KARANLIĞIN ŞEHRİ

By sulisindunyasi

23.4M 1.4M 2.8M

Doğum gününden sonra, kardeşiyle eğlenmek için konsere giden bir genç kız... Fırtına yüzünden iptal olan kons... More

Bölüm Bir - Kayıp
Bölüm İki - Karanlıkla Tanışma
Bölüm Üç - Şeker Mi Şaka Mı?
Bölüm Dört - İnfaz
Bölüm Beş - Bataklık
Bölüm Altı - Dirayet
Bölüm Yedi - Kurban
Bölüm Sekiz - Nefes
Bölüm Dokuz - Arayış
Bölüm On - Cesur
Bölüm On Bir - Kedi ve Fare
Bölüm On İki - Temash Uçurumu
Bölüm On Üç - Tehlike
Bölüm On Dört - Soğuk|Sıcak
Bölüm On Beş - Bozuk Kalp Ritmi
Bölüm On Altı - Davet
Bölüm On Yedi - Karar
Bölüm On Sekiz - Cesur ve Güzel
Bölüm On Dokuz - Kurtarıcı
Bölüm Yirmi - Daha Güvende
Bölüm Yirmi İki - Kırmızı İrisler
Bölüm Yirmi Üç - Sevgi ve Çıkar
Bölüm Yirmi Dört - Kül
Bölüm Yirmi Beş - Kadmos
Bölüm Yirmi Altı - Ateş
Bölüm Yirmi Yedi - Efsun
Bölüm Yirmi Sekiz - Anlaşma
Bölüm Yirmi Dokuz - Sembol
Bölüm Otuz - Hafıza
Bölüm Otuz Bir - Bağ
Bölüm Otuz İki - Kapan
Bölüm Otuz Üç - Radar
Bölüm Otuz Dört - Kanla Çevrili Zindan
Bölüm Otuz Beş - Zehir
Bölüm Otuz Altı - İz
Bölüm Otuz Yedi - Yabancı
Bölüm Otuz Sekiz - Suçüstü
Bölüm Otuz Dokuz - "Aklından Çıkarma."
Bölüm Kırk - Bant
Bölüm Kırk Bir - Zarf
Bölüm Kırk İki - Aitlik
Bölüm Kırk Üç - Kadmos Krallığı
Bölüm Kırk Dört - Zihin Kalkanı (Kısım 1)
Bölüm Kırk Dört - Zihin Kalkanı (Kısım 2)
Bölüm Kırk Beş - Korku ve Aşk
Bölüm Kırk Altı - Maskeler ve Hisler
Bölüm Kırk Yedi - Çınara Aşık Yaprak ve Fırtına
Bölüm Kırk Sekiz - Güller ve Dikenler
Bölüm Kırk Dokuz - Sanrılardan Doğan Çığlıklar
Bölüm Elli - Yeni Başlangıçlar Ya Da Başlayamamalar
Bölüm Elli Bir - Fırtına ve Enkaz
Bölüm Elli İki - Resurgam | Sezon Finali
ÖZEL BÖLÜM | ( Alaz Şahzade'den)
Bölüm Elli Üç - Can Kırıkları (2. Sezon)
Bölüm Elli Dört - Taç Giyme Töreni
Bölüm Elli Beş - Alışılmadık Alışılmışlar
Bölüm Elli Altı - Zehir ve Tuzak
Bölüm Elli Yedi - Büyük Oklar Derin Yaralar
Bölüm Elli Sekiz - Tuzla Buz
ÖZEL BÖLÜM | İlk Karşılaşma
Bölüm Elli Dokuz - Vuslatın Güneşi
Bölüm Altmış - Ruh Kapanı
Bölüm Altmış Bir - Dökülen Yapraklar ve Dik Duran Dallar
Bölüm Altmış İki - Piyonlar ve Şahlar
Karanlığın Şehri Kitap Oluyor!
Soru-Cevap | Kitaplaşma süreciyle ilgili merak ettikleriniz.
KARANLIĞIN ŞEHRİ KİTAP KAPAĞIMIZ
Karanlığın Şehri Ön Sipariş
Karanlığın Şehri 2 Kitap Kapağı
Bölüm Altmış Üç - Tanıdık Bir Yabancı
Bölüm Altmış Dört - Gizler ve Esrarengizler
Bölüm Altmış Beş - Maşuk ve Maktul
Bölüm Altmış Altı - Vezirin Oyunu
Bölüm Altmış Yedi - Hatıralardan Damlayan Kan
Bölüm Altmış Sekiz - Yıkıntılar ve Zedelenen Umutlar
Bölüm Altmış Dokuz 🌙 Sadakat, İhanet, Sevgi

Bölüm Yirmi Bir - Kabus Çınlaması

317K 20.5K 34.4K
By sulisindunyasi







İşte geldim buradayım!

Oy ve yorumlarınızı eksik etmeyin.

Gelecek bölümden bilgilendirmeleri, kesitleri takip edebilmeniz için instagram adresim: @sulisindunyasi

Geçen bölüm son sahne:

Ancak kitap yoktu. Onun yerine, kenarları yakılmış bir kağıt vardı ve kağıdın üzerinde, ''Daha güvende'' yazıyordu.

Hiçbir şey anlamadan Alaz'a baktığımda, kaşlarının çatıldığını ve gözlerinin kısıldığını gördüm. Şaşırmış gibiydi. Merakla, ''Bu ne demek?'' diye sordum.

Yutkundu, gergin ifadesiyle bana baktı. ''Kitap, artık bu sarayda değil,'' dedi ve sarayı, yüksek bir alarm sesi esir aldı...

  Bölüm Yirmi Bir - Kabus Çınlaması 

Ne yapacağımı, ne yapmam veya nasıl davranmam gerektiğini bilmiyordum. Alarm sesi öyle yüksek ve öyle güçlüydü ki irademi toplayamıyordum. Kanım, son derece ısınmıştı, adeta yanıyordum. Kitabın yerinde olmaması beni dehşete düşürmüştü evet fakat kulaklarımı esir alan alarm sesi ve yakalanma duygusu da onun altında kalmış sayılmazdı.

Dişlerim birbirine çarparken yutkundum ve boş kutuya bakmayı bırakıp, gözlerimi Alaz'a doğru kaldırdım. Onun bakışları hâlâ eline aldığı, üzerinde ''Daha güvende'' yazan nottaydı. Göğsüm, dehşet içinde çarparken, konuşmadan önce dudaklarımı birbirine bastırıp sakinleşmeye çalıştım. Ne kadar sakinleşebildiğimi bilmiyordum fakat yine de konuştum. ''Şimdi ne yapacağız?''

Yüksek ses sesimi bastırsa da Alaz'ın duymasına mani olamamıştı. Elini yumruk şeklinde yapıp, kağıdı avucunun içinde sıkıştırdı. Sonrasında bana baktı. ''Bars seni almaya gelecek.''

Pekâlâ, ben de bu planda Bars, Liva ve Kuray'ın işinin ne olduğunu merak ediyordum; ortalıkta görünmediklerine göre, alarm ihtimaline karşı Alaz onları bir şekilde görevlendirmiş olacaktı. Bu fikir, içimin bir nebze rahatlamasına sebep oldu. Lakin bu rahatlık beş saniye kadar sürdü. Alaz, ''Bars seni almaya gelecek,'' demişti. ''Bizi'' dememişti. Bu ne demekti? Kendisi burada mı kalacaktı? Peki başı belaya girmez miydi?

Beynimin içindeki meraklı yanım gözlerini kocaman açarak ayağa kalktığında, ''Peki ya sen?'' diye sordum. ''Burada mı kalacaksın?''

''Benim burada olmam garip karşılanmaz Efsun, senin burada olmaman gerekiyor.''

Bir an duraksadım. Haklılık payını düşündüm. Kendisi, içinde bulunduğum sarayın veliaht prensiydi. Ben ise artı biri olarak görülen, sıradan bir kızdım. Alaz burada oluşuna kesinlikle bir bahane bulabilirdi, belki bulmasına bile gerek kalmazdı lakin benim burada görülmem anında ölüm emrime yol açabilirdi.

''Alaz!'' Sesini işittiğimde, başımla içinde bulunduğumuz kapının dışına baktım. Fısıltı tonunda çıkan bu sesin Bars'a ait olduğunu biliyordum.

''Geldi,'' dedi Alaz, düşüncemi okumuş gibi beni doğrulayarak. Ardından çenesinin ucuyla kapıyı işaret etti. ''Yürü.''

Emriyle beraber, dediğini yapmadan önce son kez ona baktım. Siyah bakışları her zamanki gibi kendinden emin ve korkusuz duruyordu. İşlerin sorunsuz gitmesini istiyorsam, dediğini yapmalıydım. Dudaklarımı aradım, bir şey söyleyecek gibi oldum. Sonrasında ''Ne diyeceksin ki?'' diye düşünüp, vazgeçtim ve korkularımın önüme geçmesine izin vermeden kapıya doğru dönüp yürüdüm. Bars, Alaz'ın bahsettiği gibi kapının dışında duruyordu. Yanıcı ışıklar hâlâ kapının önünde riskli bir engeldi.

Girdiğimizdeki gibi, bu sefer deneyimli olduğumdan biraz daha normal bir şekilde lazerlerin arasından geçtim. Bars, ben doğrulur doğrulmaz kolumdan tuttu ve Alaz'a bakmama fırsat vermeden beni peşinden ilerletti. Alarm hâlâ çalıyordu ve ayak seslerini işitiyordum. Kalabalık bir grubun buraya doğru geldiği aşikardı. Kütüphanenin kapısından çıkar çıkmaz koridor boyunca ilerlemek yerine soldaki, tepesinde meşale olan boş duvara döndük. Saklanacak bir şey göremiyordum, neden buraya döndüğümüzü anlamamıştım.

Bars elimi bırakmadan, boşta olan sağ elini havaya kaldırdı ve tüm parmaklarını açarak avuç içini duvara bastırdı. Duvar, sanki yıkılacakmış gibi birkaç saniye titredi. Üzerinde dalgalanmalar oluştu. Bars bir şeyler fısıldadıkça duvardaki titreme arttı ve en sonunda duvarın orta bölümündeki taşları bir yapboz parçası gibi yer değiştirmeye başladı. Bu işlem olurken duvardan mekanik sesler çıkıyordu.

Daha yakından gelen ayak sesleriyle kafamı soluma çevirdiğimde, meşalelerin aydınlattığı duvarlarda gölgelerin görünmeye başladığını gördüm. Dişlerim birbirine çarptı, endişeyle gözlerimi Bars'a çevirdim. ''Gölgeler... Geliyorlar.''

Bars da benimle aynı yöne baktığı sıra, karşımızdaki duvarda bir boşluk açıldı. Bars anında kafasını çevirdi ve kolumdan tutarak beni kendisiyle beraber o boşluğun içine çekti. Bu, içeriye öyle bir savrulmaydı ki hissettiğim dalgalanma yüzünden neredeyse yere düşecektim. Kolumdan tutan Bars düşüşüme mani olduğunda, arkama baktım. Duvar tamamen kapatmıştı ve bizi içine hapsetmişti.

Karanlık göğsümün sıkışmasına neden oldu. Ayaklarımda nem hissediyordum, bastığım yerin su olduğunu anladım. Nefeslendiğimde, burnumdan içeri oldukça keskin bir koku girdi, öyle ki yüzüm buruştu, midemdeki acı su boğazlarıma kadar çıktı. Burası, lağım gibi kokuyordu. Daha fazla bu kokuyu solursam düşüp bayılacağımı düşünerek ellerimle burnumu tuttum.

''Burada mı duracağız?'' dedim sonrasında. Bu kokunun ağzımdan içeri dolmasını istemiyordum lakin bir şekilde solumam lazımdı. Bars elindeki -buraya girmeden hemen önce duvardakini almış olmalı- meşaleyi bana doğru tuttuğunda, asla sakin baktığını görmediğim mavi gözleri girdiğimiz duvara döndü. Tekrar bir şey söyleyeceğimde boşta kalan elinin işaret parmağını kaldırıp beni susturdu ve kulaklarını dışarıdan gelecek seslere dikti.

Meşalenin alevi önümü aydınlatmakla kalmıyor, aynı zamanda suratıma vuran hareler yüzümü ısıtıyordu. Başımı biraz eğsem yanacaktım sanki. Kıpırdamadan Bars'ı izledim, birkaç saniye daha duvara baktı, ardından kafasıyla karanlık yolu işaret edip gösterdiği yöne doğru yürümeye başladı. Konuşmayı sevmiyordu, benimle konuşmayı ise iki kat sevmiyordu. Benden haz etmediğini biliyordum, bu yüzden başka bir şey söylemeden peşinden yürüdüm.

Attığımız her adımda, üzerine bastığımız çamurlu, siyah sudan vıcık vıcık sesler yükseliyordu. Burasının bir kanalizasyon olduğunu anlamak için özel güçlere sahip olmaya gerek yoktu. Duyduğum damla sesleri bir yerin su akıttığına işaretti ve ben o akan suyun bedenime temas etmesinden korkuyordum.

Uzunca bir süre, aramızda hiçbir diyalog geçmeden yürüdük, yolun sonuna geldiğimiz sıra, karşımıza yeniden bir duvar çıktı. Bars, buraya girişimizden önceki gibi, yine elini duvara koyup Latince bir şeyler mırıldandı. Aynı olay kendini tekrar etti, duvardan bir boşluk açıldı ve dışarıdaki ışık içeriye doldu.

Bars, bu sefer ilk kendisi çıktı, etrafı kolaçan etti ve ardından bana baktı. ''Gel.''

Bu pis kokulu karanlık alanda daha fazla durmak istemediğim için dediğini yaptım ve hemen dışarı çıktım. Duvardaki boşluk, ben çıkar çıkmaz kapanmıştı. Çıktığım alansa, sarayın koridorlarından biriydi. Tam karşımdaki gösterişli büyük kapıysa...

Alaz ve benim beraber kaldığımız kapıydı. Alaz'ın odasının kapısı.

Kafam karışmıştı. Eğer Bars'ın yöntemini kullanmak gibi kolay bir çaremiz varsa, biz neden tüm sarayı gezmiş, askerlerden saklanmaya çalışmıştık ki?

''Hemen odaya gir ve bir daha çıkma.''

Bars'ın sesini duyduğumda, boş boş odanın kapısına bakıp düşünmek yerine ona baktım. Dediğini yapmadan önce dudaklarımı araladım. ''Alaz'a bir şey olmaz, değil mi?''

Dediğim komik bir şeymiş gibi, dalga geçermiş gibi gülümsedi. Sonrasında gözlerini üzerime dikti. ''Sana yardım etmesi için endişeleniyormuş gibi yapmana gerek yok. Alaz bir şeyi yapacağım derse, yapar.''

Kaşlarımı çattım. Beni sevmemesini normal karşılayabilirdim fakat hakkımda böyle önyargılı bir tutumda bulunması hiç hoş değildi. ''Bana yardım etmesi için sormadım," dedim dik bir tavırla. Sonrasında cümlemi tamamladım. "Gerçekten endişelendiğim için sordum.'' Bir anda, kendime bile itiraf edemediğim bu gerçek dudaklarımdan döküldüğünde, içten içe şaşırdım. İçime hapsettiğim bir takım hisler zincirlerini kırdı, etrafa yayıldı.

Bars'ın kirpikleri birbirine yakınlaşsa da, tatmin olup olmadığını bilmiyordum. Yine de bana acımış olacak ki, ''Bir şey yapamazlar,'' dedi düz bir şekilde. Sonra kaşlarıyla odayı işaret etti. ''Gir artık, birileri gelebilir.''

Rahatlamış gibi tuttuğum nefesimi serbest bıraktım. Ardından odaya girmek için hareketlendim. Bir anda durdum. Tekrar Bars'a baktım ve ''Yardımların için teşekkürler,'' dedim.

''Bunu yapmaktan keyif almadığımı biliyorsun,'' dedi gayet düz bir şekilde. ''Alaz istemese yapmazdım, bu yüzden teşekkür etmene gerek yok.''

Benden neden bu kadar nefret ettiğini, tiksindiğini bilmiyordum. Ama Bars'ın yapısı buydu sanırım, kimseyle neşeli bir ifadeyle konuştuğunu görmemiştim. Arkadaş grubundan başka kimseyle konuştuğunu da görmemiştim ya. Mehsa da bu adamda ne bulduysa?

Bars'a, kendimi daha fazla küçük düşürmemek adına başka bir şey söylemedim ve arkamı dönüp Alaz'ın odasının kapısını açtım. Beklemeden içeri girdiğimde, kitabın nereye kaybolmuş olacağını düşünüyordum ve yüreğimde büyük bir sıkıntı vardı. Alaz gelir gelmez, tüm detayları ondan duymak için can atıyordum fakat ondan önce üzerimdeki kokuşmuş kıyafetlerden kurtulup ılık bir duş almam iyi olacaktı...

*

Yazar Anlatımı

Konsey odasının her sandalyesi doluydu. Büyücü Kraliyet Sarayı'nın içeriden, dışarıdan görevli saygın tüm kişileri kitabın kaybolmasıyla beraber saraya akın etmişti. Neredeyse tüm kaşlar çatık, dişler birbirine kenetliydi. Etrafa hakim olan tek ses, dışarıda gürleyen göğün sesiydi. Hava iyice kötüleşmişti, yağmur gök yarılmışçasına yağıyordu. Kralın tıpkı oğlununki kadar siyah kaşları çatılmıştı, kara gözlerinden adeta ateş fışkırıyordu. Kitabın yer değiştireceği aklının ucundan bile geçmemişti ve öfkeliydi.

''Akıl almaz bir olay,'' dedi sarayın başvekili Lodos Halya sık, kır saçlara sahip kafasını sallayarak. ''Kitabı çalmaya kim cüret eder, kim kütüphaneye girmeyi başarabilir? Üstelik kapısında iki dev varken!''

O anda tüm gözler, odanın köşesindeki başlarında iki tane elleri mızraklı askerin beklediği devlere yöneldi. Devler, yedikleri işkence yöntemlerinden sonra, dizleri üzerine çöktürülmüştü ve ateşten halkalarla bileklerinden bağlıydılar. Doğruyu konuşmuyorlardı, itiraf etmiyor, hiçbir şey hatırlamadıklarını söylüyorlardı. Fakat test edilmişlerdi ve hafıza büyüsünün yapılmadığı gerçeği ortaya çıkmıştı. Ortada çetrefilli olaylar dönüyordu fakat içeriye giren kişiye dair en ufak bir iz bulunamamıştı.

Kral, burun kanatlarını genişçe açarak derin bir nefes aldı. Eli hâlâ yumruk vaziyetinde cilalı kahverengi masanın üzerindeydi. Konuşmak, gereksiz sorulara yanıt vermek istemiyordu. Zihninde dönen tek şey, kitabın nereye gitmiş olacağıydı. O kitap, bu sarayı diğerlerinden güçlü yapan yegane özellikti ve kaybolması hiç iyi olmamıştı.

Konsey odasının kapısı kendiliğinden iki yana açıldığında bakışlar bu sefer oraya dikildi. Gelen kişi, Kral'ın bir an önce gelmesini ve olaya açıklık getirmesini dilediği Kâhine Âzîn'den başkası değildi. Asırlardır yaşam süren kadın, üzerinde çeşitli büyülü taşlarla dizili bilekliklerin, yüzüklerin olduğu kırışık elinin kavradığı, boyundan büyük ahşap asa sayesinde ayakta duruyordu. Giyindiği siyah pelerin yere kadar uzanıyordu, başına örttüğü kapüşonu alnının yarısını kapatıyordu. Beyaz, beline kadar uzun saçlarını hiçbir zaman toplamaz, hep serbest bırakırdı. Omuzları düşük, sırtı kambur, yürüyüşü ise yavaştı. Tüm bakışlar kendisinde olsa da, o kimseye bakmıyordu, bakamıyordu. Kahine Âzin'in gözleri görmüyordu, hiç görmemişti fakat zihni kimsenin göremediği, asla göremeyecekleri şeyleri görüyordu.

Kadının attığı her yavaş adım konsey odasındakilerin kalbinde bir sızlanmaya neden oluyordu. Neredeyse nefeslerini tutarak izlediler yaşlı kadının masanın en ucundaki, Kral'ın tam karşısında gelen sandalyeye oturmasını. Kahine Âzin gösterişli, kenarları altın işleme olan büyük sandalyeye oturdu, elindeki asasını bırakmadı.

''Şeref verdin, Kâhine,'' dedi Kral, uzun zaman sonra odadakilere sesini duyurarak. Kâhine, selamı alır gibi başını ağır ağır aşağı yukarı salladıktan sonra, Kral devam etti. ''Bize arz edeceğin engin bilgileri bekliyoruz. Kitabı kim çaldı?''

Kahine, ''Hayır,'' der gibi başını salladı. Konsey odasındaki hemen hemen herkesin kaşları çatılmıştı, hepsi merakla yaşlı kadından gelecek cümleyi bekledi. Kadın nefeslendi, asayı tutan elleri titredi. ''Kitap çalınmadı efendim,'' dedi titreyen sesiyle.

''Öyleyse ne oldu?'' diye sordu Kral. Çenesi, sağ omuzuna doğru kalktı. ''Öyleyse kitap nerede?''

Kâhine, kapalı gözleri açıkmış gibi Kral'a baktı. ''Kitabın kehanetine göre...'' dedikten sonra asasını biraz daha sıkı tuttu. ''Kötü niyetli kişilere karşı kitap kendini güvende hissetmezse, kendiliğinden yer değiştirir.''

Kral'ın gözleri kısıldı, böyle bir ayrıntıyı beklemiyordu. Evet, kitabı birilerinin çalmaya geleceğini biliyordu, bu defalarca kez olmuştu ancak gelen herkes yakalanmış ve ölümün en acı haliyle cezalandırılmıştı. Şimdiyse birisi, gerçekten riskli yaklaşmıştı ki, kitap kendini yok etmişti.

Kral tekrar kâhineye baktı. ''Peki kitap nerede?''

Kahine Âzin, başını olumsuzca salladı. Ardından kuruyan dudaklarını ıslattı. ''Kitap, ulu kraliyet saraylardan birinde. Fakat hangisinde olduğunu bilmem imkansız. Kendiniz bulmalısınız.''

Kral, yumruk yaptığı elini sertçe masaya geçirdi. Masa titredi, gürültülü bir ses ortalığa hakim oldu. Kitap ya Cadı ve Caris sarayında ya da Alkandros'taydı. Lakin o iki sarayda da kalmaması gerekiyordu. Esas ait olduğu, yüzyıllar boyunca korunduğu yer burasıydı. Ve burada kalmalıydı.

Düşünceleriyle beraber, sağ çaprazındaki oğluna baktı. Alarm seslerini duyar duymaz kütüphaneye giren, en önce davranan kişi oğlu Alaz'dı ve bu, evladıyla bir kez daha gurur duymasına neden oldu; diğer tüm askerlerden güçlü ve kudretliydi, yapamayacağı şey yoktu. Aklına gelen fikri dile dökmeden hemen önce oğluna, ''Ülkeye gelen lanetli insanlar ne alemde?'' diye sordu.

Alaz gerilmedi, istifini bozmadı. Oturduğu sandalyedeki dik konumunu düşürmedi, korkusuz görünüşü hâlâ üzerindeydi. ''Ortalık sessiz,'' diye yanıtladı babasını. ''Uzun zamandır lanetli insan vakası yok.''

''Kitap ortada yok. Ruhlupus'ların artış göstermesi beni endişelendiriyor,'' dedi Kral. ''Saklanan bir insan olabilir. Devriyeleri, teftiş ekiplerini arttırın. Daha sıkı bir arama istiyorum.''

Alaz, itiraz etmeden kafasını hafifçe eğerek babasının emrini kabul etti. Sonrasında Kral devam etti. ''Ayrıca, sana yeni bir görev ekliyorum. Kitabın hangi sarayda gizli olduğunu bulma görevi sende. Sana yardımcı olacak askeri birliği kendin oluştur. Ne yapın edin, o kitabın tekrar bizim sarayımıza geçmesini sağlayın.''

Alaz, bu konuda da itiraz etmedi, kitabı bulmayı kendisi de istiyordu, bu plan doğrultusunda daha rahat ve dikkat çekmeden hareket edebilirdi.

''Peki ya kütüphanenin güvenliğini sağlayamayan askerler?'' diye araya girdi Lodos Halya. Bir anda tüm dikkatler ona verilmişti. Alaz'ın bu soru karşısında kaşları çatıldı, yanında duran arkadaşı Bars'a bakmak istedi fakat şu an yapamazdı. Lodos Halya tekin bakmayan yeşil gözlerini Bars'ın üzerine odakladı. ''Sarayın baş muhafızına kadar, askeri kadromuz yenilenmeli. Bugünden bir ders çıkarmalıyız.'' Masanın etrafındaki diğer neredeyse herkesten, Lodos'u destekleyen mırıltılar yükseldi.

''Köklü bir değişiklik yapmak için, değiştirileceklerin yerine daha iyileri gelecek olmalı,'' dedi Alaz, Lodos Halya'ya karşı. ''Ve biz şu an saray yönetiminde en yetenekli askerleri kullanıyoruz. Şimdi yapılacak bir değişiklik, sarayı kurtarmak yerine daha çok tehlikeye atar.''

''Sizin gibi düşünmüyorum efendim,'' diyen Lodos, oldukça kendinden emin duruyordu. ''Eğitim ocağında, çok genç ve dinç yetiştirilmiş yüzlerce büyücü askerimiz var ve hepsi bu sarayı gerçekten koruyabilmek için can atıyor.''

Cümlesinin içindeki gerçekten kelimesini vurgulamıştı. Bu sırada Alaz'ın bakışları, Bars'ın masanın üzerinde sıkı bir yumruk yaptığı eline kaydı. Arkadaşının sinirlerini tutmaya çalıştığını anlayabiliyordu keza kendisi de şu an ondan aşağı kalır sayılmazdı.

''Lodos Halya'ya katılıyorum,'' dedi Alaz'ın ablasının eşi olan Mirza'nın babası, aynı zamanda Botres Büyücülük Eyaleti'nin yöneticisi olan Asaf Kalender. ''Sarayımızın tehlikede olması, türümüzün, hürlüğümüzün tehlikede olması demektir. Askeri kadro değişmelidir.''

Bu tarz cümleler, onaylayıcı kelimeler birkaç kişinin ağzından daha döküldü. Kralın yüzündeki ciddiyet değişmedi, masasındaki kimsenin fikrine umursamamazlık yapmadan, dikkatle dinledi tüm fikirleri. Fakat susulmayacağını anladığında, avucunun içini masaya vurdu. Bu hareketiyle beraber tüm sözler kesildi, bakışların hepsi Kral'a yöneldi.

''Veliahtım Alaz'ın da dediği gibi, böyle ani bir değişiklik sarayı kurtarmak yerine düzeni daha çok bozacaktır.'' Alaz, babasının söyledikleriyle rahatladı. Keza askeri kadronun değişmesini istemiyordu. Arkadaşlarının görevden alınmasına izin veremezdi, onların sürgün edilmesine göz yumacak değildi. Kral'ın ağzı tekrar aralandığında, dikkatini yine ona verdi. ''Tüm sarayları gezip, kitabı bulma görevini atlatırsanız eğer,'' dedi Kral önce oğluna sonra Bars'a bakarak. Bakışları Bars'ın üzerinde durdu. ''Bir değişiklik söz konusu olmayacak. Fakat eğer bulamazsanız, görevi başarıyla tamamlayamazsanız, tüm askeri kadro sürgün edilecek.''

Alaz, babasının sözlerini başıyla onaylarken Bars, çenesi dik bir vaziyette, ''Emredersiniz efendim,'' dedi. İki genç adamın da içinde en ufak bir endişe yoktu, bu görevi alınlarının akıyla yerine getireceklerinden eminlerdi.

Konsey toplantısı, Kral'ın ''Karar verilmiştir,'' cümlesiyle ve şartlarıyla sonlandığında, odadan ilk çıkan Kral olmuştu. Ayrılıklarda rütbeye göre belirlenirdi ve Kral'ın hemen ardından veliahdı Alaz dışarı çıktı.

Çok uzaklaşmadan, tenha koridorlardan birine girdiğinde, ''Bekle,'' sesiyle duraksadı. Bu yaşlı sesi olduça iyi tanıyordu, sesin sahibi az önce odada herkesin kendisine korkuyla baktığı Kahine Azin'den başkası değildi. Yavaşça arkasını döndüğünde, Kahine'nin elindeki asasıyla ağır ağır kendine doğru geldiğini gördü, öylece bekledi. Yaşlı kadın Alaz Şahzade'nin önünde durduğunda, boşta kalan kırışmış sağ elini yukarı kaldırıp avucunu genç adamın yanağına bastırdı.

''Nasılsın, evlat?'' diye sordu titrek sesiyle.

''Nasıl olduğumu benden daha iyi biliyorsun,'' diye yanıtladı Alaz.

Kahine üzgün bir şekilde, ''Yorgun...'' dedi, kelimelerin son hecesini uzatıyordu. ''Bir şeyler hissediyorum, bir şeylere yaklaştığını hissediyorum.''

''Doğru yolda mıyım?'' diye sordu Alaz. Dışarıdan konuşmalarını duyan iki insan, ne hakkında konuştuklarını asla anlayamazdı fakat onlar birbirlerini anlıyordu.

''Hislerim...'' dedi Kahine. ''Hissettiklerim, güçlü. Çok güçlü. Fakat fark edilmesi an meselesi. Bir şeylerin fark edilmesi an meselesi, fazla vaktin yok.''

Alaz hafifçe başını eğdi. ''Bana yardımcı olduğun için teşekkürler, Kahine.''

''Sana inanıyorum, oğlum,'' diye yanıtladı Kahine ve asasını tuttuğu bileğine sarılı bilekliklerden birinin taşını çıkardı. Turuncu ve sarının harmanlaştığı renklere sahip bir taştı, içinde yanıp sönen, siyah bir ışık vardı. ''Garnet,'' dedikten sonra taşı Alaz'ın cebine attı. ''Yüksek koruyuculuğu olan bir taş. Yanında bulunsun.''

Alaz, kadına teşekkür mahiyetinde bir şey söyleyemeden kaybolduğunda, başta neden gittiğini anlayamamıştı. Ta ki arkasından gelen, ''Ah, burada mıydın, ben de seni arıyordum,'' sorusuna kadar.

Koridorun solundan kendisine doğru gelen kadının sesiyle, beynindeki tüm fikirleri dağıtarak karşısına baktı. Karşısındaki bu, kabarık bordo rengi, derin göğüs dekoltesine sahip elbiseli güzel yüzlü kız, Saray Baş Vekili Lodos Halya'nın kızı Sara Halya'dan başkası değildi.

Koyu bakışlarıyla, yanına gelen kızı öylesine süzdü. Göğüsleri, elbisesinin V yakasından kopup, neredeyse bağımsızlığını ilan edeceklerdi. Bu yetmiyormuş gibi, kabarık elbisenin uzun yırtmacı her yürüyüşünde açılıyor ve neredeyse sıradan bir insanın boyu kadar uzun bacaklarını gözler önüne seriyordu.

Alaz, bu görüntüleri umursamadan, ''Neden beni arıyordun?'' diye sordu tam karşısında duran kızın yemyeşil gözlerine bakarak.

Sara, Alaz'ın siyah irislerine sanki son kez görüyormuş gibi hayranlıkla baktı. Ardından yutkundu. ''Kitabın kaybolduğunu duydum,'' derken kaşlarını büktü. Sağ elini kaldırıp, Alaz'ın yeni yeni sakallarla çevrelenmiş olan sol yanağına koydu, baş parmağıyla yanağına gelişi güzel dokunuşlar yapıyordu. ''Konsey toplantıları sıkıcı olur. Gerilmişsindir. Gevşemek istediğini düşündüm.''

Alaz, kızın yanağına kadar çıkarmaya cüret ettiği bakımlı ellerine değdirdi ok kirpiklerin çevrelediği siyah gözlerini. Sonrasında bir kedininki kadar keskin bakan yeşil irislere yöneldi. ''Doğru düşünmüşsün,'' diye mırıldandı.

Sara Halya, gülümsedi. Elini karşısındaki güçlü adamın ensesine atıp onu kendine çekmek için hareketlendi. Fakat Alaz, tam da o anda başını çevik bir hareketle geri çekip, Sara'nın elinin boşlukta kalmasına vesile oldu.

Genç kızın gülümseyen dudakları donuk bir ifade aldığında, ''Belki başka zaman, Sara,'' dedi Alaz. ''Beni şu an gevşetebilecek tek şey odam.''

''İyi ya,'' derken omuzlarını kaldırıp indirdi genç kız. ''Sana orada eşlik edebilirim.''

Bu sefer suratına çarpık bir gülümseme ekleyen Alaz oldu. ''Bana şu an eşlik etmesini istediğim tek kişi de odamda.''

Genç kızın suratı, betondan yapılmış bir put kadar ifadesiz bir hale büründü. Lakin Alaz, onun hisleriyle ya da düşündükleriyle ilgilenmeden yürümeye devam etti. Birkaç adım uzaklaştığında, Sara ona bakmaya devam etti ve kendisine sırtı dönük olan Alaz'a, ''Yine o kız mı?'' diye seslendi.

Alaz durdu, tüm bedeniyle ona dönme zahmetine girmeden yalnızca kafasını çevirdi. ''Hangi kız?''

''O işte,'' dedi Sara beyazlarının bile kırmızılaştığı alev saçan gözleriyle Alaz'a bakarak. ''Şehre yeni gelen ve bir anda tüm dikkatleri kendine çekmeyi başaran, vasıfsız kız.''

''Benimle takılıyor,'' dedi Alaz, sert bir tınıyla. ''Ona hakaret etmeden önce beş kez düşün.''

Sara Halya'nın burun kanatları genişledi, alt dudağı seğirdi. Dişlerini birbirine bastırdıktan sonra, koridorun altın varaklı duvarlarına baktı, hemen ardından Alaz'a döndü. ''Biz, evleneceğiz Alaz,'' derken her bir kelimenin üstüne basmıştı. ''Ben senin müstakbel kraliçenim, bunu aklından çıkarma.''

Cümleler, Alaz'ın kanına dokunsa da, öfkelendiğini belli etmek yerine umursamadığını gösteren alaylı bir gülüş yerleştirdi suratına. ''Evlenene kadar hür bir erkeğim, değil mi sevgili kraliçem?'' ''Kraliçem'' kelimesini bilerek vurgulamıştı. Karşısındaki bu kızın esas istediğinin kendisi olmadığını biliyordu. Evlenmeye bu kadar istekli olmasının tek sebebi, nikah gerçekleştiğinde alacağı ''Kraliçe'' unvanından başka bir şey değildi. Alaz, Sara Halya'nın kalbinde aşk taşıdığına inanmıyordu. Bu nedenle kırıcı cümlelerine devam etti. ''Üstelik ben, tek eşle yetinecek, eşine sadık kalacak bir adam değilim. Şimdi iznin olursa, biraz daha hürlüğümün tadını çıkarmak istiyorum,'' dedi ve göz kırparak tekrar arkasını dönüp yürümeye başladı.

Kendisi için süslendiğini bildiği geride bıraktığı Sara Halya'nın hisleri umurunda değildi. Zaten ne yaparsa yapsın, bu kızın kendisini bırakmayacağını biliyordu, ilgili görünmesine gerek yoktu. Genç adamın şu an tek istediği, gece boyu yaşadığı aksiyonların stresini atmak amacıyla, bir an önce odasına gitmekti. Aklında bir sürü soru işareti vardı, beyni bir zelzeleye tabii tutulmuş gibiydi. Kahine Âzin, kitabın kendini tehlikede hissettiği zaman yer değiştirdiğini söylemişti. Fakat Alaz'ın amacı, kesinlikle kitabı tehlikeye atmak, saraydan çıkarmak değildi. Kitabın peşinde bir başkasının daha olduğu belliydi ve Alaz, ilk defa kitabın peşine düşenlerin kim olduğunu bu kadar çok merak etmişti.

Uzun koridoru bitirdikten sonra, odasının kapısını yavaşça açtı. Odayı aydınlatan tek şey, yatağının iki yanında duran komodinlerin üzerindeki gece lambalarıydı, içeride loş bir hava hakimdi. Odaya girer girmez birkaç metre ilerisindeki yatağına baktı, yatağın üzerindeki yorgana sarılmaya ihtiyaç duymadan uyuyan beden Efsan'a aitti. Uzanmak için yatmış da, uyuya kalmış gibi görünüyordu. Üzerinde, tarzına oldukça zıt duran pembe, pantolonu bol, saten bir gecelik bulunuyordu. Zaten bu kızın etek giydiğini sadece bir kez, balo gecesi görmüştü. Hoş, o da nefesinin kesilmesine yetmişti.

Genç kız bacağını hareket ettirip sağ omuzunun üzerine doğru döndüğünde, saten pijamanın paçası dizinin bir karış üstüne kadar sıyrılmış, sol bacağının neredeyse tamamını açıkta bırakmıştı. Alaz, bu görüntü karşısında ilk birkaç saniye öyleyece durdu, kendisine hakim olamadan yutkundu. Ardından, Efsan uyanıkmış gibi boğazını temizledi ve güçlükle arkasını döndü.

Bir an sonra hissettiği sıcaklığa, kendisine dalga geçer gibi gülümsedi. Bu kız DNA'larıyla oynuyordu, normal değildi. Başını halini onaylamazcasına salladıktan sonra arkasındaki manzarayı düşünmemeye çalışarak kocaman gardrobuna doğru ilerledi.

Oldukça koyu kahve rengindeki meşe ağacından yapılmış kenarları altından işlemelerle süslü gardrobun iki kapağı, Alaz önüne gelir gelmez açılmıştı. Genç adam, beklemeden gömleğinin düğmelerini çözmeye başladı. Üstünü değiştirip en azından bedenen hissettiği yorgunluktan kurtulmak istiyordu zira beyni ve ruhu konsey sonrasında iyice dolmuştu.

Siyah gömleğini iki kolundan da sıyırdı, rahat hissettiği tişörtlerinden birini eline alacağı sıra, küçük çapta bir çığlık duyup, arkasına baktı. Çığlığın sahibi Efsan'dı. Genç kızın gözleri hâlâ kapalıydı fakat elleri altındaki yorganı sıkıca kavramıştı. Başını sola doğru çevirip, ''Hayır,'' diye sessizce bağırdı. ''Ağlama...'' diye ekledi sonrasında, acı çekiyormuş gibi. ''Anne!''

Alaz, kızın kabus gördüğünü hemen anlamıştı. Başta bir şey yapmayıp giyinme işlemine devam etmeyi düşündü. Ama kızın derinden çıkan çığlığı, bu düşüncesini yok sayıp hızlı adımlarla ona doğru yürümesine neden oldu. Can çekişiyor gibi acı çığlıklar atan kızın zayıf bedeni yatakta kıvranıyordu. Bu hali, Alaz'a kendisini hatırlattı. Zaman zaman o da böyle dehşet verici kabuslarla uğraşmıştı, etkisinden kurtulmanın ne kadar zor olduğunu biliyordu.

Baş ucuna kadar geldi Efsan'ın, hemen sonra hafifçe eğildi ve elini saçlarının üzerine koydu. Terden alnına yapışan uzun saç tellerini geriye atarken, ''Şş,'' diye mırıldandı. ''Sakin ol.''

Genç kız, sanki uyanıkmış ve bilinci açıkmış gibi, Alaz'ın söylediklerini hissedermiş gibi sakinleşmeye başladı. Önce çığlıkları dindi, ardından nefes alış verişleri düzene girdi. Birbirine kapanan uzun kiprikleri ıslanmıştı, belli ki uykusunda ağlamıştı. Alaz, esmer yüzünü biraz daha inceledi, bunu, onu göz hapsine almayı kızın bilinci açıkken yapmayı daha çok seviyordu fakat fırsatı varken onu daha yakından incelemeyi kaçırmak istemedi. Önce koyu kahverengi gözlerini kaliteli bir yelpaze misali saran kirpiklerine baktı, kaşları da ona uyumlu bir şekilde gözlerinin üzerinde kusursuz iki çizgi gibi belirmişti, genelde çatık dursa da bu ifade ona ayrı bir çekicilik katıyordu; küçük burnunun ucu hafiften yukarı kalkıktı ve keskin kıvrımlarla çizilmiş dudakları bir yapbozun en uyumlu iki parçası gibi kapanmıştı. Nefeslendi. Sıradan bir kızın bu kadar kusursuz bir güzelliğe sahip olması saçmalıktı. İradesini toplaması için kafasını gelişi güzel salladı, büyülenmiş gibi incelemeyi bırakmalı ve doğrulmalıydı.

Zihninin onu yönlendirmesine uyarak doğrulmadan önce elini kızın alnından yavaşça çekti. Doğrulacağı an, ''Baba...'' dedi ağlamaklı sesiyle Efsan. ''Gitme baba, lütfen,'' derken bir çığlık daha yayıldı dudaklarından. Elini, karşısında biri varmış gibi havaya kaldırdığında, parmakları Alaz'ın yüzüne değdi. Alaz'ın geri çekilme hamlesi, o anda yok olmuştu. Ensesine kayan parnaklar, uzaklaşmak için yaptığı her harekette onu daha sıkı sarıyordu. Bu nedenle daha fazla böyle durmak yerine, Efsan'ın yüzünü bu açıdan son kez inceledikten sonra, yanına yatağa girdi. Yanında kaldığı zaman kabus görmediğini biliyordu, buna daha önce şahit olmuştu. Eh, bunu yapmasa kızın çığlıkları kim bilir belki sabaha kadar dinmeyecekti ve Alaz'ın kafa dinleme işi imkansız bir hale dönüşecekti. Fikirlerine hak vererek başını rahat yastığına koydu, sonrasında tekrar Efsan'ın suratına baktı. Çığlıkları yine dinmişti.

Gözünü kapatıp uykuya dalmak isteği an, gövdesine çarpan bir kolla şaşkınca gözlerini kıstı. Efsan, Alaz'a sarılmıştı ve bu da yetmiyormuş gibi başını omuzuna yaslamıştı. Yukarıda kalan burnu, Alaz'ın çenesine değiyordu. Genç adam, üzerinde sanki her an kırılabilecek değerli bir mücevher taşıyormuş gibi öylece durdu. Efsan'ın, gövdesine değen göğsünün ardındaki kalp atışlarını teninde hissediyordu ve işin garibi, kendi yüreğinin de ondan aşağı kalır yanının olmayışıydı.

Bu gerçekle yüzleşirken, kızın pürüzsüz, her zaman ciddi duran fakat şimdi son derece masum görünen suratını süzüp, ''Ne yapacağım kızım ben seninle?'' diye mırıldandı sanki dinliyormuş gibi. ''Nasıl baş edeceğim?'' diye ekledi. Ardından koluyla ona destek olup, sarılmasını daha da sıkılaştırdı. Sonrasında gözlerini bir uykuya kapattı...

-Efsan Erez

Uyku güzel şeydi, içinde insanı kan ter içinde bırakan kabuslar olmadığı müddetçe. Ve benim güzel, sıcak bir uykudan sorunsuz bir şekilde uyandığım günlerin sayısı nadirdi. Hoş, bu şehre geldiğim günden beri, kendi dünyamdakinden daha az kabus görüyordum, uyuduğumda bir şekilde kendimi daha güvende hissediyordum. Nephan'dan ayrılmamayı, sadece bu yüzden isteyebilirdim. Bu ısı, bu rahatlık normal değildi.

Biraz daha sokuldum vücuduma ısı kaynağı olan şeye, biraz daha uyumayı dilercesine. Ancak burnumdan içeri yayılan ferah, tanıdık koku, uyku isteğimi bir kenara atıp, iyice solumayı istememe sebep oldu. Odunsu koku tüm ruhuma ılık bir esinti gibi yayıldı. Biraz daha kokladım, biraz daha, biraz daha.

''Daha ne kadar bir kaniş* köpeği gibi beni koklamaya devam edeceksin?''

Kulaklarımın en derininden, yakından, oldukça yakından işittiğim bu sesle uykumdan hızla ayrılıp, sertçe gözlerimi açtım. Gördüğüm ilk şey, oldukça yapılı bir gövde oldu. Gözlerim yukarı çıktığında ise...

''Aaaaaa!''

Attığım bu tiz çığlıkla beraber ellerimi alazın kollarından, ve bacağımı bacaklarının üzerinden sertçe çekip onu yataktan itmeye çalışmam aynı anda gelişmişti. Fakat değil itmek, gerilemesini bile sağlayamadım. ''Senin ne işin var burada!?'' dedim sanki o benim odama girmiş gibi, burada olmaması gereken oymuş gibi.

''Yatağımda ne işim mi var?'' derken kaşları büküldü. ''Bu soruyu benim sana sormam gerekiyordu.''

Artı sonsuz kere haklıydı. Yutkundum. Ondan geriye doğru çekilirken ''Ben...'' dedim ve duraksadım. Sonrasında elimi başıma koydum. ''Nasıl oldu bilmiyorum, aslında gelmeni bekliyordum. Sen geldikten sonra her zamanki gibi yerde yatacaktım. Ama uyuya kalmışım birden.''

Alaz, başını ''Hayır,'' der gibi salladı. ''Bence bunu bilerek yapıyorsun. Üstelik uyurken beni kendine çekerken de pek kendinde değilmiş gibi görünmüyordun.''

''Ne?'' derken sesim titremişti. Gülmeye çalıştım fakat becerebilmiş miydim bilmiyordum. ''Dalga mı geçiyorsun?''

''Cık''ladı ve ellerini başının altında birleştirip sırt üstü yatarak tavana baktı. ''Dalga geçmiyorum, ama merak etme rahatsız olmadım. Kızlar genelde beni tavlamak için böyle numaralar sergiliyor, alışkınım.''

Bana bakıp göz kırptığında esmer suratımın kırmızılaştığına emindim. Kaşlarım kendiliğinden çatıldığında, ''Ben öyle bir şey yapmam,'' diye yanıtladım. ''Yaptıysam da hatırlamıyorum, yemin ederim.''

Kafasını salladı, fakat siyah gözlerindeki haylazlık silinmemişti. ''Öyle olsun,'' dediğinde bana inanmadığını biliyordum, hoş inandıysa bile beni sinirlendirmek için inanmıyormuş gibi yapıyor olabilirdi, onu artık az biraz tanıyordum.

Bu nedenle uzatmadım ve kavruk bir tene sahip olan yüzünü süzerken, nihayet aklıma dün geceyi getirebildim. Aradığımız kitabı bulamayışımız, çalan alarm sesi ve Alaz'ın o kütüphanede kalışı aklımda sanki az önce yaşamışım gibi belirdi. Yüzümün üzerine düşen saçlarımı sağ kulağımın arkasına sıkıştırdığımda Alaz hâlâ tavana bakıyordu. ''Dün gece aklım sendeydi,'' dediğimde, kaşları gözlerinin üzerine indi.

Ardından bakışları beni buldu. ''Bende mi, kitapta mı?''

Güzel, güzel soruydu. Konuşmadan önce dudaklarımı birbirine bastırdım, istemsizce parmaklarımla oynuyordum. ''Yani...'' dedim ilk olarak. ''Kitabı bulabilmem için, her koşulda senin iyi olman gerekiyor. Nihayetinde benim çıkış biletimsin ve kaybolmuş bir bilet hiçbir işe yaramaz.''

''Bilet mi?'' derken yüzü yapay, tiksinmiş bir ifade aldı. ''Gururuma dokunuyorsun.''

Kollarımı göğsümde birleştirdim ve artık ciddileşmeyi seçtim. ''Kitabın nereye gittiğini biliyor muyuz?''

Kaşlarını havalandırdı. ''Kahine, Alkandros ya da Cadi ve Caris Sarayı'nda olabileceğini söyledi. İki saraya da gideceğiz.''

Alkandros Sarayı, içinde Karan'ın bulunduğu saraydı, Karan'ı son görüşümde ise dans ediyorduk ve birden Alaz adamı bayıltmış, insan olduğumu öğrendiğini söylemişti. Sonrasında ben kaçmıştım, o günden beri Karan'ı görmemiştim. Uyandığında beni bulamayışı karşısında tepkisi ne olmuştu tahmin edemiyordum, galiba bir özür borçluydum.

''Kendi sarayında bile, kütüphaneye girebilmek için bir hayli zahmet çektin. Diğer saraylarda bunu belli etmeden nasıl ulaşabiliriz ki?''

''Derin bir plan yapacağız güzellik,'' dedi Alaz bir kez daha bakışlarını tavandan çekip bana bakarak. Peki benim aklım neden planın nasıl bir şey olacağına değil de, ''güzellik'' kelimesine takılmıştı? Neredeyse omuzlarından sarsıp, büyük bir heyecanla, ''Beni gerçekten güzel mi buluyorsun?'' diye soracaktım.

Bir saçmalık daha!

Elimi enseme koyup, kafamı sallayarak ''Anladım,'' dedim ve daha fazla siyah gözlerine bakmanın bende çok feci sonuçlar doğuracağını düşünerek bakışlarımı kaçırıp ayaklarımı yataktan sarkıttım. Komodinin üzerine bıraktığım kıyafetlerimi elime aldıktan sonra ona baktım. "Bu arada, bir daha yatağında uyuya kalırsam, beni uyandır."

"Uğraşamam," dedi doğrulurken. İnce yorgan üzerinden kayıp, gövdesini açıkta bırakmıştı. Bakışlarımı yüzüne odaklamaya özen gösterdim. "Uyuya kalmamaya çalış, benim de çok hoşuma gitmiyor boynuma yapışmış bir burunla uyanmak."

Kırmızı kan hücreleri yanaklarıma hücum ederken, dudaklarım kendiliğinden aralandı. Tükürüğüm boğazıma kaçmadan önce güzelce yutkundum. "İsteyerek yapmadım, uyku halinde nereden bilebilirim yapıştığım şeyin ne olduğunu?"

"Yapma Efsun," derken doğruldu. "Beni deli gibi arzuladığını ikimiz de biliyoruz. Dünkü sahneyi unutmuş değilim."

Bahsettiği sahnenin Ruhlupus'lar gelmeden hemen önce düşüşümüz ve benim neredeyse onu öpeceğim andaki sahne olduğunu hemen anlamıştım. Yüzüm kırmızıdan mora dönüşmüş olabilirdi, hatta buna emindim. Kaşlarım kendiliğinden çatılırken, "Dünkü sahnede bir şey yok. O bir anlık bir şeydi," dedim ve başka bir şey söylemesine fırsat vermeden bir hışımla odasındaki banyoya doğru yürümeye başladım.

Oldukça öfkeli ve sert yürüyordum, bu öfkemin sebebinin Alaz'ın söylediklerinin mi, yoksa söylediklerinin doğruluğu mu olduğunuysa bilmiyordum.

Hızlı hızlı adımlar atarken kapıya gelmeden hemen önce ayağımın takılmasıyla sendeledim ve düşmekten son anda kurtulup doğruldum.

"Yalan kötüdür Efsun, sonucunda böyle şeylerle karşılaşabiliriz."

Arkamdan seslenişi, yüzünde bir sırıtma ifadesinin olduğunu bile belli ediyordu. "Salak Efsan," dedim kendi kendime hayali bir şekilde elimi alnıma koyarak. Ne diye adamın dinine giriyorduysam!

İçten içe bir düzine küfrü irademe ederken, sinirli bir şekilde banyonun kapısını açıp içeri girdim.

Kıyafetlerimi giyindikten sonra, odaya girdiğimde Alaz'ın odada olmadığını görmüştüm. Dünkü kayıp kitap vakasından sonra halen konuşmaları gereken bir şeyler olduğunu düşündüm, sarayın bu olayın üstünü çok kolay örtbas etmeyeceğini biliyordum.

Sarayda her zamankinden daha sessiz ve daha soğuk bir hava hakimdi, dün gece kitabın kaybolmuş olması, bu ürkütücü şatonun neredeyse duvarlarına bile yansımıştı. Herkes daha bir ciddi, daha bir öfkeli duruyordu. Hal böyle olunca, kahvaltı masasına inip inmemek konusunda bile kararsızlığa düşmüştüm, ancak bu da dikkat çekici bir özellik olabilir diye vazgeçmiştim, yine de o gergin masaya inesim, suratsız insanları göresim yoktu, bacaklarım geri dönmek için bana adeta yalvarıyordu.

''Pişt, level atlayan kız.''

Sarayın ıssız koridorlarından, yemek masasının bulunduğu salonun kapısından gireceğim sıra arkamdan işittiğim bu sesle duraksadım ve omuzumun üzerinden sesin geldiği yöne baktım. Koridorun başından bana doğru gelen uzun boylu, dalgalı saçlara sahip beden Kuray'dan başkası değildi. Göz göze geldiğimiz an gülümsedi ve mavi gözlerini çevreleyen kirpiklerini kapatıp açtı, kısa tabirle göz kırptı. ''Ne haber?''

Sorusuna karşılık omuzlarımı kaldırıp indirdim. ''Dün geceden sonra nasıl olunabilirse...''

Karşıma geçtiğinde elleriyle saçlarını silkeledi, sonra masmavi gözlerini arkamda olduğunu bildiğim muhafızlara yöneltti. Hemen sonra bana döndü. ''Evet dün gece hepimizi olumsuz etkiledi. Fakat üstün yeteneklerimiz bunun üstesinden gelecektir.''

Gülümsediğinde, yapay bir karşılık verdi. Ardından girmek üzere olduğum kapıya baktı. ''Kahvaltıya mı girecektin?''

Dudaklarımı büzdüm. Hâlâ o gergin ortama girip girmemek konusunda kararsızdım. ''Pek girmek istediğim söylenemez,'' diye yanıtladım yalan söylemeden.

"Hmm," derken gözlerini kıstı. Birkaç saniye bekleyip bana doğru eğildi. Dudaklarını kulağıma yaklaştırıp fısıldadı. "Kahvaltıda bize eşlik etmek ister misin?"

"Siz?" derken tek kaşım havalandı.

Omuzlarını kaldırıp indirdi.

Pekâlâ, kabul etmemek için hiçbir sebebim yoktu. Onlarla olduğumda bu ortamdaki gibi gerilmeyeceğim kesindi. Hevesle kabul etmeden hemen önce, takımdaki eksik aklıma geldi ve "Alaz nerede?" diye sordum. Bars bile kahvaltı yapıyorsa Alaz'ın da önemli bir işi yok demekti.

"O mu?" dedi Kuray yürümeye başladığımızda. "Baş vekilin kızıyla beraber. Keşfe çıktılar sanırım."

"Başvekilin kızı" tabiri, zihnimde hiç yabancılık çektirmedi. Anında anımsadım o Sara denilen kızın yeşil gözlerini ve namını bana anlatırken sinsi yüzünde canlanan ifadeyi... Sara Halya'nın burada olduğunu bilmiyordum, söylediklerinin doğru olup olmadığını bilmiyordum. Fakat burada olması, Alaz'la beraber olması cümlelerinin gerçekten doğru olduğunu ortaya çıkarıyordu. Bu kız sahiden Alaz'ın müstakbel eşi olmalıydı.

Alaz ve içimin zerre kadar ısınmadığı Sara'yı yan yana, düğünde hayal ettiğimde, yüreğimin değişik bir şekilde sızladığını hissettim. Beynim, bu görüntüyü kabul etmezcesine anında sahneyi değiştirmişti.

"Ne keşfi?" diye sordum içimdeki manasız sızlamayı gizlemeye çalışarak daha fazlasını merak etmeme mani olamadan.

Sırıttı. "Orman keşfi," dedi fakat bu normal bir söyleyiş tarzı değildi, altında yatan değişik anlamları ima ediyordu. Aralık kalan dudaklarımı kapattım ve başka yöne bakıp nefeslendim. Daha fazlasını bilmeme gerek yoktu.

~

Kuray, Liva ve Bars'lı kahvaltım, tahmin ettiğim gibi daha sakin ve rahat geçmişti. En azından karnımın doyduğunu hissetmiştim. Hem, onların yemek yediği yer saraydan ayrı bir binadaydı. Geniş ve lüks bir kulübe gibiydi, her detayı ahşaptan oluşuyordu yemek masasının yanında dışarı, verandaya açılan bir balkon vardı.

"Artık doymadın mı?" dedi Liva dik dik Kuray'a bakarken. Masada sadece üçümüz vardık. Bars, birkaç lokma atıştırıp hemen dışarı çıkmıştı. "Tüm günü yemek yiyerek geçiremezsin. Halletmemiz gereken işler var."

"Bir yemek yeme zevkim var, ona da karış Liva. Orta yaş annelerden betersin yemin ederim, çekilir yanın yok."

Kuray, ağzındaki lokmaları bitirme zahmetine girmeden konuşmuştu fakat tüm söyledikleri net bir şekilde anlaşılmıştı. Gözlerimi Liva'nın üzerine odaklandığımda alt ve üst kirpiklerinin birbirine yaklaştığını fark ettim. Çenesi seğirdikten sonra, dudaklarını birbirine kenetledi. Burnundan içeri derin bir nefes alıp, "Senin de dayanılacak zekan yok, aptal," dedi ve bir hışımla ayağa kalktı. Kuray'ın ona bir şey söylemesine izin vermeden dışarı çıktı, kapıyı sertçe çarptı.

Oturduğu sandalyede istifini bozmayan Kuray, ellerini yukarı kaldırdı ve "Ne dedim ben şimdi ya?" diye sordu yayvan yayvan.

Aslında Liva'nın Kuray'a karşı arkadaşlıktan hariç bir şey hissettiğini düşünüyordum. Ona bakışı, davranışı, sözleri bile ayrıydı. Liva'nın kendisine has bir tarzı, kimseden korkmaz bir havası vardı ancak mesele Kuray olduğunda porselen bir bebek kadar kırılgan olabiliyordu.

Elbette bu düşüncelerimi dile getirmedim ve "Bilmem, sen onu daha yakından tanıyorsun. Sebebini sen bilmelisin," deyip ayağa kalktım.

Kaşlarını büktü, gözleri kısıldı, suratı düşünür bir hâl aldı. Biraz o halde bekledikten sonra başıyla hayır işareti yaptı. "En iyisi biraz daha yiyeyim," dedi Liva'nın tabağını önüne çekerken. "Karnım tokken daha iyi düşünebiliyorum."

Gülümseyerek kafamı salladım ve biraz temiz hava alabilmek adına varendaya çıkan tahtadan mutfak kapısını açıp çıktım.

Ellerimi varendanın ahşap korkuluğuna koydum, temiz oksijeni solumak adına derince nefeslendim. Soğuk hava, bedenimi daha dinç hissetmemi sağlamıştı. Rahatladığımda hafiften eğilip karanlık ormanı izlemeye başladım. Kuru dallara sahip ağaçların üzerinde birkaç karga yüksek sesle gaklayarak uçuyordu. Bu, asla huzur veren bir görüntü değildi, kargaları hiçbir zaman sevmemiştim.

Tüylerimin kabardığını hissettiğimde, ceketimi masadan almayışıma pişman oldum ve ısınmak için tekrar içeri dönmeyi planlayıp arkamı döndüm. Ancak tam da o an, kulaklarımda bir çınlama işittim. Bu, birkaç gündür kabuslarımda gördüğüm çınlamanın gerçek versiyonu gibiydi. Ellerimle kulaklarımı kapatıp, olduğum yerde durarak sakinleşmeye çalıştım. Normal bir çınlama, birkaç saniye içinde geçerdi.

Öyle de oldu.

Kulağımdaki acı verici çınlama saniyeler içinde dindi. Bu nedenle içeri girmek için bir adım daha attım.

"Efsan!" Arkamdan, ormanın derinliklerinden isminin seslenildiğini duyduğumda duraksadım. Kaşlarım gözlerimin üzerine inerken, "doğru mu duyuyorum?" dercesine arkamı döndüm. Gözlerim ormanı taradı, sağ tarafında bir kız bedeni gördü.

Kirpiklerimi birbirine yaklaştırıp, varendanın korkuluklarına doğru birkaç adım daha attım ve tam bana bakan esmer kızı daha net tanımaya çalıştım. Ben korkuluklardan tutunduğumda, "Abla!" diye seslendi kız.

O an, bacaklarımdaki tüm gücün çekildiğini hissettim, neredeyse yere düşecektim. Nasıl ayakta kaldığımı bilmiyordum. Nefesim kesildi, boğazımda oksijenin ciğerlerime ulaşmasını engelleyen bir barikat oldu. Dudaklarımın kuruduğunu hissettim. Ve tüm kelimelerim tükenmiş gibi, söyleyebileceğim en kolay şeyi seçtim. "EFSER!"

Az çok demeyelim oysuz geçmeyelim!

Vovovovvv Efsan'ın kız kardeşi Efser mi geldiii????

Gelecek bölümde neler olacak sizce?

Bu bölümde en sevdiğiniz olay ne oldu??

+1000 oy ve yorum almak dileğiyle.

Yeni Bölüm öncesi kesit ve bilgilendirmeleri takip edebilmeniz için İnstagram hesabım: @sulisindunyasi

Mutlu günlerimiz olsun!

Continue Reading

You'll Also Like

1.7K 163 16
İntihar Mektupları adlı kitabın ikinci serisidir. Olaylar birbirine bağlantılı olduğundan ilk kitabı okumadan, bunu okumamanız tavsiye edilir. Bu kez...
19.1K 3.3K 36
Memur bir kızın çözmesi gereken vaka için gittiği ormanda karşılaştığı şeylerin hayatını değiştirmesine sebep olmasını anlatan bir kurgudur Alıntı; O...
145K 2K 24
En yakın arkadaşımla kocamı bastığım andan beri alevler içindeydim. "Daha hızlı aşkım," diye inleyerek dans eden bedenlerini seyrettim kapıda. Sevgi...
262 74 7
Biraz gerçekler biraz kurgu biraz hüzün ve birazda aşk...