TAKINTI

By suheda_zsy

3.7M 141K 50.3K

Ona hiç sarılamamıştım mesela. Hiç elini tutamamıştım. Hiç öpememiştim. Hiç koklayamamıştım. Hiç sevdiğimi sö... More

TAKINTI
1.Bölüm "OKUL"
2.Bölüm "ÖZLEM"
3.Bölüm "ŞOK"
4.Bölüm "KARMAŞIK"
5.Bölüm "ENDİŞE"
6.Bölüm "BEKLENMEYEN YOLCULUK"
7.Bölüm "ÇIKMAZ SOKAK"
8.Bölüm "ÇIĞLIK"
9.Bölüm "YALNIZLIK"
10.Bölüm "BİR HAFTA"
11.Bölüm "YÜZLEŞME"
12.Bölüm "SESSİZLİK"
13.Bölüm "CESARET"
14.Bölüm "DUYGULAR"
14.Bölüm "DUYGULAR" (2.KISIM)
15.Bölüm "PİŞMANLIK"
16.Bölüm "AİLE"
17.Bölüm "UMUT"
18.Bölüm "ARAF" (1. Kısım)
18.Bölüm "ARAF" (2.Kısım)
19.Bölüm "SARHOŞ"
20.Bölüm "SERZENİŞ"
21.Bölüm "MUCİZE"
22.Bölüm "RENKLER"
23.Bölüm "MEDCEZİR"
24.Bölüm "MEFTUN"
25.Bölüm "HİCRAN"
26.Bölüm "KAYIP"
27.Bölüm "YARI ÇIPLAK"
28.Bölüm "MESAFE"
29.Bölüm "YANKI"
30.Bölüm "NEFES"
31. Bölüm "KUMPAS"
Yazar'dan
31.Bölüm "KUMPAS" (2.KISIM)
32.Bölüm "İRTİCA"
33.Bölüm "PUNT"
34. Bölüm "İNTİKAM"
35. Bölüm
35. Bölüm "ENKAZ" (2.Kısım)
36. Bölüm "NEFRET"
37. Bölüm "AVDET"
38. Bölüm "ÇAĞRI"
39.Bölüm "VİRAJ"
40.Bölüm "İTTİHAT" (1. Kısım)
40.Bölüm "İTTİHAT" (2. Kısım)
41. Bölüm "ANDAÇ"
42. Bölüm "FORSA"
43. Bölüm "DERSAADET"
44. Bölüm "EZA"
45. Bölüm "NİHAN"
46. Bölüm "YEİS"
47. Bölüm "ELFİDA"
48. Bölüm "FEVERAN"
49. Bölüm "GİRİFT"
50. Bölüm "İZAN"
51. Bölüm "TEMAŞA"
52. Bölüm "KOYGUN"
53. Bölüm "MUNTAZAR" & ÇEKİLİŞ
55. Bölüm "İLTİMAS"
56. Bölüm "GİZ"
57. Bölüm "TESHİR"
58. Bölüm "İSTİNAT"
59. Bölüm "PERESTİŞ"
60. Bölüm "FEYİZ"
61. Bölüm "KIVANÇ"
62. Bölüm "VUSLAT"
63. Bölüm "İŞTİYAK"
64. Bölüm "TEMAYÜL"
65. Bölüm "DANS"
66. Bölüm "İNTİBAH"
67. Bölüm "İNHİDAM"
68. Bölüm "DİLHUN"
69. Bölüm "HİTAM" -SON-
Yazar'dan
H.P
ÖZEL BÖLÜM DUYURUSU ✨
ÖZEL BÖLÜM YAYINDA!

54. Bölüm "MEYİL"

24.5K 1.3K 493
By suheda_zsy



Çenemin altına yasladığım bileğimin acımaya başladığını fark edince kafamı kaldırdım ve ellerimi masanın üstünde birleşirdim. Bir cevap alamayacağını, hatta söylediklerini idrak dahi edemediğimi fark edince biraz süzülür gibi olup hemen toparladı ve "Solgun görünüyorsun, bir sorun mu var?" diye sordu.

Evet, büyük bir sorun vardı. "Hayır," diye geveledim kuru bir sesle ve sırtımı sandalyeye bıraktım.

Bu sırada iki eli de dolu olan garson başımda belirmiş ve tabaklardan birini benim, diğerini babamın önüne yerleştirmişti. Geri çekildiğinde "Başka bir isteğiniz var mı efendim?" diye sordu ellerini önünde bağlayarak ve babamın bir el hareketiyle gitmesi gerektiğini anlayıp yanımızdan uzaklaştı.  

Babam dirseklerini masaya yaslayarak bana olabilecek en yakın mesafeye geldi ve dikkatli bakışlarıyla, "Bize gelmeyi hiç düşünmüyor musun? Erkek arkadaşının evinden ne zaman ayrıldın?" diye sordu.

Yüzüne kısa bir süre kayıtsız bir ifadeyle neden sorguladığını sorgular gibi baktım ve elime çatalımı alırken ona bakmayarak, "Düşünmüyorum," dedim eskisinden daha tereddütlü bir sesle. Aras'ın evinde kalmaktan çok sıkılmıştım ve sanki artık dayanamıyordum ancak bu babamın yanına gitmekle de çözülmeyecekti. "Bir hafta oldu ayrılalı nerdeyse."

Biraz daha yanaştı ve daha ilgili bir sesle "Bir sorun mu oldu?" diye sordu.

Gözlerimi gözlerine diktim ve sert bir ifadeyle baktığımı bilsem de değiştirmeyip "Hayır," diye cevapladım. Sorunlu bir ilişkim olduğunu düşünsünler istemiyordum. "Aras biraz şey bir çocuk... Sahiplenici? Bırakmıyor."

Dudaklarını birbirine bastırırken "Hım..." diye mırıldandı. İnanmış gözüküyordu. "Yine de bize gelebilirsin, biliyorsun, değil mi? Berrin hiç çekinilecek bir kadın değildir," dedi sanki sadece ondan çekiniyormuşum gibi. "O da seni yakından tanımaya hevesli."

Bakışlarımı tekrar tabağıma indirirken kaşlarım kendiliğinden çatıldı ve "Hayır baba," diye itiraz ettim. "Hem sizin hem benim düzenimi bozmak istemiyorum. İnan Araslarda da, erkek arkadaşımın yanında da kendi evimde gibiyim. Yabancılık çekmiyorum. Ama sizin evde... ne kadar çabalasak da böyle olmaz. Hem fena mı? Birbirimizi özlüyoruz, arada görüşürüz yine böyle?"

Arkasına yaslanırken kafasını başka tarafa çevirip seslice nefesini dışarı verdi ve ardından susmayı tercih etti. Israr etmek istemiyordu ama içi içini kemiriyordu. Hele abim gibi bir etken ortadan kalkmışken beni çıldırmış gibi yanına almak istiyordu. Ancak gerçekten hem ben kendimi sığıntı gibi hissedecektim hem de oraya gittikten sonra tamamen yerleşmemi sağlayacak olduğunu bildiğimden bir daha başka yere kımıldamaya fırsatım olmayacaktı. Ola ki Hakan çağırırsa diye değerlendirmiyordum bile teklifini. Gerçi aradan günler geçmişti, umudumu kesmeye başlasa mıydım? İçimi yakan bir konuya değinince dikkatimi dağıtmaya ve babamın yanında düşünmemeye çalıştım.

İkimiz de yemeklerimizi ufak ufak yemeye başladığımızda düşünceliydik. Babamın bakışları kaygılıydı ve gerek iç dünyamda, gerekse dış dünyamda olanlardan bihaber olduğunun idrakındaydı. Canının sıkıldığını biliyordum ancak şu an istese de, anlatsam da anlayamayacağı bir vaziyetteydim. Olayları yaşayan ben olduğum halde çoğu zaman inanamıyor, sindiremiyordum; o nasıl tam anlamıyla anlayacak ve yardımcı olacaktı? Veya hangi birine? Zordu... Bana yardımcı olabilecek, anlayabilecek ve köküme kadar etki edebilecek biri vardı ki o da Hakan'dı. Hiç konuşmasa, hareket etmese dahi etkisi üzerimde büyüktü ki bu etki bana neler yaptırır, ben dahi düşünmeye korkuyordum.

Düşünceli bir sessizlikle yemeğimizi yemiştik. Babam tatlı da yemeyi ve mekan değiştirmeyi teklif etmişti ancak reddetmiştim çünkü bugün daha bir keyifsiz hissediyordum. Arabasını Aras'ın evinin önünde durdurduğunda bana döndü ve bir kez daha, "Canını sıkan bir şey olursa, çocuk yakın arkadaşınmış ama yine de... kaba bir davranışını görürsen, hemen beni arıyorsun, tamam mı? Sakın çekinme. Ben onca yıl seni hiç kendimden uzak hissetmedim, sen böyle bir yanılgı içerisindeysen hemen kurtul. Cengiz de, Berrin de sana dünden hazır..." diyerek devam ediyordu ki gözlerimi yumarak, sabırsız bir ifadeyle "Tamam..." diye mırıldanmamla sustu. Hiç kimsenin evine kurulmaya niyetim yoktu. Şimdi abimin yanına dönsem dahi artık evimde hissedemezdim çünkü benim evim Hakan'dı. Bunu tattırmıştı ve benim o tattan başka şeyi duymaya dahi tahammülüm yoktu.

Onu anlamaya çalıştığımda daha ılımlı çıkan sesimle bir kez daha "Tamam..." diye mırıldandım. Kaygılı bir ifadeyle yüzüme bakıyordu. Sokak karanlıktı, arabanın içi karanlıktı ancak birbirimizi netçe görebiliyorduk. "Biliyorum. Zorda kalırsam ilk olarak seni arayacağım." Gözlerine bakarak acı acı tebessüm ettim. "Başka çarem varmış gibi tembihleyip duruyorsun..."

"Hadi canım sen de," dedi arkasına yaslanırken. "Bir bu kadar daha kalacak yer bulursun, biliyorum, biliyorum çünkü girdiğin her ortamda sevilirsin sen. İnsanlar senin ne asil bir kız olduğunu hemen anlarlar. Evlerini açarlar. Ancak... ben bir düzenin olsun diye uğraşıyorum. Çok yakının da olsa bu çocuk... ne kadar tutar ki yanında? Ya da sen, ne kadar rahat edebilirsin ki? Veya sevgilin... ayrılacaksınız kızım. Şimdiki aşklar böyle. Kapının önüne koyduğunda bir kez daha yıkılmayacak mısın? Tamam, bizde de pek rahat edeceğinin temennisini veremem başlar için ama zamanla alışacaksın, sahipleneceksin. Orası senin de evin olduğundan kimse kapıyı gösteremeyecek." Sustuğunda benden bir şeyler söylememi bekledi ancak konuşmadım. Doğru söylüyor, ileriyi görüyor olabilirdi ki Hakan'ın o odaya girişini beni evden kovmak olarak bile yorumlayabilirdim ancak bir üvey anne ve üvey abi modeli bulunduran o ev de bana hiç cazip gelmiyordu. Babamın bahsettiği düzen önceki düzenimi tamamen yok etmemden geçiyordu ve ben buna hazır değildim. Abisiyle yaşayan kız olmaktan çıkıp üvey abisi, annesi ve öz babasıyla yaşayan kız olacağıma üvey abisini gözden çıkarmasına sebep olduran adamla yaşayan kız olurdum. Düzenimi silip atacaksam bu yöne devrilmeliydim. Ancak haklı olduğu bir nokta vardı ki babam bu şartlar altında beni yanından göndermezdi, Hakan'ı kestiremiyordum. Belki de bir daha hiç o şansı vermeyecekti.

Sıkıntılı ancak samimi bir sesle "Düşüneceğim," dedim. "Haklı olabilirsin."

Dudakları içten bir gülümsemeye ev sahipliği yaparak kıvrıldı ve bana doğru yanaşıp yanaklarımdan öptü. "Yine de her şekilde sana saygı duyacağım. Babam gibi asla olmam."

Bu defa ben ona yanaştım ve sarıldım. "Babacığım... sen öyle olamazsın. Öyle olmak yerine olmamayı tercih edersin."

Geri çekildiğimde muzip bir ifadeyle kaşlarını çattı. "Gönderme miydi bu?"

Gülerek kafamı iki yana salladım. "Hayır."

"İyi bakalım," diye mırıldandıktan sonra gözleriyle evi işaret etti. "Saat çok geç oldu. Arkadaşın uyumasın sonra? Sen de yoruldun, iyice dinlen. Hemen bir karar vermek zorunda değilsin. Hatta karar vermek zorunda da değilsin. Ancak bu şekilde dahi olsa boş zamanlarda ara beni, tamam?"

Kafamı aşağı yukarı salladım. "Tamam babacığım. Görüşürüz. Kendine iyi bak."

Kapının kapağını açtığım sırada "Sen de kızım," diye cevap verdi. Aşağı indiğimde ona el sallayıp sırtımı döndüm ve kapıya kadar yürüyüp zili çaldıktan sonra arkamı döndüğümde tekrar göz göze geldik. İçinden kapının açılmaması ve beni kendi evine götürmeyi planladığını hisseder gibi oldum fakat çok geçmeden Aras kapıyı açtı. "Bebeğim nerdesin sen ya... Gözüm yollarda kaldı."

Beni bir şeyden kurtarır gibi kolumdan tutup içeri çektiğinde ve hemen ardından kapıyı kapattığında babama tekrar el sallamaya fırsatım olmamıştı. Ceketimin düğmelerini çözerken "Babam pek bırakmak istemedi ya," dedim. "Ağırdan aldı."

"Haklı," diye cevap verdi. "Özlüyordur."

Ceketimi kenara fırlattım ve dediğine cevap vermeyip yüzüne yorgun bir ifadeyle baktım. "Hemen uyuyacağım, seni de beklettiğim için üzgünüm. Yarın konuşuruz, olur mu?"

Sorumu onayladığından cevap vermeye gerek duymamış gibi "Yorgun görünüyorsun," dedi. "Hasta falan olmayacaksın, değil mi?"

Kafamı ağır ağır iki yana salladım ve yine ağır adımlarla bana ayrılan odaya ilerlerken "Ceren," dedi birden. Soru sorar gibi gözlerine baktığımda bakışları keskindi. "Onu mu özlüyorsun?"

Dudaklarım kendiliğinden birbirine sıkıca sarılırken ellerimi iki yana açmaktan başka bir şey yapmadım. Anlamış gibi bir ifadeye devretti yüzünü ve odaya girip sırtımı yaslayarak kapıyı kapadığımda boğazıma kadar tırmanmış olan ateşten yumru varlığını daha da arttırdı. Sanırım tartıştığımızı ve ona dönemediğimi anlamıştı çünkü bir haftadır gitmenin konusunu dahi açmamış, açamamıştım.

Boğazımdaki yakıcı acıya eşlik etmek ister gibi gözyaşlarım da hemen varlığını hissettirdi ve kapının önünden ayrılıp yatağa doğru ilerlerken günlerdir gösterdiğim sabır ve umudum gibi dağılmış bir haldeydim. Yatağa ağır hareketlerle çöküp dizlerime yasladığım dirseklerim sayesinde kafamı ellerimin arasına aldım ve sıkıca gözlerimi yumduğumda birkaç damlanın tenime değdiğini hissettim. Umudumu ancak bugüne kadar diri tutabilmiştim, bugün cumaydı ve okul çıkışında fikrimce beni alır ve evine götürürdü. Sanki Hakan için günler ya da okul bir anlam ifade ediyormuş gibi! Kendimi kandırmıştım bir kez daha. Hakan yerine babam aramıştı ve çıkış saatinden yatma saatine kadar vakit geçirmiştik fakat benim aklım hep Hakan'da, bir gözüm ise hep telefondaydı. Aramamıştı. Mesaj atmamıştı. Hiçbir şey yapmamıştı. Silmiş miydi beni? O kadar büyük bir yanlış mıydı onun gözünde bu yaptığım?

Ağlamam düşüncelerimle beraber şiddetlendiğinde bir an öce yorganın altına girip ses çıkarmamak adına ayağa kalktım ve tek elimle soyunmaya çalışırken diğer elimle göz yaşlarımı siliyordum. Gerçi bir faydası olmuyordu, yenileri anında yanağıma dökülüp boş bırakmazken çıkan sesleri de bir türlü zapt edemiyordum. Umarım Aras yalnız kalmaya ihtiyacım olduğunu anlar ve işitse bile yanıma gelmeye yeltenmezdi. Formalarımı odanın bir ucuna fırlatıp pijamalarımın içine girdikten hemen sonra adeta ağlamaya koşarcasına hızlıca yatağa girdim ve yorganı tepeme kadar çektim. Ne yani, gram dahi olsa özlemiyor muydu, aklına gelmiyor muydum, bana hiç mi alışmamıştı? Eğer öyle değilse bu nasıl metanetti ki hiçbir girişimde bulunmamıştı günlerdir? Ben gittiğim için benim dönmemi mi bekliyordu yoksa? Tıpkı Gizemli Kız için olduğu gibi?

Yine de o odaya girmenin benim için ne ifade ettiğini bilmesi gerekiyordu ve ona iş düştüğünü anlamalıydı. Evet; gururluydu, inattı ve kendinden taviz vermeyi sevmezdi ancak benim onun için nelerden taviz verdiğim düşünülürse bu hakkımdı. Yok, ne zırvalıyordum ki? Hakan istediğini alan ya da bunun üzerine hamleler -hem de ne hamleler- yapacak olan çocuktu. Şu an ondan yana bir kıpırtı göremiyorsam bu onun için hiçbir anlam ifade edemediğimi gösteriyordu ki hiç evirip çevirmeye gerek yoktu. Günlerdir sürekli olarak kaçtığım, zihnimin en dibine attığım bu keskin, kırıcı ama gerçek düşünceleri birebir karşıma çıkarmamın verdiği yıkılmışlıkla ağlamam boyut değiştirdi sanki ve biliyordum ki en çok yaralayan şey onca çabaya, çabama rağmen bu sonun kaçınılmazlığıydı ki Hakan hissiz olduğu sürece zaten en ufak bir sürtüşmede kopacağımız belliydi. Ne uğruna her şeyimi yitirmiştim o zaman? Kahretsin ki başından beri şu imkansızlığa meydan okumuştum ve sonunda her şeyimi kaybetmiş bir hale geleceğimi bir türlü görememiştim. Ne mecburiyeti vardı ki zaten benimle ilgilenmeye, aramızı hoş tutmaya?

Onu gördüğüm andan itibaren yaşadıklarımın hiçbir anlam ifade edemeyişinin avuçlarıma bıraktığı hiddeti eritebilen tek şey özleminin bıraktığı yumuşak fakat buruk hissiyatına geçişimdi. Burada kaldığım günlerde gitgide her şeyden usanmıştım, tek arzuladığım şey yüzünü görebilmekti ki şu anda da fazlasıyla bunun için yanıp tutuşuyordum. Hatta bu arzu öyle bir arzuydu ki gümbür gümbür sinirimi dahi saniye içerisinde etkisiz hale getirir, beni onu düşleyen bir leyla yapardı. Çok özlemiştim! Şu an onu görebilme imkanım olsa hiçbir şeyin hesabını tutmaz ve bunu gerçekleştirirdim. En yakın dostumun dahi evi ve yanı benim için bir yerden sonra zindan görevini üstleniyorsa benim evim o ve onun yanıydı, başka bir açıklama getiremiyordum. Nasıl olur da o her şeyden sakınan çocuk günlerdir beni arayıp sormazdı, sadece yanında olduğumda -hatta belki o zaman bile değil- etki bırakabilen bir kız olurdum onun için? Nasıl olur da ona nasıl kıymet verdiğimi ve başka kimsenin ona benim gibi yaklaşmayacağını görmezdi? Görüyorsa da nasıl bir anlam ifade etmezdi?

Avuçlarımı yatağa bastırarak sanki tonlarca ağırlaşmış bedenimi yatakta doğrulttum ve kendimi yatağın başlığına doğru çekip sırtımı yasladım. Ellerimle göz altlarımı sildikten ve görüşümün netleşmesini bekledikten sonra komodine uzanıp telefonu elime aldım ve kilidi açıp galerime girdim. İlk gördüğüm fotoğrafına tıklayıp ekran boyutuna gelmesini sağlarken dudaklarımın kıvrılmasıyla gözlerimin hızla tekrar dolması bir oldu. Fotoğrafı olağanüstü bir dikkatle incelerken kendimi onun bir çeşit hayal ya da benim kurmacam olup olmadığını sorgularken buldum. Güzelliği dünyevi olamayacak kadar baş döndürücü, dünyada kalıp yok olamayacak kadar muntazamdı. Hoş, her yerden yok olsa ve hatta benim hayalim olup onu bir daha görmem mümkün olmasa dahi hafızama öyle bir işlemişti ki günü gelir kendi suretimden geçer ancak onu asla kafamdan atamazdım. Hem ne büyük saygısızlıktı öyle! Onu kafamdan atmam demek ışığımı kesmem demekti ve ben bu kadar nankör olamazdım. O bana zerre karşılık vermese dahi dünyamı anlamlı kıldığı için ona minnet duyuyordum.

Fotoğrafı yakınlaştırarak incelerken içerisinde kaybolmamak, ya o ana gitmeyi ya da onun telefonun içinden çıkıp gerçek olmasını dilememek mümkün değildi. Her defasında büyüleyen güzelliğinin bana bıraktığı hayret ağlamamı duraksatmıştı. Ekranı yukarı kaydırdığımda yakınlaştırdığım için bu defa sadece gözleri kadrajıma girdi ve o kadar yakın, gerçekçi duruyordu ki göz göze geldik sandım. Hafifçe irkilerek ekrandan uzaklaştığımda ellerim arasındaki telefon titredi ve ben daha ne olduğunu anlayamadan Hakan'dan bildirim geldiğini görünce gerek heyecandan gerekse şaşkınlıktan telefonu yatağa bırakırken kocaman olmuş gözlerimle beraber ellerimle ağzımı kapadım. Ne? Doğru mu görmüştüm? Hakan'dan mesaj mı gelmişti? Birdenbire izleniyormuşum gibi hissetsem de bu saçma düşünceden hemen kurtuldum ve tamamen düzenini kaybetmiş nefes alışverişimle dudaklarım mutlulukla korku arasında kıvrılır gibi oldu. Ürkek elimi tekrar telefona atarken kalbim pır pır ediyordu, gözlerim beni yanıltmış olamazdı değil mi?

Bıraktığım vaziyette kalan fotoğrafından çıkıp mesaj kutumu bulduğumda üstündeki rakam okunmamış mesajım olduğunu gösteriyordu. Kutucuğa titrek elimle öyle hafifçe dokundum ki algılamadı ve tekrar basmak zorunda kaldım. Girdiğinde gördüm ki Hakan'dan okunmamış mesaj vardı. Heyecandan ölecek gibi hissetsem de vücudumu ele geçiren merakım olduğundan mesajı açıp okumaya başladım.

"Bu kadar yürekten çağırma beni.
Bir gece ansızın gelebilirim.
Beni bekliyorsan, uyumamışsan,
Sevinçten kapında ölebilirim."

Heyecanım okuduklarımı anlamam için bana biraz müsaade verdiğinde bunun bir şiirden mısralar olduğunu hatırladım ve tereddütlü gülümsemem yerini genişçe bir sırıtmaya bıraktı. Hakan! Hakan ve şiirleri! Nasıl olur da... tam şu an... hissetmiş olabilir miydi? Mesajını tekrar tekrar okurken ne cevap vereceğimin ısıtması tutmuştu ki asla sağlıklı düşünemiyordum. Direkt konuya bodoslama girip sataşsa mıydım? Hayır, öyle olması gerekseydi Hakan yapardı, demek ki ince bir noktadaydık ki şiirle bana zeytin dalı uzatıyordu. Hem de ne şiir! En doğru kararın şiirin devamını getirmek olduğunu düşünüp titreyen parmaklarımla yazmaya başladım.

"Belki de hayata yeni başlarım.
İçimde küllenen kor alevlenir.
Bakarsın hiç gitmem kölen olurum.
Belki de seversin beni kim bilir."

Doğru yazdığımdan emin olduğumda gönder tuşuna tıkladım ve az önceki kıpırtısız duruşumun aksine bir sıçrayışta yatağımdan fırlayıp kurumamış gözyaşlarımla tezat oluşturacak şekilde kahkahalarla zıplamaya başlamıştım. Dayanamamıştı! Yazmıştı işte, yazmıştı! Biliyordum! Bugünün onun için de bir kırılma noktası olacağını biliyordum!

Kalp ritmim ve içimde oluşan kasırgalar anlık olarak gözlerimin kararmasına sebep olduğunda ayaklarımı zemine sabitleyip sakinleşmeyi denedim ve olanları sindirmeye çalıştım. Zaten o da benimle mutlu gözükmüyor muydu? Elbette ki o da alışmıştı ve haksız olduğunu biliyordu. Gözlerimi yumup nefes alışverişimi düzene sokmaya çabaladım. Tamam, normaldi. Sakin olmalıydım. Zaten bekliyordum ve beni asıl derinden üzen beklentimin karşılanmaması olmamış mıydı?

Olduğum yerde öylece dikilirken telefonumun ekranı yanıp söndü ve sakin olmaya çabalasam da hızlı gelişen adımlarla yatağa ilerledim ve ortasına oturup telefonu elime aldım. Cevap gelmişti. Mesajı açtığımda tam tahmin ettiğim gibi şiiri devam ettirdiğini gördüm.

"Kal dersen, dağlarca severim seni
Bir deniz olurum ayaklarında.
Aşk bu, özleyiş bu, hiç belli olmaz
Kalbim duruverir dudaklarında."

İçimden de olsa istemsizce onun sesiyle okumuştum ve bu az önce zor zapt ettiğim heyecanımı tekrar hortlatmıştı. Mutlaka ondan da duymak istiyordum! Ancak şu an bu bile benim için öyle bir mükafattı ki... Gözlerim kelimeler üzerinde hızlıca tekrar tekrar mekik dokurken kalbim gümbür gümbür atıyor, kulaklarım sanki baş ucumda akarsu varmış gibi uğulduyordu. Neden bu kadar zayıf düşüyordum bir mesajıyla bile? Hoş, ondan gelen zayıflıktan gocunmuyordum çünkü düşüncesi bile içimi titrettiğine göre bu onun hakkıydı. Titrenmeyecek gibi miydi? Sanki bütün sanatların babasıydı da diğer hepsi ondan üremişti. Okuduğu şiirler, hatta onu görene dek okuduğum bütün şiirler, izlediğim bütün filmler ya da dinlediğim bütün şarkılar yavaşça geriye çekilmiş, beni görebileceğim en ince işçilikli sanatla baş başa bırakmışlardı. Şiirin kalan kısmını ilk önce kendim mırıldanarak çıkarmaya çalıştım ve ardından yazmaya başladım.

"Ya da unuturum kim olduğumu,
Hatırlamam belki adımı bile.
Belki de çıldırır, deli olurum
Sana kavuşmanın heyecaniyle."

Ah şu şiirler... Nereden aklına gelmişti şimdi? Şiir zevkimiz nasıl olur da bu kadar uyuşurdu? Dışarıdan gözüktüğünün aksine ne ince ruhlu bir yapısı vardı. Ne abim, ne Cengiz ve ne de Aras asla bu yönünü göremedikleri için beni anlamıyorlardı. Sanıyorlardı Hakan bir kıza sahip çıkamaz, ilgilenemez, kıymet veremez. Öyle değildi... Belki de çoğu erkeğin ayak bağı olduğumu düşüneceği yerde o öyle şefkatli yanaşmıştı ki aşkımı körüklemişti. Kolay kolay gün yüzüne çıkmayan fakat çıktığında da aşırıya kaçacak kadar bol miktarda merhamete sahipti ama onlar fark edemiyorlardı. Bu umrumda olmayacaktı. Ben Hakan'da ne gördüğüme bakardım ve bunu sadece benim görebilmem onu daha da ender kılıyordu. Düşüncelerim katman katman derinleşirken bir an önce sadede gelip yüzünü görebilmenin şevkiyle tutuştum ancak bunu sadece ben bilmeliydim. Karanlık odada telefon ekranım parlayınca bakışlarım anında aşağı kaydı ve kilidi açtım.

"Aşk bu, bilinir mi nereye varır,
Ne durdurur özleyeni, seveni.
Bakarsın ansızın gelebilirim
Bu kadar yürekten çağırma beni."

Son kelimeyle beraber hem mesajın hem de şiirin sonuna geldiğimde artık görüşeceğimize dair bir anlam çıkarmalı mıydım? Çünkü şiir haricinde bir şey yazmayı düşünmüyor ve o konuları açan ben olmak istemiyordum. Son dörtlük bana denk gelseydi acaba o bir yanıt verir miydi? Neyse, bu beni ilgilendirmezdi çünkü şiirle laf atmıştı ve karşılığını vermiştim; ötesi neydi ki? Beni evine götür mü? Ya da beni kovar gibi neden o odaya girdin mi? Asla görüştüğümüz son anları dile getiren ben olmayacaktım. Seçtiği şiirden bir anlam çıkaracak olursak görüşecektik, şiir bir anlam ifade etmese dahi günler sonra dayanamayıp yazması bana istediğimi vermişti. Telefonumu yastığımın altına koyduktan sonra başımı yastığa yasladım ve az önce altında ağladığım yorganı belli belirsiz bir gülümsemeyle tekrar tepeme çektim. Bütün denge iplerinizin bir insanın elinde olması çok güçtü fakat o kişi teslimiyete değiyorsa gerçekten umrunuzda olmuyordu.

Kafamı yastığa koyduktan kaç vakit sonra uykuya dalmıştım bilmiyordum ama epey bir süre düşüncelerimle cebelleştiğimi hatırlıyordum. Eğer beni alacaksa ne zaman alacaktı? Hemen yarın mı yoksa aradan günler mi geçecekti? Aras ne diyecekti? Döndüğümde o odaya girmesinin hesabını sormaya hakkım olmadığı halde nasıl sorardım? Bir açıklaması var mıydı? Beni özlemiş miydi yoksa sadece vicdan mı rahatlatmaya çalışıyordu? Bir şiir kafama sabahlara dek düşündürecek onca soru bırakmıştı ki... Sabahleyin Aras'ın uykusu tonla ağır olmasına rağmen o beni uyandırmıştı ve mutfağa girdiğimde de kahvaltıyı dahi hazırladığını gördüm. Vakit öğleni aşalı epeyce olmuştu. Onun çoktan yaptığı kahvaltı masasından bir şeyler atıştırırken, o telefonuyla oynuyor, ardından kapatıp elinde çeviriyor ve tekrar kilidini açıyordu. Gergince ofladığında kahvaltımı bu defa bölmek zorunda kaldım ve "Ne oldu?" diye sordum.

Kısa bir süre sessiz kaldı ve sıkıntılı çıkan sesiyle "Elif ya..." dedi. "Gelecekti... hem de sabahtan. Ses seda yok. Telefonlarımı da açmıyor."

"Uyuyakalmıştır," diye cevap verdim ilk aklıma gelen fikirle.

O da anında "Sabah konuştuk," dedi. "Evden çıkıyordu."

Kaşlarım ayaklanırken çatalımı tabağımın kenarına bıraktım ve düşünmeye başladım. "İşi falan mı çıktı acaba? Ya da babasına mı yakalandı?"

"Bilmiyorum..." diye mırıldandı endişeli çıkan sesiyle. "Gider bakarım ama babası evdedir diye gidemiyorum da..."

"Merak etme," dedim rahatlatıcı bir sesle. "Trafiğe bile takılmış olabilir."

Tatmin olmadığı belliydi ancak cevap vermedi. Masanın altında kalan tek bacağını stresli bir biçimde salladığını titreyen bedeninden anlayabiliyordum. Sessizce kahvaltımı etmeye devam ettim ve sabah dünkü yazışmadan ona bahsetme gibi bir düşüncem olsa da şu anki gerginliği beni caydırmıştı. Karnım doyduğunda masayı birlikte toplarken Aras'ın ağzından tek tük kelimeler çıkıyordu. Bulaşıkları makineye yerleştirirken "Sana da zahmet veriyorum," dedim işittirircesine.

Masayı silerken baygın bir bakış attı ve "Boş konuşmayı çok seviyorsun," dedi ilgisiz bir sesle.

"Öyle deme..." diyerek karşı çıktım. "Bir haftadır buradayım." Kısa bir süre sustum ve devam ettim. "Dün babam onlara gitmem konusunda çok ısrar etti." Şimdilik evden ayrılma konusunun kıyısından da geçsem kârdı.

"Ne dedin?"

"İlk başta hayır ama devamında çok ısrar edince... direnecek sebep bulamadım."

"Sen rahat edeceksen babandan alıkoyacak halim yok. Ama bana burada arkadaş oluyorsun, gitmesen daha iyi. Babanın da hakkı tabi... o piçin yanına gitme de..."

Sesi gittikçe mırıldanmaya dönüşse de ne dediğini duymuştum ve "Onun da hakkı," diye yanıt verdim bulaşıklarla uğraşırken. "Biz sevgiliyiz. Sen Elif'i göremeyince ne hale geliyorsun, bak."

Elindeki bezi tezgaha fırlatır gibi attı ve "Off evet," dedi celalle. "Nerde bu kız anasını satayım ya?" diye bağırdığında makinenin kapağını kapatıp yanına gittim ve "Ne yapabiliriz sence?" diye sordum. Benim konum tamamen kapansa da en azından olumsuz anlamda diretmemişti.

"Bilmiyorum bilmiyorum!" dedi hiddetle. "Beni hiç habersiz bırakmazdı o."

Alt dudağımı içime çekerken ben de endişelenmeye başlamıştım. Yolda başına bir şey gelmiş olabilir miydi? Tek elimi omzuna atıp sıvazladım ve "Gel, salona geçelim," dedim. "Elimizden bir şey gelmez. O ulaşabildiği ilk anda bizi arar zaten."

Aras sakin kalmaya çalışır gibi benimle beraber ağır adımlarla mutfak kapısına doğru ilerledi ve salona geçtik. Koltuklara geçtiğimizde onun Elif'i, benim ise Hakan'ı düşünmekten beynimiz nerdeyse hararet yapacaktı ve kafamızı dağıtması adına televizyonu açtım. Onunkisi daha mühim olabilirdi tabi.

Aradan saatler geçmişti ve hava kararmak üzereydi. İkimiz de yerimizde duramaz hale gelmiştik. Hakan tarafından hiçbir kıpırtı yoktu ve bu beni deli ediyordu. Yine dengelerimi yok edip toz mu olacaktı yoksa? Bencilliği beni öldürüyordu! Elif bile Aras'a artık ne haldeyse "Müsait değilim," yazan iki kelimelik bir mesaj yollamıştı. Gerçi bu Aras'ın daha bir endişelenip sabırsızlanmasına, hatta odanın içinde bir aşağı bir yukarı dolaşmasına sebep olmuştu ancak en azından iyi olduğunu anladık diyerek onu sürekli teselli etmeye çalışıyordum. Bu saate ikimiz de zor gelmiştik kısacası. Zaman zaman odaları dolaşmıştık fakat şu an yine salondaydık. Televizyonun sesi gergin sessizliği bir nebze yumuşatsa da bir yerden sonra etkisiz hale gelmişti. Birbirimizin şu zamana dek her derdine koşan iki dost olsak da aşk başka şeydi. Sahibinden başka kimsenin şifa olamayacağı bir hastalıktı ki bundan olsa gerek, ikimiz de yanıp kavrulsak da elimiz kolumuz bağlı oturmaktan başka çaremiz yoktu.

Birbirinin aynı geçen dakikalardan sonra sessizliği yaran bir telefonun zil sesi olduğunda ikimiz de hemen dikleştik fakat çok geçmeden anladık ki çalan masanın üstünde duran benim telefonumdu. Hakan'ın aradığını seçmemle panikle ayağa fırlayıp Aras'a kaçamak bir bakış attım ve telefonu kapıp kendimi koridora attım. Aras'ın ekranı gördüğünden emindim. Mideme giren krampları göz ardı etmemek gibi bir durumum söz konusu değildi, o derece sesine muhtaçtım. Nefesimi seslice dışarı verdim ve biraz bekleyip aramayı cevaplayarak kulağıma götürdüm. "Alo?" dedim cılız çıkan bir sesle.

"Barbie," diyen sesi kulaklarıma ulaştığında biraz önce hasretinden ölecek gibiyken şu an konuşuyor olmamıza inanamıyor gibi hissettim ve bu his daha bir heyecanlanmamı sağlarken hiçbir şey diyemeyip sustum. Bunun üzerine o devam etti. "Evine dönmenin vakti gelmedi mi sence?"

Duymamasını umarak hafifçe boğazımı temizledim ve soğukkanlı çıkması için çabaladığım bir sesle, "Evimde esrarengiz odalar istemem," dedim netçe.

"Esrarengiz bir şey yok," diye cevap verdi. "Her şey açık. Başından beri."

Başından beri o kızı bildiğimi mi ima ediyordu bana? Pekala, buna verebilecek bir cevabım yoktu. "O halde orası benim evim değil."

"Kaldığın yer mi evin?"

Deli gibi özlemiştim ancak şu gurur denen şey bana onunla tartışmayı sonuna kadar uzatmamı söylüyordu. "Hayır..." diye mırıldandım. "Burası da değil. Belki de yoktur... evim falan."

Tok çıkan sesiyle "Var," dedi. "Hem de nerede biliyor musun? Tam kapının önünde, seni bekliyor."

Heyecanla, "Burada mısın?" diye sorduğumda sesim çatlak çıkmıştı.

Güldüğünü duyar gibi oldum. "Evet... Hadi, gel. Evin seni özledi."

Sözleri afallamamı sağlarken bütün sinirim, gururum eriyip dümdüz oldu ve "Iıı..." diye geveledim. "Aras... üstüm başım... eşyalarım...?"

"Hepsi siktir edebileceğin şeyler."

"Ben..." diye tekrar geveledim ve "Ben seni arayacağım," diye toparlayıp telefonu kapattım.  Üstüm başım umrumda değildi. Eşyalarım sonra yollanabilirdi. Ama Aras? Şu an barut gibiyken hele!

İçeri çekine çekine süzüldüğümde bu an bana Aras beni çağırdığında Hakan'ın yanına gidişimi anımsattı. Neden iki anlayışsız -hatta üç ve dört- erkek benim için bu kadar mühim olmak zorundaydı? Alev alev yanan gözlerini yüzüme dikti ve tek bacağını deli gibi sallarken dizine yasladığı kolunu hafifçe kaldırıp elini açarak ne olduğunu sorar gibi bir işaret yaptı. Çok agresif gözüküyordu ve ne olduğunu anlamış gibiydi, olay çıkacağa benziyordu. Bacaklarımı oynatarak yavaşça yerimde kımıldanırken duyduğum kaygılara inat içimde bir cesaret kıvılcımlandı ve "Gideceğim," dedim netçe. Kendisi sevgilisiyle hemen hemen her gün buluşurken bana bunu yapmaya hakkı yoktu.

Beklediği gerçekleşmiş ve sakin kalmaya ihtiyacı varmış gibi gözlerini nefesini vererek sıkıca yumdu. "Gidemezsin."

Hiç düşünmeden cevap verdim. "Giderim!"

"Kızım sen manyak mısın?" diye bağırdığında gözlerini açmış, hatta büyütmüştü. "O çocuk sana uygun değil. Sen hassas, kibar bir kızsın. Ne işin olur o herifle? Magandadan ne farkı var onun? Kullanıp atacak, görmüyor musun? Ne zaman bu kör oldun?"

Konuşmak için ağzımı araladığımda "Ayrı dünyaların insanısınız," diyerek beni susturdu. "Aradaki yaş farkından tut yaşam tarzına kadar bambaşkasınız. Seni paramparça edecek. Bıraktığında ne kendi hayatına dönebileceksin ne de onun alıştırdığına devam edebileceksin. Bombok olacaksın, anla işte!" Elif'in oluşturduğu agresifliği de bana bağırarak atmaya çalışıyordu. "Ne olursa olsun," dedim inatla sakin kalarak. "Aksi ihtimali ya olursa? Ben bunu nasıl göz ardı ederim? Elbette yaşamaya değer. Kaç gündür buradayım işte; geldim, kaldım, anlattım. Olmuyor. Buraya kadardı. Onu çok özlüyorum."

Cevap vereceğine olan umudumu dümdüz, aşağılar bakışları kırdığında daha fazla ayakta dikilmeyip kapıdan çıktım ve koridorda hızla kaldığım odaya doğru ilerlemeye başladım. Kafam karmakarışıktı. Bir yandan Hakan'ı affetmek istemiyordum ancak diğer yandan da burada hayat geçmiyordu. Çok özlemiştim! Yüzünü gözlerimin önüne getirince dahi kendimden geçiyordum ve onu kendimden mahrum etmek en ağır nefis terbiyesiydi. Odaya hızlıca girdiğimde hala boşaltmadığım bavullarımı sırtlayacak halim yoktu, mecburen sonrasında Aras onları Hakan'ın evine yollayacaktı. Sırt çantamı aldım ve içine görünürdeki bütün gerekli eşyalarımı doldurup ne üstümdeki eşofman takımına ne de saçıma başıma hiç aldırış etmeden tekrar koridora çıktım. Aras'la çarpışmanın kıyısından dönüp burun burunayken durduğumuzda kafamı kaldırdım ve yüzüne baktım. "Sen beni anlamıyor musun?" diye sordu gözlerimin içine içine bakarak. "Neler olacağını izah ediyorum sana. Neden bile bile ölüme gidiyorsun? Ne istiyorsun sen, o sübyancının oyuncağı olmak mı? Geri zekalı mısın kızım?"

Gittikçe yükselen sesi ve sinir seviyesini duraksamaya uğratan -beni de- kapının ziliydi ve anlık olarak gelişen keskin sessizlikten hemen sonra Aras "Şimdi gösteririm sana!" diyerek kapıya atılınca onu kolundan yakalamaya çalıştım ama tutamadım. Peşinden koşarak ilerlerken saniye içerisinde yüreğim ağzıma gelmişti. İkimizin de birbirinden aceleci adımları ancak sokak kapısına ulaştığımızda durdu ve kapıyla arasına geçsem de beni kenara itip kapıyı hızla açtı. Tam her şeyin bittiğini düşünüyordum ki ikimizi de afallatan bir şey gerçekleşti ve kim olduğunu seçemediğim bir kız garip sesler çıkararak Aras'ın karnına yapışınca şok olduk. Gözlerim büyürken garip garip kıza baktım ve kafamı topladığımda bu kişinin Elif olduğunu ve ağladığını idrak ettim. Aras'ın eli Elif'in kafasına giderken kanı çekilmiş gibi bir ifadeyle onu karnından ayırmadan içeri çekti ve kapıyı çarparak kapattı. Elif krize girmiş gibi ağlıyordu. Aras sakin kalmaya kendini zorluyordu ancak Elif bir şeyler gevelemeye başladığında ve dedikleri asla anlaşılmadığında onun bedenine yapışan bedenini kendinden ayırdı ve hizasına eğilip yanaklarını temizlerken ellerinin titremeye başladığını fark etmiştim. "Sakin ol," dedi ancak kendi sesi de kesik kesik çıkmıştı. "Ne oldu bebeğim? Başına bir şey mi geldi?"

Elif öyle bir ağlıyordu ki yüzü sırılsıklamdı. İçine kaçan sesini bir süre toparlayamadı ve en azından az buçuk bir şeyler anlamaya başladığımızda "Mirza..." diye mırıldandı. "Sabah..." Nükseden iç çekişiyle sürekli duraksamak zorunda kalıyordu. "Beni sokağın sonunda gördü ve..." omuzları inanılmaz derecede kalkıp iniyordu. "...yanıma geldi. Senin yanına... geldiğimi... anladı. Zaten başından beri seni istemiyordu... Kolumdan tuttu beni... Zorla evine götürdü ve akşama kadar başımda dikildi...! Eğer gelirsem ya da görüşmeye devam edersem seninle, beni babama söyleyecekmiş! Hep üstüme geliyordu... ve saçma... sapan konuşuyordu ama bu defa... çok ağrıma gitti!"

Hala ağlamaya devam ediyordu ve istese de durduramaz gibi gözüküyordu. Aras ise hala sakinliğini korumak adına mücadele ediyordu. Tek eliyle kızın omzunu ovdu ve hala hizasına eğik vaziyette dururken "Ne dedi sana?" diye sordu ılımlı bir sesle.

"Sen... normal şartlarda bana bakmazmışsın... Beni kandırıyormuşsun. Zenginlerin hayatları bize benzemezmiş... Ortada bırakacakmışsın beni, uyumsuzmuşuz..." Dizginlemeye çabaladığı ağlaması birden tekrar çağladı ve sesi evin içini doldururken tekrar Aras'a atılıp kafasını göğsüne gömdü. Elif'le sabahtan beri aynı mevzularla cebelleştiğimizi anlayınca Aras da aynı şeyi düşünmüş gibi bana baktı ve göz göze geldik. "Öyle değil... değil mi Aras? Sınıf farkını sadece aptallar önemser?"

Cevap sadece Elif için değil, benim için de mühimdi ve belki de Aras da bunu bildiğinden yavaşça yutkundu. Cevabını aynı zamanda benim de üstüme alınacağımı biliyordu. Kısa bir sessizlik onu kurtaramadı ve güçsüz çıkan sesiyle zar zor "Evet..." diye mırıldandı.

Tabii evetti! Başka ne olacaktı? O da bal gibi biliyordu fakat sakınmak daha güvende hissettiriyordu ve o da sürekli beni geri çekmeye çalışıyordu. Mümkün olsaydı belki ama şu an bunun mümkünatı yoktu. Benden kaçırdığı bakışlarını yavaşça üzerime yaklaştırdığından bakışlarımız kesişti ve zaten anlamı bir vedadan başkası değildi. Kendine gelince kabul ettiği doğruları bana gelince görmek istemiyordu. Onun savunduğu görüşe göre herkes kendine benzer bir insanla ilişki kurardı o zaman. O öyle mi yapıyordu? Hayır.

Bakışlarında çaresiz bir teslimiyet gördüğümde usulca kapıya yanaştım ve ne onla ne de Elif'le vedalaşmaya gerek duyup kapıyı araladım ve dışarı parmak uçlarımda süzülüp yavaşça o ortamdan uzaklaştım. Kapıyı çekerken gerimde birçok şeyi bıraktığımı biliyordum ancak ait olduğum yerde olmadığım sürece soluduğum havadan dahi tat alamıyordum ve bu her şeyden önce bir hale gelmişti. Hakan'ın asfalttaki biraz ötede duran siyah, heybetli arabası gözüme iliştiğinde hareket etmeden önce kendime biraz zaman tanıdım ve içime gözlerimi yumarak derin bir nefes çektim. Evet, her şey güzel olacaktı. Evet, hasret sona eriyordu ve evet, zamanla herkes Hakan'ı kabul edecekti.

Bahçe yolunda ilerlerken içerisi gözükmeyen arabadan beni görüp görmediğini merak ettim. Hakan'ın asfalttaki biraz ötede duran siyah, heybetli arabası gözüme iliştiğinde hareket etmeden önce kendime biraz zaman tanıdım ve içime gözlerimi yumarak derin bir nefes çektim. Evet, her şey güzel olacaktı. Evet, hasret sona eriyordu ve evet, zamanla herkes Hakan'ı kabul edecekti. Her adımda artan heyecanımla beraber yürüyüşüm tutarsızlaşmıştı. Arabayla aramda az bir mesafe kaldığında içeride ne gibi konuşmaların geçebileceğini düşünmeye başladım. Size en yakın olan birine uzak kalmak o kadar zordu ki. Şimdi ne onun ne de kendimin vereceği tepkileri kestiremiyordum. Arabaya iyice yanaştığımda siluetini görür gibi oldum; bu bile öyle heyecanlanmama sebep oldu ki soluğum tıkandı ve karnımdaki garip hareketlenmeye anlam veremedim. Ön kapının kabzasına elimi attığımda yavaşça nefesimi verdim, umarım bu heyecan benimle uzun süre kalmazdı. Kapı açıldığında tek bacağımı içeri atıp koltuğa yerleştim ve diğerini de çekip kapıyı kapatırken kafamı ondan tarafa çevirdim.

Imm...

Tarifi en zor kişilik olabilirdi. Bir kez daha nefis görüntüsü aklımı başımdan alırken yine bir kez daha nasıl bu kadar kusursuz olduğu konusunda hayretim uyanmıştı. Aralanan dudaklarımı yavaşça toparladım ve şapşal görüntüme son vermek adına boğazımı temizleyerek önüme döndüm ve kollarımı göğsümün üstünde bağladım. Kaşlarımı da çattığımda artık konuşmayacağımı belli etmiş bulunuyordum ama az önceki görüntüsü hala ona bakıyormuşçasına gözümün önündeyken ne faydası vardı ki? Saçları doğal bir dağınıklıkla hafiften karışıktı ve gözleri boş bakıyordu. Yani az önce. Yüz ifadesi de boştu ve yanlış görmediysem üzerinde takım elbise vardı. Neden? Nedenini bilmesem dahi benim üstümdekilerle asla uyuşmadığını biliyordum. Arabayı çalıştıracağını düşünsem de üstümde hissettiğim bakışlarından hala bana baktığını anlayabiliyordum. İnatla sessizliğimi korudum ve en sonunda o duygusuz bir sesle, "Beni özlediğini söyle," diyerek ortaya bir laf attı.

Yüzüne şaşkın bakışlarla dönüp "Ne?" diye sordum.

Bu defa daha kayıtsız bir ifadeyle, oldukça olağan bir şeyi telaffuz ediyormuş gibi "Beni özlediğini söyle," diyerek tekrar etti.

Yüzüme garipseyen bir ifade yerleştirip "Bu neyi değiştirir? Ne saçmalıyorsun?" diye sordum.

"Eğer özlemediysen götürmek istemeyeceğim. Burada, Aras'la sonsuza dek kalabilirsin. O yüzden soruyorum, özledin mi, özlemedin mi?" Düşüncesi dahi içimde tehlike sinyallerinin çalmasına sebep olurken yalan söylemeyecektim tabi ki. "Sanki bilmiyorsun," dedim hafife alır gibi bakarak. "Aşkımdan şüphe mi ediyorsun yoksa? Ama özlemek yetmiyor, bazen bazı şeyler onun da önüne geçebilir."

"Mesela?"

"Mesela, gurur. Aşığız diye gururumuzu hiçe sayacak değiliz."

Yüzüme inanamıyormuş gibi baktı ve "Sen mi gururunu hiçe saydın?" diye sordu ve alayla devam etti. "Doğru, mesajı da sen attın, ardından arayan da sendin. Doğru, yanılmışım."

Yandan yandan ters bir şekilde baktım ve "Şu an arabandayım ama," dedim iğneleyici bir sesle. "Birazdan da o çok değerli çatı katının olduğu evine gideceğim."

"Gideceksin tabi," dedi omuz silkerek. "Çatı katı neyi ifade eder? Onunla kocaman bir geçmişim olduğunu biliyorsun ve mutlaka hatıralarımızın olacağını da. O odaya dokunmadım çünkü anılarımıza saygı duyuyorum. Dağıtsam eline ne geçecek?"

Yüksek çıkan sesimle, "Neden girdin oraya?" diye sordum. "Benim anlayacağımı ve canımın acıyacağını bile bile neden girdin oraya?"

Kafasını ileriye doğru uzatırken dudakları kıvrıldı ama depresif bir tebessümdü bu. "Hak etmedin mi sence?" diye sorduğundan çıldırmışa döndüm ve "Neden hak ediyormuşum?" diye sordum bağırarak. "Arkadaşımın yanına gelmeyi istemek mi hak etmek?"

Yönünü "İs-te-ye-mez-sin!" diye heceleyerek benden tarafa döndü. "Benimle olmak istiyorsan her şeyi geride bırakacaksın. Benim önüme kimseyi almayacaksın. Buraya gelirken öyle bir tavır takındın ki illa ki gelmen gerekiyormuş gibi. Ne münasebet? Ne diye bu piçin laflarını önemsiyorsun? Ne zamana kadar bu böyle olacak?"

Yüzüne hayretle bakarken "Kafayı yemişsin sen," diye mırıldandım. "Benim hiç arkadaşım olmayacak mı? Herkesi geride bırakabildiğimi abimle beraber kanıtladım diye düşünüyordum."

"Abini bırakmışken Aras'ı mı bırakamayacaksın? Ne aptalsın."

"Bırakırım. Belki de bırakmışımdır. Problem bu değil ki. Neden benim senden başka kimsem olmasın?"

"Olur. Merhabalık olur. Bu kadar."

Gözlerimi kıstım. "Biliyor musun, öyle bir dünya yok. Ben herkesten vazgeçeceğim ama sen en ufak can sıkıntında o odaya çıkacaksın, öyle mi?"

"Yoksa da olur," derken pişkin bir tavır seziyordum. "Benim çizgilerim böyledir. İnce."

"Bana yalnızca o odayı yok edeceğini söyle," dediğimde, "Ne?" dedi histerik olarak.

"Sen sordun ya, özledin mi diye. Ben de sana soruyorum. Eğer dağıtacağını söylersen seninle gelirim."

Yüzüme bir şeyleri ölçermiş gibi baktıktan sonra bakışlarını yola çevirdi ve ben bakışlarını incelerken bana bir süre sonra döndüğünde "Seninki ölmüş birinden korkmaya benziyor," dedi. "Saçmalıyorsun."

Verdiği üstü kapalı bir cevapla daha beklentilerim yine yıkılmıştı ve gözlerimi devirirken, "Kimsenin o kızı öldürdüğü yok," dedim. "Hatta ben canlı halimle ondan daha ölü sayılırım... Hiç adil anlaşmalar yapmıyoruz." Tek elim kapının koluna yavaşça gitti. Bir kez daha o odaya çıkışını asla kaldıramazdım ve bu defa çalacak kapı da bulamayacaktım. Gözleri elime kaydığında bakışları keskinleşti. Kabzayı tuttum ve durdum. "Beni de kendin kadar düşünmeye başlarsan eğer bir gün seninle gelirim."

Derinden bir iç sıkıntısı hissetsem de kabzayı kendime çekmeye yeltendim çünkü aklımı kullanmazsam her manada kimsesiz kalacaktım. Hakan bana hiç güven vermiyordu. Belki kapıya koymazdı ama zaten o odaya çıkması bu anlama geliyordu ve o odayla alakalı hiçbir şeyin teminatını dili varıp da söyleyemiyordu. Tamamen dumanlı bir kafayla kapıyı açacağım sırada bir kilit sesi duydum ve kaşlarım çatılırken Hakan'a şüpheyle bakarak kabzayı kendime çektim. Açılmıyordu. "Ne yapıyorsun?" diye sordum hiddetle ve hızlıca birkaç kez daha kolu kendime çektim. Sonuç aynıydı.

Kilide anahtarı takıp arabanın motorunu çalıştırırken yol bakarak, "O tren kaçtı," diye cevap verdi. "Özlemişsin, gidiyoruz."

Yüzüne doğru eğilerek "Ya sen manyak mısın?" dedim ama asla oralı olmamıştı. Araba asfaltta hızla öne atıldığında korkarak arkama yaslandım. Deli gaza yüklenirken "Manyağım," dedi ciddi bir sesle. "Manyağım. Yeni mi fark ediyorsun? Normal değilim derken dalga geçmiyordum. Bence manyak olan sensin, geri basıyorsun."

Yaptığı hızı asla umursamayarak sesimi yükselttim ve "O kıza tahammül edemiyorum!" diye bağırdım. "Anlıyor musun beni? Her şeye tamam, her şeye kabul ama o kıza zerre tahammülüm yok! Ya sen... sen daha Aras'ı çekemiyorsun, benden nasıl bunu beklersin?"

"Ceren," dedi sesini sakin tutmaya çalışıyormuş gibi. "Birkaç hatıradan başka hiçbir şeyi olmayan bir kızı pürüz edip durma. Sesini yükseltme. Ve eve kadar kapa çeneni."

Yüzüne dişlerimi sıkarak baktım ve "Çok bencilsin..." diye hırladım. "Senden nefret ediyorum. Birkaç hatıradan başka hiçbir şeyi olmayan bir kızı..." Burayı taklidini yaparak söylemiştim. "...zaten pürüz etmiyor ve saygı duyuyordum ama bu göz göre göre o odaya girmeden önceydi. Hiç geride bırakmış gibi değilsin. Ya da öldürmüş gibi. Benim nasıl öyle görmemi bekliyorsun?"

Gözlerini karartıp izlediği caddede tek elini vitese atarak hızı biraz daha arttırdı ve sıkılgan bir tavırla iç geçirip "Tamam," dedi kuru bir sesle. "O odaya girmek yok. Bunu yapabilirim."

Dediğiyle ilk olarak yüzüne bakakaldım ve ardından şaşkınlıkla gözlerimi kırpıştırdım. Bu kadar kolay diyebileceğini düşünmüyordum. Afallamış bir vaziyette sırtımı koltuğa yasladım ve diyeceklerim burada sınırlanırken hızla geçip gittiğimiz yolu izlemeye başladım. O kadar hızlıydı ki etrafı net göremiyordum ama korkmuyordum da. O her zaman kontrollü ve ne yaptığını bilen bir adamdı.

Yol boyu ne hızını azaltmış ne de başka şey konuşmuştu. Benim de tek yaptığım etrafı izlemek olan yolculuğun sonuna geldiğimizde Hakan evinin önünde arabasını durdurdu ve arabanın kilidini açarken "Şimdi inebilirsin," dedi sırıtarak.

Yüzüne kayıtsız bir ifadeyle bakarak elimi kapıya attım ve aşağı indiğimde evini özlediğimi fark edip süzmeye başladım. Sanki kafamda ya da içimde bir yerlerde bir şeyler rayına girmiş gibi rahatlarken dönüp Hakan'a baktım. Hasret gideremeyeceğimiz bir atmosferden çıkmıştık ve bu yüzden en azından ben özlemimi belli edememiştim ama umarım buna da sıra gelirdi çünkü çok özlemiştim. Arabasının önünü dolaştıktan sonra yanıma geldi ve bir kez daha takım elbiseli oluşu dikkatimi çekti. Beni tutup kendine çekmesine izin verdim ve elini belime yerleştirip eve doğru ilerletirken, "Neden takım elbise giydin?" diye sordum üstünü incelediğim sırada.

Bahçe kapısından içeri girdiğimizde ileriyi izleyen bakışları ve birbirine bastırdığı dudaklarını kıpırdatmadı ve beni cevapsız bırakışı evin kapısına gelene dek sürdü. Durup birbirimizden ayrıldığımızda sanki ben hiç konuşmamışım gibi döndü ve "Sen açsana kapıyı," dedi.

"Neden?" diye sordum yüzüne boş boş bakıp.

"Anahtar bastırdım sana ama hiç kullanmadın. Kullandığını görmek istiyorum."

Dedikleri tuhafıma gitse de üstelemeyip tek omzumda asılı duran çantayı çıkarmadan önüme çektim ve ön gözünden galiba artık sadece Hakan'ın evinin kapısını açmama yarayacak olan anahtarlığı elime alıp fermuarı kapattıktan sonra tekrar geriye ittim. Öne doğru eğilirken kilidi seçmeye çalışıp anahtarı içeri ittim ve hafifçe çevirdiğimde kapı aralandı. Anahtarı çıkarıp dikleştiğimde dönüp Hakan'a baktım ve kapıyı itip oluşan aralıktan içeri girdim. Hakan için kapıyı tutup ardına kadar çektiğimde o içeri girerken yönümü salona dönüp kafama kaldırdım ve kaşlarım çatılırken neler olduğuna anlam veremedim. Koca salonu karanlık olmaktan kurtaran ileriye yerleştirilmiş masanın üstüne konmuş uzun, ince ve bordo renkli mumlardı. Olduğum yere çivilenmiş gibi sabitlenirken ağzım da hafifçe aralandı. Daha dikkatli incelediğimde uzun masanın çok şık olduğunu ve üzerinin yemeklerle donatıldığını fark ettim. Kafamı yüzümde oluşan çarpık gülümsememle Hakan'a çevirdiğimde onun da beni veya tepkilerimi gülümseyerek izlediğini gördüm. "Bunun için takım elbiseylesin..." diye mırıldandığımda kafasını salladı. Yavaş adımlarla ve arabadaki konuşmanın o kadar gerilim dolu olmasından dolayı duyduğum pişmanlıkla ona yanaştım ve usulca gövdesine sokulup kollarımı karnına sardım. Başımı göğsüne koyduğumda o da kollarıyla beni sardı ve gülerek "Keşke haberim olsaydı..." dedim. Halime olsa gerek o da güldü çünkü eşofman takımım ve dağılıp kabarmış olan saçım hiç buraya ya da Hakan'a uygun değildi. "Senin giysin zarafetin," dedi. "Ötesinin hiçbir önemi yok."

Gülümseyerek bedeninden ayrıldım ve kafamı kaldırıp yüzüne baktım. "Bağırdığım için özür dilerim."

Tek elini yanağıma koydu ve okşarken o da gülümsüyordu. "Hak ediyorum," dedi samimi çıkan sesiyle. "Dikleştiğimde dikleşiyorsun sadece... Bana da böyle bir kız yakışmaz mı?"

Gülerek kafamı yere eğdim ve kaldırdığımda arkamı dönüp daha fazla dayanamayarak ağır adımlarla masaya doğru ilerlemeye başladım. Her adımımda hayranlığım kat atlarken hayatımda gördüğüm en şık masaydı. İri şamdanlardan parıldayan kristaller sarkıyordu ve bembeyaz masa örtüsünün üstünü gümüşi renklerdeki kumaşlar süslüyordu. Masanın bir ucuna benim için, diğer ucuna ise Hakan için tabak çanak konmuştu ve peçeteliklerden tutun çatal kaşık takımına kadar her şey göz alıcıydı. Masanın bir köşesine iki tane şarap şişesi konduğu da dikkatimden kaçmamıştı ve masanın yanında bu üstümle ne kadar aykırı durduğumu düşünüp yüzümü buruşturdum. Hakan arkadan yanıma yanaştı ve elleriyle belimi kavrarken eğilip çenesini omzumun üstüne yasladı ve benimle beraber masaya bakmaya başladı. Bulunduğumuz yakınlık vücudumu alarma geçirirken sakin kalmaya çalıştım ve benim için yaptıklarına bir teşekkürün yeterli olmayacağını düşünüp "Seni seviyorum," dedim büyülenmiş gibi çıkan sesimle.

Kafasını benden tarafa çevirip yanağımı küçük sayılamayacak bir öpücükle öperken şaşırsam mı heyecandan bayılsam mı bilemeyip vücudumu olabildiğince kastım ve Hakan geri çekilip yanımdan ayrıldığında gerimizde kalan masanın ucuna gidip sandalyeyi çekti ve gözleriyle bana işaret etti. Gülümseyerek yanına gidip sanki altımda dünyanın en şirin, en kabarık eteği varmış gibi eşofman altımı çekiştirerek oturduğumda gülüştük. Ceketini düzelterek karşıya geçti ve sandalyesine oturdu. Yemeklere göz attığımda tabağımda birkaç parça biftek ve yanında kabarık duran yeşillikli bir salata olduğunu gördüm. Diğer tabaklarda da salata ve peynir çeşitler vardı. Ben bu heyecanla asla hiçbirinin tadına varamayacaktım fakat hazırlaması bile benim için öyle müthiş bir olaydı ki. Eline çatalını ve bıçağını alırken gözlerini benden ayırmıyordu. "Başlasana," dedi dudağının tek kenarı yukarıda asılıyken.

Elime uyuşukça çatalımı ve bıçağımı alırken ağzımı asla toparlayamıyordum ve karnıma kramplar giriyordu. "Sen nasıl bir adamsın ya..." diye mırıldandım gülümserken.

Tek eliyle sakalını sıvazladı ve ukala bakışlarını ileriye dikerken "Şaşırtmayı severim..." diye mırıldandı.

Gülümserken hayran hayran yüzünü izledim. "Sana çok kırılmıştım... ama affettim."

"Ee?" diye sorar gibi konuşurken kaşlarını kaldırdı. "Sen kendini affettirmek için ne yapacaksın bakayım?"

Yüzüne baygın baygın baktım ve "Ben affettireceğim bir şey yapmadım," dedim.

Yanındaki şarap şişelerinden birine uzandı ve "Neyse," dedi. "Bu konuyu sonra konuşacağız."

Ayağa kalktı ve şişenin kapağını açıp ilk olarak kendi kristal kadehine doldurdu ve ardından masanın etrafını dolaşıp yanıma geldi. Benim kadehimi doldururken "Bugün serbestim galiba?" diye sordum.

"Baş başayken hep serbestsin bebeğim," dediğinde sırıtışı bana yansıdı ve boş kadehim bordo rengi sıvıyla dolduğunda bana kanı anımsattı. Hakan masanın üstüne şişeyi bırakıp arkamda bir yerlere doğru ilerlemeye başladığında kafamı çevirip omzumun üstünden ona bakmaya başladım ama odalardan birine saptığında görüş alanımdan çıktı ve ben de önüme döndüm. Bıçakla etimi kestikten sonra çatalımı batırdım ve çiğneyip yuttum. Yumuşak ve lezzetliydi. Gözlerimi şaraba diktiğimde kararsız kaldım ve cesaret edemedim. Hakan yanıma gelince denemeye karar verip etimden bir lokma daha aldım ve çatalımla bıçağımı kenara bıraktım. Bu sırada evi müzik sesi doldurduğunda gülümsemem tekrar yeşerdi ve o odaya ne için girdiğini anlamış oldum. Şarkıyı bilmiyordum ama duygusal bir parçaydı. Tekrar yanıma geldiğinde kendi kadehini masadan alıp yanıma geldi ve bana doğru uzattığında ben de kadehimi havaya kaldırıp hafifçe onunkine çarptım. "Şerefe sevgilim."

"Kaderimiz olan aşka değil, aşkıyla kaderimizi değiştirenlere."

Tekrar yerine geçtiğinde kelimelerin kifayetsiz kaldığı bir noktada gibiydik; sözcüklerin yerini manalı, duygu yüklü bakışmalar ve hasret dolu bir sessizlik almıştı. Sanki ev bile bizi yan yana görmeyi özlemişti de çıt çıkarmıyordu. Yumruk yaptığım elim tek yanağımın altındaydı, onu sabahlara kadar izlesem de doyamayacağımı öyle iyi anlamıştım ki tekrar... Ne hasretim diniyor ne gözüm doyuyordu. O da bana çok da farklı sayılamayacak bakışlarla bakıyordu ve arada şarabımızdan yudumluyorduk. Şaraptaki en net tat ekşi oluşuydu. Pek sevilecek bir yan bulamasam da içiyordum. Evin içini saran şarkının sesi kesildi ve böylece salt bir sessizliğe teslim olurken biz vaziyetimizi değiştirmedik. Gözlerimiz çok şey konuşuyordu ancak aramıza giren masa dahi o kadar tahammül seviyelerimi zorluyordu ki tepesine çıkıp yanına gitmek istiyordum. Neyse ki iradem hala benleydi.

Sıradaki parça Cem Adrian'dan olunca ben gözlerimi yumarken Hakan da masaya bakarak tebessüm etti. Belki parçanın da bunda bir etkisi vardı ki sanki şu anki ruh halim için yazılmıştı. "Ben Geldim mi?" diye sordum. "Tesadüf olduğunu söyle."

"Tesadüf diye bir şey var mıdır?"

Kaşlarımı kaldırdım. "Hayır."

Şarkı sözlere girdiğinde tekrardan dudaklarımız mühürlendi adeta.

...

Aç kapını lütfen, çünkü ben geldim
Çok üşüdüm, çok soğuk yerden geldim
Bana bana biraz gülümser misin? 

Hakan'a gözlerimi diktiğimde o da beni kıpırdamadan izliyordu. Dirseklerini  masaya yaslamıştı ve ellerini havada birleştirmişti. Yüzüne melül melül bakarken tek yaptığım gözlerimi kırpmaktı. Sanki ben de gözlerimle bir taraftan şarkıyı seslendiriyordum da Hakan da yine beni gözleriyle dinliyordu.

...

  Üstüm biraz tozlu, yolda çok düştüm geldim
Ellerim çizik üzgünüm, dikenliklerden geldim
Kalbim paramparça ama sana topladım geldim
Bir bilsen neler yazdım, hepsini yaktım geldim
Annemi bıraktım sana, kimsesiz geldim
Çocukluğumun söküklerini dikebilir misin?

Şarkı nakarata girdiğinde Hakan ayağa kalktı ve bana doğru gelmeye başladı. Önümde dikildiğinde hafifçe eğilerek elini uzattı ve tek elimi avucunun içine bıraktığımda dudaklarına götürüp küçük bir öpücük kondurdu. Dudaklarım bir defa daha minnet dolu bir ifadeyle kıvrıldığında ayağa kalktım ve dans etmeye başlamadan önce kadehimde kalan bir yudumu da içip bitirebilmek için kadehi kafama diktim. Buruşan yüzümle masanın üstüne kadehi yavaşça bırakırken "Bunu gerçekten severek içiyor musunuz?" diye sordum. Doğrusu içkileri tattıkça bende oluşturdukları beklenti de gitgide küçülüyordu.

İfademe keyiften yoksun bir ifadeyle güldü ve "Şarabı sevmemiz üzüme düşkünlüğümüzden değildi, biz ezilenden yanaydık," diye cevapladığında yüzüne hayran hayran baktım ve bu daha geniş bir gülümseme sunmama sebep oldu. Yönümü tamamen ona dönüp kollarımı boynuna doladığımda o da ellerini belimin iki yanına yerleştirmişti. "Sen böyle anlamlı anlamlı konuşarak... anlamına anlam katıyorsun ya?"

"Ee?" diye sorduğunda sırıtıyordu.

"Ben asıl o zaman sarhoş oluyorum."

Yüzünü yüzüme yaklaştırıp "Aşk maşk aslı yok, görüyorsun ya," diyerek o meşhur şiirini okumaya başladığında tek elimi dudaklarına örterek onu susturdum ve elimi aşağı indirdikten sonra omzuna tutunup kafamı göğsüne yasladım. Şarkının sözleri ince ince ilk olarak kulaklarımıza, ardından içimize işlerken ağır tempoda dans etmeye başladık.

Yüzüme vurdu rüzgar yağmuru, daha çok dedim
Yağmur çarptı kendini bana, "bu yetmez" dedim
Kırılmış kanatlarıma bir kez dokunabilir misin?
Taştım, dağdım, kum oldum geldim
Camdım, kayaydım, tuz buz oldum geldim.
Beni tanrı'ya tekrar inandırabilir misin?
Bin kere öldüysem, bin kere dirildim geldim
Canımdan can, kan verdim ama adını yaşattım geldim
Yedi kat yerin dibinden beni duyabilir misin?
Kimse inanmadı sana, bir ben taptım geldim
Dönecek yerim kalmadı, her şeyi mahvettim geldim
Şimdi beni biraz sever misin?
Ben geldim! 

Şarkı bütün ruh halimize etki ederek sonlandığında biz de dansımızı bitirdik ve Hakan'dan ayrılırken geri çıkıp kalçamı masaya yasladım. Ellerimi masanın iki yanına yerleştirdim ve hem çok yorgun hem de çok dinç bir ifadeyle ona baktım. Üstüme yürüyüp bedenimin iki yanından masaya ellerini koyarak çevremi sınırlandırdı ve oldukça yakın bir mesafeden "Uyuyalım mı artık?" diye sordu.

Kafamı aşağı yukarı salladığımda elimin üstüne elini koydu ve kavrayıp masadan ayırarak beni de peşinden yürütmeye başladı. Adımlarım onu takip ederken yüzümde neşe dolu bir gülümseme vardı. Bu saadeti koruma altına alamıyor muyduk? Koridorda ilerleyişimiz bodrumun o kamufleli kapağına geldiğimizde son buldu ve Hakan eğilip kapağı yerden kaldırdığında eğildiği yerden  bana bakıp sırıtarak aşağıyı işaret etti. Yere çömelip bacaklarımı boşluktan aşağı sarkıttım ve basamağı bulup sağlamca bastığımda aşağı inmeye başladım. Karanlıkta gömülürken Hakan'a gülerek "Görüşürüz," dediğimde o da güldü ve "Hemen," diye cevap verdi.

Alt kata ayak bastığımda karanlık ürkütüyordu ancak kafamı tepedeki ışığa dikerek onu aşağı inmesini bekledim. Bedenini tamamen içeri aldığında uzanıp tepedeki kapağı örttü ve gelen ışığı kesip tamamen karanlık içinde kalmamızı sağladı. Vücudum gerilirken onun burada olduğunu hatırlayıp sakin kalmaya çabaladım ve zaten çok geçmeden iki elini belime sarıp beni kendine çektiğinde içimde korkunun esamesi kalmamıştı. Direnmeyi denemeyip kollarımı boynuna sardım ve bunun üzerine beni bacaklarımın altından kavrayıp kucağına aldı. Yatağa doğru ilerlerken sanki şu karanlık bodrum katında, herkesin hafızasından silinmiş ve dünyadan soyutlanmıştık. Burada kaybolduğumu hissediyor, o çok korktuğum karanlığı dahi sever hale geliyordum.

~

Selam :)) Bir bölümün daha sonuna geldik. Olabildiğince hızlı ve uzun yazmaya çalıştım, umarım beğenmişsinizdir. Kontrol etme fırsatım olmadı, hatalar vardır muhtemelen :( Sık bölüm atma niyetindeyim ancak bunu oylar ve yorumlar tetikler. Bu bölüme 600-700 oy gelmeli bence.

Çekilişi sonuçlandırmadım henüz, önceki bölümün sonuna dönüp hala katılabilirsiniz. Yorumlarınızı bekliyorum, hoşça kalın.

İG: takintiwattpad

Continue Reading

You'll Also Like

424K 3.9K 8
BAKTIKÇA KAYBOLUYORUM.GÜN GEÇTİKÇE SİLİNİYORUM.YARDIM ET GÖZLERİNDEKİ KARANLIKTA BOĞULUYORUM. SİSLİ BİR GECE GİBİ , SONSUZ BİR GİRDAP GİBİ. ÇIĞLIKLA...
876 104 6
"Sence bana aşık olman ve mantığını çiğnemen ne kadar doğru bir karar, Beste? Bizden asla biz olmaz ki... Belki birbirimize uygun değildik, belki ma...
17.3K 2.2K 50
Karşılıksız aşk, cüretkâr bir teklif ve çarpık bir intikam oyunu... Sare'nin kalbi çocukluk arkadaşı Emir'e aittir, ancak kaderin başka planları vard...
2.9K 145 16
DİKKAT Smut(?),dram,şiddet,ağır küfür ve gay buldurur bunlara dikkat edip okursanız sevinirim^^ gizli soukoku barindirir 🤭