İSYAN ÇİÇEĞİ

Por karakalem82

3.8M 200K 139K

Fırat bencildi, İsyan Çiçeği asiydi, lakin kaderleri bir yazılmıştı. İkisi birbirine aitti, ayrılık ölüm geti... Más

Merhaba
1. Bölüm
2. Bölüm
3. Bölüm
4. Bölüm
5. Bölüm
6. Bölüm
7. Bölüm
9. Bölüm
10. Bölüm
11. Bölüm
12. Bölüm
13. Bölüm
14.Bölüm
15. Bölüm
16. Bölüm
17. Bölüm
18. Bölüm
19. Bölüm
20. Bölüm
21.Bölüm
22. Bölüm
23. Bölüm
24. Bölüm
25. Bölüm
26. Bölüm
27. Bölüm
28. Bölüm
29. Bölüm
30. Bölüm
31. Bölüm
32. Bölüm
33. Bölüm
34. Bölüm
35. Bölüm
36. Bölüm
37. Bölüm
38. Bölüm
39. Bölüm
40. Bölüm
41. Bölüm
42. Bölüm
43. Bölüm
44. Bölüm
45. Bölüm
46. Bölüm
47. Bölüm
48. Bölüm
49. Bölüm
50. Bölüm
51. Bölüm
DUYURU
52. Bölüm
53. Bölüm
54. Bölüm
55. Bölüm
56. Bölüm
57. Bölüm
58. Bölüm
59. Bölüm
60. Bölüm
61. Bölüm
62. Bölüm
63. Bölüm
64. Bölüm
65. Bölüm
66. Bölüm
67. Bölüm
68. Bölüm
69. Bölüm
70. Bölüm
71. Bölüm
72. Bölüm
73. Bölüm
74. Bölüm
75. Bölüm
76. Bölüm
77. Bölüm
78. Bölüm
79. Bölüm
80. Bölüm
81. Bölüm
82. Bölüm
83. Bölüm
84. Bölüm
85. Bölüm
86. Bölüm
87. Bölüm
88. Bölüm
89. Bölüm
90. Bölüm
91. Bölüm
92. Bölüm
93. Bölüm
94. Bölüm
95. Bölüm

8. Bölüm

44.1K 2.5K 732
Por karakalem82




Eylem

Asansörden inip kattaki tek kapıya doğru ilerlerken Fırat'ın adım sesleri de bana eşlik ediyordu. Her kuşun etinin yenmeyeceğini anladığını umut ediyordum zira uygulamalı olarak göstermek taraftarı değildim. Aramız bozulurdu yok yere, ki henüz aramız diye bir şey de yok gibiydi ortada.

Buram buram zenginlik kokan kattaki oldukça lüks, kırmızı çelik kapının önünde durup kapıyı açması için kenara çekildim. Yüzüme bakmadan anahtarı kilide sokup kapıyı açtı ve bu defa o, geçmem için kenara çekildi. Rahat adımlarla içeri girdiğimde Fırat da hemen arkamdan içeri girip kapıyı kapatmıştı. Yanımdan geçip spotların aydınlattığı antrede ilerlerken eliyle sol tarafındaki kapıyı gösterdi.

"Salona geç geliyorum."

Kabalığını görmezden gelip gösterdiği kapıya yöneldim. Bir taraftan da etrafı inceliyordum. Antre bildiğimiz antreydi işte.



Fakat salon bildiğimiz salon değildi.

Çok güzeldi.

Ve çok büyüktü. Büyük olmasının avantajıyla salon ikiye ayrılmış, cam duvarların kesiştiği köşeye bir oturma grubu yerleştirilmişti. Diğer tarafta ise dikdörtgen bir yemek masası, oldukça rahat görünen bir köşe koltuk ve televizyon ünitesi bulunuyordu. Masanın hemen arkasındaki kapı terasa açılıyordu.

İki duvar boydan boya cam olduğu için muhteşem bir seyir keyfi sunuyordu. Çok şanslıydı Fırat. İstanbul zaten çok güzelken, her an bu güzelliği seyretme imkanı olmak daha da güzeldi.

Salonu daha ayrıntılı olarak incelemeyi sonraya bırakıp kapıya doğru adımladım ve sürgülü kapıyı açıp terasa çıktım. Bir Eylül gecesine yaraşır şekilde hafiften rüzgar esiyordu fakat üşütmekten çok huzur veriyordu insana.

Teras da salonu aratmayacak kadar büyüktü. Bir köşede hasır koltuk takımı dikdörtgen bir sehpanın etrafına yerleştirilmişti. Ama asıl güzel olan duvar kenarındaki uzun kanepeydi. Üzerindeki yumuşacık, rengarenk minderlerle sonsuz bir konfor vadediyordu. Kanepeye dik bir şekilde konumlanmış bir de salıncak vardı terasda. O salıncağa uzanıp elimde kahve, kulağımda hafiften çalan müzik, saatlerce İstanbul'u izleyebilirdim. Terası çevreleyen duvara yanaşıp ellerimi korkuluklara yerleştirdim. Boydan boya uzanan saksılardaki canlı çiçeklerle süslenmişti.

Ve bu evi büyüleyici kılan kesinlikle karşımdaki eşsiz manzaraydı. İstanbul'a tepeden bakmak ayrı bir güzeldi. Gecenin karanlığına inat ışıl ışıldı her yer. Tüm olumsuzluklara rağmen hayat doluydu İstanbul, dünyaya kafa tutuyor gibiydi.

Ben de yıllardır kafa tutmuştum herkese fakat şimdi çok boş geliyordu tüm yaşadıklarım. Yıllardır beni ayakta tutan Selim'e olan aşkımdı. Ve şimdi o aşkın yerini intikam duygusu almıştı. Asıl korktuğum ise intikamımı aldığımda o boşluğu nasıl dolduracağımdı. Selim benim hayatımda çok fazla yer kaplıyordu. Arkadaşlarımız ortaktı, birlikte çalışıyorduk, çocukluğumdu, yetişkinliğimdi, bu dünyada en çok onu seviyordum ben. Nefretimle doldurmaya çalıştığım boşluk kalbimin tamamıydı ve bununla nasıl baş edeceğimi bilmiyordum. Yerine koyabileceğim hiç kimsem yoktu.

Salondan yükselen adım sesleriyle derin bir nefes alıp Selim'i zihnimden uzaklaştırdım ve içeri girdim. Fırat tekli koltuğa oturmuş elindeki tablete bakıyordu. Ceketini çıkarmış, gömleğinin kollarını yukarı doğru kıvırmıştı. Kalçamı masaya yaslayıp tek ayağımı diğerinin üstüne attım ve beklemeye başladım. Kaşları çatıktı. Tüm dikkatiyle ekrana bakıyordu. Beş dakika kadar her ne yapıyorsa ara vermesini bekledim fakat bir saniye bile gözlerini ayırmamıştı ekrandan.

Telefonum çalmaya başladığında rahatsız etmemek adına aceleyle cebimdeki telefonu çıkarıp terasa doğru adımladım. Abim arıyordu.

"Efendim Abi."

"Nerdesin?" diye sordu doğrudan. Selam sabahla pek işi olmazdı.

"Ceren'leyim" dedim sessizce. Yalan söylediğimi Fırat'ın duymasını istememiştim.

"Tamam sen bu gece Ceren'de kal."

"Sebep?"

Sebebini biliyordum tabi ki. Yine toplamıştı arkadaşlarını, parti yapıyordu. Ve ne yazık ki parti anlayışları alkolden ibaretti.

"Uzatma Eylem, kal dedim işte!"

"Hiçbir yerde kalmıyorum abi! O kendini bilmez arkadaşlarının bir kez daha yatağımda sızıp kalmasına izin vermeyeceğim. Gidin başka yerde zıkkımlanın!"

"Eylem!" dedi uyarırcasına. Dişlerini sıktığını anlamıştım ses tonundan.

"Ne abi ne!!!" diye bağırdım "Ben evimde zom olmuş, beyni uyuşmuş adamlar istemiyorum, daha kaç kere söylemem gerekiyor?!"

"Uzatma dedim Eylem! Kal diyorsam kal işte, benim canımı sıkma!"

Arkadan gelen seslere bakılırsa beyinleri çoktan uyuşmuştu zibidi arkadaşlarının. Şu saatten sonra ne desem boştu.

"O Selçuk beyinsizi yine odama girerse evi başına yıkarım abi, söylemedi deme!!!" dedim ve telefonu suratına kapattım.

Selçuk, abime çaktırmadan bana yazıyordu ve en son parti(!) yaptıklarında odamda sızıp kalmıştı. Kıyameti koparmıştım sabahında ama görünen o ki pek etkili olmamıştı. Bir kez daha aynı şey olursa doğrudan abime söyleyecektim, kendi düşünsündü artık.

Elimdeki telefonu öfkeyle terastaki kanepeye fırlatıp Selçuk'a ithafen "Gerizekalı" diye mırıldandığımda Fırat dibimdeydi. Abimle konuşurken sesim hayli yükselmişti muhtemelen ve Fırat konuştuklarımı duymuştu.

Keşke duymasaydı.

Soran gözlerine karşılık "Abim" diye açıklama yapma gereği duydum. 'Anlıyorum' dercesine başını salladı. "Konuştuğum yani" dedim ikinci bir açıklama yapma gereği duyarak "gerizekalı olan değil."

"Sorun ne?" diye sordu gözlerini kısıp. Çok yakındık yine, nefesi yüzümdeydi. Sorun bu olabilirdi bence, çünkü düşünemiyordum böyle yakından gözlerime bakınca. Çok keskindi bakışları.

"Sorun yok" dedim omuz silkip "her zamanki şeyler."

Ellerini ceplerine yerleştirip başını yavaşça aşağı yukarı salladı. Bakışlarının tesirinden kurtulmak için cebimden sigara paketini çıkarıp bir adım geri çekildim. Ceren'in evde olup olmadığını bile bilmiyordum. Ki olsa bile bin tane soru soracaktı, sabaha kadar konuşacaktı ve benim kafam şu an bunu kaldıracak durumda değildi.

Paketten aldığım sigarayı dudaklarımın arasına koyup bir elimi rüzgara siper ettikten sonra çakmağı ateşledim. İlk nefesi ciğerlerime çekerken bakışlarım Fırat'ı bulmuştu. Çok ciddiydi.

"Evin çok güzel" dedim içimdeki dumanı serbest bırakıp. Konuşmaması geriyordu beni.

"Öyledir" dedi istifini bozmadan. Çok hoş sohbet bir insandı.

"Günlük konuşma limitin falan mı var?" dedim bu defa gülerek. Kaşları çatıldı. Ben de kaşlarımı çatıp bakışlarımı terasın bize sunduğu görsel şölene çevirdim "İnsan burada yaşayıp, nasıl çatık kaşlı olabilir? Çok enteresan gerçekten!"

Dalga geçercesine gülümsedi.

"Bu gece burada kalabilmek için yalakalık mı yapıyorsun?"

Ardından cık cık sesi çıkarıp başını sağa sola salladı.

"Hiç yakışmadığını söylemiştim."

Şaka yapıyordu ve ciddi olmaması işime gelmişti. Abimle konuşmamıza takılmıştı. Şaka yollu açıklama yapmamı istiyordu fakat yapmayacaktım.

Elimle konfor vadeden kanepeyi gösterip "Şu köşede kıvrılırım" dedim gülerek. O da güldü. Gülüşü çok güzeldi. Ama tabi bundan bana neydi?

Yanımdan geçip arkama doğru ilerledikten sonra elinde kül tablasıyla geri geldi. Almam için bana doğru uzattığı kül tablasına sigaramın külünü bırakıp içmeye devam ettim. Tutsundu bir zahmet.

Tutmadı. Kanepenin yanındaki yuvarlak sehpaya bırakıp terası çevreleyen duvara yanaştı. Sırtını İstanbul'a dönüp korkuluklara dayandı ve kollarını göğsünde birleştirdi.

Şu pozuyla bir moda dergisine kapak olabilirdi. Çok yakışmıştı manzaraya.

"Akdağ Holding'in kimlerle çalıştığını, hangi tarihte hangi ülkeye sevkiyat yapacaklarını, üst düzey çalışanlardan Fuat Bozdağ'a ihanet etme potansiyeli olanların listesini ve son olarak senin bu yolda ne kadar ileri gidebileceğini bilmek istiyorum."

Manzarayla uyumunu bir kenara bırakıp söylediklerine odaklandım. İleri gitmekten kastı neydi tam olarak anlamamıştım.

"İleri gitmek derken?" diye sordum.

"Fuat Bozdağ'ın piyasadaki itibarının zedelenmesi için ufak teşebbüslerde bulunmaktan bahsediyorum. Farz edelim Akdağ Holding'e ait bir firmanın uyuşturucu sevkiyatı yaptığına dair bir haber çıktı, ya da silah ticareti. Doğru olup olmadığı önemli değil, ki ben doğru olmasından yanayım. Bunun senin için sorun olup olmayacağını bilmem gerekiyor. İleri gitmekten kastım tam olarak bu. Hisselerini geri alabilmek için kendinden ne kadar ödün verebilirsin?"

Zor yerden gelmişti soru. Bu çok fazlaydı benim için. Ben şirketi istiyordum fakat Fırat Fuat Amca'yı bitirmekten bahsediyordu.

"Bu söylediğinin şirketi batırmaktan başka bir işe yarayacağını düşünmüyorum" dedim kaçak dövüşerek "oysa benim istediğim babamın şirketini geri almak. Bu durumda itibarı zedelenen sadece Fuat Bozdağ olmayacak, Akdağ Holding'de büyük zarar görecektir."

"Göze alamam diyorsun yani?"

"Demiyorum... sadece anlamaya çalışıyorum."

"Bana net bir cevap ver Eylem. Yapabilir misin?"

Yine sorgu memuru havasına girmişti fakat sorunun cevabı bende de yoktu. Bunun Selim'e olan aşkımla ya da yaşadıklarımla bir ilgisi yoktu. Dürüstlükle ilgisi vardı. Tamam bu yola çıkarken sevabı günahı bir kenara bırakmıştım ama başka bir yolu olmalıydı mutlaka.

"Anladım" dedi sessizliğimden aldığı cevapla. Ve yaslandığı korkuluklardan uzaklaşıp yanıma geldi. Gözlerime baktı.

"Öfkeliyken 'yaparım' diyemiyorsan, öfken dindiğinde koşa koşa o itin kollarına atılman kaçınılmaz. Kendini kandırıyorsun."

"Çok biliyorsun" dedim öfkeyle "beni tanımıyorsun fakat sürekli benim hakkımda hüküm veriyorsun. Bana güvenmediğini görüyorum, bunun benimle bir ilgisi olmadığını da görüyorum. Şimdiye kadar kadınlar konusunda edindiğin tecrübeler sende güven problemi yaratmış olabilir, amenna. Fakat beni kimseyle karıştırma. Senden yardım istemem bir gururum olmadığı anlamına gelmiyor. Aksine, senin gibi bir adamdan yardım isteyerek bu uğurda ne kadar ileri gidebileceğimi gösterdiğimi düşünüyorum. Şimdi lütfen, ama lütfen, saçma sapan fikirlerini kendine sakla, benim canımı sıkma!"

Ne kadar sakin kalmaya çalışsam da ses tonum dizginlemeye çalıştığım öfkemin yankılarıyla bezenmişti. Fırat'ın Selim konusunda beni rahatsız eden bir tavrı vardı. Sürekli damarıma basıyor, kendimi suçlu hissetmeme neden olacak imalarda bulunuyordu. Ve bunu neden yaptığına dair hiçbir fikrim yoktu. Böyle devam ederse şayet, intikam alacağım derken katil olacaktım, o kesindi.

Ben gözlerine öfkeyle bakmaya devam ederken başını eğip nefesini yüzüme üflemek suretiyle gülümsedi.

"Sendeki bu cahil cesareti kestirecek o dilini bak, demedi deme!"

Tehdit ediyordu fakat ses tonu sinirli olmadığını ele veriyordu. Dil kesme fantazisi vardı sanırım, bahane arıyordu. Eğlenir ifadesinden cesaret alıp ben de gülümsedim.

"Dilimle alıp veremediğin ne bilmiyorum ama bu şekilde damarıma basmaya devam edersen dilime hakim olmam mümkün değil. Ben sana bir söz verdim. Ve ne olursa olsun verdiğim sözü tutarım. Bu konuda anlaşırsak eğer ikimizin de can güvenliğini tehlikeye atmamış olursun. Zira benim de sabrımın bir sınırı var, ve o sınır aşıldığında mantığım otomatikman devre dışı kalıyor. Damarıma basma ki, ben de yok yere dilimden olmayayım."

Abartılı bir şaşkınlıkla gözlerini açıp ufak bir kahkaha attı.

"Aba altından sopa gösteriyorsun fakat o sopayı kafanda kıracağımı da biliyorsun. Bu iyi. İyi olmayansa bu anlaşmada muhtaç olan tarafın sen olduğunu unutman. Sen bana mecbursun, bunu sakın unutma. Benim kurallarım, benim emirlerim... diline ket vurmayı öğreneceksin... derhal!"

"Peki dayıcığım" dedim.

Demez olaydım. Gözleri kısıldı. Gerizekalı olmasını diledim kısa bir an. Sonrasında gözlerindeki ifadeden öyle olmadığını anladım. Ne demek istediğimi gayet net bir şekilde anlamıştı çakal. Ölüm vadeden bir kahkaha yükseldi dudaklarından. Psikopat gülümsemesi de denebilirdi. Ölüm fermanımda denebilirdi.

"Seni o köprüden sallandırır, dilini de dayına yediririm" dedi histerik bir ses tonuyla.

"Dayım yok ki" dedim sevimli görünmeye çalışarak.

Kapı çaldı. Gelen her kimse bir ömür kölesi olabilirdim. Fırat'a ayı demiştim ve birazdan beni öldürecekmiş gibi bakıyordu.

Kapı ikinci defa çaldı. Hala öldürecekmiş gibi bakıyordu.

"Ben kapıya bakayım" dedim ve koşarak salona girdim. Hala baktığını hissediyordum.

Telaş içinde kapıyı açtığımda kendi evimde olmadığımı da hatırlamıştım. Kapının önünde ultra yakışıklı, Fırat'ın boyunda, Fırat'tan biraz daha zayıf, Fırat kadar olmasa da son derece karizmatik bir genç vardı.

Beni görünce abartılı bir şekilde gözlerini açıp bir adım geri çıktı. Gözleriyle beni baştan ayağa süzdükten sonra uzun, hatta upuzun bir ıslık çaldı. Gördüğünden memnun olacak ki yüzüne kocaman bir gülümseme yayıldı.

"Çok iyi" dedi başını aşağı yukarı sallayarak. Bakışları beğeni doluydu "çok çok iyi!"

Tavırları art niyetli görünmüyordu hatta fazlasıyla komikti ama yine de kaşlarımı çattım.

"On üzerinden dokuz" dedi baş parmağını havaya kaldırıp.

Omzumda hissettiğim elin beni kenara doğru çekmesiyle kapıdaki genç görüş alanımdan çıkmıştı. Fırat'ın omuzlarıyla bakışıyordum. Hayli genişti.

"Ne işin var burada?" dedi rahatsızlığını gizleme gereği duymadan.

"Öyle geçiyordum uğradım" dedi kapıdaki genç ve Fırat'a aldırmadan içeri girdi. Bakışları beni bulduğunda Fırat kapıyı kapatıp bir kez daha omuzlarıyla görüş alanımı kapatacak şekilde aramıza girdi.

"Aramayı akıl edemedin mi?"

"Tanıştırmayacak mısın bizi?"

Fırat'ın karşısında böyle gevşek gevşek konuşan birinin kim olduğunu merak etmiştim doğrusu.

"Hayır" dedi Fırat sert bir şekilde. Salona doğru yürümeye başlayınca ben de arkasından gittim.

"Pekala" dedi misafir genç. Ardından bana doğru ilerledi. Kapının ağzında kalakalmıştım. Elime uzanıp avucunun içine aldı ve dudaklarına götürdü.

"Merhaba, ben Arda. Fırat Çakır'ın kardeşiyim. Aynı yakışıklılık, aynı karizma, ekstra sempati. Gözlerim kamaştığı için net göremesem de böyle bir güzelliğe nasıl hitap etmem gerektiğini bilmek isterim. İsminizi bahşeder misiniz?"

Fırat avucuyla alnını sıvazlıyordu. Bense gülmemek için kendimi zor tutuyordum.

"Eylem" dedim hafifçe gülümseyerek. Elim hala avucundaydı.

"Çok memnun oldum Eylem'ciğim" dedi ve diğer elini elimin üstüne koydu. Hemen ardından Fırat'a dönüp kaşlarını çattı.

"Sevgilin mi?"

"Evet" dedi Fırat. Dan diye, beklemeden, düşünmeden. Şoka girmiş bir halde gözlerine baktığımda bakışları Arda'daydı. Hiç yalan söylüyormuş gibi durmuyordu. Çok ciddiydi. Ben bile inanmıştım.

"Tüh ya!!!" dedi Arda elimi bırakıp. Elini omzuma attı sonra. Birlikte salonda yürüyorduk.

"Çok büyük talihsizlik benden önce abimle tanışmış olmanız. Yengem olduğun için ne kadar üzgünüm anlatamam. Birlikte aşk'ın tarifini yeniden yazabilirdik oysa. Düşünsene ikimizin genleriyle harmanlanmış minik Arda'lar. Muhteşem bir karışım, olağanüstü bir nesil. Tüh ya, çok yazık oldu, çok!"

"Kes saçmalamayı!"

Fırat sert bir şekilde Arda'yı susturduktan sonra omzuna elini yerleştirip benden uzaklaşmasını sağladı. Arda'nın yüz ifadesi acı çekiyormuş gibiydi.

"Neyse ya" dedi elini Fırat'ın elinin üstüne koyup "abim de hiç fena sayılmaz. Minik Fırat'larla idare edeceğiz artık."

Fırat elini çekince koşarak koltuğun arkasına geçti.

"Doğmamış çocuklarımın katili Fırat Çakır! Üstün bir ırkın kanına girdin mutlu musun?"

Fırat konsolun üzerindeki mumlardan birini alıp Arda'ya fırlatırken dudaklarımdan kaçan kahkahaya engel olamamıştım. Arda son anda eğilip mumdan kurtulmuştu fakat ben Fırat'ın keskin bakışlarından eğilip de kurtulamıyordum. Bakışlarıyla beni dilim dilim doğruyordu. Elimi ağzıma kapatıp ciddi görünmeye çalıştım fakat Arda hiç yardımcı olmuyordu.

"Hadi kardeşine kıydın, bu güzelliğe nasıl kıydın vicdansız? Seninle bir ömür geçer mi? Yazık değil mi Eylem'e?"

"Arda!!!!"

Fırat öyle bir bağırmıştı ki Arda anında susmuştu. Elini ensesine götürüp, suçlu bir çocuk gibi abisine bakarken az önceki haylaz gülümsemesinin yerini ciddi bir yüz ifadesi almıştı.

"Tamam abi ya, şaka yaptım."

"Yapma!" dedi Fırat buz gibi sesiyle "Bir daha sakın Eylem hakkında şaka yapma!"

"Tamam patron, kızma!"

Arda da en az benim kadar şaşkın görünüyordu. Belli ki Fırat'ın aksine son derece eğlenceli bir gençti. Kesinlikle art niyetli olmadığını düşündüğüm şakaları karşısında abisinin verdiği tepki ise oldukça sertti. Sevgilisi olmadığımı da hesaba katınca Fırat'ın bu kadar sinirlenmesine anlam veremiyordum.

Arda, abisinin sert bakışlarına inat koltuğun üstünden atlayıp rahat bir şekilde ikili koltuğa yayıldı.

"Saadet Sultan çok kızdı abi, haberin olsun. Beni de o gönderdi zaten. Fakat sana söylemememi tembihledi. Müstakbel eşinle ailesi yemekteydi malum, sen gelmeyince zehir zıkkım oldu yemekler. Üstüne de helva yedik. Yarın da selanı okuturuz artık, Allah rahmet eylesin."

Uzayan sessizlik Arda'nın konuşmasıyla son bulurken benim huzursuzluğum tavan yapmıştı. Nişanlıydı demek. Benim yüzümden gidememişti bu akşam ve benim inadım yüzünden helvasını yemişlerdi.

Nişanlısı güzel miydi ki?

"Saçma sapan konuşma Arda! Saadet Hanım bana emrivaki yapmaması gerektiğini öğrenecek. Ha öğrenmiyor mu, o da kendi problemi. Kimsenin hatırına kimseyle evlenecek değilim! Helvamı mı yersiniz, selamı mı okutursunuz o da size kalmış, umurumda bile değil!"

"Valla abiciğim, Eylem gibi sevgilim olsa benim de umurumda olmaz, alnının çatından vurmuşsun turnayı."

Başıyla beni gösterip Fırat'a göz kırptıktan sonra gülmeye başladı.

"Hayrünnisa'ya depar atar söyleyeyim, her anlamda."

Fırat üstüne doğru yürümeye başladığında hızla yerinden kalkıp tekrar koltuğun arkasına geçti. Kahkaha atıyordu bu defa. Kesin manyaktı.

Koltuğun arkasında abisini delirtircesine gülmeye devam ederken Fırat olduğu yerde durup işaret parmağıyla kapıyı gösterdi. Gözlerinden ateş saçıyordu.

"Siktir git lan! Ağzını burnunu kırmadan siktir ol git bir daha da bu eve adım atma!"

Arda koşarak kapıya doğru ilerlerken yanağımdan makas almayı ihmal etmemişti.

"Görüşürüz yengeciğim" dedi kapıdan çıkarken "aşırı memnun oldum."

Dış kapıyı açıp koşarak uzaklaşan Arda'nın arkasından gülümseyerek bakarken Fırat'ın sesiyle gülümsemem yüzümde dondu.

"Çok hoşuna gitti bakıyorum."

Gözlerine baktığımda sözlerinin altında yatan imanın gözbebeklerindeki yansıması sinirlerimi zıplatmaya yetmişti. Beni ne sanıyordu bilmiyorum ama çok fena yanılıyordu.

Kalçamı konsola yaslayıp ellerimi ceplerime yerleştirirken "Çok" dedim inadına. Gözlerimi gözlerine kilitlemiştim. Beni tanımaya çalışmak yerine her fırsatta önyargılarını önüme atacaksa kendi bilirdi. Benim kimseye kendimi kanıtlamak ya da anlatmak gibi bir kaygım yoktu "Hoş çocuk..."

Kaşları itinayla çatılırken dişleri birbirine kenetlenmişti. Tavrımdan hoşlanmadığı kesindi.

"Kardeşimden uzak duracaksın" dedi sıktığı dişlerinin arasından. Derdi neydi bilmiyorum ama saçmalamakta ısrarlıydı.

"Dışardan bakınca hiç de aptal gibi görünmüyorsun oysa..." dedim yüzüme oturttuğum sakin ifadeyle "tebrik ederim, çizdiğin zeki adam imajı takdire şayan!"

Çok sinirlendiğimde damarıma basan kişinin damarına basmak için pasif agresif kişiliğe bürünebiliyordum. Şu an beni itham ettiği saçmalık yenilir yutulur cinsten değildi ancak sakin kalmayı başararak büyük bir keyifle Fırat'ın delirmesini izliyordum.

Amacıma ulaşmıştım. Hızlı adımlarla yanıma gelip kolumu tuttuğunda burnundan soluyordu.

"Doğru konuş" dedi dişlerinin arasından tıslayarak "haddini aşma, pişman ederim!!"

Kolumu savurup işaret parmağımı gözüne sokarcasına yukarı kaldırdım.

"Beni neyle itham ettiğine dikkat et, aksi halde ben seni pişman ederim! Bir kez daha bu tür bir imada bulunursan o ağzından çıkan lafları bir bir yediririm sana! Sakın beni hafife alma... sakın!!!"

Kararmış bakışlarına aldırmadan, omzumu omzuna çarpmak suretiyle hızla yanından uzaklaşıp kapıya doğru ilerledim.

Başlarım intikamına ortaklığına da. Gerizekalı. Sen kimsin de beni bu şekilde uyarma cüretini kendinde bulabiliyorsun? Hasta ruhlu psikopat! Hem sevgilim diye tanıştırıyor, bir de üstüne bana ayar vermeye kalkıyor. Hemen üstüne atlayacaktım kardeşinin çünkü, beyinsiz!

Dış kapıyı açıp dışarı çıktıktan sonra kapıyı tüm gücümle kapatıp asansöre yöneldim. Sinirden kuduruyordum. Pasif agresifliğim de buraya kadarmış artık, toprağı bol olsun!

Asansöre binip otopark yazan düğmeye bastığımda daha da sinirlenmiştim. Arabam Mustafa devesindeydi. Avuç içimi öfkeyle alnıma vurup sıkıntılı bir nefes verdim. Çığlık atmamak için kendimi zor tutuyordum. Yaşadığım son üç günü hayatımdan çıkarıp atmak istiyordum.

Asansörden inip hızlı adımlarla Fırat'ın arabasını park ettiği yöne doğru ilerledim. Lamborghini tüm ihtişamıyla yerinde duruyordu. Fakat benim arabam yoktu. Bu da demek oluyordu ki tekrar yukarı çıkıp Fırat'la konuşmak zorundaydım.

Tabi öncesinde Ceren'i aramam gerekiyordu. Lamborghini'ye yaslanıp cebimden telefonumu çıkardım. İlk çalışta açmıştı.

"Efendim aşkım" dedi kıkırdayarak.

"Keyifler yerinde" dedim ben de gülerek. Ceren benim aksime her daim neşeli, eğlenceli bir kızdı.

"Yani" dedi onaylarcasına. Yalnız değildi anlaşılan. "Burak'lardayız gelsene" diye devam edince ofladım. Bu kafayla girmek isteyeceğim son ortamdı. Bu saatten sonra Ceren'in de eve gitmeyeceği kesindi.

"Yok kuzum ya, siz takılın" dedim "yarın erken kalkacağım."

"Of Eylem, mızıkçılık yapma. Herkes burada, gel hadi."

Selim'de mi oradaydı?

Dilimin ucuna kadar gelen soruyu geri gönderip "Başka zaman Ceren" dedim "selam söyle."

Yine kıkırdamıştı. Burak'la sevgili olması neşesini ikiye katlamıştı anlaşılan. İstesem hemen koşar gelirdi fakat bunu istemek haksızlık olacaktı. Mecburen eve gidecektim. İstediğimde tam olarak buydu aslında. Yatağıma girip kafama yorganı çekmek ve sonsuza kadar uyumak istiyordum.

"Bir sorun yok değil mi?" dedi endişeli bir tonda. O kadar çok sorun vardı ki!

"Yok kuzum iyiyim, size iyi eğlenceler" dedim daha fazla soru sormaması için.

"Tamam aşkım, yarın konuşuruz" dedi ve telefonu kapattı.

Yorulmuştum. Selim'in yaptıklarından, Fırat'ı ikna edebilmek için kendi yaptıklarımdan. Eve gidince abimle yapacağım tartışmadan, abimin saçma sapan arkadaşlarından, herkesten, her şeyden yorulmuştum.

Hepinizden nefret ediyorum modundaydım ve tek istediğim yalnız kalmaktı.

Yaklaşan adım sesleriyle başımı çevirdiğimde Fırat bana doğru geliyordu. Kaşlarımı çatıp öfkeyle gözlerine baktım. Tepkisizdi bakışları. Tam karşımda durup ellerini ceplerine koydu yine.

"Arabam nerede?" dedim konuşmasına fırsat vermeden. Emirlerini, imalarını duyasım yoktu hiç.

"Nereye gideceksin?" diye sordu düz bir ifadeyle. 'Sana ne' diyesim de, kavga edesim de yoktu.

"Evime" dedim ben de aynı düz ifadeyle.

Az önce beni kardeşinden uzak durmam konusunda uyarmamış gibi bakıyordu. Ona aptal dememişim, tehdit etmemişim, öfkeden deliye dönen başka bir adammış gibi.

"Geç oldu, bende kalabilirsin istersen."

Son derece ciddiydi. Sakindi de. Dalga geçmiyor, tehdit etmiyor, tepeden bakmıyordu. Normal bir insan gibi beni evine davet ediyordu. Üstelik bunu benim iyiliğim için yapıyordu. Abimle konuşmamı duymuştu. Ne düşünmüştü bilmiyorum fakat bakışları art niyetli olmadığının kanıtıydı. Son derece samimiydi davetinde.

"Yok ben eve gitsem daha iyi" dedim. Şaşkınlığım sesime yansımıştı "arabam?"

"Gitme" dedi gözleriyle beni ikna etmeye çalışarak. Ve cevabımı beklemeden kolunu sırtıma yerleştirip omzumdan tuttu. Asansöre doğru ilerlerken beni de yanında götürüyordu.

Kararlı bakışları, kararlı adımları, sırtımdaki kolu, omzumdaki eli itiraz etmeme izin vermiyordu. Alışkın olduğum bir durum değildi benim adıma, benim iyiliğim için karar verilmesi. Bir başkası tarafından başımın çaresine bakılması. Beynim devre dışı kalmış gibi adımlarına ayak uyduruyordum.

Asansöre bindiğimizde elini uzatıp en üst katın düğmesine bastı. Diğer eli omzumdaydı hala. Neden çekmediğine dair bir fikrim yoktu.

Yüzüne bakmadan "Mustafa getirsin arabamı, ben eve gitsem daha iyi" dedim sessizce. Aynadan gözlerime bakıp hafifçe gülümsedi.

"Sana yürümemden mi korkuyorsun?"

Aynı gülümsemeyle karşılık verdim.

"Yok hayır... sen kardeşine yürümemden korkuyorsun ya, ondan dedim. Rahatsız olma hiç."

Neden bilmiyorum kırılmıştım. Beni her önüne gelenle flört eden bir kız olarak görmesine ve hatta kardeşini benden korumak için sevgilisi olduğumu söylemesine, beni açık açık uyarmasına.

Elini omzumdan çekip sıkıntılı bir nefes verdi. Bir kaç saniye gözlerimde takılı kalan gözlerinde çok derin düşünceler peyda olmuştu ancak ne düşündüğünü anlamadım, anlayamadım.

"Aç mısın?" dedi sonra.

Konuyu değiştirme nedeni kendini suçlu hissetmesi değildi, bundan emindim. Başka hesaplar dönüyordu kafasında fakat gözleri sahibine asla ihanet etmiyordu, anlayamıyordum.

"Yorgunum" dedim sorduğu soruya karşılık. Açtım da aslında ama sadece uyumak istiyordum şu an. Asansör yirmi birinci katta durduğunda beni beklemeden dışarı çıktı.

Eve girene kadar burada kalma fikrinin çok yanlış olduğunu idrak edip eve gitmeye karar vermiştim. İçeri girdiğimizde Fırat doğrudan koridora yönelip "Salona geç, geliyorum" dedi.

Salona geçtim. Cevap verme fırsatım olmamıştı. Tekli koltuğa oturup başımı geriye yasladıktan sonra bakışlarımı İstanbul'un eşsiz güzelliğine çevirdim. İki gün önce elime silah tutuşturup kendimi öldürmemi isteyen adamın evindeydim. İki gün öncesine kadar tüm kalbimle sevdiğim adamı alt etme planları yapıyordum. Babam yerine koyduğum adamın şirketini başına yıkmak istiyordum.

Bir yabancıya güvenmek ne kadar doğruydu bilmiyorum ama kendimi Fırat'a teslim etmiştim. Beni eve göndermek istememesi içimde bir yerlere dokunmuştu. Abim de her zaman benim iyiliğimi isterdi şüphesiz fakat hiçbir zaman çok ince düşünen bir abi olmamıştı. Selim'i hiç söylemiyorum bile. Sahiplenmek gibi bir özelliği yoktu onun. Hatta ve hatta çoğu zaman koruyan, kollayan taraf ben olmuştum.

Fırat'ın ne kadar zor, tahammülsüz bir insan olduğu aşikardı. Ve ona aptal dememe rağmen beni göndermek istememişti. Bana bakınca ne gördüğünü az çok tahmin edebiliyordum. Sevdiği adamın gözünde hiçbir değeri olmayan, abisi tarafından gecenin bir vakti sokakta bırakılan kız. Çok acınası bir haldeydim ve burada kalıp Fırat'ın gözünde daha da küçük düşmek istemiyordum.

Açtım, uykusuzdum, yorgundum, mutsuzdum. Gözlerimi kapatıp Fırat gelene kadar kendime izin verdim. Sonrasında gerekirse arabamda uyuyacaktım fakat burada kalmayacaktım.

Becerememiştim. Uzayıp giden sessizlik planımı gerçekleştirmeme fırsat vermemiş, yorgun bedenim kısa zamanda uykuya yenik düşmüştü.

Seguir leyendo

También te gustarán

10.6M 377K 30
BÖLÜMLER GERİ YÜKLENİYOR Şakadan zerre anlamayan birine okkalı bir şaka yaparsanız elde edeceğiniz şey yüklü bir para ve birkaç bin fazla tıklanma o...
629K 12.3K 21
༺༻ Bütün hakları saklıdır "Ben geldim" Gülümseyerek ve son harfi uzatarak kurduğum cümle ile o da gülümsedi. Sandalyesini biraz masadan geri çekti...
1.7M 42.8K 13
Hansa Kozcu &Fatih Haznedar 🌹 BERDEL/AŞİRET KURGUSUDUR YALNIZ BİLDİĞİNİZ BERDEL HİKAYELERİNDEN DEĞİLDİR. ŞİDDET VE ZORLAMA TARZI ŞEYLER YOK [Başlama...
686K 26.2K 87
Genç kızın arkadaşının verdiği yeni numarayı yanlış yazan kızın gelecekteki kocasına tesadüfen yazması. İlk başta kız engel yesede engel bir şekilde...