KARANLIĞIN ŞEHRİ

By sulisindunyasi

23.4M 1.4M 2.8M

Doğum gününden sonra, kardeşiyle eğlenmek için konsere giden bir genç kız... Fırtına yüzünden iptal olan kons... More

Bölüm Bir - Kayıp
Bölüm İki - Karanlıkla Tanışma
Bölüm Üç - Şeker Mi Şaka Mı?
Bölüm Dört - İnfaz
Bölüm Beş - Bataklık
Bölüm Altı - Dirayet
Bölüm Yedi - Kurban
Bölüm Sekiz - Nefes
Bölüm Dokuz - Arayış
Bölüm On - Cesur
Bölüm On Bir - Kedi ve Fare
Bölüm On İki - Temash Uçurumu
Bölüm On Üç - Tehlike
Bölüm On Dört - Soğuk|Sıcak
Bölüm On Beş - Bozuk Kalp Ritmi
Bölüm On Altı - Davet
Bölüm On Yedi - Karar
Bölüm On Sekiz - Cesur ve Güzel
Bölüm On Dokuz - Kurtarıcı
Bölüm Yirmi - Daha Güvende
Bölüm Yirmi Bir - Kabus Çınlaması
Bölüm Yirmi Üç - Sevgi ve Çıkar
Bölüm Yirmi Dört - Kül
Bölüm Yirmi Beş - Kadmos
Bölüm Yirmi Altı - Ateş
Bölüm Yirmi Yedi - Efsun
Bölüm Yirmi Sekiz - Anlaşma
Bölüm Yirmi Dokuz - Sembol
Bölüm Otuz - Hafıza
Bölüm Otuz Bir - Bağ
Bölüm Otuz İki - Kapan
Bölüm Otuz Üç - Radar
Bölüm Otuz Dört - Kanla Çevrili Zindan
Bölüm Otuz Beş - Zehir
Bölüm Otuz Altı - İz
Bölüm Otuz Yedi - Yabancı
Bölüm Otuz Sekiz - Suçüstü
Bölüm Otuz Dokuz - "Aklından Çıkarma."
Bölüm Kırk - Bant
Bölüm Kırk Bir - Zarf
Bölüm Kırk İki - Aitlik
Bölüm Kırk Üç - Kadmos Krallığı
Bölüm Kırk Dört - Zihin Kalkanı (Kısım 1)
Bölüm Kırk Dört - Zihin Kalkanı (Kısım 2)
Bölüm Kırk Beş - Korku ve Aşk
Bölüm Kırk Altı - Maskeler ve Hisler
Bölüm Kırk Yedi - Çınara Aşık Yaprak ve Fırtına
Bölüm Kırk Sekiz - Güller ve Dikenler
Bölüm Kırk Dokuz - Sanrılardan Doğan Çığlıklar
Bölüm Elli - Yeni Başlangıçlar Ya Da Başlayamamalar
Bölüm Elli Bir - Fırtına ve Enkaz
Bölüm Elli İki - Resurgam | Sezon Finali
ÖZEL BÖLÜM | ( Alaz Şahzade'den)
Bölüm Elli Üç - Can Kırıkları (2. Sezon)
Bölüm Elli Dört - Taç Giyme Töreni
Bölüm Elli Beş - Alışılmadık Alışılmışlar
Bölüm Elli Altı - Zehir ve Tuzak
Bölüm Elli Yedi - Büyük Oklar Derin Yaralar
Bölüm Elli Sekiz - Tuzla Buz
ÖZEL BÖLÜM | İlk Karşılaşma
Bölüm Elli Dokuz - Vuslatın Güneşi
Bölüm Altmış - Ruh Kapanı
Bölüm Altmış Bir - Dökülen Yapraklar ve Dik Duran Dallar
Bölüm Altmış İki - Piyonlar ve Şahlar
Karanlığın Şehri Kitap Oluyor!
Soru-Cevap | Kitaplaşma süreciyle ilgili merak ettikleriniz.
KARANLIĞIN ŞEHRİ KİTAP KAPAĞIMIZ
Karanlığın Şehri Ön Sipariş
Karanlığın Şehri 2 Kitap Kapağı
Bölüm Altmış Üç - Tanıdık Bir Yabancı
Bölüm Altmış Dört - Gizler ve Esrarengizler
Bölüm Altmış Beş - Maşuk ve Maktul
Bölüm Altmış Altı - Vezirin Oyunu
Bölüm Altmış Yedi - Hatıralardan Damlayan Kan
Bölüm Altmış Sekiz - Yıkıntılar ve Zedelenen Umutlar
Bölüm Altmış Dokuz 🌙 Sadakat, İhanet, Sevgi

Bölüm Yirmi İki - Kırmızı İrisler

271K 19K 24K
By sulisindunyasi

Merhabalaaaar!

Gecikmek istemedim ama yine birazcık geciktim sanırım...

Bir daha arayı bu kadar açmamak ümidiyle.

Sizi seviyorum.

Ekşınlı bir bölüm oldu, oy ve yorumlarınızı çoooook bekliyorum.

En uzun, anlamlı ve en çok paragraf yorumu atana gelecek bölüm ithaf hediyem olsun 🖤

Bu bölüm oy ve yorum hedefi: +1000

Bu arada, Ateşin Oğlu 2 - Kül çıktı, şimdi tüm kitapçılarda. Haberi olmayanlara duyurulur. <3

Mutlu Günlerimiz Olsun!


Bölüm Yirmi İki - Kırmızı İrisler

"Efsan!" Arkamdan, ormanın derinliklerinden isminin seslenildiğini duyduğumda duraksadım. Kaşlarım gözlerimin üzerine inerken, "doğru mu duyuyorum?" dercesine arkamı döndüm. Gözlerim ormanı taradı, sağ tarafında bir kız bedeni gördü.

Kirpiklerimi birbirine yaklaştırıp, verandanın korkuluklarına doğru birkaç adım daha attım ve tam bana bakan esmer kızı daha net tanımaya çalıştım. Ben korkuluklardan tutunduğumda, "Abla!" diye seslendi kız.

O an, bacaklarımdaki tüm gücün çekildiğini hissettim, neredeyse yere düşecektim. Nasıl ayakta kaldığımı bilmiyordum. Nefesim kesildi, boğazımda oksijenin ciğerlerime ulaşmasını engelleyen bir barikat oldu. Dudaklarımın kuruduğunu hissettim. Ve tüm kelimelerim tükenmiş gibi, söyleyebileceğim en kolay şeyi seçtim. "EFSER!"

-

Ağaç dalları, kuvvetli bir depremin etkisi altında kalmış gibi sallanıyordu. Ağaçlar sallandıkça kuru yapraklar bembeyaz zeminin üzerine düşüyor, yüzeyin kahverengi bir hal almasına neden oluyorlardı.

Efser oradaydı, titreyen on yirmi ağacın arasında ürkek bir zavallı gibi -üzerindeki siyah, kendine bol gelen paspal kıyafetleri onu ısıtmaya yetmemiş olacaktı ki- titriyordu. Akli fonksiyonlarımı kaybetmiştim sanki, hava bir anda daha da soğumuştu. Kar, hakimiyetini artırmıştı, yanına gitmemi bekleyen kız kardeşimin üzerine yağıyordu.

Yanına gitmemi bekleyen kız kardeşim...

Bu cümle, aklımda beklediğim bir zilmiş gibi çaldı, yankılandı. Bir anda tutunduğum veranda korkuluğundan tutunarak dışarı atladım ve şiddetini artıran kar yağışının altında kara ormana doğru koşmaya başladım. Ne üşüdüğümü ne de ıslandığımı hissediyordum. Ne yorgunluğumu ne de soluksuzluğumu hissediyordum. İçimde yanan tek duygu özlemdi. Kalbimin en derininde yeşeren his, vuslatını bekleyen hasretti. Saray bahçesine yağan karlar yerde tutunamıyordu bu yüzden koşuşum daha kolay oluyordu. Kalbim, göğsümü delip dışarı fırlayacakmış gibi atıyordu, kardeşime her attığım adım, ona daha da yakın olmamı sağlıyordu fakat şu an dünyanın en uzun saniyelerini yaşıyor gibiydim. Bu yol, hiç bitmeyecekti sanki.

Sarayın ormanla arasına bir paravan oluşturan çitlerinden atlarsam, tam ormanın içinde, Efser'in yanında olacaktım. Biraz daha hızladım ve her an direncini kaybedip düşecekmiş gibi duran, olduğu yerden bir adım bile hareket etmeyen kardeşime kavuşmak adına, çitlerden atlayabilmek için yerden yükseldim.

Gitmeyi beklediğim yer, ormanın içi, kız kardeşimin tam yanıydı. Fakat ben, yerden yükselmemle beraber bir başka güç tarafından geriye çekildim.

''Ne yapıyorsun?!'' Beni kendine çeken beden, vücudumu kendine çevirmeden hemen önce kızar gibi bu soruyu sorduğunda çatık kaşlarımla yüzüne baktım.

Ormana, Efser'in yanına gitmemi engelleyen kişi, Alaz'dan başkası değildi. Kollarımı öyle sıkı tutmuştu ki kımıldayamıyordum. Ve kardeşim, kardeşim üşüyordu. Gitmeliydim. Elleri, demirden iki kelepçeymiş gibi kollarımı sallayarak kurtulmaya çalışırken, ''Bırak beni, kardeşim bekliyor!'' diye bağırdım.

''Ne kardeşi?'' dedi gözleriyle ormanı inceleyip, hiçbir şey görememiş gibi tekrar bana bakarak. ''Karanlık ormana girmeye çalışıyorsun, farkında mısın?''

Ne zaman dolduğunu bilmediğim gözlerimi sertçe gözlerine diktim ve ''Karanlık ya da aydınlık olması umurumda mı sanıyorsun?'' diye bağırdım. Çırpınmaya devam ettim. ''Kardeşim orada diyorum, bırak beni!''

''Nerede?'' diye sordu o da benim gibi sesini yükselterek. ''Orada kimse yok, Efsun.''

''Var!'' diye haykırdım. Sol kolumu kurtarıp, işaret parmağımı kaldırarak arkamı gösterdim. ''İşte, orada,'' dedikten sonra hemen, parmağımla gösterdiğim yere baktım.

Ağaçlar oldukları yerde duruyorlardı, karla kaplı orman görüntüsünü kaybetmemişti, kar, yağmaya devam ediyordu. Her şey yerli yerindeydi, her şey olduğu gibiydi. Lakin Efser ortalıkta yoktu. Efser kaybolmuştu, bir kez daha. ''Efser,'' dedim korkudan titreyen sesimle bakışlarımı ormanın her köşesinde gezdirerek. Birkaç kez gözlerimi kırpıştırdım, ancak sonuç değişmedi. ''Efser?'' diye seslendim ormanın boşluğuna. Sesim dalga dalga yayılmıştı. ''Efser yok, Efser kayboldu, Efser yok.'' Nefeslenmeye çalıştım. ''Efser yok,'' dedim ve ormana doğru gitmeye çalıştım. Fakat kollarımdan tutan güçlü eller buna mani oluyordu. Tekrar Alaz'a doğru döndüm ve ''Bırak beni!'' diyerek adeta kükredim. Hızla çırpındım. ''Kardeşimi bulmalıyım, bırak beni!''

Kollarını asla gevşetmedi. ''Efsun, kardeşin burada yok. Hiç gelmedi, gelemez.''

Oldukça ciddiydi, gözlerinde en ufak bir yalan parıltısı yoktu. Alaylı ifadesi yoktu suratının hiçbir zerresinde. Ama yine de ona inanamazdım, görmüştüm. Efser'i görmüştüm, tam karşımdaydı, yanına gitmem için beni bekliyordu, üşüyordu, zayıftı, savunmasızdı. ''Geldi!'' diye bağırdım. ''Bırak beni,'' derken onu itmeye çalışıyordum. ''Bırak dedim! Onu bulmalıyım! Üşüyordu, gördüm, titriyoru. Beni bekliyordu!'' Bir kez daha itekledim. ''Bırak diyorum sana, bırak!''

''Efsun,'' derken son çırpınışlarımı da engelledi. ''Seni, bırakamam. Karanlık ormana girmene izin veremem. O gördüğün şey kardeşin değildi, büyülü bir halüsinasyondu, anlıyor musun? Kardeşin değildi.''

''Yalan söylüyorsun!'' dediğimde gözlerimden ne ara yaşlar akmaya başladığını bilmiyordum. ''Hayal olamazdı, bir hayal bu kadar gerçek olamaz. Onu gördüm.'' Sesim titredi, sonlara doğru kısıldı. ''Yalvarırım bırak.''

Kafasını ''Hayır,'' anlamında salladı. ''Bırakamam, güzelim.''

''Aptal!'' derken göğsünü yumruklamaya çalıştım. Fakat zayıf bileklerim buna bile izin vermemişti. ''Kardeşimi istiyorum, ona gitmek istiyorum!'' Onu sarsmaya çalıştım. ''Onu gördüm, rüya olamazdı, rüya olamazdı!'' Hıçkırıklarım boğazıma dizildiğinde sesli bir şekilde ağlamaya başladım. İçimdekileri tutabilecek güçte değildim artık. ''Rüya olamazdı,'' derken nihayet serbest bıraktığı ellerimle göğsüne vurmaya başladım. ''Rüya, o-olamazdı, rüya olamazdı!'' Hem bu cümleyi söylüyor hem de onu hırpalamaya çalışıyordum, vuruşlarımın onda bir sivri sinek kadar bile etki yapmadığını bildiğim halde...

''Rüya olamazdı!'' Bu cümleyi son söyleşim, oldukça kısık bir tonda çıkmıştı ve nihayet sözlerimin yerini sesli hıçkırıklar almıştı. Yumruk yaptığım ellerim Alaz'ın sert göğsünün üzerinde durdu ve ben sarsılarak ağlamaya başladım. Hayatımda hiç olmadığı kadar sesli ve acınılası ağlıyordum. Alnımı neden tıpkı ellerim gibi Alaz'ın göğsüne yasladığımı bilmiyordum. Bir şeye dayanmalı, sığınmalıydım onun farkındaydım ve Alaz'ın göğsü şimdi bana en yakın duran sığınaktı. Ağlayışım şiddetlendikçe omuzlarım daha sert bir şekilde kalkıp iniyordu.

Birden, ''Şşş,'' diye fısıldadığını duydum. Hemen sonrasında belimin üzerine kapanan ellerini hissettim. Beni kendisine bastırmasına, kollarının bedenimi sarmasına, odunsu kokusunun büyülü bir tütsü gibi burnuma doğru yayılmasına mani olmadım.Yavru bir kedi gibi sindim gövdesine, başımı göğsüne daha rahat yasladım. Gözyaşlarımın siyah tişörtünün üzerine akmasına izin verdim.

İç çeke çeke ağladım. ''Görmüştüm,'' dedim hıçkıra hıçkıra. ''Görmüştüm, oradaydı, beni bekliyordu. Bu hayal olamazdı, olmamalıydı.''

Alaz cevap vermedi, bir şey söylemedi ama beni kendine bastırmaya devam etti. Yanaklarımın, ilk defa bu kadar ıslandığını hissediyordum, ağlarken konuşmak ne zordu. Kelimeler, başı üç defa tekrarlanmadan çıkmıyordu ağızdan.

''Ailemi özledim, Alaz. Burada olmak istemiyorum, ben ailemin yanında olmak istiyorum.''

Yine cevap vermedi. Birkaç kez burnumu çektim, öylece ağladım. Sonra başımı hafifçe kaldırıp, Alaz'ın yüzüne baktım. O ise zaten bana bakıyordu, bu yüzden koyu irislerimiz anında birbiriyle buluşmuştu. ''Alaz...'' dedim sessizce. ''Beni evime göndereceksin, değil mi?''

Durdu, kirpiklerini bile kıpırdatmadan bana bakmaya devam etti. Dudakları mühürlü gibiydi, bir boşluk bile oluşturmadı. Nefeslendiğini, kemikli burnunun iki kenarının hafiften havalanmasıyla anladım. Bir elini, havaya kaldırıp yanağımın üzerine koydu, fakat eline bakmadım, bakışlarım hâlâ gözlerindeydi. Büyük başparmağı sol gözümün altına birikin damlaları yavaşça sildiğinde içimde naif bir titreşim hissettim. ''Bana inan, Efsun.''

Ses tonu sihirli, yumuşak bir ezgi gibiydi. Bir kez daha burnumu çektim ve omuzlarımı kaldırıp indirdim. ''Başka bir çarem yok ki...''

*

Ağlamak, insanı rahatlatırdı söylenilene göre. Fakat ben, dudaklarımın çatlaklarına bir zehir gibi yayılan tuzlu tadı, gözlerimde biber gazı etkisiyle biriken yaşları, kısacası bu hissi hiç sevmemiştim. Rahatlamamıştım, uykumda bile rahat değildim, ağlamak bağımlılık yapıcı bir hastalık gibiydi, ipi bir kez kaçırdın mı, bir daha tutamıyordun.

Göz kapaklarımın sızladığını hissediyordum, daha fazla kapalı tutamayacaktım bu nedenle rahatsızca kırpıştırdım kirpiklerimi, araladım gözlerimi. Önce kasvetli tavana baktım, karanlık değildi, bu, henüz akşam olmadığını gösteriyordu. Kaç saat uyuduğumu ne kadar bu şekilde kaldığımı hatırlamıyordum.

Uykumdan tamamen koparıldığımda sarayı, Alaz'ın odasının tavanını daha net bir şekilde görmeye başladım. Görüşüm yerine geldiği gibi, kulaklarım da işlevini daha iyi yapıyordu şimdi. Kulaklarımın derinlerinde hissettiğim piyano sesi, bu ezginin rüyamda çalmadığına delaletti ve öyle güzeldi ki hiç kalkmadan dinlemek istedim. Fakat garipti, bu odadan piyano seslerinin gelmesi, bu odadan böyle hoş bir ezginin yayılması garipti.

Sesin kaynağının neresi olduğunu merak edişim, dinleme isteğimin üzerine çıktı ve hemen doğrulup, gözlerimle odayı taradım. Ve o zamana kadar hiç fark etmediğim, siyah, hafifçe aralık kalmış kapıyı gördüm. Gözlerimi kısıp, gerçek olup olmadığını çözmeye çalıştım çünkü o kapıyı daha önce hiç görmediğime emindim.

Hâlâ olduğu yerde durduğunu görünce ayağa kalktım ve merakla oraya doğru yürümeye başladım. Üzerimde uykudan önceki halimden kalan kazağım ve dar kotum ve çıplak ayaklarımla bitirdim odanın kapıya doğru giden halısız yolunu. Müzik çalmaya devam ederken, siyah kapının önüne geldiğimde elimi yavaşça kapının üzerine koydum ve hafifçe iteleyip kapının tamamen açılmasını sağladım.

İlk gördüğüm, üzeri tamamen beyaz çarşaflarla örtülmüş sıra sıra dizili olan resim tuvalleriydi. Burası, bir resim odası olmalıydı. Odanın içindeki müzik kaynağını görmek için gözlerimi biraz daha hareket ettirdiğimde geniş alanın en ucunda, önündeki tuvale bir şeyler çizen bedenin siyah tişörtle sarılı sırtını gördüm. Ve hemen, ''Alaz?'' diye sordum.

Ona yaklaştığım an, önündeki tuvalin üzeri siyah bir örtüyle kapandı. Fırçasını tuvalin kenarına bıraktıktan sonra, omuzunun üzerinden bana baktı ve ''Ne zaman uyandın?'' diye sordu.

''Bunu benden iyi bilirsin,'' diye yanıtladım onu ve yanına vardığımda ekledim. ''Burada ne yapıyorsun?''

Omuzlarını kaldırıp indirdi. ''Belli olmuyor mu?''

Pekâlâ, her şey açıktı. Resim tuvalleri, boyalar, fırçalar... Burası apaçık bir resim odasıydı ve Alaz, resim yapıyordu.

Alaz ve resim?

Alaz ve sanat?

Yavaştan gülmek istedim. ''Kamera şakası mı?'' derken gülmeyi başarmış olabilirdim. ''Senin sanatla ilgilenecek olman... Kulağa imkansız geliyor.''

Diliyle kalın dudaklarını ıslattı ve deminkinden daha net bir ifadeyle bana baktı. ''Sandığının aksine, sanattan anlarım, Efsun.''

''Hâlâ inanmıyorum,'' dedikten sonra yaptığı resmi incelemek adına tuvale doğru bir adım attım. Ancak Alaz'ın anında kolumdan kavrayan eli buna engel oldu.

''Yaptığım resimleri kimsenin görmesine izin vermem.''

Tam kulağıma yaklaşan dudaklarından yayılan bu itiraz istemeyen sert sesinin ardından ona baktım. ''O kadar iddiasızsın demek.''

Şeytani bir gülümseme takındı. ''Hayır, nü çalışıyorum, bunu kaldıramazsın.''

Hayal kırıklığına uğramış gibi gözlerimi devirdim ve başka yöne bakıp, ''Senden başka bir şey beklenmezdi zaten,'' deyip kolumu geri çektim.

''Neye bozuldun?'' diye sorduğunda gözlerini hâlâ üzerimde hissedebiliyordum. ''Yoksa kıskandın mı?''

Saçımı kulağımın arkasına sıkıştırıp tekrar ona baktım ve kaşlarımı çatıp ''Neyi kıskandım mı?'' diye sordum.

''Resimlerini yaptığım kızları,'' derken elleri cebindeydi.

Avuç içlerimi belimin iki yanına koyup, çok kötü bir espri yapmışçasına, ''Ha-Ha!'' dedim. Sonra aklıma gelen detayla devam ettim. ''Ben niye kıskanacakmışım, sevgili prensesin Sara kıskansın.'' Sara'nın isminin üzerine öyle bir basmıştım ki, kelime dudaklarımdan tükürür gibi çıkmıştı adeta. Alaz'ın ona karşı olan sebepsiz kinimi anlamamasını istedim.

Bu sefer gözleri kısılan Alaz oldu, başını hafifçe sol omuzuna doğru eğdi ve ''Sara'yla tanıştın mı?'' diye sordu.

Gerçeği söyleyip söylememek konusunda bir ikileme düştüm, hemen sonra söylemenin daha doğru olacağını düşünerek dudaklarımı araladım. ''Eğitim alanının lavabosunda beni sıkıştırıp, tehdit etti.'' Bu biraz sert mi oldu?

''Tehdit mi?'' derken çenesi seğirdi. ''Bunu neden söylemedin?''

''Niye söyleyeyim ki?'' Tek kaşımı kaldırdım. ''Evleneceğim adamın evinde kalan ve yanından hiç ayrılmayan bir kız olsa, ben de öyle bir tepki gösterirdim.''

Kurduğum cümle ve imalara takılmadı. ''Bir daha böyle bir olay yaşarsan, kim olursa olsun bana söyle.''

Gerçekten ciddi olduğunu fark ettiğimde, ben de aynı dikkati takınıp, ''Evleneceğin kadına güvenmiyor musun?'' diye sordum.

''Ben kimseye güvenmem Efsun, kendime bile,'' dedi, sesinde en ufak bir alay belirtisi yoktu. Lakin ben böyle bir cevap beklemiyordum, benim beklediğim cevap, nedendir bilinmez ''Onunla evlenmeyeceğim'' gibi bir şeydi, hatta bu yanıtı alamayınca içimde bir yerlerde rahatsızlık kıpırtıları hissettim.

Yüzümün düştüğünü anladığımda boğazımı temizledim ve başka yöne baktım. Hemen sonra tekrar Alaz'a dönüp, ''Kaç saattir uyuyorum?'' diye sordum.

Konuyu değiştirmem işine gelmiş olacaktı ki, cevabımı verdi. "Yaklaşık bir gündür."

Gözlerim, Alaz sanki "Biz Sara'yla evlenmeyeceğiz çünkü zaten evliyiz," demiş gibi kocaman açıldı. "Gerçekten mi?" Sonra kaşlarım gözlerimin üzerine indi. "Bana bir iki saat gibi gelmişti."

"İnsani yönünün belirgin özelliği, duygularına çok kolay yenik düşüp, halsizleşebiliyorsun. Ne kadar güçlü görünmeye çalışırsan çalış."

Söylediklerini yalanlamadım, haklıydı. Burada başka kimseyi benden daha zayıf görmemiştim. Diğerleri böyle bir olay yaşasa tüm gece ağlar mıydılar? Mesela Alaz, ya da Bars, Kuray ya da Liva... Hiçbirini ağlarken düşünemiyordum bile.

İçim, bu doğrularla sıkılırken, ''Kim yaptı?'' dedim sorgular bir tavırla. Siyah gözleri uzun alt ve üst kirpiklerinin kusursuz bir şekilde birbirine yaklaşmasını sağlayarak kısıldı. Beklemeden sorumu açtım. ''Bu halüsinasyon, zihnimin bir oyunu muydu yoksa altında başka şeyler mi var?'' Gözlerinde cümlesini kurmadan önce bir kararsızlık sezdiğim için, ''Doğrusunu bilmek istiyorum,'' diye ekledim.

''Pekala,'' dedi tok bir tonla. ''Benden kaçmayan çalıştığın ilk günlerde, seni ısıracak olan pelerinli yaratıklar vardı, hatırlıyor musun?''

Son demlerimi kullanarak gerilemeye çalıştım; fakat daha parmağımı bile oynatamadan, hangisi olduğunu bilmediğim pelerinli beden üzerime çullandı ve ince, kemikli ellerini omuzlarıma batırdı. Yüzünü hâlâ göremesem de, kafasını boynuma doğru eğdiğini anlayabiliyordum. Kafamı hareket ettirip, hareketlerinden kaçmaya çalışırken, ''Bırak beni!'' diye bağırdım. Başımda birleştirdiği ellerimi, kurtarmaya çalışırken, ayaklarımla tekme atmayı deneyip, ''İmdat!'' diye çığlık attım. Ancak boynumda hissettiğim ıslaklık ve dişler, artık yolun sonuna geldiğimin kanıtıydı. Boynumu dişleyecek, beni ısıracak ve her şey böylelikle sonlanacaktı; son çırpınışlarımın hiçbir işe yarayacağı yoktu.

Boğazımdaki eti dişleriyle kavradığında son bir çığlık döküldü dudaklarımdan, göz kapaklarım kapanırken. Ölümün kollarına atılmayı beklediğim o an, pelerinlinin birden üzerimden bir başka kuvvet tarafından sertçe çekilmesi beklediğim şeyler arasında son sırada bile değildi. Ne olduğunu anlayamadan üzerimden alınıp fırlatılan bedene bunu kimin yaptığını görmek için kafamı kaldırdığımda, siyah tişörtlü bir erkek vücudu seçtim.

Neler olduğunu kavramak amacıyla, erkek bedenini gözlerimle takip ettiğimde, üç pelerinlinin de gördükleri beden karşısında değişik bir çığlık atarak gökyüzüne doğru yükselip, kara bir bulut gibi yok olduklarını gördüm. Kafasıyla gökyüzüne bakıp, üç pelerinlinin gittiğinden emin olan erkek bedeni bana döndüğünde, kara bakışlarla buluşmayı beklemiyordum.

Simsiyah gözlerini üzerimde tutarak yanıma gelen Alaz, boylu boyunca sırt üstü uzanan bedenimi gelişi güzel süzdükten sonra, yere eğilip, bakışlarını tekrar gözlerimle birleştirerek, ''İyi misin?'' diye sordu.

Korkunç gece ve yaşadıklarım hemen aklımda canlanmıştı, o pelerinli yaratıkları kesinlikle hatırlıyordum. Ürperen tüylerimle beraber, ''Evet,'' dedim ve devamını dinlemeyi bekledim. Olayların nereye bağlanacağını, o pelerinli yaratıklarının bu durumla alakasının ne olduğunu merak ediyordum.

Alaz, ''Onlar, Ragana'lar,'' deyince kaşlarımı gözlerimin üzerine indirdim ve devamını bekledim. ''Ragana'lar, kadın kanıyla beslenen büyülü, tehlikeli yaratıklardır. O gün seni boğazından ısırmışlardı, küçük bir ısırıktı fakat kanının tadını aldılar. Raganaların ısırdıkları kişiye, düş gördürme yetenekleri vardır ve bu düşlerle kadınları ağlarına düşürürler, çoğu kadın, tıpkı senin dünkü halin gibi, Ragana'ların oluşturduğu bu sahte düşe kapılır ve kendi ölümlerini kendileri yazar.''

Tüyler ürperten bu bilgiyle beraber, öylece kaldım. Boynumdaki ısırığı hatırladım ve elim istemsizce korkudan buz gibi olan tenimin sarsığı boynuma uzandı. ''Ne yani?'' diye sordum korku dolu bir sesle. ''Eğer ormana girmiş olsaydım, ölecek miydim?''

Kafasını ''hayır'' der gibi sağa sola çevirdi ve başını biraz aşağıya eğip, yüzünü yüzüme yaklaştırdı. ''Benim alanımdasın, Efsun,'' dedi neredeyse fısıldar gibi. ''Seni hiç kimse, hiçbir şey benden alamaz.''

Az önce tenimin buz gibi olduğunu söylemiştim. Fakat Alaz'ın yakınlığının vücuduma yaydığı ısı bir anda neredeyse küle dönmeme neden olmuştu. ''Seni hiç kimse benden alamaz,'' sözü kulaklarımda birkaç kez yankılandı, midemde tatlı bir burkulma hissettim. Dudaklarımı birbirine bastırdığımda, Alaz'ın gözü bir anlığına oraya kaydı. Bense buna takılmamaya çalışıp, konuştum. ''Beni bu denli koruman, aklımda sadece bir soruyu alevlendiriyor Alaz...'' dediğimde gözleri tekrar gözlerime çıktı ve tek kaşını havalandırdı. ''Bu çok önemli bir şey olmalı ki, bana bu kadar yardım ediyorsun... Yani... Tüm bunlar bittiğinde, benden ne isteyeceksin?''

''Anlaşmayı unutma,'' derken kaşları havalandı. ''İstediğim şeyi, sadece her şey bittiğinde öğreneceksin.''

Yuvası sol göğsümün altında olan kalbim, küçük bir serçeninki kadar hızlı atıyordu. O an, hiç beklemediğim bir şey yaptım, düşünmeden kaldırdım elimi, tam Alaz'ın sol göğsünün üzerine koydum. Siyah bakışları anında elime kaydı. Ne yaptığımı anlamaya çalışıyor gibiydi. Avucum tam kalbinin üzerinde duruyordu ve kalp atışlarını hissedebiliyordum. Alaz'ın bir kalp taşıdığını bile yeni fark etmiş olabilirdim. Zihnimde öyle bir ''kötü adam'' imajı vardı ki, ona sıradan bir canlı gibi kalp taşımasını yakıştıramıyordum. İsteyeceği şeye ise, kesinlikle bir tahmin yürütemiyordum ve bu yüzden, elimi oradan çekmeden ''Korkmalı mıyım?'' diye sordum. Bir kalp taşıdığının farkında olmak daha rahat hissetmemi sağlıyordu.

Kara gözleri, elimin üzerinden hafifçe çekilip, tekrar irislerime dikildi. Başını bana doğru eğdi. O an, yüreğimin tiz bir kapı gıcırtısıyla sıkıştığını hissettim.

''Her soruya karşılık, bir ödül.''

Kurduğu cümle, zihnimde anlamlı bir bütün oluşturduğu an çenemi sol omuzuma doğru kaldırdım. ''Ödül mü? Ne ödülü?''

Biraz bekledi, ardından kaşlarıyla dudaklarımı işaret etti. İlk önce hiçbir şey anlamayıp söylediğini çözmeye çalıştım. O niye ağzımı işaret etmişti ki? Birkaç saniye bunun sebebini tartmayı denedim birçok düşünce belirdi aklımda ve en son biri, gerçek anlam olarak tehlikeli bir çan gibi çaldı kulaklarımın en derininde. O an, küfür etmiş gibi gözlerimi büyüttüm ve ''Ne? Çok beklersin!'' diyerek diğer elimi de sağ göğsüne çıkarıp ellerimle onu itip kendimden uzaklaştırmak istedim. Ancak ne o benden uzaklaştı, ne de ben geri gidebildim. Alaz, onu itmeme fırsat vermeden çevik bir hareketle göğsündeki ellerimi tutup, hareket etmeme izin vermeden beni biraz daha kendine çekti. Uzaklaşmak isterken ona daha da yakın olmuştum.

Yüzüne kusursuz bir gülüş yerleştirdi, eğlendiği apaçık ortadaydı. Sıcak elleri soğuk ellerimi ısıtırken, ''Ben beklerim, sorun değil de Efsun,'' dedi buğulu sesiyle. ''Sen isteyeceğim şeyi öğrenmeden durabilecek misin? İyi düşün, vereceğin her taviz, daha özel sırları açığa çıkarır.''

Sinirlenmeyecektim, utanmayacaktım, kızarmayacaktım. Hayır, bu sefer istediğini yapamayacaktı. Sakin kalacaktık, kendini beğenmişliğine, kendimden eminliğimle cevap verecektim. Bundan dolayı bu sefer sinirlenmek yerine onun gibi -tabii benimki aşırı yapaylık içeriyordu- sırıttım. ''Üzgünüm, Alaz Şahzade ama hiçbir noktamda sana pay yok.''

Gülümsemesi silinmedi, yüzünde meydan okuyan bir ifade vardı. Tek kaşını kaldırdı. ''Öyle mi dersin?''

Yakınlığını umursamamaya çalışarak başımla onayladım. Tehlikeli sularda yüzdüğümü hissediyordum.

''Alaz burada mısın?''

Alaz'la birbirimize odaklanmış bir şekilde bakışırken, araya giren bu ince fakat tok ses, bakış frekanslarımızın anında değişmesine sebep olmuştu. İkimiz aynı anda kapıya baktığımızda, henüz birbirimizden ayrılmamıştık ve içeri giren beden bizi o şekilde gördü.

Sara'nın delici yeşil gözleri önce Alaz'ın ardından benim yüzümde gezindi. Birkaç saniye öylece kapı eşiğinden bizi izledi ve ardından, yutkunup çenesini dikleştirdi. ''Siz, bu bomboş odada ne yapıyorsunuz?''

''Boş mu?'' derken tekrar etrafa bakındım. Sara üzerleri siyah çarşaflarla örtülü resim tuvallerini görmüyor muydu?

Alaz, ellerimi bırakmadan Sara Halya'ya karşı bezmiş bir tavırla konuştu. ''Eğer gelmeseydin bir şeyler yapacaktık, Sara.''

İmasına karşı Sara, sorgular gibi, hafiften bir kızgınlıkla tek kaşını kaldırdı. Çenesinin seğirdiği fark ediliyordu. Evlenecek iki kişinin arasında kalan biri olarak, bu gergin ortama neden olanın tamamen kendim olduğunu düşündüm ve rahatsızca boğazımı temizleyip, ellerimi Alaz'ın ellerinin arasından çektim. Beni bu kadar küçük düşürmesine izin veremezdim.

Bu nedenle hızla ''Yanlış anladın, biz sadece konuşuyorduk,'' dedim. Ne kadar inanıp inanmayacağı ona kalmıştı, doğrusu buydu.

Sara şeytani bir gülümseme takındı. ''Ortada yanlış anlayacağım bir şey yok,'' dedi, ''Seni rakip olarak görmüyorum,'' der gibi. Sonrasında toparlanıp omuz silkti. ''Kaslan dövüşü yapmak için bekleniyorsun, Alaz. Tüm kraliyet yakınları tarafından.''

Alaz'ın bir yanıt vermesine imkan vermeden, ''Kaslan dövüşü mü?'' dedim. Kaslan hayvanının gücü, kudreti ve diğer tüm özellikleri aklıma geldi. ''O da ne?''

Alaz bir şey söylemeden Sara küçümser bir ifadeyle araya girdi. ''Daha önce bir kaslan dövüşü izlememiş olamazsın, değil mi?''

Ben bir pot kırdığımı düşünüp içten içe gerildiğim an, Alaz, ''Herkes kraliyet ailesinin merkezinde doğmuyor, Sara,'' diye araya girdi.

Sara alayla gülümsedi. ''Doğru diyorsun, bunu hep unutuyorum,'' dedikten sonra ayağındaki sivri topukluları takırdatarak yanımıza kadar geldi. Eliyle Alaz'ın sol elini yumuşak bir şekilde kavradı. Bu manzaraya karşın kalbimin üzerine birkaç diken batıyormuş gibi hissettim. Neden böyle oluyordum?

Alaz'ın elini sıkıca tutan Sara, tekrar bana döndü ve bu sefer yapay bir gülümsemeyle, gurur dolu bir sesle açıkladı.''Alaz bir Kaslan'la güreşecek. Bir nevi askerlere ders gibi. Askerler, beşli gruplar halinde güreşebiliyor ama Alaz bunu tek başına yapabiliyor.''

Alaz, elini Sara'nın elinden çekti ardından bu bahsedilenler çok normal bir şeymiş gibi, kasılmadan, böbürlenmeden kabullendi ve kafasıyla odasının dışını işaret edip ''Hadi gidelim,'' dedi.

''Bu... Bu...'' diye araya girdim Alaz tam gidecekken. Kaslan, göz göze gelindiği an kişiyi öldüresiye bir etki altında bırakabiliyordu bildiğim kadarıyla, güreşirken onunla göz göze gelmemek nasıl mümkün olabilirdi ki? ''Tehlikeli değil mi?''

Alaz uyarır gibi bana baktı ve sertçe konuştu. ''Burada tehlikeli olmayan bir şeylerin olduğuna inanıyor musun?''

Galiba bu cümle, bana gereken cevabı vermişti. Bir şey söyleyemedim ve peşlerinden ilerledim.

*

Geldiğimiz alan, dev bir arenaydı. Kendi dünyamda, tarihi araştırırken birkaç kitapta gördüğüm dev Efes Antik Kenti'nin Gladyatörler Arenası alanını andırıyordu. Dev arenanın etrafı kum rengi taşlarla bir çember şeklinde sarılmıştı. Fakat kimse taşlarda oturmuyordu, hemen hemen herkes ayaktaydı ve üst kısımlardaki çoğu büyücü arenanın korkuluklarından tutunmuş, büyük bir heyecanla güreşin başlamasını bekliyordu.

Arenanın en ön tarafında, kraliyet ailesi oturuyordu. Bu ailenin yanında Sara Halya da vardı ve bu, kızın bana söylediği ''Müstakbel Prenses'' olayının doğruluğunu büyük bir gerçeklikle belirtiyordu.

Müstakbel Prenses, müstakbel prensini en önden izleyecekti.

Belki Sara'nın en önde olması Alaz'a kuvvet veriyordu ve sırf bu yüzden daha iyi güreşecekti. Müsabakanın sonunda sevgili müstakbel prensesinden bir zafer öpücüğü alacak bile olabilirdi.

Bu düşünceler, içime kötü kokulu bir sis dumanı gibi yayılıp, moralimi bozdu. Bu nedendendir ki, bakışlarımı Sara'nın üzerinden ayırdım.

''Veliaht çıkıyor!'' Bir anda birçok ağızdan bu ve buna benzer diğer cümlelerin çıkmasıyla, az önce gökyüzüne diktiğim gözlerimi aşağı indirip, arenanın sağ ucuna baktım. Alaz'ın üzerinde ne gömlek, ne de tişört ne de çelik bir zırh vardı, kaslı gövdesi binlerce kişinin gözleri önündeydi. Altında siyah pantolonu vardı. İki kolunun üst tarafına da siyah bir bandaj bağlanmıştı. Arkasında üç muhafız bekliyordu, bunlardan birisi Bars'tı. Bars, kafasıyla Alaz'ı işaret ettiğinde muhafızlardan biri bir adım öne çıktı ve elindeki -yeni gördüğüm- siyah bandajı Alaz'ın kafasının hizasında kaldırdı.

O an, göz ucuyla yanımdaki Kuray'a baktım ve ''Gözlerini mi bağlayacaklar?'' diye sordum dehşetle.

Kuray, gayet rahat bir tavırla, bana bakmadan, ''Evet,'' diye yanıtladı.

''Nasıl yani?'' derken sesim haddinden yüksek çıkmıştı. ''Neden?''

''Kaslanlarla göz göze gelmenin zararını biliyorsun," derken elindeki abur cubur paketinden bir avuç aldı ve yutmayı beklemeden konuşmaya devam etti. "Buna eş olarak, duyu gücünü geliştirmek için.''

''Bir veliaht prens, nasıl böyle bir tehlikeyle baş başa bırakılabilir?''

''Ne derler bilirsin,'' derken bir avuç yemişi daha ağzına attı. Bu adam bu kadar yemeyle nasıl fitliğini koruyabiliyordu ki? ''Böyle tehlikelerle başa çıkamasaydı, asla bir veliaht prens olamazdı.''

''Ağzındakini yutmadan konuşmamayı ne zaman öğreneceksin?'' Liva'nın sesini duyduğumuzda ikimiz de tepemizde dikilen savaşçı görünümlü kıza baktık. Bana göz kırptıktan sonra iğrenir gibi Kuray'a baktı ve başını sallayarak yanına oturdu.

Kuray, elindeki abur cubur paketini Liva'ya uzattı. ''Yer misin, canım?''

''Her yiyişinden sonra ağzına soktuğun ıslak parmaklarınla tekrar tekrar o cipsleri avuçlamasaydın, belki.''

''Ne?'' derken gözlerini kıstı Kuray. ''Sen benim tükürüğümden mi tiksiniyorsun?'' diye ekledi ve birden ellerini Liva'nın yüzüne kapamaya çalıştı.

''Yapma, gerizekalı!'' Liva başını çevirmeye çalışırken aynı zamanda istemsizce kaçan gülüşlerini tutmaya çalışıyordu. Onlar kendi aralarında şakalaşırken, arenada güçlü bir kükreme sesi duyuldu ve istisnasız diğer tüm sesler kesildi. Herkes bütün dikkatini oraya verdi. Kaslanın boyu, Alaz'ın boylarındaydı, eni, ondan daha genişti. Alaz'ın karşısında kocaman, baş edilmez bir canavar duruyor gibiydi. Alaz, elindeki kocaman, hilal şeklindeki kılıcı hayvana doğru bir kez salladığında, hayvandan bir kükreme daha yayıldı. Bu seferki kükreyişi ilk olandan daha şidddetliydi, öyle ki kulaklarım uğuldadı.

Alaz, kılıcını bir kez daha salladığında hayvan bu kez kükremekle yetinmedi ve ön iki ayağını kaldırarak -parçalamak için olacak- Alaz'ın üzerine doğru atladı. Alaz öyle çevik bir hareketle sıyrıldı ki, Kaslan'ın ayaklarının buluştuğu zemin, tekrar toprak zemin oldu. Alaz arkasında kalmıştı. Hayvan, boğazından yayılan hırıltılar ve ağzından uzayan salyalarla başını çevirip Alaz'a baktı, sonra bir anda önüne döndü ve bir kez daha kükreyip, alanın dışına seyircilerin, benim olduğum tarafa doğru atladı. Herkes çığlıklar içinde kaçışırken ben olduğum yere mıhlanmıştım, kalp atışım durmuş gibiydi, öylece kalmıştım. Ne hissettiğimi, ne yapmam gerektiğini, hangi anda olduğumu kesinlikle bilmiyordum.

Kaslan tam üzerime atlayacağı sıra, birinin ''Efsan!'' diyerek önüme atladığını fark ettim lakin hayvan, o bedeni kolaylıkla kenara savurdu. İçimde bir şeylerin kaynadığını, bir takım kabarcıklar oluştuğunu hissediyordum. Bilekliğim, belki de bedenimden aldığı sıcaklık sebebiyle, kaynama noktasına gelmişti adeta. Üzerime atlamasına ramak kalan yaratıktan kaçmak için ayağa kalkmak istedim, ancak tam da o an Kaslan bana doğru atladığından sırt üstü yere düştüm.

Yaratık, koca ön iki ayağını başımın iki tarafına koymuş, tam üzerimde duruyordu. Hırıltıları bu sefer daha yakından duyuluyordu. Ağzından uzayan salyaları yüzüme değdi, o sıra kafasını suratıma eğdiğini anladım. Tüylerim teker teker kabardı.

Birileri arkamdan, ''Sakın göz göze gelme!'' diye bağırdı.

Ve ben, Kaslan'ın kıpkırmızı irisleriyle göz göze geldim...




----BÖLÜM SONU----

Size bir şey diyeyim mi, çoooooooooook şey olacak amaaaa....

Gelecek bölümde neler olacak sizcee?

Bu bölüm en sevdiğiniz sahne ne oldu?

Beni özlediniz mi? :P

Bu bölüm oy ve yorum hedeflerimiz: +1000

En uzun, anlamlı ve en çok paragraf yorumu atana gelecek bölüm ithaf hediyemdir🖤

İnstagram: sulisindunyasi


Mutlu günlerimiz olsun!

Continue Reading

You'll Also Like

28.1K 281 1
Ben kimdim gerçekten? Kimdim ve neden vardım? Şımartılmış bir kız çocuğu olmayı isterdim mesela. Birileri tarafından görülmekten ürken biri olmama...
2.3K 1.1K 11
🪶Kapak Tasarımı: RiverHunterrr Burası yangın yeri. Feryat etti adam yüzünü semaya kaldırarak, bütün günahlarına bedel. Kadın, onu korumak istedi, a...
6.5K 3.5K 37
Gördüğün, duyduğun ve hatta hissettiğin her şeyin gerçekliğinden nasıl emin olabilirsin? Her şey hatıralarında gizlidir, sen sadece anımsadıklarınla...
3.1K 1.5K 19
Bir intikam meselesi... Geçmişe dayalı öfke,kin,sinir,kıskançlık ve terk edilmişlik duygusu insana neler yaptırır? Büyüklerimizin yaptıkları hatayı h...