir silah patlamıştı. Etraf o kadar sessizdi ki... Kurşunun nasıl bir hızla gelip, rüzgârı deldiğini ve oradan kalın tenli bir vücuda nasıl saplandığını duymuştum. Damarlarından akan kanın oluklaşacağını ve az sonra burasının kan gölüne döneceğini de...

Gözlerimi açtığımda, Semih sırtı dönük ayakta duruyordu. Birazdan dizlerinin üzerine çöküp yere yığılmasını ve altında bulunan taş zemine serilmesini istiyordum fakat bu imkansızdı. Çünkü patlayan silah, bana ait değildi. Gözlerim bir harita yolu çizercesine sağa kaydı. Mersa, tek kaşını havaya kaldırmış şaşkın bir şekilde etrafa bakıyordu. Hayır, o da hasar almamıştı. Beynimde çığlık senfonisi yankılanmaya başlarken, tüm vücudum acil butonuna basılmış sinyalleri susturamıyordu. Gözlerim istemeye istemeye Kuzey'e çevrildi.

Hayır... O da vurulmamıştı.

Bedenime baktım. Kurşun benim bedenimden içeri girmiş olabilir miydi? Belki Rusya'nın eksili soğuğunda acı hissedilmezdi. Belki de kürek kemiklerimin kırılmasına şahit olacağım bu acıyı, fiziken kabul etmek tercihimdi. Keşke kırılan bir kürek kemiğim olsaydı. Ya da o silahtan çıkan bir kurşun, bana saplansaydı. Elim halen daha havada, namlu halen daha Semih'e uzanık iken omzumun gerisine baktım.

Bana doğru koşan bir adam vardı. Sanki bir buz perisi tarafından dondurulmuş gibi bir eli havaya doğru kalkmış, dolu gözleriyle bana bakıyordu. Dolu kahverengi gözleri... Bu zamana kadar sustuğu her şeyi anlatmaya çalışır gibi.

O sırada Kuzey, sessizliği bir mızrak gibi delip geçmişti.

''Ateş eden kim?''

Gözlerim halen daha onun üzerindeydi. Tek bir hamlesini bekliyordum. Havaya kaldırdığı ayağını bana uzatmasını ve ''Bilmiyorum, sen iyi misin?'' demesini. Belki de konuşmasa bile olurdu. Dudaklarında bir kıpırtı görmesem de olurdu. Tek bir hareket, bana doğru bir adım atmasını istiyordum. Ayaz, Tanrım, lütfen!

''Ben ateş etmedim.'' dedi Kuzey, sessizliğinden cevap bulamayınca. ''Mersa?''

''Görmüyor musun geri zekalı, silahım yanımda değil.''

Mersa'nın ve Kuzey'in sesi bir süre sonra uğultulu gelmeye başlamıştı. Gökyüzünde asılı duran bulutlar yeryüzüne inmiş gibiydi. Bir anda her yer sislenmiş, bir anda her yer alev almıştı. Sanki günahlarımın kotasını aşmış ve kendime cehennemden bir loca ayırtmış gibiydim. Sanki dünyanın sonu gelmişti ve o arş-ı kıyamet, kopmak üzereydi.

Babam, herkesin bir kıyameti olduğunu söylerdi.

Sanırım benim kıyametim, yaşanmak üzereydi.

Ayaz, devrik cümlelerinde kendini belli belirsiz ayakta tutarken, bir anda yere doğru düşüverdi. Taş zemin onu ısrarla aşağıya çekmişti. Yer çekimi, diye düşündüm belli belirsiz. Saçmalamaktan başka elimden ne gelirdi?

Bütün bedenim refleks olarak ona döndüğünde, kalbimin yerinden çıkacağını hissetmiştim. Üzerine giyindiği gömleği...Tanrım, gömleği kan içindeydi!

''Ayaz!''

Hayatım boyunca atabileceğim çığlıkların en yükseğini atmıştım. Öyle ki bir savaş alanında evladını kaybetmiş annelerden farksızdım. Ona doğru koştuğumu son anda fark etmiştim. Kuzey'in, ''Siktir.'' dediğini ve Mersa'nın o alaycı kahkahasını işitiyordum. Sanırım bitmişti. Film şeridi burada bitmişti. Ölmüş müydüm? 

Tanrı, ''Yedi saniyelik filmin sona erdi, cehenneme git Ayça.'' diye bana mı seslenmişti?

Tanrım, saçları... Terden sırılsıklam olmuş güzel saçlarını başıyla beraber dizime yaslarken, yutkundum. Silahımı bir kenara bırakmış, titreyen parmaklarımla suratına dokunuyordum. Acı çekiyordu ve bunu yüzünden okuyabiliyordum.

Okuyabiliyordum çünkü geriye tek bir ihtimal kalmıştı...

Bir ihtimalden ziyade, benliğimi yok edecek kuvvette bir gerçek.

Vurulan Ayaz'dı.

 ☀

''Yani?''

''Yani, ne?'' Elimde tuttuğum silahı havaya kaldırdığımda, Ayaz gözlerini devirip bana baktı.

 ''Doğum günü kızları silah taşımaz, ver haydi.'' Ayaz, elimde tuttuğum silahı elimden alırken, yerine pembe renkli bir şeker bırakmıştı. Alaycı kahkahama engel olamamıştım fakat yine de istifimi bozmayarak, ''Gerçekten mi?'' dedim.

''Ne gerçekten mi?''

''Ah, yapma... Venedik'e sadece bunun için gelmiş olamayız.'' Ciddi surat ifadesini gördüğümde, kaşlarımı çattım. Kahverengi terk edilmiş bir köprünün altında, taş bir zeminin üzerinde oturuyorduk. Önümüzde boylu boyunca uzanan küçük bir nehir ve etrafta yeşilin bir sürü tonu vardı. Sanki Tanrı, gökyüzünden bize bir senfoni gönderircesine kuşlar cıvıldıyor, Ayaz gözlerimin içine bakıp gülümsüyordu. Etrafta yer edinen pembe çiçeklerin kokusuna eşlik eden, güzel manzara vardı.

''Bugün benim doğum günüm olduğu için mi buradayız?''

''Kesinlikle.''

''Tanrım, demek bir görev yüzünden buraya gönderilmiştik ha? Çok yaratıcısın.''

Gülmüştü. ''Öyle söylerler. Ee anlat bakalım doğum günü kızı. Bu doğum günün için isteyeceğin en güzel hediye nedir?''

Omuzlarıma kadar kısa olan saçlarımı sağa sola savurduğumda, bir çocuk edasıyla ayaklarımı birbirine çarpmıştım. ''Neden?'' dedim, kırmızı kazağımın eteğini çekiştirirken. ''Ben ne istersem, onu gerçekleştirebilecek misin?''

''Ne istersen.'' diye yanıtladı beni. Kırmızı ekoseli pantolonun üzerine, ekru renkli bir gömlek giyinmişti. Onun bu şık hallerine her zaman bayılıyordum.

''O zaman evlen benimle.''

Gözlerimi gözlerine çevirdiğimde, onunla dalga geçtiğimi anlar zannetmiştim fakat gözlerinden ciddi bir ifade geçti.

''Ah, Sevgili Dedektif yoksa bana evlilik mi teklif ediyorsunuz?''

''İmkansızları severim.''

''İmkansızı severim.'' diye onayladı beni Ayaz. ''Ne zaman evleniyoruz?''

''9 Nisan.'' diye yanıtladım onu. Alelade uydurduğum bir tarihti, ciddi değildim.

 ''Kır düğünü, bir suikastın ortasında... Kurşunlar havada uçuşurken, birbirimizin gözlerine bakıp 'evet!' diyeceğiz. Merak etme, kurşunların hedefi olmamaya çalışırım.''

"Delirme, sana zarar gelmesine izin vermem."

"Zaten ölsem bile dünyanın en mutlu adamı olarak öleceğim kesin."

"Neden böyle söyledin?"

"Çünkü aşık olduğum kadın ile evlendim..."

  

Tarihlerin lanetine inanmazdım ve bu bana hiçbir kitapta öğretilmemişti. 

Onun ölebileceği gerçeğini neden göz ardı etmiştim?

Bacakları zemine boylu boyunca uzanmış, gözleri halen daha benim üzerimdeydi. Dudağının kenarından bir sızıntı halinde akan kanını silmeye korkuyordum. Bu kan ona ait olamazdı. Sevdiğim adamı kaybediyor olamazdım!

''Ayaz, uyan!''

Bir rüyada olsaydı... Bir rüyada olsaydı şayet, onu uyandırabilirdim.

''Ayaz, gözlerini aç!'' Bağırıyordum. Göğsüne elimi var gücümle bastırmış, vücudundan boşalırcasına akan kanını durdurmaya çalışıyordum.

''Ayaz, aç şu gözlerini lütfen!''

İkazlarımı ne kadar işitirse işitsin, vücudu bana tepki vermiyordu. Dudaklarının kenarında yer edinen gülümsemesine eşlik eden, kana bulanmış gömleğine düşen gözyaşlarımdı.

''Sana ne oldu böyle?'' Parmaklarımı yüzünde dolaştırırken, titremelerine engel olamıyordum. ''Sana bunu kim yaptı? Ayaz, bu bir oyun mu? Lütfen, lütfen kendine gel ve bana oyun olduğunu söyle. Lütfen...''

Başımı gökyüzüne çevirdim. Sevdiğim insanı ikinci kez kaybetmeye dayanamazdım. Onu kurtarmalıydım fakat nasıl? Tüm lehçemi, lisanımı geride bırakmış kimsesiz biri gibiydim.

''Ayaz!'' Parmaklarımı suratında gezdiriyor, bilincini açık tutmaya çalışıyordum. ''Bak, seni kurtaracağım tamam mı aşkım? İyi olacaksın. Sevgim de ben de seni iyileştireceğiz.'' Gülümsedim. ''İyi olacaksın, merak etme iyi olacaksın.''

Titreyen parmaklarım gömleğinin düğmelerini bulduğunda, bir hışımla açmıştım. Nefes alması gerekiyordu fakat göğsü kan içindeydi. 

''Kuzey!'' diye bağırdım çaresizce, omzumun gerisinden ona bakarken. ''Bana yardım et, ne olur!''

Kuzey, Mersa'yı zapt etmek için namlusunu şakağına yaslamış, ruhsuz bir ifadeyle suratıma bakıyordu. ''Elimden bir şey gelmez.'' diye yanıtladı beni. ''Üzgünüm Ayça. Onunla vedalaşmalısın.''

Gözlerim ardına kadar açıldığında, ikinci kurşun benim kalbimin içinden geçsin, Ayaz'ın yanına yığılayım istiyordum. ''Bunu bana nasıl yaparsın?'' dedim, bağırmaktan kısılmış sesimle. ''Sen, sen onu koruyacağına söz verdin!'' Bağırmaya devam ediyordum. ''Ayaz'ın ölmeyeceğine dair bana söz verdin!''

Cevap vermemişti. Mersa, onun yerine: ''Tatlım, Kuzey'i yeni mi tanımaya başlıyorsun? O sözlerini asla tutmayan yaramaz çocuğun tekidir. Değil mi yakışıklı?'' deyip alaycı bir kahkaha attığında, ''Kahretsin!'' diye bağırdım.

O ölüyordu ve elimden hiçbir şey gelmiyordu.

Nefes alışverişleri git gide zayıflarken, kucağımda ölüşünü izlemeye devam ediyordum. Aradan belki de saniyeler olarak adlandırılan yıllar geçmişti. Parmaklarım otomatik bir robot gibi saçlarını okşamaya devam ediyordu. Ona veda edemezdim, ben buna hazır değildim. 

Gözyaşlarım yüzünü ıslattığında, dudakları ufaktan aralanmıştı. 

''Ayça?'' dediğini işittim çok kısık bir sesle. ''Ayça?''

''Ayaz!''

Bir çocuğun heyecanı tüm bedenimi sarıvermişti. Ölmeme ihtimali o kadar güzel gelmişti ki bana uzatılan bir dala tutundum. ''Ayaz, burada mısın?''

''Sanırım ölüyorum.'' dedi yavaşça. Dudaklarına yerleşen buruk gülümsemesine, acı dolu bir inleme eklenmişti. ''Özür dilerim.''

''Hayır...'' Gözyaşlarımı elimin tersiyle sildiğimde, alnımı alnına yasladım. ''Asıl ben özür dilerim, seni çok seviyorum. Ölmeyeceksin tamam mı? Ben her şeyi halledeceğim, bir yolunu bulacağım. Merak etme, seni burada bırakmayacağım. Kurtulacaksın. Türkiye'ye beraber döneceğiz. Sana söz veriyorum. Sana yemin ediyorum ki-''

"Kendini bu kadar yorma, seni hala çok seviyorum. Ölecek olmam neyi değiştirir?"

"Ben de seni seviyorum ama ölmeyeceksin, çıkart bunu aklından!"

Ayaz'ın dudaklarından bir hırıltı döküldü. Ardından kısa bir süreliğine sessizlik oluştu.

"Bugünün tarihi ne? Kurşunların havada uçuşuyor olması ve vurulmuş olmam, bana bir şeyi anımsattı."

Hatırlıyordu... Gözlerinde yer edinen ifadeden anlamıştım. Bunu hatırlıyordu.

Titreyen çenem ve dudaklarıma aldırmadan ''9 Nisan...'' dedim gözyaşları içerisinde. ''Evlilik tarihimiz, unuttun mu yoksa?''

''Öp beni.'' dedi Ayaz, kısık çıkan sesiyle. ''Beni öper misin son kez?''

Parmaklarım, saçlarından yavaşça kaydı ve suratını buldu. Öpmeye kıyamadığım dudaklarından bir sabun köpüğü misali yavaşça kayarken, korktuğumu hissettim. Son kez... Onu son kez öpme fikri neredeyse kanımı donduruyordu. Gideceği ihtimalinden çok korkuyordum. Ölmesini istemiyordum.

Yinede dudaklarımı dudaklarına değdirirken, ona tekrardan can verebilirmişim gibi öpüyordum onu. İstekli ve hararetli... Ona her dokunduğumda alev alan tenimi saran buz kütlelerini ne yaparsam yapayım kıramıyordum. Dudakları gittikçe soğuyordu. Morarmış göz kapaklarına eşlik eden gözyaşlarım, yanaklarını ıslatıyordu. Ayaz'ın kanı dudaklarıma bulaşmıştı. Fakat umurumda değildi. Onu hiç bırakmak istemiyordum.

"Evet." dedi Ayaz, belli belirsiz gülümsedi. "Evet." dedim gözyaşları içinde. Aradan saniyeler geçtiğinde, nefesinin kesildiğini fark ettim. Nabzı gittikçe düşüyordu. Nefes alışverişleri gücünü kaybediyor, konuşma yetisini yitiriyordu. Bütün avucum kan içindeyken, dudaklarımı ondan çektim. Suratında belli belirsiz bir gülümseme vardı ve sol gözünden akan bir damla yaş, yeryüzünü boyamıştı.

''Ve gelini öptüm.'' dedi cılız bir ses ile. ''Biz artık evliyiz.''

''Evliyiz.'' dedim yavaşça, kaybolan sesimle.

  

''9 Nisan, gerçekten güzel bir tarih. Kır düğünü fikri de öyle fakat suikast fikrini sevmedim. Gerçekten evlenirsek, halen daha bu işlerin içinde olmayı mı düşünüyorsun?''

''Başka seçeneğimiz olduğunu mu düşünüyorsun?''

''Ya varsa?''

Başımı Ayaz'ın omzuna yasladığımda, bir elini belime sarmış ve beni kendine çekmişti.

''Eğer öyle bir şansım varsa... Çok farklı bir hayat yaşamak isterdim. Yani, her şeye yeniden başlamak. Normal bir kadın, normal bir iş. Çocuklarına bakan bir anne ve...'' Başımı omzundan çektiğimde, Ayaz'ın gözlerine odaklandım. ''Senin karın olmak isterdim. Seninle evli olmak.''

Ayaz, tatminkâr bir edayla gülümsediğinde, bir elini, aramızda oluşan mesafedeki boşluğa yasladı. ''Bir seçme hakkım olsaydı, seninle aynı tercihi yapardım. Normal bir adam, normal bir iş... Çocuklarımızın babası ve senin eşin...''

''Ne yazık ki bunlar bir hayal.'' oturduğum yerden kalkmış ve arkamı dönmüştüm.

''Gerçekleştiremeyeceğimizi kim söylemiş?'' dediğinde, Ayaz da benimle beraber ayağa kalkmıştı. ''Ben burada olduğum sürece, bu hayali gerçek kılmak için elimden geleni yapacağım.''

Omzumun gerisinden ona baktığımda, ''Göreceğiz.'' demiştim.

''Göreceğiz, Ayaz Ateş.''

 

''Sözümü de tuttuğuma göre, ölümden çekinmemi gerektirecek bir şey yok.'' dedi Ayaz, gücünün kalan son kırıntısıyla. ''Senin yanında, kucağında ölüyorum. Ne hoş bir ölüm şekli.''

''Ayaz, ölmeyeceksin. Söyleme böyle-''

''Ben de gitmek istemiyorum ama ölüm meleği çok ısrarcı-'' kendini güldürmek için zorlamıştı. Öyle ki göğsünden boşalan kan, öksürme şiddetiyle daha çok akmaya başlamıştı.

''Kendini zorlama. Ayaz, iyi olacaksın. Ben seni çok seviyorum.''

''Ben de seni seviyorum, o adamdan uzak dur. Sana zarar gelmesini istemiyoru-'' son cümlesinden sonra göğsünden bir hırıltı yayılmıştı. Yere doğru kan öksürdü ve başı bir süre havada asılı kaldı. Ardından sol eli yavaşça dudaklarımı buldu. Dudaklarıma dokunan parmakları yavaşça hissizleşirken, ölüm meleği gizlice onu benden çalıyordu.

''Ayaz?''

Önce parmakları düştü, sonra kafası... Başı zemine öyle bir çarptı ki gözlerimi kapattım. Dizlerime düşen bileğindeki nabzın atmadığını, kalbinin durduğunu ve Ayaz'ın gözlerinin bir daha açılmamak üzere kapandığında son kez şahit oldum.

Ayaz gerçek anlamda gitmişti.

  ☀ 

Sırtımı soluk renkli siyah duvara yasladığımda, arşiv odasının tam önünde, herkesten uzak bir noktadaydım. Kollarımı göğsümde kavuşturmuş, başımı kapıya yaslamış gözyaşlarımı gizliyordum.

''Veda vakti ha?'' demişti Faruk. Elini havaya kaldırmış, Ayaz'a uzatırken. Aynı anda odasından çıkmışlardı. Merdivenlerin aşağısından onları görebiliyordum.

''Kendine iyi bak dostum.''

''Sen de dostum.'' diye onayladı Ayaz onu. Giderken üzerinde lacivert kazağı vardı. Gözleri kısa bir süreliğine beni buldu ve yaklaşık birkaç saniye sonra, dibimdeydi.

''Veda etmeyecek misin?''

İstifimi bozmadan onu baştan aşağıya incelerken, cevap vermedim. Ayaz, alaycı bir tavırla güldü ve bu durumu umursamadığını belli eden bir hareket ile iki elini, yaslandığım duvara koydu ve beni duvar ile kendi arasında sıkıştırdı.

''O veda öpücüğünü almadan gitmeyeceğimi biliyor olman gerekiyor.''

Suratımı ekşittim. ''Cehenneme git Ayaz, umurumda bile değilsin.''

''Gerçekten cehenneme gitmemi mi istiyorsun yoksa bu bir şaka mı?'' Ayaz, muzip bir ifadeyle suratıma baktığında, sessizliğimi hayır olarak kabul etmiş olacaktı ki güçlü bir kahkaha patlattı. ''Beni sevdiğini biliyorum, ben de seni seviyorum. Ama merak etme, bu ayrılık uzun olmayacak.''

İşaret parmağını yanağımda gezdirdiğinde, omuzlarımın biraz yukarısında biten saçlarıma dokundu. ''Saçlarını kestirmişsin?''

''Evet.'' dedim sertçe. ''Yeni moda, sana mı soracağım?''

''Demek yeni moda.'' diye iç geçirdi Ayaz. ''Saçlarını çok sevdiğimi söyledikten sonra kestirmen pek bir ironik, her neyse. Saçların uzadığında geri geleceğim.'' dedi gülümseyerek. ''O zamana kadar, onları hiç kestirme olur mu?''

Ayaz, arkasını dönmüş gidiyorken bağırdım.

''Sıfıra vurduracağım, göreceksin!''

  ☀  

Omzuna dokunan bir el, beni geriye doğru çekiyordu. Yaklaşık bir saattir burada, bu soğukta... Gözyaşlarım yanaklarımda donmuş bir vaziyette oturuyordum. Gözlerim Ayaz'ın hissiz dudaklarına takılı, arada bir gözkapaklarını inceliyordum. Belki son kez olsun, gözlerini açardı?

''Ayça.''

Kuzey'in iç tırmalayan sesi kulaklarıma çalındığında, kendime gelmiştim. Yaşıyordum ve Dünya, ben sevdiğim adamı kaybettim diye durmamıştı.

''Kalk artık, gidiyoruz.''

''Bana dokunma!'' diye bağırdım. Kuzey, ani bir refleks ile elini omzumdan çekti. ''Haydi.'' diyerek ısrar etti. ''Gitmemiz-''

''Onu koruyacağına söz vermiştin." Omzumun gerisinden Kuzey'e baktım.  ''Bana, onu koruyacağına dair söz vermiştin! Sen tam bir piçsin!''

''Haklısın.'' dedi Kuzey.

''Sen tam bir orospu çocuğusun! Senden nefret ediyorum.''

''Buna da tamam.''

''Senden nefret ediyorum.'' diye tekrarladım. ''Senden ölesiye nefret ediyorum!''

''Biliyorum, kalk artık. Bir kız çocuğunu avutacak vaktim yok.'' Kuzey, beni bileğimden sertçe kavradığında güçlükle ayağa kaldırmıştı. Ayaz'ın kollarından ayrıldığımda büyük bir boşluğa düştüğümü hissettim. Ben bu boşlukla hayatımı nasıl idame ettirecektim?

Kuzey'i omuzlarından ittirirken, ''Senin yüzünden!'' diye bağırdım. Artık bağırmaktan ve ağlamaktan çıkmayan sesimle. ''O senin yüzünden öldü! Senin yüzünden öldü!'' Ellerimi saçlarımdan geçirirken, Ayaz'ın kanı saçlarıma bulaşmıştı.

''Onun ölümünün sorumlusu ben değilim Ayça, kes artık ağlamayı. Mersa böyle biri tamam mı? Sana gerçek kaybı yaşatmadan bu dünyadan gitmene izin vermez, anlamıyor musun?''

''Onu neden öldürmedin?'' Kuzey'e bir adım daha yaklaştığımda, sıcak nefeslerimiz birbirine karışıyordu. ''Madem ondan bu kadar nefret ediyorsun, neden onun gitmesine izin verdin?''

''Çünkü-''

''Çünkü sen de onun piyonlarından birisin. Çünkü sen de Mersa'nın fahişelerinden birisin. Çünkü senin de annen, o kadının fahişelerinden biriydi-''

Cümlemi tamamlayamamıştım. Cümlemi yarıda kesen şey, yüzümün sol tarafına inen, güçlü bir tokat sesiydi. Başım istemsizce sağa doğru savrulurken, acıyı tüm hücrelerimde hissettim. Kuzey, bana tokat atmıştı.

''Kendine gel!'' diye bağırmaya devam ettiğinde, sol kulağım şiddetle çınlıyordu.

Gözlerim yerde bulunan silahı bir hışımla eline aldığında, Kuzey'e doğrulttum. Şimdilerde delirmiş bir ruhtan farkım yoktu. ''Seni öldüreceğim...'' derken titreyen parmaklarımda silahı zor tutuyordum. 

Tetik neresiydi? 

''Seni geberteceğim... Bu işi sonlandıracağım, anlıyor musun? Sonra gidip Mersa'yı öldüreceğim! Hepinizi öldüreceğim. Allah kahretsin, hepinizi!''

''Ayça, yeter artık. Ver şu silahı bana.'' Kuzey elini bana doğru uzattığında, namlum halen daha ona çevriliydi.

''Ayça.'' diye ikaz etti Kuzey. ''Sana silahı ver dedim!''

Silahın namlusunu bir anda kendi göğsüme, kalbime çevirdiğimde Kuzey'in gözlerinden kısa süreli bir endişe ifadesi geçmiş fakat silinmişti. Hava gittikçe aydınlanmaya başlıyordu. Güneş yüzünü göstermek için hazırlanıyorken, bulutlar yerlerinden çekiliyordu.

Silahın namlusunu kalbime bastırıyordum ve elim, tetikteydi.

''Kendimi öldüreceğim, bu en kolay yolu değil mi?''

Kuzey, elini alnına yaslarken derin bir iç çekti.

''Bir sikim yapamayacaksın, ver şu silahı.''

Bana doğru bir hamlede bulunduğunda, bir adım geriye gittim.

''Yoo yapabilirim.'' dedim yavaşça. ''Unuttun mu? Ben çok güçlü bir kadınım. Önce babamı, sonra sevdiğim adamı kaybettim. Ben güçlüyüm... Lanet olası ben, çok güçlüyüm!'' Saçlarım önüme bir perde gibi indiğinde, bir iki adım halinde gerilemeye devam ediyordum. Kuzey ise ısrarla bana uzanmaya ve silahı elimden almaya çalışıyordu.

''Kendimi, kendim öldürecek olma ihtimalim seni neden bu kadar korkutuyor?''

''Ayça, silahını ver.''

''Hayır vermeyeceğim!" Gözyaşlarım dudaklarıma vardığında, artık ağlamaktan konuşamadığımı fark ettim. ''Benim sevdiğim adam vuruldu Kuzey. O öldü, beni anlıyor musun?''

''Seni anlıyorum.''

''Hayır anlamıyorsun.''

''Ayça, sakinleştiğinde tekrar konuşalım.''

''Beni anlayamazsın ki ''

''Ayça, yapma!''

''Ben bir şey yapmadım ki. Ben sadece onunla bir gelecek hayali kurmuştum. Ben sadece yeşil göz cinayetlerinin çözümlenmesini ve katilin ölmesini istemiştim. Ben olayların bu noktaya geleceğini tahmin etmemiştim.''

Dizlerimin bağı adeta çözülmüştü. Bedenim güçlükle yere çökerken, Kuzey fırsattan istifade bana doğru yaklaşıyordu.

''Yaklaşma!'' diye bağırdım son kez. ''Rahat bırak beni, defol git.''

''Ayça, son kez söylüyorum. Ver şu silahı!''

Titreyen parmaklarım, bir anlığına bu fikrinden vazgeçmişti. Silahı Kuzey'e uzatabilirdim. Şayet sevdiğim adamın yerde boylu boyunca uzanan ölü bedenini görmeseydim...

Silahın namlusu kalbime yaslıyken tetiği çektim ve gözlerimi kapattım.

Ölme sırası, şimdi bendeydi. 

Continue Reading

You'll Also Like

2.9M 151K 17
Maça Kızı 8 serisinin devam bölümlerini içermektedir.
1.1K 358 14
Kendi halinde; sıradan bir hayatı olan Songül, o gece hayatının tamamen değişeceğinin farkında değildi. Songül'ün babasından annesinin intikamını al...
4M 248K 81
* Siz: Ay acaba lamalar uçsa nasıl olurdu? Siz: Düşünsene, kafana tıpkı martının sıçması gibi tükürüyorlar. Siz: Çok komik olmaz mıydı? ÜSĞĞDDĞSPDĞPF...
1M 56.1K 24
"Benim adım yok Narin, gölgem yok, ayak izim yok." dedi umutsuzca. "Olsun!" dedim omuz silkerek. Onun aksine umarsız çıkıyordu sesim. "Adını dilim...