Soul

By Allwie

171K 7.3K 870

İki soy. Richardson ve Gonzalez. Wendy Gonzalez. Annesinin ölmeden önce nasıl biri olduğunu 20 yaşında öğrene... More

1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30
31
32
33/1 - FİNAL
TEŞEKKÜRLER!
MAHZEN KİTAP OLUYOR!

33/2 - FİNAL

3.2K 143 37
By Allwie

۞ Wendy

Eve nasıl geldiğimi bilmiyordum. Hissettiğim ilk şey belimde ki inanılmaz ağrıydı. O duvara artık nasıl çarptıysam, sırtımın bazı yerlerinin morardığını ile tahmin edebiliyordum. Doğrulmaya çalıştım ama yapabileceğim hiçbir şey yoktu. Odamda göz gezdirmeye başladım. Karşı koltukta uyuyan Brandondışında oda da kimse yoktu.

Yukarıdan gelen bağırışma seslerini duyunca irkildim. Birkaç saniye sonra bir şeylerin kırıldığını da anladım.

"Brandon!"

Korkarak birden doğruldu. Neden bu kadar korktuğunu anlamamıştım.

"Ah,"

Yorgun görünüyordu. Yavaşça kalkarak yanıma geldi ve yatağın ucuna oturdu. Yukarından gelen -John olduğunu anlayabildiğim- sesleri duyuyordu ama benim kadar şaşkın görünmüyordu.

"Wendy..."

"Brandon neler oluyor? Kalkmama yardım eder misin, lütfen. John neden bağırıyor? Onu görmem gerek,"

Kalkmaya çalıştığımda yavaşça omuzlarımdan tuttu ve bunu engelledi. Gözlerini kapatarak nefesini üfledi. "Wendy, şu anda olmaz."

"Neden?"

"Bırak beni Amelia!- Hey, hey sen gerçekten az önce benden sakin olmamı mı istedin? Sen- Sen ciddi olamazsın değil mi? Bu gerçek olamaz değil mi?! UZAK. DUR. BENDEN!"

"Brandon onu görmem gerek."

"Wendy.. Sana hatırlatmak istemem ama-" duraksadı ve devam etti. Gözlerini benden kaçırıyordu. Alnımı öperek bana sarıldı. "Seni azıcık, çok azıcık bir süre için, yalnız bırakacağım. Yaşadığın son saatleri düşünmeni istiyorum... Ve... Ve lütfen, ah, kendini üzmemen için diyebileceğim tek bir kelime bile yok Wen."

Merdiven başında dikiliyordu. "Şu an gerçekten kendimde değilim. Herkesin biraz yalnız kalması gerekiyor." 

Yavaş adımlarla merdivenlerden çıktı ve gözden kayboldu. Belime dikkat ederek doğrulmaya çalıştım.

Slyvia Helmos ve... Ve Cherly Jasstaur. İkinci olan kız, adını unutmamamı söylemişti.

Çünkü ayin sırasında yapacaklarının canımı çok fazla acıtacağını biliyordu.

Gözlerimi kapatarak hatırlamamak istedim. Hayır. Hayır. Yaşanmadı. Olmadı.

Ama kendime engel olamıyorum. Her an gözümün önünde canlanmaya başlamıştı. Ve işte, Slyvia, Lana'ya doğru ilerliyor.

"Hayır. Lütfen. Hayır. Gerçekten yaşanmış olamaz, hayır."

Ve işte, Clariss bilincini kaybediyor. Her şey yaşanırken ben sadece durup izliyorum. Yapabileceğim tek bir şey yok.

۞ Amelia 

"AMELIA! Susun, lütfen. YALVARIYORUM SUSUN!"

John'u sakinleştirmeye çalışmıyordum artık. Çünkü bende dayanamamıştım. Yüzümü ıslatan damlaları fark ettiğimde, ağladığımı anladım.

"T-Tamam, John. Gidiyorum."

Salonda ben ve Alexander'dan başka hiç kimse yoktu. Kapıya yöneldik. Bu evden çıkmaya ihtiyacımız vardı.

Brandon merdivenlerden çıkarak salona girdi ve John'un yanına ilerledi. "Siz gidin,"diyerek ilk defa ağladığını gördüğüm John'u omuzlarından tuttu ve sıkıca sarıldı. Onları ırakarak dışarıya çıktık. Kapıdan çıkar çıkmaz merdivenlere oturdum. Hiçbir şey yapmaya halim yoktu.

"Hey, hey, Amelia."

Alexander'a sarıldım ve daha çok ağlamaya başladım. Bu yaşadıklarımız artık sınırları zorlamaya başlamıştı. Bunu hak etmiyorduk. Clariss bunu hak etmiyordu. Lana bunu hak etmiyordu. Bu şekilde değil. Olmamalı.

"Alex, hepsi, hepsi benim suçum."

"Amelia, hayır. O psişik yaratıkların yaptıklarından kendini sorumlu tutman çok saçma. Clariss ve Lana için gerçekten çok üzülüyorum... Ama- Ama bunun için kendini suçlayamazsın."

Kendime gelmeye çalıştım. Bu saatten sonra kimseden bir şey saklamak istemiyordum.

"Alexander, sana anlatmam gereken şeyler var,"

"Sonra konuşuruz, Amelia, şu an sen iyi-"

"Hayır. Şimdi anlatmam gerek. Her şeyin bugün bitmesi gerek."

Alexander beni dikkatlice dinlemeye başlamıştı. Ben yaşadıklarımı anlatırken, ikimiz de her şeyin yeni başladığını anlamıştık.

۞ Wendy

Sabah olduğunda evde sessizlik vardı. Odamdan yukarıya çıktım ve evdekileri aradım. Lily'yi koltukta yatarken gördüm. Brandon yoktu. Babam ve Amelia'da yoktu. Lily'nin yanına ilerleyerek onu yavaşça dürttüm. Gözleri şişmişti. Ve ilk defa yüzünde makyaj yoktu.

"Hey, Lil, hey,"

Yavaşça gözlerini ovdu ve doğrularak koltuğa oturdu. Gülümsemeye çalıştı ama başaramadı. Onu kendime çekere sıkıca sarıldım. Ağlamama engel olamıyordum. En değer verdiği iki insandan birini kaybetmişti.

Ben en yakın arkadaşımı kaybetmiştim. İkisini de. Aynı gün içerisinde. Gözlerimin önünde.

Lily'yi bıraktım ve bana bakmasını sağladım. İlk defa onu bu kadar çökmüş bir şekilde görüyordum.

"Wendy, sana bir şey söylemem gerek."

"E-evet, seni dinliyorum?"

Karışmış ve solgun görünen saçlarını geriye atarak bana baktı.

"Deehan ile görüşmen gerekiyor."

"Neden? Lily, onun bu konuyla ne alakası var?"

"O evi bulmamıza yardımcı olan oydu. Her ne kadar... Olanlara engel olmayı başaramasakta, ona teşekkür etmemiz gerekiyor. Ama senin görüşmeni özellikle istiyorum çünkü ona bakması için tuttuğum doktor onu farklı yönlendirmiş. Seni... Seni gerçekten görmesi gerek."

"Bugün evinize uğrarım, Lily."

Başıyla onayladı. Yastığını düzelttim ve yatmasına yardım ettim. Arkasını dönerek uyumaya çalışırken yanından ayrıldım.

Odama inerek telefonumu aldım ve Brandon'ın numarasını tuşladım. Hemen açmıştı.

"Wendy?"

"Evet, Brandon, benim. Nerdesin?"

"Evdeyim, Wendy. Bir şey mi oldu?"

"Hayır, yarım saate oradayım."

 -

Brandon'ın evine vardığımda öğlen olmuştu. Ben hazırlanıp tam çıkacakken Lily uyanmıştı ve ona kahvaltı hazırlamadan evden çıkmak istememiştim. Acısını dışa vurarak yaşamasına dayanamıyordum, onu öyle görmeye dayanamıyordum. Lily gibi birini, o kadar güçsüz ve solmuş görmeye dayanamıyordum. Onu yalnız bırakmak istemediğimi söylemiştim ama itiraz ederek bana Deehan'ı görmem gerektiğini söyleyip durmuştu. 

Brandon'ın kapıda beni beklediğini gördüğümde adımlarımı hızlandırdım. Yanına vardığımda ona sıkıca sarıldım. Şu anı bozup Deehan'ın yanına gidecek olmama inanamıyordum.

Brandon'dan zar zor ayrıldım ve onun kolunun altında yürümeye devam ettim. Ondan ayrılmaya hiç niyetim yoktu. Evin içinde Clariss'in yokluğu hemen belli oluyordu. O evde olduğunda genellikle heyecanla bir şeyler anlatırdı -bu genellikle John'la alakalı şeyler olurdu- evde olmadığında ise her saat başı birimizi arayarak rapor alırdı. Ve yine John'u anlatırdı. John'u düşününce daha garip hissettim. Şu an kim bilir ne haldeydi ve ben onun yanında değildim. 

"Deehan'ı görmek istiyorum."

Brandon şaşkın bir şekilde bana baktı. "Tabii. Odamın karşısında ki koridordan devam et. Sağda kalan son odada."

"Tamam, hemen döneceğim."

Alnımdan öperek gülümsedi.

"Acele davranmana gerek yok, bir yere gitmiyorum. Salonda olacağım."

Gülümsedim ve merdivenlerden çıkarak koridorda ilerledim. Sağda kalan son odaya ulaştığımda birkaç saniye duraksadıktan sonra kapıyı açtım. Deehan yatakta uzanmıştı. Beni görünce kalktı ve kaşlarını çatarak beni incelemeye başladı. İlk defa görüyor gibi duruyordu. 

"S-sen?"

"Evet, Deehan. Benim Wendy,"

"Seni sürekli rüyalarımda görüyorum."

Kapıyı kapattım ve yatağa oturdum. 

"Ah, bu kısmı atlattık sanıyordum?"

"N-nasıl yani?"

"Her neyse Deehan." Ona baktım. Saçları her zaman olduğundan daha uzun görünüyordu. Eski ve alışılmış halini görmeyi beklemiştim. Ama şu an karşımda tamamen farklı biri oturuyormuş gibi hissediyordum. Ama hala tanıdığım insandan küçükte olsa bir şeyler bulmayı umuyordum. Yanına ilerledim ve ona sarıldım. "Seni gerçekten çok özlemişim."

İlk önce bana sarılmamıştı. Sonradan sırtımda birleşen ellerini hissettim ve gülümsedim. Senelerdir bana aynı şekilde sarılırdı. Ben onun göğsüne başımı yaslardım, o ise omzumu öper, birkaç dakika boyunca beni hiç bırakmazdı. 

"O gördüğüm kızlar, kurtuldular mı?"

Acıyla gözlerimi kapattım. Cevap verecek gücü kendimde bulamıyordum. Son günlerde o kadar çok şeyi içime atmıştım ki. Yalnız kaldığım anda ağlayacağımı biliyordum. Ve bu ağlamayı durdurabileceğimi de sanmıyordum.

"Hayır."

Bana daha sıkı sarıldı. "Üzgünüm."

"Hepimiz öyleyiz, Deehan." 

 2020, 12 Ekim

۞ Wendy

Elbisemi düzelterek aynanın önüne geçtim. Siyah, dar ve kısa bir elbiseydi. Eskiden olsa asla giymeyi bile düşünmeyeceğim bir elbiseyle şu an aynanın karşısında duruyordum. Hayatımda değişmiş olan en ufak şey giydiğim elbiselerdi. Lily'nin bana aylarca "Bu muhteşem bacakları kapatmanda ki amacını bir türlü anlayamıyorum!" demesini durdurmak için bu tür elbiseler giymeye başlamıştım ve şimdi bütün dolabım şık ve süslü kıyafetlerle doluydu. 

Kapı tıklandı ve içeriye babam girdi. Beni inceledikten sonra gülümseyerek yanıma yaklaştı. 

"Seni tam olarak böyle görmeyi umuyordum zaten," 

Ona sarıldım ve ayrıldıktan sonra gülümsedim. "Ne zaman geldiniz?"

"Az önce. Zooey'nin hazırlanması uzun sürdü."

Babam her ne kadar Amelia'ya, artık adıyla hitap etmeye alışsa da, ben ona o şekilde hitap etmeye bir türlü alışamamıştım. Annem olduğu gerçeğini bile zar zor kabullenmişken, -ve şu aptal sarışın Helmoslar'ın büyü hikayesine inanmakta bayağı zorluk çekmiştim- ona adıyla hitap edemezdim. Ona duyduğum özlemi bir türlü gideremiyordum. Bunu benim için yapmış olsa bile, başkasının bedenindeyken ona annem gibi davranamazdım. Bu kadar sene sonra bile, bunu yapamazdım. 

"John geldi mi?"

"Hayır. Baba, geleceğini cidden düşünüyor musun? Onu görmeyeli çok uzun zaman oldu."

"Evet, ama bugün normal bir gün değil, Wendy."

Yutkundum ve aynanın önünde ki çantamı alarak babamın koluna girdim. "Evet, farkındayım."

İkimizde sessiz bir şekilde merdivenlerden indik. Brandon, yatak odasının en üst katta olmasına ısrar etmişti. Bu yüzden, şu an iki merdiven boyunca topuklu ayakkabıyla inmek zorunda kalacaktım. Duraksadım ve ayakkabıları çıkartarak elime aldım. Babam gülmeye başlamıştı. 

"Hiçbir zaman tam olarak değişmeyeceksin, benim güzel kızım."

Gülümsedim ve tekrar koluna girdim. 

Aşağıya indiğimizde Brandon telefonla konuşuyordu. Babam, Zooey'nin yanına gideceğini söyleyip benden ayrıldığında ayakkabılarımı tekrar giyerek Brandon'ın yanına ilerledim. Beni görünce sarıldı ve konuştuğu kişiyle vedalaşarak, telefonu kapattı.

"İyi misin?"

"Bugün onları en iyi şekilde anmak istiyorum, Brandon."

"Evet, bende. Üzgün olmamalısın. Onlar bunu istemezdi."

Onu kucakladım ve beni evde toplanan kalabalıktan uzaklaştırmasına izin verdim. Sadece kitap, film ve dergileri doldurduğumuz odaya girdik. Bu odayı her zaman en sevdiğim olarak kalacaktı. İkimizinde evde en sevdiği yer burasıydı. İki tane puf koltuğumuz vardı. Brandon benden ayrılarak onları yan yana yerleştirdi ve birine oturarak yanındakini işaret etti.

"İçeride bizi bekleyen misafirler var,"

"Ve bazıları bizim evimize ilk defa geliyorlar. Ailelerimizin bizim ne kadar mutlu olduğumuzu görmesini istiyorum. Şu anda karım üzgün. Onların karşısına böyle çıkmayacağız."

Oturmamı istediği pufu iterek onun kucağına oturdum. Elbisemi ya da her hangi başka bir şeyi önemsemiyordum. Sadece onu önemsiyordum. 

"Seni seviyorum. Seni her şeyden daha çok seviyorum."

Onu öptükten sonra göğsüne yattım. 

"Ve bu anın çok farklı şekilde olmasını isterdim. Şu anda... Onların doğum günleri için hazırlık yapmak isterdim. Öldükleri gün için herkesi bir araya toplamak değilde, hep beraber eğlenebilmemiz için hepimizin bir arada olmasını isterdim. Sanırım... Çok fazla şey istiyorum."

"Hayır, Wendy. Sadece- sadece böyle olması gerektiğini düşün. Onların hayatımızda ki yerinin o ana kadar olduğunu düşün. Hiç kimsenin yapabileceği bir şey yoktu. O günü sende benim kadar iyi hatırlıyorsun, bizi tamamen etkisiz hale getirmişlerdi."

Kapı tıklandığında yerimizden kalkmadık. Kapı aralandı ve Deehan ve Arya başını uzattı. 

"Sizi burada bulacağımızı biliyorduk."

Gülümsedim ve gelmelerini işaret ettim. 

"Herkes geldi. Alexander sizi bulmamızı istemişti de," 

Arya kalkmama yardım etti ve üzerimi düzelttikten sonra hepimiz kapıya yöneldik. 

Derin bir nefes aldıktan sonra kapıyı açtım. İlk çıkan ben olmuştum. Herkesin gözü üzerimizdeydi. 

Dedektif Ewerpool. Maveria Glithis. Greg. Mic. 

Herkesle göz göze gelmekten kaçınarak başımı önüme eğdim ve yürümeye devam ettim. Kalabalığın arkasına geçtiğimde çoktan Lana'nın arkadaşlarından biri konuşma yapmak için kürsüye çıkmıştı. Bir el kolumdan tutarak beni Brandon'ın yanından çekti. Kim olduğuna baktığımda nefesim kesilmişti. "John!"

Bize bakanları umursamayarak ona sarıldım.

"Sana sonra uzun uzun sarılacağım, Wen. Ama şu an yapmam gereken bir konuşma var."

John yanımdan uzaklaştı ve kürsüden inen kızdan sonra merdivenleri çıkarak mikrofona yaklaştı. 

"Burada olanların çoğu, hatta belki de tamamı, Clariss’i tanımıyor. Aksini kesinlikle iddia edebilirsiniz. Ama onu gerçekten hiç tanımıyorsunuz. Şu an burada olması için kendi hayatımdan vazgeçebilirdim. Onun için ölebilirdim. Ama maalesef ki, bana ihtiyacı olduğu tek anda, onun yanında olamadım. Hayatımın sonuna kadar bunun için kendimden nefret edeceğim. Clariss’e, onu asla yalnız bırakmayacağımı söylemiştim. Ona verdiğim sözü tutamadım. Birkaç yıla kadar, onun adını bile söylemek kalbimi parçalardı. Nefesimi keserdi. Ama evet, git gide alışıyorum. Onun yokluğu hayatımda ki en büyük boşluk olarak kalmaya devam ediyor, ama alışıyorum. Etrafta küçük çığlıklar atarak neşeli dolaşan, her zaman beni çok sevdiğini söyleyen, sürekli ona tekrar ve tekrar âşık olmamı sağlayacak şekilde öpen, herkesi kendinden fazla düşünen, ona güvenen insanları asla yüz üstü bırakmayan ve her zaman küçük şeylerle mutlu olabilen birinin yokluğuna alışıyorum. Daha doğrusu hala alışmaya çalışıyorum. Benim ilk ve son âşık olduğum insan oydu. İleride nelerle karşılaşacağımı bilmiyorum, belki de tekrar bir şeyler hissetmeye başlayacağım. Ama bu sadece onun yerini dolduracak birini arayışlarım olacak. Ve ben asla öyle birini bulamayacağım. Sadece gülümsemesiyle bütün dikkatimi üzerine çeken, her şeyi unutmamı sağlayan birini bulamayacağım.

 

O unutulmayı hak etmeyen biri. Ve ben onu asla unutmayacağım."

Gözyaşlarıma engel olamıyordum. Arya’nın yanıma gelmesiyle ondan destek aldım. John da, benim gibi, bu kadar zamanın ardından hala acı çekiyordu. Brandon gibi. Lily gibi. Hepimiz onu özlüyoruz. John kürsüden inerek gözlerini ovaladı. Bu kadar insanın önünde ağlamayacak kadar güçlü biriydi. Ama yine de, konuşurken sesinin titrediğini herkes fark etmişti. Bana bakarak zoraki gülümsedi. 

"Arya, buradan çıkmak istiyorum. Lütfen, Brandon'ı bul."

Arya beni sandalyelerden birine bırakarak kalabalığın içinde kayboldu. Birkaç saniye sonra Brandon gelmişti ve beni bahçeye çıkarmıştı. 

"Oradan ayrılmak istemezdim ama.. Ama duracak kadar iyi hissetmiyordum, Brandon." 

Hıçkırarak ağlamaya başlamıştım. 

"Herkesin gelip onları aslında hiç tanımadıklarını sergilemesini görmek istemiyorum! John'un bu kadar sene sonra hala dün gibi aynı şeyleri hissetmesini istemiyorum!" 

Bağırmaya başlamıştım ve Brandon'ın beni tutan kollarına vurarak ondan ayrılmıştım. Ağlamaya devam ederek yere eğildim. Fısıldayarak konuşmaya devam ediyordum.

"En yakın arkadaşlarımı geri istiyorum." 

Ayağa kalktım ve evden uzaklaşmaya başladım. Brandon'ın peşimden geldiğini biliyordum. Ona engel olmayacaktım. Yanımda olmasına ihtiyacım vardı. Arabanın yanından geçtim. Anahtarları yanımda değildi ve onu almak için eve girmeyecektim. Topukluları ayağımdan fırlatarak yürümeye devam ettim. Çalan telefonu duyduğumda elimde olduğunu fark etmiştim. Arayan Lily'ydi. 

"Evet. Şimdi gelebilirsin, Wendy."

"Geliyoruz."

-

Tam bir saat sonra ormanın içinde ki o evde, Lily ile buluşmuştuk. Sapsarı saçlarını topuz yapmıştı, üzerinde kırmızı bir elbise ve ayaklarında ise siyah platformlar vardı. Gülümseyerek bana sarıldı. Tepki vermedim. Gülümsemiyordum bile. John'un söylediklerinden sonra kendimi iyi hissettirecek şeyleri görmem gerekiyordu. Başka türlü kendime nasıl gelirdim bilemiyordum. 

"Bana onu göster."

 "Tabi ki. Bodrumda."

Önden yürüyerek eve girdim. Bodruma indiğimde suratımı ekşiterek yürümeye devam ettim. Lily hiçbir yerin temizlenmemesi konusunda ki kararlılığına devam ediyordu. 

Onu gördüğümde durdum. Saçları pislikten birbirine yapışmıştı. Bacağında açılmış yarayı görünce bakmamaya dikkat ettim. Ama bakılmayacak gibi değildi. Uzun ince olan yarası, iltihap kapmıştı. Büyük ihtimalle yürüyemeyecekti. Zaten bugünden sonra Lily'nin, onun nefes almasına bile izin vermeyeceği belliydi. Onu yakalamışken, asla canlı olarak bırakmazdı. Bunu hepimiz için yapacaktı. 

Ağzı bantla kapanmış olan Slyvia, Lily ve Brandon'ın da bodruma indiğini fark edince debelenmeye başladı. Lily kahkaha attı. "İki haftadır yaptığı şey sadece bu, birde kendisi çok güçlü bir büyücü olmasıyla tanınırmış. Çok saçma,"

Brandon benim kolumdan tuttu ve ona yaklaşmamamı sağladı. 

"Güçlerini kullanamadığından emin misin, Lil?"

"Evvet! Konuşamıyor, yürüyemiyor. Bazen beynini bile kontrol edemiyor. Onu işlevsiz hale getirdim."

Sırıttım. Onu bu halde görmek, bana her şeyi unutturmuştu. "Nasıl yapacağız?"

Lily bodrum katında ileri geri yürümeye başlamıştı. Sessizlikten, topuklarından çıkan ses yankılanıyordu. 

"Imm. Sen karar ver, Wendy."

"Ah, pekala! O zaman dışarıya çıkıyoruz."

Onların önden gitmesine özen göstererek, bodrum katında olan üç kutu benzini aldım. Merdivenlerden çıkarken ikisini Brandon'a uzattım -ben üçünü taşıyamayacak kadar güçsüzdüm ve Lily bu kutuları taşımayacak kadar titizdi- ve evden dışarıya çıktık. Brandon ne yapması gerektiğini biliyordu. Evin etrafını gezerek bütün benzini boşalttık. Lily gülümseyerek bizi izliyordu. Tekrar onun yanına geldiğimizde, Brandon cebinde ki çakmağı çıkarttı. 

"Evet, bayanlar, bu büyük bir ateş olacak."


Bir adım geriye çekildim ve Brandon'ın çakmağı benzin döktüğümüz çimenlere atışını izledim. Saniyeler içinde alev almıştı. Yangın git gide büyürken biz uzaklaşmaya devam ediyorduk. O evin tamamen yok oluşunu izlemek için, yangının bizi etkilemeyeceği bir yerde durmuştuk. Bu görüntü içimi rahatlatmıştı.

"Onları en iyi şekilde anmak derken, tam olarak bundan bahsediyordum." 

Continue Reading

You'll Also Like

1.5M 36.3K 115
Dip Not: Yaşanmış Gerçek Bir Olaydan Alıntıdır.
1.8K 444 70
Kime olduğu bilinmeyen mektuplar Ve şiirlerim *
12.4K 651 11
Alex yeni taşındığı evde kendini sürekli garib hissediyordu. Eve girdiğinde ya da birşeylerle ilgilenirken sürekli içinde bir şeyler oluyormuş gibi k...